27 Nisan 2015 Pazartesi

7 HAZİRAN SEÇİMLERİ VE OĞUZHAN MÜFTÜOĞLU’NUN AÇIKLAMALARI…



7 HAZİRAN SEÇİMLERİ VE OĞUZHAN MÜFTÜOĞLU’NUN AÇIKLAMALARI…
25 Nisan 2015 tarihli Birgün gazetesinde Oğuzhan Müftüoğlu ile yapılan bir röportaj yayınlandı. Röportajda Müftüoğlu, “Benim Çağrım Haziran” demeye devam etmektedir. Tabii ki “Haziran” derken bunu, Birleşik Haziran Hareketi olarak okumak doğru olur.
Müftüoğlu, Dev-Yol’un eski önderlerindendir. Dev-Yol, 70’li yılların en büyük devrimci-demokratik kitlesel politik gücüydü. Dev-Yol, 12 Eylül askeri faşist darbesiyle açılan yenilgi ve gericilik, dolu-dizgin karşı devrim döneminde giderek artan bir hızla tasfiyeci oportünizme teslim oldu. Devrimci programına, strateji ve taktiklerine, devrimci örgüt çizgisine reddiye yazarak sosyal reformist, legalist, parlamenterist bir güç haline dönüştü. ÖDP, söz konusu tasfiyeci teori ve pratiğin politik ürünü olarak tarih sahnesine girdi…
Müftüoğlu, Dev-Yol’un devrimci çizgisini redderek tasfiyeci reformist bir çizgiye oturmasının başlıca sorumlularından birisidir, hatta başta gelenidir.  Burada amacımız başlı başına Dev-Yol’un ve Müftüoğlu’nun tarihini değerlendirmek değildir. Fakat bu temel tarihsel ve politik gerçeği dile getirmeden geçmek, sorumlu bir tavır olmayacaktı. Olmayacaktı, çünkü Müftüoğlu bir simgedir, dahası Müftüoğlu Müftüoğlugiller zihniyetinin de “abi”sidir. Bu tasfiyeci küçük burjuva liberal demokratik zihniyet ÖDP oportünizminde belirleyici olmaya devam etmektedir. Bu zihniyet, özellikle de Kürt sorunu söz konusu olunca, teorik ve pratik olarak, ezen ulusun küçük burjuva milliyetçi çizgisi olarak karşımızda durmaktadır. Sosyalizm, komünizm iddiasıyla ortaya çıktığı oranda da sosyalizm maskeli bir milliyetçilik, bir diğer ifadeyle, sosyal şovenizm olarak Türkiye ve Kürdistan ulusal ve toplumsal mücadelesinin önünde barikat kurmaya devam etmektedir. “Benim Çağrım Haziran” başlıklı röportaj da bu olgunun açık ve yeni bir kanıtını daha sunmaktadır...
Röportaj, birçok açıdan ele alınabilir. Ancak biz, bazı temel noktalarla sınırlayarak konuyu ele almakla yetineceğiz şimdilik. Ki sitemizde Birleşik Haziran Hareketi (BHH) bağlamında birden fazla eleştiri, analiz yazısı zaten yayınlanmıştı daha önce. Birleşik Haziran Hareketi’nin (BHH) geldiği nokta belli: Herhangi bir biçimde işçi sınıfına, halklara, ezilenlere umut vermeyen bir oluşum. Bir “birleşik cephe” hareketi olarak 7 Haziran seçimleri gibi son derece önemli bir tarihsel süreç ve dönemeçte ortak bir irade birliği kurmaktan bile yoksun bir politik güç... HDP barajı aşsa da aşmasa da daha ağır politik darbeler yiyip yıpranacak bir oluşum… Esas olarak HDK/HDP’ye karşı kurulan bir cephe birliği olarak, nesnel olarak, sömürgeci faşist diktatörlüğe ve dinci faşist AKP iktidarına destek olmaya devam etmektedir. BHH içerisinde yer alan, dahası tabanında bulunan sayısız devrimci, ilerici-demokratik birey ve kesimin BHH’nin, konumuz bağlamında ÖDP’nin 7 Haziran seçimleri sürecinde HDP’ye karşı takındığı tavrı, yani merkezi zihniyet ve politikasını belirleyen Müftüoğlugiller zihniyetine karşı ciddi bir devrimci tepki duyduğu da açıktır… Haziran/Gezi Ayaklanması’nın ruhunun BHH’de değil de HDK/HDP’de yaşadığı ise zaten çok açıktır… Politik özgürlük kavgasında en geniş kesimleri birleştirmek/cepheleştirmek, diktatörlüğe ve dinci faşist iktidara karşı siyasal özgürlük eksenli mücadele dalgasını yükseltmek, işte HDK ve HDP’nin yaptığı şey bu. Kanıtı HDP’nin programıdır. Seçim Bildirgesi’dir. Sosyal, siyasal bileşimi ve duruşudur… Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu halklarının ve ezilenlerinin kavgasını birleştirme pratiğidir. Peki BHH, ÖDP bunların neresinde?!
                                    I
Müftüoğlu, Birgün gazetesinin “Gezi isyanının ardından, AKP’nin sonunun başlangıcı, demiştiniz. AKP içindeki çatışmalar da su yüzüne çıkmaya başladı. AKP’nin sonuna geliniyor mu?” sorusunu şöyle yanıtlıyor:
 Kendi içlerindeki çatışmalar elbette bir şeylerin belirtisi olabilir ama sadece buna bakarak AKP’nin sonunun geldiğine hükmetmek doğru olmaz. Son zamanlarda özellikle batıdan estirilen hava da futbol tabiriyle söylersek uzatmaların oynanmakta olduğu yönünde. Ama o kadar çok suç ve yolsuzluğa battılar ki, iktidar gücünü bırakmamak, en azından uzatabildiği kadar uzatmak için ellerinden gelen her çareye başvuracaklardır.  Geçenlerde Ağrı’da yaşananlar bu konuda gözlerini ne kadar kararttıklarını gösteriyor.”
Güzel de, o halde neden hep birlikte cephesel bir birlik etrafında diktatörlüğün tepesinde oturan, üstelik “Ergenekon”la bir bağlaşma içerisine girerek saldırılarını her cephede yoğunlaştırıp yaygınlaştıran, seçim sürecini provoke etmeye çalışan AKP’ye (ve diktatörlüğe) karşı seferber olmuyoruz? Dikta ve AKP’ye karşı bir birleşik cephe gerekli değil mi? Görünüşte AKP’ye karşı mücadeleyi önemseyen, gerçekte, bu mücadelenin temel vurucu kuvveti olan ve olacak olan HDP ile AKP’ye karşı etkin ve birleşik bir mücadeleden uzak duran Müftügiller familyasının tavrı ne kadar samimi acaba?..
“Biz daha iyi, daha özgür ve eşit bir dünyada yaşamak isteyenler, bu soygun ve talan  düzeninden, hırsızlıktan, yolsuzluktan, zalimlerden, din bezirganlarından, bizi kendi kafalarındaki bir kör karanlığın içinde boğmaya çalışanlardan kurtulmak isteyenler, genci yaşlısı, kadını erkeği, işçisi köylüsü, aydını cahili, mahallede, sokakta, işyerlerinde, bütün ülkede birleşip örgütlenmeden, (şekilde görüldüğü gibi!) mücadele etmeden asla kazanamayız! Yani, kısacası, benim çağrım HAZİRAN” diyen Müftüoğlu, HDK/HDP ile birlikte böyle bir gücü daha etkin ortaya çıkarmak ve hep birlikte geliştirmek olanaklıyken, acaba neden HDK ve HDP’den uzakta duruyor ısrarla? Doğu ve Batı’daki politik kuvvetleri birleştirmek ve sıçratmak için, halkların kardeşliği ekseninde daha vurucu bir güç haline gelmek için devrimci ve ilerici olanakları cephesel birlikle geliştirmekten Müftüoğlu acaba neden bu denli uzak duruyor? Haziran Ayaklanması’nın ruhu ve deneyi de “emekçi sol”a, bunu söylemiyor mu! Müftüoğlugiller zihniyetinin rastlantılarla izah edilemeyeceği, sistematik bir politika ve duruşun ifadesi olduğu açık değil mi?
 Demagojiyle, oportünist manevralarla, manipülasyonla sorunun özünden kaçan bay Müftüoğlu, “Sizin seçimlere yönelik bir çağrınız var mı, varsa nedir?” sorusunu ise şöyle yanıtlıyor:
           Benim insanların kime oy vermeleri konusunda bir çağrım yok. Evet, AKP geriletilsin, başkanlık sistemi engellensin, HDP de barajı geçsin… Ama hangi sonuç olursa olsun, bu şekilde ülkenin içinde bulunduğu koşullarda esaslı bir değişim olacağına inanmıyorum.”
Hem AKP geriletilsin, başkanlık sistemi engellensin, HDP barajı geçsin, itirazım yok diyeceksin hem de HDP’ye oy verin çağrısını yapmayacaksın! Hem böyle söyleyeceksin hem de bunların gerçekleşmesinin en temel aracı, gücü olan, olabilecek olan HDP’ye oy verin çağrısı bile yapmaktan kaçınacaksın! Peki, HDP’nin % 10 barajını aşmadığı koşullarda (ki biz, BHH’ye rağmen aşılacağını düşünüyoruz) söz konusu şeyler nasıl gerçekleşecek? Bunların olabilmesi için HDP’nin % 10 barajını aşması gerektiği açık değil mi? Müftüoğlu’nun bunları bilmediğini düşünmek saçma olur. O halde derdin(iz) ne? Neyin peşindesiniz? Bu ne perhiz ne lahana turşusu! Çok açık ki Müftüoğlu hem deveye binmiş, hem de çalı arkasına gizlenemeye çalışıyor.
Neymiş efendim, Müftüoğlu, “Ama hangi sonuç olursa olsun, bu şekilde ülkenin içinde bulunduğu koşullarda esaslı bir değişim olacağına inanmıyor”muş! Bunlar boş sözler, dahası demagojik sözler. Çok somut bir sorun tartışılıyor, o halde somut konuşulmalıdır. Genellemelerle, kaba keskinlik gösterileriyle sorunun üstünün örtülmeye çalışılması Müftüoğlu’nun kendi zayıflığının bilincinde olduğunu gösterir sadece. HDP’nin 12 Eylül faşizminin % 10’luk barikatını aşması, politik rejime ağır bir darbe olacağı açık değil mi? HDP’nin barajı yıkarak AKP’yi geriletmesi, AKP ve destekçilerinin kurduğu doğrudan ve dolaylı barikatları yıkması, engelleri parçalaması Erdoğan’ın ve AKP’nin başkanlık sistemi plan ve hedeflerini boşa çıkarması çok önemli politik kazanımlar değil mi?! Keza böylece iç ve dış politikada Erdoğan ve AKP’sinin, keza diktatörlüğün bir dizi hesabının bozulması açık ve kesin bir politik başarı ve kazanım değil mi?! Yine böylece parlamento içi ve parlamento dışı muhalefetin daha etkin, birleşik, güçlü bir şekilde birleştirilmesi, siyasal ve toplumsal mücadelenin, ezilenlerin, sömürülenlerin lehine olacağı açık değil mi?!!! Sözde AKP’ye karşı en geniş güçlerin birliğinden yana olduğunu söyleyen (BHH ve) ÖDP, iş HDP’ye gelince; demokratik, halkçı, anti-faşist bir birleşik cephe olan HDK/HDP’ye gelince, ısrarla önemsediğini söylediği AKP’ye karşı mücadeleyi bile, HDP şahsında, gerçekte önemsiz ilan etmektedir. Çok açık ve kesindir: Bu tutum, Müftüoğlu zihniyetinin yılan eğrileri çizen sosyal şoven, pasifist, tasfiyeci politika ve duruşuyla bağlıdır. O, gerçekte, sözde keskinlik gösterileriyle çaldığı minareyi kılıflamakla meşgul, hepsi bu! Müftüoğlu zihniyetinin ve duruşunun, devrime inancı yok. Sosyalizme inancı yok. Marksizm-Leninizm’e inancı yok. Proletarya ve halklara inancı yok. Haziran Ayaklanması’na da inancı yok. Çünkü devrimci olan her şeye inançları çoktan tükenip gitmiştir. Gerçek bu.
Acaba haksızlık mı yapıyoruz Müftüoğlu zihniyet ve duruşuna? Hayır, saptamalarımız nesnel ve denetlenebilir saptamalardır. Kendi tarihsel evrimleri ve pratikleri bunun kanıtıdır. Bakın bunu röportajın tümünde de görmek olanaklı.
“Seçimlerden nasıl bir sonuç bekliyorsunuz? Seçim sonrası Meclis aritmetiği Türkiye’nin geleceği açısından bir anlam ifade eder mi?” sorusuna Müftüpğlu’nun verdiği yanıt şöyle:
            Her biri belirli çevrelerin tercihlerine göre bir kamuoyu yönlendirme aracı olarak çalışan anket sonuçları AKP’nin her halukarda bir düşüş içinde olduğunu gösteriyor. Bu elbette iyi bir şey ama Türkiye’de verili koşullar altında yapılan seçimlerin halkın değil daha çok iç ve dış hâkim güçlerin tercihlerine göre şekillendiği de unutulmamalı. Varolan seçim sistemi, siyasi partiler yasası ve seçimlere ilişkin bütün düzenekler, her türlü medya ve iletişim sitemleri gibi kamuoyu yönlendirme araçları, seçim güvenliği vb. tümüyle buna göre düzenlenmiştir. Bilinçli ve örgütlü bir birleşik devrimci halk muhalefeti bu denklemi kıracak güce ulaşmadıkça seçimlerden ortaya çıkacak Meclis aritmetiği de Türkiye’nin geleceği açısından sadece egemen sınıf siyasetinin biçiminin ve emekçi sınıfların mücadele koşullarının belirlenmesi açısından bir anlam ifade edecektir. Oradan bizim umut besleyebileceğimiz bir seçenek çıkmaz.”
             Burada işçi sınıfına, halklara, ezilenlere güven duygusunun, bilinç ve pratiğinin izi var mı acaba? Bu zihniyette Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu’da verilen mücadele ve kazanımların izi var mı? Burada, Gezi/Haziran Ayaklanması’nın ruhu ve kazanımlarının izi var mı? Burada, 6-8 Ekim Kobani Ayaklanması’nın gücüne duyulan herhangi bir inanç var mı? Evet, “iç ve dış güçler” vardır. Evet, seçim sistemi, siyasi partiler yasası, medya… Güzel de şu kudretinden bu kadar emin olduğunuz, adeta kadir-i mutlak bir güç gibi ilan ettiğiniz söz konusu gerici güçler, Kürt halkı karşısında da, Kobani, Şengal, Haziran Ayaklanması karşısında daima olmuş güçlerdi; hem de ellerinden geleni ardlarına koymamışlardı… Yani şimdi bu tarihsel ve politik gerçekleri gül hatırınız için görmezden mi gelelim…
Neymiş, “Oradan bizim umut besleyebileceğimiz bir seçenek çıkmaz.”mış!
Umudu tükenmiş bir küçük burjuva zihniyet ve duruşla karşı karşıyayız. Halklar % 10 barajı engelini yıkıp geçecek, dikta ve AKP’nin, Erdoğan’ın planlarına ağır darbeler indirecek; ilerici, devrimci siyasal ve toplumsal muhalefet çok önemli bir tarihsel fırsat ve politik olanaklar ve somut mevziler yakalayacak ve kazanacak ve mevzilerini geliştirip güçlendirecek ama küçük burjuva sosyal şoven liberalimiz yine de umutsuz! HDP’nin % 10 barajını aşması ve dahası, daha yüksek bir oy oranı ve temsiliyetle Meclise girmesi için on milyonların bağrında ekmek, barış, özgürlük, (her eğilim ve yapının kendi çizgisinin gerekleriyle de bağlı olacak tarzda, devrim ve sosyalizm) için propaganda, ajitasyon, örgütlenme ve örgütleme, eylem hattında birleşik olarak yürümek yerine, bin dereden su getirilerek durumu kurtarmaya çalışan bu izahlar asla inandırıcı değil, devrimci değil, tutarlı bir demokratik tavır bile değil. HDP karşısındaki bu kadar inkarcı, HDP’nin Meclis’e girmesi durumunda ortaya çıkacak ve halkların yükselen umudunun ifadesi ve kazanımı olacak olası HDP’nin seçim başarısını bu kadar küçümseyen bu yaklaşımın tesadüfi olmadığı ve olmayacağı açık ve kesindir.
Kesin olan şudur: Bu tutum ve duruş, egemen ulusun milliyetçi, şoven kibirini, üstten bakan tutum ve duruşunu ifade ediyor ve yansıtıyor. İşçi sınıfına, halklara, ezilenlere ve mücadelelerine karşı güven duymayan küçük burjuva aydının elitist ve egemen ulus şovenizmiyle sentezlenmiş narsizmini ifade ediyor.  Üstelik hem umudu tükenmiş, hem umutsuzluğu yayıyor, hem de aydın bireyciliğiyle, egemen ulus milliyetçiliği kibiriyle konuşuyor! Üstelik bugüne kadar HDK/HDP parlamento içi ve dışı muhalefeti etkin bir şekilde birleştirerek yürüdüğü halde. Üstelik parlamento içi muhalefetin HDP şahsında esas olarak parlamento dışı mücadele hattını esas aldığı ya da ona dayandığı halde söz konusu vb. sözler ediliyor! Bu deneylerden eleştirel öğrenmek alçak gönüllüğü ile hareket etmek, geleceğe dönük dersler çıkarıp pratik-politik bir silaha çevirmek yerine, demagojik, manipülatif, ukalaca bir fütursuzlukla, yürütülen mücadele alabildiğine küçümseniyor. Bu tutum ve duruşun, sadece ve sadece politik özgürlük ve sosyalizm davasına ve kavgasına zarar verdiği ve vereceği açık bir olgudur. Fakat bilinir: Duymak istemeyenden daha büyük sağır, görmek istemeyenden de daha büyük kör yoktur.
 Gerçek şudur: Kurtuluş parlamentoda değil, devrimdedir, devrim ve sosyalizm mücadelesinin zaferindedir… Ki sizlerin devrime, devrimin zaferine falan inancınız zaten kalmamış. Bu bir. 7 Haziran genel seçimleri de sadece mevzi bir çarpışmadır, ama sonuçları önümüzdeki süreç üzerinde derin olacak bir çarpışma! Bu iki. HDP’nin barajları yıkıp geçmesi geniş kitlelerin, halkların güçlü bir kazanımı olarak, ulusal ve toplumsal mücadelenin önünü etkin bir şekilde açacaktır ya da açmanın önemli bir aracı olacaktır. Bu üç. Çok kabaca tablo bu. Dolayısıyla öyle laf cambazlığıyla güneşi balçıkla sıvazlayamazsınız.
 HDP barajı geçerse baraj yıkılır mı?” sorusunu yanıtlarken bayımız,
Bu HDP’nin barajı geçmesi için desteklenmesi amacıyla söylenen bir slogan olarak kabul edilmeli.” diyor. Bu sözler, yalnızca Müftüoğlu’nun yüzeyselliğini göstermiyor, daha da önemlisi tipik küçük burjuva zihniyetini de ele veriyor. Neymiş, HDP’nin barajı aşması barajın yıkılacağı anlamına gelmezmiş. Neymiş, söz konusu sözler “HDP’nin barajı geçmesi için desteklenmesi amacıyla söylenen” sözler ve “bir slogan”mış! Oysa mesele bu kadar basit değildir ve böyle basit ve yüzeysel bir şekilde ifade edilemez ya da değerlendirilemez. Destek, işin bir yanıdır; daha da önemlisi böyle bir harekâtın başarıya ulaşmasının politik anlam ve kapsamıdır, süreçteki ağırlığı ve sonraki süreçler üzerindeki politik etkisidir…
Askeri faşizm tarafından konulmuş olan % 10 barajının HDP tarafından aşılması demek 30 yılı aşkın bir süre sonra ilk defa bir halk hareketi tarafından barajın fiilen işlevsiz hale getirilmesi demektir. Burada söz konusu olan bağımsız adaylar değil, “parti” olarak barajın parçalanmasıdır. Bu, son derece anlamlı ve önemli bir politik kazanım olacaktır. Müftüoğlu’nun ya da Müftüoğlugiller zihniyetinin bunu anlamadığını ya da anlamayacağını düşünmek politik saflık olacaktır. Söz konusu zihniyet, bunu kabullenemiyor. Kendi lehlerine de bir kazanım olacağı halde kabullenemiyor. Kibir dolu tepeden bir bakışla kazanılması olanaklı olan ve kazanılacak olan başarı ve mevziiyi hazmedemiyor. Aydın bireyciliği, küçük burjuva bürokratik elitizmi, sosyal şovenizm sentezi manipülatif açıklama ya da “analiz”lerle halkların mücadelesi küçümseniyor. HDP’nin meclise girmesinin, hele de daha güçlü girmesinin iç ve bölgesel, dahası uluslar arası politik güçler dengesi üzerinde önemli etkiler yaratacağı açıktır. İç ve dış politikada işçi sınıfının, halkların, ezilenlerin lehine mücadeleyi güçlendireceği çok açıktır. Faşist cunta tarafından hazırlanan ve yasallaştırılan bir engelin, birkaç on yıl sonra, mücadelenin dinamizmiyle fiilen çökertilmesi, işlevsiz hale getirilmesi, daha güçlü hamleler için de çok önemli politik fırsatlar yaratacağı açıktır…
“Bu seçimleri “başkanlığa onay ya da ret” seçimi olarak görmek abartılı bir yorum olur mu?” sorusunu Müftüoğlu şöyle yanıtlıyor:
           
Ben Türkiye’nin sorununun başkanlık meselesi olarak tanımlanmasını öteden beri doğru bulmuyorum. Meseleyi sadece başkanlık meselesine indirgemek işin esasının gözden kaçırılmasına ve bugün demokratik bir parlamenter sistemin bulunduğu algısına da yol açıyor. Oysa bugün Türkiye’de ne gerçek bir parlamenter sistemden, ne demokrasiden, ne kuvvetler ayrılığından, ne bağımsız yargıdan, ne de hukuk devletinden söz etmek mümkün. Hatta T. Erdoğan “parlameter sistemi dolaba kaldırdık” dediğine göre ortada anayasal bir devlet ve yönetim sistemi olduğu bile tartışmalı. Ülkenin ulusal istihbarat teşkilatının başında Sırrı Süreyya’nın dışişleri bakanlığına aday gösterdiği bir muhterem oturuyor. Ancak kabile devletlerinde görülebilecek böyle bir yönetim anlayışıyla bütün ülke, bütün toplum karanlık bir geleceğe sürükleniyor. Hal böyleyken meseleyi sadece başkanlık sistemini önlemeye indirgemek karşı karşıya bulunduğumuz meselenin özünü ve ciddiyetini gizliyor.”
Evet, “Türkiye’nin sorununun başkanlık meselesi olarak tanımlanması” öteden beri yanlıştır. Evet, meselenin böyle koyulması ve sunulması “işin esasının gözden kaçırılmasına ve bugün demokratik bir parlamenter sistemin bulunduğu algısına da yol açıyor.” Dahası sermaye ve burjuva partiler geniş kitleleri aldatmak için bu doğrultuda çok bilinçli bir manipülasyona da başvuruyor vb. Ama açık ki bay Müftüoğlu bunu sadece burjuva partiler için söylemiyor, dahası örtülü bir operasyonla asıl olarak HDP’yi hedef tahtasına oturtuyor. Malını pazarlamak isteyen kurnaz bir tüccar gibi, sözün içine “Ülkenin ulusal istihbarat teşkilatının başında Sırrı Süreyya’nın dişişleri bakanlığına aday gösterdiği bir muhterem oturuyor.” sözlerini “sızdırarak” ana darbeyi HDP’ye indiriyor, teşhir ediyor.
Konumuz Sırrı değildir. Sırrı şunu demiştir ya da bunu demiştir. Geçiyoruz. Konumuz HDP’dir, HDP’nin “Türkiye’nin” sorununu “başkanlık meselesi olarak” tanımlayıp tanımlamadığıdır. HDP’nin programı da, Seçim Bildirgesi de “kamuoyu” tarafından bilinmektedir. Aynı belgeler Müftüoğlu’nun da elindedir. Ayrıca HDK ve HDP yetkili kurumlarının da sayısız biçimde yaptığı açıklamalar mevcuttur. HDP Türkiye’nin temel sorununu hiçbir zaman başkanlık sisteminin varlığı ya da yokluğu olarak ortaya koymamıştır. HDP, Türkiye’nin temel sorununu politik özgürlük sorunu olarak ortaya koymuştur. Türkiye’de politik özgürlüklerin olmamasını ve kazanılmasını temel ya da başlıca sorun olarak ortaya koymuştur. HDP politik çalışmalarını ve mücadelesini bu temel sorununun çözümü doğrultusunda yoğunlaştırmıştır ve yoğunlaştırmaya da devam etmektedir. İddiası, bu temel sorununun çözümüne azami derecede katkı yapmaktır. O halde demek ki bay Müftüoğlu demagoji ve manipülasyon yapmaktadır. Bunu, onun cehaletine, toyluğuna bağlayamayacağımıza göre, o halde demek ki çok bilinçli bir oportünist tahrifata vb. başvurmaktadır. Zaten gerçek de bundan ibarettir.
DEVAM EDECEK