8 Şubat 2013 Cuma

SOSYALİZMİN SORUNLARI…



SOSYALİZMİN SORUNLARI…
Aşağıda, “Giriş Yerine” ve “Önsöz Yerine” başlıklı yazılar yer almaktadır. Bu yazılar, Kasım 2011 tarihinde Ceylan/Akademi Yayıncılık tarafından yayınlanmış olan “SSCB’de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler” başlıklı kitabımda yer almaktadır. “Giriş” ve “Önsöz” yerine yazılmış olan bu yazılar, konu bağlamında okuyucuya bir ön fikir verecektir. Dolayısıyla yayınlanmasının yararlı olacağını düşündük.
GİRİŞ YERİNE
Lenin, “Önemli herhangi bir sorunda, bağımsız olarak gerekli ölçüde araştırma ve inceleme yapmadıkça gerçeği bulmak olanaksızdır.” der.
Burada durup sormalıyız: Yalnızca ve yalnızca diyalektik materyalizmin bakış açısından, Marksizm-Leninizm’in ilkeleri temelinde sorunları ele aldığını düşünen proletaryanın savaşçıları, gerçekte, Lenin’in yukarıdaki vurgusunun gereklerine ne kadar bağlı kalmaktadır? Bağımsız araştırma, inceleme, fikir oluşturup geliştirme perspektifi ve yeteneği komünist savaşçıları ne kadar yönlendirmektedir? Lenin’in vurgusunda somutlaşan  bilinç ve donanımı kazanma ve sürekli geliştirme sistematik çabası içerisinde olmadan bağımsız komünist kişilik (“yeni insan”), ne ölçüde geliştirilebilir ki!!! Her komünist savaşçının bu soruyu kendisine sorup sonuçlar çıkarması gerekiyor mu gerekmiyor mu? Bağımlı insan tipi ne kadar komünisttir? Bağımsız düşünme ve eleştiri gücünden yoksun, “kim ne der” küçük burjuva ruh haliyle yaşayan, sempati ya da anti-patilere göre tutum belirleyen insan tipi, ne kadar devrimci proletaryanın “yeni insan tipi”yle bağdaşabilir ki?! Kuşkusuz ki daha önemli olan şey, gerçek duruşumuzda sorunun sorgulanması, nesnel ve denetlenebilir yanıtların verilmesi ve gerçek durumun devrimci bir tarzda bilince çıkarılması ve eylemsel olarak düzeltilmesi ya da aşılmasıdır.
Açık ki, herhangi bir teorik, politik, vb. sorunun irdelenmesinde ya da sınıf mücadelesinin öne sürdüğü, aydınlatılmasını ve çözümünü istediği herhangi bir genel ya da güncel sorunda alınan tavır, ilkeli olmak, bilimsel açıdan aydınlatılmak zorundadır. Ve burada da komünistlerin tek sorumluluğu sınıfa, Marksizm-Leninizm’e, tarihe karşıdır. Bilimsel Komünizm’in bunun dışında başka hiçbir ölçütü ya da ölçütleri bulunmaz. Bu, doğal ve kaçınılmaz olarak, sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel incelenmesi, donanımın geliştirilmesi açısından da geçerlidir.
Lenin’in aşağıdaki perspektifi her komünistin şaşmaz yol göstericisi olmalıdır: 
“Partideki tartışmalı ve baş ağrısı verici sorunları bizzat incelemek, bu sorunlar üzerinde bizzat karar vermek isteyen her işçi, her şeyden önce kendi başına bir araştırma yaparak…gerçeği özümsemelidir. Sadece ve sadece sorunları ve kendi partilerinin kaderi üzerine düşünen, bunları dikkatle araştırıp inceleyenler parti üyesi kimliğine ve işçi partisinin kurucuları olmaya hak kazanırlar.” (Lenin, Tasfiyecilik Üzerine, s. 258, İla.-italikler Lenin’e ait, Sol Yay.)
“Gerçek nasıl araştırılmalıdır? Kişi, birbiriyle çelişkin fikir ve savlar kargaşası içinde yolunu nasıl bulabilir?
“ Her mantıklı kişi, eğer belli bir konu üzerinde sert bir tartışma fırtınası esiyorsa, gerçeği bulmak için, tartışmadaki tarafların söyledikleriyle yetinmemesi, gerçekleri ve belgeleri bizzat incelemesi, tanıklardan elde edilebilecek kanıtlar olup olmadığını ve varsa bu kanıtlara güvenilip güvenilmeyeceğini görmesi gerektiğini bilir.
“Kuşkusuz bunu yapmak her zaman kolay değildir. Ele geleni, kulağa rasgeleni, daha ‘açıktan’ haykırılanı falan olduğu gibi kabul etmek, çok ‘daha kolay’dır. Ancak bunlarla yetinen kişiye herkes ‘akılsız’ der, kuş beyinli der, kimse ciddiye almaz. Önemli herhangi bir sorunda, bağımsız olarak gerekli ölçüde araştırma ve inceleme yapmadıkça gerçeği bulmak olanaksızdır. Çalışmaktan korkan kişi gerçeği bulamaz.
“Bu nedenledir ki, biz bu tür bir çalışmadan korkmayan, sorunun temeline bizzat inmeye karar veren, gerçekleri, belgeleri, kanıtları ve tanıkları bulmaya çalışan işçilere sesleniyoruz.” (age., s. 249, iLa.)


ÖNSÖZ YERİNE
20. Asır, Ekim Sosyalist Devrimi ile başlayan ve giderek bir dizi ülkede sosyalizmin zafer kazandığı bir asır oldu. Tarih ve insanlık, bu devsel atılımlar ve zaferlerle ilk kez tanışmıştı. Ama 20. Asır yalnızca sosyalizmin devasa zaferleriyle değil, bir de sosyalizmin ağır yenilgisiyle tanıştı.
Kuşkusuz ki, söz konusu yenilgi, tarihin helezonik akışı içerisinde sadece geçici bir tarihsel gerilemeyi ifade etmektedir. Ve tarih, geçmişten geleceğe doğru akmaya devam etmektedir. Lenin’in dediği gibi, birkaç on yıl geriye gidiş olanaklıdır, “çünkü tarihin bazen geriye doğru dev adımlar atmadan pürüzsüz ve biteviye ilerlediğine inanmak diyalektik değildir, bilimsel değildir, teorik açıdan yanlıştır.” Yine Lenin’in vurguladığı gibi, “ Bilim ise hatalar ve yenilgiler olmadan öğrenilemiyor.”
Sosyalizmin yenilgisi, tümüyle geçici karakterdedir ve geçici olması da kaçınılmazdır. Sınıf düşmanını ve bilinçli hainler haline gelmiş dönekleri geçiyoruz. Ancak sosyalizmin yenilgisini, Marksizm-Leninizm’in, devrim ve sosyalizmin nihai yenilgisi, kapitalizmin nihai zaferi ve tarihin sonu ilan eden kafalar, tarihsel ve toplumsal gelişmenin yasalarından, sınıf mücadelesinden bir şey anlamamış, geçici yenilginin girdabına kapılarak umutsuzluğa teslim olmuş, iradeleri kırılmış, kendilerini yitirmiş gafillerdir. Neo-liberal emperyalist, post-modern ve post-Marksist burjuva ve küçük burjuva akıma boyun eğmiş, tutsak düşmüş, sermaye dünyasının sınırlarına/içine çekilmiş gafillerdir.
Lenin’in dediği gibi, devrimin, sosyalizmin, komünizmin zaferi kaçınılmazdır. Büyük Ekim Devrimi ile bu çağ açılmıştır. Yalnızca proleter devrim insanlığı kapitalizmden dolayı çektiği acılardan kurtarabilir. “Devrimin zorlukları ve olası geçici başarısızlıkları ya da karşı-devrimin dalgaları ne kadar büyük olursa olsun, proletaryanın nihai zaferi kaçınılmazdır.” Proleter devrim, çağımızın çözümü güncel olan temel sorunudur. İlk denemelerinde sosyalizmin yenilgisi de emperyalizm ve proleter devrimler çağının, kapitalizmden komünizme geçiş çağının olgularından birisidir sadece. Tarih, yenilgilerden geçmeden zafere erişen devrimlere ise tanık olmamıştır. Ve vurgulamak gerekir ki her yenilgi, ders çıkarmasını bilenler için yetkin bir okuldur.
Dünya proleter sosyalist devrimi, çağımızın, çözümünü dayatan temel ve güncel sorunudur. Emperyalist küreselleşmenin son atılımıyla sorunun çözümü, kendisini daha keskin bir tarzda dayatmıştır. Emperyalist kapitalizmin, dünya proletaryasına, halklara, ezilenlere verebileceği hiçbir şey kalmamıştır. İnsanlığın önündeki temel sorun, çok açık ve kesin olarak ya modern barbarlık içerisinde yok oluş ya da sosyalizm ve komünizmin zaferi yoluyla kurtuluştur. Ortası yoktur ve olmayacak da! “Üçüncü yol”, uluslararası sermayenin ve yedeğindeki her renk ve tondan akımın ve yeni tip tasfiyeci oportünizmin demagoji ve manipülasyonundan ibaret sözde bir yoldur.
1956 tarihsel dönemeci ile başlayarak gelen ve 1989-91 yıkılışıyla tamamlanan SSCB’nin ve “Doğu Bloku”nun hikayesi, derin derslerle dolu bir tarih kesitini simgeler. Ancak, 1956 dönemecini yaratan öncüller olmadan, az ya da çok olgunlaşmadan da 56 dönemeci izah edilemez. SSCB’de ve Sosyalist Kamp’ta kapitalizmin restorasyonunu, onu hazırlayan tarihsel ve güncel nesnel ve öznel koşullardan kopuk, salt 56 ile, 20. Parti Kongresi ile izah etmeye dayanan bir yöntem ve bakış açısı ise diyalektik materyalizme, Marksizm-Leninizm’e aykırıdır. Ağaç köksüz değildir. Lenin’in dediği gibi, “eskinin izlerinin devrimden sonra belirli bir süre yeninin embriyonları karşısında ağır basacağını da biliyoruz. Yeni henüz ortaya çıkmışsa, belli bir süre eski hep daha güçlü kalır, bu hep böyledir, gerek doğada gerekse de toplumsal yaşamda.” Özellikle vurgulanması gerekir ki, SSCB’nin tarihsel deneyimi eskinin yeni karşısındaki gücünü, derinlik ve kapsamını ve direnme yeteneğini çok çarpıcı bir tarzda ortaya koymuştur. O halde,  vurgulanması gereken bir diğer temel olgu da, 56 dönemecini hazırlayan somut tarihsel süreç ve koşulların, nesnel ve denetlenebilir verilerin ışığında incelenmesidir. Böyle bir inceleme yapılmadan 56 dönemeci de doğru anlaşılamaz. Çünkü modern revizyonist karşı-devrimin ve yeni tip burjuvazinin doğuşunu hazırlayan, güç biriktirerek iktidara sıçramasına yol açan tarihsel bir süreç yaşanmadan, bu süreci ifade eden nesnel ve öznel ön koşullar olmaksızın 56 dönemeci biçimlenemezdi.
1980-90 öncesi tarihsel kesitte, Uluslararası Komünist Hareket’in ve Türkiye Komünist Hareketi’nin 56 dönemecini değerlendirirken, ihmal ettiği, küçümseyerek geçtiği 1956 öncesi tarihsel kesitin eleştirel incelenmesi, zorunludur. Böyle bir çalışmanın esaslı bir tarzda yapılmamış olması, yapıldığı kadarıyla da yüzeysel kalmış olması iç ve uluslararası komünist hareketin en büyük zaaflarından birisiydi. Bu zaafiyet hem komünist hareketin teorik, ideolojik, siyasal ve örgütsel-pratik bakımdan kendisini eleştirel yenilemesini önlemiş, hem modern revizyonizmin, orta yolcu oportünizmin değirmenine su taşımış, hem de proletarya ve halk kitleleri üzerinde revizyonist tahribatın daha derin ve kapsamlı etki sağlamasına yol vermiştir.
Bu bağlamda, kitabımızın I. BÖLÜM’ü, 1917 Ekim Devrimi sonrasını, özellikle de 1930-53 ve 53-56 arası tarihsel kesitin eleştirel incelenmesini içermektedir.*
Kitabın II. BÖLÜM’ü ise 56 dönemecine, bu dönemeçle başlayan kapitalizmin yeni bir yoldan inşası sürecinin incelenmesine ayrılmıştır.
56-70 arası tarihsel kesitin temel karakteristik özelliği, modern revizyonist karşı-devrimin ve yeni tip burjuvazinin ele geçirdiği politik iktidar tekeline dayanarak kapitalizmin restorasyonunu özellikle de iktisadi alanda adım adım gerçekleştirmiş olmasıdır.
SSCB’de (ve öteki sosyalist kamp ülkelerinde) kapitalizmin yeni tipte restorasyonu sorunu incelenirken, Uluslararası Komünist Hareket’in derinlemesine incelemekte yetersiz kaldığı sorunlardan birisi de bu noktada somutlaşıyordu. Bu konuda AEP’in (ve ÇKP’nin) değerlendirmeleri önemli olmakla birlikte yeterince açıklayıcı ve aydınlatıcı değildi. 70’li yıllarda, Komün Yayınları tarafından basılmış olan Willi Dickut’un “Sovyetler Birliği’nde Kapitalizmin Restorasyonu” adlı çalışma, bu konuda yapılmış en önemli çalışmaydı. Keza, 2005 yılında Ceylan Yayınları tarafından yayınlanmış olan Wıllıam Bıll Bland’ın “ Sovyetler Birliği’nde Kapitalizmin Restorasyonu” çalışması da çok değerli bir çalışma niteliği taşımaktadır.
Kuşkusuz ki bu vb. çalışmalar değerli birer kaynak niteliği oluşturmaktaydı ve oluşturmaktadır. Ancak bu durum, yine de, kapitalizmin restorasyonunun incelenmesi ve aydınlatılması bakımından Marksist-Leninist nitelikte bütünlüklü bir çalışmanın yapılmamış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. En azından bizim ulaşabildiğimiz kaynaklar bakımından durum budur.
Kitabımızın III. BÖLÜM’ünde, modern revizyonizm, modern revizyonist karşı devrim ve kapitalizmin restorasyonu somutunda uluslararası saflaşmalardaki belli başlı akımların tarihsel tutumları ve geldikleri yer, çözümlenmektedir. Yanı sıra, bu bölümde, komünist hareketin zaaflı tutumlarının da eleştirisi yapılmaktadır.
Kitabımızın IV. BÖLÜM’ü, SSCB’de ve Sosyalist Kamp’taki kapitalizmin restorasyonuna karşı çıkan ve mücadele eden ASHC (Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti)’nin, söz konusu tarihi derslere ve mücadele pratiğine karşın neden ayakta kalmayı başaramayarak yıkıldığı olgusunun incelenmesine ve gerekli derslerin çıkarılmasına ayrılmıştır.
Kitabımızın V. BÖLÜM’ü ise, kapitalizmin restorasyonu bağlamında tasfiyeci revizyonist teorilerin, siyasal akımların ve aydınların temel görüşlerinin eleştirisine ayrılmıştır. Bu bölüm, belli başlı Troçkist, revizyonist, tasfiyeci oportünist teori ve tezleri anlamamıza, güncel tartışmalarda ileri sürülen ve üstüne üslük çok yenilikçi görünen ama bu niteliğe ya da niteliklere sahip olmayan, hem eski hem de çoktan eskimiş anti-Marksist-Leninist düşüncelerin gerçek kaynaklarını ve tarihsel sürekliliğini görmemize ve anlamamıza hizmet edecektir.
Elinizdeki yapıt, bütünsel bir çalışma çabasının ürünüdür. Sorunun derinliği ve kapsamı, ağırlığı ve yarattığı tahribat dikkate alınacak olursa, elinizdeki bu yapıt, sadece ileri doğru atılmış bir adımdan ibarettir. Kuşku yok ki, kolektif akıl, bu konuda da daha derin, daha kapsamlı, daha zengin açılımlar yapacaktır. Açık olan bir şey var ki, “sosyalizmin sorunları” daha çok tartışılacaktır; ki bunun gerekli, yararlı, geliştirici olacağına inanıyoruz. Burada da önemli olan şey, meselenin diyalektik materyalist yönteme ve Marksizm-Leninizm’in ilkelerine bağlı, somut tarihsel koşulların nesnel ve denetlenebilir bilimsel verilere dayalı tarzda birlikte incelenerek aydınlatılmasıdır. Burada, tartışma ve yeni bir donanım kazanma çalışmasının teorinin, programın, strateji ve taktiklerin, önderlik anlayışı ve çalışma tarzının, örgütsel politika, kadro politikası, yönetme ve yönetilme anlayışının zenginleştirilmesi ile bütünsel birleşmesi gerekmektedir. Böyle bir çalışmanın; bütünsel araştırma, inceleme, tartışmaları olgunlaştırma çalışmasının hiç de kolay olmadığını; ilkeli, derin, kapsamlı, eleştirel ama birleştirici bir niteliksel mücadele yeteneğini gerektirdiğini biliyoruz. Böyle bir çalışma ve duruşun, hem iç hem de uluslararası alanda tasfiyecilikle, revizyonizmle, ideolojik liberalleşmeyle, kişi ve önderlik kültüyle, derin tahribatlar yaratmış olan küçük burjuva bürokratizmiyle hesaplaşarak gelişmesi gerektiği ise bizce açık ve zorunludur.
Önemsiyoruz ve özellikle de vurguluyoruz: Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel incelenerek içselleştirilmesi kaçınılmazdır. Geçmişin eleştirel derslerinin proletarya ve komünistleri geleceğe taşıyacak tarzda çıkarılması, pratik-politik bir silaha çevrilmesi yaşamsal önemdedir. Kuşkusuz ki çıkarılacak dersler teorinin, programın, stratejinin, önderlik anlayışı ve çalışma tarzının geliştirilmesini, derinleştirilmesini, zenginleştirilmesini de kapsayacaktır ve kapsamalıdır. Yani söz konusu eleştirel çalışma komünist hareketin somut tarihsel gerçeğinin eleştirisiyle birleşmek zorundadır. (Ki biz, sırası gelince, bu konudaki değerlendirmelerimizi ve çalışmalarımızı kapsamlı bir tarzda ortaya koyacağız.) Böyle bir tartışma asla genel bir tartışmayla sınırlanamaz, sınırlandırılamaz. Eleştirel değerlendirme çalışmasının teoride, program, strateji ve taktiklerde, önderlik ve çalışma tarzında, kadro politikasında yenilenmeyi, zenginleşmeyi kapsaması gerekir. Böyle bir perspektif ve duruş olmaksızın sosyalizmin sorunlarının tartışılması anlamsız ve akademist bir yön kaybı olacaktır.
Marksizm-Leninizm bir bilimdir, bir bilim olarak ele alınmak zorundadır. Marksizm-Leninizm’e tamamlanmış bir teori, bilim, ideoloji muamelesi yapılamaz. Yapılamayacağını da sınıflar mücadelesinin tarihsel pratiği kanıtlamıştır. Sosyalizmin geçici yenilgisinin derin tarihi dersleri de bunu göstermektedir. Bu bağıntıda şunların da altını çiziyoruz: Marksizm-Leninizm’in gerek liberal gerekse de dogmatik yorumları, onun bilimsel yöntemine ve karakterine saldırının, onu bozup gözden düşürmenin iki değişik formudur. İkisi de bizler için kabul edilemezdir.
 Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel incelenmesinde dogmatizm, yenilenmeyi, zenginleşmeyi, kendini aşmayı önlerken, liberalizm de onun içeriğinin bozulmasını, içinin boşaltılmasını, burjuvazinin, küçük burjuvazinin saflarına geçişi ifade etmektedir ya da edecektir. Her iki sapma da tehlikelidir, ama en önemli tehlike ve tehdit, teorik çalışma ve ideolojik mücadelenin hedefi olması gereken sapma, yeni tip tasfiyeci oportünizmdir. Teorik ve pratik gelişmemizi önleyen en önemli tehdit ideolojik liberalizmden gelmektedir. Dogmatizme karşı mücadele ise, ideolojik liberalleşmeye karşı mücadeleye bağlı olarak ele alınmalıdır ve bu mücadele de ihmal edilmemelidir.
 Yeni tip revizyonizmin, post-Marksizm’in etki gücünü ifade eden ve tarihsel revizyonizmden beslenen ideolojik, teorik, politik, örgütsel-pratik tasfiyeciliğin, Marksizm-Leninizm’e ve devrimci değerlere karşı mücadelesini “dogmatizme”, “teorik-ideolojik tutuculuğa”, “muhafazakarlığa”, “mezhepçi Marksizme” karşı mücadele, “yaratıcı Marksizm” sloganlarının ve propaganda-ajitasyonunun ardına gizlenerek sürdürdüğü koşullarda, ideolojik liberalleşmeye karşı mücadelenin önde olması, açık ve anlaşılır bir durumdur. Bunu reddetmek, revizyonizme, küçük burjuva bürokratik iktidar zihniyetine ve tasfiyeci oportünizme daha baştan teslim olmak demektir; sonucu ise yeni tip liberalleşmede konaklamak olacaktır. Revizyonizm ve tasfiyecilik yerel değil, genel bir olgudur. Özellikle de 50’lerden bu yana süre gelen tarihsel kesitte kapsamlı yıkımlar yaratmayı başarmış; “Küreselleşme”yle ve “Doğu Bloku”nun yıkılışıyla atağa geçmiş bir akımdır. Söz konusu ideolojik liberalizmin devrimci ve komünist saflardaki güncel türevi ise “post-Marksizm”dir.
İç ve uluslararası alanda komünist ve devrimci hareketi ideolojik olarak silahsızlandıran yeni tip ideolojik liberalleşme “muhafazakarlığa karşı mücadele” ve “yaratıcı Marksizm” sloganlarını oportünizm ve tasfiyeciliğini örtülemenin sis bombaları haline getirmiştir. Bu olgu bir kez daha gösteriyor ki oportünizm ve tasfiyecilik, nerde ve hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, tarihsel sürekliliğe ve uluslararası karaktere sahiptir. En nihayetinde, hangi biçime bürünürse bürünsün, hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, oportünizm ve tasfiyecilik, kaçınılmaz olarak doğduğu koşulların ve ortamın özgün karakteristiklerini taşısa da, gerçekte, söz konusu özgünlükler, onun küresel nitelikleri temelinde birleşerek biçimlenir. Lenin’in vurguladığı gibi, “Herkes oportünizmin tesadüfi bir şey olmadığını, tek tek insanların günahı, ihmalkarlığı, ihaneti değil, tüm bir tarihsel dönemin sosyal ürünü olduğunu biliyor” ya da bilmelidir. Hatırlatmak bile gereksiz: Eleştiri ve değerlendirmelerimiz niyetlere göre değil şeylerin, savunulan zihniyetlerin, duruşların nesnel bilimsel anlamları üzerinde yükselerek biçimlenmelidir. Ayrıca vurgulanmalıdır ki, cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir; ki hangi biçimde ortaya çıkarsa çıksın, oportünist iyi niyet cehenneme götürür. Ve yine Lenin’in vurguladığı gibi, “dürüst”  oportünistler, kötü oportünistlerden daha tehlikelidir. Bu, tarihin de kanıtlamış olduğu bir gerçektir.
Biz bu kitabımızda, bir bütünlük içerisinde sosyalizmin tarihsel deneyimini incelemeye, dersler çıkarmaya, tasfiyeci revizyonist akımların ana tezlerini eleştirmeye çalıştık. Bir dizi revizyonist tasfiyeci teori, analiz ve tezin Marksist-Leninist hareket üzerindeki etkisi de sır değildir. Ancak vurgulamak gerekir ki, Marksizm-Leninizm’den sapmayla belirlenen söz konusu etkiler, ne yenidir ne de herhangi bir yenilik gücüne sahiptir. Aksine, daha öncesi bir yana, özellikle de son 60-70 yıldan bu yana süregelen tasfiyeci revizyonizmin teori ve tezlerinin, “dogmatizme”, “muhafazakarlığa”, “teorik-ideolojik tutuculuğa karşı mücadele”, “yaratıcı Marksizm” vs. adına, herhangi bilimsel devrimci karaktere sahip olmaksızın propaganda ve ajitasyonundan ibaret görüşlerdir. Dolayısıyla kitabımızda, başlıca eleştiri ve değerlendirmelerimizi, söz konusu tasfiyeci revizyonist, sosyal liberal, sosyal reformcu düşüncelerin öteden beri sözcülüğünü yapagelen ya da söz konusu akımların düşüncelerini temsil eden ya da bir biçimde yansıtan isimler üzerinden yaptık. Taklitçileri yerine, aslını incelemek, eleştirmek daha sağlıklı bir yöntem olsa gerek.
Tarihten ders çıkarma ve teoriyi yenileme adına Brensteın’e, Kautsky’e, II. Enternasyonal oportünizmi’ne, Troçkizm’e, Buharinciliğe, Titoculuğa, Kruşçevciliğe, Brejnevciliğe, Avrupa Komünizmine, orta yolcu oportünizme, Maocu revizyonizme geri dönmek gerekmiyor.
Tarihten ders çıkarmak, teori ve pratiği zenginleştirmek adına neo-liberal, post-modern, post-Marksist burjuva, küçük burjuva tasfiyeci akıntıya boyun eğmek de gerekmiyor.
Tarihin cangılında yolunu kaybetmiş ve denek taşında yenik düşmüş, bilimsel ve devrimci karaktere sahip olmadığı açığa çıkmış ya da düpedüz gerici karaktere sahip olduğu ayan-beyan ortada olan teorilere, ideolojilere, pratiklere tutunarak tarihten ders çıkarılamaz.
Uluslararası Komünist Hareket’in teorik çalışmanın, ideolojik mücadele ve donanımın hakkını vermeyen tarihi zaaflarını, keza bu zafiyetin bir yansıması olan dogmatik zaafları da sömüren, böylece “tarihten ders çıkarma” adına, “ideolojik-teorik yenilenme” adına, yukarıda andığımız akımlar ve teoriler çerçevesinde şekillenen açılımlar, eleştiriler, değerlendirmeler vs. ortaya çıktığı her yerde tasfiyeci bir sapma var demektir. Parlak lafların arkasına, keskin komünist söylemin bayrağı altına, çok yenilikçi görünen değerlendirmelerin ardına gizlenen ve özellikle de tarihi yeterince bilmeyen ve donanımı yetersiz kesimler ve devrimciler üzerinde etki yaratabilecek tasfiyeci söylemlere ve içeriğine karşı etkin bir mücadele geliştirmek ihmal edilemez, yaşamsal, tarihsel bir yükümlülüktür. Fakat bilinmelidir ki bu durum, iç ve uluslararası komünist hareketin günahlarının kefaretidir… Doğa boşluk tanımaz. Teori, teorik çalışma, ideolojik donanım ve ideolojik mücadele alanları da öyle! Tıpkı politik mücadelede olduğu gibi…
Oportünizm ve tasfiyecilik hangi kılığa bürünürse bürünsün oportünizm ve tasfiyeciliktir ve ortaya çıktığı her yerde komünist militanı ve devrimciyi ideolojik olarak silahsızlandırma işlevini oynamıştır ve oynamaktadır. “Pirincin içindeki siyah taşlardan korkma beyaz olanlardan kork! (Japon atasözü) Komünist ve devrimci militanın bu gerçeği, asla unutmaması gerekir.
Son bir nokta: İnsanın, sınıfın, devrimin, sosyalizmin düşmandan beter dostları olacağına, binlerce düşmanı olsun daha iyidir.

* Elinizdeki çalışma, büyük bir oranda 2004-06 arası kesitte hazırlanmış, F Tipi tutsaklık süreçlerinde belli çalışmalarla geliştirilmeye çalışılmış, 2010 yazında F Tipi’nden tahliye sonrası görece geliştirilerek yayına hazır hale getirilmiştir. Çalışmanın ana tezleri, öncesi bir yana, 2004-06 arası dönemde ortaya konulmuştur.
Kasım 2010/ İstanbul
Hasan OZAN