26 Ekim 2016 Çarşamba

I. BÖLÜM



13)Büyük Temizlik Operasyonu ve Çarpıtılan Tarihsel Gerçekler
Burada, 30’lu yıllarda örgütlenen büyük “temizlik kampanyası” üzerinde bazı bakımlardan durmak istiyoruz.
Bilindiği gibi uluslararası sermayenin sözcüleri, burjuva tarihçileri ve yandaşı her renkten revizyonist akım 30’lu yılları değerlendirirken, bu tarih kesitini “Stalinci terör dönemi”, bir “zorbalık, barbarlık, kan içicilik, işkence, işkenceyle itiraflara zorlama, on milyonları yok etme, kişisel çekişmeler, komplolar” vs. dönemi olarak anmak ve propagandasını yapmaktan özel bir haz duyarlar. Buna, Marksizm-Leninizm’in, devrim ve komünizmin tescilli düşmanı Troçkizm de dâhildir. Dahası Troçki ve Troçkist propaganda, demagoji ve manipülasyon dünya burjuvazisinin ve yedeğindeki her tür akımın en önemli iftira kaynaklarından biri olmuştur ve olagelmiştir. Aynı alçakça rolü Titoizm ve Kruşçev’le açılan tarihsel dönemle birlikte başta Sovyet modern revizyonizmi olmak üzere modern revizyonist cenah da oynamış; üstelik kendi özgün pozisyonundan aynı oyunu daha etkin ve sistemli bir şekilde sürdürmüştür.
Kuşkusuz ki bu kirli propaganda ve doludizgin gerici psikolojik savaş burjuvazinin sınıf çıkarları eksenine ve amaçlarına dayanmaktadır. Bu gerici savaş, dünya sermayesinin ve yıkılmış gericiliğin ve yedeğindeki her türden oportünist vb. akımın proletarya ve sosyalizme duyduğu dizginsiz sınıf kinini ve Makyavelist saldırganlığını ifade etmektedir. Söz konusu kin ve saldırının temelinde, sosyalizmin SSCB’de zafer kazanması; sosyalizmin NEPMAN’ları ve sonra da kulakları (kır burjuvazisini) ikinci bir Ekim Devrimi ile yok etmesi; özel mülkiyetçi üretim ilişkilerinin son biçimi olan küçük çaplı mülkiyetin, küçük burjuvazinin iktisadi ve sınıfsal temelinin ikna, örnekleme ve kendi öz deneyimlerine dayalı bir şekilde emekçi köylülüğün sosyalist kolhozcu köylülüğe dönüştürülmesiyle tasfiye edilmiş ve böylece tarihte ilk defa özel mülkiyetin ortadan başarıyla kaldırılmış olması yatmaktadır.
Bu tarihsel ve toplumsal devrimci dönüşümle, sosyalizmin insana, insanın karakterine aykırı olduğu; özel mülkiyetin, sömürünün önsüz olduğu kadar sonsuz olduğu burjuva demagojisinin maskesi de yırtılmıştır. Ezilen dünyaya, işçi ve emekçilere yeni bir dünyanın, sosyalist bir dünyanın tümüyle mümkün olduğu gösterilmiştir.  “Ayaktakımı”nın böyle bir dünyayı devrimci komünist iradeyle kazanabileceği ve kurabileceği berrak bir şekilde, söz götürmez bir şekilde kanıtlanmıştır. Böylece SBKP, SSCB, Stalin tüm dünya işçi ve emekçilerinin eline yepyeni bir silah verirken doğal olarak sınıf düşmanının sınırsız nefretini kazanmıştır.
İşte uluslararası burjuvazinin, yeni tip burjuvazinin ve bağlaşığı akımların sınırsız nefretinin, bilinçli kirli propagandasının nedeni bu tarihsel ve toplumsal gerçekte yatmaktadır.
30’lu yıllarda kazanan tek ülkede sosyalizmin zaferiydi. Kaybedenler ise, burjuvazi ve yedeğindeki sosyal demokrat akım, Troçkizm vbg. akımlardı. Doğal olarak, sosyalizmin kent ve kırda iktisadi temelinin yaratılıp sağlamlaştırılması, tek ülkede, SSCB’de sosyalizmin kuruluşunu imkânsız gören ve gösteren her türden engelin (özel mülkiyetin, devrilmiş gericiliğin, kır burjuvazisinin, küçük burjuva eğilimlerin, SBKP içerisinde ortaya çıkan antiMarksist-Leninist eğilim, akım, hizip ve önderlerin) yenilgisini ve tasfiyesini getirdi. Yani burada yaşanan şey, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra da süregelen proletarya ile burjuvazi, kapitalizm ile sosyalizm, oportünizm ile Bolşevizm arasındaki mücadelenin pratik-politik bir sorun olarak çözümü; bir tarihsel aşamanın sonuçlanması, yerini, sınıf mücadelesinin yeni bir düzeyine bırakması/sıçramasıdır. Dolayısıyla, 30’lu yılların dünyasının ve dış koşullarının bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gereken ve sınıf mücadelesi ekseninde açıklanması gereken bir olguyla (“Temizlik Kampanyası”, “Terör dönemi”) karşı karşıya olunduğunun bilince çıkarılması gerekir.
Eğer bu temel eksen ve temel eksen etrafında doğan, büyüyen ve sonuçlanan o aşamanın somut gerçekleri kavranmazsa, olan biten bütün gelişmeler bu temelde analiz edilmezse, doğal olarak, o zaman sorunlar ve olaylar kişisel ihtiraslarla, komplolarla, terörizmle vb. izah edilmeye çalışılır ve burjuva gericiliğin kuyruğuna takılmak kaçınılmaz hale gelir. Soruna biraz daha yakından bakalım hep birlikte.
Sahte ve amaçlı burjuva, Troçkist, burjuva revizyonist, sosyal-demokrat propaganda ve ajitasyona göre, 30’lu yıllarda, SSCB’de, “Stalinci terör rejimi” milyonlarca, on milyonlarca köylüyü yok etmiştir. SSCB’de öylesine kanlı bir  “Stalinci diktatörlük” var ki, faşist ülkeler, SSCB karşısında nerdeyse melek gibi kalır!
“Stalinci terör” dönemi üzerine demagoji ve manipülasyon yapan akım ve aydınlar özellikle 1930’lu yılları öne çıkarmaktadırlar. 30’lu yılların kırda sosyalist devrimin (“İkinci Ekim Devrimi”) zafer kazandığı yıllar olduğunu biliyoruz. Hatırlatmak isteriz:  30’larda SSCB’nin nüfusu 180 milyondur. Oysa toplam kulak sayısı toplam nüfusun küçük bir bölümünü oluşturmaktaydı.
Anna Strong, 30’lu yıllarda gerçekleştirilen kulakların (kır burjuvazisinin) tasfiyesi sosyalist eyleminden etkilenenlerin sayısının 600 bin olduğu bilgisini verir.
Stalin’in Dimitrov’la yaptığı bir görüşmede ise söylenen şey şudur:
“Biz kulakların ve burjuvazinin seçimlere katılma hakkını elinden aldık. Bizde yalnız emekçilerin seçme ve seçilme hakkı vardı. İki milyon kulağın kuzeye göçürülmesi gerekti ve kulaklar sınıf olarak ortadan kaldırıldıktan sonra, herkese seçme ve seçilme hakkı verdik…” (G. Dimitrov GÜNLÜK-3, 6 Mayıs 1945-6 Şubat 1949, s. 248-249, TÜSTAV Yay.)
Stalin bu açıklamayı proletarya diktatörlüğünün biçimleri ve halk demokrasisi sorununu Dimitrov’a anlatırken yapar.
Molotov’un açıklamaları ise şöyledir:
“-Kolektifleştirmeyi pek fena yapmadık. Kolektifleştirme başarısını Büyük Anayurt Savaşı’ında kazanılmış önemli bir zafer olarak görüyorum. Ama eğer kolektifleştirme işini gerçekleştirmeseydik savaşı kazanamazdık. Savaş başlamadan önce ekonomisi, sanayisiyle güçlü sosyalist devletimiz vardı artık…
“Kulakların tehcir bölgelerini bizzat ben belirledim…
“400 bin kulak tehcir edildi. Komisyonum çalışıyordu…” (Molotov Anlatıyor, s. 412)
“-Stalin 10 milyon kulakı sürgün ettiğimizi söyledi. Aslında 20 milyonunu sürgün etmiştik. Benim kanımca gerçekleştirmiş olduğumuz kolektifleştirme çok büyük bir başarıydı.” (age., s. 422)
Örneğin Gorbaçov’un baş danışmanı, çıplak kapitalizmden yana olan ve Stalin’in kanını içse bile doymayacak denli azgın bir karşı-devrimci olan A. Yakovlev ise, şunları yazıyor:
“Stalin, kendi halkının bir bölümüne karşı savaş açtı, bu bir olgu… Ülke o dönemde büyük ölçüde köylülerden oluşuyordu. Oysa hızla sanayileşmek gerekiyordu. O zaman ahlaki ve siyasi açıdan kabul edilemez bir iş yapıldı: Köylüler zorla göç ettirildi; beşyüz bin kişi bundan etkilendi. Sibirya, Urallar vb. gibi, sanayi merkezi kurulması düşünülen bölgelere sürüldüler. Bu, zoraki kolektifleştirmenin hem öncesinde hem sonrasında yapıldı. Kulaklarla mücadeleye gelince, o da aynı davaya hizmet ediyor sayıldı.  Bir kulak’ın yani çoğu zaman iki ineğinden başka bir şeyi olmayan köylünün, bitkin düşürülünceye kadar kovalanması buradan kaynaklandı.” (Sovyetler Birliği’nde Ne Yapmak İstiyoruz?, s. 37, iba., AFA 21.Yüzyıla Doğru Dizisi 14)
Yukarıda aktardığımız alıntılarda kolektivizasyondan etkilenen kulak sayısı ile ilgili değişik rakamlar verilmektedir. Bunu sadece hatırlatarak geçiyoruz.
Yakovlev’in çarpıtma ve demagojisine rağmen birinci olarak, Stalin kendi halkının bir bölümüne değil halk içerisinde yer almayan (ki bu Yakovlev’in “bir bölüm” saptaması önemlidir) kırların sömürücü sınıfı olan kapitalist sınıfa karşı bu savaşı verdi.
İkincisi, kulaklar Yakovlev’in adi bir demagog olarak ileri sürdüğü gibi, “iki ineğinden başka bir şeyi olmayan” yoksul ya da emekçi köylü değil aksine kırların kapitalist sömürücü gücüydü; yoksul, küçük ve orta köylülüğü sömüren, ezen zengin köylülüktü. Kırda sosyalizmin iktisadi dönüşümüne bağlı olarak zengin köylülük iktisadi olarak proletarya diktatörlüğünün, partinin, proletaryanın önderliği ve desteğinde emekçi köylülerin devrimci başkaldırı ve devrimci terörüyle tasfiye edilmiş, sınıfsal bakımdan varlığına son verilmiştir.
Üçüncü olarak, konumuzla bağlı olarak, burjuva ve Troçkist propagandistlerin on milyonlarca emekçi köylünün zorla kolektifleştirmeyle imha edildiği demagojisinin (ki emperyalist dünya öyle akıl almaz rakamlar veriyor ki, inanacak olursak Stalin o yıllarda nerdeyse SSCB nüfusunun üçte ikisini yok etmiş!!!) tabii ki aslı ve astarı yoktur. Buradaki Makyavelist Göbelsçi faşist mantık belli: Bir yalanı on kez söylersen yalan olarak kalır ama bir yalanı yüz kez, bin kez, milyon kez söylersen o yalan gerçek kabul edilir. (Zat-ı muhteremin verdiği 500 bin rakamı da emperyalizm ve burjuvazinin yalanlarını açığa çıkarıyor.) Burada asıl önemli olan rakamlar değildir, asıl önemli olanın toplumun onda dokuzunun toplumun küçücük bir azınlığını oluşturan, diyelim ki onda birine karşı, tümüyle meşru olan devrimci şiddeti ve eylemidir. Ayrıca imha edilen kulaklar, kulak sınıfının çok ama çok küçük bir parçasıdır. Sosyalizm, kulakların elindeki ekonomik güce el koyma yoluyla sınıf olarak varlığına son vermiştir. Burjuva propaganda aygıtı bilinçli olarak, kulakların sınıf olarak tasfiyesini kulakların topyekûn öldürülüp çukurlara gömülmesi olarak lanse etmektedir. Oysa kurşuna dizilenler sadece karşı-devrimci ayaklanmalara vs. girişen kulak elebaşları ve kanlı katilleri olmuştur.
Bu sınıf mücadelesidir. Bu, çatışan devrimle karşı devrimin hesaplaşmasıdır. Bu kavgada proletaryanın döktüğü kan, sömürücü sınıfların kanıdır ve tarihte burjuvazi ve kapitalizmin döktüğü kanın yanında sözü bile edilemez. Kaldı ki proletaryanın dökmek zorunda kaldığı kanın sorumlusu da burjuvazidir. Çünkü kendi sınıf egemenliğini yeniden kurmak için her türlü yıkıcı ve yok edici savaşı başlatıp geliştiren, sömürünün ortadan kalkmaması için her türlü gerici beyaz teröre vb. başvuran, böylece proletaryanın demir yumruğunun tepelerine inmesine açık davetiye çıkaran yine emperyalistler, burjuvazi, kulaklar vs. olmuştur. Bu temel tarihsel ve politik gerçeği aklımızdan asla çıkarmamalı ve bu halkanın elimizden kaçmasına izin vermemeliyiz.
30’lu yıllarda tarımı kolektifleştirmek ve aygıtlarda da “temizlik” kaçınılmazdı. Bu iki görev de iç içe geçmişti. Sosyalizmin inşasının ve sınıf mücadelesinin ulaştığı gelişme aşamasında ilerleyebilmek için bu görevlerin çözümü kaçınılmaz bir tarihsel ve politik zorunluluktu. Üstelik bu görevlerin çözümü olağanüstü somut tarihsel koşullar, zorluklar ve kuşatılmışlık altında gerçekleştirilmek zorundaydı. Pek çok önemli ve sınıf mücadelesine zarar veren hata ve zaaflar, bu koşularla da bağlıydı…
Bu gerçekleri ifade ederken şu olguları bir kez daha vurgulamak isteriz: Sosyalizmin tarihte ilk defa inşa edildiği, tek başına, emperyalist kuşatma altında inşa edildiği; iç ve dış gericiliğin sosyalizmi yıkmak için her türlü kirli savaşı yürüttüğü; parti ve devlete geniş çaplı sızmaların yaşandığı, sızmaların ÇEKA (GPU/NKDV) ve Genelkurmaya kadar uzandığı* kır burjuvazisinin ortadan kaldırıldığı; dünya devrim dalgasının göreli olarak geri çekilmeye başladığı; faşist kampın yükseldiği, emperyalist bir genel savaşın patlak vereceğinin belli olduğu ve hızla yaklaştığı, emperyalizm ve faşizmin bu ortamdan ve patlak verecek savaştan da yararlanarak SSCB’yi yıkma faaliyetlerinin doruğu ulaştığı koşullarda parti ve devlette örgütlenen “temizlik operasyonu” kaçınılmaz bir hesaplaşmaydı. Sosyalizm, iç cepheyi temizleyerek sağlamlaştırmak zorundaydı. “Temizlik harekâtı”, önlememiş olan aşırılıkların eleştirilmesini ve dersler çıkarılmasını unutmadan, tümüyle yasal ve meşruydu. Bundan kaçınmak demek, sosyalizmin yıkılışına davetiye çıkarmak demekti. Elbette ki Stalin ve Parti, buna asla izin veremezdi. Ve nitekim verilmedi de!
Tuhaçevskiy’in yargılanıp kurşuna dizilmesiyle ve Kızıl Ordu’daki temizlikle ilgili Litov’un sorularına yanıt veren Benediktov II. Emperyalist Dünya Savaşı’nın hızla yaklaşmakta olduğunu, “işin özünde sosyalizmin ve halkın kaderinin masaya” yatırılmış olduğunu söyler ve haklı olarak, şöyle devam eder: “Savaşın en kritik anlarında, ülkesine ihanet etmiş bir general-Vlasov- (Hitler’in saflarına geçen general-bn.) yerine onlarca general olsaydı, hem de öylesine etkili mevkilerde olsalardı olayların nasıl gelişeceğini tahmin etmek mümkündür! Bu insanların ‘Stalinist rejimi’, ‘ideolojik sebepler’ uğruna arkadan vurmaları neyi değiştirirdi ki! Sonuç aynı olurdu.” (agk., s. 46-47)
Kuşkusuz ki faşist ve emperyalist savaşa karşı, iç cephesini sağlamca düzenlememiş/yapılandırmamış bir ordu daima kaybetmeye mahkûmdur. Stalin ve SBKP (B) bunun tam olarak bilincindeydiler. Gerek tarımın kolektifleştirilmesi olsun gerekse de parti ve devletteki kitlesel temizlik ve “beşinci kol”un tasfiyesi olsun, aynı zamanda savaş öncesi “iç cephe”nin sağlamlaştırılmasından başka bir şey değildi.
Ortaya çıkan yeni arşiv belgeleri, inşa sürecinde yapılan sorgulamalarla ilgili yeni çalışmalar gittikçe Troçkist, faşist, emperyalist, modern revizyonist demagojisinin örtülerini yırtmaya, gerçeklerin aydınlanmasına daha fazla katkı yapıyor. Bu vb. yeni çalışmaların da artacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sosyalizmin, SSCB’nin, Stalin’in sınıf bilinçli düşmanı Amerikan emperyalizmin SSCB’deki elçisi Davies’in aşağıya aktaracağımız değerlendirmeleri de konu hakkında oldukça aydınlatıcıdır.
“Amerika elçisi Davies, yabancı diplomatlarla mahkemelerle ilgili yaptığı görüşmeler üzerine yazdığı mektubunda şunları yazmaktadır:
“ ‘Ben buradaki diplomatik çevrelerin hepsiyle de olmasa çoğuyla konuştum, bir istisna dışında hepsi siyasi komplonun, devlet düşmanı bir komplonun açıkça var olduğu düşüncesinde birleşmektedir.’” (Aktaran, Stalin Üzerine Gerçekler, Almanya Komünist Partisi-ML, s. 52)
Aynı elçiye, bir üniversite kulübünde konuşurken, bir soru sorulur. Elçi Davies’i dinleyelim:
“Bu, Hitler’in Rusya’ya saldırısının üçüncü günüydü: Dinleyicilerden biri ‘ Rusya’daki Beşinci Kolun durumu nedir?’ diye sordu. Düşünmeden cevapladım: Böyle bir ‘Kol’ yoktur. Hepsi öldürüldü.
“Bugün trende, bu düşünce kafama takıldı. Bu konu üzerine, düşünmek için biraz çaba sarf edildiğinde, Nazilerin yeni olan istilasında, Sovyet sınırlarının arkasında hiçbir saldırıdan bahsedilmemesi oldukça tuhaftı.
“Rusya’nın içlerinde, Alman Genelkurmay’ın emriyle bağlantılı olarak, adı geçen böyle bir saldırı yoktu. 1939’da Çekoslavakya’ya yapılan ilerleme, faşist Henlein örgütünün aktif askeri yardımıyla yapılıyordu. Aynı durum, Almanların Norveç’e ilerlemeleri için de geçerliydi.
“Ama, şu anki Rusya tablosunda, diğer ülkelerin içlerinde olduğu gibi, Südetli Henleinler, Slovak Tisos’ları, Belçika Degres’leri ve Norveç Quislingleri yoktur.” (aktaran age., s. 53-54)
Stalin’in 30’lu yıllarda on milyonları öldürdüğü, parti ve devletin, ordunun en seçme kesimlerini tasfiye ederek ülkeyi zayıf düşürdüğü, böylece Hitler’e yardım ettiği çarpıtma ve manipülasyonu tümüyle kötü niyetlidir. Birlikte okumaya devam edelim:
“Oysa Mareşal Mikhail N. Tuhaçevski’nin gerici ve anti-sosyalist eğilimi ve onun bilimsel sosyalizmi ve Bolşevizmi bir Yahudi komplosu olarak değerlendirdiği gerçeği, daha 1928’de kendisinin kısa bir biyografisini yazmış olan ünlü Fransız gazeteci Remy Roure’ın (Le Chef de Larmée Rouge: Mikhail Toukatchevski, Paris, Fasquelle, 1928) kitabında açıkça dile getirilmişti. Daha da önemlisi, Tuhaçevski ve kafadarlarını savunan emperyalist propaganda odakları onun bu özelliklerini, pro-Nazi duygularını ve bir askerî darbe tezgâhlama planlarını VE Alman Genelkurmayının, Kızılordu Genelkurmayı ile ilişkilerini kullanarak Sovyet iktidarını devirme planları yaptığını daha o günlerde biliyorlardı. (1)
Şunu da ekleyeyim: Tanınmış Marksist araştırmacı Prof. Grover Furr’ın 1986’da kaleme aldığı “New Light On Old Stories About Marshall Tukhachevskii: Some Documents Reconsidered” (=“Mareşal Tuhaçevski’ye İlişkin Eski Öykülere Yeni Bir Bakış: Bazı Belgelerin Yeniden Değerlendirilmesi”) başlıklı yazısında aktardığına göre Hitler’in en yakın çalışma arkadaşlarından ve kötü ünlü SS örgütünün şefi Heinrich Himmler 4 Ekim 1943’te Posen’de yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:
“Moskova’da, sanırım 1937 ya da 1938’de o büyük göstermelik yargılamalar olduğu ve sonradan Bolşevik bir general olan eski Çar ordusu askerî öğrencisi Tuhaçevski ve diğer generaller idam edildiği zaman, biz (Nazi) Partisi ve SS’dekiler de içinde olmak üzere Avrupa’da herkes, Bolşevik sistemin ve Stalin’in, en büyük hatalarından birini işlediği kanısına varmıştık. Biz durumu böyle değerlendirmekle kendimizi adamakıllı aldatmış olduk. Bunu içtenlik ve güvenle söyleyebiliriz. Bence, eski Çarlık yanlısı generallerini muhafaza etmiş olması halinde –şimdi savaşın üçüncü yılında bulunan- Rusya asla iki yıldan fazla dayanamazdı.” (Trial of the Major War Criminals before the International Military Tribunal [Nuremberg, 1949], Cilt. 29, s. 111)
Hitler’in bir başka yakın çalışma arkadaşı ve Nazi Almanyası’nın Propaganda Bakanı Goebbels, güncesine 8 Mayıs 1943’te düştüğü bir notta Führer’in de Himmler’in değerlendirmesini paylaştığını belirtiyordu:
“Führer Tuhaçevski olayını anımsadı ve Kızılorduya o şekilde davranmak suretiyle Stalin’in onu mahvettiğine inanmakta tamamen hatalı olduğumuz yolunda görüş belirtti. Oysa, bunun tersi doğruydu: Stalin Kızılordu içindeki bütün muhalefetin kökünü kazıdı böylelikle yenilgiciliğe son verdi.” (Joseph Goebbels, The Goebbels Diaries: 1942-1943, editör & çevirmen Louis P. Lochner (Garden City, New York, Doubleday, 1948), s. 355)” (J. Stalin: Söylence ve Gerçek adlı kitaba Önsöz, Garbis Altınoğlu)
Açık ki Stalin, Parti ve proletarya devleti, iç cepheyi arınma yoluyla sağlamlaştırmıştır. Bunu, sınıf düşmanı da itiraf etmektedir. Yine açık ki, Stalin’in, SBKP (B)’nin, sosyalist devletin, sosyalist inşanın tarihini zulme, kitlesel katliamlara, halka karşı teröre, entrikaya indirgeyen ve bu algıyı oluşturmayla biçimlenen ideolojik ve psikolojik kirli savaşla “toplumsal algı inşa” eden cephe, kuşkusuz ki gericilik cephesidir. “Ben, gerçekte, Stalinizmi kötü bir nitelik olarak kabul ediyorum.” (Kruşçev’in Anıları, s. 22, Milliyet Yayınları Tarih Dizisi, Birinci Baskı, Şubat 1971), Stalin “halkın en iyi evlatlarını ortadan kaldır”dı, “bir kitle katili”dir (s. 28-29), “İşçi sınıfına, köylülere, aydınlara, Sovyetler Birliği’nin ve diğer sosyalist ülkelerin emekçilerine yaptığı kötülüğün tekrarlanmasını önlemek için onun suçlarını açıklıyorum.” (s.26) diyen; “Stalin’in kurbanlarının hepsinin yeniden ‘itibarlarını iade etme’”nin dışında “başka çare yoktur” (s. 27), bunlar “şehit olarak ilan edilmelidir.” (s. 117 ) diyen; “kesin olan… Stalin tipi kolektifleştirme bize üzüntü ve vahşetten başka bir şey getirmemiştir.” (s. 98), “Bugün bile Stalin yolunun sosyalizmi kurmak için tek doğru yol olduğunu düşünen insanlara rastlayabilirsiniz. Bana kalırsa bu, halkın başlarında eli kamçılı biri olmadıkça çalışamayacaklarını sanan ilkel köle düşüncesini yansıtıyor.” (s. 100) diyen; “1930’ların sonunda Hitler saldırısını hazırlıyor ve askeri liderliğimizi altüst etmek için gereken her şeyi yapıyordu. Yönetici kadrolarımızın, Parti liderliğinin, bilim adamlarımızın en kaymak tabakasını yok ederek biz de ona her türlü yardımda bulunuyorduk.”  (s. 100), “Kızılordu’nun üst tabakası tasfiye edilmemiş olsaydı faşist istilasını çok daha kolay püskürteceğimiz şüphesizdi.” (s. 206), Stalin’in “bir dünya yuvarlağı üzerinde parmağı ile cephelerdeki askeri birliklerin harekatını” izliyordu (s. 232) diyerek demagoji yapan; mareşal unvanını almak için film çeviren ama tüm Sovyet generallerinin karşı çıkmasıyla bu isteğine ulaşamayan; toplu temizlik sürecinde işledikleri suçlardan dolayı Stalin MK tarafından suçları açığa çıkarılarak cezalandırılan, başta güvenlik bürokrasisinin bütün şeflerini, devlet ve parti yöneticilerini iyi adam ilan eden; “temizliğin” bütün olumsuz yükünü Stalin’e fatura eden Kruşçev’in durduğu yer bellidir.  Üstelik kendisi Stalin kültü yaratmada en önde koşanlardan birisidir. Üstelik ortaya çıkan arşiv belgelerinden de artık net bir biçimde görüldüğü gibi, “Temizlik”in en ateşli taraftarıdır. “Temizlik” sürecinde, en zalim, en fazla ileri giden iki kişiden birisidir sahtekâr Kruşçev. “Moskova’da ve Ukrayna’da-Hruşçov burada, halk arasında ‘terörün mimarı’ ünvanını kazanmıştı.-“ (G. Furr, age., s. 205)
Ancak, bu temizlik harekâtının aşırıya kaçtığını, kurunun yanında yaşın da yandığını bilmeliyiz. Bunun parti yaşantısını, devlet yaşantısını, kitlelerin önemli bir bölümüyle parti arasındaki bağı önemli derecede olumsuz yönde etkilediğine de inanıyoruz. Stalin de bunu (örneğin “Leninizmin Sorunları” adlı yapıtında özeleştiri eşliğinde) kabul eder. Ki bu durumun parti içi eleştiri ve tartışma özgürlüğünü baskı altına aldığını, bürokratikleşme sürecini ivmelemede nesnel olarak önemli bir rol oynadığını da kabul etmek gerekir.
Burjuva emperyalist, burjuva revizyonist ve Troçkist propagandaya inanacak olursak SSCB işçi ve halkları “Temizlik operasyonu” ile birlikte korku içinde tir tir titriyormuş, her an yok edilme korku ve yılgınlığı ile yaşıyormuş! Bilinçli bir kapitalizm savunucusu ve Stalin düşmanı olan Yakovlev’in anlatımları bile tek başına bu propagandanın sahteliğini kanıtlamaktadır.
Burada, bir de Stalin döneminde Tarım Bakanlığı yapmış olan Benediktov’a kulak kabartmak yararlı olacaktır ki Benediktov, tıpkı Molotov gibi zamanın tanığı olarak konuşmaktadır ve döneminin de önemli devlet yöneticilerinden birisidir.
“O dönem hakkında ne derse desinler, o zamanki atmosferi, düzeni belirleyen şey korku, baskı ve terör değildi. Aksine, uzun yüzyıllardan beri ilk kez kendilerini hayatın efendileri olarak hisseden, ülkeleri, partileriyle samimi olarak gurur duyan, yöneticilerine derin bir inanç besleyen halk kitlelerinin devrimci coşkusunun güçlü dalgasıydı.” (Stalin ve Hruşçov Hakkında- İvan Aleksandroviç Benediktov İle Söyleşi, s. 26)
Ana gerçek, üstü ısrarla örtülmek istenen temel gerçek de budur zaten.
Aynı karşı-devrimci propaganda aygıtının yürüttüğü psikolojik harbe göre Stalin kan dökmekten zevk alan bir despottu!
30’lu yıllardaki “Temizlik kampanyası” sürecinde Stalin’in durumu hakkında Benediktov bizlere şu bilgileri verir:
“Sabotajcılıkla suçlanan insanların kaderi konusunda Stalin o zamanki Politbüro’da liberal olarak ün yapmıştı. Kural olarak, suçlananların tarafında olur ve aklanmalarını sağlamaya çalışırdı, ancak tabii ki istisnalar da olurdu. Stalingrad parti oblast komitesi eski birinci sekreteri Çuyanov anılarında bütün bunları çok güzel yazdı. Ayrıca bizzat ben de birkaç kez Stalin’in bu konuda “şahin” sayılan Kaganoviç ve Andreyev ile çatışmalarına tanık oldum. Stalin bu konudaki sözlerinin özeti, halk düşmanları ile mücadelede bile yasallık zemininden çıkmamak gerektiği idi.” (age., s. 32, iba.)
Benediktov’la röportajı yapan gazeteci Litov şu soruyu sorar:
“Affedersiniz ama Stalin’in dürüst insanlara yapılan haksızlıklarda parmağının olmadığı yolundaki sözleriniz ikna edici değil. Eğer öyle olsaydı bile, bu durumda birincisi, bütün halkın önünde dürüstçe ve açıkça işlenen kanunsuzlukları itiraf etmeliydi; ikincisi, adaletsizce cezalandırılanları rehabilite etmeli ve üçüncü olarak, bundan sonra benzer kanunsuzlukların olmaması için önlem almalıydı. Fakat bunlar hiç yapılmadı…”
Benediktov, Litov’u şöyle yanıtlar:
“Siz herhalde konuya pek vakıf değilsiniz. Birincisi ve ikincisi hakkında, VKP (b)-SBKP’in o zamanki adı- MK Ocak 1938 plenumu dürüst komünistlere ve partisizlere karşı işlenen kanunsuz eylemleri açıkça kabul etti ve bu konuda bütün merkezi gazetelerde yayınlanan özel bir karar aldı. 1939 yılında yapılan VKP (b) 18. kongresinde de yine aynı şekilde, bütün ülkenin önünde temelsiz baskıların verdiği zarardan açıkça söz edildi.
“Ocak 1938 MK plenumundan hemen sonra, suçsuz yere baskı görmüş binlerce insan ve bunların arasında bulunan önde gelen komutanlar hapis yerlerinden geri dönmeye başladılar. Hepsine resmen itibarları iade edildi, bazılarından ise Stalin şahsen özür diledi.” (age., s. 40-41)
Litov’un bir başka sorusunu yanıtlayan Benediktov’un şu yanıtı da Stalin’in kitlesel arınma kampanyasındaki duruşuna ışık tutmaktadır:
Yaygın kanıya rağmen, o yıllarda bütün sorunlar, bunların içinde önde gelen parti, devlet ve ordu görevlilerinin atanmaları ve görevden alınmaları da, Politbüro’da kolektif tarzda kararlaştırılıyordu. Bizzat Politbüro toplantılarında sık sık tartışmalar, kavgalar ateşleniyor, temel parti sorunları çerçevesinde farklı, çoğu zaman birbirine tamamen ters görüşler ifade ediliyordu. Sessiz ve itirazsız hemfikirlilik yoktu, Stalin ve yanındakilerin buna tahammülü yoktu. Bunu söylemeye tam hakkım var çünkü Politbüro toplantılarında birçok kez bulundum.
Evet, kural olarak Stalin’in görüşü kazanıyordu. Ama bunun sebebi onun sorunları daha nesnel, daha çok yönlü olarak düşünmesi, başkalarından daha uzağı ve derini görmesiydi. İnsan doğası; yavaş yavaş buna alıştılar ve en az direnç çizgisini izleyerek görüşlerini sonuna dek savunmaktan vazgeçtiler. Stalin burada ortaya çıkan tehlikenin farkındaydı….30’lu yılların sonlarında Politbüro’nun çalışmasındaki kolektiflik yeterince net bir biçimde kendini gösteriyordu: Doğrusu nadir olarak Stalin’in oylamada azınlıkta kaldığı durumlar oluyordu. Bu özellikle temizlikle ilgili durumlardı, bu noktada Stalin, daha önce söylediğim gibi, Politbüro’nun bir dizi öteki üyelerine göre daha ‘yumuşak’ konumlar alıyordu.” (age., s. 44-45, iba.)
Benediktov, “Temizlik kampanyası”nda binlerce, on binlerce insanın haksızlığa uğradığını açıkça belirtir. İkinci bir kampanyanın da birincisini takip ettiğini, bu ikinci kampanyanın ise “kanunsuzluk yapan ve görevini kötüye kullananlara karşı” olduğunu vurgular. Benediktov’un şu açıklaması da tabloyu anlamamıza hizmet etmektedir:
“Kuşkusuz Stalin’in temizlikler esnasında meydana gelen keyfilik ve kanunsuzluklardan haberi vardı ve işlenen aşırılıkların düzeltilmesi, dürüst insanların hapisten kurtulması için somut önlemler aldı. Bu arada o zamanlar iftiracı ve ihbarcılara nazik davranılmıyordu. Bunların çoğu birçoğu açığa çıkarılıp kendileri de kurbanlarını gönderdikleri kampları boyladılar. Paradoks şurada ki, bunlardan Hruşçovcu ‘buzların çözülmesi’ döneminde serbest bırakılan birçoğu herkesten daha gürültülü bir biçimde Stalin’in kanunsuzluklarından dem vurmaya başladı ve hatta bu konuda anılar yayınlamayı bile akıl ettiler.” (age., s. 40)
Litov’un üçüncü sorusunu da yanıtlayan Benediktov, SBKP’nin 1939 yılında yapılan 18. Parti Kongresi’in artık kitlesel arınma yöntemini terk ettiğini söyler. Ki Benediktov, “Şahsen ben, bunun yanlış bir karar olduğunu düşünüyorum.” der ve “kitlesel baskıların partiye verdiği zarardan kaygılanan Stalin”in “öteki uca kaydığı”nı ve bunun için “bariz bir şekilde acele” ettiğini vurgular ve partinin kitlesel temizlik yöntemini terk etmesinin partiye ve devlete pahalıya mal olduğunu belirtir.
Burjuva, Troçkist ve revizyonist propagandaya göre “Temizlik hareketi” kamuoyundan gizlenerek gerçekleştirilmiştir.  Bu yalan rüzgârı dili kafasından daha çok çalışanlar da dâhil olmak üzere geniş bir kesimi etkileyebilmiştir. Zamanın tanığı olarak Benediktov bunu yalanlar ve mahkemelerin halka ve dünyaya açık yapıldığını söyler. “ ‘Despotik’ 30’lu yıllarda siyasal davaların stenografları açıkça yayınlanıyordu ve bunlarda resmi görüşler ve versiyonlara ters giden sözler olmasına rağmen herkes bunlara gerçekten ulaşabiliyordu. Açıklık’, ve ‘glastnos’ yanlısı Hruşçov zamanında ise bütün bunlar hizmet içi ve gizli fonlara kondu. Acaba bunlar resmi olarak sunulan ve yorumlanan ‘olguların’ ‘barizliği’ne ters düştüğü için olmasın?” (age., s. 48, iba.) vurgusuyla da Kruşçev modern revizyonizmi etrafında kenetlenen uluslararası sermayenin, Troçkistlerin vb. maskesinin düşmesine katkıda bulunur.
Konu hakkında Molotov da şunları söyler:
 “-Doğru dedi Molotov. Bizde her şey halka açık olmuştu. Sadece askerlerin davası kapalı yürütüldü. Savunma sırları nedeniyle. Sovyet rejimi düşmanlarının olayları anlatmadaki hayal gücü de çok geniş. Halka açık bir duruşma dünya gazetecilerinin önünde 12 gün sürer, hepsi de çok tanınmış olan yirmi bir kişi yargılanır. Düşmanlarımız da salondadır.”  (Molotov Anlatıyor, s. 435)
 “…Bugün o davaları ayaklar altına almaya uğraşıyorlar, tutanakları yayınlamıyorlar. Oysa hepsi yayımlanmıştı. Salonda yabancı gazeteciler, burjuva basını-sol ve Hitlerci- diplomatlar, hatta büyük elçiler vardı…” (age., s. 433)
Benediktov, ilerici bilim insanlarının, sanatçıların, aydınların emperyalizm ve faşizmin sahte propagandasına boyun eğmediklerini, “Stalin ve arkadaşlarının çizgisini destekledikleri”ni, “Siyasette ‘güce dayanan yöntemlere’ pek itibar etmeyen Einstein’in bile temizlikleri mahkûm eden çağrıya imza etmeyi reddet”iğini söyler. Devamla, “Batılı entelijensiyanın ilerici ve hümanist ideallere sadakatini kanıtlamış olan en iyi kesiminin ‘Stalin’in caniliklerin”nin ifşası yönündeki çığırtkan kampanyadan uzak durduğu, bir olgudur. Tersinden bakınca da, bu ideallere ihanet etmiş, faşizm ve gericilikle işbirliğine kadar alçalmış ikiyüzlüler ve çığırtkanlar ‘Stalinist terör’ hakkında herkesten daha çok gırtlak paraladılar. Bu da üzerinde düşünmek için iyi bir sebeptir…” (age., s. 48, iba.) der çok haklı olarak.
Fransız Komünist Partisi’nde uzun yıllar yöneticilik yapmış olan Garaudy ise (ki bir revizyonisttir), şunları yazar:
“ Kruşçev’in XX. Kongre’ye verdiği gizli rapor ile Stalinciliğin kınanmasını izleyen ilk aylarda yayınlanan ve fizikçi Saharov tarafından toplanan raporlardaki belirtilere bakılacak olursa, 1936’dan 1939’a kadar bir buçuk milyondan fazla parti üyesi;-yaklaşık olarak bütün üyelerin yarıya yakın bir kısmı- hapsedilmiş, 1936 yılından itibaren de on milyondan fazla, Sovyet vatandaşı hapishanelerde ya da kamplarda ölmüştür.” (Sosyalizmin Büyük Dönemeci, s. 90, Milliyet Yay.)
Kimdir bu Saharov? Kısacası, emperyalist dünyanın bir uzantısı, bir Hitler-Nazi sempatizanı, Franco faşizminin destekçisi, bir CIA devşirmesi… Garaudy gibilere emperyalistlerin, Troçkistlerin, Kruşçevcilerin demagoji ve manipülasyonu yön veriyor ve yön vermektedir. 36-39 arası SBKP’nin üyelerinin yarısına yakınının hapsedildiği açık bir yalan olduğu gibi on milyon insanın toplama kamplarında öldüğü de bir diğer aşağılık yalandır. Konu hakkında düşünebilmek için, II. Dünya Savaşı yıllarında SSCB’nin verdiği toplam şehit sayısının 20 milyon olduğunu hatırlamakta yarar var… Benediktov da “Sovyet iktidarının düşmanlar”nın “toplamı herhalde birkaç milyondu, elbette halkın içinde bariz bir azınlığı oluşturuyordu” sözleriyle gerçeğe işaret eder. Ve çok iyi biliniyor ki proletarya diktatörlüğünün hedefi, halk değil söz konusu karşı devrimci gericilikti.
Benediktov haklı olarak sözlerine şöyle devam eder: “Ancak işgal ettikleri makamların önemi, daha yüksek entelektüel, eğitim, bilgi düzeylerini dikkate alınca, bunları sosyalizme potansiyel tehdit olarak hesaba katmamak suç işlemek olurdu, ciddi bir siyasetçi için affedilemez bir düşüncesizlik olurdu. Düşmanlığını gizlemeyen kapitalist kuşatma ve yaklaşan faşizmle ölümüne kapışma koşullarında, ülkenin önderliği, ülkeyi içerden gelmesi olası darbelerden korumak, potansiyel ‘beşinci kolu’ silahsızlandırmak ve parti, devlet, ordu yönetim saflarında maksimum birliği sağlamak için kararlı, büyük ölçekli önlemler almak zorundaydı tabii.” (age., s. 35-36)
Vurgulamak gerekir ki, proletarya diktatörlüğü söz konusu karşı-devrimci gericiliğin organik, aktif kesimlerini hedef alarak yargılamış, sadece somut suçları işlemiş olan kesiminin bir bölümünü yargılayarak ya kurşuna dizmiş ya da daha geniş kesimlerine de hapis cezası vermekle yetinmiştir. Sosyalizme ve sosyalist demokrasi rejimine boyun eğen ve eğmek zorunda kalan daha geniş bir kesimi ise, sosyalizm sağlamlaştığı için, Stalin anayasasıyla birlikte eşit yurttaşlık haklarından yararlanmıştır. “Stalinci anayasa” ile geçmişte oy kullanmaktan mahrum edilmiş eski sömürücü sınıfların bireylerine de seçimlerde oy kullanma hakkı tanınarak, eski kısıtlamaya da son verilmiştir.
Bu bağlamda, sosyalist demokrasiyi geliştirme bağlamında, parti ve devlet bürokrasisinden gelen aşırı baskıya karşı Stalin önderliğindeki çekirdeğin mücadelesini, kimi kez azınlıkta kalışını, hatta dahası, çok önemli sorunlarda Stalin’in azınlıkta kalışının öyküsünü, eleştirel bakışı yitirmeden ve yazarının burjuva demokratik kimliğini ve kendince yorumlarını atlamadan “Öteki Stalin” kitabından inceleyebiliriz. Şu bilgi ve verileri de aşağı aktarmayı yararlı görüyoruz:
“… 01.03.1936 tarihi itibariyle, çoğu bütün ülkede Üç Başak Yasası diye bilinen 07.08.1932 tarihli yasaya göre ceza almış 768.989 kişinin mahkumiyetleri ve ek olarak, 5 yıl süreyle seçimlere  katılmalarını engelleyen hak mahrumiyetleri de kaldırılmıştı. “ ( s. 187)
Vurgulamak gerekir ki, Beria dönemi, aşırıya kaçan baskıları düzeltmenin, yasaların ihlaline karşı etkili mücadele vermenin dönemidir. Bu durum Stalin önderliğindeki çekirdeğin etkin ve güçlü müdahalesinin ürünüydü. Jukov’un kitabı da bunu doğruluyor. Kruşçev haini, tüm “Stalinizm” düşmanlığına ve her şeyi çarpıtmasına karşın, Anılar kitabında, dolaylı ama açıkça, hem “Temizlik” sürecinde en ılımlı olanın, aşırılıkların üstüne gidenin Stalin olduğunu, hem de baskıların Beria ile azaldığını itiraf etmek durumunda kalıyor. Keza Kruşçev’in kurulmasına önderlik ettiği (ve sunduğu raporu da “Stalinizme karşı mücadele” silahına çevirdiği) “Pospelov Komisyonu raporuna” göre de “tutuklanmalar önemli ölçüde azaldı; 1939-1940 yıllarındaki tutuklanma sayısı 1937-1938 yıllarına oranla yüzde 90 azaldı. 1939-1940 yıllarındaki idam sayısı 1937-1938 yıllarındakinin %1’i kadardı.” (Grover Furr, Hruşçov’un Yalanları, s. 87)  
Devam edelim.
“1956’da Hruşçov, Stalin’in, parti önderleri üzerinde baskı kurmuş olduğu iddiasına odaklandı ve 17. Parti Kongresi’nin delegelerinin yarısı ile Merkez Komitesi’nin yüzde 70’inin öldürülmüş olduğunu iddia etti. Stalin biyografisini yazan Ken Cameron ‘Hruşçov’un verdiği rakamların doğru olduğuna inanmanın zor’ olduğu sonucuna ulaştı. (Yakın zamanda açılan Sovyet arşivlerini kullanan araştırmacılar 1921 ile 1953 yılları arasında toplam 799. 455 kişinin idam edildiğini belirledi. Bu sayı Robert Canpuest, Roy Medveyev ve diğer antisovyetik araştırmacıların iddia ettiği milyonların çok altındadır.)” (Roger Keeran, Thomas Kenny, İhanete Uğrayan Sosyalizm Sovyetler Birliği’nin Çöküşünün Arka Planı, s. 50, Yazılama Yay.)
Yukarıdaki yazarların belirttiği bu; ancak yukarıdaki alıntıyı okurken, ifade edilen rakamların 1921-53 arası kesitte, iç savaşlar, emperyalist-faşist işgal süreci ile birlikte “okunması”nda yarar vardır. Ayrıca eklemek ve vurgulamak isteriz ki, bu rakamların ne ölçüde objektif rakamlar olduğunu denetlemek de zordur. SSCB’ye ve SBKP’ye ait orijinal arşivlere ulaşmadan da nihai, denetlenebilir verilere ulaşmak pek olanaklı olmayacaktır. Ancak her halükarda emperyalist, faşist, Troçkist, modern revizyonist vb. kuvvet ve akımların açıklamalarına inanmak için hiç ama hiçbir neden bulunmamaktadır. Bunu unutmamakta yarar vardır. Ancak bu konu gittikçe daha çok aydınlanmaya başlamıştır. Arşiv bilgilerine ulaşıldıkça Troçkist, emperyalist, modern revizyonist demagojinin gerçek yüzü daha fazla aydınlanmaya başlamıştır.
Kısacası, Troçkist, emperyalist, Nazist vb. gerici psikolojik savaş makinesinin yalanlarının aksine, ne milyonlar katledilmiştir ne de on milyonlar toplama kamplarında toplanmıştır. Kapitalizmin ve burjuvazinin tasfiyesi tarihsel eylemi, uluslararası sermaye ve yandaşları tarafından bir insanlık suçu ve kırımı olarak lanse edilerek sosyalizm, Marksizm-Leninizm, Stalin, SSCB alçakça gözden düşürülmek istenmiştir. Mesele bundan ibarettir.
SBKP (B) MK, 1933 yılında, partiye üyelik alımlarını dondurur. Çünkü partinin üye kitlesi aşırı derecede şişmiştir. Partinin oportünist, kariyerist, bürokrat, hain, çıkarcı küçük burjuva unsurlardan arınması gerekmektedir. 1 Aralık 1934’te Kirov Leningrad’da Smolny’de, çalışma odasında tabancayla alçakça katledilir. Bu cinayet parti için yüksek alarm işlevini görür. “Bu dönemin çok önemli olaylarından biri de, 1933’ten itibaren Parti saflarının tesadüfî ve yabancı unsurlardan temizlenmesi, özellikle Kirov yoldaşın alçakça katlinden sonra Parti üye kayıtlarının dikkatle tahkiki ve eski Parti kartlarının yenilenmesiydi.” (Bkz Stalin ESERLER, C. 15, s. 372) Partinin niteliğinin düşmesine, sağlıksız unsurlarla şişmesine yol açan ve iç ve dış düşmanların daha kolay sızmasına hizmet eden bu duruma son vermek için parti, arınmaya karar verir. “Arkasından 1937 yılına kadar tüm üyelerin yüzde 25’ini oluşturan 800 bin üye partiden atılır, bu adım partinin tam bir temizliğine kadar devam ettirildi.”
30’lu yıllar son sömürücü sınıf olan kulakların sınıf olarak tasfiye edildiği, küçük meta ekonomisinin yerini kolektif tarıma bıraktığı, dışarıda emperyalist savaş tehlikesinin ve SSCB etrafında faşist kuşatmanın da yoğunlaştığı bir tarih kesitiydi. Stalin önderliğindeki parti ve proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin devasa atılımlarına karşı devrilmiş gericiliğin kalıntıları ve kulaklar ve parti içerisindeki oportünist kliklerin direnişinin uluslararası gericiliğin organik aktif destek ve yönlendirilmesiyle birleşerek ölümüne bir karşı saldırıya geçtiği ve canhıraş direndiği bir tarih kesitiydi. Karşı-devrimci terörün devrimci terörle ezilmesi gerekiyordu. Bu, doğal ve kaçınılmazdı. Nitekim ezildi de; bir yanda kulaklar sınıf olarak tasfiye edildi, öte yandan da parti sağlıksız unsurlardan büyük bir oranda arındı. Ve tedbirlerden biri de “yeni üyelerin Partiye toptan alınmaması”ydı.
Kirov’un katledilmesinden sonra Politbüro üyesi V.V. Kuibşev, ardından MK üyesi, NKVD Başkanı I. Menzhinski katledilir.
“1935 yılında şiddetli bir mücadele başladı. Mahkeme dosyalarında yüzden fazla üst düzeyde devlet ve parti yöneticisinin suikastlar ve diğer terör olayları aracılığıyla öldürüldükleri ve binin üzerinde sabotaj eylemi kayıtlara geçmiştir.” Parti ve devlet karşı saldırıya geçer ve büyük bir temizlik kampanyası örgütlenir. “Sovyetler Birliği’nde, 1935-38 yılları arasında 140 bin insan mahkemeye çıkartılmıştır. Bunların 40 bini Parti üyesiydi. Diğer bir anlatımla, partiden atılan 800 bin üye içinde her 20 kişiden biri mahkemeye çıkartılmıştır.
“ ‘Stalinist terör dalgasının’ ne kadar yalan olduğunun anlaşılması için, o zamanlar SSCB’de 180 milyon insanın yaşadığını bilmek gerekir. Mahkemeye çıkartılanların nüfusa oranı ancak yüzde 0,6’dır. Öte yandan daha önceleri, sömürücü sınıfın halkın yüzde 3’ünü oluşturduğu, göz önüne alındığı zaman-ki bu yaklaşık 6 milyondur; bu duruşmaların o dönem komploları organize eden, eski sömürücü sınıfa ve onların temsilcilerine karşı yöneldiği, kolayca anlaşılabilir.
“Mahkemeye çıkartılanların yaklaşık yüzde 80’i üst düzeyde parti, devlet ve Kızıl Ordu yöneticileriydi, yine 2 bini Sovyet Cumhuriyetleri’nde üst düzey yetkililerdi.” (Stalin Üzerine Gerçekler, Hazırlayan: Alman Komünist Partisi (Marksist-Leninist), s. 40, Yediveren Yay.)  36-38 arası üç büyük davadan ve bir de Kızıl Ordu’nun başında olan ve yargılanan Tuhaçevsky’i olmak üzere (Tuhaçevsky’in davası askeri mahkemede görülmüş ve kamuoyuna kapalı yapılan tek dava olmuştur) dört büyük mahkemede alınan karar gereği, “66 sanıktan 50’si kurşuna dizilmeye mahkum edilmiş, diğerleri ise ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlar”dır. (age., s. 41)
Bir de Y. Jukov’u dinleyelim:
“Hatırlayalım, Yejov’un Haziran plenumunda açıkladığı verilere göre, Mayıs 1936 itibariyle, sadece dört yıllık tasfiyeler ve parti üyelik kartı değiştirme sürecinde partiden 200 bin kişi ihraç edilmişti. Malenkov ise, MK değerlendirme toplantısında farklı bir rakam vermişti. 306 bin. Başka bir deyişle, 2 milyonun biraz üzerinde ye ve aday üyeden oluşan parti, yüzde 10-15 düzeyinde ‘temizlenmişti’ ve ihraçların çoğu, tüzük ihlali gibi salt formalite sayılabilecek nedenlerle ilgiliydi; üyelik aidatlarının zamanında ödenmeyişi, ‘pasiflik’, yani toplantılara ve etkinliklere katılmama. Burada asıl ilginç olan rakam, ihraç edilmiş 306 bin kişi arasında yer alan ve sıradan nedenlerle partiden atılmış ilçe düzeyindeki sekreter sayısıydı: 1.610
“İhraç edilen 306 bin kişi içinde, ciddi, yani açıkça siyasi nedenlerle ‘temizlenmiş’ olanlarla ilgili veriler şöyledir: ‘casuslar ve yardakçıları’: 50 kişi; ‘Troçkistler ve Zinovyevciler: 306 kişi; ‘düzenbazlar ve sahtekarlar’: 723 kişi; kökenlerini veya geçmişlerini gizli tutan eski Beyaz Ordu mensupları ve kulaklar: 1.666 kişi. Fakat bu gayet doğal oranlar, Haziran plenumunun hemen ardından, yani yeni anayasa tasarısı yayınlandıktan sonra, açıkça fark edilir şekilde değişmeye başladı. Sonraki iki buçuk ay içinde, partiden atılan ‘sol’cuların sayısı aniden yirmi misli arttı ve 6.844’e yükseldi. Lakin bu ani artış bununla da bitmedi. Eylül sonu itibari ile, ‘talimat’ onaylandığı sırada, ihraç edilen Trotskiyciler ve Zinovyevcilerin sayısı artık 9.602’ye yükselmişti.” ( age., s. 265-66)
Konu babında bir-iki veri ve değerlendirme daha aktarmak yararlı olacaktır.
“Sovyetler Birliği’nin Dağılmasının En Temel Nedeni” hakkında yaptığı değerlendirmede Çin Sosyal Bilimler Akademisi Başkan Yardımcısı Li Shenming şunları söyler:
“Karşı devrimcilerin bertaraf edilmesi kampanyasının çapının genişletilmesi son derece talihsiz bir trajediydi. Öte yandan bu kampanyanın kendisi zorunluydu. Batı’da ve eski Sovyetler Birliği’nde Stalin’in dönemde öldürülen kurbanların sayısının 20 milyon, 25 milyon ve hatta 45 milyon olduğunu iddia eden bazı kişilerin kasıtlı abartmalarına karşı uyanık olmalıyız. Zira Kruşçev tarafından hazırlattırılan ve İçişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen rapor taslağına göre 1921 ila 1938 arasında karşı-devrimci suçlar nedeniyle ölüm cezasına çarptırılan toplam sayısı 640.000 idi. (Wu 2007, 120)
KGB’nin 1990 yılında yayınladığı istatistiklere göre 3.77 milyon kişi siyasi nedenlerle mahkum olmuş, bunlardan 780.000’i ölüm cezasına çarptırılmıştı (Wu 2007, 117-21). Yeltsin tarafından imzalanan ‘Politik Baskıların Kurbanlarının İtibarlarının İadesi” Yasasının kriterlerine göre dahi bunların önemli bir bölümü haksız değildi, dolayısıyla itibarlarının iadesi yapılmamıştır. (Wu 2007, 176).” (Çevirisi Cem Kızıler tarafından yapılmış kitabın tanıtımı amacıyla bize gönderilmiş olan bölümden)
SBKP eski başkanı Oleg Shenin’in, Brüksel’de 2-4 Mayıs 2007 tarihinde yapılan uluslar arası bir toplantıya sunduğu metin/yaptığı konuşmadan ilgili bölümü aşağıya aktarıyoruz:
VII.3  Kruşcevden başlayıp Gorbaceve kadar giden afaki  anti-Sovyet propagandada ‘baskı ve yıldırmalar’ temaları kullanılmaktaydı. Bu propaganda  gerçekte  1920ler ve 30’ larda parti içinde faal olan  anti-Leninist grupların aklanmasına yol açtı; bu gruplar   sonunda terör yöntemleri kullanmaktan vazgeçmiş ve ideolojik mücadele yöntemleri ile  sistemi aşındırma yolunu seçmişlerdi . Bu propaganda  aynı zamanda Devrimden Hemen sonra Beyaz teröre karışmış insanların aklanmasına da yol açmıştı. Bu sözde eleştiri kampanyası sadece resmen belgelenen rakamlar gore 1918-21 arasında  17 kat  daha fazla  kurbanlar verilmesine yol açmış olan beyaz terör ile  kızıl terörü  aynı kefeye koyuyordu .Doğrular ile yanlışlar bilinçli olarak birbirine karışıtırılıyordu .  
“Çok iyi bilinen  olgular  genel kamuoyundan gizleniyordu: 1921 ila 1954 arasında Alman faşist  saldırısında ve beyaz terör ve dış  müdahale güçleri dahil olmak üzere tüm yargı  cezasına çarptırılanlar  3.8 milyon idi. 1917 ila 1990 arasında yaklaşık 828.000 kişi ölüm cezasına çarptırılmıştı. Ve bu olaylar 50 yıl içinde üç devrim iki dünya savaşı ;1 iç savaş ve birkaç bölgesel savaş yaşamış olan bir ülkede cereyan etmişti! İki  nesil Sovyet halkına bu gerçekler anlatılmak yerine onlara GULAG  korkusu  bilinçli olarak verildi.” (SBKP Dosyası, Çeviren Cem Kızıler, bize gönderilmiş metinden)
Yukarıdaki veriler gerçek durumu anlamamıza ışık tutmaktadır.
Vurgulamak gerekir ki, parti ve Sovyet devleti, parti içi muhalefete, fikirlerinden ve bu fikirlerini partili sınırlar ve sosyalist yasallık içerisinde kalarak mücadele ettikleri sürece herhangi bir biçimde yargılamamış, cezalandırmamıştır. “Muhalefet” sayısız kez partiyi tartışmaya zorlamış ve her seferinde de ağır yenilgiler almıştır. Proletarya, daha önce değil, aksine “Muhalefet”in illegaliteye, hizipçiliğe geçmesinden, sosyalizmin temellerini yıkma ve tasfiye etmek amacıyla harekete geçmesinden, terörist eylemlere girişmesinden, sosyalist yasallığı bilerek ve isteyerek çiğnemesinden sonra, işte o zaman harekete geçerek proletarya diktatörlüğünün demir yumruğunu “muhalefet”in tepesine indirmiştir. Örneğin, SBKP (B) Tarihi’ni ve Sovyet kaynaklarını güven verici bulmayan okur,  SBKP (B) Tarihi’ni inceleyerek ve hemen ardından Isaac Deutscher’in Stalin üzerine yazmış olduğu iki ciltlik eseri okuyarak karşılaştırdığında sözünü ettiğimiz gerçekleri görecektir. I. Deutscher’in ünlü bir Troçkist aydın olduğunu da geçerken hatırlatmak isteriz…
Enver Hoca’nın vurguladığı gibi “Tüm hainler halka açık olarak yargılandılar. Suçlulukları o zaman da çürütülemez kanıtlarla ve en inandırıcı bir biçimde kanıtlandı.”  (Enver Hoca Stalin’i Anlatıyor, s. 12, Yurt Yay.)
Anti-Stalinist bakış açısına, emperyalist ve Troçkist iftiralara dayanmasına karşın Georg Fülberth de temizlik harekâtının “halka açık mahkemeler”de yapıldığını ifade etmek zorunda kalmıştır. (Büyük Deneme Komünist Hareketin ve Sosyalist Devletlerin Tarihi, s. 105, Doruk Yay.)
Ayrıca sıcak bir dost sesi olan “Stalin” kitabının yazarı J.T. Murphy’in,  açıklamalarından da bu görülebilir.
Büyük temizlik operasyonu döneminde eskiden Bolşevik olan, Bolşevik Parti’nin kurucuları ve önderleri durumunda olan, Ekim Devrimi ve sosyalizmin kurulması döneminde yer alan şahsiyetlerin (Zinoviev, Buharin, Radek, Rikov, Piyatakov vb.) ve bir kısım parti ileri gelenlerinin yargılandığı davalar (1936, 1937), ayrıca bir dizi ihanet şebekesinin ortaya çıkarılması vb.** tüm bunların parti yaşantısında güçlü bir sarsıntıya da yol açtığını düşünüyoruz.
SBKP (B) MK Plenumu’nun, Ocak 1938 tarihli “Olağanüstü Plenum Duyurusu”nda, partinin kitlesel arınma sürecinde işlenen hatalar ve zaaflarla ilgili kararları ilan edilir. Duyuruda, “SBKP (B) MK Plenumu, sağcı ve faşist Troçki yanlısı ajanların temizlenmesinde yürütülen çalışmalarda, birtakım hata ve tahriklerin partinin asalak, ikiyüzlü ve casuslardan arındırılmasını engellediğini, parti örgüt ve yöneticilerinin bunları dikkate almaları gerektiğini düşünmektedir. SBKP (B) MK’nın tüm emir ve uyarılarına rağmen, parti örgütleri pek çok durumda, özellikle komünistlerin partiden çıkartılmalarında, son derece hatalı, acımasız ve düşüncesizce davranmıştır.”, denmektedir.
Plenum, 5 Mart 1937 tarihli MK Plenum kararına dikkat çeker ve söz konusu kararı yeni “duyuru”ya ekler. 5 Mart tarihli kararda şunlar yer almaktadır:
“Parti yöneticilerimiz insanlara, parti üyelerine ve çalışanlara gereken önemi vermemektedir. İşçileri tanımaya çalışmayarak, onların nasıl yaşadıklarına, nasıl yetiştirildiklerine kayıtsız kalıyorlar ve kısacası kendi kadrolarını tanımamazlıktan geliyorlar. Parti üyelerine ve parti çalışanlarına farklı biçimlerde davranılmamaktadır. Örgüt çalışmalarımızda kişilere ayrıcalıklı davranmak çok önemli bir meseledir. Parti üyelerini ve parti çalışanlarını değerlendirirken de farklı bir tavır yoktur, genelde düşüncesizce davranılarak onları ya rastgele övüyorlar ya da yıpratıyorlar ve belli bir neden olmaksızın binlerce, hatta on binlerce insanı partiden çıkartıyorlar. Parti yöneticilerimiz on binlerce insanı teker teker düşünmeyip, onların kaderini göz önüne almadan, hepsini aynı kefeye koyuyorlar. ‘Bizim partimiz büyük, on binlerce insanın partiden çıkarılması partiyi etkilemez’ düşüncesiyle binlerce, hatta on binlerce insanı partiden atabilmenin kolay olduğunu zannediyorlar. Aslında parti üyelerine böyle davranan kişiler son derece parti karşıtı insanlardır.
“İnsanlara, parti üyeleri ve parti çalışanlarına böylesine insafsızca davranmak, doğal olarak partinin bazı kesimlerinde hoşnutsuzluğa ve kızgınlığa yol açmaktadır.
“Troçkizm yanlısı ikiyüzlülerin, partiye küskün yoldaşları büyük bir ustalıkla kendi saflarına çekerek, onları Troçkist sabotajın bataklığına sürükledikleri anlaşılmaktadır.” (SBKP (B) 18. Kongresinde Tüzük Değişiklikleri, A. Jdanov, s. 10-11, Evrensel Yay.)
Ocak 1938 tarihli “duyuru”da Plenum şu kararları alır:
1) Bölge, il komiteleri, birlik komünist partileri MK’leri ve tüm parti örgütleri bir gerekçe olmadan partiden kitlelerin çıkartılmalarını kararlı bir şekilde durdurmalıdır. Partiden ihraç edilenlerin, haklarını geri verme meseleleri görüşülürken bireysel ve müsamahakâr davranılmalıdır.
2) Bölge, il komiteleri ve birlik komünist partileri MK’leri, SBKP (B) MK emirlerini yerine getirmeyen, parti üyelerine keyfi davranan ve tüm belgeleri yeterince incelemeden SBKP (B) adaylarını ve üyelerini partiden ihraç eden parti yöneticilerini görevden alıp haklarında soruşturma açmalıdır.
3) SBKP (B) MK KPK parti kurulları, bölge, il komiteleri ve birlik komünist partileri MK’leri, partiden ihraç edilenlerin bir üst mahkemeye başvurulan dava dosyalarının incelenmesini üç ay içinde bitirmelidir.
4) Tüm parti komiteleri, komünistlerin partiden ihraç edilmesine yol açan gerekçeleri ve alınan kararları, parti üst organlarının tam ve açık bir şekilde inceleyebilmesi için açıklamalıdır. İl, şehir, bölge komiteleri ya da birlik komünist partileri MK’leri her kararı yazılı olarak yayınlamak zorundadır.
5) Parti organları, yerel parti organları tarafından haksızca partiden ihraç edilen parti üyelerinin haklarını geri vermeyi sağlayarak, verecekleri kararlarda SBKP (B)’ye bağlı hangi il ve bölge komitelerinin, yeniden partiye alınanlara, parti belgelerini dağıtması gerektiğini belirtmelidirler.
6) Parti il ve bölge komiteleri, partiye yeniden alınanlara parti belgelerini hemen teslim edip, onların parti çalışmalarına katılımını sağlayarak, parti taban örgütlerinin tüm üyelerine, SBKP (B) saflarında partiye yeniden alınanların Bolşevik eğitiminden sorumlu olduklarını anlatmalıdır.
7) Parti örgütleri, parti üyelerine iftira eden suçlu kişiler hakkında soruşturma açarak, iftiraya uğramış parti üyelerini tamamen temize çıkarmalıdır. Önceden basında çıkan ve parti üyelerinin itibarını düşüren belgeler hakkında kararlar alıp, bunları yayınlamalıdırlar.
8) Bir komünistin bir üst mahkemede davasına bakılmadan ve kesin olarak partiden ihracına karar verilmeden partiden atılması olayının listeye kaydedilmesi parti örgütlerine yasaklanmıştır.
9) SBKP (B)’den atıldıktan sonra görevinden ya da işinden alınan kişilerin hatalı ve zararlı çalışmalar yapmaları yasaklanmıştır.
SBKP (B)’den atılması gerekli görülen kişilere başka bir iş sağlandığı takdirde görevlerinden hemen uzaklaştırılmalıdır.
10) Bölge, il komiteleri ve birlik komünist partileri MK’leri 15 Şubat 1938 tarihine kadar gerekli Sovyet ve ekonomik organların aracılığı ile SBKP (B)’den çıkartılanların işe alınmasını sağlayarak SBKP (B)’den atılanların işsiz kalmalarına izin verilmemelidir.” (age., s. 21-22)
Bu kitabın incelenmesini okura özellikle öneriyoruz. Bu kaynakta, konu bağlamında, parti ve önderliğinin tavrını birçok açıdan görmek tümüyle olanaklı. Partinin hassasiyeti bakımından şu açıklamalar da oldukça önemli:
“Tüm bunlar, bölge, il komiteleri ve birlik komünist partileri MK’lerinin aslında yerel parti örgütlerinin yönetimine dikkat etmedikleri, özellikle parti üyelerinin kaderini ilgilendiren önemli ve titiz konularda işlerin oluruna bırakılarak, keyfi hareket edildiği anlamına gelmektedir.
“Bölge, il komiteleri ve birlik komünist partileri MK’leri, bir gerekçeye dayanmadan partiden atılmalara göz yummuş ve komünistlere keyfi davranmaya izin veren parti yöneticilerini saf dışı bırakmamışlardır.
“Şunu kavramak gerekir;
“ ‘Parti, parti üyesi için çok ciddi ve bir büyük meseledir, partide üyelik ya da partiden atılma insanın hayatında önemli bir dönüm noktasıdır.’
“Şunu kavramak gerekir;
“ ‘Partide, parti üyeliği saflarında bulunmak ya da partiden çıkarılmak bir ölüm kalım meselesidir.’ (Stalin)” (s. 20)
“Temizlik” döneminde çok ciddi tahribatların ortaya çıktığı kesindir. Jdanov imzalı kitaptan da bunu çok açık görebiliyoruz.
Temizlik operasyonlarının parti içerisinde nesnel olarak, tek yanlı bir güvensizlik yaratarak geliştirdiğini, iç demokrasiyi, iç ideolojik mücadeleyi, teorik üretimi, kolektif aklı, tabanın denetim ve söz hakkını, Bolşevik eleştiri ve özeleştiriyi, denetimi vb. yaraladığını da düşünüyoruz. Partide bürokratik merkeziyetçiliğin gelişimini ivmelediğini, küçük burjuva bürokrat unsurların, kariyeristlerin, ilkesiz insanların, nabza göre şerbet veren ve sadakat üzerine fırtınalar koparırken durumdan yararlananların, temizlik kampanyasının en büyük taraftarı gözükerek prestij kazanmaya çalışan belkemiksiz oportünist öğelerin vb. vb. çeşitli biçimlerde ve önemli oranda öne çıktıklarına inanıyoruz. Küçük burjuva bürokratik bir tabakanın gelişmekte olduğu o koşullarda bu saptamaları bir tarafa atamayız. “Durumun baskısı” altında kalmanın, sızan bazı önemli şahsiyetlerin sahte ve yanlış yönlendirmelerinin (örneğin GPU başkanının) ve küçük burjuva bürokrat kesimlerin yönlendirmelerinin burada söz konusu aşırılıkların oluşmasında başta gelen nedenleri oluşturduğunu düşünüyoruz.
Ancak her şeye rağmen, temelde, söz konusu temizlik operasyonlarının sosyalizmi sağlamlaştırmada önemli katkılar yaptığına inanıyoruz. Parti ve devlet yaşantısında doğan ciddi güvensizliklerin, negatif etkileri tümden aşılmamış olsa da, aşıldığına da şahit oluyoruz. Faşist Hitler canavarının SSCB’yi işgal etmesine karşı verilen mücadele ve gösterilen kahramanlıkların bunun açık kanıtı olduğunu düşünüyoruz.
Yargılamalar, devrimle karşı devrim arasında yaşanan keskin bir sınıf mücadelesi, sınıf mücadelesinin bir alanıydı. Kazanan proletarya olmuştur. Stalin’i sevmeyen ve Stalin’e ve sosyalizme karşı mücadele yürütenlere ait olan kaynakları incelediğimizde de görüyoruz ki, gerçekten de, eğer “iç cepheyi sağlamlaştırma” operasyonu başarıyla örgütlenmemiş olsaydı, SSCB dünya savaşını kaybedebilir veya çok daha ağır kayıplar vb. verebilirdi.
Kazanımlarının yanı sıra yarattığı tahribatların da nispeten yüksek olduğu “Temizlik kampanyası” gibi yöntemlerin bir dizi ülkede sosyalizmin birlikte inşa edildiği koşullarda, özellikle de emperyalist kuşatmanın yerini sosyalist kuşatmaya bıraktığı koşullarda görece daha yumuşak biçimler alacağını ve alması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu bir sınıf mücadelesi yöntemidir. Belli tarihsel koşul ve dönemeçlerde uygulanabilecek bir yöntemdir. Temel ve sürekli bir yönetim yöntemi olamaz ve olmamalıdır. Sosyalizmin ilk kez, geri bir ülkede ve üstelik tek başına inşa edilmek zorunda kalınmış olmasının bu bakımdan da negatif bir etkisi olduğu gerçeğini bilince çıkarmalıyız. Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel incelenmesinden bu bakımdan da çıkarılacak dersler ışığında, bu yöntem, daha dikkatli ve özenli kullanmalıdır. Bu yöntemin özellikle de bürokratizme, bürokratik önderlik ve çalışma tarzına, bürokratik merkeziyetçiliğe, bürokratik kadro politikasına, yeni tip bürokratik bir tabakanın oluşmasına karşı mücadele temelinde ele alınması da gerektiği ve bunun da yaşamsal önemde bir sorun olduğunun bilince çıkarılması gerekmektedir.

SSCB’DE Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları,  Tarihi Dersler kitabımızda da bir ek olarak yayınlanmış olan “Sovyetler Birliği Hakkında Söylenen Yalanlar” başlıklı İsveç Komünist Partisi[eski KPML(r)] üyesi Mario Sousa tarafından 1998 yılında kaleme alınmış belgenin özenle incelenmesini de okura salık veririz.

 

*Ki bu konuda okuyucunun “Büyük Komplo”, “Moskova Yargılamaları”, keza Molotov ve Benediktov’la yapılan röportajlardan oluşan kitapları, “Öteki Stalin”, “Hruşçov’un Yalanları”, İngiliz komünist Wıllıam B. Bland’ın çalışmalarını, “Stalin: Söylence ve Gerçeklik” yapıtını incelemesi gerektiğine inanıyoruz.

:** Ki, tüm davalar kamuoyuna açık yapılmıştır ve suçlular suçlarını mahkemelerde açıkça dünya kamuoyunun gözleri önünde itiraf etmişlerdir; ancak suçluların bir kısmının burjuva sınıf kininden kaynaklanan “aşırı itiraflar” taktiği ile davalar hakkında kuşku ve güvensizlikler yayma taktiğine de başvurduklarını vurgulamak gerekmektedir.

DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder