20 Ocak 2016 Çarşamba

NE KADAR HAZIRIZ?*



NE KADAR HAZIRIZ?*
Dinci faşist açık terörcü bir rejim gerçeğiyle karşı karşıyayız. Emperyalizmin işbirlikçisi Türk egemen sınıfları, tüm çelişki ve çatışmalarına karşın arkasında uluslararası sermayenin desteğiyle içerde ve dışarıda saldırgan, yayılmacı bir duruşla politik program ve hedefleri doğrultusunda ayakta kalmaya, ilerlemeye çalışıyor. Sömürgeci faşist diktatörlüğün başında dinci faşist bir cunta oturuyor. Faşist diktatörlüğün dinselleştirilmesi, darbe, cunta, iktidarını kaybetmemek için her türlü saldırganlığı göze almış ve uygulayan bir AKP iktidarı gerçeği çarpıcı bir şekilde karşımızda duruyor. Devletin ve cuntanın ölüm makinesi, yalan makinesi 24 saat her saniye çalışıyor. “Ulusalcı” faşistlerle dinci faşistler “devletin bekası” için topyekün savaşın arkasında birleşmiş durumda. Düzen ve devlet partileri devlet politikası olarak pratikleştirilen politikanın ardına dizilmiş… Sürmekte olan topyekün savaşın arkasında ABD’nin, AB’nin, NATO’nun desteği var. Bu gerçeğin de altı çizilmelidir. Özelde “Büyük” ya da “Genişletilmiş Ortadoğu”da emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesi keskinleşerek sürüyor ve faşist diktatörlük bölge ülkeleri, komşu halklar için de giderek daha büyüyen bir tehdit ve saldırı gücü haline geliyor…
Peki bu tablo içerisinde/karşısında ne kadar hazırız? Darbe, cunta, topyekün savaş, fiili olağanüstü hal, sıkıyönetim, savaş hali vb. saptamalarımız politik ve örgütsel çalışma ve duruşumuza ne kadar yön veriyor acaba? İç, bölgesel, uluslararası alana dek uzanan son derece karmaşık çelişkiler girdabında başta Kürt halkı olmak üzere halklarımıza dayatılan gerici-faşist iç savaş tehdidine, olası bir askeri darbe tehdidine, olası bir Suriye vb. müdahalesine, tüm bu yıkıcı girişim ve yönelimlere ve sonuçlarına karşı ne kadar hazırlıklıyız? Bu saldırıları göğüslemeye, proletarya ve halkları seferber etmeye, pratik-politik olarak ne kadar hazırlıklıyız? Sözgelimi 7 Haziran seçimlerinin iptal edilmesi deneyimi, ardı sıra başlatılan topyekün savaş sürecinin deneyimleri bizlere, devrimci hareketimize ne söylüyor? Ya da Gezi/Haziran ayaklanmasından bu yana geçen süreç hazırlıklı olduğumuzu mu gösteriyor? Ya da köklü bir şekilde işin gereklerine sistematik ve bütüncül yöneldiğimizi mi gösteriyor? Sorular çoğaltılabilir ama gerekmiyor. Fakat hepimizin bu soruları kendisine sorması ve yanıtlaması gerekiyor. Yurtsever Kürt hareketini dışta tutarsak gerçek tablomuz nedir?
Gelişen mücadele ve devrim gelişen karşı devrim demektir. Gelişen devrim daha birleşik ve üst saldırı biçimleri kullanan bir karşı devrim yaratarak ilerler… 12 Mart, daha da önemlisi 12 Eylül askeri faşist darbesini hatırlayalım… Ortadoğu çapında yayılan Kürt ulusal demokratik devrimini, devrimimizi ve ona karşı geliştirilen saldırıyı düşünelim…
Kuşkusuz ki çabalar, yönelimler vardır ama söz konusu olan bu değil, söz konusu olan kelimenin gerçek anlamında bütüncül bir perspektifle pratikte anlamını bulan ve bulacak olan duruş ve düzeydir… Ajitatif, hamasete dayanan ya da kağıt üstünde kalan sözlerden, söylemlerden, kararlardan bahsetmiyoruz; ki “öncülük”, “önderlik” üzerine bol ve boş laf üretmek Türkiye devrimci hareketinin karakteristik zaaflarından biridir… Her devrimcinin bu gerçekleri eleştirel sorgulaması, açık, net sorularını sorması, yanıtlarını vermesi gerekir. Özellikle de şu 12 Eylül askeri faşist darbesi karşısında hazırlıksız yakalanma deneyimini bir an olsun akıllardan çıkarmamalıyız.
Geniş ölçekli tasfiyeye uğramış, yaşadığı krizi ve sınıf düşmanının darbeleri altında esasen tasfiyeciliğin ürünü olarak, göstermelik bir illegal-yasadışı “temel”i bir yana bırakacak olursak, legalize olmuş; sınıfla, geniş emekçi kitlelerle ciddi bir bağı olmayan yapılar durumuna düşmüş, hatta kendi kitlesini bile büyük bir oranda örgütleme yeteneği dahi gösteremeyen bir devrimci hareket gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzu belirtmemiz acaba çok mu büyük bir haksızlık olacak?!
Peki, buradan ne çıkar? Tek şey: “Öncülük”, “önderlik” üzerine lafazanlık yapmaktansa hızla tarihsel ve güncel yapısal zaaflarla hesaplaşmak. Yaratıcı, inisiyatifli, üretici bir yeniden yapılanmayla, tarihin çağrısına kulak vermek… Şu veya bu başarının, kazanımların gerçek durumun üstünü örtmesine izin vermemek, bu zaaflarla da hesaplaşmak gerekir; ki bu karakteristik devrimci hareketimizin temel zaaflarından biri olageldi daima; bugün de değişen bir şey yok. Devrim ve sosyalizm davası ve kavgası karşısında “öncülük” vs. adına malını pazarlamaya çalışan küçük esnaf kurnazlığı ve manipülasyonun sonu daima çürüme ve yenilgidir. Dar pratikçi, idare-i maslahatçı küçük esnaf kafası ile büyük devrimci ve komünist hedeflere ulaşmak zaten olanaklı değildir. Ve bu kafa/zihniyet ne yazık ki hala aşılamamış, kendini sayısız biçimlerde üreten ve etkili olmaya devam eden bir zihniyet, tarz, gelenek, kültür olarak devrimci ve komünist gelişmenin ana engellerinden biri olmaya devam etmektedir. Ancak mutlaka aşılması gereken bir durum…
Sona doğru gelirken vurgulamak isteriz: Legal mevzileri terk etmeden son damlasına kadar savunurken özellikle sürekliliği güvence altına alacak, ilke ve esnekliği birleştiren, stratejik ve taktik gelişme hattının gereksinmelerine yanıt veren, legal ve illegal çalışmayı ustaca birleştiren, diktatörlüğün teknolojik kontrol ve denetim mekanizmasını etkisini kıracak ya da olabildiğince etkisizleştirecek illegal ve yasadışı temelin yetkin bir tarzda inşasına temel bir önem vermek gerekmektedir. Keza “öz savunma” aygıtının sayısız biçimde kurulması ve geliştirilmesi, güvenlikli çalışma sanatında yetkinleştirilmesi bugün ve bugünden sonra çok daha ivedi ve zaten gecikilmiş bir görevdir. Çalışma tarzının her bakımdan, evet, her bakımdan yenilenmesi gerekiyor. Devrimci ve komünist yenilenme kuşkusuz ki salt bu görevlerle sınırlanamaz, aksine, o kapsamlı bir sorundur… Biz burada sadece sorunun bazı acil yanlarına özel olarak dikkat çekmekle yetindik.
İrfan AZADKILIÇ