2 Aralık 2016 Cuma

I. Bölümün Sonu



20) Eleştirel Değerlendirme ve Ders Çıkarmada Neden Geciktik?
Öncellerimiz de içerisinde olmak üzere sosyalizmin tarihsel deneyimlerine bütünlüklü bir inceleme temelinde eleştirel yaklaşmamış, eleştirel öğrenmemiş olmamız bizlerin en büyük hata ve eksikliklerindendir.
1956’lardan sonra modern revizyonizme karşı mücadelede öne çıkan Enver Hoca ve AEP’in, sosyalizm ve proletarya diktatörlüğünün tarihsel deneyimine, o arada bu tarihe damgasını basan Stalin’e (ciddi dolaylı eleştirilere karşın) karşı, modern revizyonist ihanetin baskısı altında, eleştirel yaklaşmaması, bizleri de yönlendirmiştir. Dahası gördüğümüz ölçüde de Stalin ve inşa dönemine ilişkin (ki buna önceller dönemi de dâhil) eleştirilerimizi, derinleştirip geliştirerek sonuçlandırmadık.
Dogmatik yaklaşımımızı üç unsur besledi: Birincisi; teoriyi, teorik çalışmayı küçümsedik. Tarihsel deneyimden eleştirel öğrenme ve aşmada teorik-politik perspektifimiz dardı. Uluslararası Komünist Hareket’in (UKH) deneyimine, tarihsel evrimine eleştirel yaklaşmada, bu olgular bizi cesaretsiz, tutuk ve tutucu kıldı. UKH’nın bu alandaki 1940’lar asıl olarak da 1956 sonrası gelişen yanlış ve geri geleneği bizi de yönlendirdi.
Bu olgu ya da olgular, Marksizm Leninizm’i kavramada, Uluslararası Komünist Hareket’in en iyi devrimci geleneklerini özümsemede önemli bir geriliğimizi, olgunlaşma eksikliğimizi ifade etmekteydi. Teorik ve politik sorunlarda tek yanlı bağımlılık, duygusallık, sosyalizmin tarihinin idealize edilişi, bağımsız ideolojik ve politik kimliğin oluşmasındaki zafiyet tartıştığımız sorunlarda bizi yönlendirdi.
Dogmatik yaklaşımımızı belirleyen ikinci unsur; emperyalizmin, sosyal demokrasinin, Troçkizm’in, modern revizyonizmin, oportünist tasfiyeciliğin adeta tek sesli, tek merkezli derin ve kapsamlı bir cepheden sosyalizme, SSCB’ye, Stalin’e dönük ilkesiz, demagojik, iğrenç saldırıların baskısıdır. Bu durum, konu bağlamında bizlerde tutucu ve dogmatik reflekse yol açtı.
Bu nesnel bir olgudur. Bu olgu birinci temel gerçekle birleşerek, birincisinin üzerinde yükselerek ayaklarımıza pranga vurdu.
Dogmatizme sürüklenmemizde üçüncü bir unsur, 1980’ler sonrası, gerek Türkiye’de gerekse de özellikle de 1985’ler sonrası uluslararası alanda içerisine girilen yenilgi ve gericilik döneminin üzerimizdeki baskısıdır.
Tasfiyeci oportünizm, yenilgi ve gericilik döneminin tipik hastalığıdır. Marksizm- Leninizm’den, devrim ve sosyalizmden, devrimci program, strateji ve taktikten vazgeçişle, döneklik ve ihanetle belirlenen; dizginsiz bir çözülüş, bir kaçış; burjuvazi ve kapitalizm önünde utanç verici bir diz çöküştür.
12 Eylül askeri faşist darbesiyle açılan yenilgi ve gericilik yılları ile 1980’ler sonrası, özellikle de 1985-89-91 yıllarında yaşanan gelişmeler (Gorbaçovculuk ve revizyonist-kapitalist kampın dağılışı) sürecinde dünya devrim dalgasının ağır bir biçimde dibe vurması ve tarihte görülmemiş derinlik ve yaygınlıkta, odağında burjuvazinin durduğu gericilik ve karşıdevrim dalgasının Türkiye’deki yenilgi ve gericilik dalgasıyla birleşmiş olması, böylece tasfiyeci oportünizmin dizginlerinden kurtularak şaha kalkması, tüm bunlar, bizleri, bugün üzerine tartıştığımız sorunlarda geriye çeken, tutuk bırakan bir baskılanmaya itti.
Bu dönem, zaten ağır tasfiyeci, pragmatik ve sekter zaaflarla malul UKH dağıldı. AEP ve ASCH kapitalizme yenik düşerek tasfiye oldu; böylece sosyalizmin son kalesi de yıkıldı. Sosyal demokrasi, açık burjuva kimliğiyle emperyalist kapitalizmle daha derinden bütünleşti. Modern revizyonizm, açık burjuva ve sosyal demokrat kimliğiyle, burjuva liberalizmine de dönüşerek ortaya çıktı. “Neo-liberalizm” ve “post-modernizm”, tasfiyeci ihanet dönemin yükselen değerleri olarak yerkürenin üstüne aşağılık bir şekilde doludizgin boşandı. Tarihte insanlık, ezilenler, proletarya ve bilim adına ilerici olan ne varsa karşı-devrim dalgasının ve emperyalist kapitalizmin neo-liberal ve post-modernist dalgasının barbarca saldırısına uğradı. SSCB ve sosyalist ülkeler, sosyalizm ve önderi Stalin’in tarihsel gerçekliği unutturulmak istendi. Gericilik dalgasının alçakça saldırısından, çarpıtma ve kara çalmasından, demagoji ve manipülasyonundan dizginsiz sevinç duyan, ilham alan sözde “sol” akımlar da aynı gerici saldırı dalgasının militanları olarak davrandılar.
Yenilgi ve gericilik yılları, devrimci hareketi de pençesine aldı. “Yenilgiden öğrenmek”, “sosyalizm deneylerinden ders çıkarmak”, “yenilenmek”, “dogmatizme karşı mücadele”, “yeni tarihi koşulları bilince çıkarmak”, “Marksizm tabanında bulunan akım ve bireyleri birleştirmek”, “uluslararası ideolojik merkezler son bulduğu için bağımsız düşünmeyi öğrenmek”, “Stalinci dogmatizmden arınmak”, “dogmatik Marksizmi reddetmek, yaratıcı Marksizmi savunmak”, “aşılmış olan 20. asırın teorik-ideolojik-programatik çerçevesini cesurca aşmak”, “sosyalizmin yeni döneminin sorunlarını çözmek”, “Marksizm’in”, “Marksizm-Leninizm’in bunalımını aşmak” vb. sloganlarla devrimci hareketin büyük bir bölüğü (Dev-Yol, Kurtuluş, TDKP vb.) liberalleşti; teoride revizyonizme, politikada reformizme, örgütlenmede legalizme kapaklandı.
Yine özellikle de bu dönem modern revizyonizm, Gorbaçovculuk, revizyonist/ kapitalist ülkelerde karşıdevrim içinde karşıdevrimi temsil eden burjuvazi ile Troçkizm ve liberal, neo-liberal burjuva akımlar tam bir elbirliğiyle emperyalizmin aktif desteğinde Stalin’e, Stalin şahsında Marksizm Leninizm’e, sosyalist inşa pratiğine azgınca saldırıya geçtiler.
Yenilgiden öğrenme şiarı ile tasfiyeci oportünizm, “sosyalist demokrasi”, “özgürlükçü sosyalizm”, “ sosyalist pazar ekonomisi”, “dogmatizme” , “teorik tutuculuğa”, “muhafazakarlığa”, “mezhepçi Marksizme” karşı mücadele vb. argümanlarını yeniden ve yeniden üretti. Tasfiyecilik, yönelişini, argümanlarını, çizgisini, pratiğini Marksizm Leninizm’in, sosyalizmin ve Stalin’in ret ve mahkumiyeti ekseninde teorileştirdi ve dizginsiz bir demagoji ve manipülasyona girişti.
Bu tablo, nesnel olarak, önyargılı biçimde sosyalizmin tarihsel deneyiminin tartışılmasına cüretsiz yaklaşım ve korkuları besledi, sorunun zamanında (ki zaten oldukça gecikilmişti) aydınlatılmasını önledi.
Aslında sosyalizmin tarihsel deneyimini ve restorasyon olgusunu inceleme gereksinimi çoğu zaman çeşitli biçimlerde dile getirildi; özellikle de yeni dönem açısından, gerek birlik görüşmeleri döneminde, birliğin hazırlanan programı üzerinde yapılan tartışmalarda, gerekse de birlik devrimi sonrası süreçte sorunun çözümü için önemli bir istek gösterildi. Ne var ki istekler, niyetler, dilekler, sorunun çözümüne dair kararlar, gerek sınıf düşmanının saldırısı ama asıl olarak da, “teoriye, teorik çalışmaya” hep “üçüncü derecede” yer veren önderlik ve çalışma tarzı nedeniyle öyle kaldı. Dolayısıyla sorunun çözümü için yapılması gerekenler bu güne dek sarkarak geldi; ama olağanüstü gecikmeyle de olsa bu kez, sosyalizmin sorunları ve tarihi dersleri eleştirel tartışılmaya başlanmıştır. Ve burada da eleştiri ve tartışma özgürlüğü, sosyalist demokrasi başköşeye oturmak zorundadır. Bu hak, dokunulamaz bir haktır. Bu hakkın şöyle ya da böyle ihlali affedilemez. Hele de bu hakkın bürokratik çifte standarda kurban edilmesi, bürokratik sopa gücüyle önlenmesi, darbelenmesi, ilkeli teorik çalışma ve Marksist-Leninist ideolojik mücadelenin önüne set çekilmesi amacıyla kullanılması sadece ve sadece bürokratik ve tasfiyeci ilkesizliği ve çürümeyi ifade eder. Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin tartışıldığı, sosyalist demokrasi bakımından da derin eleştirel derslerin çıkarılması gerektiği bir dönemeçte, bu vb. tavırlar yaman bir trajedi ve yaman bir komediyi yansıtır sadece ve sadece. UKH’nın da tarihsel deneyimlerinden bildiğimiz gibi, komünist partilerde herkesi ve her kurumu ayrımsız ve ayrıcalıksız bağlayan yasalarla proleter demokrasinin özünü oluşturan eleştiri ve tartışma özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Ama aynı deneyimlerden biliyoruz ki, sosyalist yasallık bürokratik bir yasallığa dönüşmeye başlayınca orada artık yasaların güvencesi kalmamakta, oportünizm ve ilkesizlik, çifte standart geçer akçe haline gelmekte ve ideolojik ve örgütsel yıkım, açıklık ve güven ilkesi ya da ilkeleri erozyona uğramaktadır. Marksizm-Leninizm’in, UKH’nın ve Türkiye devrimci hareketinin bu tarihi temel dersi asla unutulmamalı ve herhangi bir alanda olduğu gibi eleştiri ve tartışma özgürlüğü alanında da zaafların, parti ilkesine, özeleştiri ilkesine, açıklık ilkesine, komünist güven, ahlak, vicdan ilkelerine bağlı olarak net bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Marksizm-Leninizm’e, sınıfa ve tarihe karşı sorumlulukla davranmış komünistlerin tavrı da daima bu olmuştur.
Gerek önceller döneminde, gerekse birlik ve partileşme döneminden bu yana süregelen değerlendirmelerde, teorik çalışmanın ihmal edildiği, fiilen 3. derecede önem verildiği özeleştirileri, tarihsel ve yapısal karakterdeki bir zafiyetimize işaret etmektedir. Ve kuşkusuz ki bu durum “parti tarzı” ile izah edilemez, aksine, idare-i maslahatçılık, dar pratikçi önderlik ve çalışma tarzı, burada da, temel bir yerde durmaktadır*.
Tek cümleyle, bu zafiyet, son tahlilde, sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü, kapitalizmin restorasyonu vb. kapsamındaki sorunların çözülmemesinde, gecikilerek sorunların ele alınışında, ana kaynağı ve en önemli nedeni oluşturmaktadır. Aslında bu tablo, önderleşme ve iktidar mücadelesindeki zafiyetimizin de açık ve kesin bir yansıması olarak kavranmalıdır. Bu vb. zaafların “parti tarzı”yla izah edilemeyeceği, dahası böyle bir çaba ve yönelimin demagojik olduğu ve olacağı çok açıktır. Aksine bu tablo bir parti tarzına denk düşen önderlik ve çalışma tarzına ulaşılamadığını, bu bakımdan açık bir başarısızlık sergilendiğini göstermektedir. Yeni dönemde, eskinin yeni içerisinde, yeni bir biçimde tutunarak, yeni tipte bir tutuculuk olarak geliştiği ve sıçramamızı önlediği açıklıkla vurgulanmalıdır. Bu, bir diğer ifadeyle, Birlik Devrimi zihniyetinin kesintiye uğraması, eski tarzın, idare-i maslahatçılığın, dar pratikçi tarzın yeni dönemde yeni ve giderek yapısallaşan tasfiyeci bürokratik zaaflarla birleşerek egemenlik kurması olgusunu ifade etmektedir. Komünistlerin kendi tarihlerine de daha köklü eleştirel yaklaşması gerektiği çok açıktır. Bu bakımdan da yeni tip tutuculukla, yenilikçi söylemle kamufle edilmiş tutuculuk ve boş ajitasyonla, Hareketi ideolojik ve örgütsel olarak tasfiyeye götüren açık ve gizli oportünizmle ilkeli ve yapıcı bir şekilde hesaplaşmak gerektiği açıktır. Bedeli ağır olan sonuçlardan da ortaya çıktığı gibi, bugüne kadar geldiğimiz gibi artık gidemeyiz. Bunda direnmek açık bir şekilde daha fazla ideolojik vb. yıkım örgütlemektedir. “Parti tarzı” ajitasyonu eşliğinde birey, önder, yönetici kültü ile de kendini tekrarlayan zaaflardan yeni bir birlik devrimi zihniyeti ile kopuşmalıyız. Sosyalizmin tarihsel deneyiminin eleştirel incelenmesi ve derslerinin özümsenmesi süreci komünist hareketin de kendini her bakımdan eleştirel aşma süreci olmalıdır aynı zamanda. Eğer Birlik Devrimi zihniyeti, ilkeli bir tarzda kendini yenileyerek, üreterek gelişebilseydi, eğer Birlik Devrimi zihniyeti teorik ve pratik olarak kararlıca kolektif akla dayanan eleştiri-özeleştiri temelinde kendini yenileyerek ilerleyebilseydi, kuşkusuz ki, bir dizi sorunun yanı sıra tartıştığımız konuda da bugün bu kadar geri noktalarda olmayacak, dahası yeni sıçramalarla yürüyerek ilerliyor olacaktık. Tarihsel deneyimden biliyoruz ki, her devrim hız kestiği, durağanlaşmaya başladığı, yüzeyselleşerek gerilemeye başladığı yerde bürokratizm ve tasfiyecilik hortlar…
Teori ve ideoloji ile beslenmeyen politik ve örgütsel çalışma, UKH’nın, sosyalist inşanın ve kendi deneyimimizin gösterdiği gibi, uzun vadede yenilmeye, sendeleyerek yürümeye, kendini tekrara vb. mahkûmdur. “Siyasal çalışma bütün çalışmaların can damarıdır.” (Mao), ama teorinin yol göstericiliğinde yürütülmeyen bir siyasal çalışma eninde sonunda yozlaşmaya ve yıkıma mahkûmdur. Teorisiz pratik olmaz sözünün bir anlamı da budur. Teori pratiğin hizmetindedir sözünün çarpıcı bir anlamı da budur.
Yukarıdaki eleştiri ve değerlendirmelerimiz kendi adımıza yaptığımız bir özeleştiridir de…
Sosyalizm ve proletarya diktatörlüğünün tarihsel deneyimine eleştirel olmayan bağlılığımız, gerçekte sosyalizme yönelen saldırılara karşı etkin, vurucu, donanımlı ve yetkin bir ideolojik mücadele geliştirmemizi, programımızı derinleştirmemizi önemli ölçüde zayıflatmıştır. Bu, daima niteliksel bir zaafla yaşayarak geldiğimiz anlamına gelmektedir. Bu gerçeğin de bilincinde olmalıyız. Kanımızca kişi ve önderler kültü geliştirmek yerine, büyük önderlik, yanılmaz “stratejik önderlik”  üzerine lafazanlık yapmaktansa bu vb. sorunlar ve gerçekler üzerinde daha gerçekçi ve derinlemesine düşünmek ve adım atmak, değerli olan ve olacak tek tutumdur.
Doğru yöntem ve çizgide yapılacak her tartışma sürecinin ve çıkarılacak derslerin öncüyü ve kadroları her bakımdan daha yüksek donanımla silahlandıracağı açıktır. Bunun hem öncünün programını geliştireceğine, hem Marksizm Leninizm, devrim, sosyalizm ve Stalin düşmanlarının saldırılarını püskürtmede daha güçlü ve gerçekçi mevzilere yerleşmiş olarak ideolojik saldırı üstünlüğünü ele geçirmemize yardım edeceğine, hem de günlük devrimci çalışmada bizleri daha güçlü mevzilere taşıyacağına inanıyoruz.
Proletarya diktatörlüğünün tarihsel deneyimine ve Stalin yoldaşa bilinçli düşmanca saldırının işçi sınıfı, emekçi sınıf ve tabakalar, ilerici aydınlar ve devrimci hareket saflarında ciddi bir kafa karışıklığına yol açtığını, derin tahribatlar yarattığı gerçeğini es geçemeyiz.
“Sosyalizmin yenilgisi” olarak ifade edilen şeyin, “Marksizm’in”, “Marksizm-Leninizm’in krizi olarak ifade edilen şeyin komünist ve devrimci saflarda derin bir kafa karışıklığına yol açmadığını iddia etmek atı arabanın arkasına koşmaktan başka bir değeri olmayacaktır.
Stalin’i ve proletarya diktatörlüğü tarihsel deneyimini başarılı bir şekilde sahiplenmenin yolu, Stalin’i ve sosyalist inşa sürecini idealize etmekten, eleştirisiz savunmaktan geçmez. Bu bağlamda, nesnel, bilimsel, denetlenebilir verilere dayanarak sosyalist inşa süreci ve bağlı olarak Stalin eleştirel incelenmeli, bir gelecek perspektifiyle gerekli dersler çıkarılmalıdır.
Bu bir şeydir, “yenilenme”, “teorik tutuculuğa karşı mücadele”, “dogmatizmi aşma”, “yaratıcı Marksizm”, “Marksizmin krizi”, “yenilgiden öğrenme” gibi teori ve tezler kamuflajıyla ya da Stalin’i savunma adı altında gerçekte Stalin’e reddiye yazmak, Stalin’e, proletarya diktatörlükleri dönemine reddiye yazmak bambaşka bir şeydir. İkincisi tasfiyeciliktir.
Örneğin, tasfiyeci Stalin savunucularından biri Doğu Perinçek’tir. Bu tescilli Kemalist, “Stalin Rusya’sı başka bir mekân ve zaman. Üstelik Türkiye’de tekrar etmesi mümkün olamayan bir deneyim.”(Stalinden Gorbaçov’a, s. 13); “Stalin’in pratiğini bugün tekrar etmeye kalkışmak ise bambaşka bir tavırdır.” (age. s. 241) vurgulamasıyla bir yandan emperyalizme, faşizme, burjuvaziye güven vermeye çalışırken, öte yandan da sözde Stalin savunusunu yaptığı kitabında, Stalin’in Rusya koşullarıyla sınırlı ve o da, o tarihsel koşullarda, kaçınılmaz olan uygulamanın önderi olduğunu savunuyor.
Devrim ve sosyalizmin ve Stalin’in amansız düşmanı olan ve Türk burjuva devletinin bu güvenilir ve sadık evladı, sahte ve ikiyüzlü bir Stalin savunuculuğuyla hem Stalin’i tarihe gömüyor, hem Stalin önderliği dönemini mahkûm ediyor, hem de Stalin’in bugün savunulamayacağını ileri sürüyor.
Perinçek’in Stalin savunuculuğu, gerçekte, anti-Stalinist tasfiyeciliğinin, Marksizm-Leninizm’i ret ve mahkûm etmenin iğrenç bir kamuflajı ve aracıdır. O sözde Stalin’i savunurken, bir yandan Buharinciliği yüceltiyor, öte yandan da Troçki önünde diz çöküyor: “Troçki’nin esasta yanlışı temsil etmesine rağmen, işçi sınıfı içinde sayılması gereken bir sosyalist düşünce”de (age. s. 231, iPa.) olduğunu ilan ediyor. “Türkiye’de hem teoride hem pratikte Stalin’in esaslı ve tutarlı bir eleştirisinin daha 1980 öncesinde Aydınlıkçılar yaptılar. Aydınlıkçılık ideolojik planda Stalin’in aşılmasıdır.” (age., s. 232) böbürlenmesiyle kendinden geçerken kendi gerçeğini de ele vermiş oluyor.
Bu konuda verilebilecek ikinci örnek, “Stalin’i Anlamak” isimli kitabında yaptığı değerlendirmelerle Cemil Hekimoğlu’dur. Kitabının “Önsöz”ünde şunları yazıyor Hekimoğlu:
“Peşinen söylemek istiyorum: Sosyalist mücadelenin bugünkü sorunlarının çözümünde Stalin’in çok önemli bir yerinin olduğunu düşünmüyorum.”
Kruşçevleri, Brejnevleri vb. kötü komünistler olarak gören, SSCB’deki karşı devrimi Gorbaçov ve sonrasıyla sınırlı gören Hekimoğlu’nun sözde Stalin’in hakkını Stalin’e teslim etmek için yazdığı kitabında, gerçekte Stalin’i SSCB’nin bir dönemine hapsediyor, hapsettiği yerde de etrafına bir de Hekimoğluvari oportünist duvarlar örüyor.
Stalin’in teorik ve pratik hazinesi yalnız bir dönemin değil, günümüzün de pek çok teorik ve politik sorununun çözümünde incelenecek, öğrenilecek değerli bir kaynaktır. Yalnız bugünün değil, sosyalist inşa sürecine girecek her ülke proletaryasının Stalin’den öğrenmeye devam edeceğini vurgulayalım.
Farklı değerlendirmelerine karşın, Stalin’i 30-40’ların SSCB’sine gömme kararlılığı konusunda Aydınlıkçılarla Gelenekçilerin yaman bir irade savaşı vermeleri, oldukça ilginç ve dikkat çekicidir…

* Küçük burjuva tasfiyeci bürokratik oportünist sapmanın uzun yıllara dayanan “ideolojisizleştirme” yönelimi, bir dönemden beri, yöntem ve biçim değiştirerek kendi ideolojik ve örgütsel misyonunu oynamaya devam ettiğini vurgulamak isteriz. Bu “yeni”, “yaratıcı Marksist” tasfiyeci yöntem, Marksizm-Leninizm’le, Marksist Leninist Komünist Hareket’in program ve tüzüğüyle bağdaşmayan burjuva liberal, tasfiyeci Troçkist, Leninizm’i de açıktan ret ve inkâr eden sözde “yaratıcı Marksist”  düşüncelerin, özgürce propagandasına imkân verilmesine dayanmaktadır. Uzun yıllardır biçimselleştirilmiş, büyük bir oranda tasfiye edilmiş, demokratik dayanışma mekanizmasının bile doğru dürüst işlemediği, işletilmediği iç demokrasi, şimdi de demokrasicilik gösterisinin eşliğinde, Marksizm-Leninizm’e ve Komünist Hareket’in varlık hakkına yönelen ideolojik-siyasi saldırının önünün ardına kadar açılmasıyla birleştirilmektedir. Yani aynı tasfiyeci bürokratik oportünizm “ideolojisizleştirme” misyonunu yeni biçimlerde, eski ve yeni biçimleri çeşitli biçimlerde birleştirerek, duruma göre davranarak oynamaya devam ediyor. Sorunu ve sorunları eleştirel inceleme ciddiyetine sahip her okura, özelde 2016 Mart-Nisan-Mayıs aylarında yayınlanmış yazılarımızı incelemesini tavsiye ederiz.
I. BÖLÜMÜN SONU

NOT: Yazı dizimiz II. Bölüm’le devam edecek.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder