10 Nisan 2014 Perşembe

“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI? VI



“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI?
                                 VI
“Postmodern Çağ”da Artı-Değeri Teknoloji mi Üretiyor?
Çağımızın karakterinin değiştiği ileri sürülüyor. Çağımızın sömürüden arınmış “teknoloji çağı” olduğu iddia ediliyor. “Enformatik teknoçağ”la birlikte artık proletaryaya gereksinim kalmadığı vurgulanıyor. Sözde bu “yeniçağ”la birlikte artı-değeri yaratanın işçi sınıfı değil, teknoloji olduğu gürültülü bir şekilde ilan ediliyor. Gerçekte bu propaganda burjuvazinin proletaryaya ve Marksizm-Leninizm’e karşı ideolojik saldırısının bir biçimini oluşturmaktadır. Bu vbg. tezlerin görünüşte sermayeden bağımsız, “sol”, “postmarksist” vb. biçimlerde ortaya çıkan akımlar ve aydınlar tarafından ileri sürülmesi, söz konusu teori ve tezlerin, propagandanın burjuva sınıf karakterini zerre kadar değiştirmediğini özellikle vurgulamak gerekiyor. Aksine, “sol”cu kılıflar içinde ortaya çıkan propaganda, söz konusu burjuva teori ve tezlerin, burjuvazinin açık ideolojik saldırısının daha geniş çaplı meşrulaşmasına, ideolojik etki alanını genişletmesine en elverişli olanağı sunmaktadır
Sorunu, hep birlikte, değişik açılardan inceleyelim.
Kapitalist üretim tarzı, teknik temeline sanayi devrimi ile birlikte oturmuştur. Makine, sanayi devriminin çıkış noktası ve temelidir. “Toplumda bilimsel birikimle, genel olarak üretici güç birikimiyle orantılı olarak makineleşme geliştikçe, genel toplumsal emek, emek değil sermaye biçiminde gözükmeye başlar.” (Marx, Grundrisse, s.641) Bilim ve tekniğin sıçramalı gelişimiyle makineler, makine üreten makine sanayisine dek gelişir. Makine, bilimin ürünüdür; “bilimin nesnelleşmiş gücüdür.” Böylece “Eskiden canlı işçinin olan etkinlik, makinenin etkinliği haline” gelir ve gelmiştir.
Kapitalizm bilimi, kapitalist üretimin gereksinmeleri temelinde, üretim süreçleriyle birleştirmiştir. Bilimi, emekten farklı üretken bir güç haline getirerek sermayenin hizmetine veren, “modern sanayi” olmuştur. Ya da bu süreç modern sanayi ile “tamamlanır”. Kapitalizm, sanayi kapitalizmi ile birlikte “büyük fiziksel kuvvetle ve doğa bilimlerini üretim sürecine katarak, emeğin üretkenliğini olağanüstü derecede” (Kapital, C.1, s.373) yükseltir. “Makine biçimine gelen emek araçları, insan kuvveti yerine doğal kuvvetlerin konulmasını, ve el alışkanlığı yerine, bilimin bilinçli uygulanmasını gerektirir.” Ve bunu yaparken “Bilim genellikle kapitaliste hiçbir şeye mal olmaz, ama bu durum onun bilimi sömürmesine gene de engel değildir. Başkalarına ait bilimde tıpkı başkalarına ait emek gibi sermayeye katılır.” (age, s.373)
Vurgulanmalıdır ki, modern teknoloji bilimlerinin maddi temelini sanayi kapitalizmi oluşturur. “Sermayenin canlı emeği kendine mal edişi bu yönüyle de makinede elle tutulur bir gerçeklik kazanır: Eskiden işçi tarafından yapılan aynı işi şimdi makinenin yapmasını mümkün kılan, bir yönüyle, mekanik ve kimya yasalarının doğrudan doğruya bilimden kaynaklanan analizi ve uygulamasıdır. Buna karşılık, mekanizasyonunun bu yoldan gelişmesi, ancak büyük sanayi bir kez ileri bir düzeye ulaştıktan ve bütün bilim sermaye tarafından esir alındıktan sonra, varolan makineler öbür tarafta zaten büyük kaynaklar sağlıyorken sözkonusu olabilir. Bilimsel araştırma o zaman bir meslek niteliğini kazanır ve bilimin doğrudan doğruya üretime uygulanması, araştırmayı yönlendiren ve teşvik eden belirleyici perspektif haline gelir. Fakat makineleşmenin büyük çapta ortaya çıktığı yol ve hele perakende ilerlemenin yolu, bu değildir. Bunun yolu, … ayrıştırmak yoludur: işbölümü aracılığıyla, işçinin işlevleri giderek o ölçüde mekanik hale getirilir ki, belli bir noktada artık mekanizma onun yerine geçebilir… Burada belli bir emek çeşidinin işçiden makine kılığındaki sermayeye aktarılması ve bu transfer nedeniyle işçinin emek kapasitesinin değerini kaybetmesi, dolaysız olarak görülmektedir.” (Grundrısse, s.650)
Emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığının gerçek bağımlılığa dönüşmesinin, göreli artı-değerin, emek üretkenliğinin gelişip gerçekleşmesinin de temelinde bilim ve teknikteki devrim ve gelişme yatar.
Üretim sürecini bilimin teknolojik uygulamasına, iş yönetimini bilimsel yönetim tarzına dönüştüren kapitalizm olmuştur. Sermaye öteden beri bilimi, bir yanda emek üretkenliğini geliştirmenin, öte yandan emeğin sermayeye karşı direnişini kırmanın aracı haline getirerek kullanmıştır, kullanmaya da devam etmektedir. Bilim, teknoloji sınıf mücadelesinde sermayenin elinde daima güçlü bir saldırı silahı olagelmiştir. “Küreselleşme” süreciyle bu, çok daha çarpıcı biçimler kazanmıştır; mikroçip temelli esnek teknoloji, esnek üretim, taşeronlaşma vbg. olgulardan bunu rahatlıkla görebilmekteyiz…
Bilimin üretime uygulanması, üretimin makinesel teknik temelde yenilenmesi emek üretkenliğini muazzam ölçüde arttırır. Üretimi yoğunlaştırır. Yeni teknik buluşlar genelleşinceye dek yeni tekniği kullanan kapitaliste ekstra kar getirir. Kapitalizmin gelişimini hızlandırır. İşgücünü ucuzlatır. Artı-emek zamanını ve emek yoğunluğunu arttırır. Yedek işsizler ordusunu büyütür. Nitelikli emeği niteliksizleştirir. Kadın ve çocuk emeğini geniş çaplı bir şekilde ucuz işgücü kaynağı olarak üretim sürecine çeker… Böylece “makinede gerçekleşen bilim, işçilere karşı sermaye olarak ortaya çıkar.” (Marx, Artı-Değer Teorileri, 1. Kitap, s. 367) Ki, “Emeğin üretici gücünün artmasının ve zorunlu emeğin minimuma indirilmesinin sermayenin zorunlu bir eğilimi’dir, “iş aracının makineye dönüşmesi, bu eğilimin gerçekleşmesidir.” “Emek aracının gelişerek makineye dönüşmesi sermaye için bir rastlantı değil, devraldığı geleneksel emek araçlarını sermayeyle uyarlı biçime sokan tarihi biçimlendirme sürecidir.” (Grundrısse, s.640)
Makine, bilim, bilimsel teknoloji demektir ve “toplumsal gelişmenin genel ürünü olan bilimin dolaysız üretim sürecinde kullanılması ile de birleşince, sermayenin üretici gücü biçimine bürünür” (Marx, Kapital’e Ek: Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları, s.90, açM) ve proletaryanın karşısına sermayenin gücü olarak dikilir. Teknik sıçrama ve iyileştirmeler üretim maliyetlerini düşürdüğü, artı-değer gaspını büyüttüğü, kar oranlarını yükselttiği, rakip kapitaliste karşı rekabet gücünü geliştirdiği, işçinin direnme gücünü kırdığı için kapitalistler teknik yeniliklere, bu sınırlar çerçevesinde, ilgi duyarlar; kapitalist sınıfın bilime ilgisi kapitalizmin amacı olan kar, en fazla kar yasasıyla bağlıdır; ve onların bilimi teknolojye indirgeme ilgi ve yönelimi de bu gerçekle bağlıdır.
Engels, Heinz Starkenburg’a yazdığı mektupta, “Eğer, dediğiniz gibi, teknik büyük bölümüyle bilimin durumuna bağlı ise de, bilim daha da çok, tekniğin durumuna ve gereksinmelerine bağlıdır. Toplumun teknik gereksinmeleri olduğu zaman, bilimi, on üniversitenin yapabileceğinden daha çok iter.” (Felsefe İncelemeleri, s.194) der. Bu olguyu, antik çağda ve kapitalizmin tarihinde çok çarpıcı bir şekilde görebilmekteyiz.
Evet, kapitalizm bilimi ve teknolojiyi, örneğin 18. yy. ikinci yarısında, 19. yy. ikinci yarısında, 20 asrın ikinci yarısında gördüğümüz gibi, sıçramalı bir tarzda geliştirmiştir, ama nimetlerinin üstüne de kendisi yatmıştır. Kuşkusuz artan oranda kendi yıkılışının maddi temelini daha fazla hazırlama, hızlandırma ve artan oranda olgunlaştırma gerçeğiyle birlikte!
Marx ustanın şu sözleri günümüz dünyasında da makineleşmenin tablosunu son derece derinlikli bir şekilde anlamamıza yol göstermeye devam etmektedir.
“Makinenin kapitalist kullanımından ayrılmaz çelişki ve uzlaşmaz karşıtlıklar, makineden değil, ama aslında makinelerin kapitalist biçimde kullanımından doğduklarından ötürü, mevcut değildir diyorlar! İşte bu yüzden, makine tek başına alındığında çalışma saatlerini kısalttığı halde, sermayenin hizmetine girdiği zaman bunu uzatmakta; ve kendi başına, çalışmayı hafiflettiği halde, sermaye tarafından kullanıldığı zaman, işin yoğunluğunu arttırmaktadır, kendi başına o, insanın doğa üzerindeki zaferi olduğu halde, sermayenin elinde, insanları bu kuvvetlerin kölesi haline getirmektedir; kendi başına, üreticilerin servetini arttırdığı halde, sermayenin elinde, bunları sefilleştirmektedir.” (Kapital, C.I, s. 422)
“Neoliberaller”in, postmodernistlerin, postMarksistlerin “Enformatik toplum”unun, “postkapitalizm”inin, “teknotoplum”unun prototipi ABD’dedir; ya da söz konusu yere-göğe sığdırılamayan “toplum”un en sistemli, en kompleks, en gelişkin örneği ABD’dir. “Küreselleşme”yle, “enformatikleşme”yle; söz konusu süreçte, emek ile sermaye arasındaki sınıfsal uçurum alabildiğine derinleşip genişlemiştir. Proletarya hem mutlak hem de göreli olarak yoksullaşmıştır. Çok ciddi ve artan bir işsizlik gelişmiştir. Yalnız “mavi yakalı” değil “beyaz yakalı” işçilerin de iş ve yaşam koşulları, ücretleri gerilemiştir. Örneğin W. Tabb, “Küresel ekonomiye uyum ABD’de yıllık çalışma saatlerinde dramatik bir artışa yol açmıştır. Amerikalılar artık, Japonlar da dahil dünyadaki herkesten uzun çalışmaktadır.” (Ahlaksız Fil, s.197, Epos Yayınları) saptamasını yapmaktadır. Teknoloji sayesinde, işverenlerin artık işçileri 24 saat çalıştırabildiğini ve çalıştırdığını da vurgulamaktadır. “İletişim devriminin çalışma zamanının genişlemesine yol açtığına” dikkat çekmektedir.
Neresinden ele alırsak alalım, Marx haklı ve haklı çıkmaya devam ediyor.
Bilim ve teknikteki sıçramalar (mikroçip temelli teknoloji, nanoteknoloji, yeni maddeler teknolojisi, biyoteknoloji, nükleer teknoloji, enformasyon ve iletişim teknolojileri) devasa boyutlara ulaşmıştır ve kapitalist azami karın hizmetindedir. Bilgi ve teknoloji tekeli de ÇUŞ’ların tekelindedir. Emperyalist küreselleşmenin her bir atağında bilgi, bilim, teknik üzerindeki emperyalist kapitalizmin tekeli de güçlenmektedir. Diyelim ki 18., 19., 20. yy. başlarında sermayeden göreli olarak bağımsızlığını koruyabilen bilimsel üretimden şu veya bu biçimde bahsedilebilirdi ama özellikle de ÇUŞ’ların damgasını bastığı bir dünyada artık bunlar kural olarak nostaljik karakter taşımaktadır, diyebiliriz. “Enformatikleşme” ile, “enformatik toplum” ile birlikte bilimin, yaratıcı beyinsel emeğin tutsaklığı hem derinlemesine hem de genişlemesine küresel ölçekte daha da perçinlenmiştir.
Çağımızda ve günümüzde bilimin, bilim insanlarının, kafa emeğinin, bilginin sermayeden bağımsızlaştığı, ağlar üzerinden özgürleşerek kolektif mülke dönüştüğü alçakça bir yalandan ibarettir. “Ağlar”ın bu bakımdan ilerici insanlığa ve mücadeleci kuvvetlere sunduğu ve sunacağı imkanlar bir şeydir, Irak’ta bir milyonu çocuk olmak üzere üç milyon insanı katleden “enformatik toplum”u (ABD’yi) ve dünya kapitalizmini manipülasyon ve demagojiyle hararetle savunmak farklı bir şeydir…
Makinenin, teknolojinin kapitalistçe kullanımı uluslararası sermayenin elinde enternasyonal proletaryanın direnişini kırmada daima etkili bir güç olagelmiştir. Marx’ın dediği gibi, “Ama makine, işçinin karşısına daima onun sırtını yere getiren ve devamlı olarak onu gereksiz kılan bir rakip gibi çıkmakla kalmaz. Aynı zamanda, o, işçiye düşman bir güçtür ve o bunu, sermaye, hem bütün gücüyle ilan eder, hem de yararlanır. O, grevleri, işçi sınıfının sermayenin tahakkümüne karşı bu devresel başkaldırmaları ezmede en güçlü silahtır… Salt işçi sınıfının ayaklanmalarına karşı sermayenin eline silah vermek amacıyla 1830’dan beri yapılan icatların bir tarihini yazmak olanaklıdır.” (Kapital, C.I, s. 417) Söz konusu tarihi yazma işini, 1830’dan bu yana da (burjuvazinin arta gelen saldırganlığının rehberliğinde) getirebiliriz…
Örneğin, “Bir dizi ciddi toplu sözleşme uyuşmazlığında, enformasyon alanındaki yenilikler sermayenin eline kazandıracak kozu verdi: İtalyan otomobil işçileri üretimden gelen güçlerinin Robogate ve Digitron’un tam otomasyon sistemleri tarafından imha edildiğine tanık olurken, İngiliz madenciler Minos robot sondası tarafından alt edilmiş, Londralı matbaa işçileri sendikaları bilgisayarlı dizgi ile zayıflamış ve ABD sağlık sigortası sanayinde grev yapan büro işçileri telematik karşısında geri çekilmiştir.” (N.D. Withefford, Siber Marx, s.119)
Üretimin ve sermayenin daha ileri düzeyde yoğunlaşıp merkezileştiği, üretici güçlerin küresel ölçekte daha yüksek bir gelişme aşamasına doğru geliştiği 20. yy. ikinci yarısında bilim çok daha fazla makineleşmede, üretim teknolojisinde cisimleşti. İşgücünün fiziksel ve zihinsel yetileri daha nitelikli ve kapsamlı olarak ölü/donmuş emek olarak, üretim teknolojisinde somutlaştı. Böylece bilim, “işçinin dışında ve ona yabancı bir şey olarak” daha çok belirmiş, “canlı emek, ondan bağımsız olarak işleyen nesnelleşmiş emeğe” daha fazla “tabi kılınmış”tır. Ve bugün, bilim-teknoloji-makine canlı emeği, emek-gücünü “Eylemi sermayenin ihtiyacına uymadığı” için, çok daha fazla işçiyi “gereksiz bir fazlalık” haline getirmiştir. (Grundrısse, s. 642) Emeğin sermayeye gerçek bağımlılığı (gerek kafa gerekse de kol) sürecini küresel ölçekte, bağımlı “çevre” de dahil, çok daha derin, kapsamlı, keskin küresel bir olguya dönüştürerek, . “bütünsel üretim süreci(ni)de artık işçinin dolaysız hünerine tabi olmaktan” çıkarmış; üretim süreci, “bilimin teknolojik uygulaması halini almıştır. Sermayenin dinamiği üretime bilimsel bir nitelik kazandır”mış ve “dolaysız emek bu süreçte salt bir öğe düzeyine indirilmiştir.”, “bilim de bu üretici güçlere dahil” edilmiştir. (age, s.642)
Kapitalist genişletilmiş yeniden üretim sürecinde sermayenin organik bileşiminin yükselmiş olmasından, bilim ve tekniğin üretimde tuttuğu yerden hareketle artı-değerin artık işçi sınıfı (“canlı emek”) tarafından değil, teknoloji, makine, sabit sermaye tarafından üretildiği; böylece proletaryanın zaten önemsizleştiği, artık canlı emeğin (ücretli emeğin) “postkapitalizm”le, “enformatik toplumla” birlikte gereksizleşip aşıldığı; artık emeğin “hiç yerde”, “hiç yerötesi bir yerde”, bir yerötesi “yok yerde” buharlaşıp gittiği ileri sürülmektedir.
Kuşkusuz ki bu sözde teori ve tezler demagojiktir, emperyalist kapitalizmi aklama, proletaryanın dikkatini saptırma, sermayenin daha çıplak, vahşi, saldırgan kapitalist sömürüsünü gizleme amacını taşımaktadır.
Vurgulanması gerekir ki, kapitalist üretim sürecinde artı-değeri yaratan yalnızca canlı emektir. Sabit sermayenin yeteneğine dönüşen teknoloji de kafa emeğinin, yüksek kalifiye emeğin ürünüdür ve bu emeğin makinede nesnelleşmesi, yabancı emeğe, sermayenin gücüne dönüşmesi demektir. Sermayenin ücretli kölesi olan kalifiye emek, yüksek derecede beyinsel bilimsel üretimle üretim teknolojisini “yaratırken”, bu etkinliği sürecinde tekeller tarafından sömürülmekte; işgücünü sattığı kapitaliste, tekele artı-değer üretmektedir. Demek ki bilimsel üretim, burada, canlı emeğin ürünüdür.
Makineye, örneğin enformatik teknolojiye dönüşen söz konusu emek, burada daha baştan kendine yabancılaşarak sermayenin gücü haline dönüşür. Demek ki üretim teknolojisinde, sabit sermayede cisimleşen emek de, kapitalist canlı emek sömürüsünün sonucudur. Canlı emek, “şimdiki” emektir, ölü emek (sabit sermaye ise) “geçmiş”, gaspedilerek donmuş emeğe dönüşmüş emektir. Yani, varsayalım ki makineler artı-değer üretiyorsa (ki bu olanaklı değildir) bu durumda da artı değerin kaynağı yine emek, gaspedilmiş artı emekten başka bir şey olmayan donmuş emek olmaktadır; yani, “sermaye zaten emeğin bir ürünü, sermayenin sadece kendisine malettiği yabancı emektir.” (Grundrısse, s.646 açM.)
Üretim teknolojisi, makine, otomasyon kendi başına artı değer üretmez, üretemez de. Sabit sermaye, makineler, üretim sürecinde kendi değerini parça parça ürüne (metaya) aktarır ve bir de “emeğin üretici gücünü arttırarak, artık emeğin zorunlu emeğe oranını” arttırır; “yani canlı emek kapasitesini geçindirmek için gereken ürünlerin daha kısa sürede ve daha büyük miktarda üretilmesini” (Grundrısse, 646) sağlar. Makine, artı-değer üretmez. Zaten makine nesnelleşmiş emektir, canlı emeğin ölü, donmuş emeğe, emek aracına dönüşmüş biçimidir. Yani sermayenin canlı emeğe, emek aracına dönüşmüş biçimidir. Yani sermayenin, canlı emeğin ürettiği artı-değeri kendisine mal ettiği “yabancı emek”tir.
“Sermaye makineyi ancak ve ancak işçinin zamanının daha büyük bir kısmında sırf sermaye hesabına çalışabilmesini mümkün kıldığı, zamanının daha büyük bir kısmını kendisine ait olmaktan çıkarıp bir başkası uğruna çalışma süresi haline getirdiği için kullanır.”(age., aynı yerde)
Sabit sermaye, ancak kendisini nesnelleşmiş emek süreci olduğu ve ancak artı-emek süresi ürettiği ölçüde bir değer kaynağı olabilir.” (age., s.647, abç.), ama artı-değer yaratmaz/üretmez. Bu sürece aracılık yapar. “Sermayenin emekten bağımsız olarak kendi başına değer ve dolayısıyla artı-değer (ya da kar) yarattığını ileri süren görüş” eski ve çöpe atılmış bir görüştür (aynı sayfada). “Sabit sermayenin değeri, ancak üretim sürecinde kullanılıp tüketilmekle yeniden üretilir. Kendisinden yararlanılmadığı taktirde, değeri ürüne aktarılmaksızın kullanım değeri kaybolur.” (age., s. 649) Dolayısıyla, canlı emek olmaksızın o sermaye değeri bile taşımayan, kullanım değeri de kaybolan bir şeydir. Ölü emeğin kendi değerini kerte kerte üretilen ürüne aktararak değerini üretebilmesi de canlı emeğe bağlıdır. “Sermayenin emek sürecinde kendisini ortaya koyduğu maddi biçimler, üretim araçları (bir kez daha cisimleşmiş emek), canlı emeğin yutulmasının ve gaspedilmesinin araçlarıdır. Dolayısıyla bütün süreç, cisimleşmiş emekle canlı emek arasındaki bir trafiktir; bu trafikte canlı emek cisimleşmiş emeğe dönüşür ve cisimleşmiş emek de sermayeye dönüşür. Böylece sonuçta canlı emek sermayeye dönüştürülmüş olur. Dolayısıyla bu süreç, gerçek ürünün yanı sıra, artı-değer ve dolayısıyla sermaye üreten bir süreçtir.” (Kapitale Ek… s. 83-84, açM.)
Üretim sürecinde ölü emek canlı emeği bir vampir gibi emerek semirir. Üretim sürecinde “Eski değeri koruyan, yeni değer yaratan” yalnızca canlı emektir (değişen sermayedir). Ve burada, “çok açık ki, değer yaratıcısı olarak canlı emek, cisimleşmiş emeğin değerlenme sürecinde sürekli emilmektedir.” (age., s. 56) Böylece ölü emeğin canlı emek üzerindeki egemenliği sermayenin işçi sınıfı üzerindeki egemenlidir. 
Makine, sermayedir. Makine, gaspedilerek nesnelleşmiş emektir. Makine, üretim aracıdır. Makine, zorunlu emek sürecini kısalttığı ve artı-emek zamanını uzattığı için ve uzattığı ölçüde “bir değer kaynağı olabilir”, ama doğrudan artı değer üretmez.
“Makine de, değişmeyen sermayenin bütün diğer öğeleri gibi yeni bir değer yaratmaz, yalnızca oluşmasına hizmet ettiği ürüne değerini katar. Makine, bir değere sahip olduğu ve dolayısıyla ürüne değer kattığı sürece, bu ürünün değerinde bir öğe oluşturur”, makine, “değer yaratma sürecine ancak parça parça katılır. Ürüne, ortalama olarak aşınma ve yıpranma ile yitirdiğinde fazla değer katmaz.” (Kapital, C.I, s. 373)
Makinenin artı-değer ürettiği, canlı emek gücünün artık artı-değer kaynağı olmaktan çıktığı ve bu sürecin enformatikleşmeye dayanan otomasyon ve teknolojik toplumla birlikte yok olduğuna, Marx’ın çarpıcı ve derin sözleriyle yanıt veriyoruz:
“Kolaylıkla düşülecek bir hata, emeğin üretici gücü işlevini kazanan makinenin başlı başına değer ürettiğini düşünmektedir. Oysa hiç emeğe ihtiyacı olmayan bir makine, kullanım değerini arttırabilir ama yarattığı mübadele değeri kendi üretim maliyetinden, kendi değerinden, içinde nesnelleşmiş olan emekten daha büyük olamaz. Makinenin değer yaratması, emeğin yerine geçtiği için değil, sadece artı-emeği arttırmaya yarayan bir araç olması bakımındandır; ve makinenin yardımıyla üretilen artı-değerin ölçüsü ve içeriği de, sadece bu artı-emektir, dolayısıyla, genelde, emektir.” (Grundrısse, s.701)
Yukarıda, kapitalizmin gelişimi sürecinde bilimin, tekniğin, makinenin gelişimi ile değişen sermayenin, canlı emeğin, işgücünün ilişkilerini inceleyerek, artı-değeri ve karı yaratının makine/teknoloji olmadığını ortaya koyduk.
Ancak bu konu üzerinde durmaya, değişen ve değişmeyen sermaye ile kapitalizmin gelişimi bağıntısını bazı bakımlardan işlemeye devam etmek istiyoruz.
                                                                               DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder