16 Ekim 2016 Pazar

I. BÖLÜM



10) II. Dünya Savaşının Ardından Devrimci Yenilenme Başarılamadı
Yeni tip bürokrasinin doğuşu, yükselişi, toplumsal/politik bir kastlaşmaya dönüşmesi, 30’lu, 40’lı, 50’li (Stalin’in ölümü sürecine kadar) yılların bir gerçeğidir.
Gerçeğin bir yanında 50’lere dek muazzam devrimci ve sosyalist başarılar yatıyor. Faşist kamp, Sovyet proletaryası ve halklarının, kızıl ordusunun belirleyici darbeleri altında çökmüş, yenilgiye uğramıştır. Yıkılan ülke hızla ve kısa sürede yeniden inşa edilmiştir. Yerküremizin 1/3’ü emperyalizmden kurtulmuş, giderek sosyalist bir kamp doğmuştur. Bu devsel zaferlerin başında Stalin, SBKP(B)  ve SSCB durmaktadır.
Gerçeğin öteki yanın da ise yeni tip bürokrasinin yükselişi/kastlaşması, sosyalist toplumun kurumlarını pençesine almış olan bürokratik çürüme bulunuyordu.
Zıtların birliği ve mücadelesi, niceliğin niteliğe sıçraması süreci bu tabloda çok iyi okunabiliyor. Söz konusu tabloda, çelişkili gerçeği, gerçeğin çelişkisini, çelişki yoluyla gelişen diyalektik gerçeği çarpıcı bir tarzda görüyoruz.
Enver Hoca’nın, bu bükülmez komünist önderin vurguladığı gibi, Stalin daha hayattayken SBKP (B) bürokratlaşmış ve devrimci ruhunu kaybetmeye başlamıştı.
Marks, şöyle der:
“Devrim, yalnızca yönetici sınıfı devirmenin başka bir yolu olmadığı için değil, fakat aynı zamanda onu deviren sınıf ancak ve ancak bir devrim içinde kendisini geçmişin birikmiş pisliklerinden temizleyebileceği ve böylece toplumu yeniden kurabileceği için de zorunludur.” (Alman İdeolojisi, s. 122, Sol Yay.)
Tarihsel ve politik gerçek şudur: Devrimci eylem, arındırır. Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde alt bir evre olan ve bir politik geçiş evresi olarak nitelendirilen sosyalizm, ekonomik, politik, ideolojik, kültürel alanlarda birbirini tamamlayan, güçlendiren, iç ve uluslararası alanı kapsayan kesintisiz bir devrim sürecidir. Bu kesintisiz devrimci eylem demektir. Devrimci eylemin ateşi zayıflarsa, devrimci eylem bürokratik pasla kaplanmaya başlarsa, pas demiri çürütmeye başlar; eski dünyanın pislikleri bin bir biçimde proletarya ve sosyalizme sızar, canlanır; siyasal -toplumsal yaşam devrimci dinamizmini yitirmeye başlar. Eğer önlenemezse, eskiye, yeniden zafer kazanması için kapılar açılmış, yeninin/sosyalizmin giderek oluşacak yeni bir bataklıkta boğulması kaçınılmaz olacaktır. SSCB’nin ve Sosyalist Kamp’ın kapitalist restorasyona yenik düşmesi, bu saptamamızın (bedeli çok yüksek olan derslerinin) açık ve pek çarpıcı kanıtıdır.
SSCB’de özellikle de 40’larla birlikte bürokratik paslanma ve çürümenin daha da geliştiğini, devrimi yaparak sosyalist inşa yolunda başarılı yürüyen sınıfın öncüsünü ve öteki kurumlarını bozduğunu, kirlettiğini, çürüterek devrimci dinamizmini tüketmeye başladığını görebiliyoruz.
Bürokratik paslanma ve giderek bürokratik yozlaşma, doğası gereği tutuculuğu, kolaycılığı, statükoculuğu, savunma pozisyonunda kalmayı, devrimci imkanları görmemeyi, bu imkanları realize etmemeyi, yeni koşulları kavrayamamayı, gördüğü oranda da misyon üstlenmemeyi, geri durmayı vb. koşullar, üretir ve yeniden ama daha geniş çaplı bir çürümeyle üretir. Sınıf mücadelesinde bu, gerilemektir, geriye gidiştir, giderek devimci ilerleme ve atılımın karşısına dikilmedir; var olan duruma boyun eğmenin, teslim olmanın ötesinde onun bir parçası haline gelerek eski konumlara karşı mücadele etmedir.
Lenin’in vurguladığı gibi, bürokratizm öyle bir hastalıktır ki, yavaşça ve fark edilmeden gelişir ama kendini aniden gösterir. (Bizde de öyle değil mi! Evet, aynen öyle!!!) Bunu şöyle bir örnekle de anlatabiliriz: Kaynamış su dolu tencereye atılan bir kurbağa, tehlikeyi derhal anlar ve can havliyle dışarı sıçrayarak tehlikeden kurtulmuş olur. Ancak, aynı deneyi, bir de içi soğuk su dolu olan bir tencereye kurbağayı koyarak ve tencereyi yavaş yavaş ısıtarak deneyecek olursak, göreceğiz ki kurbağa, daha ne olduğunu anlamadan haşlanmış olacaktır. Bürokratizm hastalığı işte böyle bir hastalıktır.
2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından yeni bir dönem başlamıştı. Yeni koşullar yeni hedefler koymayı, yeni mücadele ve örgüt biçimleri kullanmayı, yeni devrimci olanakları daha üst düzeyde realize etmeyi gerektiriyordu.
Faşizmin yenilgisi, sosyalizmin otoritesini gezegenimizin 1/3’ne yayması, dünyanın tarihte olmadığı kadar devrimci ve kritik bir tarihsel kesite girmiş olması, odağında emperyalizmin durduğu dünya karşı devrim cephesinin yeni saldırı ve savunma biçimlerini kullanmaya itmişti.
Gelişen devrimin daha birleşik ve daha üst düzeyde yeni savunma ve saldırı biçimleri kullanan bir karşı devrim yaratarak ilerlemesi sınıf mücadelesinin tarihsel/politik gelişme yasalarından birisidir.
İşte dönem böyle bir dönemdi. Güçler dengesi devrim ve sosyalizm lehine dönmüştü önemli ölçüde.
Peki, böyle bir kritik tarih eşiğinde, tarihin bu kritik evresinin yanıtlanmasını istediği tarihsel ve politik önderlik misyonunu daha yakıcı ve militan bir şekilde üstlenmesini beklediği Stalin ve SBKP bu yeni döneme ne kadar hazırlıklıydı? Tarihsel deneyim, bu soruya ne yazık ki olumlu cevap vermemizi evet ne yazık ki engelliyor.
Söz konusu tarihsel-politik önderlik misyonunun oynanabilmesi için öncelikle ve ivedilikle gerekli olan şey, SSCB’de oluşmuş olan bürokratik paslanmaya, çürümeye, kastlaşmaya karşı yeni ve köklü, kitlesel devrimci ideolojik, siyasal bir devrimci hareketin örgütlenmesiydi.
Devrimci bir yenilenme gerekiyordu. Devrimci yenilenme için yeni bir devrimci çıkış gerekiyordu. Yeni bir çıkış için, bürokratik yozlaşmanın nedenleriyle birlikte bilince çıkarılması gerekiyordu. Bürokratik yozlaşmaya karşı mücadelede başarı için işe her şeyden önce partiden başlamak gerekiyordu. Bürokratik çürümenin iktisadi, siyasi, ideolojik köklerinden başlayarak geniş işçi ve emekçi kitlelerin devrimci hareketinin geliştirilmesi, sert bir sınıf mücadelesinin örgütlenmesi, tüm toplumsal yaşamı kapsayan ve derinleşen, yeni bir bilinç, donanım, atılım gerekiyordu. Bunun için öncelikle de yeni bir ideolojik- kültürel devrimin gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Partide, siyasal ve toplumsal yaşamda sosyalist demokrasinin geniş çaplı yaşama geçirilmesi, demokratik merkeziyetçiliğin, kolektif aklın, kolektif liderlik ilkesinin, gerçekten radikal Bolşevik eleştiri-özeleştirinin yeniden bir güneş gibi doğması gerekiyordu. Ama ne yazık ki, acil olan böylesine yeni bir devrimci Bolşevik atılım, yenilenme, önderlik gereksinimi ne kavrandı ne de pratikleştirildi.
2. Dünya Savaşı’nın ardından hemen ve doğrudan atılacak adımlardan birisi de, somut koşulların somut tahlili üzerinden yeni bir Komünist Enternasyonal’in kurulmasıydı. Yeni Komünist Enternasyonal uluslararası komünist hareketi ideolojik ve örgütsel olarak birleştiren bir merkez, enternasyonal proletaryanın genelkurmayı, dünya devrimin önder partisi olmalıydı.
3. Enternasyonal belli gerekçelerle dağıtılmıştı. Bu konuyu ayrıca inceleyeceğiz. Ama Komünist Enternasyonal dağıtılırken daha sonra yeni bir komünist enternasyonal kurma hedefinden de bahsedilmiyordu.
2. Dünya Savaşı’nın ardından küresel ölçekte devrim ve karşı devrimin güçler ilişkisi yeniden şekillenmiş, sınıf mücadelesinin daha üst düzeyde ve daha güçlü bir temel ve biçimlerde örgütlenmesi kaçınılmaz hale gelmiş, yeni ve sert bir çatışmalı döneme girilmişti.
Yeni dönemin yeni devrimci olanaklarına dayanarak, yeni bir hazırlık ve güç biriktirmek ekseninde yeni taktikler, yeni saldırı biçimleri kullanmak, güçlü ve tarihin hiçbir döneminde görülmemiş ölçek ve derinlikte ortaya çıkmış olan devrimci imkânları daha bir üst düzeyde realize ederek emperyalizme, kapitalizme, her türden gericiliğe karşı güçlü bir enternasyonalist devrimci mücadele örgütlemek gerekiyordu. Proletarya enternasyonalizminin tarihsel birikimine dayanarak, eleştirel geliştirerek, yeni koşulları bilince çıkartmış bir enternasyonal olmalıydı yeni komünist enternasyonal.
İşte yeni komünist enternasyonal,  bu büyük devrimci görevin en önemli silahlarından birisi olacaktı. Hem sosyalist kampın, hem emperyalist ülkelerin ve hem de sömürge, yeni sömürge ülkelerin tüm komünist parti ve örgütlerini birleştiren bir politik genelkurmay olacaktı/olmalıydı. Ama ne yazık ki, bu büyük devrimci görevler, Stalin ve SBKP (B) tarafından üstlenilmedi, üstlenilemedi. Yeni bir Komünist Enternasyonal yerine Eylül 1947’de Enformasyon Bürosu’nun kurulmasıyla yetinildi.
Enformasyon Bürosu da olumlu bir adımdı kuşkusuz. Örneğin Sosyalist Kamp’ta emperyalizmin Truva Atı Titoculuğun, iktidarda olan modern revizyonizmin ilk biçimi olan Titoizm’in teşhiri ve tecridi gibi bazı son derece önemli stratejik tutum ve pratikler de geliştirdi.
Ancak ne var ki, yeni koşullarda sınıf mücadelesinin, uluslararası proleter devrimin gereksinimi bir Enformasyon Bürosu değil öncü savaşçı birlik olacak bir Komünist Enternasyonal’di.
Enformasyon Bürosu (EB)’nun sınırlı bir işlevi olacağı açıktır. Enformasyon Bürosu’nun bileşiminin sadece Sosyalist Kamp komünist partileriyle Batı Avrupa komünist partilerini kapsayan sınırlı bir örgüt biçimi olarak örgütlenmesi de ayrıca son derece önemli zaafı ifade ediyordu.
Tam da burada şu soru sorulmalıdır: Peki gereksinim yeni bir Komünist Enternasyonal iken neden son derece geri ve sınırlı bir örgüt biçimi ile, bir Enformasyon Bürosu ile yetinildi? Öyle ya bu bir politik tercihti ve irade bu tercih temelinde ortaya koyulmuş ve yeni bir Komünist Enternasyonal örgütlemek gibi bir görev ve hedef de belirlenmemiştir (dahası yanlış bulunmuştur) üstelik.
Bizim bu soruya yanıtımız şudur: SSCB’deki bürokratik çürüme ve kastlaşma olgusu, yeni dönemde yeni uluslararası devrimci görevleri kapsamlı ve militanca üstlenmeyi, öne çıkarak önderlik misyonunu oynamayı frenlemiş, sınırlamış, engellemiştir. Çünkü böylesine bir misyon, yeni zorluklarla savaşmayı, yenmeyi, yeni risk ve bedelleri göze almayı gerektiriyordu. Ayrıca özelde 1.ve 2. emperyalist dünya savaşlarının dehşetini yaşamış, 2. Dünya Savaşı’nda 20-25 milyon evladını toprağa gömmüş SSCB komünistleri, proletaryası, halkları emperyalizmin yeni bir savaş tehdidi ve nükleer şantaj politikası karşısında, durumun baskısı altında gerilemiş ya da geri adım atmıştır. Gerçekler bunlardır. Ama bu kazanılacak koskoca bir dünyanın kaybını da, daha büyük ve acı bedelleri de ne yazık ki, koşullamış ve üretmiştir…
Enformasyon Bürosu (“Kominform”), Eylül 1947’de kurulur. Eylül ayında, Polonya’da “Enformasyon Konferansı” örgütlenir. Toplantının örgütleyicisi SBKP(B)’dir. Bu konferansa Jdanov, “Uluslararası Durum üzerine”; Malenkov ise “SBKP(B) MK Çalışma Raporu”nu sunar. Malenkov’un raporundan şunları okuyoruz:
“Raporumu, komünist partiler arasındaki ilişkiler sorununa değinerek bitirmek istiyorum. Bilindiği gibi, Komintern’in 1943 yılında fesh edilmesinin ardından komünist kardeş partiler arasındaki ilişkiler kesintiye uğradı. Deneylerimiz gösterdi ki gerek SBKP(B), gerekse diğer komünist partiler, gerekli karşılıklı bilgiyi alma ve işçi ve komünist hareketin can alıcı sorunları üzerine ortak düşüncelere varma olanağına bu tecrit nedeniyle sahip değiller.
“Düşüncemize göre, bu sorunlarda mevcut anormal durumun ortadan kaldırılması amacıyla belirli tedbirlerin kararlaştırılması gerekiyor. Bu nedenle biz bu toplantımıza;  uluslararası durumun sorunlarının tartışılmasını ve komünist partiler arası ilişkilerin yeniden kurulması, karşılıklı dayanışma, deney aktarımı ve gerekli görüldüğü durumlarda komünist partilerin çalışmalarının karşılıklı onay temelinde koordine edilmesi amacıyla düzenli bir ilişkinin yaratılmasına ilişkin sorunların görüşülmesini gerekli gördük.” (Özgürlük Dünyası, Sayı: 84, Mart 1997, s. 98-99)
Jdanov’un raporunda ise şu saptamaları görüyoruz:
“Komintern’in dağıtılması işçi hareketindeki gelişmelerin yeni tarihsel ilişkiler sonucu ortaya çıkardığı ihtiyaçlara denk düşüyordu ve olumlu bir rol oynadı. Komintern’in dağıtılması, komünizmin ve işçi hareketinin karşıtları tarafından ileri sürülen, Moskova’nın diğer devletlerin iç işlerine karıştığı ve komünist partilerin kendi halklarının çıkarları doğrultusunda değil, dışarıdan gelen emirler doğrultusunda hareket ettiği iddialarına kesin olarak son verdi.”
“… genç komünist partilerin işçilerin kitlesel partisi haline dönüştürülmesiyle birlikte bu partilerin bir tek merkezden yönetilmesi de olanaksız, amaca uymaz hale geldi. Bunun sonucunda, başta komünist partilerin gelişmesini teşvik eden bir etken olan Komintern’in bu gelişmenin önünde bir engel haline gelmesi tehlikesi baş gösterdi. Komünist partilerin gelişimindeki yeni aşama partiler arasındaki ilişkilerde yeni biçimlere geçilmesini gerekli kılıyordu. Bu durum, Komintern’in dağıtılması ve partiler arasındaki ilişkilerde yeni biçimlerin yaratılması zorunluluğunu da yarattı.
“Komintern’in dağılmasından bu yana geçen 4 yılda komünist partiler önemli ölçülerde sağlamlaşarak hemen hemen bütün Avrupa ve Asya ülkelerinde etkilerini arttırdılar…
“Ancak komünist partilerin bugün içinde bulunduğu durumun zararları da var. Bazı yoldaşlar Komintern’in dağıtılmasını, kardeş komünist partiler arasındaki ilişkilerin tasfiye edilmesi olarak algıladılar. Tecrübeler komünist partilerin bu şekilde birbirlerinden tecrit edilmelerinin hatalı, zararlı ve aslında kendi doğalarına ters olduğunu göstermiştir. Komünist hareket, ulusal çerçevede gerçekleşti ancak aynı zamanda değişik ülkelerdeki partilerin ortak görev ve çıkarlarının da olduğunu görmek gerekiyor. Ortaya, oldukça garip bir tablo çıkıyor: Komünistler, Komintern’in sözüm ona bütün ülkelerden komünistlere Moskova’nın çizgisini dayatmaya hizmet ettiği iddialarını göz önünde tutarak toplantılar yapmaktan ve hatta ortak çıkarlarıyla ilgili sorunları görüşmek için bile toplanmaktan vazgeçerken, bu iddiaları kanıtlamak için kırk takla atan sosyalistler bugün yeniden enternasyonallerini kurdular…” onlar bunu gerçekleştirirken “Komünistler birbirleriyle dost olan ülkelerde bile, dostluk ilişkileri kurmaktan çekiniyor. Bu durumun sürmesinin, kardeş partilerin çalışmalarının gelişmesi açısından son derece zararlı sonuçlara yol açacağından kuşku duyulmamalıdır.
“İşçi sınıfı için bugün asıl tehlike, kendi güçlerini küçümsemesinde ve düşmanın güçlerini abartmasında yatmaktadır.” (Çeviri belgesidir, yayınlayan Özgürlük Dünyası, Sayı: 85, s. 95-96)
SBKP(B) temsilcilerinin konferansa sunduğu raporlardan çıkan sonuçları özetleyerek yorumlayalım.
Birinci iddia, 3. Enternasyonalin dağıtılması doğruydu. Böylece burjuva, emperyalist, faşist devletlerin ve yardakçılarının SSCB’nin, SBKP(B)’nin başka ülkelerin iç işlerine karıştığı, komünist partilerin Moskova’dan emir komutayla yönlendirildiği iddialarını boşa çıkararak bu demagojiyi etkisizleştirdik.
Komintern’in dağıtılmasının, bu dağıtmanın birinci gerekçesi olarak sunulan söz konusu burjuva demagojinin etkisizleştirilmesinde çok önemli bir rol oynadığını kabul ediyoruz. Ancak, tersinden bu, her biçimiyle burjuva dünyanın söz konusu ideolojik ve politik saldırılarının göğüslenemediğinin, tarihsel konjoktürün ağır bir baskısı altında kalındığının da açık ifadesidir. Aynı zamanda çubuğun pragmatik bir çerçevede SSCB devlet politikası lehine aşırı büküldüğünü de ifade etmektedir. Kanımızca, Komintern’in dağıtılması, ilkesel bir hataydı.
Komintern’in dağıtılmasının nedenlerinden ikincisi olarak ileri sürülen komünist partiler kitleselleşip geliştiği için, deneyimli partiler haline geldikleri için, bu partilerin tek merkezden yönetilmesinin “olanaksız, amaca uymaz hale geldiği” gerekçesi de, kendi içerisinde önemli bir gerçeği dile getirse de, daha 1935’lerde bu gerçeğe işaret edilmiş olsa da, haklı bir gerekçe değildir. Belli ki, gerekçe bu tarzda formüle edilerek I. Enternasyonal’in dağıtılmasına gerekçe yapılan karara atıfta bulunuyor aynı zamanda.
Kitleselleşmiş ve deneyimli güçlü partiler haline gelmiş olmak, onlara, kendi ülkelerinde daha geniş bir hareket/ inisiyatif alanı tanımakla çözülebilecek bir sorundu; söz konusu gerekçenin Komintern’in dağıtılmasının payandası yapılması gerçekçi değildir. Kaldı ki, gerek güçlü partilerin oluşmuş olması, gerekse de 2. Dünya Savaşı koşulları 3. Enternasyonal’i dağıtmayı değil daha güçlü bir ilişki ve yönetim tarzının en büyük esneklikle birleştirilerek devamını ve yeniden şekillendirilmesini gerektiriyordu. Ayrıca Komintern’in dağıtılmasını, geçici bir olgu olarak, taktik olarak doğru bulmaya kendimizi zorlasak bile yerine, geçici de olsa, o dönemin gereksinmelerine uygun bir seçeneğin, farklı bir merkezi yapılanmanın örgütlenmemiş olması ayrıca ciddi bir zaaf oluşturmuştur. Kaldı ki 1947 gibi geç bir tarihte, gecikilmiş olarak böyle bir toplantının yapılmış olması da ayrıca devrimci eleştirinin hedefi olmalıdır…
Bu tabloya, 3. Enternasyonal dağıtılırken, ileride yeni bir enternasyonalin kurulacağının (hedefinin) belirlenerek açıklanmamış olması da başlı başına eleştirilerek eklenmelidir. Böyle bir açıklama “kamuoyu”na yapılmasa bile “iç kamuoyu”na yapılabilirdi örneğin. Ama yapılmamıştır.
Jdanov’un konuşmasında eleştirdiği sağ oportünist, ilkesiz tavrın komünist partilerde gelişmesinin sadece bir sonuç olduğu gerçeğini görmeliyiz.
Jdanov’un konuşmasında geçen ve Enformasyon Bürosu’nun kurulmasına karar veren konferansa katılan partilerin “Uluslararası Durum Üzerine Deklarasyon”da da vurgulanan “işçi sınıfı açısından bugünkü ana tehlike kendi güçlerini küçümsemek, emperyalist kampın güçlerini abartmaktır” saptaması o koşullarda temel bir gerçeği dile getirmektedir.
Faşizme ve savaşa karşı mücadele yıllarında Uluslararası Komünist Hareket içerisinde sağ oportünist bir sapma gelişmiştir. Fransa, İtalya, Yunanistan komünist partilerinde bu sağ sapma, daha sonra açığa çıktığı gibi, doruk noktasına ulaşmıştır.
Bu sağ sapmanın etkisini, farklı biçim ve koşullarda da olsa, bilakis Enformasyon Bürosu’nun onaylanan üç temel belgesinde de ( Uluslararası Deklarasyon + Enformasyon Bürosu’nun kuruluşunu açıklayan belge + “Parti Temsilcilerinin Enformasyon Konferansı Üzerine Bildirgesi”) görüyoruz: a) Yeni bir enternasyonal yerine Enformasyon Bürosu’yla sınırlı bir adım atılmış olması; b) uluslararası proleter devrim perspektifinin göz çıkaracak denli es geçilmiş olması, yerine bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, demokrasi, anti- emperyalist demokratik platform vurgusunun geçirilmiş olmasından bu olguyu net bir şekilde görüyoruz ve görebiliriz.
Enformasyon Bürosu’nun kurulmasını yasallaştıran belgede, “deneyler, komünist partilerin birbirinden kopuk oluşlarının yanlış ve zararlı olduğunu göstermiştir” vurgusu önemlidir. Bu vurgu, kanımızca, 3. Enternasyonalin dağıtılmasını da kapsayan bir vurgu genişliğine dek açılmalı ve tamamlanmalıdır.
Açık olan bir şey var, 3. Enternasyonal dağıtılırken daha sonra yeni bir komünist enternasyonal kurma hedefi de belirlenmemiştir. Stalin hayattayken, 1945-53 arası dönemde de böyle bir hedef belirlenmemiş, bu doğrultuda bir hareket plan ortaya koyulmamış ve mücadelesi verilmemiştir. Bu tavır, hem perspektif ve hem de pratik duruş itibari ile sağ bir sapmadır, proletarya enternasyonalizmi kararlılığının 43’ten öncesine göre de açık gerilemesidir.
Ayrıca geçerken hatırlatmak isteriz ki, III. Enternasyonal’in Lenin döneminde ve 1924 yılına kadar aşağı yukarı düzenli toplanan kongreleri Stalin yoldaşın önderliği ele almasından sonra son bulduğu gibi, kongreler uzun aralıklarla toplanmaya başlar. 1919 ile 1924 arasında toplam beş kongre yapılır. 1924’teki son kongreden sonra, 1924 ile III. Enternasyonalin dağıtıldığı 1943 yılına kadar toplam iki kongre toplanabilmiştir. Bu kongrenin biri 1928 yılında, ikincisi ise 1935 yılında toplanmıştır. Üstelik III. Enternasyonal bir kongre kararı ile değil Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu Prezidyum kararı ile sadece bazı partilere danışılarak dağıtılmıştır. O koşullarda bir dünya kongresinin toplanması olanaklı değildi kuşkusuz. Keza bir yıl kadar sorun üzerinde çalışılarak bu karar verilmiştir. Bunları unutmamalıyız fakat bu tablonun temelinde yatan en önemli şey, bizce bürokratizmin, bürokratik merkeziyetçiliğin gelişmesi ve egemenlik kurması, dünya devrimi perspektifinin gerilemesi ve zayıflamasıdır.
Yeni dönemin dev stratejik kazanımlarından birisi de Sosyalist Kamp’ın doğuşuydu. Bu durum, SSCB’nin de tecrit koşullarından, yalnızlıktan kurtulması anlamına geliyordu. Sosyalist Kamp’ın doğuşu, doğal olarak, sosyalist ülkelerin karşılıklı ilişkilerinin örgütlenmesi sorununu da, pratik-siyasal bir sorun olarak, gündemleştirdi. Sorun,  hemen çözümünü dayatan bir pratik-siyasal sorundu.
Bu doğrultudaki en önemli adım Ocak 1949’da COMECON (Karşılıklı Yardımlaşma Konseyi)’un kuruluşuyla atıldı. Kuşkusuz ki COMECON’un kuruluşu,  atılması gereken devrimci bir adımdı. Ancak yapılması gereken temel şey, somut bir hareket planına dayalı bir tarzda, önkoşullarını olgunlaştırma çalışmasının tabi olacağı dünya proletarya diktatörlükleri federasyonu hedefinin ilan edilerek sürecin her bakımdan örgütlenmesiydi. Ama bildiğimiz kadarıyla, Stalin ve SSCB, böyle bir hareket planı açıklamamış, Sosyalist Kamp çapında da böyle bir ortak hedef ve hareket planı ortaya konulmamıştır.
Balkanlarda, Bulgaristan, Yugoslavya, Arnavutluk devletleri arasında başlatılan federasyon girişimi ise başarısızlıkla noktalanmıştır. Bu girişim, revizyonist Titocu çizgi ve önderliğin sosyal şoven ve yayılmacı, sömürgeci emellerinden dolayı gerçekleşememiştir. Ki, konu hakkında Dimitrov’un “Günlük”lerinin ikinci ve üçüncü ciltlerinde önemli bazı bilgi, değerlendirme ve ayrıntılar da yer almaktadır.
İncelediğimiz konuyla ilgili, 3. Enternasyonal’in 1928 Programı’nda, şunlar yazılıyor:
“O, yeni oluşan proleter cumhuriyetlerin daha önceden var olanlarla birleşmesini, bu federasyonlar ağının… sürekli büyümesini ve bu federasyonların nihayet insanlığın devlet olarak örgütlenmiş dünya proletaryasının hegemonyası altında bir araya gelmesini gerçekleştirecek olan Dünya Sosyalist Cumhuriyetler Şura Birliği haline gelmelerini gerektirir.” (III. Enternasyonal, 1919-1943, Belgeler, s.152)
1920 yılında III. Enternasyonalin II. Dünya Kongresi’nde onaylanan tüzüğünde ise şunlar yazılmıştır:
“Komünist Enternasyonal’in seçtiği hedef: Her türlü aracı kullanarak, gerekirse silah elde uluslararası burjuvaziyi yıkmak için ve devletin tümden yok oluşuna geçiş aşaması olarak uluslararası bir Sovyet Cumhuriyeti’ni kurmak için mücadele etmektir. (age., s. 24)
Keza yine aynı kongrede kabul edilen “Milliyetler Ve Sömürge Sorununa İlişkin İlkeler” başlıklı kararda şunları okuyoruz:
“7- Federasyon, bütün ulusların emekçilerinin birleşmesine geçiş biçimidir…
“8- Bu açıdan Komünist Enternasyonal’in görevi, sovyet düzeni ve sovyet hareketi temelinde oluşan bu federasyonların sadece geliştirilmesi değil, aynı zamanda incelenmesi ve deneylerinin sınanmasıdır da. Federasyon tümden birleşmeye doğru bir geçiş biçimi olarak tanınırken, federatif bağların daha sıkılaştırılması yönünde çaba harcanmalıdır. Burada dikkat edilecek noktalar şunlardır: Birincisi, dünyanın askeri bakımdan önemli ölçüde üstün emperyalist devletleriyle kuşatılmış olan sovyet cumhuriyetlerinin, öteki sovyet cumhuriyetleriyle sıkı bağlar içinde olmaksızın varlıklarını sürdüremeyecekleri; ikincisi, emperyalizmin zarar verdiği üretici güçleri yeniden inşa etmek ve emekçilerin refahını sağlamak için sovyet cumhuriyetleri arasında sıkı bir ekonomik birliğin bulunmasının zorunlu oluşu; bütün ulusların proletaryasının düzenleyeceği, ortak bir plana göre işleyecek, bütünsel bir dünya ekonomisinin yaratılması için çaba harcanması.” (age., s. 45)
Lenin’in önderliğinde alınan karar ve buna göre oluşmuş olan 28 Programı’nın bu perspektifi yalnızca bugün için değil gelecek için de dünya ölçeğinde komünizme geçiş sürecinin yol gösterici tezlerinden biri olarak geçerliliğini ve ağırlığını hep koruyacaktır.
G. Dimitrov, “Ekim Devrimi ve Balkanlar” başlıklı makalesinde (18 Kasım 1927), I. Dünya Savaşı’nın ve Ekim Devrimi’nin ardından, eğer sosyal demokrasinin ihaneti olmasaydı Batı Avrupa’da ve Balkanlarda devrimlerin zafere erişmesinin kaçınılmaz olduğunu söyler. Böyle bir zaferin ardından ise, Balkanlarda, Sovyet deneyimine dayanarak ve örnek alarak, Sovyetik, Federal (bir) Balkanlar Cumhuriyetinin kurulmuş olacağını saptar. (Faşizme Karşı Birleşik Cephe, s. 51-52) Yine, “Balkan Komünist Partilerinin Başlıca Görevleri” üzerine III. Enternasyonalin 6. Kongresi’nde konuşurken Dimitrov, Balkan Komünist Partilerinin “İşçi ve Köylü Hükümeti İstiyoruz”, “Balkan İşçi ve Köylü Cumhuriyetleri Federasyonu istiyoruz” sloganlarının ileri sürülmesi gerektiğini vurgular. (age, s. 79) Hitler faşizminin mahkeme kürsüsünü, faşizm ve sermayeye, yükselen emperyalist savaş tehlikesine karşı görkemli bir mücadele kürsüsüne çeviren Dimitrov, Marksizm-Leninizm’e ve 28 Programı’na sadık kalarak, aynı kürsüden dünyaya, şöyle seslenir: “Tarihin çarkı, bir Sovyet Avrupa’ya doğru, bir Dünya Sovyet Cumhuriyetleri Birliğine doğru dönmektedir.”
SBKP (B) ve SSCB’nin yol göstericiliğinde sosyalist kampı oluşturan ülkelerin izlemesi gereken yol bir zamanlar Stalin’in denetimi ve önderliği altında hazırlanmış olan 28 Programı’nda ortaya konulmuş yol olmalıydı. Ki, 28 Programı, Stalin’in sıkı denetimi ve yol göstericiliğinde hazırlandığını da geçerken hatırlatalım. Stalin yoldaş, “Komintern’in Sorunları” üzerinde durduğu bir konuşmasında, Komintern Programı”na ilişkin fikirlerini belirtir ve eleştirileri yanıtlar ve Program Taslağı’nın temellerini özetlerken şöyle der: “Taslak, Avrupa Birleşik Devletleri şiarı yerine, emperyalist sistemden ayrılmış ya da ayrılan gelişmiş ülkelerle sömürgelerin Sovyet cumhuriyetlerinin federasyonu şiarını atıyor; dünya sosyalizmi için mücadelesinde, kapitalist dünya sisteminin karşısında duran bir federasyon.” (Eserler, C. 11, s. 176) Ki, Stalin, III. Enternasyonal’in 6. Kongresi’nde “Kongre Prezidyumuna, Program Komisyonuna ve uluslararası durum ile Komünist Enternasyonal’in görevleri üzerine tezleri hazırlamakla görevlendirilen politik komisyona”seçilir. (age., s, 307) 28 Program Taslağı’nı hazırlayan “Program Komisyonu”, III. Enternasyonalin V. Kongresi’nde, Haziran-Temmuz 1924, oluşturulur; Stalin de bu komisyonda görevlendirilmiş ve bu çalışmayı da yönetmektedir. (age., s. 306)
Yukarıdaki tablo açık ve net; fakat Sosyalist Kamp’ın doğuşundan sonra, söz konusu perspektif ve hedefin teorik ve pratik olarak ortaya konulmadığını, bunun gerçekleşmediğini hepimiz biliyoruz.
Uluslararası proletarya diktatörlüğünün federatif sovyetik cumhuriyetler birliği projesinin yol gösterici bir ilke ve eylem planı olarak rehber alınmamış olması rastlantısal olmasa gerek.
Peki, bu zafiyet tablosunu nasıl izah etmeliyiz? Bir kez daha ve esas olarak bürokratik dejenerasyonla; Sosyalist Kamp ülkelerinde, tarihten gelen milliyetçi mirasın açık, net, güçlü bir şekilde mahkûm edilememiş veya bu olumsuz etkene boyun eğilmiş olmasıyla;  uluslararası proleter devrim perspektifinden bir sapmayla…
Sosyalist Kamp’ın doğuşu, 2. Dünya Savaşının ürünü olmuştur. Sosyalist Kamp’ı oluşturan ülkelerin kurtuluşunda ve sosyalizme geçişinde SSCB proletaryasının ve Kızıl Ordu’nun aktif, doğrudan katkısı olmuştur. Sosyalist Kampın doğuşu, dev bir stratejik devrimci kazanımdı. Dünya devriminin gidişi üzerinde pozitif tarihi stratejik bir etkendi.
Yeni dönemin dinamik devrimci etkenlerinden birisi de Sosyalist Kampın doğuşu, SSCB’nin tecrit olmaktan kurtulmasıydı. Teoriye göre bu durum, “sosyalizmin kesin zaferi”ni ifade ediyordu. Yani, artık, dış emperyalist bir müdahale yoluyla kapitalizmin restorasyonuna karşı da sosyalizm güvencedeydi.
İçte, “sosyalizmin zaferi” gerçekleştiği için (yani, kapitalizm ve küçük meta ekonomisi son bulduğundan) restorasyon yolu kapanmış, dışta ise, sosyalist bir kampın doğuşuyla (“sosyalizmin kesin zaferi”) emperyalizmin işgaliyle kapitalizmin restorasyonu yolu da kapanmıştı. Buna göre, artık SSCB’de kapitalizmin restorasyonu olanaklı değildi! Bu tabloya göre SBKB (B) ve SSCB, geleceğe daha büyük bir özgüvenle bakıyordu.
Gerçekte sorunun bu tarzda sınırlı konuluşu ve bu tahlile dayanan özgüven, Partinin iç gözünün körelmesinde çok önemli bir zaaf oluşturmuştur. Bu durum, yeni tipten restorasyona karşı yeni bir donanım geliştirilmesini önlemiş ya da önleyen temel faktörlerden birisi olmuş, yeni tip bürokratik burjuva karşı devrim ve kapitalist restorasyon tehlikesinin görülmemesine yol açmıştır. Bu tablo, bürokratik kastın söz konusu sınırlı teorik-politik yaklaşımın arkasına ve gölgesine güçlü bir şekilde sığınarak iyice palazlanmasına, bu durumu, yeni tip karşı devrimci girişimler için hazırlık, güç biriktirme, fırsat kollamanın başarılı bir aracı/silahı haline getirmesine de yol açmıştır.
İhmal edilen hastalığın en tehlikeli hastalık olduğu SSCB gerçeğinde de bir kez daha kanıtlanmıştır.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder