31 Temmuz 2015 Cuma

SARAY CUNTASI, DİNCİ FAŞİST İKTİDAR VE TOPYEKÜN SAVAŞ YENİLGİYE MAHKUMDUR



SARAY CUNTASI, DİNCİ FAŞİST İKTİDAR VE TOPYEKÜN SAVAŞ YENİLGİYE MAHKUMDUR
7 Haziran genel seçim sonuçları dinci faşist AKP ve elebaşısı Erdoğan için kesin bir yenilgi, HDP ve halklar için ise kesin bir zafer olmuştu. Amerikancı dinci faşist iktidar ve elebaşısı bu yenilgiyi hazmedemedi. Bugün içerde ve dışarıda başlatılmış olan topyekün saldırı politikası, bu gerçekle bağlıdır aynı zamanda. Söz konusu yenilgiyle birlikte, iç, bölgesel ve uluslararası alanda güç dengeleri daha açık ve belirgin olarak faşizm ve sermaye, özelde dinci faşist IŞİD sever klik aleyhine büyümeye; dinsel faşist iktidar içerde ve dışarıda hızla teşhir olmaya başlamıştı. İçeride yıpranmış, güç kaybetmeye, toplumsal ve siyasal desteğini hızla yitirmeye başlamış olan politik rejim ve başı dinci-faşist iktidar karşısında ise demokratik barış ve özgürlük talebi ve mücadelesi güç kazanmıştı. Dış politikası çarpıcı bir şekilde çökmüştü. “Küresel aktör”, “bölgesel oyun kurucu” düşleri yerlerde sürünür hale gelmişti. Arkasındaki Çin, Rusya gibi uluslararası desteklerle birlikte İran’ın bölgesel liderlik yarışında giderek artmış olan rol ve ağırlığı daha belirgin hale gelmişti… Diktatörlük ve iktidar merkezi, IŞİD’i maddi ve manevi olarak aktif bir şekilde desteklemesine karşın Rojava ve Kobani’de ağır darbeler alarak rezil olmuştu. T.C. ve AKP Hükümeti, IŞİD’i desteklemekle, özellikle de Suriye’de ağır savaş suçları işlemekle uluslararası arenada etkin bir şekilde teşhir ve tecrit sürecine girmişti. Bu vb. koşullarda dinci faşist elebaşı RTE ve saray cuntası, kazanım ve mevzilerini daha fazla yitirmemek ve dengeleri lehine çevirmek hedefiyle yeni bir saldırı dalgası geliştirmeye karar vermiş bulunuyor. Dinci faşist iktidar, daha genel seçimler sürecinde olası bir kaybetme, tek başına iktidara gelememe durumunda darbeci yöntemler izleyeceğini, sonuçları kabullenmeyeceğini, yeni bir topyekün savaş konseptini pratikleştireceği tehditlerini savurmuştu. “Verin 400’ü bu iş huzur içinde bitsin”, “A, B, C planlarımız var”, “istediğimizi almazsak/vermezseniz sonuç kaos olur”, “HDP barajı aşarsa çözüm süreci biter”  diyen elebaşının ve soytarılarının açıklama ve tehditleri boşuna değildi yani…
Daha baştan açık ve kesin olarak vurgulanmalıdır: Yalnızca “çözüm süreci”ni değil 7 Haziran seçim sonuçlarını da yok sayan dinci faşist teröristbaşı, saray cuntası ve gayrımeşru AKP Hükümeti, Yeşilgladiosu ve Ergenokon ittifakı ile hep birlikte yeni saldırı konseptinin altında kalacaktırlar; koltuk değneği ırkçı MHP de onları kurtarmaya yetmeyecektir. Demokrasi, barış, adalet, özgürlük mücadelesi dalgasının bastırılması bir yana, gelişip güçlenecek, daha da uluslararasılaşacaktır. Batıda bugün için henüz genelleşmemiş ve Gezi ayaklanmasıyla sadece nüvesi ortaya çıkmış olan devrimci durum gelişerek güçlenecektir. Özellikle de Kürtlerin kazanımlarını yok etmeyi veya esaslı darbelerle zayıflatmayı hedefleyen dinci-faşist terör ve savaşçı saldırı dalgasıyla, Kürt ulusal özgürlük mücadelesi geriletilmek, ezilmek bir yana, aksine söz konusu mevzilerin, kazanımların, başarıların, iç, bölgesel, uluslararası alanda büyüyerek güçleneceğini hep birlikte göreceğiz. Bunun güvencesi de halkların gelişip güçlenen mücadelesi ve örgütlü direnişidir… İnişler, çıkışlar, kayıplar, evet bunlar da olacaktır… Bedelsiz kavga olmuyor ve olmayacak…
AKP ve Gayya Kuyusu elebaşısı siyasi hayatının en zayıf döneminde bulunmaktadır. RTE’nin son kullanım tarihi geçmiştir. Bu yeni saldırı politikası başlangıçta, AKP içi çelişkileri geçici olarak bastırma rolü oynasa da, bu çelişkilerin daha sert biçimde patlak vermesine yol açacaktır. Keza bu süreç, başta ABD olmak üzere emperyalistler tarafından Saray cuntasının ve elebaşının tasfiyesi amacıyla kullanılacaktır. Tamda saray cuntasının ABD’nin isteği yere gelmek zorunda kaldığı ve kendi darbeci-cuntacı özgün politikalarını da yedirerek başlattığı topyekün saldırı dalgasının atağa kalktığı şu günlerde, Muaviye-Yezit cuntasının IŞİD’le ilişkileri bağlamında uluslararası bazı suçlarının dünya basınında daha yoğun ve kapsamlı teşhir edilmesi, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından “inceleme”nin başlatılması da söz konusu olgunun açık kanıtlarıdır. Karşımızda hesap içinde hesap, oyun içinde oyun oynanıyor.
Bu yeni süreçte, demokratik barış, adalet ve özgürlük mücadelesi güç kazanacaktır. Öcalan ve PKK’nin eli daha da güçlenecektir. Kürtlerin küresel meşruiyeti daha bir artacaktır. Batısı ve Doğusuyla Türkiye halklarının birleşik mücadelesi ivme kazanacaktır. Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu halklarını karşısına alan, savaş yoluyla yıkım ve ölümü dayatan politikaların başarılı olma şansı yoktur ve asla olmayacaktır. Ki fazla uzun olmayan bir zamanda IŞİDsever elebaşının ve iktidarının başarısızlığına, ağır yenilgisine (ve belki de çöküşüne) şahit olacağız. İçerde faşist iç savaş, dışarıda yayılmacı, saldırgan, maceracı savaş ve saldırı politikalarının dönüp daha güçlü ve keskin bir şekilde dinci faşist darbeci cuntayı ve şefini vurması kaçınılmazdır. Devlet terörüyle, yeşil gladiosuyla, havuz medyasıyla, sınır tanımayan rüşvet, yolsuzluk, kaçakçılık vurgunuyla; kelle kesici, ırz düşmanı, köle taciri, yağmacı IŞİD ile içeriyi ve dışarıyı kan ve ateşe boğmuş olan dinci faşist iktidarın ve onun Gayya Kuyusu elebaşının ağır suçlarının hesabını vermesi kaçınılmazdır. Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz. AKP artık o eski, yıpranmamış, yükselen AKP haline gelemez. Tarihsel, siyasal ve toplumsal bakımdan güçlü bir yıpranma, gözden düşme sürecini yaşayarak gelinmiştir bu günlere. Artık mızrağın çuvala sığmayacağı açıktır. Ve evet, bir “darbe mekaniği” de işlemektedir…
Bu topraklarda halklar, tepeden tırnağa kana, soyguna, suça bulaşmış, kıçının derdine düşmüş elebaşı ve cuntasının savaş ilanı ve kışkırtıcılığının gazına öyle kolay kolay gelmeyecektir. Halklar, bu sahtekârların “bayrak, ezan, vatan, millet, milli güvenlik” vs. dedikçe tüm bu söylemin gerçekte daha fazla kan ve soygun, çürüme demek olacağını, zenginlerin değil fakir çocuklarının öleceğini, oysa Tayyiplerin ve çocuklarının ceplerinin ise şişmeye devam edeceğini kendi öz deneylerinden biliyorlar ve Türk halkı da artık eskisi gibi kör değildir... Bu demokratik uyanış güçlenerek gelişecektir ve 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarından da görülebileceği gibi toplumsal ve siyasal uyanış gittikçe güçlenmektedir. Suriye ile olan sınır güvenliğinin YPG mi yoksa IŞİD mi tarafından korunmasının uygun olacağı sorusuna AKP ve MHP tabanın büyük çoğunluğunun PYD demesi de bu doğrultuda çok çarpıcı bir olguyu yansıtmaktadır. Şu savaş kışkırtıcılığının yapıldığı, topyekün demogoji, saldırı, maniülasyon dalgasının başlatıldığı koşullarda bile yapılan seçim anketlerinde HDP’nin oylarının artmaya devam etmesi, AKP ve MHP oylarının düşüşü de çarpıcı bir veridir. Evet, tehlikeyi, ödenecek bedelleri küçümsemeyelim ama gelişmenin esas yönünü de özellikle görelim… Rojava Devrimi, Gezi Ayaklanması, Kobani Direnişi, 7 Haziran seçim zaferi… IŞİD gerçeğinin ve onun AKP ile özel bağları vb. gerçeklerinin halklar nezdinde açığa çıkmış olması… Dinci faşist iktidarın güçlülüğünün değil ama zayıflığının ifadesi olarak başlatmış bulunduğu yeni saldırı politikası… Tüm bunlar çakalbaşının ve cuntasının kendi saldırı politikalarının altında kalacağını göstermeye yetmektedir.
Atı alan Üsküdar’ı geçti. Kürt düşmanlığı üzerinde, Kürt imhası üzerinde hiçbir politikanın ve topyekün saldırının başarı şansı yoktur artık. Varsın 90’ların politikalarına ve daha ağırına geri dönülsün. Birkaç on yıldır kudurmuş köpekler gibi ulusal demokratik hareketi ve Batıda devrimci hareketi ezme ve tasfiyeye yönelen nice hükümetler, partiler, gerici ve faşist liderler tükendi gitti. Aynı süreci çakalbaşı ve katil iktidarı da yaşadı ve daha beterini de yaşayacaktır. Ve bugün dünden çok ama çok daha güçlü, yaygın, iç ve uluslararası güç ve etkinliği, mevzileri, destekleri olan güçlü bir hareketle, girdiği her savaştan başarıyla çıkan bir hareketle karşı karşıya diktatörlük. HDK/HDP gerçeği de bunun ifade biçimlerinden birisidir. IŞİD’e karşı mücadele sahtekârlığıyla, “teröre karşı mücadele” edepsizliğiyle örtülmeye çalışılan yeni saldırı dalgası, Türk halkı nezdinde de esaslı bir etki bırakmıyor artık. Sağ gösterip sola vuran politikalarla IŞİD’çi elebaşı ve avenesi kendini de kurtaramayacaktır. Ve bu kesindir. Döktükleri kanda boğulacaklar. Bunu, hep birlikte göreceğiz. Ne 80’lerdeyiz ne de 90’larda…
Yapılacak ya da yapılması gereken görevler, yürünecek yol bellidir: Proletarya ve halkların en geniş mücadele birliğinin inşa edilerek geliştirilmesi; sokakların özgürleştirilmesi; yasal ve yasadışı, parlamenter ve parlamento dışı; silahlı ve barışçıl mücadelenin daha etkin birleştirilerek geliştirilmesi… Barış, adalet, eşitlik ve özgürlük taleplerinin en geniş kitlelere mal edilmesi; topyekün saldırıya karşı topyekün direnişle karşı koyulması…
Evet, büyük risklerle karşı karşıyayız. Fakat bu riskler, akıl-cesaret-deneyim-yetenek bileşiminden oluşan devrimci ve komünist bir irade ve savaş gücüyle aşılabilecek durumda. Bunun için de politik ve toplumsal koşullar, dinamik ve olanaklar daha elverişli ve lehimizde. Sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı mücadeleyi Saray cuntası ve darbeci elebaşısı üzerinde yoğunlaştırarak geliştirmeliyiz. AKP ve MHP’ye oy veren kitlelerin bile büyük çoğunluğu, hiç olmazsa yarısı dikta ve “sivil cunta”nın ölüm ve yıkım getiren ve dayatan manevralarını çeşitli nedenlerle onaylamıyor; karşı tavır alıyor, destek vermiyor, sempati duymuyor, kuşkuyla yaklaşıyor, tehlikeli ve maceracı buluyor.
İçerde ve dışarıda savaşçı, terörist, saldırgan bir politika izleyen dinci-faşist iktidarın demagoji ve manipülasyonda, provokasyon ve zulümde sınır tanımayan açık saldırısına karşın kullandığı argümanlar birkaç on yılın kirli, haksız, sömürgeci savaşının deneylerinden geçen şovenizmin etkisinde olan geniş kitleler nezdinde de artık eski etki gücünü koruyamıyor, inandırıcılığını sürdüremiyor. Korku duvarı ise Kürdistan’da zaten uzun yıllar evvel aşılmıştı; aynı şey, Türkiye’de de Gezi/Haziran Ayaklanması ile gerçekleşmişti. Mücadele ancak ve yalnızca meşru mücadele ve direnme çizgisinde kalınarak geliştirilebilir. Sözde teröre, IŞİD’e karşı mücadele adı altında halklara karşı başlatılan koyu faşist terör ve savaşçı politikanın işçi sınıfına, halklara, ezilenlere dönük bir saldırı dalgası olduğunu, en önemli hedefinin Kürt halkının kazanımlarını yok etmek olduğunu geniş kitleler daha kolayca görebilmektedir. Devlet terörüne, azgın faşist demagoji ve psikolojik savaşa karşın bugün koşullar siyasi teşhir kampanyalarına, sokak hareketlerine, geniş kitlelere ulaşmaya daha elverişli... Sansür vb. politikalar ise artık eski etki gücünü yitiriş durumda. Medya alanında da birleşik bir cephe harekâtının geliştirilmesi ivedi bir görevdir. En geniş ilerici, devrimci, yurtsever çevrelerin başta “sosyal medya” olmak üzere ortak, birleşik ve yeni biçimlerle zenginleşmiş bir medya inşasına özel bir önem vermesi gerekir. Mücadelenin ulaştığı gelişme evresinin gereksinimlerine yanıt vermeyen, güncel siyasal mücadelenin gereklerinin oldukça gerisinde kalan, cılız ve ayrı ayrı akan derelere değil, tek bir nehir gibi akacak bir medyanın geliştirilmesine gereksinim vardır... Keza uluslararası emekçi kamuoyunun kazanılmasına özel önem verilmelidir. Bu bakımdan da tam bir seferberlik örgütlenmelidir… Bu bağlamda en geniş çevrelerin birleşik cephesiyle 24 saat çalışan ortak bir uluslararası enformasyon bürosunun kurulmasına hızla yoğunlaşmak gerekmektedir.
Sömürgeci faşist diktatörlüğün, dinci faşist Saray cuntasının geliştirdiği savaş, bir Ortadoğu savaşıdır. Sorunu salt dinci-faşist cuntanın teröristbaşı şefinin kişisel ihtiraslarıyla vs. açıklamak ve sınırlandırmak ağır bir liberal zaaf olacaktır… Sınırları, Türkiye’yi, Kürdistan’ı, Ortadoğu’yu kapsayıp aşan bir direnme, hegemonya ve rekabet mücadelesi ile karşı karşıyayız. İç, bölgesel, uluslararası bağlam ve bağlantılarıyla savaşın demokratik, halkçı, haklı bir savaş, halkların devrimci bir savaşı olarak geliştirilmesi gerekmektedir… Her atılan adımda bu bağlam ve perspektifin özenle gözetilmesi, büyütülmesi yaşamsal önemdedir. Enternasyonal birlik ve mücadele bir bayrak olarak sürekli yukarılarda dalgalanmalıdır. Sorun dar anlamda Ortadoğu halklarının özgürlük kavgasıyla da sınırlanamaz…
Emperyalizmin ve bölgesel gericiliğin karşı-devrimci cephesine karşı, karşı-devrim saflarındaki parçalanmalardan yararlanılmasını yadsımadan, halkların öz bağımsız gücüne dayanan bir cephesel birlik ve mücadele perspektifinin gündelik siyasal mücadeleye de yön veren bir politika olarak geliştirilmesi gerekmektedir… Esat rejiminin gerici karakterine karşın, direnmesinin ve ayakta kalmış olmasının, nesnel olarak, Amerikan emperyalizminin, başta işbirlikçi Türk ve Suudi Arabistan gericiliği olmak üzere, bölgesel işbirlikçi rejim ve diktatörlüklerinin aleyhine, halkların lehine olduğunu; ABD, AB, NATO ve bölgedeki işbirlikçilerinin konumunu zayıflattığını, uluslararası sermaye ve gericiliğin hizmetkârı olan IŞİD dinci faşizminin de istediği gibi at oynatmasına izin vermediğini de vurgulamak isteriz.