5 Ekim 2016 Çarşamba

I. BÖLÜM



8)Mujikle Beslenen Yeni İşçi Sınıfı ve Bürokratik Dejenarasyon Süreci
Olgular, kendi varlık koşulları, sürekli hareketi, değişmesi ve gelişmesi içerisinde ele alınmalıdır. Parça bütün ilişkisi, bütün parça ilişkisi karşılıklı etkileşimi içerisinde incelenmelidir. Modern revizyonist karşı devrim olgusunu incelerken, 1956’da politik iktidarı ele geçiren kızıl maskeli ihanetin öncüllerini aydınlatırken, yeni türden bürokratik dejenerasyonun köklerine inerken, o arada, Rusya/SSCB proletaryasının yaşadığı yapısal değişimi ve bu yapısal değişimin sürece etkisi üzerinde de durmak kaçınılmaz bir görevdir.
Bir Çin atasözünün belirttiği gibi; “Tek yanlılık insanı karanlıkta bırakır, çift yönlülük ise aydınlatır.” Tablonun iki yüzünü birden görmeliyiz. Kuşkusuz ki, mekanik materyalizme, pozitivizme ve sübjektif idealizme düşmeden, diyalektik materyalist bir yöntem ve bakış açısıyla sorunu incelemeliyiz.
Tablonun bir yüzünde şunları görüyoruz: 1905 ve 1917 Şubat burjuva demokratik devrimleri ve Ekim 1917 Sosyalist Devrim’i deneyimlerinden geçmiş bir proletaryadır çeşitli milliyetlerden Rusya proletaryası. Tarihte ilk kez sosyalizmi, yepyeni bir yaşamı kurmuş bir işçi sınıfıdır. Kapitalizm döneminin proletaryası olmaktan çıkmış, egemen sınıf olarak örgütlenmiş, iktidarlaşmış bir sınıftır. Sosyalist sanayileşmeyle proletarya diktatörlüğünün sınıfsal temeli genişlemiş ve güçlenmiştir. Yani engin bir deneyime sahip, niteliksel bakımdan güçlü,  uluslararası proleter devrimin öncü gücü olan bir sınıftır Rusya/SSCB işçi sınıfı. Başında Lenin’in, Stalin’in bulunduğu ve tarihin tanık olduğu en kudretli parti, SBKP (B), Sovyet işçi sınıfına önderlik ediyor.
Bu tablo, gerçekten de muhteşemdir.
Ama evrensel hareketin, değişme ve gelişmenin kaynağı çelişkidir. Çelişki yasası (zıtların birliği ve mücadelesi), doğada, toplumda, düşüncedeki hareketin temel yasasıdır. Doğal olarak çelişki yasası, sosyalizmde de sınıf mücadelesine ve sosyalist inşa süreçlerine damgasını basmakta ve süreci belirlemektedir.
Evet,  bir yanda yerküremizin en nitelikli sınıfıydı SSCB işçi sınıfı. Öte yandan da Stalin önderliğinde sosyalizmi kuran işçi sınıfı derin yapısal değişimler geçiriyordu. Bir yandan yeni niteliklerle kuşanırken öte yanda da ciddi niteliksel kayıplara uğruyordu.
Şimdi de tablonun öteki yüzünü çizmeye çalışalım.
Üç devrim sürecinde, iç savaş ve emperyalist müdahale döneminde, proletaryanın en militan ve nitelikli kesiminin en önemli bölüğü bedel olarak kaybedilmiştir. 2. Dünya Savaşı yıllarında proletaryanın (ve öteki emekçi kesimlerin) en nitelikli bölümü büyük bir oranda yitirilmiştir.
Söz konusu kayıplar sınıf savaşımının, sosyalist inşa sürecinin, dünya devriminin bedeli olarak verildi. Yani bu bedeller kaçınılmazdı. Hele tek ve geri bir ülkede emperyalist kuşatma ve müdahale koşullarında bu haydi haydi kaçınılmazdı. Militan SSCB proletaryası ve halkları, komünistler bu bedeli üstlendikleri tarihi/politik misyonun bir gereği olarak ödemekten de asla kaçınmadılar. Bedel, dünya proletarya devrimi adına ödendi. Dünya proletaryası ve ezilen halklar bunu, ne dün ne de bugün unuttular. Yarın da unutmayacaklardır.
Bu büyük ve niteliksel kayıpların gerek bürokratikleşme süreci üzerinde, gerekse de daha sonraki bürokratik burjuva karşı-devrim süreci üzerinde derin etkiler yaratmadığını sanmak, düşünmek olsa olsa, en hafif deyimiyle safdillik olur.
Ayrıca şu olgunun da altı çizilmelidir: Hızlı sosyalist sanayileşmenin gereksindiği iş gücü açığı doğal ve kaçınılmaz olarak köylülükten karşılandı. 1950’lere varıldığında muazzam bir güç ve kudrete ulaşan sosyalist sanayi ile birlikte proletarya diktatörlüğünün sosyal, sınıfsal tabanı olabildiğine genişlemiş ve güçlenmişti.
Teoride Doğrultu dergisinin verdiği bilgilerden de görülebileceği gibi, 1928’de 3.124 milyon olan işçi sayısı 1955’te 14.281 milyona ulaşmıştır. Bu verilerden görülebileceği gibi, kuşaktan kuşağa geçen, geçmişten gelen, sınıfı sınıf yapan işçi zihniyeti kazanmış olan sınıf, sosyalist inşa sürecinde, yerini ezici bir oranda yeni bir işçi sınıfına bırakmıştır. Yani, üç devrimin, iç savaşın, emperyalist işgale karşı mücadelenin deneyinden geçerek silahlanmış işçi sınıfı, ezici bir oranda, yerini yeni dönemin, sosyalizm döneminin eseri olan bir işçi sınıfına bırakmıştır.
Bu, bir yandan yeni dönemin, sosyalist inşanın gücünün, canlılığının, dinamizminin, üretkenliğinin, yenilenme kudretinin çok çarpıcı bir ifadesidir. Ancak öte yandan aynı olgu, safları mujikle (köylülükle) şişen, yapısal değişim geçiren bir sınıf gerçeğine de işaret eder. Ve vurgulanmalıdır ki, işçi olan mujik, sırf işçi oldu diye mujiklikten, onun değerlerinden, zihniyetinden, alışkanlıklarından hemen ve doğrudan kopmuş olamazdı. Dolayısıyla mujik işçileşerek sınıfın bir parçası olurken kaçınılmaz olarak kendi sınıfsal/tarihsel zihniyet ve alışkanlıklarını da sınıfa taşımıştır.
Bu şu demektir: İşçileşen mujik; köyünü terk ederek kente, fabrikaya, sanayi havzalarına, SSCB’nin dört bir yana yayılan sanayi merkezlerine gelen yeni işçi mujik, özellikle de 20’li, 30’lu yıllarda, kendi değerlerini de sınıfa taşıdı. Bu değerler, eskinin değerleriydi. Bu değerler sınıfın saflarında devrimcilik üretmekten çok özel mülkiyetçi, bireyci değerler üreten bir zihniyet, tarih, alışkanlık taşınması biçiminde gerçekleşen bir gelişmeydi. Lenin’in dediği gibi, “Yineliyorum, … çünkü küçük çiftçinin değişmesi onun tüm psikolojisinin ve alışkanlıklarının dönüştürülmesi, kuşaklar gerektiren bir iştir” (S. E. Cilt 9, s. 136, iba.)
Rus işçi sınıfı ile ilgili Benediktov’un şu sözleri de açıklayıcıdır:
“Lenin’in Rus insanı hakkındaki sözlerini hatırlayınız: Batılı ülkelerin işçilerine kıyasla kötü işçidir dememiş miydi? Gizlemeye gerek yok: Gevşeklik, sorumsuzluk, Oblomovculuk hepimizin kanına işlemiş; işçiden bakana, birçoğumuzda emek kültürü düşük, eğer ilkel demezsek. Bütün bu ‘geçmişin lekeleri’ni silmek için daha çok zamana ve çabaya gereksinim var.” (Stalin ve Hruşçov Hakkında İvan Aleksandroviç Benediktov İle Söyleşi, s. 37, Yazılama Yay.)
Evet, bunlar köylü Rusya’nın hastalıklarıydı. Devrimden önce oluşmuş işçi sınıfının bile “kadim Rus hastalıkları” ile şekillenmiş olduğu ve bu sınıfın mücadeleler süresince verdiği kayıplarla ciddi bir şekilde zayıflamış olduğu koşullarda mujikle beslenerek katlanan, devleşen SB işçi sınıfının köylü özelliklerle/hastalıklarla derinden şekillendiği de bir gerçekti. Tabii ki bu özellikler, gerek bir dizi teşvik tedbirinin kullanılmasında olsun, gerekse de eskinin yeni içinde tutunarak yeni bir biçimde dirilmesinde, hem de şevkle dirilmesinde olsun nesnel bir tarihsel temeli ve güncel bir olguyu oluşturmaktaydı.
Elbette ki, Rusya köylülüğü, denebilir ki, bazı kesitler hariç, Rusya/SB proletaryasını izledi. Ne kazandıysa Rusya ve SSCB proletaryası önderliğinde kazandı. O da Rusya proletaryasının içinden geçtiği tarihsel aşamalardan yürüyerek, o deneyleri kendi sınıfsal zemininde yaşadı, edindi, şekillendi. Sorunun bu yanı unutularak elbette ki süreci, olguları inceleyemeyiz. Ama bu olgulara karşın yukarıdaki gerçekleri de unutamayız.
Peki, sınıfın yapısındaki söz konusu köklü değişim, bir yandan proletarya diktatörlüğünün sınıfsal ve siyasal temelini güçlendirirken, yeni koşullarda yeni tipten bir işçi sınıfı üretip geliştirirken, öte yandan da yeni tipten bürokratik yönetici tabakanın gelişmesinde, parça başına ücret, yüksek primler, maddi teşvikler, zafer sarhoşluğuna kapılma, önderler, yetkililer kültünün, parti ve devlet kültünün, yeni tipten bir bireyciliğin vs. gelişmesinde çok özel bir rolü olmadı mı?
Bizim soruya yanıtımız olumludur. Evet, söz konusu zaafların gelişip kökleşmesinde bu durum olumsuz bir rol oynadı.
Sosyalizmin başarısının açık kanıtlarından biri olan yeni dönemdeki bu dev yeni işçi sınıfı olgusu, proletarya ve emekçilerden yetişme yeni yönetici tabaka, sosyalist yaşamın her alanına damgasını basmaya başlamıştır. Ama bu, aynı zamanda iktisadi ve siyasi bakımdan ayrıcalıklı bir tabakalaşmanın gelişmesinde çok güçlü bir etken, bir iç dinamik, yeni bir dinamik olmuştur.
Bu tabloda, henüz mujiklikten kurtulamamış bir işçi sınıfı gerçeği vardır karşımızda. Bu zafiyetin/niteliksel zayıflığın aşılması uzun bir süreç, bu süreçte başta da ideolojik-kültürel devrim alanı olmak üzere derin bir devrimci dönüşüm sürecini gerektiriyordu. Lenin’in yukarıdaki vurgusu, SSCB deneyimi tarafından çarpıcı bir tarzda kanıtlanmıştır. Ki bu sorunu incelerken Lenin’in analiz ve vurgusu bir an için bile unutulmamalıdır. İşçi sınıfı mujiklikle hastalanmış bir işçi sınıfıydı. SSCB’de yeni tip küçük burjuva tabakanın doğup yükselmesinde, bürokratik yıpranmadan bürokratik çürümeye uzanan evrim sürecinde, bu olgunun çok temel nedenlerden biri olduğu açıktır. Bu tarihsel deneyimin gösterdiği gibi, SSCB’de komünizme geçiş süreci hafifsenmiştir. Mujiklikten kurtulma süreç ve görevi hafife alınmıştır. Sorun yeterli bir derinlik ve kapsamda ele alınamamıştır.
Açıktır ki SSCB’de sosyalist inşa dinamiği ve yürüyüşü önce bürokratik paslanmayla tavsamış, yeni tip küçük bürokratik bir tabakalaşmayla çürümeye başlamıştır. Bürokratik çürüme ve kastlaşma, giderek 1956 dönemeciyle, yeni tipten bürokratik bir burjuva karşı devrime dönüşerek sosyalizmin adım adım tasfiyesine götürmüştür.
Öte yandan Stalin’in pek çok kez dikkat çektiği gibi, partinin düşen ideolojik-siyasi seviyesi ile sınıf mücadelesinin istediği düzey arasında önemli çelişkiler olagelmiştir. Onun önderliğinde bu zafiyeti aşmak için az şey yapılmadı, ama ne yazık ki, eleştire geldiğimiz ve eleştirmeye devam edeceğimiz zaaflardan dolayı, 40’lı yıllarda bu açı farkı daha fazla büyüdü. Ancak eski kayıplar bir yana, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarındaki çok ağır kayıplar bir bütün olarak partide, devlette, işçi ve emekçiler ve gençlik arasında donanım ve niteliği ciddi bir şekilde düşürdü. Partiye de, yeni dönemde yetişen ama donanımı da düşük geniş çaplı yeni katılımlar oldu. 19. Parti Kongresi Raporu’ndan da bunu görmek mümkün.
Şimdi tablonun bu yanını şöyle tamamlamaya çalışalım: Sınıfın, kitlelerin, partinin en nitelikli kesiminde ağır kayıplar ve doğan boşluk. Henüz mujiklikten kurtulamamış bir işçi sınıfı. Kırlarda ikinci bir Ekim Devrimi’nden, sert bir sınıf mücadelesinden geçerek oluşan kolhozcu köylülük. Ama eski zihniyet, hala bin canlı. 30’lu yılların bir kesitinde tümüyle meşru olan ama her devrimde olduğu gibi aşırıya kaçan devrimci terör dönemi. Bu dönemde yaklaşan yeni bir emperyalist dünya savaşı tehlikesinden ve dış gericiliğin derin sızmaları ve parti içi muhalefetle organik olarak birleşmesinin açığa çıkarılışı (Kirov suikastıyla başlayan süreç); güvenlik örgütlerinin sert bir biçimde öne çıkışı; yeni tipten bürokratik dejenerasyonun yükselişi, aygıtların öne çıkışı, parti içi mücadelenin bu koşullarda iç dinamizminin büyük oranda gerilemesi ya da bastırılması, partinin teorik atılımlarının adeta son bulması, bürokratik paslanmanın gelişmesiyle biçimselleşen (yeni tip yabancılaşmanın unsuru olarak) sovyetik işlerlik…
Bu tablo, incelediğimiz öteki olgularla birlikte ele alındığında görülmektedir ki, SSCB dev bir sosyalist sanayi ülkesi olmasına karşın hala mujikliğin, eskinin kalıntılarının, yeni içinde tutunmaya çalışan ve yeni biçimlerde kök salan, filiz süren eskinin güçlü etkisi altında. Bu tabloda mujikliğin derin etkisini taşıyan SSCB işçi sınıfı (ve kolhozcu köylülüğü) kendi bağrından çıkıp gelen yönetici tabakanın bürokratlaşarak dejenere olmasını önleyememiş, dahası artan oranda sürecin bir parçası olmuştur.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder