28 Ocak 2013 Pazartesi

EMPERYALİZM ve “KÜRESELLEŞME”



EMPERYALİZM ve “KÜRESELLEŞME”
Aşağıda yayınlamakta olduğum metin, Mayıs 2011 tarihinde Ceylan-Akademi Yayıncılık tarafından yayınlanmış olan “Emperyalist Küreselleşme ve Dünya Devrimi, Değişen Ne?” başlıklı kitabımın “Önsöz Yerine” başlıklı bölümüdür.

EMPERYALİST KÜRESELLEŞME VE DÜNYA DEVRİMİ
                            DEĞİŞEN NE?

ÖNSÖZ YERİNE
Elinizdeki yapıt, “küreselleşme” olgusunu incelemekte ve konu bağlamında bir dizi tasfiyeci teori ve tezin eleştirisini içermektedir.*
Son çeyrek yüzyılda, özellikle de 1989-91 sürecinde, SSCB’nin ve “Doğu Bloku”nun (revizyonist/kapitalist sistem ve kampın) çözülerek dağılışıyla birlikte “küreselleşme” propagandası yerküremizi bir baştan bir başa istila etti. Bu süreç, “neoliberal” emperyalist propaganda ile “postmodern” ve “postMarksist” propagandanın bütünleşik bir ideolojik saldırı dalgası biçiminde sökün etti.
 Kuşkusuz ki, bu saldırının merkezinde, proletaryanın kurtuluş hareketinin teorisi olan Marksizm-Leninizm bulunmaktaydı. “Elveda proletarya”, “elveda devrim”, “elveda sosyalizm”, “elveda Marksizm-Leninizm” çığlıklarının “tarihin sonu”, “ideolojilerin sonu”, “öznenin sonu”, kapitalizmin “nihai zaferi”nin ilan edilişinin eşliğinde gündemleşmesi, söz konusu olgunun tipik kanıtıydı ve kanıtlarıdır.
Merkezinde uluslararası tekellerin durduğu emperyalist kapitalizmde ortaya çıkan çok önemli değişme ve gelişmeler; 1980’lerin ortalarında açık hale gelen küresel ölçekte dünya devrim dalgasının geri çekilişi; sözde sosyalist sistem ve kampın “tek bir kurşun atmaksızın” çözülerek dağılışı; keza böylece yenilgi ve gericilik sürecinin keskinleşerek derinleşmesi; tasfiyeci oportünizmin şaha kalkarak modaya dönüşmesi gibi etkenler, uluslararası sermayenin Marksizm-Leninizm’e, dünya devrimine, sosyalizme, proletarya ve halklara karşı doludizgin saldırılarını yoğunlaştırması için son derece elverişli koşulları sundu.
Uluslararası sermayenin “neoliberal” emperyalist saldırganlığı, tam da bu elverişli koşullarda dizginlerinden boşandı…
Birkaç olgunun özetle hatırlatılması gerekirse:
1960’ların ikinci yarısından itibaren, metropollerden başlayarak emperyalist dünya sisteminde kar oranları eğilimli düşmeye başladı. 1970’lerden başlayarak, emperyalist küreselleşme sürecinin ikinci dalgası ivmelendi. Emperyalist kapitalizmin genel bunalımı ve yapısal krizi keskinleşmeye başladı. 1974-75’de kapitalizmin genel ekonomik krizi patlak verdi. Emperyalist kapitalizmin teknik temeli yenilendi. Eski tip kapitalist birikim stratejisi ve uluslararası işbölümü tasfiye edildi. Yerini, sözde “serbest piyasa ekonomisi”yle ve “liberal özgürlükler”le belirlenen yeni bir uluslararası yapılanmaya bıraktı. Emperyalist dünya ekonomisi yeniden yapılandı. Bilimsel ve teknolojik atılımlar (mikroçip temelli teknolojiler; enformasyon, komünikasyon, ulaştırma, biyogenetik ve giderek nano teknolojik sıçramalar) devasa düzeylere sıçradı. Lenin zamanında emperyalist tekelciliğin ikincil biçimleri, rüşeym halinde gelişen olgular olan uluslararası tekeller, 1950’ler sonrası öne çıkmaya, özellikle de 1980-90’larla beraber, hegemonyasını sağlamlaştırarak, emperyalist tekelciliğin başat biçimi haline geldi. Yeni tip sermaye birikim stratejisi ve yeni tip uluslararası işbölümüne damgasını basan da uluslararası tekellerdi (ÇUŞ). Sermaye yoğun, teknoloji yoğun üretim emperyalist merkezlerde, emek yoğun üretim ve sektörler bağımlı ülkelerde yoğunlaştı. Emperyalist dünya ekonomisindeki eşitsizlik çok daha keskinleşti. Uluslararası tekellerin emperyalizmiyle dünyamız, tarihte görülmemiş ölçeklere yükselen bir mali kölelik dönemine de girdi.
“Ekonomilerin malileşmesi”, para sermayenin artan oranda maddi üretim sektöründen koparak mali piyasalara yığılması; kronik sermaye fazlası, kronik durgunluk eğilimi, kronik yapısal bunalım, kronik kitlesel küresel işsizlik; kapitalist ekonomik kriz devresinde ortaya çıkan değişme ve ekonomik krizlerin daha sık patlak vermesi, 1970’ler sonrası emperyalist kapitalizmin çarpıcı gerçekleri oldu.
“Küreselleşme” ile dünyamız küçülmüş küresel bir köye, daha doğru bir anlatımla ise küçülmüş küresel bir kente dönüştü.
Uluslararası tekeller, yeryüzünü baştanbaşa istila etti. Emperyalist sermaye ihracının önündeki engeller temizlendi. Yeni-sömürge ülkeler, yeni tipten yeni sömürge ülkelere, bir tür açık sömürgelere dönüştürüldü. Uluslararası tekeller, IMF, DB, DTÖ, G-7, Davos vbg. küresel emperyalist kurum ve kurumlaşmaların inisiyatifiyle, yeni tip uluslararası iş bölümüne ve esnek kapitalist birikim stratejisine dayanarak, bağımlı ülkelerin yeraltı ve yerüstü maddi ve toplumsal zenginliklerini doğrudan ele geçirmeye başladı.
Bu süreçte burjuva “ulus devlet” de, “küreselleşme”nin gerekleri ve gereksinmeleri ekseninde, yeniden yapılandı.
 Emperyalizmin anavatanlarında “ulus devlet” tekellerin devletinden uluslararası tekellerin devletine dönüştü. Tekelci emperyalist devletler, içerde tipik iç savaş aygıtları, dışarıda açık emperyalist yayılmacı ve saldırgan devletler olarak reorganize edildi.
Emperyalizme bağımlı ülkelerde “ulus devlet”ler uluslararası tekellerin taşeron devletleri olarak yeniden yapılandırıldılar. ÇUŞ’lar işbirlikçi burjuva devletlerin açık ortakları haline geldiler. İşbirlikçi devletler adeta uluslararası tekellerin açık uzantıları olarak yeniden yapılandırıldılar. Emperyalist devletler ve ÇUŞ’lar işbirlikçi sermaye oligarşileriyle birlikte, yeni yönetim teknikleriyle, kurumlar, kurumlaşmalar ağıyla, yeni tip uluslararası hukuki çerçeve de şekillendirerek, işbirlikçi “ulus devlet”leri ele geçirdiler. Emperyalizme bağımlı “ulus devlet”ler, yeni dönemin gerekleri temelinde, bir yandan ekonomik işlevleri itibari ile, öte yandan da tipik iç savaş aygıtları, asker-polis-istihbarat aygıt(lar)ı olarak yeniden şekillendirildiler.
Gerek “merkez”de, gerekse de bağımlı “çevrede” “refah kapitalizmi”, “sosyal devlet”, “ulusal kalkınmacı”lık, “Keynesyen devlet” modeli bir tarafa atıldı. Her iki merkezde de “ulus devlet”, bu yeni dönemde, açıkça, “ben sermayenin devletiyim/diktatörlüğüyüm” diye bas bas bağırmaya başladı. “Yönetişim”in araçlarından olan “Sivil Toplum Kurumları” (STK), bu süreçte, uluslararası tekellerin denetim ve güdümünde işlevli roller oynadılar.
Emperyalist küreselleşmenin birinci ve özellikle ikinci dalgasının atılımı sürecinde proletaryanın yapısında da önemli değişikler gerçekleşti. Emeğin maddi koşullarında, sosyal bileşiminde, üretim sürecindeki görevlerinde yapısal değişikler gündemleşti.   Sermayenin organik bileşimi çarpıcı bir tarzda yükseldi. “Emeğin sermayeye gerçek bağımlılığı” süreci küreselleşerek derinleşti. Kafa emeğinin üretim sürecindeki stratejik rolü daha keskin biçimler aldı. Kalifiye iş gücünün, “çekirdek işgücü”nün “evrensel emek”in ağırlığı, üretim sürecindeki rolü arttı. Kapitalist hizmet sektörü maddi üretim sektörünün önüne geçti. “Beyaz yakalı” işçiler hem mutlak hem de göreli olarak “mavi yakalı” işçilerin önüne geçti. Proletaryanın bazı katmanları zayıflar ve gerilerken yeni katmanları oluştu ve gelişti ya da giderek öne çıktı. Esnek teknoloji, esnek üretim, esnek pazar, esnek işgücü, esnek yönetim tarzı, kısacası esnek kapitalist birikim stratejisi, proletaryayı çok katmanlı, çok katlı, geçmişe göre çok daha parçalanmış bir sınıf haline getirdi. İşsizlik, kronik kitlesel küresel bir işsizliğe dönüştü/yükseldi. Dünya proletaryası hem mutlak hem de göreli olarak gelişmeye ve büyümeye devam etti ve etmektedir.
Kuşkusuz ki tüm bu süreç, dünya proletaryanın ve halkların ekonomik, sosyal, siyasal, sendikal kazanım ve haklarının uluslararası sermaye tarafından tırpanlanması ile iç içe gelişti…
Emperyalist küreselleşmenin son atılım sürecinin “Doğu Bloku”nun dağılışıyla birleşmesi, uluslararası sermayenin yeni tipten ideolojik hegemonyasına eşi bulunmaz bir olanak sundu. SSCB’nin ve “Doğu Bloku”nun dağılışı, “sosyalizmin nihai yenilgisi” ve “artık geri dönüşü olmayan bir yol” olarak lanse edildi. Aynı süreçte, Kruşçevci kızıl maskeli karşı-devrime ve kapitalizmin restorasyonuna karşı durmayı başararak ayakta kalan tek sosyalist ülke olan Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti de yenilerek tasfiye edildi. Keza Çin emperyalist dünya kapitalizmiyle açık bütünleşme yoluna girdi. Revizyonist/kapitalist kampın tasfiyesi ile dünya pazarı, tek bir kapitalist pazar olarak yeniden bütünleşti. Tüm bunlar, sosyalizmin başarısızlığının, tarihin gidişinden bir sapma olduğunun vs. kanıtı olarak sunuldu.
Kapitalist/revizyonist kampın çökmesi, emperyalizmin genel bunalımının dördüncü aşamasına geçilmesinin ya da başlamasının da tarihsel dönemecini oluşturdu...
Yine bu süreçte, güçler dengesi dünya karşı-devrim cephesi lehine dönüştüğü için sosyal demokrasi, yüzündeki “sosyal kapitalizm”, “refah devleti” vs. maskesini çıkarıp bir yana atarak, burjuva liberal akıma/partilere dönüştü. Modern revizyonist partiler, burjuva sosyal liberal partilere dönüştü. Küçük burjuva reforumcu partiler, kapitalizm savunucusu açık oportünist partiler olarak arenaya çıktılar. Komünist hareketin ve devrimci-demokrasinin ana gövdesi devrimci ve komünist konumlarından uzaklaşmaya, tasfiyeci oportünizmin girdabına kapılmaya başladı. Teoride revizyonizme, politikada reformizme, örgütlenmede legalizme kapaklanma egemen eğilim haline geldi. Yenilgi ve gericiliğin ürünü olan tasfiyecilik şaha kalktı. Dizginlerinden boşanmış azgın gericilik ve karşı-devrimin devrimci-demokrat ve komünist hareket, proletarya ve halklar üzerinde dinmek bilmeyen ideolojik, politik, psikolojik, fiziki baskı ve saldırısının ürünü olan tasfiyeci oportünizm, doğası gereği, devrimci programdan, strateji ve taktikten, illegal ve yasa-dışı örgütten, her devrimin genel ve temel yasası olan şiddete dayanan devrim teori ve pratiğinden kopuşun; ret ve inkarın somutlaşmış ifadesi olarak, dönemin modasına dönüştü.
Bu vb. faktörler, hep bir arada, her biri kendi özgün konumundan sosyalizmin prestijinin dibe vurmasına yol açtı.
Kapitalist/revizyonist sistem ve kampın çöküşü, bir yandan dünya devrim güçleri ile karşı devrim cephesi arasındaki güçler dengesini, iyice dünya devrim cephesi aleyhine çevirdi. Diğer yandan, emperyalistler arası güçler dengesi yerinden oynadı. Başını Alman emperyalizminin çektiği Batı Avrupalı emperyalist güçler ile Asya pasifik’te Japon emperyalizmi, Amerikan emperyalizmine karşı rekabet merkezleri olarak öne çıkmaya başladılar. Böylece, SSCB’nin ve “Doğu Bloku”nun yıkılışıyla dünyanın tek patronu (“tek kutuplu dünya”) haline gelen Amerikan emperyalizmi, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasının gücünü daha etkin göstermeye başlamasıyla, yeni rekabet merkezleriyle de yüz yüze gelmek zorunda kaldı. Putin’le birlikte Rusya toparlanmaya başladı. Rusya ve Çin de birer emperyalist rekabet merkezi olarak yükselmeye başladılar…
Bu kaba ve eksik tablo, uluslararası sermayenin, yeni dönemde, son derece elverişli tarihsel konjonktürü bir manivela gibi kullanarak “neo-liberal” emperyalist saldırganlık yolunda nasıl olurda bu denli fütursuzca davranabildiğini de açıklamaktadır…
Dönemin modası, devrime, sosyalizm ve komünizme, Marksizm-Leninizm’e, o arada Marks’ın kapitalizm, Lenin’in emperyalizm teorisine saldırmak modasıydı. Yönetenler yönetilenlerin, yenenler yenilenlerin saflarından devşirdikleri sayısız aydını vb. yeni tip emperyalist Haçlı Seferberliği’nde ideolojik vurucu güç olarak da kullandı. Yenilgi ve doludizgin gericiliğin ürünü olan tasfiyeci oportünist dalga, bu bakımdan uluslararası tekellerin rezervine yığılacak sayısız “sol”cu unsurun kitlesel olarak tekeller tarafından seferber edilmesine olağanüstü olanaklar sundu…
Kruşçevci modern revizyonizmle başlayarak gelen modern revizyonist karşı-devrim ve kapitalizmin yeni bir yoldan restorasyonu süreci, küresel çapta proletarya ve halkların, devrimci ve komünist hareketin ideolojik bakımdan silahsızlandırılma süreci de oldu. Bu süreç devrimci, ilerici, komünist saflarda derin bir ideolojik-siyasi kargaşanın geliştirildiği bir süreç oldu. Yine bu süreç, sosyalist kampın ortaya çıkışı ile sosyalizm ve dünya devrim cephesi lehine dönen güçler dengesinin, giderek adım adım, dünya karşı-devrim cephesi lehine dönmeye başladığı bir tarihsel süreci de besledi.
Marksizm-Leninizm’in yerine modern revizyonizmin, proletarya egemenliğinin yerine yeni tip (revizyonist) burjuvazinin egemenliğinin, sosyalizmin yerine sosyalizm maskeli yeni tip kapitalizmin geçirilmesi ve tüm bunların proletarya egemenliği, Marksizm-Leninizm, sosyalizm olarak lanse edilmesi; her türlü revizyonist burjuva teorinin vb. Marksizm-Leninizm olarak pazarlanması ile, uluslararası sermayeye eşi bulunmaz bir tarihsel fırsat sunuldu… Böylece, başında Amerikan emperyalizminin bulunduğu dünya sermaye cephesi, bu tarihsel fırsatı, modern revizyonizmin ve yeni tip burjuvazinin, kapitalizmin restorasyonunun, sosyal emperyalizmin hazırladığı ve sunduğu olanaklara da dayanarak “neo-liberal” emperyalist saldırı dalgasını daha etkin ve yetkin bir tarzda kullanmasını bildi.
Bu olgu kavranmaksızın, geride kalan son üç on yılda uluslararası tekellerin saldırısının neden bu denli başarılı olduğu da bilince çıkarılamaz…
“Neoliberalizm”, uluslararası tekellerin ideolojik-siyasi-ekonomik formu ve yeni tip saldırı programıdır. “Postmodernizm” uluslararası tekellerin ideolojik formu olan neoliberalizmin ideolojik izdüşümlerinden/biçimlerinden birisidir. “PostMarksizm” de “neoliberalizm”in “postmodernizm” olarak ortaya çıkan ya da “postmodernizm”in kendisini oluşturduğu/ifade ettiği formlarından birisini oluşturmaktadır. Bu cepheden gelen ideolojik saldırılara göre, “küreselleşme” ile çağımız değişmiştir. Yeni bir çağda ve yeni bir üretim tarzında yaşıyoruz artık. Artık insanlık tarihin sonuna gelmiş, tarihin sonunda yer alan bir çağa ve toplum biçimine geçilmiştir... “Küreselleşme” bunun ifadesidir vs.
“Yönetici sınıf, yönetilen sınıfın en önde gelen kafalarını ne kadar bünyesi içerisinde eritebilirse, egemenliği o denli sağlam ve o denli tehlikeli hale gelir.” (Marx) Bu olguyu, son birkaç on yılın tarihsel deneyiminden de çarpıcı bir tarzda görmekteyiz. Yenilginin ve umut yitiminin anaforunda işçi sınıfının, halkların saflarından “küreselleşme”nin saflarına kitlesel bir biçimde iltihak eden ya da kazanılan sayısız lider, aydın, kadro, tüm yetenek ve birikimlerini aşırı derecede çürümekte ve ölüm döşeğinde can çekişmekte olan emperyalist kapitalizmi aklamaya, kutsamaya; onu tarihin sonu ve pırıl pırıl bir yeni toplum biçimi olarak sunmaya çalıştı.
Teslimiyet, döneklik, tükenmişlik “elveda devrim, sosyalizm, proletarya ve Marksizm-Leninizm”, “yenilgiden ders çıkarma”  bayrağı altında da bukalemun gibi gizlenmeye çalışıldı. Sözde Marksizm, Marksizm-Leninizm, sözde sosyalizm ve devrim adına ortaya çıkmaya devam eden postmodern ve postMarksist yeni tip tasfiyeciler ve onların ideolojik yörüngesine kapılmış güçler, proletaryanın yerine “ezilenler”i ve Marksizm-Leninizm’in yerine “ezilenlerin Marksizmi”ni geçirmeye; sosyalist/komünist/devrimci birlik adına “Marksizm” ve “sosyalizm” tabanı üzerinde üzerinde duran sosyal reformist kuvvetlerin birliğini çıkarmaya, devrimci ve komünist hareketi asimile edebilmek için bu bataklığa çekmeye ve bayraklaştırmaya başladı. Artık eski ideolojik ayrılıkların önemsizleştiği veya aşıldığı gerici propagandası fütursuzca yapıldı. Devrime ve sosyalizme bağlı kalmaya devam edenler ise “dogmatik”, “muhafazakar”, “dinazor”, “anakronik” ilan edildi. 
Uluslararası tekellerin emperyalizmi ve yedeğindeki sayısız akımın tüm çabalarına karşın, üzerinden fazla bir zaman geçmeden, “küreselleşme”nin bildiğimiz emperyalist kapitalizm olduğu, çağımızın emperyalizm ve proleter devrimler çağı olduğu gerçeği giderek, bir kez daha, belirginleşmeye başladı. Yenilgi ve doludizgin gericilik yılları adım adım dağılmaya ve “Marx haklıymış!”, “Bir başka dünya olanaklı!” haykırışları yeniden yükselmeye başladı. Dünya devrim dalgasının geçici yenilgisinin sersemlettiği ezilen, sömürülen, toplumsal adaletsizliğin pençesinde kıvranan enternasyonal proletarya ve halklar ve ezilenler yeniden toparlanmaya başlayarak, kavga arenasına çıkmaya başladı… Bugün bütün yeryüzü hareketli… Umut yeniden yükseliyor…
“Küreselleşme” ile emperyalist kapitalizmin tüm çelişkileri de daha fazla küreselleşmiştir. Bugün, uluslararası proleter devrimin nesnel koşulları, dünden daha güçlü bir tarzda olgunlaşmıştır. Emperyalizmi yok oluşa götürecek belli başlı çelişkiler çok daha keskinleşmiştir. Emperyalist kapitalizm, insanlığı, ya barbarlık içerisinde yok oluş ya da proleter devrim, sosyalizm ve komünizm yolunda kurtuluş seçeneği dışındaki her türlü seçeneğe kesinkes, çok daha keskin bir şekilde kapalı ve bağlı hale getirmiştir. Ve enternasyonal proletarya, bugün dünden çok daha güçlü bir biçimde, ancak insanlığı kendisiyle birlikte kurtararak kendisini kurtarabilecek sınıf duruma gelmiştir. İnsanlık ve eko-sistem, ancak ve kesin olarak proletarya önderliğinde yok oluştan kurtulabilir. Doğa ve insanlık, tarihin hiçbir döneminde bu denli derin ve kapsamlı bir şekilde “şeyleşme”miş, metalaşmamıştır. “Küreselleşme” ile kapitalist sömürü dünyasının proletarya ve halklara, ezilenlere yıkım ve daha fazla yıkımdan başka bir seçenek sunmadığı ve sunamayacağı çok daha keskin bir tarzda açığa çıkmıştır…
Ana sorun, çözümünü dünden çok daha keskin ve güçlü bir şekilde dayatan pratik-siyasal sorun, olgunlaşmış olan uluslararası proleter devrimin nesnel koşulları ile onun öznel koşulları arasındaki uçurumun bir an önce giderilmesidir… Ve elbette ki enternasyonal proletarya, bu sorunu da, tarihin dersleriyle de silahlanarak, çözecektir; bundan kuşku duyulamaz…
Bilinir, tarih düz bir çizgide gelişmez. Tarihin gelişimi hem diyalektiktir hem de materyalist. Büyük yenilgilerden, tarihi geri çekilişlerden geçmeden ilerleyen bir tarihe ve sınıf mücadelesine tarih ve insanlık ne tanık olmuştur ne de tanık olacaktır. Asla unutmamız gerekir ki, “Savaşan kaybedebilir, savaşmayan ise çoktan kaybetmiştir.” (Che Guevara) Ve yenilgi okulu, yenmesini öğrenecekler için iyi bir okuldur. “Ne kadar nahoş olsa da, olguları açıkça görmek, adlı adınca çağırmak, işçilere doğruyu söylemek zorundayız.” (Lenin) Proletarya ve komünistler, gerek Kruşçevci modern revizyonist karşı devrimle açılan tarih kesitinde, gerekse de son çeyrek asırda emperyalist küreselleşmenin atılımı sürecinde yenildiler. Ama savaşarak yenildiler. Yenilgiler bir son değil yeni bir başlangıçtır. Bilinir, “En büyük yenilgi pes etmektir; kazanmanın en kesin yolu bir kez daha denemektir.” (Thomas Alvo Edison) Marx’ın vurguladığı gibi, “Eğer savaşıma kesin başarı olasılıkları olmadan girilmesiydi, tarih yapmak elbette çok kolay olurdu.”
Proletarya ve halkların geçici yenilgisiyle sermaye dünyasının saflarına geçenler, “tarihin sonu” saldırısının bayrağı altında saflara girerek devrime, sosyalizm ve komünizme karşı savaşan iblislere dönüştüler. Fakat tarih bilincine ve toplumsal gelişmenin nesnel yasalarının bilincine sahip, yüzlerini ikircimsiz proletarya ve halklardan yana dönmüş komünist ve devrimci-demokratik güçler, savaşmaya, büyük gelecek kavga günlerine hazırlanmaya devam ettiler…
Dante’nin sözlerinden esinlenerek, “Sen yolunda yürü ve bırak ne derse desinler” diye haykıran Karl Marx’ın çağrısı, dün olduğu gibi bugün de yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor ve etmeye devam edecektir.
Dünya burjuvazisinin ve onun doğrudan ya da dolaylı bağlaşıklarının dizginsiz baskı, saldırı ve sayısız renge bürünmüş yıkıcı faaliyeti, geleceğin proletaryanın, Marksizm-Leninizm’in, sosyalizm ve komünizmin olmasını engelleyemeyecektir. Narsist bireyciliğin girdabında kendilerini “Alem-i cihan” sanan “Etrak-i biidrak”ların yırtınmalarına beş paralık değer vermeksizin proletarya ve halklar yoluna devam edecektir ve etmektedir. Proletarya ve halklar, ezilenler, kendi öz tarihsel deneyimleriyle gittikçe daha fazla “Ormanda aslan da olur tilki de” gerçeğini anlamaktadır. Harama hile katanların geleceği yoktur. Ama sadece harama hile katanların değil, “kümese bekçi olan tilkiler”in de geleceği yoktur ve olmayacaktır. A. Einstein’in çarpıcı bir tarzda ifade ettiği gibi, “Delilik, aynı şeyi yapıp farklı sonuçlar beklemektir.” Mücadele ve tarih, proletarya ve halkları eğitmekte ve onları gelen büyük kavgalara hazırlamaktadır. Komünist ve devrimci hareket, proletarya ve halklar, eski ve yıkılması gereken dünyanın kir ve pasından ancak en ağır bedelleri ödemeyi göze alan bir mücadele kararlılığıyla, kavganın ateşinde arınabilirler… Ve elbette ki devrimci proletarya bunu da başaracaktır.
Elinizdeki yapıt, diyalektik materyalist yönteme, Marksist-Leninist teoriye ilkeli bir sadakatle, “küreselleşme” sorunsalını inceleyerek çözümlemektedir. Keza, bir dizi revizyonist, oportünist, reformist “post”lu teori ve tezin eleştirisi de yapılmaktadır. “Küreselleşme” saldırısı ile güncelleştirilmiş bir dizi tasfiyeci kapitalizm, emperyalizm, proletarya teori ve tezlerinin tarihsel temelleri de gösterilerek, “postmodern” pazarlama teknikleriyle yeni olarak pazarlanmasına karşın, pek de yeni olmadığı gerçeği deşifre edilmektedir. Dünya proletaryasının önder ve öğretmenlerinden Lenin’in vurguladığı gibi, ideolojik mücadelede savunma ölümdür. Marksizm-Leninizm’in ustalarının vurguladığı gibi, ilkelerde tavizsiz ve katı, taktiklerde esnek olmalı; taktiksel esneklik adına da ilke bozmaya tekabül eden oportünizme karşı da en yüksek ideolojik ve ilkesel uyanıklık ve mücadele kudreti gösterilmelidir.
Emperyalist-kapitalist sistemin bağrında oluşan, gelişen ve çarpıcı biçimler alan değişmeler, doğal olarak, yalnızca ve yalnızca diyalektik materyalizmin, Marksist-Leninist teorinin ışığında incelenmeli ve gerekli yeni sonuçlar çıkarılmalıdır. Teorinin geliştirilmesi ve küresel ölçekte süren sınıf mücadelesinin hizmetinde güçlü bir silaha dönüştürülmesi ancak bu yoldan olanaklı olabilir. Emperyalist dünya sisteminde ortaya çıkan ve çarpıcı biçimler alan olgular, eğer Marksizm-Leninizm’in ışığında, onun diyalektik yöntemi ve materyalist yorumlanışı rehberliğinde ele alınarak çözümlenmezse, eşyanın doğası gereği, tasfiyeciliğe saplanmak kaçınılmaz bir sonuç olacaktır. Bu bağlamda, proletaryanın sınanmış bilimsel devrimci ilke ve yöntemine, bakış açısı ve perspektifine ilkeli bir sadakat temelinde sorunun incelenmesi, aydınlatılması, gerekli teorik ve politik sonuçların çıkarılması, bir komünist için, bir komünist partisi için olmazsa olmazı oluşturur ve oluşturmaktadır.
 Emperyalist dünya sisteminin bağrında ortaya çıkan yeni olgular, kapitalist emperyalizmin nesnel karaktere sahip gelişme yasalarına dayanmakta, bu yasalar temeli üzerinde yükselerek şekillenmektedir. Hiçbir şey, yoktan var edilemez; çünkü yoktan (hiçten) yok (hiçlik) doğar. Bu bağlamda, doğada, toplumda, düşüncede öncüller olmadan olgular oluşamaz ve keskin biçimler alarak çarpıcı düzeylerde ortaya çıkamaz. Bu saptama, aşağıda ayrıntılı bir tarzda ele alacağımız emperyalist küreselleşme ve tekelci kapitalizmin ulaştığı yeni gelişme aşaması için de kuşkusuz ki, geçerli ve yol gösterici bir saptamadır.
Teoriye göre olgular, tarihsel ve güncel hareketi, değişmesi ve gelişmesi içerisinde incelenmeli, bilince çıkarılmalı ve bilimsel bakımdan tanımlanmalıdır. Kapitalist emperyalizm, donmuş, statik, değişme ve gelişmelerin dışında bir olgu olarak ele alınamaz. Tersi bir yöntem ve bakış açısı, felsefi olarak metafiziğe ve idealizme dayanan dogmatizmi, sübjektivizmi ifade eder. Dogmatizm, tarihsel ve toplumsal hareketi, o arada, kapitalist emperyalizmde ortaya çıkan değişme ve gelişmeleri anlama yeteneğinde değildir ve olamaz. Dogmatizmin metafizik yöntemi ve idealist konumlanışı, doğası gereği, teorik/ideolojik tutuculuğu, yaşamın dışına düşmeyi koşullar ve üretir. Böylece, devrim ve sosyalizm mücadelesinde, politik iktidar kavgasında devrimci politik önderlik iddiası iktidarsızlıkla belirlenen boş bir iddia, hoş bir seda olarak kalır. Özellikle son çeyrek asırda ortaya çıkan ve uluslararası bir akım olan neotasfiyeci oportünizme karşı mücadelenin panzehiri, dogmatizm değildir. Aksine dogmatizm, her alanda olduğu gibi, nesnel karakteri gereği, tasfiyeci akımın değirmenine de su taşır, taşımıştır ve taşıyacaktır.
Kuşku yok ki, 80’ler, 90’lar dünyasında küresel ölçekte devrim ve sosyalizm kavgası bakımından başlıca tehlike, emperyalist “küreselleşmeci yeni liberal” ideoloji ve kapitalist emperyalizme yedeklenmiş olan ve doğası gereği de yedeklenmesi kaçınılmaz olan “sol” giysilere bürünmüş yeni tasfiyeci oportünizmdir. Elbette ki, yeni tasfiyeci akıma karşı mücadele emperyalist ideolojiye ve ideolojinin günümüzdeki biçimi olan emperyalist burjuva “liberal” ideolojiye karşı mücadelenin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Lenin dediği gibi, oportünizme karşı mücadele emperyalizme karşı mücadeleden ayrılmaz; oportünizme karşı dövüşmeden emperyalizme karşı mücadele boş bir sözden ibaret kalır; oportünizme karşı mücadele etmeden emperyalizme karşı mücadeleden bahsedenler işçi sınıfının düşmanlarıdır. Oportünizmin bu türü, 80’ler özellikle de 89-91 olayları ile ortaya çıkan bilinen sürecin, yenilgi ve gericilik yıllarının ürünü ve devrimci olan ne varsa onun ret ve inkarı, burjuvazinin, kapitalizmin safına geçişle, proletarya ve halklara ihanetle belirlenen şahlanmış bir oportünizm ve inkarcılık türüdür. İç ve uluslararası arenada ideolojik vuruşların kilitleneceği başlıca hedef, emperyalist ideoloji ve bu ideolojinin günümüzde aldığı biçim olan “neoliberal” saldırılardır (ve buna bağlı olarak yeni tasfiyeci “sol” liberal oportünizmdir).
Emperyalizmin devrim ve sosyalizme, insanlığın tarihsel olarak biriktirdiği ilerici olan her şeye karşı ortaçağı da yardıma çağırarak doludizgin geliştirdiği burjuva ideolojik ve siyasi saldırıların etkili olmasında kullandığı başlıca araçlardan birisi ve başta geleni de yeni tasfiyeci akımdır. Bu ön hatırlatma, dogmatizme karşı mücadelenin öne çıkarılmasının yanlışlığına işaret etmek ve tasfiyeci oportünizme karşı mücadelenin yanında sadece ikincil derecede önem taşıyan ama ihmal edilmemesi gereken bir mücadele olarak ele alınması gerekliliğini vurgulamak içindir.
Son çeyrek yüzyıldaki yeni tasfiyeci akımın esin kaynağı, uluslararası burjuvazidir, emperyalist dünya sistemidir, ivmelenen emperyalist küreselleşmedir ve uluslararası proleter devrim dalgasının, devrim ve sosyalizm kavgasının geçici yenilgisidir.  “Tarihin sonu”,  “ideolojilerin sonu”, “büyük anlatıların sonu”, “Yeni Dünya Düzeni”, “küreselleşme”, “post-kapitalizm”, “neoliberalizm” “postmodernizm”, “postmarksizm” savunuculuğu, “Marksizm-Leninizm’in öldüğü”, “sosyalizmin öldüğü”, “kapitalizmin ve liberal demokrasinin nihai olarak savaşı kazandığı” vb teori ve tezleri yeni tasfiyeci akımın sayısız biçimler alan, bukalemun gibi renkten renge giren, bir yılan gibi kıvrılan teori ve pratiğinin ortak arka planı ve argümanlarıdır.
Yeni tasfiyeci oportünizmin tarihsel kökleri ve ana tezleri ise, hiç de yeni değildir. Yeni tasfiyeci oportünizmin tarihsel kökleri Bresteincılığa, Hobsonculuğa, Hilferdingciliğe, Kuatskyciliğe, II. Enternasyonal oportünizmine, değişik türevleriyle Browderizm’den, Titoizm’den modern revizyonizmin diğer türlerine (Sovyetik biçimde ortaya çıkan Rus modern revizyonizmine, “Avrupa Komünizmi”ne, Üç Dünyacı Çin modern revizyonizmine) dek uzamaktadır.
Türkiye’de ise, bu tarihsel kökler, söz konusu uluslararası tarihsel kökler gerçeğinin yanı sıra, Osmanlı Sosyalist Fırkası’na, Şefik Hüsnü oportünizmine, modern revizyonist TKP’ye, TİP revizyonizmine, ATÜT’çü sivil toplumcu akıma, Kıvılcımlı ve Mihriciliğe vb. dek uzanmaktadır. Aralarındaki tüm önemli farklılıklarına karşın, günümüz TKP’si, ÖDP’si, SDP’si, EMEP’i, vbg. partiler de ilerici politik konumlarına karşın, yeni tasfiyeci akımın ürünü ve temsilcisi olan partilerdir.
Öncesi bir yana, dünün PDA revizyonizmine dayanan bugünün İP’i, daha uç burjuva milliyetçi, şovenist, Kemalist ve sosyal faşizan eğilimler gösteren İP’ine kadar uzanan cephe, yeni tasfiyeci akımın renkli tipik unsurları olarak karşımızda durmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, yeni tasfiyeci akımın esasen “sol” liberal ağırlık ve belirleyiciliğine karşın, bir de onun ters yüz edilmiş biçimi olan “sol” maskeli burjuva milliyetçiliği ve ateşli Kemalizm savunuculuğu olarak şekillenen bölükleriyle de devrim, sosyalizm ve komünizm davası ve kavgası karşısında yıkılması gereken gerici-tasfiyeci bir barikat oluşturmaktadır.
60’lı, 70’li yılların devrimci yükselişinden etkilenerek devrim ve sosyalizmin ve sosyal reformizmin saflarına katılmış, sonra saf değiştirmiş yeni tasfiyeci akımın gürültülü ama sığ akan sularında kulaç atan ve “bir daha o günlere dönmemeyi” öğütleyen “sol” liberal küçük burjuva aydın tabakası da gözden, gezden, arpacıktan; vuruş mesafesinden çıkarılmamalıdır. Bu kesimlere karşı yürütülecek ideolojik-siyasi mücadele burjuva liberalizmine, yeni tasfiyeci akıma karşı yürütülecek ideolojik ve siyasi mücadelenin bir bileşeni olarak ele alınmalıdır.

*Bu çalışma, gerek 2005-2006 sürecinde, gerekse 2006-2008’de Edirne ve 2009-2010 Tekirdağ F Tipi cezaevlerinde tutsaklığım süreçlerinde, gerekse de 2010’da tahliye sonrası dışarıdayken konu bağlamında yapılmış çalışmaların sentezinden oluşmuştur. Elinizdeki çalışmanın ana tezleri, 2005-2006 sürecinde ortaya konulmuştur. Bu açıklama, okuyucuya karşı sorumluluk gereği sunulan bir bilgi notudur.
                                                                                                       Haziran 2010 İstanbul
                                                                                                       HASAN OZAN