23 Haziran 2013 Pazar

HER YER TAKSİM, HER YER DİRENİŞ…



ZULÜM İLE ABAD OLANIN AKİBETİ BERBAT OLUR!
HER YER TAKSİM, HER YER DİRENİŞ…
Gezi Parkı ekseninde 27 Mayıs’tan başlayarak gelişen direniş giderek Taksim’in kuşatılmasıyla genişleyerek sürdü. Göstericiler 1 Haziran günü polisi yenilgiye uğratarak Taksim’e ve Gezi Parkı’na girdi. Amerikancı hükümet ve polisi, yenilgiyi kabullenerek Taksim ve çevresinden çekildi. Taksim’de tam 15 gün boyunca fiili politik özgürlük ortamı vardı. 15 gün boyunca Taksim’de bayram yaşandı. Bu 15 gün boyunca Taksim muhteşemdi. İstanbul ve Taksim İstanbul ve Taksim olalı böylesine görkemli günlere ilk kez tanık oluyordu. 1 Mayıs’ta faşist diktatörlüğün işgali ve terörizmi altında olan Taksim (ve İstanbul), yiğitçe bir direniş ve mücadeleyle kazanıldı. Taksim alanı 1 Mayıs Özgürlük Alanı’na dönüştürüldü; bu yıl alanda büyük kitlelerle kutlanamayan 1 Mayıs, 15 gün boyunca her gün kutlandı. 15 gün boyunca Taksim’de fiili özgürlük ortamında kitlesel karargâhını kuran halk hareketi, 15 Haziran günü akşam saatlerinde, diktatörlüğün Taksim’e ve Gezi Parkı’na Türkiye’nin dört bir yanından getirilmiş takviye kuvvetler eşliğinde tomalarla, akreplerle, gaz bombaları ve biber gazıyla, plastik mermilerle gaddarca saldırısının ardından parktan geri çekilmek zorunda kaldı. Geri çekilme, Taksim’in, Beyoğlu’nun, Şişli’nin her yanına yayılan ikinci günde de militanca süren direnişin, mücadelelerin eşliğinde gerçekleşti; İstanbul un dört bir yanından on binler çatışarak, şehirlerarası ana yolları keserek Taksim’e ve çevresine doğru aktı. Taksim’e devletin müdahalesi İstanbul’un her yanında, Türkiye’nin dört bir yanında kitlesel olarak protesto edildi; dünya çapında yaygın protesto hareketleri gelişti… Direniş ve kavga yeni mücadele biçimleri eşliğinde hala devam etmektedir.
Taksim 1 Mayıs’tır. 1 Mayıs, dünya proletaryasının birlik, mücadele dayanışma günüdür. Taksim, 1 Mayıs 1977 katliamının hesabını sorma çığlığıdır. Taksim, sömürülenlerin, ezilenlerin, horlananların isyan çığlığı olageldi hep. Taksim, “Taksim fetişizmi” üzerine yıllarca ukalaca sözde teori yapanların suratına inen devrimci ve sosyalist bir tokat oldu. İşte bu Taksim, “Faşizme Karşı Omuz Omuza!”, “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş!”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği!”, “Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam!”, "Hükümet İstifa!", "Tayyip İstifa!", "Ya Hep Beraber, Ya Hiçbirimiz!" şiarlarıyla Türkiye çapında patlak veren direnişin, halk isyanın tutuşturucusu, beyni ve yüreği oldu. Batıda devrim Taksim’den başlayarak “göz kırptı”. Taksim isyanı bir kez daha gösterdi ki sömürüye, zulme, toplumsal adaletsizliğe karşı başkaldırı meşrudur, meşru bir haktır. Halk meşru hakkını kullanmıştır. Cin şişeden çıkmıştır. Açıktır ki “Rüzgâr eken fırtına biçer” ve biçmeye de devam edecektir.
Taksim’in özgürleştirilmesiyle 1 Mayıs Özgürlük Alanı direniş ve isyanın merkezine dönüştü. Her gün ortalama bir milyonluk kitle Taksim’e aktı, Taksim’i, Gezi Parkı’nı ziyaret etti. Tüm ezilen kategoriler oradaydı. Bu rakam belli günlerde ve hafta sonlarında bir buçuk iki milyona kadar da çıktı. Taksim tam bir politik okula; politik, kültürel, sanatsal bir okula dönüştü. Taksim’in ve Gezi Parkı’nın halk hareketi tarafından ele geçirilmesiyle ya da tam olarak Taksim’in Gezi Parkı da dahil özgürleştirilmesiyle Türkiye çapında halkın genel direnişi ve başkaldırısı atağa geçti. Gezi Parkı, genel demokratik halk hareketinin beyni ve yüreği oldu. Taksim direnişi, Türkiye’yi kaplayan halk hareketi, dünya çapında geniş bir sempati dalgasıyla alkışlandı, desteklendi; direniş ve ayaklanma, uluslararası alanda toplumsal meşruiyetini kazandı ve tarihe kaydını görkemli bir tarzda düştü. Diktatörlüğün Taksim’i saldırılarının, komplo ve entrikalarının, kara propagandanın, psikolojik savaşın merkezine alması, polisin (yurttaşları, halkı imha edilmesi gereken bir düşman olarak gördüğünün de resmi belgesi ve kanıtı olan) “İkinci Çanakkale destanı yazdığı” ajitasyonu, bilakis Başbakan Erdoğan’ın inisiyatifiyle körüklenen gerici-faşist iç savaş kışkırtıcılığı boşuna değildi yani… Sonuç ne olursa olsun; devlet, polis, hükümet, Erdoğan ağır bir yara almıştır. Gerici ve faşist demagoji, devlet terörü, faşist iç savaş kışkırtıcılığı ağır bir darbe alarak sahibini vurmuştur. Jandarmanın devreye sokulması, “gerekirse orduyu göreve çağırırız” açıklaması, “sivil polis” olarak lanse edilen AKP’nin “paramiliter güç”lerinin aynı zamanda bir gözdağının ifadesi olarak sahneye çıkması polisin, polis terörünün yetersiz ve başarısız kalmasının da çarpıcı bir ifadesi olmuştur. Başbakanın ve AKP’nin “MHP”lileşmesi, MHP’nin paramiliter yöntemlerini, saldırı biçimlerini, sloganlarını kullanmaya yönelmesi dikkat çekicidir. Ama ne olursa olsun siyasal özgürlük talebi ve kavgası artık bir kez ayağa kalkmıştır. “Her Yer Taksim Her Yer Direniş!” başkaldırısı bedelleri ve deneyimleriyle birlikte tarihe adını onurla yazdırarak bundan sonraki mücadelelerin de önünü aydınlatmaya devam edecektir. Şimdi artık Türkiye halkları, ilerici, devrimci-demokratik hareket ve komünist hareket yaralı bir “hayvan”la karşı karşıyadır… Tek yol kavgayı büyütmektir…
Patlak veren hareket, genel demokratik bir halk hareketidir. Hareket sadece şu veya ille, ilçeyle, varoşla, bölgeyle vb. sınırlı bir hareket değildi, başta Batı olmak üzere nerdeyse coğrafyamızın her yanına yayılarak gelişti. Hareketin “77 il”e yayılmasından bu olguyu çarpıcı bir tarzda görmekteyiz. Hareket binlerden on binlere, yüz binlerden milyonlara sıçradı. Hareket,  faşist diktatörlüğe karşı politik özgürlük talebiyle açığa çıkararak yürümüştür ve yürümektedir. Politik özgürlük talebi, bütün ezilenleri etrafında birleştiren temel politik talep olarak öne çıktı. Kapitalist piyasa ekonomisine, aşırı derecede bozulan gelir dağılımına, keskinleşen sınıfsal uçurumlara; sistematik tarzda geliştirilmekte olan “toplumu muhafazakarlaştırma”ya; gitgide yoğunlaşan “otoriterleşmeye”, “firavunlaşma”ya; rantsal, pardon (!) kentsel dönüşüme, çevre ve doğanın yıkımına; yaşam tarzına dinsel dayatmalar da dahil yapılan müdahalelere; “dindar ve kindar gençlik yetiştirme”ye; kadını köleleştirmeye; dış politikada, en son örneği Suriye’de ortaya çıkan (ve yarın da İran’a karşı tam bir seferlikle geliştirilecek olan) emperyalist ve emperyal müdahale ile sürmekte olan terörist, işgalci, yıkıcı, kan dökücü, maceracı ve savaşçı, saldırgan politikaya karşı bir başkaldırıdır. Patlak vermiş olan hareket, “Türk-İslam sentezi”ne dayanan emperyal “Yeni Osmanlıcılık” politikasına, bu politikayla kaynaşmış, iç içe girmiş “BOP Eşbaşkan”lığı politikasına; “Yurtta da Cihanda da Savaş” politikasına karşı antifaşist demokratik karaktere sahip genel bir halk direnişi, barışçıl bir halk ayaklanmasıdır.
Geniş geri kitleler, apolitik görünen geniş katmanlar, görünüşte olan biteni ilgisizlikle izleyenler oldukça politikleşmiş bir çıkış yaptı. Birikmiş toplumsal tepki ve öfke patladı. Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesi sadece bardağı taşıran bir son damladır. Demokrasi ve özgürlük sokaktır, demokrasinin/özgürlüğün beyni de yüreği de sokaktır. Taksim’in özgürleştirilmesi ve patlak veren halk hareketi bunu çarpıcı bir şekilde ortaya koydu ya da bir kez daha, daha özgün bir tarzda, ortaya koydu. Dikta ve hükümeti ağır bir darbe yedi. Uluslararası sermaye tarafından parlatılarak pazarlanan Başbakan ve AKP Hükümeti’nin uluslararası imaj ve karizması da derinden çizildi. Umut, öz güven, dayanışma, paylaşım, hak ve özgürlükleri koparıp alma, mücadele etme vb. istek ve iradesi devasa bir çıkış yaptı; bu çıkışın, bu deneyimin etkisi önümüzdeki dönemde daha zengin, yaygın, güçlü biçimlerde açığa çıkarak gelişmeye devam edecektir. Amerikancı faşist diktatörlük ve başı “sivil” din tüccarı faşist AKP Hükümeti bundan sonra her atacağı adımı on kez ölçüp biçecektir. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı ya da Başkan olma hırs ve hedefi de ağır bir yara aldı; geniş kitleler tarafından bu denli nefret edilen birinin “Cumhurbaşkanı” ya da “Başkan” olması artık o kadar kolay gerçekleşmeyecektir. Eğer gerçekleşirse, bu adım, ayrıca siyasal ve toplumsal öfkeyi ivmeleyecek bir adım olacaktır. Öyle ya da böyle AKP ve başı için sonun başlangıcı da başlamıştır. Kuzey Kürdistan’da zaten siyasal ve toplumsal meşruiyetini kaybetmiş ve sömürgeci zora dayanan politikalarla ayakta kalabilen diktatörlük ve hükümeti, Türkiye’nin “Batı”sında da siyasal meşruiyetini kaybetmeye başlamıştır. Çekirdek halde bir devrimci durumun ortaya çıktığından bahsedilebilir.   
Binlerce, on binlerce Kürt işçi ve emekçisi, yurtseveri içerisinde yer almakla birlikte harekete damgasını basan Türk halkı olmuştur. Türk halkı uzun bir sessizliğin ardından ilk kez bu denli kitlesel; on binler, yüz binler, giderek milyonlar olarak sokaklara çıkmıştır. Sokağa çıkan kitleler değişik sınıf ve tabakalardan emekçi kitlelerdir. Hareket içerisinde gençlik kitlesi ağırlıktadır, gençlik ve kadınlar hareketin en önemli gücü oluşturmuştur. “Orta sınıflar”ın geniş bir kesimi de hareket içerisinde yer almaktadır. Hareketin işçi ve emekçi karakteri semtlerde daha keskin ve belirgindir. Bu, varoşlarda daha keskin ve açık bir özelliktir. “Orta sınıflar”ın yerleşik olduğu semtlere göre işçilerin, kent yoksullarının, emekçi kitlelerin ağırlıklı olarak yaşadığı semtlerde daha kitlesel ve dirençli bir eylemliliğin göze batması rastlantısal değildir yani…
Bu hareket, 12 Eylül askeri darbesinin ardından Batıda ortaya çıkan en kitlesel, en yaygın, en kararlı, en renkli, en uzun süreli halk hareketi olmuştur. Zaafları ve güçlü yanlarıyla birlikte yeni bir antifaşist yükseliş başlamıştır. Bu bir dönemeçtir. Halk hareketi bakımdan bir dönemeçten geçmekteyiz. Uğursuz mu uğursuz ve nesnel olmaktan uzak “yenildik!” çığırtkanlığı yapan bazı çokbilmiş küçük burjuva aydınların sözde bilimsel analizlerinin tersine, genel demokratik halk hareketi bir yükseliş evresine girmiş bulunuyor. Halk sokakta siyaset yapıyor, gündem belirliyor, demagojileri boşa çıkarıyor, pratik olarak milyonlara ulaşıyor, eylemli ajitasyon gücüyle daha geniş kitlelere ulaşıyor; başta gençlik olmak üzere halk kitleleri sokaklarda savaşmayı öğreniyor ve öz güven kazanıyor. Halk nezdinde korku duvarı aşılmıştır. Bu, politik değeri son derece yüksek devrimci bir kazanımdır.
Patlak veren hareket aynı zamanda Türkiye’nin mücadele tarihine yazılmış demokratik mücadele geleneklerinin Türk halk yığınlarının kolektif belleğinde yaşamaya devam ettiğini gösterdiği gibi, Türk halkının, Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesinden de bir biçimde ya da özgün biçimde öğrendiğini göstermektedir. Dünya çapında gelişen mücadelelerden, yanı başımızdaki Yunanistan halk hareketinden, keza Tunus ve Mısır’da patlak veren Arap halk ayaklanmalarından da etkilendiğini, öğrenmeye çalıştığını ve öğrendiğini göstermiştir.
Batının öne çıkışında başlamış olan “barış süreci”nin nesnel olumlu etkisi vardır. Diktanın ve başı AKP Hükümeti’nin Öcalan’la (ve yurtsever hareketle) başlamış olan “müzakere süreci”nin Batıda sınıfsal nitelikli toplumsal öfkenin ve mücadele arzusunun önünü açan bir rol oynadığı açıktır. “Doğuya barış, Batıya savaş”, bir diğer ifadeyle, Kürdistan’ı faşist barış politikasıyla, Batıyı faşist devlet terörüyle teslim alma politikası ağır bir darbe almıştır. Bu durum, Türkiye’nin çeşitli milliyetlerden proletaryası ve halkları için önemli bir kazanımdır. Ortak düşmana karşı ortak mücadele politikasıyla süreci geliştirmek gerekir. Türk ulusundan işçi ve emekçi sınıf ve tabakaların, değişik ulusal toplulukların vb. sokağa çıkması, özgürlük istemlerini dillendirilmesi, hak verilmez alınır bilinciyle savaşıma atılması Kürt ulusal demokratik hareketini, “barış süreci”ni zayıf düşürmek bir yana güçlendirecektir…
Patlayarak 77 kente yayılan hareket, kendiliğinden bir harekettir. Patlak veren ve gelişen demokratik halk hareketi gücünü yasalardan değil, meşruiyetinden almıştır ve almaktadır.  İşçi sınıfının, halkların, ezilenlerin mücadele gücünü burjuva yasalardan değil, kendi meşruiyetinden, haklılığından, sınıf mücadelesinin gelişme yasalarından alması anlaşılırdır, anlaşılırdır çünkü burjuva yasal çerçeve, politik rejim tümüyle ekmek, özgürlük, sosyalizm kavgasına karşı sert bir saldırganlığa ya da örgütlenmiş sistematik zora dayanmaktadır. Geçtik temel insan haklarını ve özgürlük istemlerini var olan politik rejim ve yasal sistem içinde kısmi ekonomik hakları kazanmak bile meşru ve fiili bir mücadeleyi gerektirmektedir. Ortada “Türkiye’ye giydirilmiş bir deli gömleği” var. Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında gelişen mücadelelerin deneyimlerinin gösterdiği gibi hak ve özgürlükler mücadelesinin önü ancak fiili ve meşru mücadele ile açılabiliyor, ancak meşru ve fiili mücadelelerle ilerlenebiliyor ve ilerlenebilmektedir. Var olan ve oldukça kısıtlı olan “yasal haklar” ancak bu temelde az ya da çok kullanılabiliyor. “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş!” diyerek patlak veren ve gelişen hareketin deneyimi de bir kez daha bu gerçeği açığa çıkarmıştır; hareketin ileri sürdüğü basit somut taleplerin bile kabul edilmemesi, devlet terörü ile yanıtlanması bu tablonun çarpıcı bir göstergesidir. Hatırlatmak gereksiz olmasa gerek: Diktatörlüğün yasal-hukuksal ekseni ve temel çerçevesi 12 Eylül askeri faşist darbesiyle biçimlenmiştir… Dolayısıyla, özellikle de işçi ve emekçilerin, ezilen ulusal, inançsal, cinsel kimliklerin her önemli ileri atılımının diktatörlükle, politik rejimle, onun “sivilleşen”, gitgide dinselleşen faşist yasal çerçevesiyle karşı karşıya gelerek çiğneyip aşması kaçınılmazdır. Önümüzdeki süreçte de hareket gelişimine inişleriyle çıkışlarıyla birlikte bu gerçek üzerinde ya da bu eksende devam edecektir. Bu tarihsel ve güncel politik gerçekler göstermektedir ki, Amerikancı AKP’nin “neoliberal”, “piyasacı”, “muhafazakar”, “dindar”, “otoriter”, emperyal “sivil yeni anayasa” yapma iradesi ile işçi sınıfının, emekçilerin, ezilenlerin siyasal özgürlük istem ve mücadeleleri arasındaki çelişki ve çatışmalar önümüzdeki süreçte de keskinleşerek gelişecektir.
DEVAM EDECEK