15 Ağustos 2014 Cuma

“KÜRESELLEŞME” BİR “EVRE” DEĞİLDİR*



 “KÜRESELLEŞME” BİR “EVRE” DEĞİLDİR*
“Küreselleşme”, yani sermayenin hareketinin uluslararasılaşması kapitalist üretim tarzının bir yasasıdır. Kapitalizm geliştiği ölçüde uluslararasılaşma yasası da daha etkin işlevselleşerek üretim ve sermayeyi artan oranda küreselleştirir. Dolayısıyla “küreselleşme” yeni bir evre olarak tanımlanamaz. “Küreselleşme” bir “evre” değil, kapitalizmin bir gelişme yasası, temel bir özelliğidir. Emperyalizmin tarihi de küreselleşmenin/uluslararasılaşmanın tarihidir. Ama ulusal pazarı temel alan tekellerden dünya pazarını temel alan tekellere geçiş, böylece tekelleşmenin daha yüksek bir gelişme düzeyine yükselmesi bir olgudur ve emperyalizmin/tekelci kapitalizmin yeni bir iç evresini oluşturmaktadır. Bu bağlamda bir emperyalizm evresinden bir de “emperyalist küreselleşme evresi”nden bahsedilemez. Vurgulanmalıdır: Uluslararası tekellere dayanan emperyalizmden de önce emperyalist küreselleşme vardı. Uluslararası tekellere dayanan emperyalizmle birlikte “küreselleşme” daha yüksek bir temelde, P-M-P’ hareketinin uluslararasılaşmasıyla daha yüksek bir gelişme düzeyine yükselmiştir. ÇUŞ’larla belirlenen küreselleşmenin ayırt edici özelliği budur. Yani emperyalizmin yeni evresi, “emperyalist küreselleşme” değil emperyalizmin uluslararası emperyalist tekeller tarafından yönetiliyor oluşudur. (Bkz. Hasan Ozan, Emperyalist Küreselleşme Ve Dünya Devrimi, Değişen Ne?, Ceylan/Akademi Yay.) “Küreselleşme” kapitalizmin ve onun üst ve son aşaması, sosyalist devrimin ön günü olan emperyalizmin de bir yönelimidir. “Küreselleşme”yi salt kapitalizmin ve emperyalizmin şu veya bu dönemine özgü bir nitelik ya da sadece şu veya bu dönemine tekabül eden bir evresi olarak ele alamayız. Ki Pratik İçin Teorik Merak’ın ilk sayısında yer alan diyelim ki “sunuş” yazısı “emperyalist küreselleşme”yi bir “evre” olarak sunmakla ağır bir zafiyet gösteriyor.
 Evet, kapitalist dünya ekonomisi ve emperyalist dünya sistemi tüm çelişki ve çatışmalarıyla birlikte tarihte ilk kez bu denli küreselleşmiş, bütünleşmiştir. Ama bu, “küreselleşme”yi bir evre olarak sunmak, anlamak, formüle etmek için bir neden vs. oluşturmaz, oluşturamaz. “Küreselleşme”, yani sermayenin uluslararasılaşması kapitalist üretim tarzının bir gelişme yasası, temel karakteristik niteliklerinden birisidir veya Marx’ın bir diğer vurgusuna göre “Dünya pazarının yaratılması”, “kapitalist üretimin üç temel olgusu”ndan “birisidir.” (Kapital) Bu bağlamda kapitalist uluslararasılaşma kapitalizmin bir eğilimi olmanın ötesinde bir gelişme yasasıdır.
Genel olarak kapitalizmin özel olarak da emperyalizmin tarihi kapitalist küreselleşmenin tarihidir de. Eğer bu doğruysa, o zaman “küreselleşme” bir evre olarak ele alınamaz ve tanımlanamaz. Demek ki kapitalist küreselleşme, keza emperyalist küreselleşme emperyalizmin bir evresi/aşaması olamaz; bu olgu kapitalizmin ve kapitalist emperyalizmin bir temel özelliğidir. Bu tarihi süreçte kapitalist uluslararasılaşma mekanik bir hareket, kesintisiz bir gelişme, otomatik yükseliş süreci olarak gerçekleşmemiştir. Böyle bir yaklaşım diyalektiğe de materyalizme de aykırı düşer ve hiçbir bilimsel özellik göstermez. Aksine bu süreç istikrarsızlıklarla, yükseliş ve geri çekilişlerle şekillenmiştir. Kapitalist küreselleşmenin tarihi, genel olarak ve genel bir tarihsel doğrultu olarak basitten karmaşığa, geri düzeyden ileri düzeylere doğru akar ve gelişirken, kendi içerisinde zikzaklar vs. çizerek ilerlemiştir. Ve bu, anlaşılır bir durumdur. Doğası gereği, “küreselleşmenin” evrimi, somut tarihsel koşulları içerisinde, göreli anlamı içerisinde, kapitalizmin eşitsiz, kaotik ve çelişik eğilim ve çatışmaları vs. içerisinde kavranmalıdır. Ancak her durumda kapitalist uluslararasılaşma kapitalizmin nesnel doğasına içselleşmiş bir olgudur; sermaye birikimin doğasında vardır. Marx’ın dediği gibi, “Dünya piyasası yaratma eğilimi doğrudan doğruya sermayenin kavramında verilidir.” “Kapitalist üretim tarzı…dünya piyasasının yaratılmasının tarihsel bir aracıdır.” (Grundrısse) “Bizzat dünya pazarı, bu üretim tarzı için temel teşkil eder…bu üretim tarzının, gitgide büyüyen bir ölçekte üretimde bulunma yolunda kendi özünde bulunan zorunluluk, sürekli olarak dünya pazarını genişletme eğilimini yaratır.” (Kapital)  Ticari kapitalizmden sanayi kapitalizmine, tekelci kapitalizmden uluslararası tekellerin yönettiği tekelci kapitalizme dek geçen tarihsel gelişme sürecinden ve “küresel” atılımlardan bu gerçeği çarpıcı bir tarzda görmekteyiz.
Açık ki tek başına kapitalist uluslararasılaşmayı (küreselleşmeyi) bir evre ya da aşama olarak tanımlamak Marksizm-Leninizm’e aykırıdır. Kapitalist uluslararasılaşma, evre/aşama olarak tanımlanamaz. Ama hemen eklemek ve vurgulamak gerekir ki,  üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi yasası, nesnel bir yasadır. Tekelci kapitalizmin (emperyalizm), tekellerin doğuşu ve yükselişi ve giderek ekonomik yaşamın baştanbaşa temeli haline gelişi bu yasanın ürünüdür. Tekellerin dünya pazarını temel alan tekeller haline gelişi bu yasanın hareketinin sonucudur. Ve adı üstünde bu bir yasadır. Bu yasa, nesneldir. İradeyle ne yaratılabilir ne de yok edilebilir; en fazlasından, iradeyle bu yasa tanınır, toplumsal bilincin toplumsal varlık üzerindeki aktif etkisi kapsamında sürece müdahale edilerek, süreç hızlandırılabilir ya da yavaşlatılabilir. Ama işte hepsi bu kadar! Nitekim emperyalist tekeller, emperyalist devletler ve uluslararası emperyalist mali kuruluşlar eliyle süreci lehlerinde hızlandıracak ve kolaylaştıracak tarzda enerjik iradi müdahalede bulunmuşlardır ve bulunmaktadırlar.
Emperyalist küreselleşme emperyalizmin yeni evresi/aşaması olarak kavranamaz.  “Emperyalist küreselleşme” bir aşama falan oluşturmaz. Emperyalizmin tarihi de “küreselleşme”nin ve daha fazla küreselleşmenin tarihidir.
Kapitalist küreselleşme (uluslararasılaşma), kapitalizmin doğasında olan ve kapitalist üretim biçiminin diyalektik hareketine bağlı gelişen bir süreçtir. Kapitalizmin bu gelişme yasası, kapitalizmin emperyalizm aşamasında da işlemeye devam etmektedir. Kapitalizmin ve emperyalizmin uluslararasılaşması ise, üretimin ve sermayenin artan oranda yoğunlaşması ve merkezileşmesi yasası temelinde yükselmektedir. Yeni evre, “emperyalist küreselleşme” değildir, yeni evreyi oluşturan şey, emperyalist küreselleşmenin gelişiminin ulusal pazarı temel/esas alan tekelci kapitalizmden dünya pazarını temel alan tekelci kapitalizme geçilmiş olmasıdır. Ve bu gelişme ve evre, emperyalist küreselleşmenin ivmelenen gelişmesi temeline dayanmaktadır.  Yani, kapitalist küreselleşme ile evre bir ve aynı şey değildir ve olamaz da! Zaten kapitalizme içsel olan kapitalist küreselleşme, yeni evreyi hazırlamış, kapitalist küreselleşmenin ulaştığı gelişme düzeyi yeni evreyi yaratmıştır. “Küreselleşme”yi bir evre/aşama olarak lanse eden akım, hangi renge bürünürse bürünsün (Negrici “İmparatorluk” teorisi de dahil) “postmodernizm”dir. “Marksizm”, “Marksizm-Leninizm” iddiasıyla ortaya çıktığı oranda “postMarksizm”dir. Bu vb. teori ve tezler devrimci harekette ortaya çıktığı ölçüde de yeni tip burjuva liberal ideolojik cereyandan etkilenmeyi ifade etmektedir. Marksist-Leninist Komünistler böylesine yanlış, teoriye ve somut tarihsel gerçeğe tümüyle aykırı anti-bilimsel tezleri kabul edemez.
Teorik olarak yanlış olan bu tez ve formül, aynı zamanda başkaca yanlışları da koşullamaktadır. (Ki konunun değişik yanlarını daha sonraki yazılarımızda ele almaya devam edeceğiz.) Örneğin emperyalist küreselleşme, diyelim ki 100 yıllık tekelci kapitalizmin bir olgusudur. Ama emperyalist küreselleşmenin gelişim düzeyi 60’lar, 70’ler, 80’ler öncesi henüz bugünkü ÇUŞ’lu evreyi yaratmamıştı/ulaşmamıştı; tekelleşmenin daha yüksek bir yeni evresi haline gelecek kadar olgunlaşmamıştı. Ama 80’lerde, 90’larda bu gelişme ÇUŞ’lu tekelci kapitalizm olarak (yeni bir evre olarak) olgunlaştı ve emperyalizmin yeni bir iç evresini oluşturdu. 1970’lerin ikinci yarısından sonra emperyalist küreselleşmenin nesnel gereksinimleri kendini yakıcı bir tarzda dayattı. Doğal olarak bunu ilk anlayanlar emperyalist tekellerdi. Gelişmenin önü emperyalist burjuvazi tarafından hızla açıldı vb. Kısacası emperyalizmin yeni evresi, “emperyalist küreselleşme” değil emperyalizmin uluslararası emperyalist tekeller tarafından yönetiliyor oluşudur.
                                         II
Başka bir bakış açısı ve eleştiriye göre, uluslararası tekellerin yönettiği emperyalist kapitalizmi tekelci kapitalizmin bir “evre”si olarak tanımlamak, anlamak yanlıştır. O halde üzerinde durmakta yarar vardır: Emperyalist tekelci kapitalizmin “yeni bir evreye” ulaştığı tezi nasıl kavranmalıdır? “Yeni evre” tezi eleştirilirken ileri sürülen gerekçelerin en önemlileri üzerinde durmak istiyoruz.
1)Bugün uluslararası kapitalist tekeller tarafından yönetilen ve öncülüğünü esas olarak 500 tekelin yaptığı sürecin “ekonomik ve toplumsal düzen değişikliği” anlamına gelmediği vurgulanmalıdır. Dolayısıyla “yeni evre”yi bu anlamda bir değişiklik olarak anlamak teoriye, somut tarihsel gerçeğe aykırıdır. Yani emperyalizmin, bu anlamda, yeni bir evresinden ya da aşamasından bahsedemeyiz.
2) Biz, “emperyalist küreselleşmenin” değil ama uluslararası emperyalist tekellerin yönettiği emperyalizmi, emperyalizmin yeni bir evresi olduğunu düşünüyoruz. Ama bu evreyi, kapitalizmden sonra gelen yeni bir ekonomik ve toplumsal düzen aşaması olarak görmüyoruz. Dolayısıyla bu yeniliği bu anlamda “niteliksel” bir değişme/evre olarak tanımlamıyoruz. Böyle bir tezin revizyonist ve tasfiyeci bir tez olacağını, “post-modernizm”in teorik-ideolojik pozisyonlarına savrularak konumlanmayı üreteceğine inanıyoruz.
Ancak, günümüz emperyalizmini inceler ve sonuçlar çıkarırken revizyonizme kaymama haklı kaygısının bizleri, emperyalizmdeki değişiklikleri görmeye, bilince çıkarmaya, teorik zenginleşme yolundan yürümeye karşı tutucu, dogmatik, doktriner bir pozisyona itmemesi gerektiğine de dikkat çekmek isteriz.
Tekelleşmenin niteliksel düzeyi bağlamında, P-M-P’ hareketinin ulaştığı gelişme aşaması bakımından “yeni evre/aşama” tanımlamasını reddetmek de yanlıştır. Doktriner kalıplara göre davranmamak gerekir. Burada şu olgulara dikkat çekmekte yarar görmekteyiz: a) “Yeni evre” denince akla hemen “yeni bir ekonomik ve toplumsal değişme”, emperyalizmden sonra gelen,  emperyalizm olmaktan çıkmış, sosyalizmle emperyalizm arasına girmiş yeni bir düzen, “niteliksel” bir “yeni evre” fikri gelmemelidir. b) Emperyalizmin kendi içsel evriminin ürünü olabilecek gelişme aşamalarının olabileceği; emperyalizmin emperyalizm olmaktan çıkmadığı halde tekelleşmenin gelişimi bağlamında iç aşamalarının da olabileceği bilince çıkarılmalıdır. Örneğin Lenin, serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme (emperyalizme) dönüşmesinden sonra emperyalist tekelci kapitalizmin tekelci devlet kapitalizmine dönüştüğünü, tekelci devlet kapitalizminin “emperyalizminin en son gelişme evresi”  olduğunu vurguluyor ama tekelci devlet kapitalizmini serbest rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçiş gibi “yeni bir ekonomik ve toplumsal düzen” değişikliği olarak tanımlamıyor.
Günümüz emperyalizmi, uluslararası emperyalist tekellerin (ÇUŞ) yönettiği bir emperyalizmdir. Ve dünya ekonomisi buna göre yeniden yapılanmıştır. Kanımızca emperyalist kapitalizmde ortaya çıkmış yeniliği, değişmeyi ifade eden ve en önemli, ayırt edici özelliği dile getiren olgu, bu olgudur.
Uluslararası tekeller, hangi biçimler altında ortaya çıkarsa çıksın (örneğin ÇUŞ gibi), dünya pazarını temel alan tekellerdir. Yalnızca örgütlenmesi bakımından değil (ki bu çok yüzeysel bir bakış olur) tüm faaliyetleri uluslararasılaşmış tekellerdir. Üretimi, ticareti, dağıtımı vb. dünya ölçeğinde örgütleyen tekellerdir. Sermaye birikimini, kapitalist genişletilmiş yeniden üretimi, dünya pazarını temel alarak gerçekleştiren tekellerdir. Ulusal pazarlarını uluslararası pazara tabi kılarak örgütlenmiş tekellerdir.
Açık ki burada, ulusal pazarı temel alarak uluslararası sömürü yapan, uluslararası yatırımlarını ulusal pazarlarının yan bir etkinliği, tamamlayıcı bileşeni olarak örgütleyen, gerçekleştiren emperyalist tekellerden (ki bunu göreli anlamı içerisinde kavramak gerekir) sermaye birikimini başlıca olarak dünya pazarını temel alarak gerçekleştiren emperyalist tekellere geçilmiştir. Bir diğer anlatımla, üretim ve sermayenin esas olarak ulusal ölçekte yoğunlaştığı tekelci kapitalizmden üretim ve sermayenin, üretimin ve dolaşımın uluslararası biçim ve düzeyde yoğunlaştığı uluslararası tekelci kapitalizme geçilmiştir. Emperyalizmin doğuşu ve gelişimi sürecinde bir dünya pazarı zaten vardı. Ulusal ekonomiler artan oranda uluslararasılaşıyordu. ÇUŞ’ların yönettiği emperyalizm öncesi sermayenin dünya pazarındaki hareketi belirleyici ya da ağırlıklı olarak M’-P’, P-P’ hareketi olarak zaten uluslararasılaşmıştı. Ama ÇUŞ’lu tekelci evreyle birlikte artık tüm olarak sermayenin hareketi, yani P-M-P’ hareketi uluslararasılaşmıştır. İşte bu olgu, emperyalizmdeki en temel değişikliği oluşturmaktadır. Ve bu değişme niteliksel bir değişmedir. Bu yenilik/ayırt edici özellik, diyelim ki kapitalizmin nesnel ekonomik gelişme yasalarından biri olan üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi, uluslararasılaşması yasası temelinde oluşmuştur. Ve bu bir yasadır “eğilim” olarak da tanımlanamaz. Nasıl ki üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi yasası tekelleri yaratmışsa, böylece serbest rekabetçi kapitalizm emperyalizme dönüşmüşse, emperyalizmin ikinci yarısındaki (kuşkusuz kökleri birinci yarısının içindedir) üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi ve bu yasanın artan oranda dünya pazarı temeli üzerinde ivmelenmesi de kaçınılmaz olarak uluslararası tekelleri yaratmıştır. Böylece, zaten uluslararası karaktere sahip olan ulusal tekelci kapitalizm gelişerek uluslararası tekelci kapitalizme dönüşmüştür. Birincisinde gerçekleşen değişme ve yenilik, yeni bir ekonomik ve toplumsal düzene geçişle belirlenmektedir. İkincisinde gerçekleşen şey ise, yeni bir ekonomik ve toplumsal düzene geçişe tekabül etmemektedir. Ama esas olarak ulusal pazarı temel alan/ekonomik örgütlenmesi esasen “iç pazara” dayanan sermayenin devreliği, sermaye birikimi, artı değer gaspı yerini esas olarak uluslararası (dünya) pazarı temel alan bir tekelci kapitalizme geçişle, uluslararası tekellerin yönettiği bir düzeye sıçramayla belirlenip şekillenmiştir. Bu, yeni bir düzeydir. Bu yeni düzey, basit bir niceliksel değişme değil, bir niteliksel değişmedir. Bu niteliksel değişme, emperyalizm sonrası gelen yeni bir ekonomik-toplumsal nitelik değil, tekelci kapitalizmin iç evriminin ürünü olan, emperyalizm içinde, tekelci kapitalizmin bir düzeyinden daha yüksek bir düzeyine geçişle belirlenen ve gerçekleşen bir nitelik değişimidir; böylece bu çerçevedeki niteliksel değişme yeni bir evredir/aşamadır. Bu evre, tekelleşmenin düzeyi bakımından daha yüksek bir tekelleşmeyle belirlenmektedir. Bu yeni evre, emperyalist kapitalizmin kendinden sonra gelen yeni bir aşaması değil, kendi iç gelişiminin daha yüksek bir aşamasıdır. Açık ki, ulusal pazarı temel alan tekellerden dünya pazarını temel alan tekellere geçişle biçimlenen ve temelde uluslararası tekellerin yönettiği emperyalizm emperyalizmin tarihinde bir ilktir. Emperyalist kapitalizmin tekelci kapitalist örgütlenmesinin yeni bir temele dayanan sıçramasıdır; tekelci kapitalizmin sıçramalı ulaştığı yeni bir düzeyidir. Hem bunu saptayıp, hem de bunun yeni bir tekelleşme evresi (ya da tekelci kapitalizmin yeni bir evresi) olarak tanımlamamak açık ki teorik tutuculukla ve doktrinerlikle belirlenen teorik ve pratik bir duruştur. Burada “evre” olan şey, “küreselleşme” değil, ÇUŞ’ların damgasını bastığı emperyalist tekelci kapitalizmdir. Bunu uluslararası tekellerin yönettiği tekelci devlet kapitalizmi olarak da tanımlayabiliriz. Bu gelişmenin temelinde, toplumsal üretici güçlerin daha fazla uluslarasılaşması, küresel ölçekte gelişimi yatmaktadır. Yani bu gelişme nesnel bir temele dayanmaktadır. Burada nesnel bir gelişme düzeyine dayanan uluslararasılaşma olgusu ile bu gelişmenin düz bir çizgide ya da otomatik değil de, konjoktürel faktörlerin (ekonomik kriz, savaş vb.) baskısı altında gelişimini birbirine karıştırmamak gerekir. Bu bağıntıda “küreselleşme”nin gelişmesi, gerilemesi, kesintiye uğraması vs. tümüyle olanaklıdır. Zaten küreselleşmenin gelişmesi eğilimli olarak gerçekleşir. Yani kapitalizmin uluslararasılaşması yasası ile bu yasanın eğilimli gerçekleşmesi bir birliğe sahiptir, burada otomatik bir gelişme aramamak gerekir.
3) Lenin emperyalizmin, tekelci kapitalizmden tekelci devlet kapitalizmi aşamasına geçtiğini, böylece, tekelci devlet kapitalizminin emperyalizmin en son gelişme aşaması/evresi olduğunu söylüyor. Ama bunu söylerken tekelci kapitalizmdeki bu değişmeyi “ekonomik-toplumsal düzen değişikliği”ne tekabül eden bir nitelik değişmesi olarak tanımlamıyor. İlkinde, tekelci kapitalizm, emperyalizmin en yüksek ve son aşamasıdır, ikincisinde tekelci devlet kapitalizmi emperyalizmin en yüksek ve son aşamasıdır. Demek ki, serbest rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçişe tekabül eden bir derin düzen değişikliği, bu nitelikte bir düzen değişikliği/değişimi olmadan da tekelci kapitalizm kendi tarihsel evrimi sürecinde nitelik değişmeleri yaşayabilmekte, bu değişiklik “sistem içi” bir “evre” olarak değerlendirilebilmektedir. Ama birinci durumda da emperyalizm tekelci kapitalizmdir, ikinci durumda da tekelci kapitalizm olmaya devam etmektedir.
4) Evet, “emperyalist küreselleşme” kendi başına yeni bir evre, ilk kez gündemleşen ekonomik ve toplumsal bir yeni düzen vs olarak tanımlanamaz. ÇUŞ’lar dünyasında somutlaşan “küreselleşme”, emperyalist kapitalizm tarihsel aşamasında ortaya çıkan ikinci bir emperyalist küreselleşme dalgasıdır. Dünya çapında toplumsal üretici güçlerin daha yüksek bir maddi temel üzerinde uluslararasılaşmasıyla uluslararası karaktere sahip ulusal tekellerden, doğrudan dünya pazarını temel alan uluslararası tekellere geçiş/ yükseliş, tekelci kapitalizmin daha düşük bir niteliğinden daha yüksek bir tekelci niteliğe geçişi ifade etmektedir. Bu, bir olgudur. Bu durumda bu evre ya da aşamadan geriye, ilk aşamaya geri dönüşün olamayacağını da belirtmek gerekir.
                                      III
Denebilir ki ekonomik kriz, emperyalist savaş gibi koşullarda uluslararasılaşma gerileyecektir ve böylece sermaye kendi güvenilir limanı ulusal pazarına kaçacaktır. Böylece uluslararasılaşma gerileyecek, “ayırdedici bir özellik olmaktan” çıkacak; böylece yasa eğilime dönüşecek, uluslararasılaşmanın yeniden atağa geçtiği koşullarda eğilim de yeniden yasaya dönüşecektir, vb. İ. Okçuoğlu yoldaş böyle düşünmektedir. Ki biz, tıpkı emperyalist küreselleşmeyi emperyalizmin evresi olarak sunan teorik yaklaşımı da Okçuoğlu yoldaşın yazısında yer alan teorik yaklaşımı da savunan teori ve tezleri Mayıs 2011 tarihinde yayınlanmış olan kitabımızda da eleştirmiştik.
Konu bağlamında biz, şöyle düşünmekteyiz:
“Bu gelişme, nesnel bir değişmedir. Tekelci kapitalizmin ulaştığı gelişme düzeyinden, kapitalist emperyalizmin daha geri bir düzeyine dönüş artık nesnel olarak da mümkün değildir. Örneğin, 3. Dünya Emperyalist Genel Paylaşım Savaşı’nın patlak verdiğini ve üretici güçlerin derin bir yıkıma uğradığı bir an’ı düşünelim ya da tekelci kapitalizmin genel ekonomik krizinin patlak vererek emperyalist sistemi derinden hırpaladığı vb. koşulları düşünelim; tüm bu vb. durumlarda ya da koşullarda yıkımdan çıkmaya çalışacak herhangi bir emperyalist devlet ya da ÇUŞ, yeniden toparlanma ve çıkış sürecine (ulusal pazardaki çabaları vs. ne olursa olsun) doğal ve kaçınılmaz olarak, işe ulusal pazarda başlasa da, çıkışı küresel çapta gerçekleştirmek zorundadır. Yani çıta, ulusal değil uluslararası düzeydir; küresel alandır.” Burada daima akılda tutulması gereken şey, üretici güçlerin küresel ölçekte ulaştığı gelişme düzeyidir. Bu gelişme nesneldir, savaş, ekonomik kriz gibi faktörler üretici güçleri derin tahrip etse de, yeniden toparlanma süreci, söz konusu tarihsel birikim üzerinden başlayarak ilerleyecektir…
Emperyalist küreselleşmeyi salt ya da adeta tekellerin iradesine ve niyetlerine bağımlı bir olgu olarak ele almak yanlış olduğu kadar, aynı şeyi salt ekonomik gelişme yasalarına bağlı olarak ele almak da yanlıştır. Sorunun temelinde kapitalist üretim tarzının nesnel gelişme yasaları durmaktadır. Kapitalizmin krizleri, emperyalist savaşlar, devrimler gibi faktörlerin baskı ve etkisi ile  “küreselleşme” ciddi ölçüde gerileyebilir, vb. İzlenen ekonomik politikalarla “küreselleşme” süreci hızlandırılabilir ya da yavaşlatılabilir. Kapitalizmin özellikle de emperyalist kapitalizmin tarihsel deneyimlerinden bunu biliyor ve görüyoruz. Lenin’in dediği gibi, “Evrimci bilimsel yöntemin son sözünü oluşturan Marksist diyalektik, konunun yalıtık, tek yönlü, çarpıtılmış ve saptırılmış değerlendirilmesini yasaklar.” (Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, s.185) Keza yine Lenin’in vurguladığı gibi, bilim, o arada toplum bilim, “tekil durumlarla değil, kitlesel görüngülerle” ilgilenir, bu bir kuraldır. Bu uyarıların ışığında soruna baktığımızda, “küreselleşme”nin (kapitalizmin uluslararasılaşmasının) bir bütün olarak kapitalist üretim tarzının tüm tarihine damgasını basan “kitlesel”, “küresel”, genel, temel bir “görüngü” olduğunu görürüz. Birkaç asırlık kapitalizmin tarihinde uluslararasılaşmanın durakladığı, hız kestiği, gerilediği kesitlerin yanı sıra, esas olarak da genel bir gelişme yönelimi olarak basitten karmaşığa doğru helezonik bir gelişme süreci olarak pratikleştiğini görürüz.  
Genel olarak kapitalizmin özel olarak da emperyalizmin tarihi kapitalist küreselleşmenin tarihidir de. Üretimin ve sermayenin yoğunlaşması, merkezileşmesi, uluslararasılaşması kapitalist üretim tarzının temel gelişme yasalarından birisidir. Bu yasa, salt serbest rekabetçi kapitalizme ya da salt emperyalist tekelci kapitalizme ya da salt emperyalizmin tarihinin şu veya bu kesitine uygun bir yasa olamaz. Bu yasa, genel olarak kapitalizmin, özel olarak da emperyalist kapitalizmin gelişme tarihi içerisinde eğilimli olarak gerçekleşmiştir. Bu tarihi süreçte kapitalist uluslararasılaşma mekanik bir hareket olarak tepkime göstermemiştir. Aksine bu süreç istikrarsızlıklarla şekillenmiş, ama genel olarak geri düzeyden ileri düzeylere doğru yükselerek gelişmiştir. Ancak her durumda kapitalist uluslararasılaşma kapitalizmin nesnel doğasına içselleşmiştir; sermayenin hareketinin doğasında vardır. Tekrar pahasına vurgulanmalıdır: “Dünya piyasası yaratma eğilimi doğrudan doğruya sermayenin kavramında verilidir.” (Grundrısse) “Kapitalist üretim tarzı…dünya piyasasının yaratılmasının tarihsel bir aracıdır.” (Grundrısse) “Bizzat dünya pazarı, bu üretim tarzı için temel teşkil eder…bu üretim tarzının, gitgide büyüyen bir ölçekte üretimde bulunma yolunda kendi özünde bulunan zorunluluk, sürekli olarak dünya pazarını genişletme eğilimini yaratır.” (Kapital).  Ticari kapitalizmden sanayi kapitalizmine, tekelci kapitalizmden tekelci devlet kapitalizmine, oradan uluslararası tekellerin yönettiği tekelci kapitalizme dek geçen tarihsel “küresel” atılımlardan bu gerçeği çarpıcı bir tarzda görmekteyiz.
Kapitalist uluslararasılaşmayı “mutlaka dalga” tanımlamalarını kullanmadan da anlatabiliriz. Ama sorun bu değildir ki! “Küreselleşme”yi, dalgalar olarak anlatmak, uluslararasılaşmadaki atılımları vurgulamak, dönemeçleri yakalamak ve anlatmak bakımından önemlidir ya da açıklayıcıdır. Böyle bir açıklama yöntemi “kapitalizmin temel gelişme yasası olan eşitsiz gelişme yasası(nı) göz ardı” etmez. Zaten “küreselleşme”nin gelişimi de eşitsizdir, eşitsiz olacaktır; sermayenin gerek serbest rekabetçi, gerekse de tekelci kapitalizm döneminde gelişimi düz bir çizgide gelişmemiş ve gerçekleşmemiştir. Marx’ın dediği gibi “Ama kapitalist üretimde her şey çelişik görünür ve gerçekte öyledir.” (Artı Değer Teorileri, Birinci Kitap, s. 206) Kapitalizmin derinlemesine ve genişlemesine gelişimi, üretimin ve sermayenin yoğunlaşması, merkezileşmesi, uluslararasılaşması ve bu sürecin daha ileri biçimlere doğru evrimi bir yasadır ama bu süreç de eşitsiz, dengesiz gelişmiş ve “eğilimli” gerçekleşmiştir. Hep birlikte düşünelim: 113 yıllık tarih emperyalizmin tarihidir. Bu tarihte 1960-70’ler öncesi tekelciliğin başlıca biçimi uluslararası sömürü yapan ulusal tekellerdi. Bugün ise, tekelciliğin başat biçimi uluslararası tekellerdir. Peki, tüm bu süreçte kapitalizmin özellikle emperyalizm aşamasında şiddetlenmiş olan eşitsiz gelişme yasası yürürlükte değil miydi? Evet, yürürlükteydi. Güzel! O halde bir yanda eşitsiz gelişme, diğer yanda “küreselleşme” aynı üretim tarzı üzerinde, bütün çelişki ve çatışmalarıyla birlikte işlemekteydi de. Ve “küreselleşme” ile emperyalist kapitalizmin bütün çelişki ve çatışmaları da küreselleşmiş ve artan oranda küreselleşmiştir. Demek ki ortada bir çelişki ya da eşitsiz gelişme yasasını göz ardı eden bir durum yok. “Küreselleşme” kapitalist üretim tarzının bir yasasıdır. “Küreselleşme”nin dalgaları vurgusunun önem taşıyan yanı şudur: Belli dönemeçleri vurgulamak gerekir. Örneğin siz “Oysa hiçbir şekilde kanıt sıkıntısı çekmeden küreselleşmenin, yani sermayenin uluslararasılaşmasının gerilediği dönemlerin olduğunu” söylerseniz, örneğin siz küreselleşmenin bugünkü seviyesinin ancak “1900’lerdeki seviyesi”nde ya da gerisinde olduğunu ya da 1870-1914’ün gerisinde olduğunu söylerseniz, ortada çok önemli bir sorun var demektir. Okçuoğlu yoldaşın bu bağıntıda özetleyerek sunduğu veriler önemlidir. Yoldaşın “küreselleşme”yi “evre olarak sunan yaklaşımı eleştirisi doğrudur ama bir yere kadar. Çünkü bugün küreselleşme değil ama ÇUŞ’ların yönettiği emperyalizm koşullarında tekelci gelişmenin yeni bir evresinde olduğumuz bir gerçektir. Kapitalizmin tarihi zaten küreselleşmenin tarihidir ama “küreselleşme”nin belli dönemeçlerini vurgulamak bakımından dalgalar saptaması önemlidir. Önemlidir çünkü örneğin ben, “kıyamet” de kopsa, artık emperyalist tekelci kapitalizmin uluslararası tekelci kapitalizmden ulusal tekelci kapitalizm dönemine (diyelim ki 1920-30-40-50’lere) geri dönüş olmayacağını düşünüyorum. Yani P-M-P’ hareketi dünya pazarı temeline dayanarak devam edecektir. Dolayısıyla sermayenin hareketinin ifadesi olan doğrudan yatırımlar, “portföy yatırımlar”, ticaret bu temel üzerinde hareket edecektir. Dalgalar vurgusunun anlam ve önemi burada ortaya çıkmaktadır. Bunun maddi temeli toplumsal üretici güçlerin küreselleşmiş olmasıdır. ÇUŞ’larla belirlenen kapitalist uluslararasılaşma dalgası bir gerçektir ve kapitalizmin küreselleşme tarihinde yeni bir durumdur. 1945-70 arası kesit ile 70-80 sonrası kesit birbirini takip eden iki küreselleşme dalgasını içermektedir. Birbirine bağlı olan bu süreç kendi içerisinde farklı, ayırt edici karakteristikler taşımaktadır.
Konjonktürel olarak üretimin ve sermayenin uluslararasılaşmasında ekonomik krizler, emperyalist savaşlar, devrimler gibi nedenlerle ciddi gerilemeler olabilir ve bu anlaşılır bir durumdur da. Ama tarihsel olarak baktığımızda uluslararasılaşma kapitalizmin doğuşu ve gelişmesinden, bir dünya pazarı yaratmasından bu yana, başından beri eşitsiz de olsa, ciddi zikzaklar çizmiş de olsa daima uluslararasılaşarak, daha fazla uluslararasılaşarak bugünlere gelmiştir. Hatırlatmak bile gereksizdir ki, kapitalizmin eşitsiz ve dengesiz gelişmesi yasası, kapitalizmin “mutlak yasasıdır” ve bu yasa emperyalizmle birlikte özellikle de keskinleşmiştir. Eşitsiz gelişme, uluslararasılaşmayı da eşitsiz kılmıştır ve kılmaktadır. Ve bugün ne 19. asrın sonları, ne 20. asrın ilk yarısı ne de 1980’ler öncesi gibi değildir. Uluslararası düzeyde üretim ve sermayedeki yoğunlaşma ve merkezileşme demek üretici güçlerin küresel ölçekte gelişimi ve daha fazla gelişimi, üretimin toplumsallaşmasında ve daha fazla toplumsallaşmasında nesnel bir gelişme demektir. Bir diğer vurguyla, emperyalist kapitalizmde üretici güçlerin ulaştığı düzey, uluslararası tekelleri yaratacak kadar ileri bir gelişme derecesini yaratmıştır. Uluslararası emperyalist tekeller bu nesnel gelişmenin ürünüdürler. Üretici güçleri bu düzeyin altına çekemezsiniz. Savaş ve ekonomik kriz gibi olgular üretici güçleri ciddi bir şekilde yıkabilir; kapitalist uluslararasılaşma ciddi bir şekilde gerileyebilir. Ama tekellerin yeni bir hamlesi başladığında eğer uygunsa diyelim ki, işe ulusal pazarda başlasalar da, çıkışı küresel ölçekte gerçekleştirmek zorundadırlar. Bunu yadsımak, temel tarihsel eğilimlere göre değil de konjonktürsel olana göre temel saptamalarda bulunmak, ana tezler ileri sürmek demektir; ki bu yöntem diyalektik materyalist yönteme, somut tarihsel gerçeğe ve teoriye aykırıdır. Dolayısıyla her mantıklı görünen şey doğru değildir ve parıldayan her şey de altın değildir. Evet, “küreselleşme”, yani sermayenin hareketinin uluslararasılaşması kapitalist üretim biçiminin bir yasasıdır. Kapitalizm geliştiği ölçüde uluslararasılaşma yasası da daha etkin işlevleşerek üretim ve sermayeyi artan oranda küreselleştirir. O halde küreselleşmeyi kapitalizmin, emperyalizmin nesnel bir gelişme yasası, bir özelliği, bir yönelimi olarak görmek yerine “evre” ilan etmek ne kadar yanlışsa “küreselleşme”yi eğilim ve yasa bağıntısında eğip bükmek de o kadar yanlıştır.
Eğilimin kimi zaman yasaya, yasanın kimi zaman eğilime dönüşmesini gerekçe göstererek “küreselleşme”nin bir evre olup olmadığını ele almak pek sağlıklı bir bakış açısı değildir. Sürecin “eğilim”li olarak gelişmesi ile uluslararasılaşmanın bir yasa olarak “küreselleşme”yi belirlemesi birbirine karıştırılmamalıdır.
Marx Grudrısse’de yaptığı bir tartışmada, “Serbest rekabet, sermayenin kendi kendisiyle bir diğer sermaye biçiminde ilişkiye girmesidir. Yani sermayenin sermaye olarak gerçek işleyiş tarzıdır.” dedikten sonra, devamla şunları yazar: “Ancak serbest rekabet geliştikçe ve ancak bu gelişme ölçüsündedir ki sermayenin-tarihi gelişiminin emekleme çağında sadece birer eğilim olarak kendilerini gösteren- organik yasaları, ilk kez birer yasa olarak vazedilirler; sermayeye dayalı üretim ilk kez kendi tutarlı biçimleri içerisinde ortaya çıkar, çünkü serbest rekabetin gelişmesi, sermayeye dayalı üretim tarzının özgürce gelişimidir; sermayenin koşullarının ve bu koşulları sürekli yeniden –üreten süreç olarak sermayenin kendisinin özgürce gelişimidir.” (Age., s. 625)
Buradan hareketle şunu diyoruz: Üretimin ve sermayenin uluslararasılaşması/küreselleşmesi yasası, kapitalizmin emekleme döneminde (“çağında”) kendisini “sadece birer eğilim olarak” gösterebiliyordu. Ama o “çağ” özellikle de sanayi kapitalizmi ile birlikte artık tarih oldu.  Sanayi devrimi ile kapitalist üretim biçimi kendi maddi-teknik temeline oturdu. Kapitalist üretim tarzının diğer yasaları gibi uluslararasılaşması yasası da bir eğilim olmaktan çıkarak geri dönüşsüz, yerleşik, belirleyici ve kendi etkisini derinlemesine ve genişlemesine göstermeye başladı. Dolayısıyla “küreselleşme yasası”nın bir eğilime dönüşüp dönüşemeyeceği bağlamında “küreselleşme” tartışması anlamlı bir tartışma olmayacaktır. Dahası bu yaklaşım yanlıştır. Örneğin Okçuoğlu (ve başka yazarlar), bugüne ait verileri 1900’lerin ilk çeyreğindeki verileri ile karşılaştırarak  dünya ticaretinin vb. bazı önemli verilerinin uluslararasılaşma oranlarını kıyaslayarak, “küreselleşme”nin “geri dönüşsüz” olmadığını saptıyor(lar). Kanımızca sorunu buradan ele almak ya da benzer kıyaslamalarla tartışmak pek sağlıklı olmadığı gibi, dahası yanıltıcıdır.
Tarihsel kıyaslamalar ve veriler önemlidir, ilkesel ve yöntemsel bakımdan yadsınamaz. Ama tek koşulla; günümüzün somut gerçeğini karartmaması, içerisinden geçtiğimiz somut tarihsel gerçeğin anlaşılmasını önlememesi ya da bizleri yüzeyselliğe çekmemesi koşuluyla!
Bu bağlamda şunları vurgulamak yararsız olmasa gerek: 1900’lerin ilk çeyreğinden farklı olarak bugün, üretken sermaye de uluslararasılaşmıştır. Üretim uluslararası ölçekte örgütlenmiştir. Böylece her sermaye biçimi (üretken sermaye, ticari sermaye, para sermaye) ya da sanayi sermayesinin bu üç biçimi uluslararasılaşmıştır. Bir diğer vurguyla, P-M-P’ hareketi uluslararasılaşmıştır. Uluslararası tekellerin damgasını bastığı emperyalist kapitalizm bunun ifadesi. Oysa Lenin döneminde uluslararası tekeller emperyalist tekelci kapitalizmin ikincil biçimleriydi sadece… Genişletilmiş kapitalist yeniden üretim süreci dünya pazarı temeline dayanarak ya da bu temel üzerinde yükselerek gerçekleşmektedir. Bu gelişmenin temelinde yatan şey üretici güçlerin ulusal sınırları aşarak uluslararası ölçekte örgütlenmesidir ya da üretici güçlerin 20 asrın diyelim ki birinci yarısı döneminden çok daha yüksek bir gelişme düzeyine yükselerek dünya ekonomisini yeniden yapılandırmıştır (ki bu temel üzerinde ve bu temelle birlikte üstyapılar da yeniden yapılanmıştır). Bu, üretimin toplumsallaşmasında dev bir ilerleme, kapitalizmin tarihinde ilk kez ortaya çıkan devasa bir ilerlemedir. Üçüncü bilimsel teknik devrim üretici güçlerin bu devasa uluslararası gelişmesinin maddi-teknik temelini oluşturmuştur. Böylece zaten sosyalist devrimin ön günü olan emperyalist kapitalizm, bir diğer ifadeyle toplumsal üretici güçlerin özgürce gelişimini önleyen kapitalist üretim ilişkileri ile uluslararasılaşmış toplumsal üretici güçler arasındaki uzlaşmaz karşıtlık alabildiğine keskinleşmiş ve çelişkinin biricik çözümü olan sosyalist dünya devriminin nesnel ekonomik ve toplumsal koşulları alabildiğine olgunlaşmıştır…
Bu tabloyu yansıtan ya da ifade eden günümüzün “küreselleşme”si ile 20. asrın ilk çeyreğini ifade eden “küreselleşme” arasında çok önemli bazı temel farklar olduğu açıktır. O halde oranlar kıyaslaması tek başına bize bir şey anlatmaz ya da bizleri tek yanlılığa ve yüzeyselliğe sürükler.  
                                                                                  20 Mayıs 2013
                                                                                  Hasan OZAN
* “Pratik için Teorik Merak” isimli tartışma yayın organına gönderilmiş ama yayınlanmamış olan 4. yazımdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder