21 Ekim 2016 Cuma

I. BÖLÜM



12)Sosyalist Demokrasi ve Bürokrasi
Proletarya diktatörlüğü sistemi, sosyalist demokrasi sistemidir. Burjuvazinin ve burjuva diktatörlüğünün aksine, proletarya, kendi diktatörlüğünün ve sosyalist demokrasisinin sınıfsal karakterini açıkça ilan eder. Buna göre proleter devlet, proletarya ve emekçi sınıf ve tabakalar için en geniş demokrasi, burjuvazi, devrilmiş gericilik ve yeni tip burjuvazi için diktatörlüktür. Ki, yukarıda inceleye ve eleştire geldiğimiz tablodan da görülebileceği gibi, proletarya diktatörlüğü, tarihin yeni derslerine dayanarak, aynı zamanda, yeni tip bürokrasiye, yeni tip bürokratik yozlaşmaya, yeni tip bürokrat burjuvaziye karşı da bir diktatörlük olarak tanımlanmak ve olmak zorundadır.  Böylece sosyalist devlet tanım ve teorisi de, zenginleştirilmelidir.
Burjuva demokrasisi, biçimsel bir demokrasidir. İlkede, tüm yurttaşları yasa önünde eşit haklara sahip ilan eden burjuva demokrasisi, gerçekte, burjuvazi için demokrasi, işçi ve emekçiler için ise diktatörlüktür. Ekonomik bakımdan bir avuç kapitalist tarafından sömürülen geniş yığınlar, maddi ve kültürel konumlarından dolayı da yasanın tanıdığı hakları doğru dürüst kullanamazlar.
Oysa sosyalist demokrasi, sosyalist özgürlüklerin ve hakların kullanılmasının maddi temelini de hazırlayıp olgunlaştırarak, emekçilerin eline vererek hak ve özgürlüklerin işlevsel kullanılmasını sağlar.
Egemen sınıf olarak örgütlenmiş; ekonomik, politik ve kültürel iktidar tekelini elinde tutan işçi sınıfı, sosyalist demokrasinin de temel güvencesidir.
Sosyalist demokrasi, proletarya ve milyonların nesne olmaktan çıkarak tarihin ve yeni sosyalist kurucu sürecin bilinçli öznesi, bilinçli tarih yapıcısı haline gelmesini gerektirir. Bu olmaksızın/gerçekleşmeksizin kelimenin gerçek anlamında işlevsel bir sosyalist demokrasiden de bahsedilemez. Açıktır ki proletarya ve emekçi kitleler, sürecin bilinçli öznesi oldukları oranda tarihsel politik misyonunu oynayabilirler. Bu bağlamda partinin devletin yerine, parti ve devletin kitlelerin yerine geçmemesi; sosyalist demokrasinin sosyo-ekonomik gelişme temelinde sınıfın ve geniş kitlelerin özneleşmesi; kafa emeği ile kol emeği, yöneten yönetilen ayrımına son verecek çizgide inşa sürecini kesintisiz bir devrim çizgisinde geliştirmesi baş sorundur. Sosyalizmin deneyimleri de bunu gösteriyor.
Proletarya diktatörlüğün siyasi temeli ve başlıca biçimi olan sovyetik tipten devlet biçim(ler)i (komün, sovyet, konsey vb.), her türden ekonomik, politik, sosyal ve kültürel kitle örgütleri (sendikalar, kooperatifler, gençlik ve kadın örgütleri, kültürel ve bilimsel dernekler vb.), sosyalist demokrasinin aktif bileşeni, aracı, kaldıracı ve işlevsel dinamiğidir. İç savaş, emperyalist müdahale dönemleri gibi kesitler hariç, hemen hemen tüm örgüt biçimlerinin seçim ilkesine göre demokratik bir tarzda işlemesi, seçimle gelme, istendiği an yine geri alma işlevi sosyalist demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur.
Ekonomik inşaya, politikaya katılma, kültürel devrimin öznesi olma gibi fonksiyonlar bir bütündür ve sosyalist demokrasi tam da burada, tarihin gerçek yapıcılarının ve asıl kahramanın kitleler olduğu bilinciyle, kitlelerin devrimci iradesine, yaratıcılığına, girişkenliğine ve her bakımdan yönetmeyi öğrenmesine dayanan bir perspektif ve pratiğini ifade eder.
Üretici güçlerin, buna bağlı olarak kültürün, tüm emekçiler arasında yöneten ve yönetilen ayrımını ortadan kaldıracak kadar gelişmesiyle kafa ve kol emeği arasındaki eşitsizlik de yok olacaktır. Ancak nesnel ve öznel koşulların bu denli yüksek bir gelişme aşamasına (komünizme) geçişe elverecek düzeye gelmesine dek, yöneten ve yönetilen, kafa emeği ile kol emeği arasındaki ayrımlar azalarak da olsa sürecektir.
İşte sosyalist inşa, sosyalist demokrasi ve kültür devriminin özünü de bu amaca ulaşma oluşturur. Kapitalizmden komünizme geçiş süreci zorunluluklar âleminden özgürlükler âlemine geçmeyi ifade eder. Ve bu geçişin özünü de sıradan kitlelerin, milyonların yönetmeyi öğrenmesi, özel bir yönetim aygıtının vb. örgüt biçimlerinin gereksizleşmesi, bu ayrımın artık tarihin, iktisadi ve toplumsal yaşamın gelişmesinin engeli haline gelmesini hazırlamak ve aşmak oluşturur.
Bu geçiş sürecinin önderi komünist partisi ve işçi sınıfıdır. Komünist partisi, proletarya diktatörlülüğünün temel yönetici çekirdeğidir. Komünist partisi, devlet ve kitle örgütlerinde her bakımdan örgütlenmiş olan milyonlara dayanarak sosyalist diktatörlüğü gerçekleştirir, sosyalist demokrasi böylece yaşam bulur. Burada komünist partisinin kendini devletin yerine koymaması önemlidir. Çünkü devlet, bir sınıfın, iktidardaki sınıfın diktatörlük aracıdır. Parti ise, proletarya diktatörlülüğünü yöneten sınıfın öncü öğelerinin örgütlendiği en yüksek örgüt biçimidir.
SSCB’de yeni tip bürokratik çürüme sürecinde parti ve devletin giderek küçük bir kastın hegemonyasına dayanır hale geldiğini; yeni tip küçük burjuva tabakanın kastlaşarak 56 ile yeni tip burjuvazi haline geldiğini bildiğimize göre, bu sürecin derslerinin sosyalist demokrasi, devlet-parti, kitleler-devlet-parti ilişki ve işlerliği bağlamında daha derin incelenmesine gerek olduğu da açıktır.
Sovyet proletaryası ve halkları, demokratik ve sosyalist devrimlerden ve sosyalist inşa süreçlerinden, sınıf mücadelesinin ulusal ve uluslararası bir dizi deneyinden geçmişti. Barışçıl ve askeri, iktisadi ve kültürel vb. sayısız mücadele ve örgüt biçimiyle tanışıktı. Devrim süreçlerinden doğan Sovyetler proletarya diktatörlüğünün başlıca politik biçimi ve temeli haline gelmişti. Kentte ve kırda on milyonlar görkemli bir şekilde, tarihin ve sınıflar mücadelesinin tanık olduğu en yüksek, zengin, yaygın, nitelikli örgütlerde örgütlenmişti. SSCB’deki her mücadele denilebilir ki, örgütlüydü, hızla örgütlenerek kitlesel biçimlerde yürütülüyordu. 5 yıllık planlar, 1.ve 2. anayasalar ülkenin dört bir yanında, üretim birimleri temelinde, kitlesel biçimlerde tartışılıyordu. Parti ve devletten kitlelere, kitlelerden kitlelere, kitlelerden devlet ve partiye doğru müthiş bir etkileşim ve iletişim vardı. Her türlü seçimler ve seçim kampanyaları tüm ülkeyi kapsıyor ve dalgalandırıyordu. 20’li, hatta 30’lu yıllarda tablo buydu. Canlı bir kitlesel yaşam ve seferberlik vardı. Kentte ve kırda kitlelerin seferberliğiyle eski yaşam yıkılıyor, yeni yaşam kuruluyordu. Sıradan kitleler gitgide yönetmeyi öğreniyor, yüksek bir teknik ve kültürle donanmaya başlıyor, halktan gelme yeni bir yönetici aydın tabaka yetişiyordu.
1935 yılında Sovyetlerin 7. Kongresi, SSCB Anayasası’nın değiştirilmesine karar verir. Sosyalist demokrasi uygulamasının canlı bir örneğini oluşturan yeni anayasanın oluşturulması sürecini SSCB’deki gelişmelerin canlı tanığı Jack T. Murphy’ten hep birlikte dinleyelim:
“Stalin, kolektif çalışmada büyük bir önder olduğunu bir kez daha kanıtladı. Bir Anayasa tasarısı hazırlamakla görevlendirilen geniş bir komisyona başkanlık etti. Bu komisyonda Molotov, Jdanov, Kaganoviç ve daha birçokları gibi ülkenin önde gelen en yetenekli önderleri bulunuyordu. Tasarının hazırlanması tamamlandığında tarihin en büyük tartışması başladı. Sovyetler Birliği’ni oluşturan bütün milliyetlerin dillerinde yayınlanan tasarı, 60 milyon nüsha dağıtıldı. Tasarının tamamı, toplam tirajları 37 milyon olan 10 bin gazetede yayınlandı. Bütün radyo istasyonlarında okundu ve 36 milyon insanın katıldığı 527 bin mitingde tartışıldı. Önerilen değişikliklerin sayısı 134 bindi. Anayasa, fabrika ve imalathanelerde, kooperatif derneklerinde ve klüplerde, çiftliklerde, atölyelerde ve madenlerde tartışıldı ve incelendi. Komisyon, gerek tek tek bireylerden, gerek örgütlerden gelen bütün değişiklik önerilerini inceledi. Tasarının son biçimi, 5 Aralık 1936’da Sovyetlerin olağanüstü bir kongresine sunuldu.” (Stalin, s. 230, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 3. Baskı)
Ancak ne var ki, bürokratik deformasyondan bürokratik yozlaşmaya/kastlaşmaya uzanan süreç, canlı sosyalist demokrasi sürecini de önce yüzeyselleştirmeye, politik ve toplumsal yaşam durağanlaşmaya (durgun su bile çürür!), sosyalist demokrasi biçimselleşmeye başladı. Kitlelerin öz bağımsız inisiyatif ve girişimciliği giderek yerini apolitisizme, pasifizme bırakmaya başladı. Oluşan parti, devlet, yetkililer kültü, devlet ve partiye duyulan büyük güvenle birleştiği için, giderek her şey devletten, partiden, önderlerinden beklenmeye başlandı. Parti ve devletin çağrılarına hep olumlu yanıt verildi, kitleler hep harekete geçti. Ama gelişen kitlesel yeni tip pasifizim, yeni tipten bürokratikleşme, devlet ve partinin devasa bürokratik kurumlara dayanarak doğan boşluğu artan oranda doldurması, bürokratik biçimciliği ve dejenerasyonu daha güçlü üretti. Kitleler özne olmaktan adım adım çıkmaya başladı.
SBKP’nin gelişimini çeşitli bakımlardan incelediğimiz bölümlerde ortaya çıkan tabloyu hatırlatmakta yarar var: SBKP(B)  özellikle 40’lar sonrası bürokratik merkeziyetçiliğe dayanan bir parti haline gelmişti. Parti kongreleri, önce geç, giderek daha geç toplanmaya başlanmıştı. Demokratik merkeziyetçilik, iç demokrasi, kolektif liderlik, seçimle gelme ve gitme, kolektif akıl gibi ilke ve kurallar çiğnenmeye, partide aydın tabakanın ağırlığı artarak egemenlik kurmaya doğru hızla gelişmişti. Atama, idari yöntemlere dayalı yönetim tarzı, yanılmaz önderler, yanılmaz “stratejik önderlik”, yanılmaz yetkililer, yanılmaz etkin bireyler kültü partiyi de yönetir duruma gelmişti. Biçimcilik, cansızlık her şeye damgasını vurmaya, kırtasiyecilik her şeyi boğmaya başlamıştı. Parti, zafer sarhoşluğu ve kibir hastalığının pençesinde, durumdan ve kazanımlarından hoşnut çok dinli (çok kişilikli) insanların partisi haline geliyordu. Parti ve önderleri süreç içerisinde hem kendi kadrolarının, alt örgütlerinin hem de kitlelerin denetiminin dışına çıkmıştı. Kitleler ve kadrolar yerine düşünülüyor ve karar veriliyordu. Kongrelerin işlevini giderek artan oranda MK’lar, MK’ların işlevini de polit bürolar, politik büronun işlevini de artan oranda daha dar elit bir kesim üstlenir duruma gelmişti. Parti değil “etkin bireyler”, kolektif akıl, kolektivizm ve proleter demokrasi değil, “etkin birey”lerin, “etkin sekreter”lerin aklı, “yanılmaz lider”lerin, yanılmaz “stratejik önder”liğin aklı ve bürokratik yönetim gücü, yukarıdan aşağı “etkin bireyler”e dayanan bürokratik merkeziyetçilik sürece damgasını basmaya başlamıştı ya da başlar hale gelmişti. Komünistler, yönetici kurumlar “önce komünist sonra yönetici” olduklarını unutmaya başlamıştı. Özellikle de 2. Dünya Savaşı’nın ardından ağır kayıplardan dolayı partinin niteliği de düşmüş ve cebinde parti kartı taşıyanlar hızla evet hızla çoğalmış, parti aşırı şişmişti. Ama parti üyeliği kartı başlı başına bir ayrıcalık, üstünlük, rahat yaşam ve psikolojik tatmin aracı haline gelmişti. Keza aynı şey devlet yetkilileri için de geçerliydi.
Parti, tutuculaşmıştı. Parti, çürüyordu. Partide sosyalist demokrasi unutulmuş gibiydi. Parti, devrimci ruhunu kaybediyordu. Bağımsız devrimci komünist karakter, bağımsız eleştiri gücü, önder ve yönetici katmanın özeleştiri gücü ve denetlenebilmesi yitip gidiyordu. Yöneticiler, etkin bireyler, etkin ekipçiler, etkin klanlar ayrıcalıklı hale gelmişti. Kariyerizm, çifte standart, yandaşa göre kadro politikası, eleştirinin boğulması, iç demokrasinin bastırılması, ilke, vicdan, ahlak, adalet yoksunluğunun, tebaalaşmanın vb. gelişmesi partiyi çürütüyordu. İç ideolojik mücadele ve dinamizm tükenmeye başlamıştı. İç demokrasi ve dinamizm bürokratizm, idare-i maslahatçılık, etkin bireylerden oluşan yöneticiler kastı ve önderleri eliyle bürokratik baskı ve zorbalık yoluyla boğuluyordu. Gitgide derinleşen ve kapsamlılaşan yeni tip bürokratizm ve tasfiyecilik partiyi, başta da yöneticilerini ve önde gelenlerini esir almaya başlamıştı. Doğal olarak bu süreç, bürokratikleşme süreci, kendi kadro ve yönetici tipini de yaratıp biçimlendiriyordu. Çok kimlikli, çok dinli, kişilik parçalanmışlığıyla karakterize kadro tipi, yönetici tipi, şeflik kültü bir ejderhaya dönüşmüştü. Bürokratik çürüme süreciyle birlikte Marksist-Leninist değerler, hovardaca, vicdansızca, zalimce harcanıyordu.
Balık baştan kokar. İktidar ve düzen hastalığı, evcilleşen sistem en başta partiyi tutsak almıştı. Kokuşma, çürüme partiden başlamıştı. Bu öyle bir çürümeydi ki şanlı SBKP, aşağılık yeni tip burjuva karşı-devrimin iğrenç bir aleti haline geldi, getirildi.
Asıl tehlikeli olan da başta önderler ve yönetici katman olmak üzere partinin tutuculaşması, bürokratlaşması, aristokratik bir yaşam tarzına kayması, devrimci ruhunu yitirmesiydi. Çünkü tüm bir devrimci sürecin, kesintisiz devrim sürecinin önderi/beyni Komünist Parti’dir. Proleter devletin temel yönetici çekirdeği Komünist Parti’dir. Devlet tutuculaşabilir ama tüm savaşımın genelkurmayı, tüm mücadele ve örgüt biçimlerini, her türlü savaşımı birleştiren, yöneten partinin tutuculaşması en büyük tehlike, baş tehlikedir. SSCB’de bu yaşandı. Dahası…
Şimdi burada durup şu soruyu soralım: Partide tüm bunlar olurken genel siyasal yaşamda, parti ve kitleler ilişkisinde, inşa sürecinin her bir alanında tablo daha mı farklıydı?
Elbette ki hayır! Bürokrasi mikrobu adım adım tüm siyasal, toplumsal, iktisadi yaşamı sarıyordu, sarmıştı. Toplumsal psikoloji, yeni tip bürokratik zehirlenmenin havasıyla şekilleniyordu, giderek şekillenmişti.
Örneğin sovyetik işlerlik giderek biçimsel bir işlerliğe dönüşmüş, kitlelerin canlı devrimci denetimi giderek ruhunu yitirmişti. Sovyetler toplantıları yerini artan oranda Sovyet yürütmelerine bırakmıştı. Parti örgütleri giderek artan oranda Sovyetlerin yerine geçmeye başlamıştı. Yakovlev’in, yeni anayasayla bağlı olarak gündemleşen yeni seçim yasası üzerine MK plenumuna rapor sunarken yaptığı şu konuşma, durumu anlayabilmek bakımından ciddi bir veridir:
“Sovyetlerde ve özellikle de Sovyetlerin yürütme organlarındaki parti hücreleri, çoğu zaman Sovyetlerin işlerini yapan organlar haline gelmiş, onların yerine geçmişlerdir; böylece Sovyetlerin, önceden hazırlanmış bir takım kararları kaşelemekten başka bir işi kalmıyor… Buradan şu sonuca varıyoruz: Partinin olağan kongrelerinde,  VKP (B) tüzüğü içinde yer alan, Sovyetlerde ve onlara bağlı yürütme organlarında parti grup ve hücreleri kurulması hakkındaki maddeyi kaldırmayı önermek gerekir. Bu, gerek iktisadi ve kültürel ve siyasi konuları, gerekse de yetkililerin atanması konusunu Sovyetlerin ve ona bağlı organların bizzat kendilerinin görüşerek doğrudan karar bağlamaları için, ayrıca Sovyetlerin parti gruplarındaki komünistlerin karşısına, parti disiplinine göre oy kullanma yükümlülüğünün çıkarılmasını önlemek için zorunludur. Çünkü seçilmiş parti organları olmayan bu parti grupları üzerinden Sovyetlerde şu veya bu karar oylanamaz.” ( Aktaran Yuriy Jukov, Öteki Stalin, s. 399)
Konu bağlamında Plenumda söz alan Molotov ise şöyle der:
“Bazı yoldaşlar düşünüyorlar ki, hani bizde bu Sovyet kurumları ikinci dereceden örgütlerdir; Sovyetlerde çalışanlar da ikinci sınıf kadrolardır. Oysa amaç Sovyetleri, Sovyet organlarını, Sovyetlerde çalışanları daha yüksek seviyeye çıkarmaktır.” (age., s. 400)
Parti ve devletteki bürokratikleşmeye, bürokratik tabakaya karşı Stalin önderliğinde, “Stalin Anayasası” sürecinde ve yeni seçim yasasının hazırlığı sürecinde kapsamlı ve etkili bir mücadele verilir. Bu mücadele sürecinde parti ve devlet yaşantısının kilit yerlerinde yer alan geniş yönetici katmanın (merkezi ve yerel) güçlü bir muhalefetiyle karşılaşır. Bu sürecin öyküsünü, belgelere dayanarak süreci ortaya koyan Jukov’un “Öteki Stalin” kitabından inceleyebiliriz. Ama biz kitaptan okumaya devam edelim:
“… Jdanov’un Şubat-Mart plenumunda parti organlarına yönelttiği eleştiriler gibi, önce, genelde Sovyet organları için yasalara uygun seçimler yapılmadığını, çoğunlukla kooptasyon, doğrudan atama yoluyla vekil seçildiğini dile getirdi. Onun verdiği örneğe göre, Çelyabinsk Vilayeti yürütme organlarının ele aldığı bütün sorunların üçte ikisinden fazlası ‘görüş alınma’ yoluyla karar verilerek çözülmekteydi; aynı tür uygulamanın oranı Orconikidze Bölgesi kurumlarında yüze 90, Sverdlovsk Vilayeti kurumlarında yüzde 70’ten fazla, Azak- Karadeniz Bölgesi kurumlarında ise yüzde 80’di. Yakovlev bu keyfiliğin vahim boyutlara ulaştığını belirtiyordu:
“‘Gerçek olan şu ki, Batı vilayeti yürütme organlarında, 1936’dan beri 20 bin kararın sadece 500 kadarı prezidyum toplantısında görüşülmüştür; diğerleri ise ya ‘görüş alınarak’ ya da başkan ve sekreterin imzasıyla kabul edilmiştir.’” (age., s.397-98)
Devam edecek olursak, örneğin;
“Emeğin sosyalist kooperasyonu, üretimin ve idari aygıtının bütün kademelerinde tek yönetim ilkesinin sıkı ve kararlı bir şekilde uygulanmasını talep etmektedir. Tek yönetimden, kitlelerin kendilerini üretim sürecini yöneten tek bir kişinin iradesine tabi olmasına dayanan, devletsel, sosyalist işletmelerin yönetimi anlaşılmaktadır. Bu, kitlelerin üretim süreci içindeki geniş yaratıcı inisiyatifiyle birleşmektedir.” (Politik Ekonomi Ders Kitabı, C. II, s. 156, ika.)
Bu yöntem, belki de üretim süreçlerine etkin müdahale ve yönetim bakımından, başta, kısa bir dönem, bir geçiş önlemi olarak ya da iç savaş, emperyalist müdahale gibi koşullarda benimsenebilecek bir yöntemdir. Ancak bu uygulamanın sosyalizm adına genelleştirilmiş, gelenekselleştirilmiş bir uygulama haline getirilmiş olması, kanımızca, bir ibret örneğidir.
Doğal olan ve olması gereken demokratik merkeziyetçiliğe dayanan, tabanın, kitlelerin bağımsız yaratıcı etkin kolektif katılımına dayanan, kitlesel sosyalist demokrasiyi ifade eden, işletmelerdeki kitleler tarafından seçilen ve istendiği an geri alınabilen bir kolektif “tek yönetim ilkesi”  olmalıydı, olmalıdır. Bu, parti için de, devlet için de, ekonominin yönetimi için de, kitle örgütleri için de geçerlidir ve geçerli olmalıdır. Özel koşullar, geçiş tedbirleri kesitleri vb. hariç tek kişi yönetimi kabul edilemezdir. Kolektivizm ilkesi ve işlerliğinin sosyalist yaşamın her zerresine içselleşmesi her zaman ve her yerde proletaryayı yönetmesi gerekir.
Bu işin bir yanı, ama bu vb. sistematik yöntemlerin bürokratlaşma ve yozlaşma süreçlerinde nasıl da bürokratik dejenerasyonun ve karşı devrimin aracı haline gelebildiğine de en başta tanıklık yapan yine SSCB’deki restorasyon sürecinin deneyimi olmuştur. Sosyalizmin, sosyalist demokrasi rejiminin “tek kişi yönetim”yle bir bağı, ilişkisi olamaz. Üstelik “tek kişi yönetimi” bir ilke düzeyine de çıkarılamaz. İlke, kolektif çalışma ve yönetim ilkesidir. “Tek kişi yönetimi”, “etkin birey”, “etkin stratejik önder”, “etkin stratejik önderlik”, “etkin sekreter” vb. teori ve tezlerin, bu gibi teori ve tezlere dayanan bir önderlik ve çalışma tarzının, kadro politikasının Marksizm-Leninizm’le de hiçbir ilişkisi yoktur. Tekrar vurgulamak gerekirse: Kolektivizm ilkesi ve işlerliği sosyalist yaşamın her zerresine içselleşmeli ve her zaman ve her yerde proletaryayı yönetmesi gerekir. Bundan vazgeçmek Marksizm-Leninizm’den, sosyalizm ve komünizmden vazgeçmek demektir ya da varacağı yer işte burasıdır.
SSCB’deki bürokratlaşma süreci ile birlikte yönetilen ve yöneten ayrımı yeni ve özgün biçimde ortaya çıkmaya başlamıştır. Peki, yöneten yönetilen ayrımının hala sürdüğü SSCB’de kişi, önder, parti, devlet kültü (tapınma, putlaştırma, tanrısallaştırma, dokunulmaz kılma, eleştiri ve denetimin dışında tutma) yeni tip bürokratikleşme ne anlama gelir?
Tek anlama gelir: Yöneten ve yönetilen ayrımının yeni bir biçimde yeniden üretilerek, derinleşerek sürmesi. Her şeyi üstten, yetkililerden, liderden, partiden, devletten bekleme. Kitle katılımcılığının biçimselleşmesi. Kitlelerin, kadroların sosyalist kurucu özne olmaktan çıkmaya başlaması ve giderek çıkması. Bağımsız kişilik ve inisiyatifin, kolektif kişilik ve inisiyatifin, özerkliğin, demokrasinin, devrimci ilkeli eleştiri ve özeleştirinin, kolektif önderlik ve çalışmanın can çekişerek ölmesi. Kadroların, örgütlerin, kitlelerin pasif bekleyişe mahkûm edilmesi. Bağımsız yaratıcı inisiyatifin tükenmesi. Eleştiri ve denetimin bitmesi. Eleştiri ve denetimin, “eleştirinin devrimci şiddeti”nin tek yanlı yukarıdan alt örgüt ve kadrolara dayatılması, bunun bir tarza dönüşmesi. İdeolojik değerlerin, tarihsel birikimin ve kadroların zengin bir babanın müflis oğlu gibi küçük burjuva bürokrata has ruhsuzlukla harcanması. Vurdumduymazlık. Vicdansızlık ve ahlaksızlığın meşrulaşması. İçi başka, dışı başka çok dinli insan tipinin doğması. “Gözümü kapar, vazifemi yaparım. Direktif gelmeden yan gelip yatarım” anlayışının kök salması. İnsanların sorumluluk almaktan ve bağımsız iş yapmaktan korkar hale gelmesi. Sosyalist demokrasinin gerçek içeriğinin iğdiş edilmesi. İşlevsizleştirilen demokrasi adına işleyişlerin törensel bir gösteriye dönüşmesi. Parti çizgisi ve tüzüğünün giderek kâğıt üstünde kalması. Özü sözü ayrı önderler, yöneticiler ve aygıtlar. Ayrıcalıklı ve yanılmaz (!) önderlere, kasta liberalizm; alt örgütlere, kadrolara, Marksizm-Leninizm’e ilkeli ve devrimci tarzda bağlı kadrolara sektarizm ve tasfiyeci baskı ve etkisizleştirilme-tasfiye (“eleştirinin devrimci şiddeti”) operasyonları. “Etkin birey”lere, “etkin sekreter”lere, yetki gücüne dayanarak iş yapan “etkin yönetici”lere, kolektif işleyişin tasfiyesinin ifadesi olan dar yürütme güçlerine, vb dayanan, sözde “etkin birey”lerin, “stratejik önder”lerin bağımsız kişilik sahibi, bağımsız Bolşevik eleştiri ve mücadele gücünden yoksun kadroları devşirmesine, yetiştirmesine, biat kültüne dayanan oportünist ve tasfiyeci bir kadro politikası. “Adanmış devrimci(lik)” gösterisinin ardına gizlenmiş, kendini amaçlaştırmış iktidar düşkünlüğü. Bireyci hesap ve tutkularla yanıp tutuşan, yükselmeyi amaçlaştırmış, başarıyı, güç merkezine ya da merkezlerine yaltaklanarak-uyum sağlayarak yakalamaya çalışan, yılan gibi sinsi, fırsatçı, fırsatları lehine kullanan, her olanağı kullanarak, adanmış militanlık oyunuyla her türlü üç kâğıdı çevirerek kendisi için fırsatlar yaratmaya yatkın, kolektif emeğin, başarı ve kazanımların üstüne yatmayı iyi bilen, güç odaklarına/otoriteye biat ve bağımlılığı ideolojik ve örgütsel ilke ve değerlerin üstünde sayan, sorgulamayan; sorgulayan bağımsız zihniyet ve karakterden rahatsız olan, ama güç dengelerini iyi okuyan, tornistan yeteneği yüksek, her ortama uyum sağlayan, partinin ve sosyalizmin genel çıkarlarıyla değil, kişisel kariyer elde etmekle ilgilenen, gördüğü zaafların, çifte standardın, adaletsizliklerin üzerine gitmeyen insan tipi ve “parti tarzı” işlerlik. “Muhalif” ve “tehlike” görülen kadroların, örgütlerin sayısız biçim alan tasfiyesi, itibarsızlaştırılması, değersizleştirilmesi. İlkesiz, dalkavukçu, bireyci hırsların esiri, entrikacı zihniyet ve tipin yükselen değer olarak yüceltilmesi. Stalin’in sertçe eleştirdiği “şahsi klanların kurulması”. Bürokratik merkeziyetçiliğin amansız hükümranlığı…
Elbette ki bu tablo genişletilebilir ama gerekmiyor.
Sosyalist kuruculuk ve komünizme yürüyüş partinin ve sınıfın önderliğinde sıradan insanların, milyonların fırtınalı, militan kitle hareketine, milyonların deneylerine dayanan devrimci eylem sürecidir. Kitleler adına bu işlev devlet tarafından üstlenilirse, bu işlev devletten beklenirse iş çığırından çıkar hele bir de bu zaaflı tablo devlet kültü ile birleşirse, her şeye kadir devlet, parti, önderler idealizmiyle birleşirse, yönetenler tanrılaşırlar, kendini tanrı gibi görmeye başlayan kişi ve aygıtlar da dinden, imandan çıkarlar…
Yöneten yönetilen ayrımının sürdüğü koşullarda özellikle de başlangıç aşamalarında her zaman için devlet ile kitlelerin çıkarları bire bir, yüzde yüz çakışmaz, çakışmayabilir. Yöneten yönetilen ayrımının azaldığı, giderek silinmeye başladığı, sıradan kitlelerin yönetmeyi öğrendiği, yönetme işinin sıradanlaşarak tüm toplumu kavradığı oranda bu çelişki(ler) önemsizleşerek sönümlenecektir. Bunu da unutmamalıyız.
Bu bağlamda, tarihi deneyimden çıkan bir ders olarak, sosyalist toplumda proletarya ve kitlelerin yeni tipten burjuva unsurlara, bürokratik deformasyon ve dejenerasyona karşı üretimden ve hizmetten gelen gücü de dâhil olmak üzere sokak gösterileri, direnme ve başkaldırmaya dek uzanan hakları anayasal haklar olarak özel olarak tarif edilmeli ve yasal olarak tanınmalıdır. “Düşmanın kullanma tehlikesi”, “toplumsal anarşi”, “disiplin” vbg. gerekçelerle bu hakların tanınmasına karşı çıkmak, nesnel olarak, gerçekte düşmana yarar ve komünizmin ruhuna da aykırıdır.
Sosyalist yasallığın bürokratik dejenerasyona dönüşüp çürüdüğü koşullarda ya da böyle bir sürece doğru evrildiği koşullarda ya da bu gibi zaaf ve suçların ortaya çıktığı ve yasal yoldan düzeltilemediği koşullarda sınıfın, kitlelerin direnme meşruiyeti ve yasal hakları vardır, olmalıdır ve bu haklar geliştirilmelidir de. Kuşkusuz ki önemli olan doğru ve sağlıklı bir çizgide yürümek, meselenin ya da meselelerin bu noktalara dek gelmesinin önlenmesidir. Ama açık ve kesindir ki, sosyalizmden komünizme geçiş süreci çapraşık bir süreçtir. Bugünden şu veya bu dersleri çıkarmakta yetmeyecektir; bürokratik zaaflar, yıpranmalar, dejenerasyon vbg. sıkıntılar şöyle ya da böyle ortaya çıkacaktır. Bu gerçeği görmek gerekir. İlk sosyalizm kuruculuğunun tarihsel deneyimleri bu bakımdan da proletarya ve komünistleri yeterince uyarmaktadır.
Partilerde, devletlerde, sosyalist inşa süreçlerinde, sosyalist yasallığın bürokratik yasallığa dönüştüğü ya da dönüşmeye doğru gittiği ya da benzer uygulamaların gelişmeye başladığı koşullarda komünistlerin, sınıfın ve kitlelerin meşru zeminde mücadele hakkı vardır ve olmalıdır. Grev, direniş, başkaldırı hakları da dâhil sayısız mücadele biçimleriyle direnmek ve mücadele etmek bir haktır ve bu, anayasalarda da güvence altına alınmalıdır. Aksi taktirde, sosyalist anayasanın, parti tüzüğünün arkasına gizlenen, kendilerine liberalizmi, başkalarına Marksizm-Leninizm’i ve sektarizmi ve terörizmi uygulayan parti, devlet, ekonomi, kültür vb. kurumların ya da bu kurumlarda suyunun başını tutan yönetici bürokratların özellikle de yeni tip bürokratların, tasfiyeci kariyerist kliklerin, bürokrat kastların keyfiyeti önlenemez. Ya da önleyecek önlemler dizisi, ideolojik ve siyasi, örgütsel barikatlar vs. ortaya çıkarılamaz. Açık ve kesindir: Bürokratik yasallığa saplanıp kalmak, ölümdür ya da bu, öldürür.
Komünist karakterini yitirmiş ya da yitirmeye başlamış, işlevsizleşmiş ya da işlevini tüketmeye doğru giden yasalara, komünistlerin ve sınıfın mücadele imkânlarını elinden alan, elini kolunu bağlayan, susma ve tasfiye dışında başka bir yol bırakmayan yasallığa biçimsel bağımlılık da komünistçe olan hiçbir şey yoktur. Komünist partilerde ortaya çıkan ve iktidarı ele geçiren ya da geçirmeye başlayan revizyonizmin, oportünizmin, tasfiyeciliğin, kariyerizmin parti ve devlet yasalarına sığınarak, o yasallığa bağlı kalmadığı, fiilen tasfiye ettiği halde, kendini yasaların üstünde dokunulmaz ve ayrıcalıklı bir yere yerleştirdiği halde, çifte standardı bir çalışma ve yaşam tarzına çevirdiği halde, parti ve devlet illegalitesi ve çıkarları adına, parti ve devlet yasallığı adına kolektivizmi, iç demokrasiyi, bağımsız kişilik ve eleştiri gücünü, sosyalist yasallığı yok ederek fiilen içeriğini boşalttığı halde; yasaları komünistlere, sınıfa, kitlelere karşı aşağılık bir baskı, imha, tasfiye ve dejenere etme silahına çevirdiği halde, bu koşullarda hala “yasalara”, “tüzüğe” vs. bağlılık adına davranmak ölümü kabul etmekten, tasfiyeciliğe ve revizyonizme, yeni tip bürokratik ihanete teslim olmaktan başka bir anlamı yoktur. SSCB’deki bürokratikleşme süreci ve sürecin bir karşı devrime dönüşmesi sürecinin deneyleri bu bakımdan da açıktır.
Kendisi parti yasallığına bağlı kalmadığı, fütursuzca çiğnediği halde komünistlerden yasalara bürokratik bağımlılık isteyen, dayatan; iktidarı ve gelişmesi için tehlike gördüğü her şeyi düşman görüp baskı, kuşatma, tasfiye stratejisi ve taktiğine dayanarak imhaya yönelen, böylece sınıf düşmanının yapamadığını ve asla başaramayacağı tahribatı yapan; üstelik davaya, kavgaya, ideallere bağlılık adı altında bin kez daha yıkıcı bir tarzda başaran komünist partilerdeki iç ihanet süreçlerine karşı dünya komünistleri sosyalizmin tarihsel deneyimlerinden gerekli dersleri çıkarmak ve yeni ve nitelikli bir donanım kazanmak zorundadırlar. Partili mücadele yöntemlerinin önlendiği, sosyalist yasallığa bağlı mücadele yöntemlerinin işlevini tükettiği ya da tüketmeye başladığı koşullarda sınıf ve öncüleri yeni duruma uygun mücadele mevzilerine, biçimlerine geçerek mücadeleyi geliştirmek zorundadır. Aksi taktirde gerek partilerde, gerekse de sosyalist toplumlarda bürokratik yasallığın ardına ustaca gizlenerek yıkımı, çürümeyi ve ölümü komünistlere ve sınıfa, kitlelere dayatan, kendisini tanrı ve hep öğretmen yerine koyan, dışındaki herkesi hep cahil ya da ilkokul öğrencisi yerine koyan tasfiyecilerin, Kruşçevlerin vb. gibilerin, kastların, yönelimlerin, sapmaların, çizgilerin sınırsız olan yıkımları engellenemez. Komünistler için, sınıf için tek bağlı kalınacak şey, Marksizm-Leninizm’dir, işçi sınıfının genel ve evrensel çıkarlarıdır. Komünistsen, partiysen, yöneticiysen, öndersen, sosyalist devletsen, bu durumda Marksizm-Leninizm sana değil, sen Marksizm-Leninizm’e bağlı kalmak ve uygulamak zorundasın. Yoksa çürürsün, çürütürsün, ölürsün, öldürürsün; asla devrimci komünist falan kalamaz ve olamazsın…
 Burada, geçmeden, bir kez daha vurgulayarak hatırlatmak isteriz: Enver Hoca, Molotovların Kruşçevlere karşı harekete geçtiğinde iş işten geçtiğini, zaten Molotovların da “Bolşevizmin cesedi”, “bürokratik yasallığın” uysal temsilcileri haline gelerek ona battığını söylemişti. Gerçek yaşam farklı bir şeydir. SSCB’nin de deneyimi bunu çok daha zengin bir tarzda kanıtlamıştır. Bu sorun(lar) üzerinde kolektif aklın ışığında büyük bir dikkat ve özenle eleştirel düşünmek ve mutlaka yeni dersler çıkarmak gerekmektedir.
SSCB ve Sosyalist Kamp’ın tarihsel deneyimi yukarıda vurguladığımız gereksinimi göstermektedir. Partinin ve devletin; yönetici katmanın olası hatalarına, zaaflarına, suçlarına karşı sınırları iyi çizilmiş yapıcı direnme ve mücadele hakkı (özelde de yeni tip bürokrasiye karşı) yasa katına çıkarılarak hukukileştirilmelidir. Asıl sorunun yasal ve anayasal hakların tanınıp tanınmaması olmadığını, asıl sorunun doğru bir siyasal çizgi, devrimci eylem, kesiksiz ideolojik-kültürel devrim ve başarıyla komünizme yürüyüş ve kitlelerin bu amaca bağlı yetiştirilmesi ve seferber edilmesi vb. olduğunu biliyoruz. Ama buna rağmen bu hakların tanınması ve kullanılmasının güvenceye alınması tarihten çıkarılması gereken bir derstir.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder