27 Mart 2014 Perşembe

“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI? IV



“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI?
                                      IV
Emeğin Sermayeye Biçimsel ve Gerçek Bağımlılığı ve “Küreselleşme”
Çarpıtılan sorunlardan birisi de “emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı” ile “emeğin sermayeye gerçek bağımlılığı”nın anlamlarıdır. Teorinin revize edilip “küreselleşme”nin yüceltilmesinin, proletaryaya “elveda” denmesinin aracı haline getirilen bu sorun, Negricilik de dahil bir dizi tasfiyeci akımın burjuva ideolojik ve politik karakterinin, antiMarksist-Leninist saldırısının ya da Marksizm-Leninizm düşmanlığının kanıtlarından birisini oluşturmaktadır. Hele Negri gibi kralın- “İmparator”un- soytarısının bir de Marx’ın söz konusu tezlerini referans alarak yola çıkıyor gibi görünmesi, Rosa Lüxemburg gibi büyük bir komünistin yanlış, anti-Marksist bir görüşünün ardına sığınarak, Rosa’yı bir kalkan gibi kullanma hilesine başvurması çok daha trajikomik bir durumdur.
Kısa bir biçimde de olsa, sorunu işlemeden geçemeyeceğiz.
Kapitalist üretim tarzının doğuşu ve gelişimi uzun bir tarihsel sürece tekabül eder. Kapitalizm ilkel birikim, manifaktür ve sanayi kapitalizmi tarihsel aşaması, kapitalizmin serbest rekabetçi dönemine, tekelci kapitalizm ise emperyalizm aşamasına tekabül eder. Ve emperyalizm, bugün, tekelci kapitalizmden ÇUŞ’ların (uluslararası tekellerin) yönettiği bir kapitalizme dönüşmüştür.
Kapitalizmin bu süreci, doğası gereği, sermaye birikiminin genişletilmiş temelde yeniden ve yeniden üretildiği bir süreç, “küreselleşerek” (uluslararasılaşarak) geldiği bir süreç olmuştur. Tabiiki bu süreç, kapitalizmin gerek ulusal gerekse de uluslararası arenada prekapitalist üretim biçimlerini çözerek, yıkarak, kendisine tabii kılarak, dönüştürerek, değiştirerek geldiği bir süreç olmuştur.
Kapitalizmin doğuşu ve gelişimi süreci, emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığından emeğin sermayeye gerçek bağımlılığına doğru bir gelişme süreci, bir geçiş süreci olmuştur.
Soruna biraz daha yakından bakalım.
“Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek gücü ile, büyük sanayide emek araçları ile başlar.” (Marx, Kapital, C. I, s.359)
Emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı, kapitalizmin doğup geliştiği manifaktür kapitalizmi kesitine denk düşen bağımlılık biçimidir; “sermaye, emek sürecini bulduğu biçimiyle kendisine tabi kılar. Yani sermaye, değişik ve daha eski üretim tarzları tarafından geliştirilmiş haliyle, varolan emek sürecini devralır. Dolayısıyla sermayenin hazır, kurulu bulunan bir emek sürecini devraldığı açıktır.” (Marx, Kapitale Ek: Dolaysız üretim Sürecinin Sonuçları, S.86, abç.) Bu koşullarda emeğin sermayeye bağımlılığı “tek başına emek sürecinin yani fiili üretim sürecinin gerçek niteliğinde temel bir dönüşüme yol açmaz”, açmamıştır. Bu aşamada el emeği, zanaatçı emeği, parça işinde uzmanlaşmış kolektif işçi, işçi sınıfının başat biçimidir ve aleti kullanan da işçidir.
Emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı sürecinde, artı-değer sömürüsünün temel biçimi, mutlak artı değerdir. Sermaye birikimi, mutlak artı-değer sömürüsüne dayanır. Manifaktür kapitalizminin ilk evresi olan basit elbirliği sürecinde olduğu gibi, manifaktürün daha gelişmiş ve üst biçimi olan zanaatkar tekniğine ve işbölümüne dayanan evresinde de durum budur. Zaten manifaktür kapitalizminin tarihsel rolü sanayi kapitalizmine geçiş için gerekli ön koşulları oluşturmasında, olgunlaştırmasında; geçişi hazırlamasında, bir köprü olmasında somutlaşmıştır.
Emeğin sermayeye gerçek bağımlılığı ise, sanayi kapitalizmi dönemine tekabül eder. Bu bağımlılığın temelini makine oluşturur. Böylece bu aşamada kapitalizm, “emek sürecinin teknik koşullarında” gerçekleşen “köklü” değişiklikle, “el zanaatçısı işini, toplumsal üretiminin düzenleyici ilkesi olarak sona erdir”ir (Kapital C. I, s. 356). Kapitalizm, gerçek maddi-teknik temeline oturur; “işçilerin görevleriyle, emek sürecinin toplumsal işbölümünde de köklü değişiklikler” gerçekleştirir. Böylece üretim tarzında devrim “büyük sanayide emek araçlarıyla” gerçekleşir. “Özgül kapitalist üretim tarzı teknolojik düzeyde de ortaya çıkar.” Artık işçiyi kullanan makinedir; işçi makinenin basit bir uzvu haline gelir/dönüşür.
Emeğin sermayeye gerçek bağımlılığında artı-değer sömürüsünün temel biçimi, göreli artı-değerdir. “Göreli artı-değer üretimiyle birlikte, bir bütün olarak üretimin gerçek biçimi değişir ve özgül kapitalist üretim tarzı (teknolojik düzeyde de) ortaya çıkar. Buna dayanarak ve buna paralel olarak, üretimin çeşitli unsurları arasında ve hepsinden önce de kapitalistle ücretli emekçi arasında, bu üretim tarzına denk düşen üretim ilişkileri ilk defa olarak ortaya çıkar.” (Kapital’e Ek…, s. 89, açM.)
Mutlak artı-değer üretimi, Marx’ın dediği gibi, “Kapitalist sistemin genel dayanağını ve nispi artı-değer üretiminin çıkış noktasını … oluşturur….  Mutlak artı-değer üretimi, işin teknik sürecini ve toplumun bileşimini kökünden değiştirir. Bu nedenle o, kendisine özgü yöntemle, araçları ve koşullarıyla birlikte, emeğin şeklen sermayenin egemenliği altına girmesiyle sağlanan temel üzerinde kendiliğinden doğup gelişen özgül bir üretim tarzını öngörür. Bu gelişmesi sırasında, emeğin sermayeye bu biçimsel bağımlılığı yerini, zamanla gerçek bağımlılığa bırakır.” (Kapital C. I, s. 485) “Şimdi emeğin toplumsal üretim güçleri gelişmiş, büyük ölçekli üretimle birlikte bilim ve teknoloji üretime doğrudan uygulanmaya başlamıştır.”(Kapital’e Ek… , s. 101, açM)
Böylece, işçinin ömür boyu bir parça işe bağlanmasına yol açan ve sermayeye de ket vuran teknik temel tasfiye edilmiş olur. Burada, artık, üretim, bir makineler sistemiyle, emeğin mekanizasyonu ile gerçekleşir. Sanayi kapitalizmi (makineli büyük üretim) basit elbirliği ve manifaktür kapitalizminden daha farklı olarak üretimi ve emeği daha yüksek bir temelde toplumsallaştırır. Bu aşamada “sermayenin esnekliği, el koyduğu emek sürecinin özgül niteliğine ilgisizliği, sermayeden işçiye de geçmiştir.”, “işçinin, yaptığı işin özgül içeriğine kayıtsızlığı daha fazla, sermayenin üretimin bir alanından diğerine hareketi ise daha akışkan olur” (Marx) Biçimsel bağımlılığın yerini gerçek bağımlılığa bırakmasıyla, işçi, yapacağı işe karşı ilgisiz hale gelir, “bütün üretim alanlarında emek” “elden geldiğince basit emeğe indirge”nir; “emekçiler arasında, meslekleri ile ilgili bütün önyargılar” yok edilir; kapitalist üretim tarzına tam boyun eğme, “yaptığı işin kendisine özgü niteliğine karşı ilgisiz” olma “sermayenin gereksinmeleri uyarınca biçim alma” ve “bir üretim alanından ötekine aktarılmaya boyun eğme” (Kapital, C. III, s. 175) süreci gerçekleşir. İşgücünün metalaşmasının genelleşmesiyle, işçinin ailesi de dahil kapitalist üretim sürecine çekilmesiyle, tüm yaşamının ve zamanın üzerinde kapitalistçe egemenliğin kurulması ile proletarya kapitalizme “Vulkan’ın Prometheus’u kayalara mıhlamasından daha sağlam olarak” mıhlamış olur.
Emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı “her kapitalist üretim sürecinin genel biçimidir. Aynı zamanda, özgül kapitalist üretim tarzının gelişmiş biçiminin yanında özel bir biçim olarak varolabilir. Çünkü ikincisi birincisini gerektirse de, bunun tersi doğru değildir (yani, biçimsel tabiyet; özgül kapitalist üretim tarzının olmadığı koşullarda da varolabilir.) (age, s. 85, açM.)
Mutlak artı-değer emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığının, göreli artı-değer ise emeğin sermayeye gerçek bağımlılığının maddi ifadesidir.
“Artı-değerin iki biçimi, mutlak ve görece artı-değeri ayrı ayrı ele alırsak görürüz ki, mutlak artı-değer her zaman görece artı-değerden önce gelir. Artı-değerin bu iki biçimine, emeğin sermayeye tabi oluşunun iki biçimi ya da kapitalist üretimin iki farklı biçimi denk düşer. Ve burada da bir biçim her zaman diğerinden önce gelir. Ne var ki, ikinci ve daha gelişkin biçim, birinci biçimin sanayinin yeni dallarına girişinin temellerini oluşturur.” (Kapital’e Ek…, s.90-91)
Marx’ın sorunu ortaya koyuşu işte böyledir.
Sözde eleştirin, sözde yeni teorinin söylediği ise şudur: Modernizm bitmiştir. Postmodern enformatik çağ başlamıştır. Kapitalizm ve emperyalizm aşılmıştır. Tarih, özne, akıl, mücadele bitmiştir. “İzm”ler aşılmıştır. Emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı modernizm çağına, gerçek bağımlılığı ise postmodern çağa aittir. Ama zaten böylece postmodern enfor-tekno çağla birlikte emek de, proletarya da bitmiştir. Emek bitmiş ve özgürleşmiştir; ki, postmodern çağda “emek gücünün nitelikleri kavranır olmaktan çıkmıştır” Artık bir içerisi ve dışarısı yok. Kapitalizm tüm dünyayı içselleştirerek, içerisi-dışarısı ayrımına son vermiştir. Artık bir çıkış yok. Mekânsız, merkezsiz, belirsiz, kavranamaz, her şeyin rastlantısal, hiç yerde, yok yerde olduğu, her şeyin yapay olduğu vb. bir çağda yaşıyoruz artık. Zaten Rosa da haklı çıktı. Kautsky de haklı çıktı vb. vb. Zaten artık “akıl yürütme tarzımız diyalektik olmama ve mutlak anlamda içkin olma”yı amaçlamalıdır. Kaçışın ve çıkışın olmadığı “bir içerisi” var. Bu içerisinin adı da “İmparatorluk”tur, “postmodernizm”dir. Yeniçağla, yeni toplumla içerisi-dışarısı, altyapı-üstyapı, metanın kullanım değeriyle-değişim değeri, üretici güçlerle kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişkiler son bulmuştur. “Özgün üretici faaliyetler” “sömürü ve tahakküm nesnesi” olmaktan çıkmıştır. Artık “sömürü yok yerdedir.” “Sonsuz yok yerlerde”dir sömürü. Cahil (!) olmayın, bırakın nesnel gerçeği, bilimi, proletaryayı, sınıfsal tahlilleri “postmodern bir dünyada bütün olgular ve kuvvetler yapaydır.” “İçerisi ve dışarısı arasındaki modern diyalektiğin yerini” “melezlik ve yapaylık oyunu almıştır” Yeniçağla sermaye kontrolünü kaybetmiştir. Temel üretim araçları özel mülkiyet olmaktan çıkmış, “komünal” mülkiyete dönüşmüştür kendiliğinden. Çekirdek halinde komünist bir dünyada yaşıyoruz. Ücret de işgücünün değil emeğin karşılığıdır artık. Artık emek kendi değerini kendi belirliyor devrimci, özgürleştirici, “kendiliğinden iyi imparatorluk” çağında vs. vs.; İmparatorluğun kutsal mabedinde/İlahi Kent’indeyiz artık. Aksini düşünmek dinozorluktur, taş devrinde kalmaktır vb.
Peki, gerçek ne?
Emperyalist dünya sistemini savunma, aklama pahasına ileri sürülen söz konusu tezler demagojiktir, manipülatiftir.
21. asırdayız. Geride 500 yıllık kapitalist bir tarihsel gelişme süreci yatıyor. Ne kapitalizm kapitalizm ne de emperyalizm emperyalizm olmaktan çıkmıştır. Merkezinde uluslararası tekellerin durduğu ve damgasını vurduğu ve proleter devrimin nesnel koşullarının çok daha olgunlaştığı bir emperyalist dünya gerçeğinde, bir proletarya devrimleri çağında yaşıyoruz. Bunları geçiyoruz.
Dünya emperyalist sisteminin gerçeklerinden yola çıktığımızda, emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığının şu veya bu ölçüde en geri ülkelerde vb. kalıntılar biçiminde varlığından bahsedilebilir. Ama çoktandır kapitalizm kendi teknolojik temelini dünyaya dayatmış ve egemen kılmıştır. Ve bu süreç gelişmeye, daha fazla gelişmeye devam etmektedir.
Küresel çapta, biçimsel bağımlılığın yerini gerçek bağımlılığa bırakmış olması, kapitalizmin ve proletaryanın sonunu değil, aksine, dünyamızın çok daha kapitalist, çok daha proleter haline geldiğini; yerküremizin “küçülmüş” kapitalist bir kente dönüştüğünü; üretimin toplumsal niteliği ile mülkiyetin özel kapitalist biçimi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın tarihte görülmemiş ölçekte keskinleştiğini, proleter devrim yoluyla bu çelişkinin çözümünün çok daha şiddetli bir tarihsel görev haline geldiğini göstermektedir. Ki, söz konusu tarihsel devrimci görevi çözecek ne “halk”tır, ne “yoksullar”dır, ne “çokluk”tur, ne “ezilenler”dir ne de aydınlardır. Çelişkinin çözümü yalnızca enternasyonal proletaryaya ait bir tarihsel görevdir. Dünya proletaryası, dünya proleter sosyalist devrimin biricik önderidir. Dünya devrimi, enternasyonal proletaryanın önderliğinde er geç zafere erişecektir. Uluslararası sermayeyi, “küreselleşme”ci tasfiyecileri, postMarksistleri vb. rahatsız eden, korkutan temel gerçek de budur. Söz konusu teorilerin üretilip piyasaya sürülmesinin de ana nedeni budur. “Elveda proletarya!” haykırışlarının nedeni budur.
Kapitalizmin küreselleşerek tüm dünya pazarlarını içerdiği, prekapitalist üretim biçimlerinin kapitalizm tarafından tasfiye edildiği salt kapitalist bir dünyada (böylece artık bir “dışarısı”nın kalmadığı bir dünyada) Marx’ın Kapital’inin II. Cildinde yer alan genişletilmiş yeniden üretim sürecinin geçersizleşerek işlevsizleşeceği ve böylece kapitalizmin kendiliğinden çökeceği tezinin, Rosa’nın bu tezinin, antiMarksist bir tez olduğu açıktır. Günümüz dünyasının gerçekleri de bunu kanıtlıyor. Henüz yeryüzünden prekapitalist üretim biçimlerinin tümüyle tasfiyesinden bahsedemezsek de günümüzün temel tarihsel gerçekleri zaten söz konusu tezin anti-bilimsel karakterini göstermeye haddinden fazla yeterlidir.
Marksizm-Leninizm’in içeriğini boşaltarak ya da “Marxçılık” vb iddiasıyla ortaya çıkarak, Marx ve Lenin’in kimi tezlerine karşı tavır almış komünist tarihsel kişiliklerin ardına sığınarak Marx ve Lenin’i mahkûm ettirme operasyonu yürütenlerin “iyi niyetli” olmadığına, “kötü niyetler”le davrandıklarına kuşku yok. Örneğin, “Genç Marx”ı, “Olgun Marx”ın karşısına, Engels’i Marx’ın karşısına, Lenin’i Marx-Engels’in karşısına, Stalin’i Lenin karşısına koyarak; keza, Bernstein’e, Kautsky’e, Buharin’e ve Troçki’ye dayanarak Marx-Engels-Lenin-Stalin’e saldırmak manipülasyon yapmak da, oportünizmin, revizyonizmin, reformizmin kullandığı bir taktiktir. Son çeyrek asırda bu, vbg. yöntemler, sosyalizmin düşen prestijinin ardından çok da revaçta olan saldırı biçimleri olmuştur. Kuşkusuz ki, kapitalist emperyalizm bu saldırıyı çok bilinçli bir tarzda yönlendirmektedir. Bir de bu saldırıya, yenik solcunun, yenik ilerici aydının, yenilgi ve gericiliğin dizginsiz ideolojik, politik ve fiziki saldırısının ürünü olan tasfiyeciliğin, burjuva karşı-devrimin saflarına geçerek nemalanan Negri türü sayısız aydının gerçeklerini de eklemek gerekir.
                                                                                             DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder