23 Haziran 2015 Salı

7 HAZİRAN GENEL SEÇİMLERİNİN SONUÇLARI ÜZERİNE (III)



7 HAZİRAN GENEL SEÇİMLERİNİN SONUÇLARI ÜZERİNE (III)
HDP’nin aldığı oylar ekmek, barış, adalet, özgürlük taleplerine ve demokratik değişime verilmiş oylardır. Sömürüye, zulme, toplumsal adaletsizliğe; dinci faşist rejime, tek millet, tek dil, tek din, tek mezhep, “tek adam”, milli şef politikasına; dış politikada komşu ülkeler ve halklar için ivmelenerek büyüyen aşırı saldırgan, maceracı düşmanlık politikalarına karşı birikmiş tepki ve mücadelenin dinamikleri üzerinde yükselen oylar olmuştur. HDP’nin 12 Eylül faşizminin koyduğu barajları yıkarak ve keza onun rantını yiyen gerici-faşist partilerin koyduğu barajları da yıkarak aşmasının sırı burada yatmaktadır. Bu bağlamda HDP’nin oyları “emanet” oy falan değil, HDP’nin oylarıdır. Baraj sayesinde gasp edilen, yağmalanan oylarını HDP geri almıştır ve almaya da devam edecektir.
“Memleketin gidişini gidiş” olarak görmeyen, Erdoğan ve AKP nefretinden dolayı “emaneten” HDP’ye verilmiş oylar da bulunmaktadır ama bu oylar, HDP’nin barajı aşmasında herhangi bir belirleyici yere sahip değildir. Bu gerçeğe karşın HDP’nin bu oyları da önemseyerek “emanete hıyanet edilmeyeceği”ni açıklaması da yerinde olmuştur.
HDP milletvekillerinin sokaklarla ve kitlelerle yakın ve sistematik bağlarının korunması ve geliştirilmesi asla ihmal edilmemelidir. Geride kalan süreçte kendi formunda değerli olan parlamenter mücadelenin deneyimlerinin eleştirel gözden geçirilerek daha nitelikli bir mücadelenin geliştirilmesi gerekmektedir… HDP, meşruiyet zemininden, sokaklardan, parlamento dışı mücadeleden kopmadan; parlamenter mücadeleyi parlamento dışı mücadeleye bağlı kılarak mücadeleci bir duruş sergilemeye ve geliştirmeye devam etmelidir.  Emperyalizmin ve işbirlikçi gericiliğin, faşist diktatörlüğün HDP’yi parlamenter bataklıkta ehlileştirme, çürütme, etkisizleştirme vb. politika ve kuşatmasına karşı Program ve Seçim Bildirgesi doğrultusunda daha güçlü bir duruş sergilemelidir.
Kuşkusuz ki bu sorun ne salt HDP ile sınırlıdır ne de parlamentarist bataklıkta boğulmak bir kaderdir. Türkiye ve Kürdistan’ın tarihsel ve siyasal birikimi ve donanımı şimdilik bu vb. politikaları boşa çıkaracak durumdadır. Fakat sorun, bir gelecek perspektifiyle ele alınmalı ve buna uygun bir perspektif ve duruş gösterilebilmeli ve geliştirilebilmelidir… Parlamenter mücadeleye, parlamentoya hapsolacak bir HDP, kaçınılmaz olarak politik ölüm fermanını da imzalamış olacaktır. Kuvvetle vurgulamak gerekir ki, emperyalizmin, egemen sınıfların, faşist diktatörlüğün “istikrar”ına ve istikrar arayışına destek vermek, “istikrar”larını restore etmek halkların ve HDP’nin işi değildir. Zira bu istikrar sömürünün, yağmanın ve zulmün istikrarıdır…
Zulme karşı ayaklanma hakkından, meşru mücadele ve direnme savaşımından, sokaklardan, Rojava devriminden, Kobani direnişinden, Haziran Ayaklanması’ndan gücünü alan HDP’nin başarılı seçim çalışması ve seçim zaferi, halkların kardeşliği ekseninde daha güçlü atılım ve zaferleri de ivmeleyecek tarihsel ve siyasal bir geleceğe akmaktadır. Yeter ki yön sapmasına kayılmasın. Bunu görenlerin ya da görebilenlerin, birleşik mücadele yolundan politik özgürlük ve devrim kavgasını büyütmek amacıyla söz konusu çizgide savaşı geliştirmeye devam edecekleri açıktır. HDP, kesintisiz devrimimizin ilk adımı olan anti-emperyalist demokratik halk devrimimizin gelişme sürecinin sadece bir halkası, siyasal bir evresi ve daha büyük mücadelelere sıçramada bir dayanak noktası, araçlarından bir tanesidir… Altı çizilerek okunmalıdır: Zor bir döneme, zorlu bir döneme giriyoruz. Büyük avantajlar kadar büyük tehlikeler de devrimci ve komünist hareketi, yurtsever hareketi, HDK ve HDP’yi beklemektedir. Boş liberal beklentiler yaratmadan, halkların siyasal uyanıklığını asla köreltmeden “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganıyla daha zorlu ve büyük mücadelelere doğru yürümek gerekir.
7 Haziran seçimlerinin sonuçlarından da görülebileceği gibi, BHH, 7 Haziran seçimlerinin altında kaldı. Son ana dek ısrarla HDP’ye oy verme çağrısı yapmaktan kaçınan ama oportünizme has manevralarla HDP’yi de işaret eder gibi göründükleri bir tutum takınan BHH’nin çeşitli bileşenleri,  acaba bu yeni süreçte bir durum değerlendirmesi yapma becerisi gösterebilecekler mi? Ufukta böyle bir şey gözükmüyor. Örneğin ÖDP eşbaşkanlarının yaptığı açıklamadan da bunu görmekteyiz. Kuşkusuz ki başta ÖDP kadro ve tabanı olmak üzere “BHH” diyen pek çok insanın HDP’ye oy verdiğini biliyoruz. Örneğin ÖDP’nin müşahit desteği gibi değerli tutumlarının da farkındayız ama sorun bu vb. destekler değil, politik mücadelenin gerekleri ve gereksinmeleri ekseninde BHH’nin, BHH bileşeni olarak ÖDP’nin kendini ortaya koyuş tarzının, zihniyetinin yanlış bir çizgiyi temsil etmesidir… Kanımızca ÖDP’nin HDK, HDP’de yer alması mücadelesi ihmal edilmemeli; ikna temelli bir ilişkileniş hattından ilerlenmelidir. Eleştiri ihmal edilmemelidir. Fakat, politik ve toplumsal mücadelenin deneyimlerinin zaman içerisinde ÖDP vb. akımları ikna edebileceği ihtimal dışı değildir. Kaldı ki ÖDP vb. akımlar bugün olduğu gibi yarın da HDK ve HDP gibi bir birleşik cephe harekâtı içerisinde yer almayabilirler; bu durumda da onlarla güç ve eylem birliği hattından ilerlemeye önem vermek gerekmektedir. Bu bağlamda soruna kısa vadeli değil uzun erimli bir perspektiften bakmak doğru olacaktır.  
Devrimci-demokratik bir politik güç olarak dar grupçuluğu ve rekabetçiliğiyle, sekterlik ve doktrinerizmiyle ünlü, yurtsever demokratik Kürt hareketine karşı ise ezen ulusun küçük burjuva milliyetçiliğinin sosyal şoven ideolojik saldırganlığının temsilcilerinden biri olarak Halk Cephesi, bolca “2015 yılı genel seçimleri yaklaşırken reformizm ve onun peşinden sürüklenen oportünizm yine seçim hayalleri içine daldı” ajitasyonu yapa geldi. Meşruiyet zemininde direnişi örgütleyen ve bir anti-faşist cephe hareketi olan HDP gerçeğini ısrarla çarpıtmaktan da geri kalmadı. HDK ve HDP pratiğine de sırtını dönerek halkların kardeşliğine ve birleşik mücadelenin geliştirilmesine karşı arasına mesafe koyan HC, yurtsever hareketi, devrimci ve komünist hareketi bol bol reformizmle, parlamentarizmle, tasfiyecilikle suçlamakla uğraştı. Politikasızlığı, boş keskinlik gösterilerinin eşliğinde politika yapmak olarak lanse etti. Halk Cephesi’ne de en iyi yanıtı 7 Haziran seçimlerinden büyük bir politik zaferle çıkan; ekmek, adalet, barış, özgürlük mücadelesinin önünü açma işlevi oynayan milyonlar ve HDP verdi…
Kızıl Bayrak çevresi seçimlere “bağımsız adaylar”la girdi.  Böylece esasen kendisini kandırdı. Öte yandan ulaşabildikleri sınırlı kitleleri HDP’ye karşı manipüle etmekle uğraştı. 7 Haziran’ın, HDP’nin politik zaferinin tokadını yiyenlerden birisi de bu dar grupçu, dogmatik, işçici çevre oldu. Onların, sınıf, komünizm, reformizm, parlamentarizm vs. adına boş laflarını ellerinden alıp bir kenara koyduğunuzda ortada kalan şey, dar grupçu, sekter, doktriner, sosyal şoven, ezen ulus küçük burjuva milliyetçiliğinin yüzüdür. “Sınırlı güçlerine ve mütevazı olanaklarına rağmen devrimin bayrağını yükseklerde tutan, devrimin sesini emekçilere taşımaya çalışan biricik devrimci odak” olmakla övünen Kızıl Bayrak çevresi, bu sözleriyle gerçekler dünyasından ne denli kopmuş olduğunu da bir güzel sergilemiş olmaktadır. Kızıl Bayrak çevresinin “liberal demokratik platforma”-çizgiye sahip olduğunu ilan ettiği, “reformist-parlamentarist blok” olarak damgaladığı HDP’ye oy vermeyin çağrısı ya da bunu ifade eden analiz ve çağrıları, niyetleri ne olursa olsun, halklara değil diktatörlüğe, rejime, AKP’ye vb. yaramıştır. Bu tutumda ise devrimci olan hiçbir şey bulunmamaktadır. Devrimci-demokrat bir çevre olarak Kızıl Bayrak çevresinin tutumu, “sol” keskinlikle kendini tatmin etme tutumu olmuştur. Milyonlarca işçi, emekçi HDP’nin emek, adalet, barış, özgürlük talep ve mücadelesini sahiplenir, halkların kardeşliği etrafında kenetlenirken, 12 Eylül faşizminin ve diktatörlüğün barajlarını yıkarak HDP’yi yüceltirken, bu dar kafalı işçici halkçı çevre, kendi dar hayal dünyasında politika(!) yapmakla, kendi kendini övmekle meşgul olmaya devam etmektedir.
Egemen ulus şovenizminin, küçük burjuva milliyetçiliğinin, Kemalizm’in karanlık bataklığında kulaç atan ve “Bu düzeni sıfırla sloganı”yla 7 Haziran seçimlerine katılan (“550 kadın milletvekiliyle”) SİP’çi KP’nin 7 Haziran seçimlerinin ardından “memleketin aklı ve vicdanı olmaya devam ede”ceği açıklaması, gerçekte, aynı kibir ve bağnazlıkla yoluna devam edeceğini göstermektedir. Ki “Bu düzeni sıfırla” sloganıyla seçimlere katılarak % 0.03 (13. 780) oy alabilen bu sahte komünist parti, kendisine yakışanı yapmıştır.
KP, Türkiye halklarının, başta da Kürt halkının politik özgürlük kavgasına karşı konumlanarak “mücadele” etmeyi asli görevi olarak görmektedir. “Memleketin aklı ve vicdanı” olmaya devam edeceği açıklaması ile KP,  “ülkemizin”, “memleketin” gerçeklerinden ne denli koptuğunu ortaya koyduğu gibi 7 Haziran seçim sonuçlarının derslerinden de bir şey anlamadığını sergilemiş olmaktadır. Halkların HDP nezdinde kazandığı büyük politik zaferi bile bile görmezden gelen ve yok saymaya çalışan KP,  belli ki HDP’nin başarı ve atılımından hem mutsuz olmuş, hem de korkmuştur. KP, kendi medyasında ve açıklamalarında, işçi sınıfının, halkların, ezilenlerin lehine olan, doğan, büyüyen devrimci olanakları ve gelişmenin yönünü görmeyen, görmek istemeyen bir analiz ve propaganda rüzgârı ile oportünizme has bir duruş sergilemeye devam etmektedir. Çubuğu adeta tek yanlı olarak emperyalizmin, yerli gericiliğin vb. güç ve kudreti lehine bükerek hala “memleketimizi”, “ülkemizi” uyarmaya devam etmekle meşgul. Küçük burjuvazinin, küçük burjuva aydının devrime, devrimci olanaklara, kazanılan ilerici ve devrimci zafer ve kazanımlara asla inanmayan, karamsar, kötümser ve halklara güvenmeyen ruh hali berbat bir biçimde KP’de sırıtıyor. Ama boş keskinlik de elden bırakılmıyor ve “Seçimle bir şey olmaz, bu düzen değişmeli, düzenin değişmesi için örgütlü mücadele yükseltilmeli’ dediğimiz için...” boş lafları edilmeye devam ediliyor. Hani ruhlarının her zerresine kadar reformist, tasfiyeci, sosyal şoven, Kemalist olduklarını bilmemiş olsaydık biz de yiyeceğiz bu militan(!) açıklamaları… Gezi/Haziran Ayaklanması’nın ardına sığınarak ama onu da anlamamış, esasen demagojisini yaparak Kemalist ruhunu gizlemeye çalışan SİP/KP’den devrim ve sosyalizm kavgasına herhangi bir ciddi katkı ise zaten beklenemez.
EMEP çeşitli gerekçelerle HDP çatısı altında yer almayarak HDP ile bir seçim ittifakı yolunda yürümüştü. HDP deneyimi ve 7 Haziran seçim sonuçları EMEP’in bu geri, dar grupçu, sosyal şovenizmin etkisini ifade eden tutumunu özeleştirel aşması için bir vesile olursa sevindirici olur…
Halk Evleri’nin HDK ve HDP’de yer almamakla birlikte “koşulsuz” HDP’ye seçim desteği vermesi değerli bir politik tutum ve duruş olarak kaydedilmelidir.
Özgür Gelecek çevresinin sekter boykot çizgisini terk ederek genel seçimlerde “oylar HDP’ye” demesi; keza DHF’nin, HDP’de yer almamakla birlikte, geçmiş boykotçu vb. sekter tutumlarından vazgeçerek HDP ile bir seçim ittifakı kurması bir diğer değerli ve olumlu bir yönelim ve duruş olarak kaydedilmelidir.
Bütün açıklığıyla vurgulanması gerekir ki HDP’nin geliştirilip güçlendirilmesi yaşamsal önemde bir görevdir. HDP’de cisimleşen ama farklı formlarda anti-emperyalist, anti-faşist bir  birleşik cephenin Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu çapında (giderek genişleyen bir coğrafyada daha yetkin ve zenginleştirilmiş biçimlerde uluslararasılaştırılması) büyütülmesi devrimimizin de önünde duran acil politik görevlerden birisidir. Politik olarak bu tarihsel ve güncel görevi anlamayan siyasal kuvvetlerin sınıf mücadelesinde boşa düşmesi, bir sekt olmaktan kurtulamaması, giderek tasfiye olması kaçınılmaz bir kaderdir. Fakat bu böyle olmakla birlikte, Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu (ve dünya) devriminin görevleri bu çerçeveye sıkıştırılamaz, sınırlanamaz, mahkum edilemez. Resmen ya da fiilen böyle bir duruş, devrimi anlamayan devrimcilik olur ve giderek sosyal reformist bir güç olarak devrime ve sosyalizme karşı konumlanmayı getirir. Bu tehlike ve benzeri tehlike ve tehditler görülmeden, buna uygun ideolojik ve politik donanım ve pratik geliştirilmeden; anın devrimci görevleri içerisinde bir gelecek perspektifiyle kuvvetler şekillendirilmeden bu vb. tehlikelere karşı da koyulamaz.
HDP’nin politik zaferi sosyalist değil, demokratik halkçı karaktere sahiptir. Bu mücadele ve zaferin içinde komünist bir gücün varlığı ne HDP’yi ne de HDP’nin seçim zaferini sosyalist yapmaz ve yapamaz da… Ancak söz konusu (çalışma, mücadele ve) kazanım, nesnel olarak, sosyalizm mücadelesinin de önünü açan bir rol oynamaktadır; yeter ki gerçek komünistler tarafından bu olanaklar, herhangi bir görüş açısından değil, yalnızca Marksist-Leninist program ve stratejinin gereklerine sıkı sıkıya bağlı kalarak değerlendirilebilsin…
Sadece veya esas olarak HDP’de somutlaşan bir politik çalışma, komünist devrimci güçleri komünist olmaktan çıkararak HDP’lileştirir. Böyle bir tablo ideolojik, politik, örgütsel tasfiyeciliği; “Elveda proletarya!”, “Elveda Marksizm-Leninizm!” demek noktasına dek gelip kalıcı olarak ezilenci oportünizmin, post-Marksizmin çizgisine batmayı ifade eder.
Devrimci proletaryanın anti-faşist, anti-emperyalist halkçı devrimci geçici görevlerinden farklı olarak sosyalist ve komünist amaçları vardır. Ve devrimci proletarya sınıf mücadelesinin bütün kısmi, geçici, güncel, kısa erimli görevlerini, onun genel ve temel, uluslar arası ve sürekli çıkarlarına tabi kılmak; asgari ve azami politik hedef ve amaçlarına bağlı olarak ele almak zorundadır. Güncel mücadelenin çıkarlarının komünist devrimcilerin devrim ve sosyalizm ve komünizm hedef ve amaçlarına şartsız olarak bağlı ele alınması komünist devrimciliğin olmazsa olmazıdır. Lafta değil ama pratik-politik duruşu ile proletarya hareketiyle birleşemeyen, komünist işçi hareketi yaratamayan bir güç, tüm emekçi sınıf ve tabakalarla, ezilenlerle bu teorik ve (özellikle de) pratik duruş ve yönelimle ilişkilenerek mücadeleye öncülük/önderlik edemeyen bir güç; nerde hareket orada bereket diyen güç ise bir gelecek vaat edemez. Anı yaşamakla, nerde hareket orada bereket demekle, program ve stratejiden kopuşla, ilkelerin yerine pagmatizmi geçirmekle ne köy olur ne de kasaba. Kuşkusuz ki uzun erimde proletarya sosyalizmi ya bu zaaflarından arınacak ya da bir çıkış yolu açacaktır. Dünya devrim deneyimleri de bu gerçeğin sayısız örnekleriyle doludur. HDP’de yer almak, Rojava devrimini devrimimiz olarak görüp pratik olarak savaşıma katılmak değerli bir politik duruştur ama bu, komünist devrimci olmak için ne yeterlidir ne de temel, yapısal zaafların üstünü örtebilir; en nihayetinde de çeşitli devrimci parti ve çevreler de bu savaşımın içinde bulunmaktadır. Bilakis bu savaşımın önderi, öncüsü, ana kuvveti yurtsever harekettir ama bu gerçekler, yurtsever hareketi komünist devrimci yapmaya yetememektedir ve yetmez de.
Bugün dünden farklı olarak devrimci ve komünist hareketin önüne daha geniş çaplı bir politik çalışma için çok önemli tarihsel ve politik fırsatlar ve olanaklar çıkmıştır. Komünist hareket bu olguyu kendi özgün çizgisi ekseninde nitelikli, kapsamlı bir şekilde değerlendirmekle yükümlüdür. Tarihsel, yapısal ve güncel zaaflar, bu zaafların teorileştirilmiş olması, bu bağlamda temel bir engel olarak hareketin, gelişmenin, komünist devrimci yenilenmenin önünde ve en önde barikat kurmaya devam etmektedir. Yeni bir komünist devrimci dinamizme ve yenilenmeye gereksinim olduğu ise açık ve kesindir. Türkiye devrimci ve komünist hareketinin yenilenmeye, yeni çözümlere gereksinimi bütün yakıcılığı ile devrim ve sosyalizm kavgasının önünde durmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder