2 Mayıs 2015 Cumartesi

7 HAZİRAN SEÇİMLERİ VE OĞUZHAN MÜFTÜOĞLU’NUN AÇIKLAMALARI*… II. BÖLÜM



7 HAZİRAN SEÇİMLERİ VE OĞUZHAN MÜFTÜOĞLU’NUN AÇIKLAMALARI…
                                 II. BÖLÜM
Politik özgürlük kavgası içerisinde yer alan değişik politik parti ve çevrelerin her birinin kendi politik çizgisi temelinde tutum takınması doğaldır. Kuşkusuz ki bu, ÖDP için de geçerlidir. Politik özgürlük kavgasında güç ve eylem birliklerinin, her türlü cepheleşmenin temel ilkesi, eylemde birlik, propaganda ve ajitasyonda özgürlük ilkesidir. Geçici ya da az çok kalıcı vb. her türlü eylem birliklerinde bu temel ilkenin özenle korunması gerekir. Bu ilkesel yaklaşım, her yapı, siyasal ve toplumsal eğilim ya da akım için geçerli bir ideolojik donanım, politik sorumluluk ve duruş olmalıdır. Bu perspektif ve duruş, eşitsiz güç ilişkileri içerisinde bir araya gelerek geçici ya da uzun vadeli güç ve eylem birliği yapacak tüm politik kuvvetler için eşit bir şekilde geçerli ve bağlayıcı olmalıdır. Bu ilke, devrim ve sosyalizm mücadelesinde birleştirici bir ilkedir. Çünkü böylece her bir akım eylem birliği yaparken, öte yandan da kendi politik ve örgütsel bağımsızlığını korumuş olacaktır. Kamuoyu önünde eleştiri ve tartışma, ideolojik mücadele hakkını özgürce kullananların ise “kendimizi ifade edemiyoruz”, “monolotik bir girdabın içinde boğuluyoruz”, ah bağımsızlığımız gitti vah bağımsızlığımızı yitirdik türünden yakınma hakkı da kalmayacaktır.
İlerici-demokratik bir politik güç olarak doğru olan ÖDP’nin de kendi katkılarıyla birlikte HDK/HDP’de somutlaşan birleşik cephe içerisinde yer almasıydı, yer almasıdır. Ki bu durumun kamuoyu nezdinde ÖDP’nin kendi politik bağımsızlığını korumasını, ideolojik mücadele hakkını kullanmasını önlemek bir yana, bu hakkı da içerecekti, içerecektir. HDP “monolotik” bir parti değil, aksine bir birleşik cephedir. Onun bir parti formunda ortaya çıkması ise Türkiye’nin özgün politik koşullarıyla/yasaklarla bağlıdır... Fakat ÖDP HDP ile bir birleşik cephe içerisinde yer almayı tercih etmemiştir. Müftüoğlugiller familyasının politikası bunu önlemiştir. Bu bir yana, Müftüoğlugiller zihniyeti, 7 Haziran Genel Seçimleri için HDP ile taktiksel bir ittifak bile yapmaya yanaşmamıştır. Kuşkusuz ki HDK, HDP birçok açıdan eleştirilebilir; dahası eleştirilmelidir de. Fakat eleştirinin amacı üzüm yemek olmalı, bağcı dövmek değil! Müftüoğlugiller zihniyet ve duruşu kendi zayıflığının bilincinde olduğu için, eleştiri ve değerlendirmelerinde de bağcı dövmeyi hedefliyor, dahası bağcı dövmeyi marifet biliyor.
Müftüoğlu, “Haziran Hareketi bu seçimlerde ittifak yapmayı tercih etmedi. Oysa hem HDP’den hem de CHP’den bu yönde teklifler vardı. Bu tercihi nasıl değerlendiriyorsunuz. HAZİRAN’ın kararını siyasetsizlik, tavırsızlık olarak yorumlayanlar da var. Net bir tavır alınmadı mı?”
sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Bu ‘ittifak’ meselesi karışık bir mesele. Gerçekte ortada ittifak mittifak diye bir şey yok. Önerilen şey ‘sizden de bir iki aday gösterelim, seçimlerde bizim için çalışın’ gibi bir durum. Zaten siyasi partiler ve seçim sistemi usulleri gerçek bir ittifak siyasetine izin vermiyor. Birleşik Haziran Hareketi’nin kararını bu koşullarda verilebilecek en doğru siyası tavır olarak görüyorum. Zaten şimdi yaşananlar da bence bunu gösteriyor ve sanırım seçimlerden sonra bunu herkes daha iyi görecek. Ayrıca, örgütlenmesini yeterince tamamlayamamış bir hareketin seçimlere katılmaması ne kadar doğalsa, hiçbir talepte bulunmaksızın kendi dışındaki ilerici, demokrat adayları desteklemeye açık bir karar, tavır benimsemesinin, ortalığın vekillik için yerlerde sürünenlerden geçilmediği bir ortamda son derece değerli bir devrimci tavır olduğunu düşünüyorum.”
Hem HDK/HDP birleşik cephe harekâtından uzak dur. Hem seçimler için taktiksel bir ittifaka bile yanaşma. Hem de HDP’ nin CHP’den farklı zihniyet ve duruşunu, yani farklı yaklaşımlarının üstünü ört ve ikisini aynı çuvala koy ve geç karşısına ver veriştir. İşte bu da olmaz! Müftüoğlu demagoji ve manipülasyon yapıyor. Somut konuşmayıp, lafı evirip çevirip tahrifata başvuruyor. Oportünizmle, sosyal şovenizmle, aydın kibriyle belirlenen gerçek yüzünü gizlemeye çalışıyor. Burada karışık olan Müftüoğlugiller zihniyetidir ya da daha doğrusu, bu zihniyet, kamuoyunu ve tabanını yanıltmak amacıyla gerçekleri fütursuzca çarpıtıyor.  Müftüoğlu’nun dediği gibi HDP’nin tavrı ve önerisi “ ‘sizden de bir iki aday gösterelim, seçimlerde bizim için çalışın’ gibi bir durum” değildir. HDP, öyle kibirli, tepeden bakan bir tutumla, rüşvet önerir gibi, “yahu size bir-iki aday vereceğiz, daha ne istiyorsunuz, gelin bizim için çalışın” türünden bir tutum takınmamıştır. CHP bunu önermişse onu biz bilemeyiz. Eğer böyle bir şey varsa, belirsiz, dolaylı olarak HDP’yi özellikle teşhir etmeyi ya da itibarsızlaştırmayı hedefleyen “toplum mühendisliği” hesabıyla davranılmamalıdır. İkiyüzlü, örtülü açıklamalar yerine ne anlatılmak isteniyorsa o namusluca söylenmelidir ya açıklanmalıdır. Müftüoğlu ortaya bir sis bombası atıyor. Saman altında su yürütme politikası yapıyor. Hemde en berbatından! Dahası HDP, ÖDP ile yaptığı görüşmelerde, örneğin son görüşmede, ki bu toplantı Demirtaş’ın da katıldığı toplantıdır, mebusluk üzerine herhangi bir öneri yapmamış, milletvekilliği üzerinden pazarlık konusu olan veya olabilecek hiçbir bir şeyi gündeme getirmemiştir. Müftüoğlugiller zihniyetinin CHP ile neler görüştüğünü, karşılıklı birbirlerine ne gibi öneriler yaptıklarını ya da CHP’nin “size bir-iki milletvekili verelim gelin bize çalışın” deyip demediğini de bilmiyoruz. Ama kesin olan şudur ki HDP ÖDP ile böyle bir pazarlık içerisinde olmamış, süreci tartışmakla, birleşik hareket etmenin gerekliliğiyle, dostça birlikte yürümenin önemi temelinde ilişkilenmiştir. Müftüoğlu bu tip açıklamalarla başta ÖDP kadroları ve tabanı olmak üzere BHH’de yer alan, BHH’nin etkilediği kitleler içerisinde HDP’ye karşı bilinçli bir antipati ve önyargıyı kışkırtmak istiyor ya da bunu hedefliyor. Bu kesimlerden HDP’ye gelebilecek, oy verebilecek kesimleri manipüle etmeye uğraşıyor. Böylece tasfiyeci, sosyal şoven, pasifist, dar grupçu perspektif ve yönelimini de kılıflayarak meşrulaştırmaya çalışıyor. Birde buna “Zaten siyasi partiler ve seçim sistemi usulleri gerçek bir ittifak siyasetine izin vermiyor.”  açıklamasını ekliyor. Ekliyor ama bunu manipülasyon amacıyla kullanmak için! Hani derler ya “Oynamayan gelin yerim dar der.” Diktatörlüğün bu engelinin aşılmasının olanaklı olduğunu, buna uygun biçimler bulunabileceğini ve olduğunu pekâlâ Müftüoğlu da biliyor… Söz konusu faşist yasal engele karşın Müftüoğlu’nun HDP ile “gerçek bir ittifak siyaseti” kurulabileceğini göremediğini düşünmek safdillik olacaktır. Gerçek şu ki, “Abdestsiz sofuya namaz dayanmaz!” tablosuyla karşı karşıyayız. Mesele bu. Müftüoğlugiller zihniyetinin en önemli derdi gerçekte CHP ile bir seçim ittifakı kurmak, HDP’yi de CHP’ye yedeklemekti(r). Ama bunu başaramadılar, BHH olarak da başaramadılar. Anlaşılıyor ki CHP de istediklerini vermedi, beklentilerini karşılamadı. Nüftüoğlu’nun yukarıdaki sözleri ve ifade biçimi açık bir hayal kırıklığını da dile getiriyor. Ayrıca BHH de seçim politikası babında iç birliğini koruyamadı…
Müftüoğlugiller zihniyetinde devrimci olan hiçbir şey yoktur. Kemalizm’in, sosyal şovenizmin yörüngesinde dönüp dolaşan bir perspektif ve duruşun nesi devrimci olacak ki?! HDP’nin % 10’luk barajı yıkarak aşması somutunda Amerikan işbirlikçisi dinci faşist AKP iktidarına, onun şahsında da faşist diktatörlüğe ağır bir darbe indirecek politik bir fırsat ve olanakla karşı karşıyayken, bu fırsatı, bu olanağı fütursuzca tepip geçen Müftüoğlu duruşunda hangi devrimcilik varmış acaba!!! Lafla peynir gemisinin yürümeyeceği ise açıktır. Evet, doğrudur, seçimlerden sonra herkes gerçek durumu daha iyi görecek. Takke düşecek kel iyice görünecek. Şunun şurasında seçimlere ne kadar kaldık ki zaten…
Sorulan soru şu: “Kürt hareketinin seçim sürecinin başından itibaren Haziran’a ve özelde ÖDP’ye çağrıları oldu. Daha önce de farklı biçimlerde HDP’ye katılma yönünde çağrı ya da eleştiriler de yapılmıştı. Kürt hareketi ile devrimci hareketin ilişkisini bu çağrı ve eleştiriler noktasında nasıl değerlendiriyorsunuz. HAZİRAN’ın bağımsızlığı ne ifade ediyor?
Geçerken hatırlatmakla yetiniyoruz: “HAZİRAN’ın bağımsızlığı”nın (siz BHH olarak, BHH ruhu olarak okuyunuz) anlamı şudur: Egemen ulus milliyetçiliğine (ulusalcılık), Kemalizm’e, sosyal şovenizme, reformizme, legalizme bağımlılığın ta kendisi… Burada söz konusu olan şey ya da sözde bağımsızlık, burjuvaziye ideolojik olarak bağımlı olan küçük burjuvadır, küçük burjuvazidir… Yani “Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.”
Müftüoğlu’nun soruya verdiği yanıt ise şöyle:
“Bu tür çağrılar sadece seçim süreciyle sınırlı değil, öteden beri açık veya dolaylı yoldan yapılıyor. Yol TV’de yapılan bir söyleşide Cemil Bayık’ın ‘Türkiye solunun Kürt hareketinin etrafında birleşmesi gerektiği’ şeklinde açıklamaları olmuştu. Mustafa Karasu’nun da benzer şekilde özellikle bize yönelik öneri ve çağrıları oldu. Bu arkadaşların samimiyetlerinden hiç kuşkum yok. Ama ben bunun hem kendileri açısından hem de bizim açımızdan doğru bir yol olduğunu düşünmüyorum.”
Bizim bakımımızdan sorun “Türkiye solunun Kürt hareketinin etrafında birleşmesi” sorunu değildir ve olamaz da. HDK ve HDP’nin oluşumu, eşitsiz güç ilişkilerinden hareketle (ki bu, öncelikle sınıf mücadelesinin ve devrimin eşitsiz gelişmesi olgusuyla bağlıdır) böyle de değerlendirilemez. Sorun, Türkiye’nin, Kürdistan’ın, dahası Ortadoğu’nun temel politik sorunu olan politik özgürlüklerin kazanılması sorunuyla bağlı bir sorundur. Halkların kardeşliği, ezilenlerin birliği çizgisinde birleşik mücadelenin geliştirilmesi sorunudur. Somut politik koşullarla bağlı olarak bir birleşik cephe harekâtının geliştirilmesi, giderek büyütülmesi sorunudur. Bu harekâtın, emperyalizme, faşizme, gericiliğe karşı mücadelede etkin bir araç olarak geliştirilmesi meselesidir. Bir devrimci olanağı mücadelenin önünü açmak amacıyla işlevsel kılma yönelimidir… Ki daha işin başındayız. Sürecin çelişkili ve karmaşık yollardan gelişeceği, kendi içinde ciddi riskler barındırdığı ve barındıracağı açıktır. Dahası, belli koşullarda yeniden yapılanarak biçimlenmesi gerektiği, süreç içerisinde geliştirilebileceği gibi belli koşullarda dağılma riski taşıyabileceği de açıktır… Yani ortada dikensiz bir gül bahçesi yok. Fakat risk almak, bedel ödemek, politik mücadelenin doğasında vardır. Devrimci imkânları realize etmek, potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye dönüştürmek, böylece yeni devrimci imkânlara kapı açarak politika yapmak devrimci, sosyalist politikanın doğasında ve işin gereklerinde vardır. Risk almaktan ve savaşmaktan kaçanların, devrimci ve ilerici olanakları daha ileri sıçramanın aracı haline getirmeyenlerin, bundan uzak duranların, steril ortamlarda politika yapacağını düşünenlerin devrimci bir gelecek tasavvuru olmadığı açıktır ya da çok saf oldukları söylenebilir. Kuşkusuz ki kaşarlanmış oportünistlerin bu kadar saf olacağını düşünmek ise, olanaklı değildir…
Ortada HDK ve HDP’yi oluşturan politik güçler var. Bu güçlerin kurduğu ve yeni güçlerle de sürekli kendisini geliştirmeye, yenilemeye açık, esnek bir yapı var. Kurulmuş olan bu bağlaşma, kendisini “Kürt hareket etrafında birleşmiş” bir yapı olarak da tanımlamıyor. Belki de HDK ve HDP içerisinde yer alan kimileri sorunu böyle tanımlıyor olabilir ya da kendisine bu pencereden bakıyor olabilir ama bu, farklı bir şeydir. Zaten Müftüoğlu zihniyeti HDP’yi bu pencereden görüyor ve lanse ediyor. Oysa Müftüoğlu’nun HDK ve HDP’nin kendisini söz konusu tarzda tanımlamadığını bilmediğini düşünmek aptalca olacaktır. Müftüoğlugiller familyası sorunu öteden beri yukarıdaki biçimde yansıtarak gerçekleri saptırmaktadır. HDK ve HDP temel belgelerinde ve yetkili kurumlarının temel açıklamalarında sorunun nasıl koyulduğu açıktır… Burada gizli-saklı olan hiçbir şey de bulunmamaktadır. Müftüoğlu PKK yetkililerinin çeşitli açıklamalarına şöyle ya da böyle atıfta bulunarak, çubuğu kendinden yana bükerek, dahası dolaylı mesajlarla hem HDK ve HDP gerçeğini çarpıtmakta hem de bunu HDP’den uzak durmanın, seçim sürecinde dahi HDP’den uzak durmanın manipülatif bir aracı haline getirmektedir. Bu küçük burjuva liberal zihniyet, ezen ulus milliyetçiliğinin, sosyal şovenizmin etkisi altında olan, dolayısıyla PKK’ye, Kürt hareketine karşı önyargılı olan birey ve kesimlerin, kitlelerin geri yargılarına oynayarak, bu önyargıları geliştirerek kendisini gizlemeye çalışmaktadır. Dahası bu yöntemle ulusal demokratik hareketle bağlaşma kuran, keza HDK ve HDP’de yer alan ilerici ve devrimci politik kuvvetlere karşı da önyargıları sinsice kışkırtmaktadır. Bu yöntem ve perspektifi, dolaylı ama açık bir manivela olarak kullanıp HDK/HDP’ye karşı önyargıları da kışkırtıp kendisini temize çıkarmaya uğraşmaktadır.
Müftüoğlu şöyle devam ediyor:
“Kürt hareketi hem ideolojik-toplumsal temelleri bakımından hem de eyleminin muhtevası bakımından ulusal karakterli bir harekettir. Birçoğunu tanıdığımız yöneticilerinin sol düşünceli insanlar olması bu gerçeği değiştirmez.
Doğrusuyla yanlışıyla büyük bedeller ödenerek yürütülen silahlı mücadele süreci, başlangıçtaki bağımsız bir Kürt devleti kurma hedefine ulaşamamış da olsa, feodal bir toplumsal yapı altında yaşayan Kürt halkının örgütlü bir politik toplum niteliği kazanmasını sağladı. Bu sürecin (olumlu-olumsuz) bütün özelliklerini taşıyan ve ülkemizin içinden geçmekte olduğu olağanüstü kaotik ortamı içinde ciddi bir devrimci demokratik dinamik olarak gördüğüm bu hareketin çok farklı tarihsel, ideolojik temelleri olan sol hareketlerle basitçe birleştirilerek dönüştürülmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Kürt hareketiyle sosyalist-devrimci sol hareketler arasındaki doğru ilişkinin de bu şekilde sağlanamayacağını düşünüyorum.”
Kürt hareketinin ulusal demokratik bir hareket olması, farklı “ideolojik ve toplumsal temeller”e dayanması vb. onunla bir bağlaşma politikasından uzak durmayı gerektirmez. Aksine devrimcilik, sosyalistlik iddiası olan ve kendisini böyle lanse eden bir politik güç bakımından yapılması gereken şey, böyle “ciddi bir devrimci demokratik dinamik”ten uzak durmak değil, ideolojik-siyasi bağımsızlığını koruyarak emperyalizme, sömürgeci faşist diktatörlüğe (ve dinci faşist iktidara) karşı sağlam bir ittifaklar politikası ile güç ve eylem birliği yapmaktır. Oysa Müftüoğlu, PKK’nin ulusal demokratik kimliğini, ideolojisini vs. araçsallaştırarak devrimci-demokratik olmaktan da sosyalist olmaktan da uzak bir analiz yapıyor; uluslararası devrimci-demokratik ve komünist hareketin tarihsel tecrübesinden de ne kadar uzak olduğunu, daha doğrusu ne kadar koptuğunu, “unuttuğunu” yansıtmış oluyor.
Ayrıca okuyucunun dikkatini yukarıdaki paragrafa bir kez daha çekmek istiyoruz; ne diyordu bay Müftüoğlu; “bu hareketin çok farklı tarihsel, ideolojik temelleri olan sol hareketlerle basitçe birleştirilerek dönüştürülmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Kürt hareketiyle sosyalist-devrimci sol hareketler arasındaki doğru ilişkinin de bu şekilde sağlanamayacağını düşünüyorum.”
Bir kere kimse PKK ile sosyalistlerin birliğini ya da gidip PKK’ye katılmayı tartışmıyor ki! Sorulan soruda da bu yok?! Peki o halde PKK ile “sol hareketler”in “basitçe birleştirilerek dönüştürülmesi” gibi bir tartışma ve açıklamasının ne işi var burada? Böyle bir açıklamayı araya sıkıştırmanın hedefi ne? PKK ile birleşmek isteyen, katılmak isteyen elbette ki kendi özgür kararıyla gidip katılabilir ya da birleşebilir vb. Buna kimsenin diyeceği bir şey de olamaz ya da bu adımı yanlış bulanların da eleştiri özgürlüğü vardır vs. Peki ama Müftüoğlu neden sorunu bu şekilde koymaya ya da yansıtmaya çalışıyor?  Müftüoğlu, yukarıdaki cümlenin hemen devamında, aynı paragraf içerisinde, şunları söyleme gereksinimi hissediyor; birlikte okuyalım:
            “Belki kastedilenin böyle organik bir birleşmeden çok örneğin HDP etrafındaki (cephesel) bir ittifak ilişkisi olduğu söylenecektir.”
Demek ki söz konusu olan “sosyalistlerin birliği” gibi bir sorun değil, bir cephe birliğidir. “Belki de kastedilen” sözleri de demagoji yüklü; belkisi-melkisi yok, laf cambazlığına da manipülasyona da gerek yok. Biz ulusal demokratik hareketin bugüne dek örneğin ÖDP’ye PKK’ye “katıl” ya da “sosyalistlerin birliği” babında PKK’de birleş çağrısı yaptığını görmedik. (Kuşkusuz bilmediğimiz bir durum varsa, o ayrı…) Bizim gördüğümüz şey, PKK’nin, ÖDP’nin de HDK/HDP oluşumu içerisinde yer alması isteği, HDP’de yer almak istemiyorsa HDP ile bir seçim ittifakı kurması çağrısıdır vb.
Kanımızca Müftüoğlu’nun lafı, sosyalistlerin birliği, PKK’ye katılım, organik bir birleşme gibi diyarlara çekerek izahlarda bulunması, dikkatleri gerçekte olmayan bir tartışmaya vb. yöneltmesi maniplatif amaçlıdır. Zaten o zayıflığının bilincinde olduğu için ki, hemen ardı sıra manevra yaparak “Belki de kastedilen” cephesel “bir ittifak ilişkisi”dir deme gereksinimi duyuyor. Oysa sorunun bir cephe ya da cephesel bir birlik, olmuyorsa bir seçim bağlaşması vb. olduğu ise zaten açıktır.
Yukarıdaki sözlerin hemen devamında, Müftüoğlu şu “analiz”i yapıyor: “Bu başka bir bağlam içinde tartışılması gereken bir durumdur. HDP giderek sol içindeki (yetmez ama evetçilik gibi) ideolojik, politik bakımlardan sorun yaşayan bütün unsurların doluştuğu bir görünüm kazanmış durumda. ÖDP gibi dışarda kalan partileri (CHP siyaseti yapmak gibi gerekçelerle) sürekli eleştiren EMEP’in hangi nedenle  HDP içinde barınamaz hale geldiği de bilinmiyor. Bu durumda böyle bir tartışmanın HDP dışındaki geniş kesimler içinde ciddi bir destek ve umut yaratan Birleşik Haziran Hareketi gibi bir hareketi dikkate almadan (hele sadece bir baraj aşma meselesi çerçevesinde) sürdürülmesinin doğru olmayacağını düşünüyorum.”
Güzel. Şimdi de biz söyleyeceklerimizi söyleyelim.
Birinci olarak, bir cephe birliğinde karşı devrimci olmayan (kaldı ki belli özel tarihsel ve politik koşullarda taktiksel amaçlı, geçici, koşula bağlı bu tip bağlaşmalar da, örneğin II. Dünya Savaşı yıllarında… veya Çin’de Çan Kay Şek kliği ile… gibi olabilir ya da Kobani direnişi sürecinin belli aşamasında ortaya çıkan doğrudan bir ittifak ilişkisi olmaksızın nesnel ve geçici bir yan yana gelme gibi…) politik ve toplumsal kesimler; örgütlü çevrelerden bireylere kadar uzanan ya da açılan bir çizgide ittifaklar olabilir; bunun yadırganacak bir yanı da yoktur.
İkinci olarak, dün zaaflı olan ya da pek çok zaaf (söz gelimi “Yetmez Ama Evet!” diyenler gibi) göstermiş güç ve çevrelerin bir birleşik cephe içerisinde yer alması da doğaldır. Ayrıca HDK/HDP platformunun, başta devrimci hareketin zaafları nedeniyle olmak üzere çeşitli nedenlerle örgütsüzleşmiş ama ilerici, devrimci kişiliğini koruyan, arayış içerisinde olan bireylere de kendini örgütleme, ifade etme, kendini bulma noktasında da önemli bir alan açtığı önemli bir olanak sunduğu hatırlatılmalıdır. Burada söz konusu olan komünistlerin birliği falan değildir. Burada söz konusu olan ilerici demokratik, devrimci-demokratik, komünist devrimci akımların mücadelenin genel çıkarları için (ki dar grupçu, pragmatik hesaplarla katılanlar da olacaktır ya da olabilecektir) cephesel bir güç ve eylem birliği yapmasıdır. Kaldı ki sınıf mücadelesinde, devrim ve sosyalizm sürecinde sadece güvenilir müttefiklerle hareket edilmez, tutarsız, yalpalayan, güven vermeyen geçici yol arkadaşları da olacaktır. Devrimci ve komünist hareketin bütün tarihsel deneylerinin kanıtladığı gibi, devrimci proletarya ve devrimci-demokrasi devrim savaşında tutarsız, yalpalayan, geçici yol arkadaşlarıyla da geçici bağlaşmalar kurar, bu kategorileri de yanına çekmeye, olmuyorsa tarafsızlaştırmaya vb. önem verir ve verecektir de…
Üçüncü olarak Müftüoğlu’nun, Müftüoğlugiller zihniyetinin bunları bilmediğini, anlamadığını sanmak aptallık olur. O ve o zihniyet bu gerçekleri bilir bilmesine de ama saflık, temizlik, lekesizlik falan demagojisi yaparak, sözde bağımsızlık gösterileri sergileyerek mücadelenin yakıcı devrimci görevlerinden nasıl kaçındığını, devrimi ve devrimin genel menfaatlerini çoktan terk ettiğini gizlemeye çalışır; nesnel olarak AKP ve diktaya hizmet eden zaaflarını örtmeye uğraşır; HDK/HDP’yi gözden düşürmeyi hedefler. Gerçek tablo bundan ibarettir.
Dördüncü olarak, Müftüoğlu, EMEP’in zaaflı duruşunu son derece kötü bir şekilde kullanarak, kendi tasfiyeci oportünist ve bölücü çizgisini aklamaya çalışmaktadır. Bu doğru bir tavır değildir. EMEP’in HDP’ye katılmamasını karanlık bir olay gibi pazarlayarak ve öne sürerek bir yandan devrimci ve ilerici kamuoyu, ileri kitleler nezdinde kendini maskelemekte,  diğer yandan böylece HDP’ye karşı kuşku ve önyargıları kışkırtmaya çalışmaktadır. EMEP, HDP’ye niçin katılmadığını açıklamıştır. Doğru bulursunuz ya da yanlış bulursunuz ama kalkıp bunu “EMEP’in hangi nedenle  HDP içinde barınamaz hale geldiği de bilinmiyor.” şeklinde karanlık ve belirsiz bir olay gibi yansıtarak kuşku yaratıp yaymanın aracı haline getirirseniz, bu tutum, çok berbat bir demagoji ve manipülasyondan başka bir anlama gelmez. Müftüoğlu’nun bunu bilinçli bir şekilde yaptığına da kuşku yoktur. Kaldı ki EMEP, söz konusu zaaflı tutumuna karşın HDK’da yer almaya devam etmektedir. Bu bir. HDP ile bir seçim ittifakı kurarak yol almaktadır. Bu da iki. Peki ÖDP? Müftüoğlugiller zihniyeti?..
Beşinci olarak Müftüoğlu ve zihniyeti postmodern, postMarksist zihniyetin esiri olduğu halde, zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkarak demokratik, halkçı, ilerici, devrimci-demokratik bir dinamiği ve mücadeleyi aydın narsizmiyle, küçük burjuva elitizmiyle, sosyal şovenizmle biçimlenmiş kibirli bir saldırganlıkla mahkûm etmeye kalkmaktadır. HDK ve HDP’nin Marksist-Leninist bir parti olmadığı bir cephe ya da cephesel bir birlik olduğu ise zaten biliniyor. Dolayısıyla HDP içerisinde çok sesliliğin, çok renkliliğin bir zayıflık değil, bir zenginlik olduğunu görmek zor olmasa gerek. Aksine bu olgu, farklı düşünenlerin de bir arada olabileceğini, politik özgürlük kavgası doğrultusunda birlikte mücadele etmenin olanaklı olduğunu ve olacağını göstermesi bakımından da son derece değerli bir deneyimdir. Bu durum aynı zamanda halkların birlik talebine de sahiplenmenin yapıcı ve mücadeleci bir örneği oluyor. Ortak düşmana karşı ortak mücadele gelenekleri yaratıp geliştirmede daha ziyade başarısızlıkla, dar grupçu rekabet ve çıkarlarla parçalanmayı aşamayan “emekçi sol”un söz konusu zaafına karşı etkin bir mücadele geliştirme çabasını ifade ediyor. ÖDP bundan üzüntü duymak yerine, bu mücadeleyi geliştiren ve geliştirecek olan tablodan sevinç duymalıdır; içinde ya da dışında ama omuz omuza yürümeye değer vermelidir. Doğru ve sağlıklı olan da budur.
Altıncı olarak, Marksist Leninist parti teori ve pratiğine reddiye yazarak, çok sesli, çok kanatlı vs. bir parti modelini savunan, ÖDP’nin doğuşuna da yol gösteren bir zihniyetin savunucusu olarak Müftüoğlu’nun, farklı sınıf ve tabakalar arasında ya da onlara öncülük iddiasını taşıyan kuvvetler arasında gerçekleşen ve geliştirilmeye çalışılan bir birleşik cephe hareketi içerisinde ideolojik ve siyasi bakımdan çok temel farklılıkların olmasını böylesine küçümsemesi, horlaması garip bir çelişki oluşturuyor. Aslında garip olan bir şey de yok, Müftüoğlu, ulaşamadığı ciğere pis demektedir. Devrimci enerjisi çoktan tükenmiş, düzen içi sınırlara çekilerek başarısızlıklarla belirlenen ve biçimlenen pasifit bir zihniyetin demagojik çıkışları ve propagandasıdır burada söz konusu olan. Bunun ÖDP’ye de hayrı dokunmayacaktır.
Sonuç itibari ile Müftüoğlugiller zihniyeti için söylenecek şey şudur: “Caminin kapısını bilmez, sofuluk taslar.”
Dileğimiz zamanla ÖDP’nin kendi yanılgılarını görerek aşmasıdır.
Bitirmeden birkaç olgunun altını çizmek istiyoruz.
Müftüoğlugiller zihniyeti de içinde olmak üzere bazı politik çevrelerin öteden beri PKK’ye yedeklenme, bağımsızlığı yitirme vs. vb. üzerine yaptığı eleştiriler dikkat çekiyor. Söz konusu küçük burjuva reformist ve devrimci-demokratik çevrelerin eleştirileri, esasen sosyal şovenizmle bağlı da olsa, bir diğer neden de devrimci hareketin zaaflarında aranmalıdır.
PKK’nin kendisini “Marksist-Leninist bir parti” olarak tanımlamadığını biliyoruz. Yanı sıra HDP de Marksist-Leninist bir parti değildir. HDP, demokratik, halkçı bir cephedir. Önemli ve gerekli, geliştirilmesi gereken bir devrimci imkândır… Ancak sadece HDP’ye endekslenmiş ya da esas olarak politik çalışması HDP’ye endekslenmiş bir parti komünistse giderek komünist olmaktan çıkar. Böyle bir durum komünistlik iddiasıyla, bir komünist partinin asgari ve azami politik amaçlarıyla bağdaşmaz, tersine, böyle bir duruş tasfiyeyle ve HDP’lileşmeyle sonuçlanır. Hele de eşitsiz güç ilişkileri koşullarında böyle bir riskin olmadığını düşünmek ya da savunmak ya ideolojik-politik oportünizm olur ya da aşırı bir saflık. Burada ideolojik-siyasi bağımsızlığın özenle korunması ve ideolojik-politik bağışıklık sisteminin sistematik yetkinleştirilmesi gerekir. HDP’nin misyonu, çizgisi ile bir komünist partisinin misyon ve çizgisi temelde farklı niteliktedir. Bu niteliksel ayrıma dayalı düzenli bir ideolojik-siyasi donanımın geliştirilmesi, dost ve düşman güçler önünde bu ayrım çizgilerinin eğilip bükülmeden, açık, net, dobra dobra ortaya konulması; ideolojik mücadele, eleştiri ve tartışma özgürlüğünün korunması ve gereklerinin yerine getirilmesi gerekir. Tersi, oportünizm ve tasfiyeciliktir. Kendin olamazsan başkası haline gelirsin.
Marksist-Leninist Komünistler politik özgürlük kavgasında Kürt ulusal demokratik mücadelesiyle her bakımdan ortak mücadeleyi sonuna dek ikircimsiz geliştirirken, temel ideolojik ayrılıklarını, asgari ve azami politik hedef ve amaçlarıyla bağlı programatik farklılıklarını da etkin biçimde ortaya koymakla da yükümlüdürler. İfade ettiğimiz iki yön, bir bütünsellik içerisinde dost ve düşman tarafından teorik ve pratik olarak, açık ve kesin olarak görülebilmelidir. Bu alandaki her yetersizlik, ideolojik uzlaşma, bağımsızlığın her zedelenmesi komünist bir partiyi başka kulvarlara götürür. İlkelerde katı, taktiklerde esnek olmak gerekir. Taktik esneklik de ilke bozmaya tekabül etmeyecek. İdeolojik bakımdan postmodernizmle, postMarksizm ile uzlaşmak postmodernizme, postMarksizme götürür. Burada da sorun niyetlerle, dileklerle vs. ilgili değildir, aksine temel ölçüt, duruş ve yönelimdir; halklarımızın dediği gibi “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!” Doğa gibi politik bağımsızlık ve ideolojik mücadele de boşluk tanımaz, ihmal edilirse, o boşluk bir biçimde dolar… Bugünün yarını da var. Ve Lenin’in vurguladığı gibi, komünist hareketten bağımsız demokratik propaganda ve ajitasyon canlanıp, gelişip güçlendikçe, sosyalist propaganda ve ajitasyona, proleter sosyalist ideolojik mücadeleye de daha fazla önem vermek gerekecektir. Bu bağlamda da ortacı oportünizm kabul edilemez.
Küçük burjuva demokratlarının komünistlere dönük salvo atışlarına da verilecek en iyi yanıt, onların maskelerini düşürecek, manipülatif saldırılarını etkisizleştirecek başlıca yol da yukarıda ifade ettiğimiz gelişme hattındaki duruştur. Demokratik görevler ve mücadele ile sosyalist görevler ve mücadele bir iç bütünlükle ele alınmalı ve sosyalist perspektife, nihai amaçlara bağlanmış olarak mücadelesi verilmelidir. Marksist-Leninist program, günlük politik çalışma ve mücadeleye de şartsız yön vermek zorundadır.