2 Ekim 2016 Pazar

I. BÖLÜM



7)Görkemli Başarılar, Zafer Sarhoşluğu ve Partinin Körelen İç Gözü
Stalin’in önderliği döneminde kazanılan başarılar muazzamdır. Tarihte ilk defa bu denli görkemli ve göz kamaştıran zaferler peş peşe kazanılmıştır. Eski, eşsiz bir devrimci coşku, yüksek bir özgüven ve dizginsiz bir feda ruhu eşliğinde yıkılmış, yepyeni bir dünya kurulmuş, yepyeni bir tarih yapılmış ve yazılmıştır.
Pre-kapitalist ilişkiler, kapitalizm ve burjuvazi tasfiye edilmiştir. Devrilmiş gericiliğin başkaldırısı devrimci terörle ezilmiştir. Bir düzine emperyalist devletin SSCB’ye müdahale ve işgali yenilgiye uğratılmıştır. Geri bir tarım ve köylü ülkesi olan Rusya’da dev bir sosyalist sanayi kurulmuştur. SSCB dünyanın ikinci büyük sanayi ülkesi haline gelmiştir. Tarımın sosyalist dönüşümü yoluyla küçük meta ekonomisi, özel mülkiyetin bu son kalesi de yıkılmış; güçlü, birleşmiş sosyalist kooperatifsel-kolhozcu tarım yaratılmıştır. Her bir kesitte anti-Marksist-Leninist karaktere sahip olan parti içi muhalefet proleter demokrasi, eleştiri ve tartışma özgürlüğü temelinde açık bir başarıyla yenilgiye uğratılarak tasfiye edilmiştir. Geri bir köylü ülkesi, yüksek kültürle donanmış bir ülke haline getirilmiştir. Hitler canavarı ve faşist kamp başında büyük Stalin’in durduğu SSCB tarafından ezilmiştir. Yıkıma uğrayan ülke bir kez daha SSCB proletaryası ve halkları tarafından parlak ve eşsiz bir şekilde yeniden inşa edilmiştir. Güçlü bir sosyalist kamp doğmuş, böylece SSCB tecrit olmaktan kurtulmuştur. Tek ülkede sosyalizmin inşası yerini bir dizi ülkede sosyalizmin birlikte inşası sürecine bırakmıştır. Dünya devrimcidir, devrim dalgası yer kürenin dört bir yanını sarsmaktadır. Büyük Stalin’in, SBKP(B)’nin, SSCB’nin, sosyalizm ve komünizm idealinin prestiji doruklardadır. Proletarya ve halklar artık geleceğe daha büyük bir özgüven ve kazanma duygusuyla bakmaktadırlar, vb. Tam da burada Stalin’in şu sözlerini hatırlatmanın yeridir:
“Parti tarihi bundan başka bize başarılardan başı dönen, kendini büyük gören, çalışmalarındaki kusurları görmezden gelmeye başlayan ve hatalarını kabullenmekten ve onları zamanında içtenlikle ve dürüstçe düzeltmekten korkan bir partinin, işçi sınıfına önderlik rolünü oynayamayacağını öğretiyor.”
“Bir parti hatalarını gizlerse, sancılı meseleleri örtbas ederse her şey yolundaymış gibi davranarak eksikliklerin üstünü örterse, eleştiri ve özeleştiriye tahammül göstermezse, kendini beğenmişliğe ve gurura kapılırsa ve ilk başarılarıyla yetirirse, mahvolur.”  (Stalin, Eserler C.15, s. 409)
Tarihsel gerçekler ve deneyim, son derece alçak gönüllü bir kişiliğe ve sade bir yaşantıya sahip olan Stalin’in bu uyarılarının ne denli yaşamsal ve çarpıcı gerçekler olduğunu ortaya koydu. SBKP ve önderleri, tarihin ilk kez tanık olduğu devsel başarı ve zaferlerin bir sonucu olarak, ne yazık ki,  zafer sarhoşluğuna kapıldılar. Gurura ve kendini beğenmişliğe yenik düştüler. Hata, eksiklik ve zaaflarını derinliğine göremez hale geldiler. Onları mahveden de bu oldu.
Lenin, “ ‘bugüne kadar bütün devrimci partiler, gurura kapıldıkları güçlerinin nerede yattığını göremedikleri ve zaaflarını ortaya koymaktan korktukları için mahvoldular. Ama biz yıkılmayacağız, çünkü biz zaaflarımızı ortaya koymaktan korkmuyoruz ve onları altetmesini öğreneceğiz.” (age., s. 409-410, iLa.) der.
SBKP ve önderleri Lenin’in bu uyarısına bağlı kaldıkları tüm zamanlarda daima kazandılar. Ne zaman ki bu uyarının menzilinden çıkmaya başladılar, işte o zaman, kendi nesnelliklerinin bir parçası olarak, adım adım mahvolmaya doğru sürüklendiler, “bürokratik pasla örtülmelerine izin verdiler…
Yukarıda sözü geçen zaferler tablosu, eskiden geri bir köylü ülkesi olmaktan da gelen idealist etkiyle de birleşerek Stalin, önderler, parti, devlet, yetkililer idealize edilmeye başlandı. Bir önderlik kültü, her şeyi bilen, sezen, yanılmaz yetkililer kültü, bir kişi kültü, parti ve devlet kültü (putlaştırma, tanrılaştırma) ortaya çıktı ve bir kanser gibi yerleşik toplumsal bir hastalığa dönüştü; önderleri, yöneticileri, kurumları, işçi ve emekçi kitleleri tutsak aldı.
Stalin ve Partisi, bir çağrıyla milyonları harekete geçirebiliyorlardı. Stalin ve SBKP eşsiz ve görkemli önderlik yeteneği ve dev başarıları sayesinde kadroların, işçi sınıfının, halkların nezdinde haklı olarak yüksek ve dizginsiz bir prestije sahiptiler. Bu güven sınırsız bir coşkuyla, feda ruhuyla, tarihe karşı sorumluluk bilinciyle, her türlü zorluğu kuşatılmışlık koşullarında yene yene, yıka yıka, çöze çöze ilerlemekle; yeni bir yaşam, sömürüsüz bir dünya kurmakla kazanılmıştı.
Ama ne yazık ki, Bolşevikler de yakalarını zafer sarhoşluğu ve kibir hastalığından kurtaramadılar. Yanılmaz önderler ve parti kültü, dev başarıların ihtişamı altında partinin iç gözünü süreç içerisinde köreltmişti.  Evet, ulaşılan düzey dönemin doruğuydu, zaferlerin zirvesiydi. Zirve ve ışıltı baş döndürüyordu.Göz kamaştırıcı nesnelerin parıltısı arttıkça insanın iç gözü de o derece körleşir.” (Gılgamış Destanı’ndan). Tablo budur. Gılgamış Destanı’ndaki vurgu birkaç bin yıl sonra bir kez daha kendi gerçekliği içinde parlak bir biçimde doğrulanıyor, yeni bir karanlık ve acı dönemi şekillendiriyordu.
Tablo budur.
19. Parti Kongresi bürokratik dejenerasyona ve tehlikeye ciddi bir biçimde dikkat çeker ve “bilge önderlik tehlike etkinleşmeden görendir” övgüsünü yaparken, gerçekte “Atı alan Üsküdar’ı” çoktan geçmişti bile. İnsanlar, partiler, önderler, kitleler bir kere gerçeklerden kopmasın, sonun ne olacağı hiç belli olmaz ve olmuyor da. Burada, SBKP (B)’nin 19. Parti Kongresi’nin 1952’de toplandığını, Stalin’i 1953 yılında kaybettiğimizi, Kruşçev revizyonizminin ise 1956’da iktidara geldiğini hatırlatmak gereksiz olmasa gerek!
Diyalektik gerçek şudur: Doruk, düşüşün de başlangıcıdır. Düşüş, doruğa doğru tırmanma sürecinin bağrında kökleşerek gelişmeye başlamıştır SSCB’de…
1953-56 arası geçiş sürecinin ardından 56’da politik iktidar tekelini gasp ederek zaferini ilan eden (tarihin tanık olduğu en sinsi) modern revizyonist karşı-devrim, SSCB’yi, Sosyalist Kamp’ı bir başka yola, kapitalist restorasyon yoluna sokmayı başarmıştır.
19. Parti Kongresi’nde bürokratik dejenerasyona dikkat çekilirken, gerçekte partinin iç gözü çoktan körelmeye başlamış, “gülücük arkasında hançer” saklayanlar, görkemli başarıların göz kamaştırıcı ışıltısının arkasına saklanmış Stalin’in ölümünü ya da öldürülmesini beklemekteydiler.
Oluşan yanılmaz kişi, yetkililer, önderler, önder kültü, devlet ve parti kültü, bir dizi başka etkenle birleşerek bir yandan SBKP (B)’nin, proletarya diktatörlüğünün kitlelerle canlı bağlarını kemirip paslandırırken, kadroların, kurumların, kitlelerin bağımsız devrimci inisiyatifini köreltirken, bürokratik merkeziyetçiliği, bürokratik çürümeyi derinleştirirken, öte yandan küçük burjuva bürokratik tabakanın oluşup gelişmesinde, güçlenmesinde aktif bir etken olurken, diğer yandan da bu kült, küçük burjuva bürokratik kesimlerin elinde, bilinçli sistematik yönelimle güçlenen bürokratik tabakanın çıkarlarını güvence altına almanın, ardına gizlenmenin, yeni döneme hazırlanmanın güçlü bir silahı rolünü oynamıştır.
Kişi, önderler, parti, devlet, yanılmaz yetkililer kültü bürokratik dejenerasyonun eseridir ya da karşılıklı birbirini besleyen bu olgunun ürünü olmuştur. Bu olgu, dış tehlikeye karşı yüksek uyanıklığın, iç tehlikeye karşı uyanıklıkla birleştirilememesine, diğer faktörlerle birlikte, aşırı özgüvenin etkisiyle, yeni tip iç tehlikenin de görülememesine yol açmıştır.
Stalin bağlamında kişi putlaştırılmasıyla ilgili AEP Tarihi’nde, şu değerlendirmeler yapılır:
“J.V. Stalin kişinin putlaştırılmasına karşı çıkmış ve onu sık sık eleştirmişti; kitlelerin rolünü doğru bir biçimde değerlendirmiş ve partinin ve Sovyet devletinin kolektif önderliği ilkesini daima yüksekte tutmuştu. Ancak hayatının son yıllarında parti önderliğindeki gizli düşmanlarının ibret verici ve uğursuz kışkırtmaları altında Sovyet propagandasının kendisine yağdırdığı aşırı ve tamamen gereksiz övgüleri dizginlemek için yeterince tedbir almamıştı.” (AEP Tarihi Cilt 2, s. 163, Yurt Yay.)
Örneğin Molotov, Stalin için, “Başlangıçta putlaştırma ile biraz mücadele etti ama daha sonra, bu biraz hoşuna gitti.”  (Molotov Anlatıyor, s. 280, Yordam Yay., 2. Baskı) saptamasını yapıyor.
Ne olursa olsun, Stalin’in söz konusu kültün oluşmasındaki rolünü görmek ve kabul etmek zorundayız. Lenin’in dediği gibi: “Siyasi bir önder sadece kendi yönetim biçiminden değil aynı zamanda kendisine bağlı kimselerin eyleminden de sorumludur. Zaman zaman onların ne yaptığından habersiz olabilir, çoğu zaman bazı şeyleri yapmamış olmalarını isteyebilir, ama gene de sorumlu olan odur.” (Sendikalar, Bugünkü Durum ve Troçki’nin Hataları, s. 265)
Savaş sanatı üzerinde çalışan ve çalışmasının özetini Stalin’e gönderen ve sorduğu sorulara yanıt bekleyen Prof. Albay dr. Rasin’i 23 Şubat 1946 tarihinde yanıtlayan Stalin, albayın kendisi ile ilgili yazdığı övücü satırlar hakkında şöyle der: “Stalin üzerine methiyeler de kulak tırmalıyor- bunları okumak insanı utandırıyor.” (Eserler Cilt 16, s. 69)
Örneğin II. Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde “Stalin’e Sovyetler Birliği Kahramanı unvanı” verilmek istenir. “Stalin Sovyetler Birliği Kahramanı ölçütlerine uymadığını söyler. Bu unvan kişisel cesaret örneklerine verilmektedir.”, “Ben böyle bir cesaret göstermedim”, der ve yıldızı kabul etmez. Yine de portrelerine eklerler.” Örneğin, “Bir dönem Moskova’nın adını Stalin yapmak için sürekli öneriler vardı. Çok üstelenmişti!” “Bu Stalin’i kızdıran bir şeydi.” (Molotov Anlatıyor, s. 274)
 “Stalin’in insanlarla ilişkiler nasıldı?” sorusuna Molotov “Gayet basitti. Çok iyi bir adam, gayet geçimli. İyi bir yoldaştı. Çok iyi tanırdım ben onu.”, diyerek yanıtlar. Zaten Stalin’in yaşamını inceleyen bir dizi eserden, anılardan vb. Stalin’in gayet basit, sade, şatafat ve gösterişten, lüksten uzak bir yaşantısının olduğunu görüyoruz.
Evet, Stalin’in birey olarak yapay bir tarzda yüceltilmesine gerçekten de gereksinimi yoktu; dahası Stalin, Alman bir gazeteciyle yaptığı bir röportajda, kendisini putlaştırma propagandasının arkasında, düşman unsurlar olduğunu açıkça söyler. Ama bu açıklamalara karşın yine de ülkede oluşan kişi, lider, parti ve devlet kültünde, Stalin’i sorumlu tutmak zorundayız, hem de birinci derecede! Çünkü Stalin sosyalizmin, SBKP’nin, uluslararası proletaryanın önderi konumundaydı; evet, söz konusu propaganda ve kültü Stalin teşvik etmemiştir, dahası eleştirmiştir de; ama tarihi deneyin gösterdiği şey odur ki, Stalin bu kültün gelişmesine yeterince müdahale edememiş, etmemiştir. Örneğin Stalin daha hayattayken binlerce ama binlerce “Stalin nişan ve ödülleri” verilmiştir; oysa komünist liderler ve yöneticiler yaşarken onlar adına bu tip ödüllerin verilmesi (heykellerinin yapılması vb.) doğru değildir bizce.
SBKP (B)’nin 18. Kongresi’ne Jdanov tarafından sunulan “Rapor”da geçen ve kongre tarafından da onaylanmış olan şu sözler, oldukça dikkat çekicidir:
“Bolşevik parti içi demokrasinin özü nedir? Stalin Yoldaş’ın tekrar tekrar söylediği gibi, Bolşevik parti içi demokrasisinin özü, bağımsız inisiyatif ve parti önderlerinin çalışmalarına parti üyelerinin aktif katılımıdır.” (age., s. 54)
Bu yaklaşım yanlıştır ve baştan aşağı da yanlıştır. Kişi ve önderler kültünün teorize edilmesinin ifadesidir. Lenin açıklıkla vurgulamıştır: Proleter demokrasinin özü, eleştiri ve tartışma özgürlüğüdür. (Alıntıdaki “bağımsız inisiyatif” formülünü geçiyoruz. Demokratik merkeziyetçiliğe dayanan özerklik ve bağımsız inisiyatif, evet, proleter demokrasinin vazgeçilmez bileşenlerinden birisidir.) Bunun yerine, Bolşevik parti içi demokrasisinin özü, “parti önderlerinin çalışmalarına parti üyelerinin aktif katılımıdır” tezi geçirilirse, bu durumda, Bolşevik demokrasi anlayış ve uygulaması, yerini, giderek revizyonizme, bürokratizme, kişi ve önderler kültüne bırakmış olur. Yapılmış olan tanımın özü de budur zaten. Ama ne yazık ki söz konusu kült, yanılmaz önderler-parti-devlet, yanılmaz yetkililer kültü olarak, SSCB’yi teslim almıştır.
Vurgulamak gerekiyor: Marksizm-Leninizm partiye değil, parti Marksizm-Leninizm’e tabidir. Parti önderlere değil, önderler Marksizm-Leninizm’e ve partiye tabidir. Tüm parti üyeleri ve tüm parti önderleri ve yöneticileri parti kongresine tabidir. İki kongre arası dönemde de tüm parti MK’ya tabidir. Sosyalist demokrasi partide, parti üyelerinin, parti örgütlerinin, parti yöneticilerinin, parti önderlerinin Marksizm-Leninizm’e, parti çizgisine, parti kongresine, parti tüzüğüne, tüm bunlara şartsız olarak tabi olması; parti önderlerinin değil, tekrar vurguluyoruz, parti önderlerinin değil, ama parti MK vb. gibi merkezi kurumların önderlik çalışmasına bağımsız inisiyatifle, eleştiri ve tartışma özgürlüğü temelinde aktif katılımını ifade edebilir, daha doğru ifade ile parti içi demokrasisinin bir biçimi de budur. Seçim ilkesi, eleştiri ve tartışma özgürlüğü, parti içi proleter demokrasinin unsurlarıdır. Hele de iktidarda olan bir partiysen, iç savaş, emperyalist müdahale gibi özel koşullar dışında, demokrasi ilkesini en tam tutarlılıkla uygulamak zorundasın. Açık ve net bir şekilde vurguluyoruz: Parti içi demokrasinin, parti üyelerinin önderlerin çalışmalarına aktif katılımı olduğu düşüncesini, Bolşevizm’e aykırı görüyoruz. Bu, küçük burjuva bürokratizmi hastalığıdır. Marksizm-Leninizm’e, partinin programına, tüzüğüne, partili mücadele yöntemlerine ilkeli bir bağlılıkla, bağımsız inisiyatif, eleştiri ve tartışma özgürlüğü bir birini bütünler. Parti çalışmasına, partinin kongre ve MK gibi organlarının çalışmasına bireysel ve kolektif katılım, aritmetik değil, organik bir birlik olan partinin, partililiğin bir gereğidir. Jdanov’un Stalin’e atfen vurguladığı anlayış, kişi ve önder kültünün, etkin birey, etkin sekreter, etkin önder, etkin yönetici kültünün ifadesidir. Bu, kolektif aklın yerine, kolektivizmin ve iç demokrasinin yerine, kolektif ruhla yetişmiş kolektif etkin bireyin yerine, kolektif önderlik yerine biçimsel bir kolektivizmin ardına saklanmış etkin bireyin, etkin bireylerin aklının, yanılmaz stratejik önderin liderliğinin, bireyselliğin, bireyciliğin, bireysel önderliğin, elitin, elitleşmiş kategorilerin, ekipçilerin, koltuk sevdalıların geçirilmesidir. Bu, demokratik merkeziyetçiliğin yerine, bürokratik merkeziyetçiliğin geçirilmesidir. Ki, SBKP (B) deneyiminden görülebileceği gibi, bu anlayışlar, zaaflar vb. aniden ortaya çıkmamıştır. Adım adım gelişerek zamanla egemenlik kurmuştur. Bu, biz komünistleri de uyarmalıdır.
Bireysel çalışma değil, kolektif çalışma. Biçimsel bir örtüye dönüşen bir sözde kolektivizm değil, işlevsel bir kolektivizm. Etkin birey değil, kolektif etkin birey. Sözde kolektif etkin birey değil, gerçekten kolektivizm ruhuna sahip bağımsız karakter sahibi kolektif etkin birey. Bireysel önderlik değil, etkin kolektif önderlik. Sözde kolektif önderlik değil, işlevsel bir kolektif önderlik. Bürokratik merkeziyetçilik değil, demokratik merkeziyetçilik. Lafta demokratik merkeziyetçilik değil, işlevsel demokratik merkeziyetçilik. Parti çizgisine ve tüzüğüne şartsız uyan, kendini yasaların, kadroların, kongrelerin, tüzüğün üstünde görmeyen, çifte standardı bir erdem olarak görmeyen, yetki gücünü keyfi bir biçimde kullanmayan, kendisini değil, kendilerini değil, partiyi ve kadroları önemseyen, eleştiri ve denetime gelen, ikna gücüne dayanarak yetki gücü kullanan, bağımsız inisiyatif ve eleştiri gücünü boğmayan, narsizme düşmeyen vb. bir önderlik ve çalışma tarzı. İhtiyaç budur. 
Burada en temel şey, bu kültün gelişmesinin/geliştirilmesinin sosyalist inşa sürecine, komünist bilincin geliştirilmesine verdiği ağır zararların görülmesidir. Gelişen yeni tip küçük burjuva bürokratik tabakanın bu alanda da oynadığı uğursuz rolün kavranmasıdır. Bu kültün/idealizasyonun/tapınmanın onların elinde nasılda bir örtüleme işlevi oynadığının görülüp bilince çıkarılmasıdır. Ne yazık ki SSCB’de bu olgu, kâğıt üzerinde yazılanlara ya da parti propagandasında ilan edilen doğru sözlere göre değil de, toplumsal, siyasal pratiğe göre değerlendirdiğimizde, esasen bilince çıkarılamamıştır.
Bu bağlamda, komünist yaşamda, parti yaşantısında, sosyalist inşada vb. daima kişi kültüne, önderlik kültüne, yanılmaz önderler ve yetkililer kültüne, etkin birey kültüne, yanılmaz parti kültüne karşı uyanık olmak, eleştirici davranmak; Leninist eleştiri özeleştiri ekseninde bireyi, kadroları idealize etmeden tamamen kolektivizm ruhuna sadık kolektif etkin bireyi, kolektif önderliği, kolektif aklı, kolektif çalışmayı demokratik merkeziyetçilik temelinde geliştirmek, parti içi demokrasiyi, partili mücadele yöntemlerini, Bolşevik eleştiri-özeleştiri silahını yetkinleştirmek; kitlelerin sesine sürekli eleştirel destek vermek; başarı ve atılımlardan baş dönmesine tutulmamak, kibire kapılmamak, iç gözün körelmesine izin vermemek, tarih ve deneyin yaşamsal önemde olan bir dersi ve güçlü uyaranıdır biz komünistler için. (Ki, bu konuda da kendimize eleştirel yaklaşmak gerektiği, bu doğrultuda süreç içerisinde önemli, giderek yapısallaşan/mış zaafların geliştiği açık ve kesindir.)
Bu konuda Marksizm-Leninizm’i daha derinden incelemek, özümsemek; SBKP(B)’nin ve sosyalist inşa sürecinin zengin derslerini eleştirel kuşanmak ve derinleşmek; bunu öz deneyimimizle birleştirerek daha somut ve bütünlüklü tarzda ele almak Marksist-Leninist Komünistlerin ivedi görevidir. Çünkü aydın, yarı-aydın bireyciliğinin ve geri bilincin koşulladığı kişi ve önder kültünden, bürokratik deformasyondan, bu tip küçük burjuva eğilimlerden azade olmadığımızı özellikle vurgulamak isteriz. Kuşkusuz ki, sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel incelenmesi sorunu daha geniş bir temel ve çerçevede ele alınmalı ve özümsenmelidir. Yani, sorun salt kişi, önderler, yöneticiler kültüyle sınırlı değildir. Tersine, bu sorun da dahil, sosyalizmin sorunları, kapsamlı eleştiri-özeleştiri ve yeni bir donanım kazanma harekatının bir parçası olarak ele alınmalıdır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder