19 Aralık 2013 Perşembe

EMPERYALİST KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE DÜNYA DEVRİMİ



EMPERYALİST KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE DÜNYA DEVRİMİ
“Küreselleşme”yle çağımızın değiştiği ileri sürüldü. Marks-Engels’in teorisi gibi Lenin’in emperyalizm ve proleter devrim öğretisinin de açıklayıcı gücünü yitirdiği ısrarla vurgulandı. İlhamını uluslararası tekellerin emperyalizminden, neoliberalizmden alan yeniçağ, yeni toplum, yeni sınıf teori ve propagandası sınıf bilinçli bir kampanyanın ürünüdür. Yeni tip “sol” liberalizm ve reformizmden başka bir şey olmayan postmodern ve postMarksist propaganda da söz konusu kampanyanın değişik türevlerini oluşturmaktadır. Kampanyanın özü ve özeti, uluslararası burjuvazinin enternasyonal proletaryaya, devrime, sosyalizme karşı doludizgin ideolojik saldırısından ibarettir. Somut tarihsel gerçeğin sınırsız çarpıtılması ve manipülasyon söz konusu kampanyanın içerik ve biçimine, yöntem ve ruhuna damgasını basmaktadır. Evet, emperyalizmde ortaya çıkan önemli değişiklikler var, ama bu değişiklikler,  Marksizm-Leninizm’in çağ, emperyalizm ve dünya devrim teorisini eskitmek bir yana, daha zengin ve keskin bir biçimde doğrulamaktadır. Ki, diyalektik materyalist yöntemi kullanmadan, Marx’ın kapitalizm, Lenin’in emperyalizm öğretisini özümsemeden, bu öğretiye dayanarak yeni değişiklikleri incelemeden de emperyalizmde ortaya çıkan değişiklikleri kavramak asla olanaklı değildir. Burada, başlı başına emperyalizmde ortaya çıkan değişiklikleri inceleyecek değiliz, ancak vurgulanması gereken şudur: Emperyalizmde ortaya çıkan değişiklikler, emperyalist kapitalizmin doğasına içselleşmiş olan eğilimlerin, temel karakteristik özelliklerinin kapitalist emperyalizmin hareket yasalarının gelişmesi temelinde, olgunlaşması, keskinleşmesi, yeni biçimlerde ve düzeylerde ortaya çıkmasından ibarettir*.
                                            I
Emperyalizm olgusunun ortaya çıkışı (kökleri, rüşeym halinde, 1870’lere dek uzanan) proletarya devrimler çağının da başladığını göstermekteydi. Bir diğer ifadeyle, dünyamız, emperyalizm olgusuyla birlikte, uluslararası proleter devrimin zaferi için nesnel (ekonomik ve toplumsal) koşulları itibari ile eksiksiz bir şekilde olgunlaşmıştı. Çünkü Lenin’in bilimsel olarak inceleyip ortaya koyduğu gibi emperyalizm, kapitalizmin son aşaması ve sosyalist devrimin ön günüydü. 1917 Büyük Ekim Devrimi bunu kanıtladı ve proletarya devrimler çağını pratik olarak açtı. II. Dünya Savaşı’nın ardından da Sosyalist Kamp doğdu. Böylece Lenin’in saptamaları parlak bir biçimde doğrulandı. Açık ki, kapitalizmin emperyalizmden sonra gidebileceği bir yer yok; onun yerini, proleter devrim aracılığıyla sosyalizme bırakması tarihsel bir kaçınılmazlıktır.
Emperyalist sermayenin ve yedeğindeki post’lu vb. akımların iddia ettikleri gibi “küreselleşme”yle emperyalizm aşılmamıştır. Kapitalist emperyalizm, emperyalizm olmaktan çıkarak, emperyalizmden sonra gelen yepyeni bir kapitalizme dönüşmemiştir. Emperyalizm, uzlaşmaz karşıtlıklarından ve krizlerden arınarak bir “inter-emperyalizm”, “ultra-emperyalizm”, “post-kapitalizm”, “post-modernizm” aşamasına yükselmemiştir. Yeni bir ekonomik-toplumsal düzene ya da yeni bir üretim tarzına geçilmemiştir. Aksine, merkezinde uluslararası tekellerin durduğu emperyalizm Lenin’in tahlil ettiği emperyalizmin temel karakteristik özelliklerini taşımakta, emperyalist kapitalizmin hareket yasalarına dayanmakta, bu temelde yeniden yapılanarak şimdilik yoluna devam etmektedir. Lenin döneminde emperyalist kapitalizmin ikincil formları olan uluslararası tekeller 1950’lerden sonra hızla gelişerek, 1970’ler ve sonrası, emperyalizmin başlıca yönetici güçleri durumuna geldiler. Bu değişiklik temel önemde bir değişiklik olmakla birlikte, emperyalizm, tekelci kapitalizm olmaya devam etmiş, emperyalist kapitalizm daha yüksek bir tekelcilik aşamasına yükselerek şekillenmiştir. “Küreselleşme” denen şey, devrimlerin gereksizleştiği bir yeniçağ değil, uluslararası mali sermayenin, uluslararası tekellerin damgasını bastığı emperyalizmin ta kendisidir. Uluslararası tekeller olgusu, kapitalist genişletilmiş yeniden üretim sürecinin, sermayenin dönüşümü yasasının dünya pazarını temel alarak gerçekleşmesinin ifadesi ve yansımasıdır.
Bugün, devrimlerin ve proleter devrimler çağının gereksizleşmesi ve aşılması bir yana, dünya pazarını temel alan uluslararası tekellerin yönettiği emperyalizm aşamasında, uluslararası proleter devrimin nesnel ekonomik ve toplumsal koşulları dünya çapında daha fazla olgunlaşıp keskinleşmiş bulunuyor. Toplumsal üretici güçler, dünya ölçeğinde daha fazla gelişerek, bütünleşerek daha kompleks hale gelmiştir. Üretim çok daha yüksek tipte uluslararasılaşarak toplumsallaşmıştır. Mülk edinmenin özel kapitalist biçimiyle üretimin toplumsal karakteri arasındaki uzlaşmaz karşıtlık alabildiğine keskinleşerek çözümünü dayatmıştır. Dünya tekellerinin damgasını bastığı emperyalist kapitalizm gerçeğinde uluslararası proleter devrim, daha yüksek bir maddi temel üzerinde ve daha çok küreselleşmiş olarak, çok daha keskin bir şekilde gündemleşmiş bulunmaktadır. Bu, çağımızın ve günümüzün en temel olgusudur, geleceği de belirleyen ve şekillendiren en temel olgudur. Bugün tarih, “Elveda devrim!”, “Elveda dinazorlar çağı!” demagoji ve manipülasyonun aksine, 20. asırdan çok daha keskin bir şekilde proleter devrime gebedir. 21. yüzyılda, tarihin tanık olmadığı ölçüde derin, yaygın, sert ve daha enternasyonalist biçimlerde patlak verecek olan sınıflar mücadelesine ve devrimlere tanık olacağımız kesindir. Varsın emperyalist efendilerinin tasmalı köpekleri, ideolojik gladyatörleri, gayda çukurları “Tarihin sonu” demagojisini ulumaya devam etsinler. 21. asırda tarihin akışı hızlanacaktır. 21. yüzyıl, proletarya devrimlerinin zaferinin yüzyılı olacaktır.
                                         II
Uluslararası tekellerin emperyalizmiyle birlikte, uluslararası proleter devrimin nesnel (ekonomik ve toplumsal) koşullarının daha da olgunlaşmış olması ve kapitalist küreselleşmenin ulaşmış olduğu gelişmişlik düzeyi tek tek ülkelerde olduğu gibi, bölgesel ve kıtasal ölçekte de, bölgesel, kıtasal devrimlerin nesnel temellerini daha fazla olgunlaştırıp keskinleştirmiş bulunuyor. Bu açıdan, bir metropollerde, İngiltere, Almanya, Fransa, ABD, Japonya gibi ülkelerden bir veya birkaçında proleter devrimin zaferi; ya da, örneğin bir Latin Amerika’da Brezilya, Meksika gibi ülkelerden bir veya bir kaçında devrim ve sosyalizmin zaferi ya da Asya’da Çin, Hindistan, Rusya, Endonezya gibi ülkelerden bir veya bir kaçında devrim ve sosyalizmin zaferi; ya da örneğin Orta Doğu’da, Afrika’da Suudi Arabistan, Mısır, İran, Türkiye ve Kürdistan’da; Balkanlarda Yunanistan, Bulgaristan gibi ülkelerde bir veya birkaçında devrim ve sosyalizm kavgasının zaferi koşullarında bölgesel, kıtasal, hatta dünya ölçeğinde, eşitsiz gelişimi kaçınılmaz da olsa, zincirleme devrimleri ateşleyebilecek, “domino etkisi” yaratabilecek bir tarih kesitinden geçiyoruz. Bu etki, kuşku yok ki, devrimlerin gerçekleşeceği ülkenin ya da ülkelerin bölgesel, kıtasal ve küresel ağırlıklarıyla bağlı bir etki olacaktır.
 Demek ki günümüzde, dünya ölçeğinde, hem kapitalizmin merkezlerinde, hem de emperyalizme bağımlı ülkelerde “domino etkisi”, örneğin 1950’ler, dahası, 1980’ler öncesine göre oldukça artmış bulunmaktadır. Bu, devrimci bir olanağın maddi temelinin daha da güçlendiğini ve uluslararası karakterinin pekiştiğini göstermektedir. Bu bağlamda, bölgesel devrimler imkânının artmış olduğu açık gerçeği de güçlü bir şekilde vurgulanmalıdır. Bunu, Latin Amerika ve Orta Amerika’daki halkçı kabarış dalgasına binerek iktidara ya da hükümete gelen ilerici ve “solcu” yönetimler dalgasından görebiliriz. “Arap baharı” olarak propaganda edilen, Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar olan coğrafyada baş gösteren Arap halklarının zincirleme ayaklanmalarından da bu gerçeği görebiliyoruz. Ya da “Wall Street’i İşgal Et”, “Biz %99’uz!” sloganlarıyla ABD’de de patlak veren ve Avrupa’ya sıçrayan, daha da ötesi, dünyanın pek çok ülkesinde etkiler ve eylemler yaratan hareketten de bunu okuyabiliyoruz.
Uluslararası tekellerin emperyalizmiyle birlikte kapitalizmin eşitsiz, dengesiz ve sıçramalı gelişme yasası daha da keskinleşmiştir. Bu yasa, gerek emperyalist devletler arasındaki ilişkiler bağlamında, gerekse de devrimin eşitsiz gelişimi bağlamında daha da keskinleşerek yoğunlaşmıştır. Böylece eşitsiz gelişimin diyalektik hareketi devrimin etki gücünü, harekete geçirme gücünü, zincirleme harekete geçirme güç ve imkânlarını da arttırmıştır. Üretici güçlerin dünya ölçeğinde gelişmesi temelinde uluslararasılaşmanın daha güçlü gelişmiş olması, bu olguyla bağlı olarak, mücadelenin daha güçlü enternasyonalize olmuş olması gerçeği; emperyalist uluslararasılaşmanın dünyayı küçülmüş bir kente dönüştürmüş olması; yeni tip uluslararası iş bölümünün karakteristikleri; “merkez” ve “çevre” ilişkilerinin yeniden yapılanarak kazandığı özellikler ve kapitalist entegrasyonun ileri düzeyi gibi gerçekler söz konusu saptamamızın maddi temelini oluşturmaktadır.  Emperyalist sistemin zayıf halkalarının kırılması yoluyla bir veya birkaç ülkede devrim(ler)in zaferi için nesnel koşullar, bugün, Lenin ve Stalin’in yaşadıkları dönemlerden daha yüksek bir maddi temelde, çok daha keskin olgunlaşmıştır.  Bu olgu, emperyalizmin bir ya da birkaç halkasının kırılması yoluyla zafere erişecek devrim ya da devrimlerin bölgesel ve uluslararası devrimci etkisini ve dünya devrimine sağlayacağı itimi, devrimci dinamikleri harekete geçirme güç ve yeteneğini daha keskin, daha derin ve daha kapsamlı bir konuma taşımıştır.
Burada vurgulamakta yarar görmekteyiz. Bugün bölgesel devrim olanaklarının gelişmiş olmasından hareketle, Leninizm’in bir ya da birkaç halkada emperyalist zincirin kırılması yoluyla devrimin ve sosyalizmin zaferi teorisinin yerine “bölgesel devrimler” perspektifinin geçirilmesi, böylece Leninist tek ya da birkaç halkadan emperyalist zincirin kırılması teorisinin geçersiz, eskimiş, aşılmış ilan edilmesi, Troçkizm’in ideolojik etkisi altında biçimlenen postMarksist, yarı-Troçkist bir yaklaşımı ifade etmektedir. Leninist emperyalizm ve proleter dünya devrimi teorisi, eşitsiz gelişme yasası, tek halkada ya da birkaç halkada sosyalizmin zaferi teorisi bir bütünlük oluşturur. Bu bütünlüğü bozan, şurasından burasından revize eden, ilk anda “mantıklı” gelen (ama parıldayan her şey altın değildir!) izahlarla teoriyi zenginleştirme adına iğdiş eden yönelimler, doğası gereği, tasfiyeci revizyonist karakter taşır. Leninist bir ya da birkaç ülkede sosyalizmin zaferi teorisi, içerisinden geçtiğimiz tarihsel kesitte, bölgesel devrimleri de içeren bir perspektif genişliğini de ifade etmektedir ve tek ülkede sosyalizmin zaferi devrimci olanağını reddetmek bir yana, zaten içermektedir. 1945’de zafere erişen Doğu Avrupa devrimleri, bu bağıntıda, bölgesel bir devrim olarak değerlendirilebilir. Bu bir şeydir, bölgesel devrim perspektifinin bu Leninist bakış açısının alternatifi olarak lanse edilmesi, Leninist perspektifin yerine ikame edilmesi, böylece oportünizm ve tasfiyeciliğe has manevralarla Leninizm’in eskimiş ilan edilmesi farklı bir şeydir. Çünkü tasfiyeci Troçkist teoriye göre, artık günümüzde tek ülkede sosyalizmin zaferi mümkün değildir; Leninist tek ülkede sosyalizmin zaferi teorisi dün doğruydu ama bugün, yani “küreselleşme”yle artık geçersizleşmiştir. “21. yüzyılın sosyalizmi” tasfiyeci revizyonist yanaşımına göre, bu, teorinin zenginleştirilmesidir vs. Oysa bu perspektif, Marksizm-Leninizm’in zenginleştirmesi adına revize edilmesinden ibarettir. Bilimsel Sosyalizm’i asırlara bölerek, araya asırların sınırlarını (ya da “3. bunalım dönemi öncesi” ve sonrası gibi ayrımlar) çekerek karşı karşıya koymak ya da Marksist-Leninist teoriyi, onun temel sacayaklarını, “dün doğruydu ama bugün eskidi” manevrasıyla içini boşaltmak oportünizmin, revizyonizmin kullandığı klasik yöntemlerden bir tanesidir. Ki bu, günümüzde “postmodern”, “postMarksist” yöntemlerle yapılmaktadır. Aynı tezgâhı, “genç Marks”ı “olgun Marks”ın karşısına, Engels’i Marks’ın karşısına, Lenin’i Marks ve Engels’in karşısına, Stalin’i Lenin’in karşısına koyma, birbirine karşıt kutuplar olarak lanse etme manevralarında veya “modernizm dönemi”nde doğru olanın bugün, “post-modern dönem”de, doğru olmadığı, geçersizleştiği iddialarından da bu demagoji ve manipülasyonu çok iyi tanıyoruz. Ki burada “klasik” ve “postmodern” yöntemlerin aynı temel üzerinde yükselerek Marksizm-Leninizm karşıtlığında birleştiğini, bütünleştiğini görüyoruz.
Devam edecek olursak.
Yukarıdaki saptamalar, Uluslararası Komünist Hareket’in ve bileşenlerinin, program ve stratejilerini, politik taktiklerini biçimlendirir ve derinleştirirken, bu olguları özenle hesaba katmasının önemini göstermektedir. En nihayetinde dünya devrimi tek bir atılımdan ibaret değildir, eşitsiz gelişimi kaçınılmazdır ve zaten dünya devrimi, doğası gereği (çok daha yüksek bir temelde küreselleşmiş olarak), uluslararası karaktere ve enternasyonalist bir içeriğe dayanmaktadır Tek tek ülkelerin devrimleri, biçimde ulusal, özünde enternasyonalist karaktere sahiptir. Bugün dünya proleter devriminin nesnel koşullarının ülkesel, bölgesel, kıtasal, uluslararası alanda daha da olgunlaşmış olması, hem enternasyonalist karakterini daha güçlendirmiş, hem de “domino etkisi”ni yoğunlaştırmıştır. Teorik ve pratik olarak bu olgunun bilince çıkarılamaması, olsa olsa, bir ilkelliği, küçük burjuva milliyetçi bir yaklaşımı ifade eder. Örneğin Türkiye ve Kürdistan devrimi, gerek emperyalist küresel sistemde tuttuğu yer, gerek Türkiye’de kapitalist gelişme düzeyi ve proletaryanın gelişkinlik düzeyi, gerek Türkiye’nin jeopolitik önemi, gerek tarihten gelen bir takım karakteristikleri, gerekse de Kürt sorunu gibi temel bir sorunun bölgesel uluslararası karakteri nedenleriyle, bölgesel ve küresel ölçekte güçlü devrimci gelişmeler yaratabilecek durumdadır. İki kıtanın birleştiği bir kavşakta olması, Balkanlar, Ortadoğu, Orta Asya, Kafkaslar, Akdeniz Afrikası tarafından çevrilmiş bulunması, dünya sanayisinin bağımlı olduğu enerji kaynakları ve geçiş yolları üzerinde bulunması, Ortadoğu gibi yaşamsal bir bölgede dört parçaya bölünmüş Kürdistan gerçeği Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin bölgesel devrim perspektifinin geliştirilmesinin, pratikleştirilmesinin yaşamsal önemini bizlere göstermektedir. Emperyalist dünya sistemi içerisinde uluslararasılaşmanın bölgeselleşmeyle iç içe geliştiğini asla unutmamak ve bu olgunun dünya devrimi üzerindeki etkisini daima hesaba katmak gerekmektedir.
                                  III
Herhangi bir bilimsel değeri olmayan, burjuva demagojiden ibaret “Elveda proletarya!” çığırtkanlığının aksine, 1950’lerden bu yana kapitalizmin hızlanan gelişmesi temelinde, dünya proletaryası alabildiğine büyümüştür. Dünya proletaryasının bu büyümesinin uluslararası proleter devrimin nesnel temelini derinleştirip, genişletip güçlendirdiğini; böylece, nesnel olarak, devrimci proletaryanın devrimlerdeki fiili önderlik rolünü de her bakımdan oldukça yetkinleştirdiğini özellikle vurgulamak gerekmektedir. Yanı sıra, içerisinden geçtiğimiz tarih kesitinde, kapitalizmin dünya ölçeğinde ve özellikle de bağımlı ülkelerde gelişiminin hızlanmasına bağlı olarak, kentlerin, kentli sınıf ve tabakaların, kent kaynaklı mücadele ve örgüt biçimlerinin toplumsal ve siyasal yaşamdaki öneminin hızla artarak ve büyüyerek öne çıktığını vurgulamalıyız. Dünyamız, küçülmüş bir kapitalist kente dönüşmüştür ve bu süreç, olanca hızıyla devam etmektedir. Böylece proleter ve modern kentli mücadele biçimlerinin önemi dünyasal ölçekte keskinleşerek öne çıkmıştır; ve bu olgu, kapitalizmin tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş ölçüde keskinleşmiş bir olgudur. Dünyanın küçülmüş kapitalist bir kente dönüşmüş olması modern mücadele yöntemlerinin sunduğu devrimci imkanların alanını alabildiğine genişletmiş, derinleştirmiş, uluslararasılaştırmıştır.
Kırsal ilişkilerin çözülmesine bağlı olarak, geleneksel ekonomik ve toplumsal yaşamın, geleneksel sınıf ve tabakaların mücadeledeki yerinin giderek daha fazla önemsizleşmeye başladığını, köylülüğün örneğin 80’ler öncesi devrimlerde oynadığı eski rol ve ağırlığının kalmadığını (ama yine de hala göreli olarak bu rolün önemli olduğunu) bu tabloya eklemek gerekir. Burada, durumu anlayabilmek bakımından, dünya kent nüfusunun dünya kır nüfusunu geçtiği gerçeğini kuvvetle anımsamakta yarar olsa gerek. Ki gelişmenin yönü, dünya kent nüfusunun artan oranda büyümesi yönündedir ve yönünde de olacaktır. Bu bakımdan da dünyamız 20’lerin, 40’ların, 50’lerin, 70’lerin dünyası değildir. Dünya tarımı, yeni kapitalist birikim politikalarıyla yeniden yapılanmış uluslararası iş bölümüyle, artan oranda uluslararası tekellerin eline geçmektedir. Dünya tarımı hızla ve artan biçimde daha fazla kapitalist pazar için üretime bağlanmakta, tarım gitgide artan bir hızla kapitalist temeller üzerinde örgütlenmekte, sınıf farklılaşması derinleşip kapsamlılaşmakta, her biçimiyle yerli tarım yıkılmakta, yüz milyonlarca köylü iflas etmekte, kır nüfusu kentlere sürülmektedir.  Dünya tarımında da hızlı bir mülksüzleşme süreci yaşanmaktadır. Dahası, mülksüzleşme süreci köysel/kırsal/tarımsal alanda daha kapsamlı ve yoğundur. Diyelim ki sayıları üç milyara yaklaşan köylü/kır nüfusuna ve geri bir tekniğe dayanan dünya tarımsal üretimi hızla tasfiye süreci yaşamaktadır. Dünya tarımı, daha gelişkin bir tekniğe ve diyelim ki birkaç on milyon kapitalist çiftçiye dayanan, tepesinde ÇUŞ’ların oturduğu ve kontrol ettiği ve ÇUŞ’lar tarafından ele geçirilmiş bir tarımsal dönüşüm süreci geçirmektedir. Kuşkusuz ki bu sürecin temelinde kapitalizmin gelişmesi, artan oranda hızlanan kapitalist gelişme yatmaktadır. Ve bu süreç, emperyalizme bağımlı “çevre”de çok çarpıcı biçimler alarak gelişmektedir. Ki bu gelişme, kırsal alanda da dünya devriminin nesnel temellerini artan oranda güçlendirmektedir.
Kapitalizmin gelişmesiyle, gelinen yerde, dünya çapında kent küçük burjuvazisinin rolü de geçmişe göre artmış bulunmaktadır. Bir yandan kırsal küçük burjuvazi çözülürken, öte yandan kentsel küçük burjuvazi büyümektedir. Ama son 50-60 yılda, özellikle de son çeyrek yüz yılda, gelişen kapitalizm, bir yandan geleneksel kentsel küçük burjuvaziyi çözer, tasfiye ederken, öte yandan da modern üretim ilişkilerine bağlanmış yeni tipten bir küçük burjuvazi geliştirmektedir. Emperyalist küreselleşme süreci kırsal küçük burjuvaziye olduğu gibi, kentsel küçük burjuvaziye de artan bir hızla iflası, yoksullaşmayı, proleterleşmeyi dayatmakta, böylece öte yandan dağılmakta olan bu sınıfın devrimci öfke ve direnişini de büyütmektedir.
Özellikle emperyalizme bağımlı çevrede, 50’lerden ve 80’lerden bu yana, proletaryanın gerek anti-emperyalist demokratik devrimlerde ve gerekse de sosyalist devrimlerde en yakın bağlaşığı ve sosyalist müttefiki olan başta kent yoksulları olmak üzere kent ve kır yoksullarının (kırlarda yoksul köylülük, kentlerde yarı proletarya) sayısının alabildiğine genişlediğini görmek gerekir. Bu olgunun, proletaryanın kentsel ve kırsal alanlarda sınıf mücadelesine ve devrimlere önderlik etme yetenek ve niteliğini geliştirdiğini, sosyalist mücadelenin ve sosyalist devrimin nesnel temellerini güçlendirdiğini ve güçlendireceğini vurgulamak gerekir. Keza, emperyalizme bağımlı ülkelerde kır proletaryası da büyümüştür ve büyümeye de devam edecektir. Bu olgunun, kırda sosyalist mücadelenin, sosyalist devrimin maddi temellerini güçlendirdiğini, kırsal mücadelede proletaryanın önderlik ve hegemonya güç ve işlevini yetkinleştirdiğinin de altı çizilmelidir.
“Artı nüfus”un, yedek işsizler ordusunun, bugün dünden farklı olarak, kronik kitlesel küresel işsizlik biçiminde ortaya çıkmış ve gelişiyor olması olgusu, işçi sınıfının kapitalizme karşı devrimci öfkesini, mücadele azmini daha da keskinleştiren karakteristiklerden biri olmasına yol açıyor. Bu olgunun, sınıf hareketi üzerindeki negatif etkisi gözden kaçırılamaz ama özellikle orta ve uzun vadede, anti-kapitalist sosyalist mücadele bakımından sınıf hareketinin yıkıcı rolünü daha da güçlendirecektir.
Küresel çapta hızlı mülksüzleşme süreci, küresel kronik kitlesel yoksulluk, küresel kronik kitlesel işsizlik bir yandan da lümpen proletaryanın büyümesine yol açtığı da unutulmamalıdır…
Bu olgular, proletaryanın, kentlerin, sosyalist mücadelenin daha da artan önemini ve büyüyen etkisini göstermektedir. Keza bu olgular, devrimin ilk adımının anti-emperyalist demokratik devrim olduğu ülkelerde, bu devrimleri sosyalist devrime hızlı dönüştürmenin (geçmişe göre daha fazla olanaklı ve) güvencede olduğunu; yanı sıra, sosyalist inşa sürecinde proletaryanın önderlik yetenek ve işlevini daha da yetkinleştirdiğini ve güvencelerini geliştirdiğini ve güçlendireceğini kanıtlamaktadır.
                                        IV
Geri ve bağımlı ülkelere açık emperyalist müdahaleler değişik biçimler kazanarak daha dolaysız hale gelmiştir, gelmeye de devam edecektir. Yeni sömürge siyasi bağımlılığı giderek daha biçimselleşmiş, bu ülkelere bir tür himayeci sömürgecilik, “gönüllü” sömürgecilik, açık sömürge statüsü artan oranda dayatılmıştır. AB, NAFTA, APEC vb. gibi bölgesel paktlara alınan ve alınacak bir kısım yeni sömürge ülkenin halklarına, sözde kendi özgür iradeleriyle bu birliklere katılıyorlarmış dayatma ve manevralarıyla, bu ülkeler adeta gönüllü açık yeni tip iç sömürgelere dönüştürülmektedir. “Renkli devrimler”, “demokrasi”, “insan hakları”, “özgürleştirme”, “terörle mücadele” demagoji ve manipülasyonu ile perdelenen stratejiler, emperyalist hegemonyanın, yeni tip küresel sömürgeci tekelin ve manevraların politikaları olarak, yeni tip emperyalist sömürgeci saldırıların yeni yöntemleri olarak sistematik bir tarzda uygulanmaktadır. Yani, emperyalizmin yer küreyi açık sömürgelere dönüştürme yönelimi, değişik biçimler alsa da, daha açık ve daha katmerli biçimlerde ilerleyecektir. Yeni tip yeni-sömürgecilik, günümüzün tipik gerçeklerinden birisidir. Bu yeni tip yeni-sömürgeciliğin sınıfsal temelini, uluslararası tekeller oluşturmaktadır. “Küreselleşme”ci politikalarla bağımlı ülkelerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerine doğrudan el koyulmaktadır. Bağımlı ülkelerin devletleri daha doğrudan kontrol edilmektedir. Dünya tekelleri, bu devletlerin doğrudan ortakları haline gelmektedir. Yeniden yapılandırılma operasyonu ile bu devletler, emperyalizmin, uluslararası tekellerin taşeron devletleri haline getirilmektedir. Bu olgular, günümüz emperyalizminin yeni tip yeni sömürgeciliğinin karakteristiklerini oluşturmaktadır.
Açık ki, önümüzdeki tarihsel kesitte anti-emperyalist mücadele de daha keskinleşecektir. Anti-emperyalizmle anti-kapitalizm daha fazla iç içe geçecektir ve geçmiş durumdadır. Bu durum ise, dünya devrimini ve proletaryanın devrimlere önderlik yeteneğini daha da güçlendirecektir. En nihayetinde doğanın ve insanlığın kurtuluşu bugün çok daha keskin bir biçimde proletaryanın kurtuluş hareketine bağımlı ve bağlı hale gelmiştir. Devrimci proletarya, tüm sömürülen sınıf ve tabakaların, tüm ezilen toplumsal kategorilerin haklı, ilerici, devrimci taleplerinin kavgasının da sonuna dek tek tutarlı ve en devrimci öncüsü olmak zorundadır. Devrimci proletarya sömürüden, zulümden ve toplumsal adaletsizlikten dolayı acı çeken; başta sınıfsal olmak üzere, sınıfsal, ulusal, cinsel, kültürel, inançsal vb. toplumsal baskıdan dolayı acı çeken ezilen insanlığın tüm haklı taleplerinin en öndeki savaşçısı; bu talepleri, devrim, sosyalizm ve komünizm perspektif ve amaçlarına bağlı olarak ele alarak çözümüne öncülük edecek sonuna kadar tek devrimci sınıftır. Dolayısıyla, anti-emperyalizmi de anti-kapitalist perspektifle ele alarak, günümüz dünya koşullarının sunduğu devrimci olanakları da sonuna dek devrimci tutarlılıkla kullanarak sorunları köklü ve nihai olarak çözecek tek sosyalist sınıf, enternasyonal proletaryadır. Bu, dün de böyleydi, ama bugün, bu, çok daha elverişli nesnel koşullarda, çok daha fazla ve çarpıcı bir şekilde geçerli bir gerçeği ifade etmektedir.
Emperyalist kapitalizm ve tekeller, dün de uluslararası ölçekte sömürü yapmaktaydılar. Ancak bugün, dünden daha yüksek bir maddi temele, daha yüksek ve yeni tipte bir uluslararasılaşmaya dayanan, daha derin ve kapsamlı bir uluslararası sömürü gerçekleşmektedir. Sermayenin dönüşümü yasası, sermayenin üretim zamanı ve dolaşım zamanından oluşur. Bugün bu yasa, dünya pazarını temel alarak gerçekleşmektedir. P-M-P’ hareketi, üretimin de uluslararasılaşmasıyla ya da uluslararası ölçekte örgütlenmesiyle, bütün boyutlarıyla küresel karakter kazanmıştır. Ulusal tekellerden uluslararası tekellere geçiş ya da yükseliş, ÇUŞ’lara dayanan tekelci kapitalizm,  bunu göstermektedir. Bu durum, emperyalist dünya ekonomisi içerisindeki “merkez” ülkeleriyle “çevre” ülkeleri arasındaki birliği daha yüksek bir maddi temele ve küresel yeni tip iş bölümüne oturtmuştur. Açık ki bugün, emperyalist ülkelerin proletaryası ve emekçi kitleleri ile emperyalizme bağımlı ülkelerin proletaryası ve ezilen halkları arasındaki politik bağlaşmanın maddi temeli de, geçmişten daha yüksek ve daha derin bir temelde güçlenmiş bulunuyor. Kapitalist uluslararasılaşmanın vardığı düzey, dünya tekellerinin başlıca birikim alanının artık tüm dünya ölçeği olması, dünya pazarının açık sömürge pazarına dönüştürülmüş ve dönüştürülüyor olması, söz konusu gerçeği de vurguluyor. Kapitalist/emperyalist ekonominin küresel ölçekte daha derinden kaynaşması ve merkezileşmesi, ileride somut biçimlerde örgütlenecek olan söz konusu politik cephesel birliğin maddi temelini oluşturmaktadır. Bu tablo, dünya devriminin güçlü bir yedeği ve avantajıdır.
Doğal ve kaçınılmaz olarak bu yeni değişim, daha baştan kapitalizme, kapitalist emperyalizme içselleşmiş olan ve son birkaç on yılda daha hızlı serpilip gelişerek bir dünya gerçeğine dönüşen bu değişim, emperyalist ülkelerin proletaryası ile bağımlı ülkelerin ezilen halkları arasındaki antiemperyalist bağlaşmayı/cephe birliğini daha yüksek ve daha ileri bir düzeyde kurulmasını devrimci proletaryanın daha yakıcı bir görev ve sorumluluğu haline getirmiştir.
“Merkez” ve “çevre” ülkelerdeki kitle hareketinin “anti-kapitalist küreselleşme karşıtı hareket”ler biçiminde ortaya çıkarak tek bir akıntı içerisinde birleşmesi; ABD emperyalizminin Irak işgaline karşı patlak verip gelişen, tüm kıtaları, tüm ülkeleri kapsayarak on milyonları seferber eden anti-emperyalist küresel protesto hareketi; emperyalist kapitalizmin son ekonomik ve mali krizine karşı gelişen kitle hareketleri örneklerinden de görülebileceği gibi, metropollerin ve periferinin sınıfsal mücadeleleri, ilerici ve devrimci hareketleri bugün tek bir devrim akıntısı içerisinde daha yüksek, daha derin ve geniş bir temel ve düzeyde, daha keskin bir şekilde birleşecektir. Kuşkusuz ki, yukarıda işaret ettiğimiz birkaç veri sadece geleceği okumamıza yardımcı olacak verilerdir sadece.
                                           V 
Emperyalist kapitalizmdeki değişme ve gelişmeler, kapitalizmin dünya ölçeğindeki hızlı gelişimi, anti-kapitalist sosyalist mücadelenin derinlik, genişlik ve kapsamını alabildiğine güçlendirmiştir. Dünyamız, örneğin 1928 Komünist Enternasyonal Programı’nda resmi çizilen dünya değildir. Çağımız değişmemekle birlikte, çağımızın zemini ve temel gelişme eğilimleri ve temel hareketi üzerinde çok derin değişikler yaşanmıştır. Bugün anti-kapitalist mücadelenin nesnel temelleri, hem daha derinleşmiş, hem de daha kapsamlı hale gelmiştir. Nerdeyse kapitalizmin girmediği tek bir köy bile kalmamıştır. Her ülkede proletarya, niteliğinin yanı sıra niceliksel olarak da güçlü bir yer tutmaktadır. Aşağı-yukarı her ülkede proletaryanın devrimde fiili rolü daha da büyümüştür. Geçmiş dönemin yarı-feodal ülkeleri az gelişmiş kapitalist ülkelere, az gelişmiş kapitalist ülkelerinin çok önemli bir kesimi de, bugün, kapitalizmin orta derecede geliştiği ülkelere dönüşmüştür. Bu ülkeler dünya kapitalist pazarında emperyalizme bağımlılık ilişkilerine rağmen emperyalist ülkelerle ciddi bir rekabet içerisinde bulunmaktadır. Kentli modern sınıfların, kentlerin sınıf mücadelesindeki rolünün geçmişle kıyaslanamayacak kadar arttığı açık ve kesindir. Anti-emperyalist demokratik halkçı devrimlerinin çözeceği anti-feodal görevler zayıflamıştır, vb.
Keza dünya ölçeğinde kapitalizmin bu gelişmesi, antiemperyalist demokratik devrimlerinin gündemde olduğu ülkelerde tek bir devrimci süreci oluşturan devrimin birinci stratejik aşamasının ikinci stratejik devrim aşamasına (sosyalist devrime) dönüşümünün (kesiksiz geçiş) daha hızlı gerçekleşmesinin maddi temellerini güçlendirmiştir. Dahası, küçük burjuvazinin önemli veya temel bir devrimci müttefik olmaktan çıktığı, orta burjuvazinin önemli bir rolünün kalmadığı emperyalizme bağımlı ülkelerde, anti-emperyalist demokratik halkçı devrimin görevlerini de üstlenen proleter devrim tipinin gündeme geldiğini de belirtmek gerekir. Kapitalizmin orta düzeyde geliştiği ülkeler kategorisinde yer alan ama kapitalist gelişmenin de en ileri düzeyinde bulunan ülkeler için bu devrim tipinin geçerli olabileceğini düşünüyoruz. Kuşkusuz ki bunu saptamak, bizim değil, söz konusu ülkelerin komünistlerinin görevidir. Tarihsel gelişme sürecinde bu ülkelerden bazılarının (her ne kadar bugün emperyalist ülkeler olarak tanımlanamazsalar da Hindistan, Brezilya gibi) yeni sömürge statüsünden emperyalist statüye geçebileceği ya da yükselebileceği görülmelidir.
Bağımlı ülkelerde, göbekten olmasa da, bin bir bağla (mali, ticari, teknik, ihracat, ithalat, vergi vs.) işbirlikçi tekelci burjuvaziye ve emperyalizme bağımlı olan orta burjuvazinin, uluslararası kapitalist iş bölümündeki değişikliğe ve yeni birikim stratejisine bağlı olarak, yeni dönemde yeniden bir çözülme ve yapılanma süreci yaşadığını ve yaşamaya devam ettiğini görüyoruz. “Klasik” durumuyla eski tip orta burjuvazi tasfiye süreci yaşamaktadır hızla. Uluslararası tekeller ve işbirlikçi kapitalist tekeller, yeni birikim ve örgütlenme modeli ve gelişme çizgisinde geçmişle kıyaslanmayacak kadar küçük ve orta çaplı kapitalist sermayeyi bir yandan geniş çaplı bir şekilde tasfiye ederken, öte yandan da bu tip işletmeleri “küresel”leştirerek (KOBİ’leri, taşeron ve fason ağını hatırlayalım), pratikte kendi uzantıları haline getirerek, dünya pazarına daha derin ve geniş çaplı bağımlı kılmaktadırlar. Dünya pazarı için üretim, bu işletmeleri de pençesine almıştır. Ve uluslararası tekeller yaygın bir şekilde küçük ve orta çaplı kapitalist işletmeleri, esnek uzmanlaştırma çerçevesinde, giderek daha fazla kendi üretim çarklarının birer dişlisine dönüştürmektedirler. Bir milyona yakın işletmeyi kendi kudretleri altında toplayan ÇUŞ’lar olgusu, bu gerçekleri daha açık görmemizi sağlamalıdır. Uluslararası tekeller, bu yolla bir yandan kapitalist maliyet fiyatlarını düşürmekte, öte yandan da tekelleşememiş kapitalistlerin gasp ettiği artı-değerin önemli bir bölümüne el koymaktadırlar. Bu gerçek, 1950’lerden, özellikle de 1980’lerden bu yana geçen sürecin önemli olgularından, önemli değişikliklerinden birisidir.
Bu olgu, bağımlı ülkelerde, orta burjuvazinin yeniden yapılanması sürecinde emperyalizm ve yerli tekellerle ekonomik bağlarının güçlendiğini, menfaat birliğinin pekiştiğini ve böylece bu burjuva katmanın politik sözcülerinin neden daha da gericileştiğini göstermektedir. Keza bu tablo, uluslararası kapitalist ekonomik krizlerden ya da bölgesel ekonomik krizlerden bu sınıfın, geçmişten daha farklı olarak, daha doğrudan ve daha keskin bir şekilde neden etkilediğini de bizlere izah etmektedir. Bu sınıfın iktisadi bakımdan zayıflayan ve tasfiye sürecini yaşayan katmanları ise, koyu bir gerici burjuva milliyetçiliğine sarılırken, yeniden yapılanmayı başaran katmanları ise “neoliberal” politikaların savunucusu kesilmektedir.
Eski tip orta burjuvazinin hızlı ve geniş çaplı tasfiyesi, yeni tip uluslararası iş bölümü ve sermaye birikiminin gereklerine uygun olarak yeni tipte bir küçük ve orta çaplı kapitalist işletmeler sisteminin geliştirilmesinin, bağımlı ülkelerde, sınıflar arası temel ilişkiler alanının yeniden biçimlenmesinde de önemli sonuçları olmaktadır. “Küreselleşme”yle bu sınıfın devrim stratejileri bağlamında yerinin ne olup olmadığı, devrimin tipi bakımından her bir ülkenin koşullarındaki anlamı, yeri somut olarak analiz edilmelidir.
Emperyalist küreselleşmenin biçimlendirdiği dünya tablosu ile bugün, antiemperyalist mücadele ile sosyalist mücadele, geçmişten daha ileri düzeyde iç içe geçmiştir. Antikapitalist sosyalist mücadele ile iç içe geçerek gelişemeyen anti-emperyalist devrimci-demokratik mücadele ve devrimlerin yenilgisi ya da son tahlilde emperyalizme yeniden tutsak düşmesi, daha keskin bir olguya dönüşmüş bulunuyor. Tersinden bu durum, proletaryanın antiemperyalist demokratik halkçı görev ve mücadelelere, devrimlere önderlik ve hegemonya kurma olanağının daha da gelişmiş olduğu anlamına gelmektedir. Devrimci proletarya, bu bakımdan büyümüş olan devrimci imkânları da değerlendirecektir.
Küresel çapta anti-kapitalist mücadelenin temellerinin genişlemiş ve keskinleşmiş olması olgusu, proletaryanın sosyalist mücadelesi ve sosyalist devrimlerinin, ulusal kurtuluş mücadelelerin ve devrimlerin, anti-emperyalist demokratik halkçı devrimlerin, emperyalizmin ve kapitalizmin doğada yarattığı olağanüstü yıkımlara karşı gelişen ekolojik hareket vb. mücadelelerin daha güçlü bir şekilde tek bir devrim akımı içerisinde birleşmesini ve uluslararası proleter devrimin temellerini keskinleştirerek genişlemesini ve proletaryanın devrimlerde hegemonya kurma ve önderlik etme gerekliliğini daha büyük bir zorunluluk haline getirmiştir.
21. asırda, demokratik barış hareketi, demokratik anti-militarist hareket, demokratik ekolojist hareket, anti-emperyalist hareket, demokratik kadın hareketi, işsizler hareketi, topraksızlar hareketi, kent yoksullarının hareketi, açlık hareketi, çocuk hakları hareketi, kent hakları hareketi, anti-faşist hareket, “anti-kapitalist hareket” vb. hareketler gelişip büyüyecek, daha keskin biçimler alacaktır. Hangi biçimler altında gelişirse gelişsin, bu hareketler, emperyalizme darbeler indirdiği, proleter devrimin temellerini güçlendirdiği, emperyalizmin genel bunalımını derinleştirdiği oranda ve düzeyde, proleter devrim cephesini güçlendirecektir. Nesnel olarak, her biçimiyle uluslararası proleter/sosyalist devrim kavgasının devrimci akıntısı içerisinde yer alacak hareketleri, proletaryanın hegemonyası ve önderliği altında toplamayı başarmak uluslararası komünist hareketin güncel bir görevi, çözmesi gereken pratik-siyasal bir sorunudur. Böylece ezilenlerin her biçimiyle demokratik hareketi, bugün dünden çok daha geniş bir şekilde ve çok daha zorunlu bir biçimde proletaryanın sosyalist hareketinin, dünya proleter devriminin bir yedeği haline gelmiş bulunmaktadır. Kuşkusuz ki, hegemonya ve önderlik kendiliğinden proletaryanın eline geçmeyecektir, aksine, onun hak edilmesi ve mücadele arenasında kazanılması gerekecektir... Bu bakımdan dünya komünist hareketinin, özellikle de 1950’lerden bu yana tarihsel pratiğinin eleştirel sorgulanması ve aşılması gerektiği ise açık olmalıdır…
                                           VI
Evet, dünya proleter devriminin nesnel koşulları her bakımdan olgunlaşmış ve proleter devrim çözümünü daha keskin bir tarzda dayatmış bulunuyor. Sermayenin hareketi, birikimini dünya çapında sağlamaktadır. Dünya tekelleri azami kar hırsıyla kan ve ateşle yolunu açarak ilerlemektedir. Bu olgular, dünya gericiliğinin ve uluslararası karşı-devrimin dünya devrimine karşı, geçmişten daha birleşik ve daha üst saldırı biçimleri kullanacağını da göstermektedir. Emperyalistlerin, aralarındaki uzlaşmaz karşıtlığa ve rekabete karşın, dünya devrimler dalgasına ve devrimlere karşı, bugün dünden daha küreselleşmiş saldırı, kuşatma, saptırma, yok etme politikaları izleyeceğinden ve izlediğinden kuşku duyulamaz. Bu bakımdan, “Soğuk Savaş Stratejisi” gibi bir deneyimin, emperyalist küreselleşme saldırısı gibi bir deneyimin uluslararası burjuvazinin cephaneliğinde yer aldığını hatırlatmak bile gereksizdir. Bu bağlamda, kapitalist uluslararasılaşmanın ulaştığı düzeyde, merkezinde emperyalizmin durduğu dünya karşı-devrimi, daha geniş ve derin bir temel ve düzeyde devrime, sosyalizme karşı “kutsal ittifak” kurduğunu saptayabiliriz. “Terörizme karşı sonsuz savaş!” neofaşist emperyalist stratejisinden de bunu görebiliriz. Kuşkusuz ki, emperyalist dünyanın dünya devrimine karşı kurduğu ittifak, iç çelişki ve çatışmalarla, hegemonya ve rekabet mücadeleleriyle parçalanmıştır, parçalanmaya da mahkûmdur. Ve bu çelişki ve çatışmalar, dünya devriminin dolaylı yedeği rolünü de oynamaktadır, oynamıştır ve oynamaya da devam edecektir. Bunu, gerek I. Emperyalist Dünya Savaşı’nın, gerekse de II. Emperyalist Dünya Savaşı’nın tarihsel deneyimlerinden de çok iyi biliyoruz. Yani, ölmemek, yaşamlarını ebedi kılmak için emperyalist dünya proleter devrime karşı ne kadar birleşik davranırsa davransın, en nihayetinde, eşitsiz gelişme yasası temelinde iç çelişkilerle parçalanmaya mahkumdur. Böyle de olsa, yukarıda altını çizdiğimiz gerçeği bilince çıkarmak ya da sağlam bir şekilde not etmek gerekmektedir.
Uluslararası tekellerin (ÇUŞ) emperyalizmi döneminde, sözde demokrasinin kaleleri olarak lanse edilen emperyalist ülkelerde faşizm tehlikesi neo-faşist bir tehlike olarak tarihte görülmemiş ölçeklere ve düzeylere varacaktır. Örneğin bunu, daha bugünden ABD ve Avrupa’da mali ve ekonomik krize karşı gelişen sıradan barışçıl kitle hareketlerine karşı tekellerin ve emperyalist devletlerin amansız tahammülsüzlüğünden, militarist-faşist saldırganlığından da görebiliriz. Burada, “Terörizme karşı sonsuz savaş” neo-faşist stratejilerinden, “ulusal güvenlik strateji”lerinden, peş peşe çıkarılmış olan “Vatanseverlik” yasalarından ise bahsetmek bile gereksizdir! Açık ve kesin olan şudur ki, dünya devriminin bir atılıma geçmesiyle emperyalizmin siyasal gericilik eğilimi daha da keskinleşecektir. Geçmişteki emperyalist genel paylaşım savaşlarından daha yıkıcı olması kaçınılmaz olan yeni bir emperyalist savaş tehlikesinin büyüyeceği (ABD hegemonyasının maddi temelinin gerilemesi, Almanya’nın yükselişi, Çin’in atağı ve geleceğin en önemli emperyalist güçlerinden biri olarak öne çıkmaya başlaması, Avrupa-Atlantik’in yerini giderek Asya-Pasifik’e bırakması süreci vb.) ise açıktır. Kuşkusuz ki, henüz yakın bir tehlike olmayan genel emperyalist savaş tehlikesinin yükselişi de, emperyalizmin siyasi gericilik eğilimini alabildiğine ivmeleyecektir… Ama bu olgular, geçmişten farklı olarak, sınıfsal temelini uluslararası tekellerin oluşturduğu emperyalist siyasal gericiliğe, neo-faşizme, emperyalist savaşa karşı, sosyalist devrime bağlanmış bir mücadele dalgasının metropollerde keskinleşerek yükseleceğine işaret etmektedir. Demek ki Lenin’in vurguladığı emperyalist tekelcilik siyasi gericiliktir, artan ve yoğunlaşan siyasi gericiliktir, emperyalizm var oldukça emperyalist savaşlar kaçınılmazdır analizi ve tezleri “Bilgi toplumu çağı”nda da bütün canlılığıyla ve keskin gerçekler olarak karşımızda durmaktadır. Vurgulayalım: Günümüzde, dünden farklı olarak, emperyalist ülkelerde faşizmin sınıfsal temelini uluslararası tekeller, uluslararası tekelci sermaye oluşturmaktadır. Ulusal tekellerden uluslararası tekellere geçiş ya da yükseliş bu olgunun maddi temelini oluşturmaktadır. Tıpkı tekelci burjuvazinin devletinin uluslararası tekellerin devletine dönüşmesi olgusunda olduğu gibi.
                                      VII
Dünya çapında kapitalizmin derinlemesine ve genişlemesine gelişmiş olmasının özellikle bağımlı ülkelerde, örneğin bir 1950’ler öncesine göre, sosyalist inşa sürecine daha elverişli koşullarla başlanmasına ve inşa sürecinin daha hızlı gerçekleştirilmesine hizmet edeceği de vurgulanmalıdır. Üretici güçlerin ve proletaryanın gelişmişlik düzeyinin, söz konusu ülkeler bakımından geçmişe göre daha ileri düzeylerde olması, bu saptamamızın maddi temelini oluşturmaktadır. Geçmeden vurgulamak gerekir ki, revizyonist üretici güçler teorisinin iddiasının aksine, bir ülkede (veya ülkelerde) üretici güçlerin gelişkinlik derecesi proletarya devrimini yapıp yapmamanın değil, sosyalist inşa sürecinin temposunu vs. etkiler…
Demiştik ki, kapitalizmin gerçeği çelişkili bir gerçektir. Örneğin, emperyalist dünyada üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi, üretimin toplumsallaşma derecesi, bilim ve tekniğin ulaştığı yüksek düzey, sosyalizmin maddi-teknik temelini oluşturacak olgunluğa zaten erişmiştir.** Ancak bağımlı çevrede, sosyalizmin maddi-teknik temeli, emperyalist ülkelerle kıyaslanmayacak kadar geridir. Bağımlı çevrede sosyalizmin maddi-teknik temeli asgari ölçekte oluşmuştur fakat gelişme düzeyi hala yetersizdir; bu yetersizlik, özellikle de kapitalizmin orta derecede gelişmiş olduğu ülkelerden daha geride bulunan bağımlı ülkeler için daha fazla geçerlidir, diyebiliriz. Doğal olarak, devrimin kesiksiz sosyalist devrime dönüşerek, proletarya diktatörlüğü altında sosyalist inşa sürecine girilmesiyle, temel üretim araçları, büyük çaplı toptan iç ticaret, dış ticaret, temel sanayiler vb. kamulaştırılacak, böylece büyük ölçekli sosyalist toplumsal sanayi (tüm halkın mülkiyeti biçiminde) kurulmuş olacaktır. Ancak bu adımlar ya da dönüşüm sadece bir ilk adımdır, genel olarak sosyalist ekonominin, özel olarak da sosyalist sanayinin en ileri teknolojiye dayalı daha yüksek bir temel ve düzeyde inşa edilerek sürekli geliştirilmesi gerekecektir vb.
Yukarıda ifade ettiğimiz ve tabloya eklediğimiz gerçeklerin yanı sıra, bir de emperyalist dünya ekonomi siteminin bağrında oluşmuş yeni gelişme aşamasındaki gerçeklerinin, örneğin ileri teknoloji üretimi ve teknolojinin sürekli yetkinleştirilmesi ve üretime uygulanması bağlamında, sosyalist ekonomi yeni zorluklarla da karşılaşacaktır.
Proletarya ve komünist öncüsü/partisi, eski sosyalist ülkelerin, esas olarak da SSCB’nin sosyalist inşa deneyiminden bu bakımdan da öğrenecektir. Sosyalist üretici güçlerle sosyalist üretim ilişkileri uyumlu, hızlı, planlı bir şekilde geliştirilecektir. Zaten üretimin toplumsal karakteri ile mülk edinmenin özel kapitalist biçimi arasındaki uzlaşmaz çelişki sosyalist devrimle çözüldüğü için, zorunlu uygunluk yasasının bir gereği olarak, sosyalist ekonominin gelişimi ve sosyalizmin inşa süreci alabildiğine hız kazanacaktır. Çünkü artık üretici güçlerin özgürce gelişiminin önü açılmıştır. Sosyalizmin temel ekonomik yasası, orantılı gelişme yasası, planlı ekonomi, sosyalist ekonomiyi yönetecek, ekonomik politikalar buna göre yürütülecektir. Üretim, gelişen maddi-teknik temele ve bu temelin azami derecede yetkinleştirilmesine bağlı olarak kitlelerin maddi ve manevi gereksinmelerini karşılamak için yapılacaktır. Sosyalist ekonomi sürekli yenilenecek, daha yüksek bir teknolojik temele dayandırılarak kesintisiz geliştirilecektir. Bu eksende, toplumun maddi ve manevi gereksinmeleri en ileri düzeyde karşılanacaktır. Bu süreç, tarihten gelen her türlü eşitsizlik ve dengesizlikleri giderme ve aşma hedefiyle bağlı olarak komünizme doğru akacaktır. Doğası gereği, bu gelişme, bölüşüm alanında, “herkesten yeteneğine ve herkese emeğine göre” ilkesinden, “herkesten yeteneğine, herkesin gereksinimlerine göre” ilkesinin uygulandığı bir gelişme aşamasına doğru ilerleyecek ve sıçrayacaktır.
Konu bağlamında dikkat çekmek istediğimiz zorluk, bu noktada, yani söz konusu maddi teknik temelin kesintisiz yenilenmesinde, ileri teknoloji üretiminin yetkinleştirilmesi olgusunda karşımıza çıkacaktır. Öyle ki, bilimsel teknik devrimin ulaştığı gelişme düzeyi, daha sofistike bir karakter taşımakta ve gittikçe daha da yetkinleşen bir kalifiye emek ve çalışmaya oturmaktadır. Hatta öyle ki, en ileri teknoloji üretimini geliştirme çabası tek tekelin, tek devletin sınırlarını da aşıp çeşitli tekel gruplarının, emperyalist devletlerin (en azından bir yere kadar, rekabet olgusunun geçici olarak izin verdiği sınırlar içinde de olsa) kolektif çalışmasını vs. gerekmektedir.
İşte bu (geçici) zorluk, sofistike teknoloji üretimi zorluğu özellikle de sosyalizmi kurmaya girişmek zorunda kalacak  “çevre” ülkeleri bakımından gündeme girecektir. Söz gelimi emperyalist ülkelerden herhangi birinde sosyalizmi tek ülkede inşa etmek durumunda kalacak proletarya da, yüksek teknoloji avantajına karşın, benzer sıkıntılar yaşayacaktır. Ancak her halükarda, yine de böyle bir ülke, sosyalizmin kuruluşu sürecinde ileri teknoloji üreterek geliştirmek bakımından, bağımlı ülkelere göre, çok daha iyi konumda olacaktır.
Bu olgu, özellikle de tek ülkede sosyalizmi kurmak tarihsel ve politik göreviyle yüz yüze kalacak sosyalist bir ülkede, sosyalist ekonominin dünya çapında bir çekim merkezi olarak konumlanmasını önleyebilecektir. Kuşkusuz ki geri bir ülkede bu olgu, çok daha keskin bir sorunun varlığına işaret edecektir. Ama bu gerçeklere karşın, günümüzde de tek bir ülkede sosyalizmin inşası tümüyle ve kesin olarak mümkündür. SSCB deneyimi, ASCH deneyimi bunu göstermektedir. Keza sosyalist bir ülke olmamakla birlikte Küba’nın emperyalist kuşatma ve saldırı okyanusunda bugüne dek hala tek başına ayakta kalması ve direnmesi olgusu da, dolaylı bir örnek olarak, bunu kanıtlamaktadır ya da bu, dolaylı bir kanıt olarak ele alınabilir.
Gerek Avrupa merkezli zamandaş bir devrimle dünyayı kurtarma (dünyanın kentlerine dayanarak dünyanın kırlarını kurtarma!), gerekse de “sömürge, yarı-sömürge ülkeler”e dayanarak dünyayı kurtarma (dünyanın kırlarına dayanarak dünyanın kentlerini kurtarma!) teorileri bugün de tümüyle geçersiz oportünist ve dogmatik teoriler olmaya devam etmektedir. Dünya devrimi eşitsiz gelişmeye devam etmektedir ve devrimler, emperyalizmin en zayıf halkası ya da halkalarının kırılması yoluyla zafer kazanarak ilerleyecektir. Bu zayıf halka (ya da halkalar) geri bir ülke de olabilir, gelişmiş bir ülke de olabilir. Tek başına sosyalizmi kurmakla karşı karşıya kalacak ülke proletaryasının yaşayacağı zorluklar, tüm dezavantajlarına karşın, geçicicidir, geçici olacaktır. Bu, ileri teknoloji üretimi bakımından da geçerlidir. Tarih, yolunu açarak ilerleyecektir.
Kısacası, yukarıda işaret ettiğimiz şey, bir zorluktur, bilincinde olmak ve hazırlıklı olmak gerekir. Mesele bundan ibarettir. Yeniden hatırlatmak bağlamında vurgulamak gerekirse, emperyalist dünya sisteminde ortaya çıkan ve gelişen incelediğimiz olgulardan hareketle “tek ülkede” veya birkaç ülkede zayıf halkanın ya da halkaların kırılması yoluyla sosyalizmin zaferini, sosyalizmin kurulmasının olanaksızlığını savunmak oportünizm ve tasfiyeciliktir. Bu oportünist teorik ve politik yaklaşım, Menşevik-Kautskyci-Troçkist emperyalizm teorisine, kapitalizmin çağımızda ve günümüzde daha da keskinleşmiş olan eşitsiz gelişme yasasının yadsınmasına dayanır. Dahası ve dolayısıyla, Leninist emperyalizm ve proleter devrim teorisinin ret ve inkarına ve tasfiyesine dayanır. Komünistler, hangi biçimde teorize edilirse edilsin, hangi kılıkta ortaya çıkarsa çıksın, hangi platformda başını uzatırsa uzatsın, böyle bir savunuyu ve propagandayı, Marksizm-Leninizm karşıtlığı olarak mahkum eder. Troçkizm’in, IV. Enternasyonal’in vb. Troçkist akıntının, emperyalist küreselleşmeyi, revizyonist/kapitalist bloğun çöküşünü, gerici tasfiyeci amaçlarına bağlı olarak, dizginsiz bir biçimde çarpıtarak, demagojik bir şekilde, Leninist dünya proleter devrimi teorisine ve sosyalizmin tarihsel deneyimine karşı kullandığını iyi biliyoruz ve biliniyor. Troçkist akıntının, fırsat bu fırsattır diyerek, bu bağıntıda bir ya da birkaç ülkede emperyalizmin zayıf halkasının ya da halkalarının kırılması yoluyla sosyalizmin zaferi teorisine karşı da hücuma geçmesi; “tek ülkede sosyalizm mi dünya devrimi mi” sahte ve yapay bir ikilemine başvurup, son derece mekanik ve manipülatif bir formüllendirme üzerinden ideolojik saldırılarını fütursuzca örgütlediği açıktır. Sırtını dünya burjuvazisine dayamış olarak “Stalinizme karşı mücadele” sahtekârlığıyla kılıflanan bu gerici saldırılarının bir amacının da devrimci ve komünist saflarda kargaşalık yaratmak olduğunun altı çizilmelidir.
Önümüzdeki birkaç on yıl içerisinde gerçekleşebilecek ve tek ülkede sosyalizmi kurmak zorunda kalacak sosyalist bir ülkede, proletarya diktatörlüğü ve parti,  ideolojik ve kültürel devrime özel bir önem vermek zorundadır.  Sınıfın ve kitlelerin devlet yönetimine katılmasına, sosyalist kitle demokrasisine, canlı ve devrimci kitle seferberliğine sistematik bir tarzda yüklenmelidir. Parti ve devlet yöneticilerinin yaşam koşullarının kitlelerin ortalama yaşam tarzı ve gelir düzeyinden daha yüksek olmamasına; kişi, önder, parti ve devlet kültünün doğmamasına, yönetici kesimlerin özel ayrıcalıklarla donanmamasına, bürokratikleşerek yozlaşmamasına en büyük dikkat ve özeni göstermelidir. Doğruların ve çizginin biçimsel, bürokratik tarzda değil gerçekten işlevsel, canlı ve dinamik bir tarzda uygulanmasına başta gelen özel bir önem verilmelidir. Kızıl maskeli bürokratik yozlaşma ve giderek yeni tip karşı devrim yoluyla kalenin içten fethedilmesine, sosyalizmin tasfiye edilmesine karşı mücadeleye yaşamsal bir önem vermelidir. İster bir ülkede, ister bir dizi ülkede proleter devrimin zafer kazandığı koşullarda, yeni tip küçük burjuva bir tabakanın doğmaması, gelişmemesi hayati önemdedir. Yeni tip bürokratik çürüme yoluyla kapitalizmin yeniden inşa edilmemesi için bu zorunludur. Tarihin dersleri bu bakımdan da enternasyonal proletaryaya yol göstermelidir. Bu, her durumda uygulanması gereken ama eski sosyalist ülkelerde gerçekleşen yeni tipte kapitalizmin restorasyonu deneyimlerinin eleştirel incelenmesinden çıkarılan tarihsel deneylerin de gerekli kıldığı bir görevdir***. Ancak, tüm bunlarla birlikte, bir de yukarıda vurguladığımız olguyla, yani bir aşamadan sonra süper teknoloji üretme zorluğuyla bağlı olarak, tek ülkede sosyalist inşa sürecinde ortaya çıkabilecek ekonomik, politik, ideolojik zorlukların aşılması için de ideolojik-siyasal ve kültürel devrimin, sosyalist kitle demokrasisinin geliştirilmesine, bürokratik yozlaşmaya karşı devrimci mücadeleye daha fazla önem vermek gerekecektir. 
Sofistike teknoloji geliştirme zorluğu da dahil inşa sürecinin zorluklarının, geçici de olsa, sosyalist sistem üzerinde emperyalizmin baskısının artmasına, geri ve gerici eğilimlerin sosyalist ülkede daha güçlü filizlenmesine, bürokrasi tehlikesinin, özellikle de yeni tip bürokrasi tehlikesinin, bürokratik merkeziyetçiliğin vs. gelişmesine yol açacağı ve bu eğilimlere karşı ideolojik mücadelenin yanı sıra, sosyalist demokrasinin geliştirilerek, devrimci kitle hareketinin büyütülmesini gerektirecektir. Donanımın güçlendirilmesi ve bu donanımın güçlendirilmesine bağlı olarak veya bu donanımı da bilakis geliştirecek bir araç olarak devrimci kitle eylemini ve sosyalist demokrasiyi militanlaştırmak o koşullarda daha çok önem taşıyacaktır.
Militan, sosyalizmin bağımsız devrimci öznesi, bizzat kurucusu olarak sınıfı ve kitleleri sosyalist sistemin, inşanın arkasına koyan ve militanca sosyalizm yolunda ilerleyen aktif kitleler gerçeğini yaratmalıyız. Bürokratik biçimselliğe endekslenmiş parti kitleler ilişkisi değil, işlevsel, canlı, dakik, dinamik devrimci bir parti ve kitleler ilişkisi olmalıdır bu ilişkileniş. Böyle olduğu koşullarda, inanıyoruz ki, işçi ve emekçiler, gerekirse ot yiyip diz çökmeyecektir kapitalist dünya karşısında. Teknolojinin daha üst düzeylerde üretilmesi ve üretim sürecine uygulanması bağlamında ortaya çıkacak zorluklar söz konusu olduğunda da emekçiler bunu anlayacaklar ve sosyalizmin nesnesi değil, kurucu öznesi olarak partinin önderliğinde sonuna dek savaşacak ve ayakta kalmasını bilecektirler.
Emperyalist dünya ekonomi sistemi proleter devrimlerin zaferi bakımından bir bütün olarak daha olgun hale gelmiştir. Bölgesel devrimlerin de zemini güçlenmiştir. Böylece devrimlerin uluslararası ve bölgesel karakteri ve görevleri daha güçlü uluslararasılaşarak daha enternasyonalist bir içeriğe ve gelişme düzeyine ulaşmıştır. Bu koşullarda, devrimin ilkin bir veya birden fazla ülkede zafer kazanacak olmasına karşın, proleter devrimler daha sık patlak vererek proleter devrimler cephesinin üsleri olarak yayılacaktır. Böylece, bu koşullarda, bir ya da birkaç ülkede sosyalizmi kurmak tarihsel göreviyle yüz yüze kalacak ülkeler, emperyalist kuşatma ve tecrit çemberinden daha hızlı kurtulacaktır. Sosyalist bir kampın doğuşu ve büyümesiyle sosyalist ülke ya da ülkeler, bu mevzilere dayanarak daha ileri sıçrayacaktır. Ekonomik inşada, emperyalist müdahale ve baskıya daha etkin karşı koymada, gelişkin teknoloji üretmede vb. daha elverişli pozisyonda olacaklardır. Her durumda da sosyalist ülke ya da ülkelerin arkasındaki uluslararası proletarya ve halkların maddi ve politik desteği de tarihte görülmemiş ölçekte daha güçlü ve sürekli olacaktır. Bu olgu, tersinden, bir ülkedeki devrimin çıkarlarını uluslararası devrimin çıkarlarına tabi kılma gerekliliğini ve gereklerini alabildiğine keskin bir enternasyonalist eğitim ve duruş olarak şekillendirecektir. Tüm bunlar, tek ülkede sosyalizmi inşa etmek durumunda kalacak proletaryayı ve önderliğindeki kitlelerin enternasyonalist eğitim ve pratiğini geliştirecek, enternasyonal birlik, mücadele ve dayanışmayı pekiştirecek, bu durum da sosyalizme ve yeni elverişli koşullar doğuncaya kadar proletarya diktatörlüğü sistemine güç katacaktır. 
Emperyalist dünya ekonomisinin, üretimin, üretici güçlerin daha yüksek gelişmesi temelinde daha da uluslararasılaşmış olması, bugün dünden daha derin ve farklı olarak, sosyalist ülkelerin, üretici güçleri daha ileri ve uluslararası karakterde kolektif örgütlemesini daha keskin bir biçimde dayatmıştır. Dün de bu bir gereksinimdi. Dün de yapılması gereken şeydi. Ama dün dünyamız, bugünkü kadar gelişkin bir dünya değildi; ayrıca dün, sosyalist kampta entegrasyon sürecinde ciddi hatalar işlenmişti…
Dünya emperyalizmine karşı, dünya sosyalist ülkelerinin ekonomik, politik, kültürel ve askeri güçlerini en ileri düzeyde merkezileştirerek ortak planlı seferberliği ve yetkinleştirilmesi görevi, bugün dünden daha ivedi bir görev, pratik-politik bir duruş olarak gündemleşmiştir. Eski sosyalist kampın bu bakımdan içerisine düştüğü ve sosyalizmin inşasını, sosyalizmin daha ileri düzeyde ve biçimde örgütlenmesini önleyen darlıklarına da düşmeden, “Dünya Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Federasyonu”nun örgütlenmesine ve dünya çapında tek sosyalist devlete doğru geçişe alabildiğine önem verilmelidir. Bu olgu, hem emperyalizmin ölüm sürecini hızlandıracak, hem de dünyanın sosyalizme ve giderek komünizme geçişini ivmeleyecektir.
 Eski sosyalist ülkelerin proletaryası ve halkları, sosyalizmin yeni tarzda tasfiyesi ve kapitalizmin yeni tipten inşası, giderek açık kapitalist biçimlere geçilmesi süreçlerinde sosyalizme çarpıcı bir tarzda yabancılaşma süreci yaşadılar. Ancak bu ülkelerin proletaryası ve halkları, uluslararası tekellerin emperyalizmi sayesinde kapitalizm gerçeğini çok yönlü bir şekilde yaşarak yeniden etkin devrimci mücadelelere atılacaklardır. Yeni burjuvazi ve emperyalizmin bir tarihi sürece dayalı şekilde tüm belleksizleştirme sistemli ve kapsamlı çabasına karşın, yıkılışın şokuna ve şokun yarattığı tahribata karşın, eski sosyalist ülkeler proletaryası ve halklarının beyinlerinden ve kalplerinden, tarihlerinden eski sosyalist deneyimlerin güçlü ve canlı izlerinin sökülüp atılamadığını biliyoruz. Dolayısıyla, yeni deneyimler eşliğinde, söz konusu ülkeler proletaryası ve halklarının kolektif tarihsel belleklerinin bin bir biçimde canlanarak pratik bir silaha dönüşeceği ise bizce kesindir. Bu bağlamda, eski sosyalist toplumun proleter ve emekçileri bu kez, daha bilinçli ve donanımlı olarak kavgaya atılacaklardır. Bu ülkelerin önemli bir bölümü yeniden çok önemli devrimci fırtına merkezleri haline gelecektir. Bu olgu, 21. Asrın önemli gerçeklerinden birisi olacaktır.
Sosyalizmin kuruluş sürecini, ardından, kapitalist restorasyon sürecini, ardından çöküş ve çıplak kapitalizme geçişi sürecini, “serbest piyasa” ve “liberal özgürlükler” sürecini yaşamış, böylesine büyük tarihsel deneyimlerden geçmiş olan bu ülkeler proletaryası ve emekçilerinin yaşadığı bu deneyimler, dünya proletaryasının kendi tarihinde yaşadığı bütün politik mücadele deneyimlerinden daha derin, daha kapsamlı ve daha önemli ve özgül deneyimlerdir. Kuşku yok ki, sosyalizm deneyimleri ne insanlığın ne de söz konusu ülkeler halklarının belleğinden tümden silinebilmiş değil ve silinemez de. Bu deneyim(ler) artık tarihselleşmiştir. Hiçbir emperyalist, Troçkist, post-modern, post-Marksist vb. ideolojik saldırı, demagoji ve manipülasyon söz konusu tarihi tümden silme ve unutturma yeteneğinde değildir ve olamaz da! Doğal olarak, söz konusu ülkeler halklarını ve proleterlerini ve yeni komünist öncülerini bekleyen yeni tehlikeler veya yeni bir biçim altında yeninin içine tutunarak karşılarına çıkacak eski tehlikeler, geçmişte yaşanan iyi ve kötü deneyimlere duyulan sempati ve anti-patilerden kaynaklanan özgün zorluklar çıkacaktır. Ama tüm bu zorluklar sınıf mücadelesinin gelişimi içerisinde aşılacaktır.
                                         VIII
Marksizm-Leninizm’in emperyalizm ve uluslararası proleter devrim teorisi; Lenin’in çağ, emperyalizm, devrim, sosyalizm teorisi bugün de bütün canlılığıyla enternasyonal proletaryaya yol göstermeye devam etmektedir. Yapılması ve ihmal edilmemesi gereken görev ise, çağın olguları ve çağımızda ortaya çıkan değişme ve gelişmeleri tahlil etmek, böylece teoriyi zenginleştirerek yürümektir. Lenin de, Marksizm’in öteki ustaları gibi Marksizm’e gelişimini tamamlanmış bir teori muamelesi yapılmaması gerektiğini daima vurgulamıştır. Marksizm-Leninizm canlı ve gelişen bir bilimdir, bilimsel bir dünya görüşü, proletaryanın kurtuluş hareketinin teorisidir.  Hareket halindeki nesnel gerçeğin (gerçek hareketin) incelenmesi, somutun soyutlanması; dünyayı değiştirme eylemine bağlanmış somut siyasal hareket planlarının çıkarılması Bilimsel Komünizm’in gereğidir. Unutulmamalı ki, maddenin (doğanın) ve toplumsal maddi gerçeğin diyalektik materyalist yöntemle soyutlanması, her iki olgunun da tam ve bütünlüklü, aslına en yakın kavranabilmesinin tek yoludur. Yukarıda ifade ettiğimiz gerçekler, somut durumun somut çözümlemesi temelinde ortaya çıkan değişme ve gelişmeleri, toplumsal hareketin sınıflar mücadelesinde yarattığı değişiklikleri ve yenilikleri ifade etmektedir. Ki, bu görev yerine getirilmeksizin devrim, sosyalizm ve komünizm yolunda proletaryanın tarihi yürüyüşüne ve güncel görevlerine tam bir sadakat göstermek ve önderlik etmek zaten mümkün olmayacaktır.
Dünya komünist hareketinde bu gelişmeyi önleyen tutucu bir zafiyetin, yanı sıra, yenilenme adına tasfiyeci oportünizme kaymayı ya da orada konaklamayı ifade eden oportünist bir eğilimin olduğuna kuşku yoktur. Dünya komünist hareketi bu iki sapmayla ideolojik bakımdan hesaplaşmadan da kendini aşamaz. Güncel bakımdan dünya komünist hareketini tehdit eden en önemli sapma ve eğilim ise, dünya komünist hareketinin tarihsel zaaflarını sömüren, dogmatizme, muhazafakarlığa vb. karşı “yaratıcı Marksizm” vb. sloganlarla ortaya çıkan, “küreselleşme”ci tasfiyeci saldırının dünya komünist hareketindeki yankısı olan, yenilikçi söylemle Marksizm-Leninizm’e, Uluslararası Komünist Hareket’in ve sosyalizmin tarihsel başarı ve kazanımlarına karşı mücadele eden inkarcı ve tasfiyeci sapma ve eğilimdir. “21. yüzyılın sosyalizmi” nakaratına sarılan oportünizmin bu türü, Marksizm-Leninizm’den, devrim ve sosyalizmden, devrimci program, strateji, taktik ve örgütlenmeden umudunu kesmiş, yorgun düşmüş, komünist devrimci çizgide mücadele niteliğini ve yeteneğini kaybetmiş, sistemin sınırlarına doğru geri çekilmiş, sistemin sınırları içerisinde en fazlasından legal, parlamenter ilerici reform mücadeleleri vermenin ötesinde hiçbir ufku olmayan bir oportünizm türüdür. Kural olarak bu sapma ve eğilimin temsilcileri, dünya komünist hareketinin en fazla yalpalayan, ilkelere bağlılığı en zayıf, küçük burjuva özellikleri en gelişkin kesimleri olagelmiştir. Bu bakımdan da tarihin dersleriyle silahlanmak gerekmektedir. Bu bakımdan da dünya komünist hareketinin en gelişkin bölümü olan RSDİP/Bolşeviklerin, SBKP (B)nin deneyimleri özellikle incelenmelidir. Bundan dolayı da Marksizm-Leninizm ile daha güçlü donanmak, zenginleşmek gerekmektedir.
İçerisinde geçtiğimiz tarih kesitinde, devrim ve sosyalizmin nesnel ekonomik ve toplumsal koşulları çok keskin bir biçimde olgunlaşmış bulunuyor. Tarihin bu kesitinde, devrimci komünist önderliğin ve işçi sınıfının önemi daha fazla artmış ve önderlik sorunun çözümünü de keskin bir biçimde dayatmıştır. Dünya devriminin olgunlaşmış nesnel koşulları ile onun gereksinmelerine yanıt verecek öznel koşulunun son derece zayıf, arada bir uçurumun olması, günümüzün çözülmesi gereken başta gelen temel sorunudur. Her adımımıza, gerek ulusal, gerek bölgesel ve gerekse de uluslararası alandaki her adımımıza bu temel stratejik ve taktik sorunun çözümü damgasını vurmalıdır... Ezilenlere değil ama kesin olarak, işçi sınıfı hareketine dayanan ve öteki emekçi sınıf ve tabakaların ve ezilenlerin mücadele dalgasını da kucaklayan bir önderleşme hattında derinleşmeye ve yetkinleşmeye gereksinim var. Sınıflar mücadelesinde çekim merkezi olan; milyonları, on milyonları kucaklayıp mevzilendiren ve seferber eden bir parti ve dünya partisi inşa edilmelidir. Uluslararası alanda yeni tipten bir komünist enternasyonalin kurulup geliştirilmesi temel ve güncel bir ihtiyaçtır. Kısa erimde bu görev(ler)in yerine getirilemeyeceği açıktır. Ama açık ki, bu görevler, yalnızca ilkesel, stratejik ve programatik açıdan değil, pratik-siyasal öneminden dolayı da çözülmesi ve başarılması gereken yaşamsal görevlerdir. İç ve uluslararası komünist hareketin, niteliği, aklı, deneyi, yeteneği, cesareti, yaratıcılığı tek bir önderlik ve savaş çizgisinde daha fazla sentezleyerek tarihin ve çağımızın çağrısına yanıt vermesi gerektiği açıktır.
Yukarıda, dünya tekellerinin damgasını bastığı emperyalizm olgusu döneminde, emperyalizmin bu yeni döneminin dünya devrimi üzerindeki etkilerini, özet biçimde de olsa, inceledik. Kuşkusuz ki Türkiye ve Kürdistan devrimi, dünya devriminin organik bir bileşenidir; biçimde “ulusal”, özünde enternasyonalist karaktere sahip bir devrimdir. Dünya çapındaki değişme ve gelişmeler, pozitif ya da negatif yönde, Türkiye ve Kürdistan devrimini ve onun gelişimini etkilememesi düşünülemez bile. Türkiye devriminin kendine has nitelikleri onun somut tarihsel karakteriyle bağlıdır. Ama bu nitelikler ya da özgünlükler, Türkiye ve Kürdistan devriminin uluslararası karakterini değiştirmek bir yana, ona bağlanmakta ve bu temel üzerinde uluslararası proleter sosyalist devrimin organik bir öğesi olarak uluslararası karakterini şekillendirmektedir.
Yukarıda emperyalist küreselleşme sürecinin dünya devrimi üzerindeki etkilerini incelediğimizde ortaya çıkan tabloya göre konuştuğumuzda görmekteyiz ki, dünya devrimini gerçekleştirecek öznel faktörün tümüyle geçici olan zayıflığı bir yana, esasen söz konusu nesnel faktörler ve gelişmeler, Türkiye devriminin lehinedir. Bütün mesele bunu devrimci proletaryanın teori ve pratiğine dayanarak ustaca değerlendirebilmektedir. Söz konusu faktörler ve gelişmeler, Türkiye ve Kürdistan devrimini daha derinden dünya devrimine bağlı kılmakta, onun küresel karakterini daha da güçlendirmekte, dünya devrimi üzerinde tarihin gidişini güçlendiren ve güçlendirecek bir devrim konumuna yükseltmektedir. Dünya proletaryasının dünya devrimi sürecinde artan rolü ve ağırlığı, aynı zamanda Türkiye devrimi sürecinde çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının da artan rolüyle zamandaş bir gelişme sürecine denk düşmektedir. Bu olgu, bu topraklarda doğan, büyüyen, gelişen proletaryanın, enternasyonal proletaryanın organik bir bileşeni olarak oynayacağı sosyalist ve komünist rolün önemini de bir kez daha vurgulamaktadır. Ulusal bencillikten, sosyal şövenizmden ve burjuva bireycilikten, “oryantalist” oportünizmden, küçük burjuva elitizminden arınmış, tümüyle enternasyonalist karaktere sahip devrimci proletarya, elbette ki tarihin çağrısına yanıt verecektir; kuşku yok ki yalnızca ve yalnızca sosyalist-komünist bir sınıf olarak!

*Bkz. Hasan Ozan, EMPERYALİST KÜRESELLEŞME, DÜNYA DEVRİMİ- DEĞİŞEN NE? Akademi Yayın
**Kuşkusuz ki bu gelişme düzeyi, komünizmin maddi-teknik temeline ise sadece öncü bir girişi ifade edebilir ancak. Komünizmin maddi teknik temeli, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde, emperyalizmin ve kapitalizmin tasfiyesi sürecinde, dünya ölçeğinde sosyalizmin maddi-teknik temelinin kurulması ve geliştirilmesi sürecinde, daha yüksek bir maddi teknik temelde ortaya çıkarak gerçekleşecektir. Bu bağlamda, emperyalist dünya sistemi koşullarında toplumsal üretici güçlerin en yüksek gelişmişlik düzeyi bile, olsa olsa, komünizmin maddi teknik temelini hazırlamada öncü bir girişi, üzerine basarak sıçranacak bir temeli oluşturabilir.
*** Bkz. Hasan Ozan, SSCB’DE KAPİTALİZMİN RESTORASYONU, SOSYALİZMİN SORUNLARI, TARİHİ DERSLER, Akademi Yayın