27 Mart 2014 Perşembe

“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI? IV



“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI?
                                      IV
Emeğin Sermayeye Biçimsel ve Gerçek Bağımlılığı ve “Küreselleşme”
Çarpıtılan sorunlardan birisi de “emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı” ile “emeğin sermayeye gerçek bağımlılığı”nın anlamlarıdır. Teorinin revize edilip “küreselleşme”nin yüceltilmesinin, proletaryaya “elveda” denmesinin aracı haline getirilen bu sorun, Negricilik de dahil bir dizi tasfiyeci akımın burjuva ideolojik ve politik karakterinin, antiMarksist-Leninist saldırısının ya da Marksizm-Leninizm düşmanlığının kanıtlarından birisini oluşturmaktadır. Hele Negri gibi kralın- “İmparator”un- soytarısının bir de Marx’ın söz konusu tezlerini referans alarak yola çıkıyor gibi görünmesi, Rosa Lüxemburg gibi büyük bir komünistin yanlış, anti-Marksist bir görüşünün ardına sığınarak, Rosa’yı bir kalkan gibi kullanma hilesine başvurması çok daha trajikomik bir durumdur.
Kısa bir biçimde de olsa, sorunu işlemeden geçemeyeceğiz.
Kapitalist üretim tarzının doğuşu ve gelişimi uzun bir tarihsel sürece tekabül eder. Kapitalizm ilkel birikim, manifaktür ve sanayi kapitalizmi tarihsel aşaması, kapitalizmin serbest rekabetçi dönemine, tekelci kapitalizm ise emperyalizm aşamasına tekabül eder. Ve emperyalizm, bugün, tekelci kapitalizmden ÇUŞ’ların (uluslararası tekellerin) yönettiği bir kapitalizme dönüşmüştür.
Kapitalizmin bu süreci, doğası gereği, sermaye birikiminin genişletilmiş temelde yeniden ve yeniden üretildiği bir süreç, “küreselleşerek” (uluslararasılaşarak) geldiği bir süreç olmuştur. Tabiiki bu süreç, kapitalizmin gerek ulusal gerekse de uluslararası arenada prekapitalist üretim biçimlerini çözerek, yıkarak, kendisine tabii kılarak, dönüştürerek, değiştirerek geldiği bir süreç olmuştur.
Kapitalizmin doğuşu ve gelişimi süreci, emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığından emeğin sermayeye gerçek bağımlılığına doğru bir gelişme süreci, bir geçiş süreci olmuştur.
Soruna biraz daha yakından bakalım.
“Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek gücü ile, büyük sanayide emek araçları ile başlar.” (Marx, Kapital, C. I, s.359)
Emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı, kapitalizmin doğup geliştiği manifaktür kapitalizmi kesitine denk düşen bağımlılık biçimidir; “sermaye, emek sürecini bulduğu biçimiyle kendisine tabi kılar. Yani sermaye, değişik ve daha eski üretim tarzları tarafından geliştirilmiş haliyle, varolan emek sürecini devralır. Dolayısıyla sermayenin hazır, kurulu bulunan bir emek sürecini devraldığı açıktır.” (Marx, Kapitale Ek: Dolaysız üretim Sürecinin Sonuçları, S.86, abç.) Bu koşullarda emeğin sermayeye bağımlılığı “tek başına emek sürecinin yani fiili üretim sürecinin gerçek niteliğinde temel bir dönüşüme yol açmaz”, açmamıştır. Bu aşamada el emeği, zanaatçı emeği, parça işinde uzmanlaşmış kolektif işçi, işçi sınıfının başat biçimidir ve aleti kullanan da işçidir.
Emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı sürecinde, artı-değer sömürüsünün temel biçimi, mutlak artı değerdir. Sermaye birikimi, mutlak artı-değer sömürüsüne dayanır. Manifaktür kapitalizminin ilk evresi olan basit elbirliği sürecinde olduğu gibi, manifaktürün daha gelişmiş ve üst biçimi olan zanaatkar tekniğine ve işbölümüne dayanan evresinde de durum budur. Zaten manifaktür kapitalizminin tarihsel rolü sanayi kapitalizmine geçiş için gerekli ön koşulları oluşturmasında, olgunlaştırmasında; geçişi hazırlamasında, bir köprü olmasında somutlaşmıştır.
Emeğin sermayeye gerçek bağımlılığı ise, sanayi kapitalizmi dönemine tekabül eder. Bu bağımlılığın temelini makine oluşturur. Böylece bu aşamada kapitalizm, “emek sürecinin teknik koşullarında” gerçekleşen “köklü” değişiklikle, “el zanaatçısı işini, toplumsal üretiminin düzenleyici ilkesi olarak sona erdir”ir (Kapital C. I, s. 356). Kapitalizm, gerçek maddi-teknik temeline oturur; “işçilerin görevleriyle, emek sürecinin toplumsal işbölümünde de köklü değişiklikler” gerçekleştirir. Böylece üretim tarzında devrim “büyük sanayide emek araçlarıyla” gerçekleşir. “Özgül kapitalist üretim tarzı teknolojik düzeyde de ortaya çıkar.” Artık işçiyi kullanan makinedir; işçi makinenin basit bir uzvu haline gelir/dönüşür.
Emeğin sermayeye gerçek bağımlılığında artı-değer sömürüsünün temel biçimi, göreli artı-değerdir. “Göreli artı-değer üretimiyle birlikte, bir bütün olarak üretimin gerçek biçimi değişir ve özgül kapitalist üretim tarzı (teknolojik düzeyde de) ortaya çıkar. Buna dayanarak ve buna paralel olarak, üretimin çeşitli unsurları arasında ve hepsinden önce de kapitalistle ücretli emekçi arasında, bu üretim tarzına denk düşen üretim ilişkileri ilk defa olarak ortaya çıkar.” (Kapital’e Ek…, s. 89, açM.)
Mutlak artı-değer üretimi, Marx’ın dediği gibi, “Kapitalist sistemin genel dayanağını ve nispi artı-değer üretiminin çıkış noktasını … oluşturur….  Mutlak artı-değer üretimi, işin teknik sürecini ve toplumun bileşimini kökünden değiştirir. Bu nedenle o, kendisine özgü yöntemle, araçları ve koşullarıyla birlikte, emeğin şeklen sermayenin egemenliği altına girmesiyle sağlanan temel üzerinde kendiliğinden doğup gelişen özgül bir üretim tarzını öngörür. Bu gelişmesi sırasında, emeğin sermayeye bu biçimsel bağımlılığı yerini, zamanla gerçek bağımlılığa bırakır.” (Kapital C. I, s. 485) “Şimdi emeğin toplumsal üretim güçleri gelişmiş, büyük ölçekli üretimle birlikte bilim ve teknoloji üretime doğrudan uygulanmaya başlamıştır.”(Kapital’e Ek… , s. 101, açM)
Böylece, işçinin ömür boyu bir parça işe bağlanmasına yol açan ve sermayeye de ket vuran teknik temel tasfiye edilmiş olur. Burada, artık, üretim, bir makineler sistemiyle, emeğin mekanizasyonu ile gerçekleşir. Sanayi kapitalizmi (makineli büyük üretim) basit elbirliği ve manifaktür kapitalizminden daha farklı olarak üretimi ve emeği daha yüksek bir temelde toplumsallaştırır. Bu aşamada “sermayenin esnekliği, el koyduğu emek sürecinin özgül niteliğine ilgisizliği, sermayeden işçiye de geçmiştir.”, “işçinin, yaptığı işin özgül içeriğine kayıtsızlığı daha fazla, sermayenin üretimin bir alanından diğerine hareketi ise daha akışkan olur” (Marx) Biçimsel bağımlılığın yerini gerçek bağımlılığa bırakmasıyla, işçi, yapacağı işe karşı ilgisiz hale gelir, “bütün üretim alanlarında emek” “elden geldiğince basit emeğe indirge”nir; “emekçiler arasında, meslekleri ile ilgili bütün önyargılar” yok edilir; kapitalist üretim tarzına tam boyun eğme, “yaptığı işin kendisine özgü niteliğine karşı ilgisiz” olma “sermayenin gereksinmeleri uyarınca biçim alma” ve “bir üretim alanından ötekine aktarılmaya boyun eğme” (Kapital, C. III, s. 175) süreci gerçekleşir. İşgücünün metalaşmasının genelleşmesiyle, işçinin ailesi de dahil kapitalist üretim sürecine çekilmesiyle, tüm yaşamının ve zamanın üzerinde kapitalistçe egemenliğin kurulması ile proletarya kapitalizme “Vulkan’ın Prometheus’u kayalara mıhlamasından daha sağlam olarak” mıhlamış olur.
Emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı “her kapitalist üretim sürecinin genel biçimidir. Aynı zamanda, özgül kapitalist üretim tarzının gelişmiş biçiminin yanında özel bir biçim olarak varolabilir. Çünkü ikincisi birincisini gerektirse de, bunun tersi doğru değildir (yani, biçimsel tabiyet; özgül kapitalist üretim tarzının olmadığı koşullarda da varolabilir.) (age, s. 85, açM.)
Mutlak artı-değer emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığının, göreli artı-değer ise emeğin sermayeye gerçek bağımlılığının maddi ifadesidir.
“Artı-değerin iki biçimi, mutlak ve görece artı-değeri ayrı ayrı ele alırsak görürüz ki, mutlak artı-değer her zaman görece artı-değerden önce gelir. Artı-değerin bu iki biçimine, emeğin sermayeye tabi oluşunun iki biçimi ya da kapitalist üretimin iki farklı biçimi denk düşer. Ve burada da bir biçim her zaman diğerinden önce gelir. Ne var ki, ikinci ve daha gelişkin biçim, birinci biçimin sanayinin yeni dallarına girişinin temellerini oluşturur.” (Kapital’e Ek…, s.90-91)
Marx’ın sorunu ortaya koyuşu işte böyledir.
Sözde eleştirin, sözde yeni teorinin söylediği ise şudur: Modernizm bitmiştir. Postmodern enformatik çağ başlamıştır. Kapitalizm ve emperyalizm aşılmıştır. Tarih, özne, akıl, mücadele bitmiştir. “İzm”ler aşılmıştır. Emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı modernizm çağına, gerçek bağımlılığı ise postmodern çağa aittir. Ama zaten böylece postmodern enfor-tekno çağla birlikte emek de, proletarya da bitmiştir. Emek bitmiş ve özgürleşmiştir; ki, postmodern çağda “emek gücünün nitelikleri kavranır olmaktan çıkmıştır” Artık bir içerisi ve dışarısı yok. Kapitalizm tüm dünyayı içselleştirerek, içerisi-dışarısı ayrımına son vermiştir. Artık bir çıkış yok. Mekânsız, merkezsiz, belirsiz, kavranamaz, her şeyin rastlantısal, hiç yerde, yok yerde olduğu, her şeyin yapay olduğu vb. bir çağda yaşıyoruz artık. Zaten Rosa da haklı çıktı. Kautsky de haklı çıktı vb. vb. Zaten artık “akıl yürütme tarzımız diyalektik olmama ve mutlak anlamda içkin olma”yı amaçlamalıdır. Kaçışın ve çıkışın olmadığı “bir içerisi” var. Bu içerisinin adı da “İmparatorluk”tur, “postmodernizm”dir. Yeniçağla, yeni toplumla içerisi-dışarısı, altyapı-üstyapı, metanın kullanım değeriyle-değişim değeri, üretici güçlerle kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişkiler son bulmuştur. “Özgün üretici faaliyetler” “sömürü ve tahakküm nesnesi” olmaktan çıkmıştır. Artık “sömürü yok yerdedir.” “Sonsuz yok yerlerde”dir sömürü. Cahil (!) olmayın, bırakın nesnel gerçeği, bilimi, proletaryayı, sınıfsal tahlilleri “postmodern bir dünyada bütün olgular ve kuvvetler yapaydır.” “İçerisi ve dışarısı arasındaki modern diyalektiğin yerini” “melezlik ve yapaylık oyunu almıştır” Yeniçağla sermaye kontrolünü kaybetmiştir. Temel üretim araçları özel mülkiyet olmaktan çıkmış, “komünal” mülkiyete dönüşmüştür kendiliğinden. Çekirdek halinde komünist bir dünyada yaşıyoruz. Ücret de işgücünün değil emeğin karşılığıdır artık. Artık emek kendi değerini kendi belirliyor devrimci, özgürleştirici, “kendiliğinden iyi imparatorluk” çağında vs. vs.; İmparatorluğun kutsal mabedinde/İlahi Kent’indeyiz artık. Aksini düşünmek dinozorluktur, taş devrinde kalmaktır vb.
Peki, gerçek ne?
Emperyalist dünya sistemini savunma, aklama pahasına ileri sürülen söz konusu tezler demagojiktir, manipülatiftir.
21. asırdayız. Geride 500 yıllık kapitalist bir tarihsel gelişme süreci yatıyor. Ne kapitalizm kapitalizm ne de emperyalizm emperyalizm olmaktan çıkmıştır. Merkezinde uluslararası tekellerin durduğu ve damgasını vurduğu ve proleter devrimin nesnel koşullarının çok daha olgunlaştığı bir emperyalist dünya gerçeğinde, bir proletarya devrimleri çağında yaşıyoruz. Bunları geçiyoruz.
Dünya emperyalist sisteminin gerçeklerinden yola çıktığımızda, emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığının şu veya bu ölçüde en geri ülkelerde vb. kalıntılar biçiminde varlığından bahsedilebilir. Ama çoktandır kapitalizm kendi teknolojik temelini dünyaya dayatmış ve egemen kılmıştır. Ve bu süreç gelişmeye, daha fazla gelişmeye devam etmektedir.
Küresel çapta, biçimsel bağımlılığın yerini gerçek bağımlılığa bırakmış olması, kapitalizmin ve proletaryanın sonunu değil, aksine, dünyamızın çok daha kapitalist, çok daha proleter haline geldiğini; yerküremizin “küçülmüş” kapitalist bir kente dönüştüğünü; üretimin toplumsal niteliği ile mülkiyetin özel kapitalist biçimi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın tarihte görülmemiş ölçekte keskinleştiğini, proleter devrim yoluyla bu çelişkinin çözümünün çok daha şiddetli bir tarihsel görev haline geldiğini göstermektedir. Ki, söz konusu tarihsel devrimci görevi çözecek ne “halk”tır, ne “yoksullar”dır, ne “çokluk”tur, ne “ezilenler”dir ne de aydınlardır. Çelişkinin çözümü yalnızca enternasyonal proletaryaya ait bir tarihsel görevdir. Dünya proletaryası, dünya proleter sosyalist devrimin biricik önderidir. Dünya devrimi, enternasyonal proletaryanın önderliğinde er geç zafere erişecektir. Uluslararası sermayeyi, “küreselleşme”ci tasfiyecileri, postMarksistleri vb. rahatsız eden, korkutan temel gerçek de budur. Söz konusu teorilerin üretilip piyasaya sürülmesinin de ana nedeni budur. “Elveda proletarya!” haykırışlarının nedeni budur.
Kapitalizmin küreselleşerek tüm dünya pazarlarını içerdiği, prekapitalist üretim biçimlerinin kapitalizm tarafından tasfiye edildiği salt kapitalist bir dünyada (böylece artık bir “dışarısı”nın kalmadığı bir dünyada) Marx’ın Kapital’inin II. Cildinde yer alan genişletilmiş yeniden üretim sürecinin geçersizleşerek işlevsizleşeceği ve böylece kapitalizmin kendiliğinden çökeceği tezinin, Rosa’nın bu tezinin, antiMarksist bir tez olduğu açıktır. Günümüz dünyasının gerçekleri de bunu kanıtlıyor. Henüz yeryüzünden prekapitalist üretim biçimlerinin tümüyle tasfiyesinden bahsedemezsek de günümüzün temel tarihsel gerçekleri zaten söz konusu tezin anti-bilimsel karakterini göstermeye haddinden fazla yeterlidir.
Marksizm-Leninizm’in içeriğini boşaltarak ya da “Marxçılık” vb iddiasıyla ortaya çıkarak, Marx ve Lenin’in kimi tezlerine karşı tavır almış komünist tarihsel kişiliklerin ardına sığınarak Marx ve Lenin’i mahkûm ettirme operasyonu yürütenlerin “iyi niyetli” olmadığına, “kötü niyetler”le davrandıklarına kuşku yok. Örneğin, “Genç Marx”ı, “Olgun Marx”ın karşısına, Engels’i Marx’ın karşısına, Lenin’i Marx-Engels’in karşısına, Stalin’i Lenin karşısına koyarak; keza, Bernstein’e, Kautsky’e, Buharin’e ve Troçki’ye dayanarak Marx-Engels-Lenin-Stalin’e saldırmak manipülasyon yapmak da, oportünizmin, revizyonizmin, reformizmin kullandığı bir taktiktir. Son çeyrek asırda bu, vbg. yöntemler, sosyalizmin düşen prestijinin ardından çok da revaçta olan saldırı biçimleri olmuştur. Kuşkusuz ki, kapitalist emperyalizm bu saldırıyı çok bilinçli bir tarzda yönlendirmektedir. Bir de bu saldırıya, yenik solcunun, yenik ilerici aydının, yenilgi ve gericiliğin dizginsiz ideolojik, politik ve fiziki saldırısının ürünü olan tasfiyeciliğin, burjuva karşı-devrimin saflarına geçerek nemalanan Negri türü sayısız aydının gerçeklerini de eklemek gerekir.
                                                                                             DEVAM EDECEK

24 Mart 2014 Pazartesi

“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI? III



“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI?
                              III
“Postkapitalizm” ve “Evrensel Emek”
1950’lerden bu yana geçen tarihsel kesitte bilim ve teknikte devasa sıçramalar yaşandı. Bilimin ilerlemesi, teknik keşiflerin gelişmesi; bilimin üretimle daha derinden kaynaşması, bilimin artan oranda üretici güç haline gelmesi sermayenin organik bileşimini yükseltti. Enformasyon teknolojisi, komünikasyon teknolojisi, ulaştırma teknolojisi, nükleer teknoloji, biyoteknoloji (nanoteknoloji, ki henüz sınırlı bir gelişme aşamasında) modern üretim teknolojileri olarak sıçrama yaptı.
II. Dünya Savaşı’ndan bu yana geçen süreçte emperyalist kapitalizmin teknik temeli sürekli yenilenmeyi sürdürdü. Kuşkusuz ki söz konusu yenilenme öncelikle kapitalizmin ana vatanlarında başladı ve giderek bağımlı “çevre”ye, yeni-sömürge ülkelere doğru yayıldı…
Kapitalizmin gelişmesi, üretimin uluslararasılaşması, P-M-P’ hareketinin küreselleşmesi, sermayenin organik bileşimindeki yükselme “kolektif işçi” olarak proletaryayı küresel ölçekte büyüttü, genişletti. Bu gelişme sürecinde kafa emeğinin payı da artararak ilerledi.
P-M-P’ hareketinin küreselleşmesi, sermayenin organik bileşiminin yükselmesi “evrensel emek” kategorisini de hızla geliştirdi. Konu bağlamında, öncelikle en büyük Marksiste, Marx’a başvuralım.
“Yeri gelmişken evrensel emek ile oraklaşa emek arasında bir ayrımın yapılması yerinde olur. Her iki emek de, üretim sürecinde kendi rollerini oynar, birbiri içerisine geçer, ama her ikisi gene de farklıdır. Evrensel emek, her tür bilimsel emek, keşifler ve buluşlardır. Bu emek kısmen, canlı emeğin elbirliğine, kısmen de daha önce yaşamış kimselerin emeklerinden yararlanmaya dayanır. Öte yandan da, ortaklaşa emek ise, bireylerin doğrudan doğruya elbirliği yapmalarıdır.” (Kapital, C.III, s.96)
Bugün, ÇUŞ’ların hegemonyası ile belirlenen emperyalist kapitalizm döneminde, proletarya, çok daha büyümüş, gelişmiş bir “kolektif işçi”dir. Bugün, “evrensel emek ve ortaklaşa emek” çok daha fazla küreselleşerek, çok daha fazla “evrensel emek ve ortaklaşa emek” haline gelmiş, bu iki emek türü her zamankinden daha fazla “birbirinin içerisine” geçmiş durumdadır. Kuşkusuz ki, “evrensel emek” kafa emeğidir ve kalifiye emektir. Proletarya içerisinde ve toplumsal emek sürecinde “evrensel emek”in artan ağırlığı ve gelişimi, kapitalizmin gelişiminin içsel eğilimidir.
Bugün “evrensel emeğin”, bilimsel emeğin; kafa emeğinin bu en kalifiye bölümünün üst katmanları kapitalizmin safına geçerek sermaye ile kaynaşmıştır. Fakat geniş bir tabakası, alt katmanları giderek işçileşmiş, ücretli işçi haline gelmiştir ve gelmektedir. Bu kesim “beyaz yakalı” işçilerin (kafa emekçilerinin) bir bölümünü, “bilgi işçileri”ni oluşturmaktadır.
Olgular bunlardır. Kuşkusuz ki bu olguları çarpıtmak, revize etmek, belkemiksiz oportünizm ve tasfiyeciliğe uygun bir kıvraklıkla pazarlamak da burjuva, küçük burjuva “sol” aydınların, yenik aydınların, ÇUŞ’ların sofrasına kurulmuş Negrilerin işi olmaktadır.
Marx, “ortaklaşa emek” ile “evrensel emek” arasındaki farklılıkları ve birliği ortaya koyarken, bir başka açıdan da bu ilişkide “ortaklaşa emeğin”, “kolektif işçi”nin rolünü şöyle ifade eder:
“Ensonu, neden ve nasıl tasarruf sağlanacağını, buluşları uygulamada en yalın yöntemleri ve teorinin uygulama alanına konulmasında – üretim sürecinde uygulamaya geçilmesinde ortaya çıkan sürtüşmelerin nasıl yenileceğini vb. ancak kolektif çalışan emekçinin deneyimleri bulur ve ortaya çıkarır.”
Burada teori ile pratiğin, kafa emeği ile kol emeğinin birliğinin yaşamsal önemini görmekteyiz…
Bugün “çekirdek işgücü” olarak nitelenen işçi katmanı gerçekte kafa ve kol emeğini birleştiren kalifiye emek kategorisine giren işçi bölüğünü oluşturmaktadır. “Bilimsel emek” ise kalifiye emeğin en eğitimli en kültürlü, en yaratıcı kategorisini ifade etmektedir.
Temelde kafa ve kol emeğini en derin, en geniş çapta ayrıştıran kapitalizm, diğer yandan da, üretimin gereksinimleri ekseninde kafa ve kol emeğini birleştiren kalifiye bir emek kategorisi de yaratarak, yapılandırarak geliştirmektedir. Açık ki burada kapitalizmin çelişkili eğilimleriyle yüz yüzeyiz. Bu çelişik eğilimlerin temelinde de üretimin toplumsal karakteri ile; toplumsal üretici güçlerle kapitalist üretim ilişkileri arasındaki temel çelişki yatmaktadır. Her türlü emeği kalifiye haline getirebilecek, kafa ve kol emeğini en gelişkin teknoloji ve kültür, donanım üzerinde birleştirecek ve giderek bu iki emek türü arasındaki farklılığa da son verecek tek toplumsal sistem/üretim tarzı ancak komünizm olabilir. Kapitalizmde bu, asla olanaklı değildir…
Yeni tip uluslararası işbölümünde ve yeni tip sermaye birikimi stratejisinde gerek “bilimsel emek” gerekse de “çekirdek işçi” yaşamsal bir yerde durmaktadır. Tekelci karı güvenceleyebilmek, sınır tanımaz emperyalist rekabette ayakta kalmak ve büyüyebilmek için, “evrensel emek”, bugün dünden çok daha stratejik önem taşımaktadır. Keza, kafa ve kol emeğini birleştiren, üretimdeki, üretim sürecindeki değişikliklere hızla yanıt verebilen ve üretimin sürekliliğinin güvencesi olan “çekirdek işçi” kategorisi de bugün dünden daha fazla bir önem ve ağırlığa sahiptir. Kuşkusuz ki üretim süreci, salt “çekirdek işgücü”yle gerçekleşmemektedir, hemen çevresinde yer olan yarı-kalifiye ve kalifiye olmayan (vasıfsız) geniş bir işgücü kategorisiyle birliktedir ve birlikte düşünülmelidir…
Marx, “Büyük sanayinin mevcut üretim sürecini hiçbir zaman son ve değişmez biçim” olarak görmediğini, üretim teknolojisinin, üretim aletlerinin gelişmesinin yalnızca “üretimin teknik temelinde sürekli değişikliklere” yol açmakla kalmayacağını; bu gelişmenin “işçilerin görevleriyle, emek sürecinin toplumsal bileşiminde de köklü değişiklikler”e yol açacağını; bu sürecin “sermaye ile işçi kitlelerini durup dinlenmeden bir üretim sürecinden diğerine” atacağını ve attığını saptar. Marx’tan bu yana, 1950’lerden bu yana, son çeyrek yüzyılda bu saptamaların çok çarpıcı bir tarzda doğrulandığını ise en kör gözler bile görmektedir.
Marx, işteki çeşitliliğin, kapitalizmin temel bir niteliği olduğunu, bunun sayısız türde yeni ücretli emek kategorileri oluşturduğunu vurgular. Keza O, devamla “işin çeşitliliğinin kabul edilmesi zorunluluğu”nun “işçilerin bu çeşitli işler için yatkın duruma gelmesini ve bu yeteneklerinin en geniş ölçüde gelişmesini sağlamıştır. Üretim tarzını, bu yasanın normal olarak işlemesine uydurmak, toplum için ölüm kalım sorunu” haline getirdiğini kuvvetle vurgular.
Marx, “Büyük sanayi, gerçekte, toplumu, bütün yaşamı boyunca bir ve aynı işi yineleyerek güdükleştiren ve böylece bir ‘parça insan’ haline gelen bugünün parça işçisinin yerini, çeşitli işlere yatkın, üretimdeki herhangi bir değişmeyi karşılamaya hazır ve yerine getirdiği çeşitli toplumsal görevleri kendi doğal ve sonradan kazanılmış yeteneklerine serbestçe uygulama alanı sağlayan bir şey olarak benimseyen tam anlamıyla gelişmiş bir bireyi koymayı, bir ölüm kalım sorunu halinde zormaktadır.” (Kapital, C.I, s.497-498) saptamasını yapar.
Kapitalizmin gelişmesi bir yandan kafa ve kol emeğini daha keskin bir biçimde sürekli daha üst derecede ayrıştırmaya devam etmektedir. Vasıflı ve vasıfsız emek ayrımını derinleştirmektedir. Ama öte yandan da üretici güçlerin gelişmesi, üretimin toplumsallaşması, kafa ve kol emeği arasındaki çelişkileri aşabilmenin, “bütünlüklü işçi”yi geliştirebilmenin maddi ve tarihsel önkoşullarını artan oranda yaratmıştır, yaratmaktadır. Yaratmakla da kalmamış, sermayenin sınırlı çerçevesi içerisinde de olsa bunu bir ölüm-kalım sorunu olarak dayatmıştır, dayatmaktadır. Politeknik eğitim-öğretim sistemlerinden, “çekirdek işçi” kategorisinin artan ve öne çıkan öneminden bu olguyu açıkça görebilmekteyiz. “Çekirdek işçi”, “bütünlüklü işçi”dir; kapitalist üretimin gereksinmelerini çok yönlü karşılamaya, yanıt vermeye yatkın ve yetenekli işgücü kategorisidir. Tabii ki “büyük sanayinin teknik zorunlulukları ile, bu kapitalist biçim içinde yatan toplumsal niteliği arasındaki mutlak çelişki”, bu çelişkiden kaynaklanan çatışma, söz konusu gelişmeyi sınırlayıp sakatlamaktadır…
“Evrensel emek”, “çekirdek işçi” kategorisindeki büyüme; hizmet sektörünün öne çıkışı, daha eğitimli, kültürlü bir proletarya bölüğünün hizmet sektöründe artışı ve yükselişi; yeni teknolojiler (enformasyon, komünikasyon, biyogenetik) ve bu teknolojilere dayanan yeni sektörlerin gelişmesi ve bu gelişmeyle yeni ve nitelikli işgücü kategorilerinin doğuşu, gelişimi, yükselişi; proletaryanın bileşimindeki değişme ve yeniden yapılanma, proletaryanın yeni bölüklerle büyümesini, niteliksel güçlenmesini ifade etmektedir. Bu gelişmeleri kapitalizmin, proletaryanın sonu vs. olarak teorileştirmek, propagandasını yapmak ancak burjuvazinin, ÇUŞ’ların, “İmparatorluk”un gönüllü bilinçli ideolojik uşakları olan Hardt ve Negri vb. gibilerin işi olabilir. Bu gelişme ve değişmeler proletaryayı proletarya olmaktan çıkarmadığı gibi, asli devrimci görevi kapitalizmi yıkmak sosyalizmi kurmak ve komünizme ulaşmak olan enternasyonal proletaryanın tarihsel devrimci görevinde de en ufak bir değişiklik yaratmaz. Postmodernistlerin, Negricilerin asli işlevi, işte tamda bu yaşamsal alanda ortaya çıkmakta; proletaryaya gönüllü uşaklığı dayatmakta ve devrimci tarihsel görevinden vazgeçmeyi öğütlemektedir.
Bir dizi tasfiyeci revizyonist akımın, o arada Negrici sol liberal akıntının proletaryanın bileşimindeki değişiklikleri bir gerekçe haline getirerek proletaryanın bittiğine dair teori ve tezleri bilimin, tarihsel ve güncel gerçeklerin fütursuzca, ilkesizce ret ve inkarından, kapitalizm ve ÇUŞ’lu emperyalist dünya sisteminin savunulmasından başka bir anlama gelmemektedir.
Örneğin “postkapitalizm”in, “enformatik toplum”un en gelişkin simgelerinden olan Ar-Ge sektörü bağlamından da sorunu ele alabiliriz. Ar-Ge, uzun bir zamandan beridir başlı başına bir sektöre dönüşmüştür. “Silikon Vadisi”, “teknopark” vb. biçimlerde de ifade edilen Ar-Ge sektörü kalifiye emeğe, kalifiye emeğin kafa emeği kategorisine, kafa emeğinin en seçkin kesimine dayanmaktadır. Ar-Ge ve “evrensel emek” kategorisi birbirine çok yakışmaktadır.
Bu sektör (gerek tekellerin bünyesinde gerekse de özel olarak bu alanda uzmanlaşmış şirketler biçiminde) “küreselleşme”yle küreselleşmiştir. Yılda, 600 milyar dolarlık gibi dev bir bütçeye dayanan ve 400 milyar dolarlık bölümünün uluslararası pazarın gereksinmelerine ayrılan bir sektörden bahsediyoruz. Ve bu sektör, burjuva devletlerin-ÇUŞ’ların- üniversitelerin birleşik çalışmasıyla işliyor ve geliştiriliyor. Ki, bu devasa sektör uluslararası tekellerin denetiminde bulunmaktadır.
Ar-Ge sektöründe çalışanların üst tabakaları sermayeyle bütünleştirmiştir. Ama gerisi modern proletaryaya dahildir. Proletaryanın kalife, seçkin emek kategorisini oluşturmaktadır. Örneğin Samsung tekelinin Ar-Ge bölümünde 26.000, Simens tekelinin Ar-Ge’sinde 44.000 ücretli çalışmaktadır. Bu rakamlar çarpıcı olduğu gibi, Ar-Ge’lerde çalışan ücretlilerin büyük bir çoğunluğunun işçi sınıfının bir parçası olduğundan kuşku duymak için bir neden de yoktur. Amasız küresel tekelci rekabet ve hızlı teknolojik yenilenmenin Ar-Ge sektörünü ve bu sektörde istihdam edilen işgücünü hızla geliştirmiş olduğu ve geliştirmeye devam edeceği açıktır.
Ar-Ge sektörü kapitalist maliyet fiyatlarını düşürmek, emek üretkenliğini yükseltmek, yeni teknoloji ve tasarım üretmek, kapitalist rekabetin temposu yükselen ritmine ayak uydurup öne geçmek, hızlı teknolojik yenilenmede geride kalmamak vb. için etkin bir tarzda geliştirilmektedir.
AB’nin “7. Çerçeve Programı” çerçevesinde Ar-Ge’ye ayırdığı bütçe 50 milyar eurodur. 20 Kasım 2009 tarihli Milliyet gazetesi “EK’inde yayınlanmış olan şu tablo oldukça anlamlıdır:



“Bölgelere göre Ar-Ge harcamaları (milyar dolar)
Bölge                                                             Harcamalar
Kuzey Amerika                                               215
Avrupa                                                           170
Japonya                                                          116
Hindistan ve Çin                                                  5
Dünyanın geri kalanı                                          27

Kaynak: Bloomberg, Booz & Company
Not: Rakamlar yuvarlanmıştır.”
Bu tablo, sermayenin Ar-Ge sektörüne verdiği önemi yansıtmaktadır. Bu tablo, emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinde en önemli güç merkezlerinin şimdilik ABD-Japonya-Avrupa olduğunu göstermektedir. “Evrensel emek”in bir bölümünü, en nitelikli kesimini bağrında toplamış olan “Ar-Ge”nin sermaye bakımından vazgeçilmez olduğu çok açıktır. “Enformatik”, “postkapitalist”, “gayri maddi emek” olarak, bu sektör ve emek türünün doğrudan tekellerin ve tekelci devletlerin denetiminde, tekelinde olduğu da açıktır. Yani postmodern burjuva liberal demagojinin tersine, ne sermayeden bağımsızdır ne de kendi değerini kendi belirleyebilmektedir.
“Küreselleşme”yle, “yeni teknoloji”lerle yeniden yapılanıp biçimlenen üretim, dolaşım, pazarlama sistemleri ile ÇUŞ’lar bir dizi avantaj kazanmış, yeni yöntemler geliştirmiştir.
Örneğin “Toyota, stoksuz çalışma politikası uygulayarak, 15 günde üretilebilecek bir arabayı, bir günde üreterek, çok önemli bir zaman tasarrufu sağlayabilmiştir.” Japonların “stoksuz üretim sistemi”nin, “Amerikan endüstrisine bir rekabet saldırısı olarak” nitelendirilmiş olması da ayrıca anlamlıdır. (Bkz Genel İşletme, s.254-55, Anadolu Ünv. Yay.)
“Rekabetçi üstünlük”ü elde tutabilmek ile “sürekli yeni ürün”lerin piyasaya sürülebilmesi sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Burada teknoloji, tasarım, yenilikçilik, emek üretkenliği, kafa emeği, Ar-Ge bölümü ve pazarlamada üretkenlik, hız, realizasyon baş köşede durmaktadır. Aynı kaynakta, BMW’nin “2003 ve 2005 yılları arasında” “her üç ayda bir yeni ya da güncellenmiş bir modeli piyasaya” sürmeyi hedefleyen bir “iş planı” geliştirdiği söyleniyor. “Postmodern-enformatik ekonomi”yi anlamak bakımından devamını birlikte okumakta yarar vardır.
“Yeni modellerin piyasaya sunulmasının bir süreç olduğunun farkında olan BMW’nin imalat süreçleri Avrupa’daki en esnek süreçlerdir: BMW ayrıca oldukça kalifiye iş gücüne sahiptir. Üretim süreçlerinin esnekliği pazardaki dalgalanmalara hızlı yanıt verme imkanı getirmektedir. Rakiplerde olduğu gibi, katı olan üretim hatlarının değiştirilmesindeki yüksek maliyetler de önlenmiş olmaktadır.
“İmalat süreçlerinin esnekliği internet ile birleştirilerek artık alıcılara kişisel otomobil sipariş etme imkanı vermektedir. Bu durum BMW’nin otomobil montaj hatlarının etkinliğinde bir azalmaya da neden olmamaktadır. Alıcılar artık 350 farklı model çeşidi, 500 seçenek, 90 dış renk, 170 farklı iç oto döşeme paketinden seçim yaparak, kendi BMW’lerini tasarlayabilmektedir. Bir sipariş, alıcı kişinin BMW’nin Web temelli sipariş sistemine girmesinden sonra, beş saniye içinde onaylanabilmektedir. Otomobil bayiye 11-12 gün içinde ulaştırılmaktadır, bu süre çevrim içi sisteminden önceki sürenin üçte biri kadardır. Bugün BMW’nin Almanya’daki fabrikalarında üretilen otomobillerin yüzde 98’i kişisel sipariş üzerine oluşturulmaktadır. ABD’de alışılmadık bir durum olsada, burada satılan BMW’lerin de yüzde 60’ı da sipariş üzerine üretilmektedir.
“BMW’nin üretim stratejisinin başarıyla uygulayabilmesi fabrikaların ve zamanlama sisteminin daha çok kontrol altında tutulmasını gerektirmektedir. Alıcıya zamanında teslimatın yapılabilmesi çapraz işlevli bir çabaya bağlıdır. Diğer bir deyişle, gerektiğinde çalışanlar farklı bölümlerle de iş yapabilmeli ve sorun çözebilmelidir.” (s.262)
“Örneğin, Hewlett-Packard (HP), satış gelirlerinin yaklaşık yüzde 55’ini son üç yılda geliştirdiği ürünlerden elde etmiştir. Aynı şekilde IBM, pazara sunduğu yeni ürünlerin ortalama ömrünü, 6 ay olarak öngörmüştür. Sony, pazara son 10 yılda, 160 farklı Walkman model sürmüştür.” (s.264)
Bu örnekler günümüzün tablosunu pek çok açıdan yansıtmaktadır. Ve burada üretim ve dolaşım sürecinde yeni teknolojilerin, yeni yapılanma ve çalışma tarzının önemini çarpıcı bir tarzda görebilmekteyiz. Esnek üretim, esnek tasarım, esnek pazarlama, esnek işgücü, kalifiye emek, bilgisayar destekli imalat sürecinin internetle birleştirilmesi, müşteri memnuniyeti, “stoksuz” çalışma; üretim ve dolaşım süreçleri üzerinde daha sıkı kontrol vb birbirini tamamlamaktadır. Rekabette geride kalmak, kaybetmek ve ölüm demektir, daima en önde olmak gerekmektedir, vb.
İster Toyota, ister BMW, isterse Hewlett Packart ve IBM olsun, bu tekeller kapitalist tekellerdir. Amaçları azami kardır. Karlarının kaynağı artı-değerdir. Artı-değeri üreten işçilerdir. Temel üretim araçları kapitalist özel mülkiyettir. Üretim toplumsaldır, metalar “kolektif işçi” tarafından üretilmektedir; bilim insanıyla, mühendisi ve teknisyeniyle, montaj hatlarının başında duran işçisiyle “kolektif işçi”dir. Metaları (otomobili, bilgisayarı, yazılımı, tasarımı) üreten işçi ürettiği metalara yabancılaşmaktadır ve bir ücretlidir. Buradaki maddi ve “maddi olmayan emek” “kolektif işçi”nin emeğidir ve bu “emek” sermayeye tutsaktır. Buradaki temel çelişki de emek-sermaye çelişkisidir.
“Enformatikleşme” ve “gayrimaddi emek” adına kapitalizmin, emek ve sermayenin, emek değer teorisinin, artı-değer sömürüsünün aşıldığının herhangi bir kanıtı var mı bu tabloda? Yok. Açık ki, postmodernlerimiz, tasfiyeci revizyonistlerimiz, Negri gibi bilinçli emperyalist kapitalizm savunucularının teori ve tezleri sözde teori ve tezlerdir. Ve kuşkusuz ki enternasyonalist proletaryaya karşı uluslararası sermayenin, Marksizm-Leninizm’e karşı burjuva liberal emperyalist ideolojik saldırısını ifade etmektedir.
DEVAM EDECEK

22 Mart 2014 Cumartesi

“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI? II



“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI?
                             II
Kapitalizm, “Postkapitalizm” ve “Kolektif İşçi”
Yukarıda, proletaryanın dünya ölçeğinde büyümeye devam ettiğini saptamıştık. Burjuva ve küçük burjuva “küreselleşme”ci “teorisyen” ve propagandistlerin, üretim teknolojisinin yenilenmesini, yeni üretim yöntemlerinin geliştirilmesini, entegre dev üretim birimlerinin parçalanmasını, proletarya içi tabakalaşmanın artmasını, yeni proletarya kategorilerinin, iş ve mesleklerin gelişmesini proletaryanın değişerek yok olduğuna “kanıt” olarak gösterdiklerini; ideolojik saldırı ve mücadeleci kuvvetleri manipüle etmek için kullandıklarını görüyoruz. Toplumsal üretim sürecinde kafa emeğinin (“maddi olmayan emek” ve onun bir biçimi olduğu söylenen “duygulanımsal emek”) göreli artan rolü ve hizmet sektörünün büyüyen rolü de aynı yıkıcı ve kirli ideolojik saldırılarda kullanılmaktadır. Proletaryayı bir yandan “mavi yakalı” (kol) işçiye indirgerken, öte yandan da sınırsız bir iki yüzlülükle Marx’ı, Marksizm-Leninizm’i, proletaryayı salt kol işçisine indirgemekle de “eleştirme” aynı cenahın manevraları içerisinde yer almaktadır. Negricilik de aynı, benzer argümanlara sarılmaktadır.
Üretim teknolojisinin yenilendiği, yeni üretim yöntemlerinin geliştirildiği ve üretimin yeni bir biçimde örgütlendiği, dev entegre tesislerin parçalanıp tasfiye edildiği, kafa emeğinin öneminin artığı ve bu emek türünün üretim içerisindeki yaşamsal rolünün giderek büyüdüğü, proletarya içi katmanlaşmanın oldukça geliştiği, maddi üretim sektöründe çalışan “mavi yakalı” işçi sayısının göreli olarak düştüğü, hizmet sektörünün daha hızlı büyüdüğü ve bu sektörde istihdam edilen proletaryanın maddi üretim sektöründe çalışan işçilerden daha çok olduğu doğrudur. Fakat bu gerçeklerin saptanması bir şeydir, bu saptamalardan hareketle “Elveda proletarya!” tezlerini geliştirmek, onun “yok olduğu”nu söylemek farklı bir şeydir.
Kapitalizmde işgücü kapitalistçe sömürülür. Bu işgücü kol emeği olabileceği gibi kafa emeği de olabilir. Her iki biçimiyle işgücü metadır, ücretli emektir. Marx ve Lenin, Marksizm-Leninizm işçi sınıfını salt “mavi yakalı” işçilere indirgemediği gibi, kapitalizmin gelişimiyle birlikte kafa emeğinin (zihinsel emeğin) rolünün de artacağını açıklıkla ortaya koymuşlardır.
Bütün bölükleriyle proletarya “kolektif işçi”dir ya da “kolektif işçi” proletaryanın temel karakteristiğidir. Üretimin toplumsal karakteri proleter sınıfı da kolektif işçi olarak yapılandırır. Proletaryanın kapitalist üretimin gelişme seyrinde, üretim teknolojisindeki gelişmeyle bağlı bir şekilde yeniden ve yeniden yapılanması, değişik kategorilerinin varlığı bu gerçeği değiştirmez. Proletarya gerek manifaktür kapitalizmi, gerek sanayi kapitalizmi, gerek de 70-80’lerden bu yana “üretimin enformatikleşmesi” ile olsun, her bir aşamada yeniden şekillenirken, daima “kolektif işçi” karakterini korur. Dahası kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle, bir yandan işçi sınıfı daha fazla büyümeye devam ederken, diğer yandan “kolektif işçi” olarak çok daha etkin ve güçlü bir sınıf olarak gelişir.
“Kolektif işçi”, manifaktür kapitalizminde “manifaktürün canlı mekanizmasını” oluşturmaktaydı ve “uzmanlaşmış parça işçilerden meydana” gelmekteydi. “Çok sayıda parça işçinin birleşmesi ile oluşan kolektif işçi manifaktür döneminin kendine özgü makinesidir.” (Marx, Kapital, C.1, s.338)
Kolektif işçinin, hem basit hem karmaşık, hem yüksek hem düşük düzeyde işlevleri” (age., s.339, iba.) bulunur ve bütün bunlar, üretim sürecinde kolektif işçinin işlevleri olarak işlevselleşir. Manifaktür kapitalizminde el emeği, parça işlerde uzmanlaşma ve aleti işçinin kullanması kolektif işçinin karakteristikleridir. Ama sanayi devrimi ile bu teknik temel değişir. Böylece “kolektif işçi” olarak işçi sınıfı da yapısal ve köklü bir değişiklik geçirerek yeniden yapılanır.
Konu bağlamında Marx, şunları söyler:
“Makine biçimine gelen emek araçları, insan kuvveti yerine doğal kuvvetlerin konulmasını, ve el alışkanlığı yerine bilimin bilinçli uygulanmasını gerektirir. Manifaktürde, toplumsal emek sürecinin örgütlenmesi tamamen özneldi, ve parça işçilerin bir bileşimiydi; makine sistemine dayanan büyük sanayide ise, tümüyle nesnel bir üretici organizma vardır ve işçi, zaten varolan maddi üretim koşullarına eklenen bir şey haline gelmiştir. Basit elbirliğinde ve hatta işbölümüne dayanan elbirliğinde, tek başına çalışan işçinin yerini kolektif işçinin alması, azçok rastlantıya bağlı bir şey gibi görünür. Oysa makineler, daha sonraki durumlarda, birkaç istisna dışında, yalnız birleşmiş emek ya da ortaklaşa emekle işletilir. Demek ki, burada, emek sürecinin ortaklaşa niteliği, emek aracının kendisinin zorladığı teknik bir gerekliliktir.” (age., s.372)
Demek ki, sanayi devrimi ile, sanayi kapitalizmi ile birlikte toplumsal emek sürecinin teknik temeli değişir. El emeğinin yerine makine geçer, emek süreci nesnel bir üretici organizmaya dönüşür; böylece işçi makinenin basit bir uzantısı haline gelir. Yüksek teknolojik temele dayanan bir işbölümü şekillenir. Bu sıçrama ve yapısal dönüşümle işçi sınıfının toplumsal bileşimi, emek sürecindeki görevleri ve konumu da değişerek yeniden yapılanır. Sanayi proletaryası doğar ve gelişir. Üretim çok daha toplumsallaşır. Ve “kolektif işçi” daha yüksek bir temelde, emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığının yerini gerçek bağımlılığa bıraktığı aşamanın, çok daha vazgeçilmez, bir “kolektif işçi”sine dönüşür. Ve toplumsal üretim süreci artık istisna tanımadan ya da “birkaç istisna dışında” yalnızca “birleşmiş emek ya da ortaklaşa emekle işletilir” hale gelir.
Emperyalist küreselleşmenin son dalgasıyla üretim uluslararası ölçekte örgütlenmiş, böylece üretim çok daha toplumsallaşmış, daha yüksek bir teknolojik temel kazanmış ve işçi sınıfı, dünle kıyaslanmayacak kadar çok daha fazla “kolektif işçi” haline gelmiştir. Bugün işçi sınıfı, dünya pazarını temel alan uluslararası tekeller emperyalizminde, kapitalist dünya pazarındaki bütünleşmenin çok daha ileri düzeyde biçimlendiği koşullarda, düne göre çok daha ileri düzeyde “birleşmiş emek ya da ortaklaşa emekle” temsil edilen bir proletarya konumunu kazanmıştır. Üretimin esnek uzmanlaşma temelinde parçalanması, yerkürenin dört bir yanına dağılması, herhangi bir metanın parçalarının onlarca ülkede aynı anda üretilip hızla son biçimini alması ve dünya pazarına sürülebilmesi, üretici güçlerdeki ve üretimin toplumsal karakterindeki bir gerilemeyi değil, aksine daha yüksek bir gelişme düzeyini temsil etmektedir. Eğer sermaye birikimi bu aşamaya varmasaydı, eğer üretim teknolojisi, elektronikleşme, enformasyon, komünikasyon ve ulaştırma teknolojileri böyle bir gelişme düzeyine yükselmesiydi ve böylece, sermayenin dönüşüm hareketinin (dönüşüm devresini) hızlı bir tempoda çevrimini güvencelemeseydi ya da buna elvermeseydi, bu, zaten gerçekleşmeyecekti. Üretimdeki “parçalanma”yı, sınıf içi tabakalaşmanın artmasını, sermayenin organik bileşiminin yükselmesini, yeni teknolojileri işçi sınıfının sonu, sınıfın devrimin öznesi olmaktan çıktığının kanıtı, sınıfın önemsizleşmesinin göstergesi olarak görmek trajikomik bir çarpıtma ve tasfiyeci propagandadan ibarettir.
İşçi sınıfını, “kolektif işçi”yi sadece kol işçisine indirgeyen, kafa emeğini proletarya dışında gören bakış açısının Marksizm-Leninizm’le bir ilişkisi bulunmamaktadır. “Postmodernistler”in ve onun bir versiyonu olan “postMarsizmin” (ki ikisi de yeni tip burjuva liberalizmin versiyonudur), bir yanda “postkapitalizm”le işçi sınıfının yok olduğunu ya da yok olma yolunda olduğunu propaganda ederken öte yandan da Marx’ın, Marksizm-Leninizm’in proletaryayı “mavi yakalı” işçiyle sınırladığı demagojisini yaptığını biliyoruz. Burjuva ve küçük burjuva tasfiyecilerin her iki iddiası da gerçek dışı ve tümüyle demagojiktir.
Konu hakkında Marx’a başvuralım.
“Yalnızca sermaye üreten emek üretkendir” diyen, üretken ve üretken olmayan emek kategorilerini incelediği yerde Marx, kapitalistleri ilgilendiren “şey” üzerinde durur ve “metada onu ilgilendiren şey” der, “ödediğinden daha fazla değişim değerinin yaratılmış olmasıdır ve bu nedenle, onun açısından, emeğin kullanım değeri, ücret olarak ödediği emek zamanını daha fazla miktarda geri alıyor olmasındadır. Doğal ki, bu üretken işçiler, asıl makine işçisinden yöneticiye ya da mühendise kadar (kapitalistten farklı olarak) şu ya da bu biçimde metanın üretimine katkıda bulunanların hepsidir.” (Artı-Değer Teorileri, 1. Kitap, s.146-147) diyerek üretim sürecinde yer alan kafa emekçilerini, mühendisi, teknisyeni, yöneticileri de “kolektif işçi” kategorisinde gördüğünü ortaya koyar.
Yine Marx, aynı ölümsüz eserinde, konuya derinlikli ve çarpıcı bir şekilde şöyle ortaya koyar:
“Birçok emekçinin, aynı metanın üretiminde çalıştığı tam kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle, bunların emeğinin üretilen nesneyle doğrudan ilişkisi, doğal ki büyük ölçüde çeşitlilik gösterir. Örneğin, bir fabrikada, daha önce değinilen vasıfsız işçilerin, hammaddenin işlenmesiyle doğrudan görevli olanların üstünde bir tür nezaretçilik görevi yapan ustalar, bir adım daha ötededirler; iş mühendisi de daha başka bir tür ilişki içindedir ve esas olarak yalnızca beyniyle çalışır, vb. ancak sonucu, (her ne kadar çalıştırılanların tümü aynı düzeyi sürdürürse de) farklı değerde emek-gücüne sahip olan bu emekçilerin bütünü üretir; yalnızca çalışma sürecinin sonucu olarak görülen bu sonuç, ifadesini metada ya da maddi üretimde bulur; ve hepsi bir arada, bir işlik olarak, bu ürünlerin canlı üretim makineleridir-üretim süreci bir bütün olarak alındığında, emeklerini sermaye karşılığında değişirler ve kapitalistin parasını sermaye olarak yeniden üretirler; yani artı değer üreten değer olarak, kendini genişleten değer olarak yeniden üretirler” (s.384-385)
Marx’ın çizdiği tablo açıktır.
Maddi ve “maddi olmayan” ücretli emek biçimleriyle; sanayi, tarım, hizmet ve ticari sektörlerde çalışan proletarya (ve işsiz işçiler) modern ücretli köleler sınıfını, “kolektif işçi”yi oluşturmaktadır. Proletarya içi katmanlaşma ve emek türlerindeki çeşitlilik ne proletaryanın yok olduğunun ne de önemsizleştiğinin bir verisini vs. oluşturmaz. Kapitalizmin asli ve asıl ürünü olan enternasyonal proletarya kapitalizmin de mezar kazıcısı rolünün oynayacaktır. Bu misyon yalnızca proletaryaya özgüdür; çünkü özel mülkiyetle tüm bağlarını koparmış olan tek sınıf proletaryadır. Onun köleleşmesinin nesnel maddi koşulu kapitalist özel mülkiyet dünyasıdır. O, ancak kapitalist üretim ilişkilerini proleter devrimle yıkarak kurtulabilir. Oysa proletarya dışındaki tüm sınıflar özel mülkiyet tabanı üzerinde durur…
Proletaryayı salt kol işçiliğine indirgeyerek yapılan işçi sınıfı tahlili yanlıştır. Kapitalizm ve “küreselleşme” propagandistlerinin, Negriciliğin böylesine dar bir proletarya teorisini Marksizm-Leninizm’e ait bir tahlil ve teori olarak sunması onların Markzim-Leninizm’in, Ekim Devrimi’nin, III. Enternasyonal’in bilinçli ideolojik düşmanları olmasıyla; Hardt ve Negri gibilerinin bilinçli tahrifatçılığı bir yöntem olarak kullanarak devrime saldırırken emperyalizmi, özellikle de Amerikan emperyalizmini bilinçli bir şekilde savunmasıyla bağlıdır. Yoksa onların Marksizm-Leninizm’in, III. Enternasyonalin proletarya tanımından, proletaryanın kapsamı hakkındaki teori ve analizlerinden habersiz olduğunu düşünmek aptallık olur.
Onlar ÇUŞ’ları, emperyalizmi, özelde de ABD’yi savunmaya adanmış olan “imparatorluk” kitaplarında (ve Negri’nin çeşitli röportajlarında) söz konusu görüşü Marx-Lenin’e atfedip sözde eleştiriler yaparken aslında böyle bir görüşün modern revizyonist ve küçük burjuva sosyalist akımlar cephesinin bir bölümüne ait olduğunu biliyorlar. Biliyorlar ve Marksizm-Leninizm’in bilinçli düşmanları olarak, bu gerçeği gizleyip sermayenin lehine alçakça sömürüyorlar. Entelektüel yetilerini demagoji ve manipülasyon amacıyla fütursuzca kullanıyorlar.
Tarihi, teoriyi, güncel gerçekleri sınır tanımaz bir küstahlıkla okuyucularının gözlerinin içine baka baka tahrif etmekten, bile bile yalanlar söylemekten bir an olsun bile kaçınmayan Negri/Negricilik “Endüstriyel işçi sınıfı”nın “proletaryanın ve proleter devrimlerin tarihinde sadece kısmi bir uğrağı temsil” (İmparatorluk, s.403, açHveN) ettiğini ileri sürebilmektedir. Oysa 500 yıllık kapitalizm tarihinde maddi üretim proletaryası, sanayi devriminden 20. asrın nerdeyse ikinci yarısına dek sanayi proletaryası proletaryanın bel kemiğini, ana gövdesini oluşturmuştur. Bugün de sanayi proletaryası proletaryanın ana çekirdeğini, öncü ve temel bölüğünü; politik bilinç ve örgütlenmesi, politik mücadele deneyimi en gelişkin kesimini oluşturmaktadır.
Postmodernistlere ve “postmodernizmin doruğu” olarak Negriciliğe göre, “postkapitalizm” ile proletarya, başta da sanayi proletaryası zaten buharlaşmıştır. Kaldı ki zaten sanayi proletaryası “modernizm” çağında da “kısmi bir uğrağı” temsil etmekteydi. Oysa kapitalizm “sanayi toplumu”dur ve proletarya genel olarak kapitalizmin ama özellikle de sanayi kapitalizminin asli, özgül ve temel ürünüdür. Leninizm’in en bilinçli düşmanlarından olan Negri türü kapitalist emperyalizme iltihak etmiş aydınlar “çağımızın önemli sorunlarına kafa yoran” aydınlar kategorisine asla girmezler, giremezler; aksine, onlar, sermayenin bilinçli savunucusu “sol” liberal oportünist teori ve pratiğin propagandistleridir. Bu gerçek her fırsatta vurgulanmalıdır. “Postmodernizm”, “postMarksizm”, Negricilik, “neoliberal” emperyalist yeni tip ideolojik Haçlı Seferberliğinin ideolojik saldırı biçimleridir.
Endüstrinin yerini hizmet sektörüne, kol emeğinin yerini “gayrimaddi emeğe” bıraktığını; bu değişimin de “modernizmden postmodernizme”, “İmparatorluğa” geçiş olduğu; kapitalizm ve emperyalizmin yerini kendiliğinden yeni bir üretim tarzına, kendiliğinden komünist vb. bir üretim tarzına bıraktığı; dolayısıyla artık proletaryadan bahsedilmeyeceği postmodern liberal propagandası, tümüyle bilim dışı demagojik bir propagandadır.
Kapitalist saldırının “küreselleşme” ile dizginlerinden boşandığı bir tarih kesitinde proletaryanın bittiğinin ilan edilmesi trajikomik bir durum olsa da, bir olgu. Üstelik son çeyrek asırda bu tip neoliberal, postmodern, postMarksist teori ve tezler popüler hale de geldi. Son çeyrek asrın tarihsel konjonktürü bu bakımdan elverişli koşulları altın tepsi içinde sermaye cephesine ve yedeğindeki akımlara sunduğu ise kuşkusuz ki gözden kaçırılmamalıdır.
Bilimsel ve teknolojik devrimin küresel çapta atılımı, yeni teknolojilerin yaygınlaşması, hizmet sektörünün daha da büyümesi, kafa emeğinin artan önemi, bilimsel-entelektüel emeğin emek içerisinde artan ve büyüyen rolü vb. “elveda proletarya” teorileri ve burjuva propagandası için doludizgin çarpıtılarak kullanıldı. Maddi emeğin bittiği, gayri-maddi emeğin maddi emekle bir ilişkisi kalmadığı, artık emeğin kendi değerini kendi belirlediği, emeğin ölçülemeyeceği vbg. “teori” ve “tezler” de aynı burjuva ve burjuva revizyonist ideolojik saldırının argümanları olarak kullanıldı.
Kafa ve kol emeği bağlamında, soruna, kısaca da olsa, tarihsel ve güncel perspektiften şöyle bir bakacak olursak şunları görmekteyiz.
Maddi ve zihinsel işbölümü arasındaki ayrışmanın tarihsel kökleri sınıflı toplumun ortaya çıkışına dek uzar. Zihinsel işbölümünün ön koşulu maddi işbölümüdür. Maddi yaşamdaki işbölümü ne ise zihinsel işbölümü de öylece ayrışır ve şekillenir. Çünkü tarihte belirleyici olan zihinsel işbölümü değildir. Zihinsel üretim ve işbölümünün temeli de, son tahlilde, gerçek yaşamın/maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. İnsanların kendi yaşamının temelini, o arada farklılaşmasının temelini de üretici güçler oluşturur. “Çünkü insanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” Toplumsal bilinci de, toplumsal işbölümünü de belirleyip biçimlendiren toplumsal maddi gerçektir. Artı-emeğe, artı-ürene el koyan sınıflar, daima zihinsel üretim ve yönetim işini de üstlenmiş, kafa emeğini de kontrol ede gelmişlerdir. Kol emekçiliği ise tarihte, daima ezilen emekçi sınıf(lar)a kalmıştır. 
Konuyu genişletmeden kafa ve kol emeği çerçevesinde ele alacak olursak, iki emek türünü en keskin biçimde ayrıştıran, arasına uçurum koyan sistem kapitalist üretim tarzı olmuştur. Oysa “emek süreci tamamen bireysel olduğu sürece” kafa ve kol emeği bireysel üreticide birleşmişti; böylece üretici emekçi kendi ürününe karşı yabancılaşmıyordu; kafa ve kol emeğini aynı üretici süreçte kullanıyor ve kendisini yönetiyordu. Ancak, “daha sonra başkalarının denetimi altına girer. Tek bir insan, kendi beyninin denetimi altında gene kendi kaslarını harekete geçirmeksizin doğa üzerinde bir iş yapamaz. Doğal beden de kafa ile elin birbirine bağlı olması gibi, emek-süreci de el emeğini kafa emeği ile birleştirir. Sonraları bunlar birbirlerinden ayrılırlar, hatta can düşmanı olurlar.” (Marx, Kapital, C. I, s.483-484) “Değişik emek türlerini ve dolayısıyla zihin emeğiyle kol emeğini – ya da bunlardan birinin daha hakim olduğu emek türlerin- birbirinden ayırmak ve farklı insanlar arasında dağıtmak, kapitalist üretim tarzının gerçekten ayırt edici özelliğidir.” (Marx, Artı Değer Teorileri, 1. Kitap, s.385)
Marx’ın dediği gibi, “üretimin zihinsel güçlerinin el emeğinden ayrılması ve bu güçlerin, sermayenin emek üzerindeki gücü haline dönüşmesi, daha önce gösterdiğimiz gibi, ensonu, makine temeli üzerinde yükselen büyük sanayi tarafından tamamlanmıştır.” (Kapital, C. I, s. 405)
“Fordizm” ve “Taylorizm” olarak tanımlanan üretimin ve işin örgütlenmesi sürecinde, bu tabloyu ama daha keskin bir şekilde görmekteyiz. Tablo, günümüzün de temel tablosudur. Kafa ve kol emeğinin birleştiren “çekirdek işçi” kategorisi, esnek üretim sisteminde yaşamsal bir yerde durmakla ve proletaryanın bu katmanı giderek büyümekle birlikte, bu kategori toplam dünya proletaryası içinde hala küçük bir yer tutmaktadır.
Günümüzde kafa emeğinin toplam üretimde tuttuğu yer, ne Marx ne de Lenin dönemindeki gibidir. Ki, bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu tablo, örneğin 1950’ler, 1960’lardaki gibi de değildir. Başta kapitalizmin metropolleri olmak üzere kapitalist dünya ekonomisinde kafa emeğinin payı önemli ölçüde artmıştır ve artmaya da devam edecektir. Gerek maddi metalar gerekse de hizmet metalarının üretiminde kafa emeğinin artan payı ve rolü, postmodernist, post Marksist vb. akımların iddialarının aksine proletaryanın önemsizleşmesinin, dahası yok olmasının değil, aksine, daha eğitimli ve kültürlü bir sınıf haline geldiğinin kanıtıdır. Ve yeniden vurgulanması gerekir, kafa işçileri proletarya dışı bir sınıf, proletaryanın yok oluşuyla yükselen yeni bir sınıf, proletaryanın dışında bir katman değil, tersine, proletarya sınıfının bir bölüğü, daha eğitimli, kültürlü, donanımlı, kalifiye bir bölüğüdür; “kolektif işçi” dir, “kolektif işçi”nin bir bileşenidir. “Değişik emek türlerini ve dolayısıyla zihinsel emeğiyle kol emeğini- ya da bunlardan birinin daha hakim olduğu emek türlerini- birbirinden ayırmak ve farklı insanlar arasında dağıtmak, kapitalist üretim tarzının gerçekten ayırt edici özelliğidir.” “Tüm bu insanlar, yalnızca maddi zenginliğin üretilmesine doğrudan katılmakla kalmazlar, üstelik emeklerini doğrudan, sermaye olan parayla değişirler ve dolayısıyla ücretlerine ek olarak kapitalist için bir artı-değeri yeniden üretirler. Emekleri, ödenmiş emeği artı ödenmemiş artı-emeği içerir.” (age, s.385, açM.)
Soruna hizmet sektörü açısından baktığımızda da karşımıza çıkan tablo şudur: Hizmet sektörü maddi üretim sektöründen daha hızlı gelişmektedir. Gerek gelişme hızı, gerekse de kapsamı itibarı ile hizmet sektörünün ulaştığı gelişme aşaması Marx dönemiyle kıyaslanamaz bile. Bugün hizmet sektöründe çalışan proletarya bölükleri maddi üretimde çalışan proletarya bölüklerinden daha büyük bir niceliği oluşturmaktadır. Her iki sektörde de mavi ve beyaz yakalı işçilerin çalışmakta olduğunu ise herhalde hatırlatmak bile gerekmez.
Hizmet sektörünün büyümesini proletaryanın yok oluşu olarak lanse eden postmodern ve postMarksist propaganda tümüyle demagojiktir. Hizmet sektörünün genişlemesi, bu sektörde çalışan proletaryanın büyümesidir ve genelde de proletaryanın küresel ölçekte daha da büyümüş olduğunu gösterir. Hizmet sektörü de kapitalist ekonominin kapitalist sektörlerinden birisini oluşturmaktadır. Bu sektörde de temel çelişki emek sermaye çelişkisidir ve hizmet sektöründe çalışan proletarya, doğası gereği, kapitalistçe sömürülmektedir. Kapitalist üretim tarzının maddi temelini maddi üretim ekonomisi oluşturmaktadır. Kendi maddi üretim temelini yitirmiş bir kapitalizmden salt, “hizmet sektörüne” dayanan bir kapitalizmden bahsedilemez. Bu iddia, hangi biçimde kamufle edilirse edilsin, postmodern, postMarksist demagogların sahte savlarından ibarettir sadece. Modern sanayi, günümüz kapitalizminin de maddi temelini oluşturmaktadır. Tarımın sanayileşmesi, hizmet sektörünün sanayileşmesi de bunu gösterir.
Kapitalizm geliştiği oranda toplumun toplumsal ve kültürel gereksinimleri de artar, çeşitlenir, zengin biçimler kazanır. Doğal olarak bu olgu, hizmet sektörünü de geliştirip büyütecektir ve büyütmüştür de. Keza maddi üretimde düşen kar oranları, sermayenin daha yüksek kar oranlarını yakalayabileceği sektörlerden birisi olarak hizmet sektörüne yönelmesini de getirdi. Bu tablo, hizmet sektörünün büyümesine, hızlı bir tarzda büyümesine yol açtı. Şüphesiz, toplumsal yararlı işlerin, sosyal hizmetlerin gelişiminde işçi ve emekçi hareketinin, özelde sosyalist sistem ve kampın tarihsel ve politik baskısı gibi çok temel bir nedeni de unutmamak ve vurgulamak lazım…
Yeni kapitalist birikim stratejisi ile birlikte, gerek devletin kamusal yükümlülükler çevresinde sermaye lehine üstlendiği geniş çaplı alt yapı yatırımları gerekse de sosyal hizmetler, özelleştirilerek özel kapitalist sektöre, uluslararası tekellere devredildi. Yani söz konusu hizmetler metalaştırıldı, ticarileştirildi, sermayeleştirildi. Ve bu alan git gide artan oranda dolaysız kapitalist sömürüye; artı değer gaspına, kar üretimine açıldı. Kar amacı gütmeyen kamusal (toplumsal faydalı işler) olmaktan çıkarılan sosyal hizmetler (eğitim, sağlık vb.) bir yandan bu alanlarda çalışan geniş bir emekçi kitleyi işçileştirirken, öte yandan da üretken emek kategorisinin de genişlemesine yol açtı. Hatırlatmak gereksizdir ki burjuva devlet de “şirket devlet”e dönüşmeye, özel kapitalist sektöre henüz devretmediği bir dizi “kamusal” hizmeti (elektrik, doğalgaz, eğitim vs.) kar amacıyla işletmeye yöneldi…
Bu yönelim, bir yandan üretken emek kategorisini öte yandan proletaryanın niceliğini büyüttü, genişletti.
Uluslararası tekellere dayanan emperyalist küreselleşmenin atılım sürecinde küresel ölçekte yaygın, kapsamlı, hızlı bir mülksüzleşme süreci yaşandı ve yaşanmaktadır. Bu süreç, kent ve kır küçük meta ekonomisinin kapsamlı iflası ve tasfiyesine; küçük ve orta çaplı mülk sahipleri sınıflarının geniş kesimlerinin iflasına yol açtı ve açmaktadır. “Küreselleşme”nin son dalgası ile ara sınıfların, orta tabakaların bu çok hızlı çözülüşünün proletaryayı büyütmeye devam edeceği açıktır.
Günümüz dünyasında da kapitalizm derinlemesine ve genişlemesine gelişmekte, yeni tipte mülksüzleşme süreci hız kazanmakta, işgücü artan bir hızla ve daha kapsamlı metalaşmaktadır. İşgücünün daha eğitimli bir dizi kategorisi, “orta sınıf”, “yeni tip küçük burjuvazi” kategorisine tekabül eden kategorileri 50’lerden, 60’lardan farklı olarak proletarya saflarına atılmıştır, atılmaya da devam etmektedir. Yani proletarya küresel ölçekte büyümesini sürdürüyor, sürdürmektedir.
Tarımsal iş gücünün bir dizi ülkede gerilemesi, sanayisel işgücünün ve istihdamın göreli olarak gerilemesi, hizmet sektörünün gelişmesi ise zaten proletaryanın sonu anlamına gelmiyor ve gelmez de. Kurgu, gizem, dil oyunlarıyla bu gerçekler yok sayılabilir ama yok edilemez, “yok yer”e gönderilemez. Ayrıca hatırlatmak gerekir ki, hizmet sektörüne gitgide artan oranda girip biçimlendiren enformasyon, telekomünikasyon, ulaştırma, otomasyon vbg. teknik aygıtları ve sistemleri de üreten sanayi proletaryasıdır. “Kolektif işçi”yi yok sayarak, işçi sınıfının değişik katmanlarını birbirinin karşısına çıkarıp çarpıştırarak proletaryayı buharlaştıramazsınız. Gerek maddi üretim proletaryası gerekse de hizmet üretimi proletaryası, kapitalist üretim tarzının ürünüdür. Örneğin Negriciliğin iddia ettiği gibi hizmet sektörü yeni bir üretim tarzına tekabül etmemektedir. Aksine hizmet sektörü kapitalist ekonominin bir sektörüdür. Kapitalizmi kapitalizm yapan temel karakteristik nitelikler ve hareket yasaları hizmet sektörünü de belirleyip biçimlendirmektedir.
İşgücünü çeşitlendirmek; proletarya içi tabakalaşmaları geliştirmek; her teknolojik yenilenmeyle birlikte proletaryayı yeniden ve yeniden yapılandırmak; gelişmesi içerisinde bazı işgücü kategorilerini gereksizleştirirken bazı kategorilerini daha fazla geliştirmek ya da yeni teknolojilere, yeni yaratılan ekonomik sektörlere dayalı yeni proleter kesimler üretip şekillendirmek, kapitalist üretim tarzının doğasında vardır. Bu tip olguların kapitalizmin, proletaryanın aşılması, yeni bir üretim tarzı olarak lanse edilmesi herhangi bir bilimsel ve devrimci niteliğe sahip değildir ve olamaz da.
“Küreselleşme” ile yerküremiz bugün çok daha küçülmüş kapitalist bir topluma dönüşmüştür. “Küreselleşme” ile dünya kapitalist sistemi küresel kapitalist fabrikaya dönüşmüştür ya da “küresel bir fabrikalar” sistemi olarak tanımlayabiliriz. Ama bu emek ve sermayenin aşılmasını, yeni bir üretim tarzının doğuşunu, bir “postkapitalizmi” vs. ifade etmemektedir. Tıpkı hizmet sektörünün maddi üretim sektörlerine göre daha baskın hale gelmesinin kapitalizm dışı yeni bir üretim tarzı anlamına gelmediği gibi.
Üretimin teknolojik yapısında; işgücünün yapısal ve sektörel dağılımında; işgücünün ve istihdamın biçiminde; proletaryanın sosyal bileşiminde, toplumsal işbölümünde ortaya çıkan değişmeler kapitalist üretim tarzıyla, bu üretim tarzının gelişmesi sürecinin gereksinmeleriyle ortaya çıkan değişmelerle bağlıdır. Ve bu değişiklikler proletaryayı yok etmek, onun tarihsel ve politik misyonuna son vermek bir yana, hem onu nitelik ve nicelik olarak geliştirmiş hem de kapitalizmi yıkma misyonunu çok daha keskin hale, daha güncel hale getirmiştir. “Postmodern” pazarlama teknikleriyle nesnel, bilimsel, somut tarihsel gerçekleri ortadan kaldıramazsınız. Radikal anarşist çizgiden “post”anarşist, pasifist, sivil toplumcu liberal çizgiye kaymış olan Negri’ye gelince, o hayatının hiçbir döneminde Marksizm-Leninizm’e, işçi sınıfının devrimci nitelik ve yeteneğine, proleter devrime zaten inanmamış biriydi, biridir. O çoktan “İmparatorluğa” teslim olmuş, önünde diz çökmüş, İmparator hazretlerinin sofrasına kurulmuş biri olarak, yeni duruşunun teorisini yapmakta, “İmparatorluğa” kendince nitelikli hizmetler sunmak için can siperane çırpınıp durmaktadır.
                                                                                                                      DEVAM EDECEK

20 Mart 2014 Perşembe

“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI?



“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI?
Proletaryanın ve onun tarihsel devrimci rolünün açık ya da gizli ret ve inkarı, öteden beri Marksizm-Leninizm’le her türden anti-proleter, anti-Marksist-Leninist akım arasındaki ilkesel ayrılığın ana ayıracı olagelmiştir. Devrimci proletaryanın yerine “yoksullar”ın, devrimci proletaryanın yerine aydınların, devrimci proletaryanın yerine “halk”ın, devrimci proletaryanın yerine “ezilenler”in, devrimci proletaryanın yerine “çalışanlar”ın, “üreticiler”in vb. geçirilmesi; duruma göre birinin ya da ötekinin geçirilmesi, geçmişten beri süregelen bir olgudur. Proletaryanın burjuvalaştığı, proletaryanın orta sınıfa dönüştüğü, proletaryanın yeni teknolojilerle gereksizleştiği, söz gelimi yerini “çokluk”a bıraktığı ya da dönüştüğü vb. gibi teorilerin, ideolojik saldırıların, burjuvazinin ve küçük burjuvazinin işçi sınıfına ve Marksizm-Leninizm’e karşı ideolojik ve siyasi saldırılarından başka bir anlamı bulunmamaktadır.
Emperyalist küreselleşmenin son birkaç on yılda doludizgin gelişimi, başını SB’nin çektiği kapitalist/revizyonist sistem ve kampın çöküşü, dünya devriminin dibe vurması, politik güçler dengesinin dünya devrimi aleyhine değişmesi; teknolojik gelişmeler, bilgi işlem teknolojilerindeki sıçrama, hizmet sektörünün kapitalist maddi üretim sektöründen daha hızlı büyümesi, “ekonomilerin malileşmesi” vb. gibi olgular, proletaryanın ve onun devrimci tarihsel rolünün yadsınmasına yol açan, özü bir olmakla birlikte, sayısız teori ve tezin ortalığı kaplamasına yol açtı.
Özellikle hatırlatmak gerekiyor: “Neoliberal” emperyalist dünya sermayesinin “tarihin sonu”nu ilan etmesine paralel, değişik türevleriyle birlikte “postmodernizm” ve “postMarksizm” olarak tanımlanan akımlar da, “özne’nin sonu”, “kurtuluşçu ütopyaların sonu”, “evrensel doğruların sonu”, “elveda proletarya”  vb. diye haykırmaya ya da bu eski çığlığı yeni dönem koşulları içerisinde yeni biçimlerde formüle ederek gürültülü bir şekilde propaganda etmeye başladılar. Boşuna dememişler “sığ sular gürültülü akar”…
Yeni bir çağa girdiğimiz, bu yeniçağın “enformatik” (vb.) bir çağ, yeniçağa tekabül eden toplum biçiminin “enformatik toplum” (vb.) olduğu; kapitalizmin, emek ve sermayenin, artı-değer sömürüsünün aşıldığı; yeni bir üretim tarzına geçildiği ya da kendiliğinden komünist bir dünyada yaşadığımız ileri sürüldü. Bu çağın, görülemez, dokunulamaz, tanımlanamaz, hiç yerde, hiç yerötesi bir yerde, bir yerötesi hiç yerde olduğu vs. ilan edildi.
Peki gerçekte “küreselleşme”yle, “postkapitalizm”le, “sanayi sonrası toplum”la, “teknoloji çağı” ile, “enformatikleşme”yle, “Üçüncü Bilimsel ve Teknik Devrim” (3BTD) ile proletarya önemsizleşti mi? Buharlaştı mı?
Özet bir biçimde de olsa, soruna biraz daha yakından bakalım.

“Buharlaşmak” Yerine Proletarya Büyümeye Devam Ediyor
Kapitalizm, modern ücretli kölelik düzenidir. Ve proletarya modern ücretli kölelerden oluşan bir sınıftır. Proletarya, kapitalist üretim tarzının özgül ve temel ürünü ve mezar kazıcısıdır. Kapitalizmde her şey gibi ücretli emek de metadır. Marx’ın dediği gibi, “ücretli emek bir metadır. Hatta ürünlerin metalar olarak üretiminin, üstünde gerçekleştiği temeldir.” (Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, s. 380, Sol Yayınları) Bundan dolayıdır ki Lenin, özellikle işgücünün hangi oranda metalaşıp metalaşmadığını bir ülkede kapitalizmin gelişme derecesini ölçmede başköşeye oturtur.
Kapitalist üretim tarzının gelişme süreci, sermaye ve ücretli emek ilişkisinin yeniden ve yeniden üretildiği tarihsel ve toplumsal bir süreçtir. Kapitalizm geliştiği oranda, prekapitalist ilişkiler gerek ulusal gerekse de küresel çapta çözülerek yerini kapitalist üretim ilişkilerine terk eder; toplumu, bir yanda sermaye diğer yanda proletarya olarak saflaştırır. Bilindiği gibi, bu sürecin en ileri biçime kavuştuğu ülkeler grubunu da “insan merkezli, çevreci postmodern, enformatik, teknolojik” toplumlar olarak lanse edilen emperyalist ülkeler kampı oluşturmaktadır…
Marx bu gerçeği şöyle dile getirir:
 “Tıpkı basit yeniden üretimin, sermaye ilişkisinin kendisini, yani bir yandan kapitalistlerin, öte yandan ücretli işçilerin ilişkilerini, sürekli olarak yeniden-üretmesi gibi, gittikçe büyüyen bir ölçekte, yeniden üretimi, yani birikimi de, büyüyen bir ölçekte sermaye ilişkisini, bir kutupta daha çok kapitalistleri ya da daha büyük kapitalistleri, öteki kutupta da daha çok ücretli işçileri yeniden üretir. Sermayenin kendisini genişletmesi için sermaye ile durmadan kaynaşmak zorunda kalan ve sermayeden kopup ayrılması olanaksız bulunan, sermaye köleliği, yalnızca kendisini sattığı bireysel kapitalistlerin başka başka olmalarıyla gözlerden saklanan bu emek gücü kitlesinin yeniden üretimi, aslında sermayenin kendisini yeniden üretimin kökü ve esasıdır. Bu yüzden sermaye birikimi, proletaryanın çoğalması demektir.” (Kapital, C. I, s. 585-586, iba.)
Sermaye birikimi, kapitalist üretim tarzının içsel özelliğidir. Sermaye birikimi, artı-değerin bir bölümünün üretimin genişletilmesi için yeniden kullanımıdır. Kapitalist genişletilmiş yeniden üretim süreci bu temelde şekillenir ve ilerler. Dolayısıyla kapitalizm, kapitalizmin gelişimi, sadece bir yeniden üretim süreci değil, aksine kapitalist üretim ilişkilerinin sürekli ve genişletilmiş ölçekte yeniden üretim sürecidir. “Bu yüzden sermayenin büyümesi ile proletaryanın sayısındaki artış, karşılıklı birbirine bağlı olgular olarak aynı sürecin ürünüdürler. Bu ilişki sadece yeniden üretilmez, sürekli daha kitlesel ölçekte üretilir; böylece sürekli yeni işçi kaynakları yaratır ve önceden bağımsız olan üretim dallarına el atar.” (Marx, Kapital’e Ek: Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları, s.133-134, açM, Ceylan Yayınları)
Bugün dünyanın hangi kıtasına, hangi ülkesine bakarsak bakalım, ne 19. yüzyılla ne de 20. yüzyılın örneğin 1920’leriyle, 30’larıyla vb. kıyaslanamayacak denli bir proletarya varlığıyla karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla görebiliriz. Gezegenimiz sözgelimi 19. yüzyılda ya da 20. asrın ilk yarısında henüz “köylü” sayılırdı; kırsal nüfus, köylülük kentleşme ve proletarya karşısında egemen durumdaydı. Oysa “Elveda proletarya!” diye yırtınanlara karşın bugün dünyamız, düne göre daha burjuva ve daha proleter. Dünya kent nüfusu dünya kır nüfusunu geçmiş durumda. 1990’ların sonu-2000’lerin başında 2,4, bugün ise 3,4 milyarlık devasa bir ücretli emek ordusuyla karşı karşıyayız. Ve bu ordunun en büyük bölüğünü, sanayide, tarımda, hizmet sektöründe çalışan proletarya oluşturmaktadır. Dünya çapında 700 milyonluk bir sanayi proletaryası bulunmaktadır. Yani proletarya buharlaşmak yerine büyümeye devam etmektedir.
Kuşkusuz ki bu gerçekler postmodernistlerimizin, postMarksistlerimizin; sözde “yeniçağ”ın Marx-Engels’i ve yazdıkları “İmparatorluk” kitabı da “yeniçağın Komünist Manifestosu” olarak lanse edilen Negri ve Hardt’ın, Negriciliğin umurunda bile değildir. Onlar için önemli olan uluslararası tekeller dünyasına hizmet ve emperyalist dünya düzenini proletaryadan, proleter devrimden, Marksizm-Leninizm’den gelen tehditten korumaktır. Geçerken vurgulamak isteriz, Negri “değerli fikirler üreten” bir aydın değil, Amerikan emperyalizminin, emperyalist dünya sisteminin, (“İmparatorluk”un) bilinçli bir savunucusudur. Onun “devrimci” geçmişi, hapis yatmış, ülkesinden kaçarak sürgün yaşamak zorunda kalmış olması vb. pek çok kişi nezdinde son derece yanıltıcı bir rol oynamaktadır… Negri, açık ve kesin bir şekilde “postmodern çağ”ın geçici “ikon”larından birisidir sadece; ama modanın etki gücünün küçümsenemeyeceği, es geçilemeyeceği ise bilinen bir gerçektir…
Kapitalizm geliştiği oranda, proletarya hem mutlak (nicelik) hem de göreli (oransal) olarak gelişir ve büyür. Örneğin diyelim ki bu sadece 19., 20. yüzyılın değil, aynı zamanda 21. yüzyılın veya üçüncü bin yıla (“milenyum”) giren insanlık tarihinin de günümüzdeki gerçeğidir. Örneğin proletaryanın dünya çapında maddi üretim sektöründe mutlak olarak büyürken göreli olarak gerilemesi, hizmet sektörünün daha hızlı büyümesi bu temel gerçeği değiştirmez ve değiştirmemektedir.
“Buharlaşan proletarya”, “önemsizleşen proletarya”, “devrimin öznesi olmaktan çıkan proletarya” vb. üzerine süren tartışmalar bağlamında Marx’ın aşağıdaki sözleri son derece önemlidir. “Ne var ki, ücretli emekçi sayısındaki nispi azalmaya karşın, mutlak olarak artış, zaten kapitalist üretim tarzının bir gereksinimidir.”
Kapitalist genişletilmiş yeniden üretim sürecinde, proletarya bir yandan mutlak olarak büyür. Ama sermayenin organik bileşiminin yükselmesiyle toplam sermayeye ve sermayenin gelişme hızına göre proletarya göreli olarak azalır. Bu kapitalizmin nesnel bir içsel eğilimidir. Toplam olarak dünya ekonomisinde proletarya hem mutlak ve hem de göreli olarak büyür. Ancak sermayenin organik bileşiminin yükselmesiyle canlı emeğe, işgücüne talep göreli olarak azalır. Sermayenin organik bileşiminin yükseldiği fabrikada, işletmede, dalda göreli olarak azalır. Kapitalist rekabet ve en fazla kar kavgası, kaçınılmaz olarak diğer işletmelerin ve sektörlerin de yeni teknoloji kullanmalarına yol açar. Böylece sermayenin organik bileşimi (eşitsiz gelişse de) giderek bütün ekonomi sektörlerinde yükselir. Böylece göreli azalma gelişir, genelleşir. Ama kapitalizm burada durmaz. Yeni sektörlere, yeni pazarlara vb. doğru kendisini genişletir…
Marx, yukarıdaki sözlerin devamında şunları söyler:
“Emek gücünü günde 12-15 saat çalıştırmak artık zorunlu olmaktan çıkar çıkmaz, bu üretim tarzı için emek gücü artık bollaşmış demektir. Üretici güçlerde mutlak işçi sayısının azalmasına yol açabilecek yani bütün ulusun kendi toplam üretimini daha kısa zamanda yapabilmesini sağlayacak bir gelişme, nüfusun büyük bir kısmını işsiz bıraktığı için bir devrime neden olabilir. Bu, kapitalist üretimin özgül sınırının bir başka belirtisidir ve bu, üretim tarzının, üretici güçlerin gelişmesi ve servet yaratılması için hiçbir zaman mutlak bir biçim olmadığını, daha çok, belirli bir noktada bu gelişmeyle çatışma haline geldiğini de gösterir…” (Kapital, C.III, s. 233)
Emperyalist kapitalizmin tarihsel sınırlarına dayandığını gösteren olgulardan birisi de budur. Kapitalizmin aşıldığı, böylece artık proletaryadan bahsedilemeyeceğini ileri süren burjuva ve küçük burjuva propagandanın düpedüz yalana, demagoji ve manipülasyona dayanan iddialarına karşın, çalışan bölükleri bir yana, kapitalizm 1 milyarı aşan işsiz yaratmıştır günümüzde. Yapısallaşmış, kronikleşmiş, küreselleşmiş ve gittikçe de artması kaçınılmaz olan ve 2000-2004 genel ekonomik krizin ardından, sadece 4 yıl sonra, yeniden ve bu kez daha ağır, şiddetli, keskin bir biçimde patlak veren ekonomik krizle 200-250 milyon kadar işçinin işsizler kervanına katıldığı günümüz dünyasında, kapitalist üretim tarzının zaten insanlığa verebilecek hiçbir şeyinin kalmadığı çok çarpıcı bir şekilde bir kez daha açığa çıkmış bulunuyor…
“İşsizlik, verimlilik eğilimlerindeki olumsuz gelişmeler, teknolojik gelişmelere bağlanan umutların da boş çıkmakta olduğunu gösteriyor. Oxford Üniversitesi’nin bir araştırması, ABD’de gelecek 20 yılda, bugün var olan tüm işlerin yüzde 45’inin yok olacağını, otomasyonun insanların işlerini elinden alacağını gösteriyor (Boston Globe, 26/01). Böylece oluşacak fazla nüfusa ise kapitalizmin sunabileceği hemen hiçbir olanak yok. Geçmişte olduğu gibi bunları gönderecek boş alanlar, sömürgeler de yok. Geriye bunları savaşlara ya da kurgubilimlerdeki gibi (Hunger Games, Elysium, örneğin) egemen sınıfın yaşam alanlarının dışına sürmek kalıyor...” (29 Ocak 2014 Çarşamba- Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet)
Dünya yoksullarının gözden çıkarılmış olduğu, toplumsal üretici güçlerin gelişmesinin ileri düzeylere ulaştığı günümüz dünyasında, bir yıllık toplam dünya üretiminin iktisaden faal nüfusun %15 ile gerçekleştirilebilecek kadar bir gelişme düzeyine gelmiş bir dünya gerçekliğinde kapitalizmin yıkılışının kaçınılmaz olduğu çok açıktır. Ama o kendiliğinden çökmeyecektir, ancak dünya proletaryası ve proleter devrim aracılığıyla mezara gömülecektir. Uluslararası sermayenin olduğu kadar, postmodernizmin, postMarksizmin, Negriciliğin de ana korkusu budur işte. Sınır tanımayan bir demagoji ile tarihin, ideolojilerin, sınıflar mücadelesinin, proletaryanın ve devrimlerin sonunun ilan edilmesinin nedeni de budur.
DEVAM EDECEK