26 Ocak 2017 Perşembe

Yuri Yemelianov

Yuri Zhukov’un Inoi Stalin (Farklı Stalin) Kitabı Üzerine*

Yuri Yemelianov
Sovyetler Birliği ile diğer bazı Avrupa ülkelerinde sosyalist düzenin yıkılışı ve sosyalist bloğun dağılması evvelinde, aktif bir anti-Sovyet propaganda faaliyeti gerçekleşti. Bu propaganda faaliyeti, Batı’nın himayesi altında yapıldı ve yerel beşinci kol tarafından (Sovyetler Birliği’nde bu beşinci kolun en etkili unsurları M. Gorbachev, A. Yakovlev, Boris Yeltsin vb gibi SBKP’nin bazı önderleriydi) yürütüldü. Propagandanın hedefi, kapitalizmi özgürlüğe dayalı ve insan haklarına saygılı bir toplumsal sistem olarak, sosyalizmi ise insanı her türlü mahrumiyete ve sefalete sürükleyen bir terör sistemi olarak resmetmekti. 80’lerin sonlarıyla 90’ların başlarında, SSCB’deki çok sayıda popüler gazete ve dergi ile bütün TV kanalları, sosyalizm ve onun tarihi hakkında bir sürü asılsız bilgi yaydılar. Sosyalizmin düşmanları, SBKP XX. Kongresi’de N. S. Khrushchev tarafından dillendirilen uydurma ifadeleri kullanarak, Stalin’e ve uyguladığı politikalara amansızca saldırdılar. Neredeyse tüm Sovyet tarihi, 1937-1938’deki kitlesel tutuklamalar ve tasfiyelerin öyküsüne indirgendi. Bu arada Stalin ve destekçileri de, yasaların kabul edilemez derecede kaba ve sert bir biçimde uygulanmasından ve çok sayıda masum insanın tutuklanması ve idam edilmesinden sorumlu tutuldular.
Artık, Avrupa’da sosyalizmin yıkılışından 15 yıl sonra, eski sosyalist ülkelerin halklarının çok büyük bir çoğunluğu, kapitalizmin kötülüklerinin farkına varmış durumdadır ve bunun sonucunda, sosyalizmin sağladığı, kaybedilen avantajlara yönelik yoğun bir nostalji duygusu boy vermiştir. Bu durum, Rusya ve diğer eski sosyalist ülkelerin kapitalist yönetimlerini, anti-sosyalist, antikomünist propaganda çabalarını yeniden yükseltmeye yöneltmiştir. Stalin, anti-Sovyet propagandanın temel hedefi ve fantastik yalanların baş kahramanı olmaya devam etmektedir. TV’de yayımlanan “belgesel” filmlerin metin yazarları, Stalin’in emirleriyle yaklaşık 100 milyon insanın öldürüldüğünü söylemektedirler. (Stalin öldüğünde SSCB’nin tüm nüfusu 200 milyondu ve o kadar tutuklama ve idamın zayıflattığı bir ülkenin, Nazi Almanyası ve müttefikleri karşısında nasıl olup da zafer kazanabildiği tam bir muammadır.) “Stalin’in misillemeleri” ve “Stalin’in toplama kampları” hakkında artık klişeleşmiş birtakım ifadeler, güncel Rus siyasal söyleminde her gün dile getirilmektedir.
Bununla birlikte, son 15 yılda yaşananlar, Rusya’daki birçok insanı, resmi propagandadan giderek daha fazla şüphe duyar hâle getirmiştir. Otoritelerin yoğun baskısına rağmen, tüm Rusya’da, kentlerde birbiri ardına Stalin’e vakfedilen müzeler ve anıtlar ortaya çıkmıştır. Giderek artan sayıda yazar, Sovyetler’in geçmişine yönelik resmi yalanları çürüten ve Stalin’den saygıyla söz eden makaleler ve kitaplar kaleme almaktadır.Bu yazarların hepsi Marksist de değildir. Fakat ülkelerinde yaşadıkları çöküş deneyimi, onları, Rusya’nın tarihine dair gerçeğe uygun açıklamalar aramaya yöneltmektedir. Tarihin gerçek olgularıyla tanışmaları ve mesleki dürüstlükleri, onları resmi propagandanın yalanlarını deşifre etmeye ve Sovyet toplumuna, kaydettiği gelişmelere ve liderlerine dair yeni gerçekleri ortaya çıkarmaya sevk etmektedir. Bu tür yazarlardan birisi de, Yuri Zhukov’dur. Onun yazdığı Farklı Stalin (Inoi Stalin) (Moskova, 2003), Sovyet tarihine ilgi duyan tüm çevrelerde gerçek bir sansasyon yaratmıştır.
Kitaba konan başlık, bir miktar yanıltıcıdır. Zhukov, Stalin’in kişiliğine yönelik derin bir analiz peşinde değildir ve kitap, bize, bir Stalin biyografisi de sunmaz. Eser, Stalin’in siyasal faaliyetinin sadece beş yıllık bir dilimini kapsamaktadır. Alt başlığında da belirtildiği gibi, kitap, 30’ların ortalarında SSCB’de Stalin’in himayesinde girişilen politik reformlara hasredilmiştir.
Fakat Yuri Zhukov, yine de, kitabı için bu başlığı seçmekte bir ölçüde haklıdır. Yazarın kendisinin de farkında olduğu üzere, kitap, Sovyet tarihinin karmaşık ve tartışmalı bir dönemine dair tüm sorulara yanıt üretmemekle birlikte, içinde yer alan olgular ve onların yol açtığı sonuçlarla, Khrushchev’in SBKP XX. Kongresi’nde okuduğu rapordan beri tüm dünyada yaygın kabul gören yaklaşım kalıplarını yerle bir etmektedir. Çok geniş bir çürütülmesi imkânsız gerçekler demeti sunan Yuri Zhukov, Stalin’in, Khrushchev raporunda ve anti-Stalinist propagandanın daha sonraki uydurmalarında görünenden tamamen farklı bir görüntüsünü sunan, ikna edici sonuçlara ulaşmıştır.
Khrushchev ve onun yalan ifadelerini tekrar edegelenler, halkı, 1937-1938’de birçok parti üyesinin tutuklanması ve tasfiyesinin Stalin’in keyfi yöntemleri ve manyakça zalimliğinden kaynaklandığına inandırmaya çalıştılar. Onlar, insanları, hiçbir komünist partisi kadrosunun Sovyet devletine karşı yıkıcı faaliyetlere katılmadığına ve savaş arifesinde Sovyet yönetimine yönelik herhangi bir komplonun söz konusu olmadığına ikna etmeye çabaladılar.
Yuri Zhukov, 30’larda Sovyet hükümetine karşı geliştirilen yıkıcı faaliyetlere dair ayrıntılı bir analiz sunmamakla birlikte, kitabında, SSCB merkez yürütme komitesi sekreteri A. Yenikudze’nin J. Stalin’e karşı mücadelesinin, onu sonuçta Sovyet hükümetini devirme amaçlı bir komploya kadar götürdüğünü gözler önüne sermektedir. Bu komploya katılanlar arasında, içişleri halk komiseri (SSCB NKVD başkanı) N. Yagoda ve Kremlin’in güvenliğini sağladığı düşünülen kişiler de vardır.
Khrushchev’in, Stalin ve politbürodaki arkadaşlarını (V. Molotov, K. Voroshilov, L. Kaganovich) demokratik işleyişin baş düşmanları olarak ilan etmesine karşın, Yuri Zhukov, tamamen farklı bir resim sunmaktadır: Stalin, Sovyet yaşamının demokratikleştirilmesine yönelik bir program üretmiş, Yenukidze ve başka birçok parti kadrosu Stalin’in demokratik reformlarına sert bir şekilde muhalefet ederken, Molotov, Voroshilov ve Kaganovich, bu girişiminde Stalin’i sonuna kadar desteklemişlerdir.
Yuri Zhukov, tamamen haklı olarak, Stalin’in siyasi reformlarının demokratik özüne işaret etmektedir; lakin onların komünist ideolojinin demokratik doğasıyla organik ilişkisini ve Sovyet siyasi hayatındaki doğal gelişmenin sonucu olduklarını göz ardı etmektedir. Doğru bir bilgi olarak, bize, Sovyet hükümetinin İkinci Dünya Savaşı öncesinde Hitler’e karşı bir uluslararası birleşik cephe kurma girişimini hatırlatan Zhukov, buradan yola çıkıp SSCB’deki siyasi reformları Stalin’in dışa yönelik amaçlarıyla açıklamaya çalışmaktadır. Zhukov’un bakış açısına göre, Stalin, Hitlere karşı mücadeleyi pekiştirmek için, Sovyetler Birliği’ndeki siyasi hayatı, burjuva Batı demokrasilerine koşut bir biçimde inşa etmek istemiş gibi görünmektedir. Zhukov, ayrıca, Yenukidze’nin bu reformlara karşı çıkmasının, onun komünizm ve komünist dünya devrimi ideallerine bağlılığından kaynaklandığını, onun, hem Batı’yla savaş öncesi yakın politik ilişkiler kurulmasına hem de Stalin’in politik reformlarına karşı, bu nedenle düşmanca bir tutum takındığını düşünmektedir.
Zhukov, komünizmin demokratik nitelikleri üzerine odaklanmaktan uzak durmakta, bu yüzden de Yenukidze ve başkalarının Stalin’in reformlarına karşı çıkış sebeplerini yanlış yerde aramaktadır. A. Yenukidze ve diğerleri, her ne kadar 20’lerde parti içindeki muhalefete karşı mücadelesinde Stalin’i desteklemişlerse de, süreçte Trotskistlerle ittifak kurmaya yönelmişlerdi. Bu ittifak, kişisel çıkarlarla sosyalist gelişme arasındaki çelişkinin giderek artması nedeniyle ortaya çıkmıştı. Yenukidze’nin muhalefet tarzı, o dönemde parti ve Sovyet kadroları arasında yaygınlaşan sağlıksız eğilimleri gizleyen bir perde işlevi görüyordu.
Belirtmek gerekir ki, 30’ların ortalarında, parti ve Sovyet kadrolarının çoğu, 1917-1918’den beri yönetim makamlarını işgal etmekteydiler. O dönemde, Komünist Partisi, eğitim görmüş üyeler açısından fakirdi ve parti kadrolarının birçoğu yetersiz bir genel ve siyasi eğitimden geçmişti. Bunun yanı sıra, yönetim görevlerindeki ilk yılları iç savaşa denk gelmişti. Bu yıllar zarfında, görevlerini yerine getirirken, giderek, siyasi argümanlardan ziyade, serbestçe askeri yöntemlere başvurmaya alışmışlardı. Bu durum, 1929-1930 kolektivizasyon döneminde görülen aşırılıkları da büyük oranda açıklamaktadır. Şahsa ait köylü çiftliklerinin kolektivizasyonu, büyük oranda, tam bir askeri seferberliğe dönüşme zorunluluğuyla karşılaşmıştı ve çok sayıda yerel birinci sekreter, köylüleri kolektif çiftliklerde bir araya getirmek için şiddete başvurmak durumunda kalmıştı. 1930 Martında, Stalin, bu parti kadrolarını eleştirdi ve onların, Sovyetler’deki sosyalist kuruculukta kaydedilen “başarıdan kaynaklı baş dönmesi”ne kapıldıklarını yazıyordu.
Parti kadrolarının bir kısmı, yüksek yönetim kademesindeki görevlerine alıştı ve bunların birçoğu, konumlarını ne pahasına olursa olsun korumak için, ellerinden gelen her şeyi yaptı. Çok sayıda parti komitesi, entrika yuvasına ve politikacılar arasındaki güç mücadelesinin savaş alanına dönüştü. Rekabet hâlindeki gruplar, birbirlerini çeşitli ideolojik sapmalarla suçladı. Kötü yola sapan üyeleri saflardan temizlemek üzere belirli aralıklarla yapılan ihraçlar, birinci sekreterlerin birçoğu tarafından, kişisel hasımları olarak gördükleri kişileri partiden atmak amacıyla kullanıldı.
Zhukov, Stalin’in, cumhuriyet, bölge, yöre örgütlerinin birinci sekreterlerini, kendilerine bağlı ve yaltakçılık yapan kişilerden oluşma “şahsi klanlar” kurmakla eleştirdiğini hatırlatmaktadır. Stalin, ayrıca, bu parti liderlerinin, diğer cumhuriyetlere veya bölgelere atandıklarında, “şahsi klanlarını” da beraberlerinde götürdüklerini söylüyordu.
Stalin, aynı zamanda, partide yaşanan 1935-1936 tasfiyelerinin, parti çizgisinden herhangi bir sapma göstermekle suçlanamayacak çok sayıda parti üyesinin ihracıyla sonuçlandığını da belirtiyordu. Stalin, partiden ihraç edilen kişi sayısının, Trotski, Zinoviev ve diğer muhalefet grubu liderlerini destekleyenlerin toplam miktarının çok üzerinde olduğuna işaret ediyordu. O, bu ihraçlarda rolü olan parti yöneticilerini, sıradan parti üyelerine acımasızca davranmakla suçluyor ve tasfiyelerin yol açtığı tek sonucun, partiden ihraç edilenlerin öfkesi olduğunu savunuyordu.
Yuri Zhukov, ayrıca, V. M. Molotov’un Haziran 1937’deki Parti Merkez Komitesi plenumunda kullandığı ifadeyi de aktarmaktadır: “Son zamanlarda, Yoldaş Stalin, çeşitli kereler, bizim insan unsuruna yönelik değerlendirmelerimizde kullandığımız eski tarzımızın tamamen yetersiz olduğunu belirtti. Kişi, parti üyeliğinden kaynaklı bir ön devrimci deneyime sahip olabilir. Sonra, Ekim Devrimi’ne katılmaktan gelen üstün bir niteliği taşıyabilir. İç savaşta yetkin bir tavır sergilemiştir. Trotskistlere ve sağcılara karşı mücadele vermiştir… Lakin bu yeterli değildir. Şu an ihtiyaç duyduğumuz… parti liderlerinin, halkın ihtiyaçları karşısında doğru bir kavrayış geliştirmeyi, bürokratlara dönüşen kişiler olmak yerine, yeni insana doğru ilerlemeyi becerebilmeleridir.”
Stalin, partinin, onu yıkıma götürebilecek bürokratlaşmasından korkuyordu. 1937’de Sovyet komünistlerini, Yunan mitolojisindeki, annesi yer tanrıçası Gaia’yla –toprakla- temas içinde kaldığı sürece gücü alt edilmez olan Anteus’la karşılaştırıyordu. Stalin, komünistler “anneleriyle –onları doğuran, büyüten ve eğiten halkla- bağlantı içinde kaldıkları sürece, yenilmezliklerini sürdürmek için her türlü imkâna sahip olacaklardır” diyordu. Bu ifadeler, komünistlerin halkla bağlarını kaybettikleri zaman, güçlerini de kaybedecekleri ve yenilebileceklerini anlatıyordu.
Parti kadrolarının muhalefetinin ardında yatan derin ideolojik ve politik meseleleri kısmen görmezlikten gelmesine ve kısmen de çarpıtmasına karşın, Yuri Zhukov, Stalin ve karşıtları arasındaki mücadelenin, 1935-1936’da üzerinde çalışılan yeni SSCB anayasası, özellikle de yeni seçim sistemi konusunda belirgin hâle geldiğini belirtirken tamamen haklıdır.
1918’den 1936’ya dek, yerel Sovyet temsilcileri, halk meclislerinde açık oyla seçiliyordu. Yerel Sovyetler, bölge Sovyeti temsilcilerini açık oturumlarda seçiyorlardı. Onlar da SSCB Yüksek Sovyeti’ni seçecek cumhuriyet Sovyetlerini seçiyorlardı. Kentlilerin temsilcileri köylülerin temsilcilerinden beş kat fazlaydı. Ayrıca, papazların yanı sıra, tüm eski sömürücü sınıfların temsilcilerinin seçme-seçilme hakkı yoktu.
Yeni seçim sistemi, gizli oyla doğrudan ve orantılı bir seçim yöntemi getiriyordu. Eski sömürücü sınıfların temsilcilerine ve papazlara getirilen kısıtlamalar kaldırılıyordu. Stalin bir Rus atasözünü kullanarak (“Kurtlardan korkuyorsan, ormana gitmemelisin”), bu kısıtlamaları devam ettirme çabalarıyla alay ediyordu. Kasım 1936’daki Tüm Birlik Sovyetleri Kongresi’nde Stalin şunları söylüyordu: “Birincisi, eski kulakların, beyaz muhafızların ve papazların tümü Sovyet iktidarına karşı değildir. İkincisi, eğer halk bir yerde Sovyet iktidarı karşıtı kişileri seçerse, bu, sadece bizim propaganda çalışmamızın işe yaramazlığını ve bizim böyle bir utanca layık olduğumuzu gösterir. Fakat bizim propagandamız gerçek Bolşevik manada yürütülürse, o zaman halk, karşıt insanların üst organlara girmesine izin vermeyecektir.”
Ayrıca, Yuri Zhukov’un özellikle vurguladığı gibi, Molotov, Voroshilov, Kaganoviç ve başka kişilerin de desteğini alan Stalin, seçimlerin başka bir temelde yapılmasını istiyordu. Seçimlerin düzenlenme biçimine yönelik taslakta, SSCB Yüksek Sovyeti için yapılacak ilk seçimlerde, Sovyet’teki her bir koltuk için birden çok adaydan söz ediliyordu.
Yuri Zhukov, doğru bir biçimde, Sovyetlere yönelik seçim sistemindeki değişikliklerin, Stalin’in parti lider kadroları arasında büyük değişiklikler yapılmasına yönelik önerileriyle desteklendiğine işaret etmektedir. Stalin’in Şubat-Mart 1937 parti merkez komitesi plenumundaki konuşmasından bahsederken, Yuri Zhukov, Stalin’in, çok sayıda parti kadrosunun politik ve kişisel davranışlarından büyük bir hoşnutsuzluk duyduğunu yazmaktadır.
Birçok sabotaj vakasını açığa çıkaran Ağustos 1936 ve Ocak 1937 Moskova duruşmalarının ve Şubat 1937’de Yenukidze komplosunun ortaya çıkmasının ardından, Stalin ve diğer Sovyet liderleri, çok sayıda parti kadrosunun, anti-Sovyet komplocuların etkinliklerine dikkat etmeyi bir yana bırakacak kadar şahsi çekişmelere daldıklarına inanmaya başladılar. Stalin, parti kadrolarının yeniden eğitilmesi gerektiği sonucuna vardı. Mart 1937’deki parti merkez komitesi plenumunda, Stalin, en üst düzeydekilerden en alt düzeydekilere kadar tüm parti sekreterlerinin (100.000’in üzerinde kadro) politik eğitim kurslarına katılması teklifini verdi.
Stalin, ayrıca, söz konusu parti sekreterleri bu kurslarda eğitim görürken, görevlerinin başka parti üyelerince yürütülmesini de önerdi. 30’ların ortalarında, Sovyet eğitim kurumunun hızlı bir büyüme kaydetmesiyle, üniversite mezunu parti üyelerinin sayısı birden artışa geçmişti. Bu parti üyeleri, üniversiteden ve diğer yüksek öğretim kurumlarından mezun olmalarının ardından, yeni kurulan Sovyet işletmelerinde çalışarak büyük deneyim kazandılar. Bu unsurlar, sosyalist kuruculuğa aktif bir biçimde katıldılar ve parti bölge ve cumhuriyet komitelerinde yaşanan entrikalara bulaşmadılar. Stalin, Molotov ve başkaları, bu kişileri, parti liderliği için hızla genişleyen bir kaynak olarak görüyorlardı.
Stalin’in teklifleri, parti liderliğinin kompozisyonunun, yeni Sovyet anayasasının ruhu çerçevesinde, kesin bir biçimde değiştirilmesi anlamına geliyordu. Eski liderlik daha iyi bir siyasi ve genel yönetim sergileyecekti. Aynı zamanda eski kadroların birçoğunun yerine, daha eğitimli ve modern işletmelerde çalışma konusunda yeterli deneyime sahip kişiler gelecekti.
Yuri Zhukov, bir yandan Yenukidze, Yagoda ve birtakım kişiler gizli komplolara yönelirken, öte yandan cumhuriyet ve bölge parti liderlerinin birçoğunun, Stalin’in reformlarını sessiz fakat etkin bir biçimde sabote etmeye başladıklarını gösteren çok sayıda vaka sunmaktadır. Transkafkasya parti örgütü birinci sekreteri L. P. Beria ve Moskova parti birinci sekreteri N. S. Khrushchev tarafından kaleme alınan makalelerden alıntılar yapan Yuri Zhukov, önde gelen parti kadrolarının, yeni anayasaya ve seçimlerin yeni sisteme göre yapılmasına pek ilgi göstermediklerini ya da sınıf düşmanlarının yeni anayasanın koyduğu kurallara göre yapılacak seçimleri SSCB Yüksek Sovyeti’ne girmek üzere kullanacakları yolunda abartılı korkular dile getirdiklerini göstermektedir.
Yuri Zhukov, cumhuriyet ve bölge birinci sekreterlerinin yeni anayasaya muhalefetlerinin, seçimler sırasında Sovyetlerdeki koltuklarını kaybetme korkusundan kaynaklandığını savunmaktadır. Kolektivizasyon sürecindeki aşırılıklar, birçok köylünün (sadece kulaklar değil) hafızasında tazeliğini koruyordu ve bu unsurlar, 1929-1930’da kolektivizasyon planını, köylülerin tavırlarını dikkate almaksızın, ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmeye çalışanlara karşı oy kullanabilirdi. Yuri Zhukov, haklı olarak, bu tür parti sekreterlerinin Sovyet seçimlerinde başarısızlığa uğraması durumunda, onların parti önderi konumlarının da sorgulanacağına işaret etmektedir.
Yuri Zhukov’a göre, Stalin, Molotov ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan demokratik reformların altını oymaya yönelik en büyük çabayı, politbüro dönüşümlü üyesi ve Batı Sibirya bölgesi parti örgütü birinci sekreteri R. I. Eikhe sergiliyordu. Eikhe, 1937 Haziranının sonunda, politbüroya, Stalin’in siyasi reformlarına aykırı teklifler içeren bir muhtıra sunmuştu. Her ne kadar muhtıranın metni bulunamamışsa da, muhtırada savunulan görüşler temelinde yapılan konuşmalar ve alınan kararlar, onun varlığını yeterince kanıtlamaktadır.
Yuri Zhukov’a göre, R. I. Eikhe, Batı Sibirya’da karşı devrimci bir kalkışma planlayan çok sayıda sürgün eski kulak bulunduğunu belirtiyordu. Eikhe, parti merkez komitesinden, bölge savcısı, NKVD bölge şefi ve Einkhe’nin kendisinden oluşacak, “troika” denen bir oluşuma onay vermesini talep ediyordu. “Troika”, karşı devrimci faaliyetleri soruşturmak ve komplolarla ilgili yasal önlemler uygulamak üzere olağanüstü yetkilere sahip olmalıydı.
Yuri Zhukov, Eikhe’nin muhtırasını “korkunç bir çığa yol açan küçük bir taş”a benzetmektedir. Muhtırayı, kısa süre sonra, politbüronun 2 Temmuz’da, hapis sürelerinin bitiminden sonra eski ikametgâhlarına dönmüş çok sayıda eski kulağın ve sıradan suçlunun karşı devrimci faaliyetlere giriştikleri iddiasını destekleyen bir kararı takip etti. Kararda, bu unsurların “kolektif çiftlikler ve Sovyet çiftliklerinin yanı sıra, taşımacılık ve çeşitli sanayi alanlarındaki anti-Sovyet faaliyetlerin başlıca teşvikçileri” olduğu öne sürülüyordu. Karar, anti-Sovyet faaliyet ve sabotajların en aktif elebaşlarının derhal yakalanıp kurşuna dizilmesini, bu arada, daha az faal düşmanların da sürgüne gönderilmesini istiyordu. Kararda, ayrıca, bölge parti yöneticilerinin, beş günlük bir süre içinde, parti merkez komitesine “troika”larının listesini, tutuklanan, kurşuna dizilen ve sürgüne gönderilenlerin sayılarını göndermesi isteniyordu.
Peki ne olmuştu da Stalin ve diğer politbüro üyelerinin tutumunda böyle kökten bir değişiklik ortaya çıkmıştı? Yuri Zhukov, bunun, çok büyük sayıda birinci sekreterin Stalin üzerinde baskı oluşturmasından kaynaklı olduğunu iddia etmektedir. Önde gelen ve Eikhe’nin yaklaşımını paylaşan bölge parti kadrolarının, yaptıkları çok sayıda ziyaretle Stalin’in ve Molotov’un kapısını aşındırdıklarını söyleyen Yuri Zhukov, bunların, Stalin, Molotov ve diğerlerine tam anlamıyla bir ültimatom verdiklerini öne sürmektedir.
Stalin, Molotov ve diğer politbüro üyelerinin politikalarını neden değiştirdiklerini anlamak için, Zhukov’un kitabında sözü edilen bazı olguları, kısaca da olsa aktarıp hesaba katmak gerekir. Her şeyden önce, Mareşal Tukhachevsky’nin Mayıs ayındaki komplosunun açığa çıkmış olduğunu aklımızın bir köşesine yazmalıyız. Komplocular Alman generalleriyle bağlantı içindeydiler ve bir hükümet darbesi planlamışlardı. Komploya katılanların çoğu askeri personeldi; ama aralarında parti merkez komitesinde yer alan çeşitli sivil unsurlar da yer almaktaydı. İçişleri halk komiseri -G. Yagoda’nın uzaklaştırılmasının ardından NKVD şefi- N. I. Yezhov, parti merkez komitesinin Haziran plenumunda, Tukhachevsky komplosuna bulaşan merkez komitesinin 11 tam, 14 dönüşümlü üyesinin tutuklanması için izin isteyen bir rapor sundu.
Bir nedenle, Yuri Zhukov, Vladimir Pyatnitsky tarafından yazılan ve özel olarak parti merkez komitesinin Haziran (1937) plenum toplantısını ele alan Stalin’e Karşı Komplo kitabında aktarılan olguları hesaba katmamaktadır. Bu kitabın yazarı, Stalin’e saldırmasına karşın, bu plenumda, NKVD ve Yezhov’un olağanüstü yetkilerinin süresinin uzatılmasına karşı çok sayıda konuşma yapıldığını da kabul etmektedir. Özellikle, parti merkez komitesi siyasi yönetim bölümü başkanı ve uzun süre Komintern merkez yürütme komitesi sekreterliği yapmış olan I. A. Pyatnitsky (yazarın babası) şiddetli bir muhalefet sergilemiştir.
Stalin, plenum toplantısı sırasında, Pyatnitsky ile anlaşmaya çabalamıştır. Pyatnitsky’nin konuşmasının ardından toplantıya ara verilmiştir. I. A. Pyatnitsky’yle konuşan Molotov, Voroshilov ve Kaganovich, Stalin’in onun kişisel dürüstlüğü ve değerine, iyi bir örgütçü ve yöneticilik yeteneğine sahip olduğuna inandığını söylemişler, Pyatnitsky’den sözlerini geri almasını istemişlerdir. Fakat Pyatnitsky uzlaşmaya yanaşmamıştır. Ardından on beş merkez komitesi üyesi daha Pyatnitsky’yi desteklemiş ve NKVD ve Yezhov’un olağanüstü yetkilerinin kaldırılmasını talep etmişlerdir.
Bu sırada, merkez komitesi üyelerinden biri olan Filatov, Stalin’e, Pyatnitsky ve diğerlerinin NKVD’ye muhalefetinin, Pyatnitsky’nin dairesinde düzenlenen bir gizli toplantıda varılan bir kararın sonucu olduğunu söylemiştir. Filatov, toplantıya katılıp da Stalin’e onun hakkında bilgi veren tek kişidir. Stalin, daha bir ay önce, Mayısta, NKVD tarafından açığa çıkarılan Tukhachevsky komplosunun bilgisine sahiptir. Ve şimdi de, NKVD’nin daha fazla soruşturma yapmasını engellemeye çabalayan düzinelerle merkez komitesi üyesinin katıldığı gizli bir toplantı yapıldığını öğrenmektedir.
Yani, Eikhe ve diğer merkez komitesi üyeleri Stalin ve Molotov’a NKVD’nin etkinliklerini durdurmama, hatta eski kulaklara karşı artırma talebiyle geldiklerinde, Stalin ve yakın arkadaşlarının, yukarıda sözü edilen tekliflerin gerçekten karşıt bir kamptan geldiğini düşünmelerine yol açabilecek nedenleri vardı. Aslında Stalin, politikasına karşı muhalefet geliştiren iki cepheyle karşı karşıyaydı. Bir yanda Pyatnitsky ve birtakım unsurlar, hükümet karşıtı komplolara karışan üst düzey parti kadrolarının tutuklanmasına son verilmesini talep eder ve NKVD’yi keyfi davranmakla suçlarken, öte yanda Eikhe ve diğerleri, NKVD’yi göklere çıkarıyordu – fakat sadece başka hedeflere yöneltme isteğiyle.
Akla, N. I. Yezhov’un, o sırada, konumundan tam olarak emin olmadığı gelmektedir. NKVD’yi, parti merkez komitesi siyasi yönetim bölümü başkanı olarak Pyatnitsky kontrol ediyordu. Yezhov, Stalin’in Pyatnitsky’ye güvendiğini biliyordu. Yezhov, belki de, Pyatnitsky ve destekçilerinin üstün çıkması durumunda, NKVD başkanlığı koltuğunu yitireceğinden korkmuştu. Bu yüzden de, Eikhe ve ona yakın duranlarla birlik oldu. Zhukov, tamamen haklı olarak, “Yezhov, Einkhe ve çok sayıda birinci sekreterle kolayca uzlaştı ve onlara karşı oy kullanacağı açık olan kişilerin mümkün olan en kısa sürede bertaraf edilmesi konusunda anlaştı” düşüncesini savunmaktadır.
Böylece Stalin ve sadık destekçileri, kendilerini, sadece merkez komitesinin çoğunluğunu oluşturan etkili grupların değil, aynı zamanda olağanüstü yetkilerle donatılmış NKVD’nin muhalefetiyle de karşı karşıya buldular. Bu durum, Stalin ve yanındakilerin neden ani bir politika değişikliğine gittiklerini açıklayabilir.
Bu sırada, Zhukov’un ifadesine göre, birinci sekreterler, kendi bölge ve cumhuriyetlerinde faaliyetlerini açığa çıkarmayı taahhüt ettikleri yer altı çalışması yürüten karşı devrimcilerin sürgün ve idam edilmesini talep ettiler. Zhukov “en kana susamışlar olarak iki kişi öne çıktı –Batı Sibirya’da ikamet eden 10.800 kişiyi kurşuna dizme niyetini açıklayan R. I. Einkhe… ve kuşku uyandıracak kadar hızlı bir şekilde Moskova bölgesinde 41.305 eski kulak ve suçlu bulmayı beceren ve ardından bunların sürgün ya da idam edilmesinde direten N. S. Khruschev” demektedir. Meselenin şu tarafı önemlidir: Khruschev, XX. Parti Kongresi’ne sunduğu raporda, ne Einkhe’nin muhtırası ne de Eikhe ile kendisinin sürgünler ve idamlarla ilgili talep başvuruları hakkında tek kelime etmiştir. Khruschev, bunun yerine, Einkhe’yi övmüş ve onu Stalin’in terörünün masum bir kurbanı olarak resmetmiştir.,
Stalin ve yakın arkadaşlarının geçici olarak durumun kontrolünü kaybettiklerini gösteren Zhukov, demokratikleşmeye yönelik reformlarında Stalin’i aktif olarak destekleyenlerin birçoğunun (Y. A. Yakovlev, B. M. Tal, A. I. Stetzky), görevlerini kaybettiklerine ve ardından da tutuklandıklarına dikkat çekmektedir. Belli ki, Stalin, destekçilerinin bir kısmını koruyamamıştır. Açığa çıkan bir başka gerçek de, Yezhov’un, Stalin’in destekçileri arasındaki daha kolay lokma görünen kişilerin idamı konusunda kendini sınırlama niyetinde olmadığıdır. Daha sonra Yezhov tutuklandığında, kişisel kasasında, Stalin’e karşı “bir dava” açmak üzere biriktirdiği belgeler bulunmuştur.
O dönemde Yezhov, Eikhe ve benzerleri, Stalin’i ve destekçilerini devirmeye kalkışmanın getireceği riski göze alamazlardı. Stalin adı, sosyalizmin cisimleşmiş hâlinin ta kendisiydi. Molotov’un, Voroshilov’un ve Kaganovich’in popülaritesi de çok yüksekti. Birçok kent, fabrika ve kolektif çiftliğe onların adı verilmişti. Yezhov ve diğerleri, Stalin’e muhalefetlerini, sürekli onu göklere çıkararak ve ona bağlılıklarını belirterek gizliyorlardı. Hatta Yezhov, Moskova’ya Stalin’in adının verilmesi ve kente Stalindar denmesi teklifinde bile bulunmuştu. Teklif, Stalin tarafından kesin bir dille reddedilmişti.
Eikhe ve diğerlerinin NKVD’nin faaliyetlerini parti kadroları arasında yeşeren komplolardan başka yöne saptırma teşebbüsleri, paradoksal bir biçimde, bu tür unsurların tutuklanmasını durdurmadı. Anti-Sovyet karşı devrimci komploları soruşturma izni alan birinci sekreterlerin bir kısmı, yüksek mevkilere ulaşmak için, rakiplerini tutuklama taleplerini yoğunlaştırdılar. Özbekistan Komünist Partisi birinci sekreteri A. I. İkramov, 24 Haziran 1937’de, politbüroya, “karşı devrimci bağlantılarından dolayı” Özbekistan halk komiserleri konseyi başkanı Faizulla Hodzhaev’in yerine geçme talebinde bulundu. Hozhaev daha sonra tutuklandı.
Buna karşılık, Hodzhaev’in destekçileri de İkramov’u suçlu çıkarmayı başardılar. Zhukov’un işaret ettiği üzere, İkramov’un kendisi de 1937 Eylülünde partiden ihraç edildi ve ardından tutuklandı. Mart 1938’de, hem Hodzhaev hem de İkramov, Moskova mahkemesinde devlete ihanet ve casusluktan suçlu bulunarak idam edildiler.
Çok sayıda parti kadrosu, parti ve Sovyet hiyerarşisindeki yerler için kendileriyle başarıyla rekabet edebilecek kişileri ortadan kaldırma çabasına girince, 1937’de birçok rakip benzer biçimde saf dışı edildi. Çok geçmeden sahte suçlamalar kampanyası bütün ülkeye yayıldı. Birçok kişi görev arkadaşlarına iftira attı ve bunlar NKVD tarafından tutuklandı. Bu yoğun yasaları ihlal dönemi, daha sonra “Yezhovshina” olarak isimlendirilecekti. Açıkça görünen, yasadışı uygulamaların önünün, ilkin, Stalin tarafından savunulan ilkelere ve onun demokratikleşme politikasına karşı çıkan birtakım parti kadrolarınca açılmış oluşudur. İşte bu durumdur ki, Yuri Zhukov’un “Stalin’in Sovyetler Birliği’nin politik sisteminde reforma gitme teşebbüsü, tam bir fiyaskoyla sonuçlandı” biçiminde bir sonuç çıkarmasına izin vermiştir.
Yuri Zhukov’un bu toptancı ifadesine karşı çıkılması mümkündür. Birincisi, parti kadrolarının etkili kesiminin yoğun muhalefetine rağmen, Stalin anayasası kabul edilmiş ve SSCB Yüksek Sovyeti için yapılan ilk seçimler yeni –doğrudan, eşit, gizli- bir biçimde yapılmıştır. İkincisi, Stalin, birçok komünistin de desteğiyle, bölge sekreterleri ve NKVD eliyle kötü bir biçimde zedelenen meşruiyeti aşamalı bir biçimde yeniden tesis etmeye başlamıştır. Ocak 1938’de, parti merkez komitesi plenumu, “Tüm Birlik Komünist Partisi’nden ihraç edilen kişilerin başvurularına yönelik biçimci ve bürokratik yaklaşım”ı kınamıştır. Merkez komitesi kararı, 1937’nin ikinci yarısında parti üyelerinin karşılaştığı birtakım keyfi ihraçları dikkate almıştır. Karar, Stalin’in Mart 1937’de parti merkez komitesi plenum toplantısında savunduğu ilkelere dönüldüğünü ilan etmiştir.
Karar, tamamen yerel parti kadrolarının yasal sınırları ihlal etmesinin suçlanması çerçevesindeyse de, Yezhov’un konumu zayıflamaya başlamıştı. Ağustos 1938’de, politbüro, NKVD’nin faaliyetlerini soruşturmaya girişti. 1938 Kasımında, Yezhov, yasal ilkelerin yoğun ihlaliyle suçlanarak tutuklandı. Eikhe ve yürütülen sürgün ve idam kampanyasında aktif olarak yer alan diğer sekreterler de tutuklandılar.
Aynı süreçte, Yezhovshina sırasında tutuklanan binlerce insan serbest bırakıldı. Bunların arasında, Büyük Yurtseverlik Savaşı’nda önemli bir rol oynayan K. K. Rokossovsky de dâhil, birtakım Sovyet generalleri de vardı.
Yezhovshina, yaşattığı ağır kayıplara rağmen, Sovyetler Birliği’ni ölümcül bir biçimde zayıflatamadı. Birincisi, 1937-1938’de tutuklanan ve idam edilenlerin arasında, gerçek casuslar ve sosyalizm düşmanları da vardı. Batı Avrupa ülkelerinden farklı olarak, Sovyetler Birliği, Hitler’in zaferler kazanmasına olanak veren “beşinci kol”dan kurtulmayı becermişti. Alman generalleri, savaşın ilk aylarında, SSCB içindeki ajan sayılarının azlığından dolayı, Kızıl Ordu ve Sovyet savunma sanayisi hakkındaki gerçek bilgilerinin zayıflığından yakınıyorlardı. 1942’de Almanlar tarafından esir alınan ve daha sonra onlarla işbirliği yapan General Vlasov hariç tutulursa, Hitler, Sovyet yüksek yönetim kademesinden destek bulma konusunda başarısız oldu.
İkincisi, tek dertleri ellerindeki gücü korumak olan kariyer peşindeki politikacıların birçoğu, 1937-1938 iç çekişmeleri sırasında makamlarını, hürriyetlerini ve hayatlarını kaybettiler. Onların yerleri sonuçta başkaları tarafından dolduruldu. Yuri Zhukov, 1937-1938 olaylarının sonuçlarından birisinin, Sovyet yönetiminin zirvesinde, daha iyi eğitimli ve modern iktisat konusunda daha deneyimli figürlerin belirmesi olduğunu teslim etmektedir. Tukhachevsky komplosuna karışan mareşal ve subayların yerine daha iyi askeri eğitim almış genç subaylar geçti. 1937-1938’de tutuklananların yerine gelen yeni parti kadroları kendilerini içtenlikle komünizm davasına adadılar; bu unsurlar, politik açıdan, daha evvelki kadroların birçoğundan daha iyi eğitimliydiler. Partinin, Sovyet ekonomisinin ve Kızıl Ordu’nun yeni önderliği, Büyük Yurtseverlik Savaşı’nda değerini kanıtladı.
Ve sonuncusu –fakat önem açısından değil- 30’lardaki gelişmeler, Sovyet halkını Stalin’in ve onun politikalarının etrafında birleştirdi. Belirtmek gerekir ki, 30’ların yoğun karşılıklı misillemeleri, asıl olarak, Sovyet halkının sadece küçük bir kesimini oluşturan sosyal tabakaya dokundu. Aynı süreçte, sosyalist demokrasinin ilkelerini ortaya koyan ve sosyalist kuruculuğun kazanımlarını somutlaştıran Stalin anayasasının benimsenmesi, Sovyet halkının büyük çoğunluğunun, yeni sosyalist düzenin açık avantajlarının farkına varmasına yol açtı. Sovyet halkının bu düzene içten bağlılığı, onun Büyük Yurtseverlik Savaşı’nda sergilediği kahramanca mücadeleyle kanıtlanmıştır.
Lakin yine de, Yuri Zhukov, 1937-1938’de Stalin’in, siyasal reformlarının temel unsurlarından bir kısmını yürürlüğe koyma konusunda başarısız kaldığını söylemekte haklıdır. Zhukov, özellikle, 1937’de çok sayıda parti kadrosunun sert muhalefetinden dolayı, Stalin’in seçimleri alternatif adaylar söz konusu olacak bir biçimde yapma planından vazgeçmesi olgusunu dile getirmektedir. Stalin’in bu konudaki düşüncesinden kalan tek miras, Sovyetler Birliği’nde, 1991’de varlığı sona erene kadar, yapılan her seçimde, kullanılan her oy pusulasının üst kısmında yer alan bir ibaredir: “Oy pusulasında, geri kalanların hepsini silerek, oy verdiğiniz TEK BİR adayın adını bırakın.” Söz konusu seçimlerde zaten sadece TEK BİR aday olduğu için bu ibarenin pratikte bir anlamı yoktu; ibare, oy verenlerin, ilkesel olarak, birden çok aday arasından da seçim yapabileceklerini hatırlatıyordu.
Öte yandan Zhukov, yine açık bir gerçek olan, Stalin’in, kendisinin 1937’de ortaya koyduğu, parti kadrolarını siyasi eğitimden geçirme planını gerçekleştirmeyi de başaramadığından söz etmeyi ihmal etmektedir. Belki de savaş öncesi dönemin, savaşın ve ardından soğuk savaşın getirdiği güçlükler, Stalin’in, görev başındaki tüm parti kadrolarının eğitimini organize etmesine izin vermemiştir. Bunun sonucunda, yeterli politik ve genel eğitimden yoksun kadrolar yine önemli makamları işgal etmeye devam etmiştir. Bunlar arasında, N. S. Khruschev ve L. P. Beria gibi kişiler de vardır. Sonra bunlar Yezhovshina sürecinde aktif rol oynamışlardır. Fakat bu unsurlar, siyasi iklimdeki değişimi görecek kadar da çabuk kavrayışlıydılar ve Yezhov ve destekçilerine karşı mücadeleye de aktif bir biçimde katıldılar. Stalin, bu kişilerin genel ve siyasi eğitim konusundaki geriliklerinin ve diğer yanlışlarının farkında olmakla birlikte, onların enerjilerine değer veriyordu. Hem Khruschev hem de Beria, önemli makamları işgal etmeyi sürdürdüler
Stalin, ısrarla, komünizm amacına bütün yüreğiyle bağlı, iyi eğitimli, pratik faaliyette deneyimli kişileri öne çıkarmaya çalışırken, öyle görünüyor ki, Sovyetler Birliği’nin mevcut siyasi önderliğinin kusurlarının farkındaydı. SBKP XIX. Kongresi’nde, Stalin, partinin üst kademelerinin kompozisyonunu değiştirmek üzere bir girişimde daha bulundu. SBKP Merkez Komitesi Prezidyumu’nun yeni oluşturulan yapısının, parti uzmanlık alanlarında öne çıkmış birtakım liderlerin, iktisadi üretim örgütçülerinin ve teorisyenlerin katılımıyla genişletilmesini teklif etti. 1953’ün ilk aylarında, Stalin, bir doküman hazırladı; burada kendisinin SSCB bakanlar konseyi başkanlığı görevinden çekilmesini ve bu görevin eski Beyaz Rusya Komünist Partisi birinci sekreteri ve savaş sırasında SSCB partizan hareketi genel karargâhı başkanlığı yapmış olan P. K. Ponomarenko tarafından üstlenilmesini öneriyordu.
Bilinir ki, L. P. Beria ve N. S. Khruschev, savaş yıllarından beri Ponomarenko’nun katı düşmanıydılar. Ponomarenko’nun göreve atanması, öteki değişikliklerin de hemen bunu takip edeceğinin işareti olabilirdi. Stalin’in ani rahatsızlığı ve ardından ölümü, daha sonra birçok şüpheye yol açtı. Stalin’in görev arkadaşları tarafından zehirlendiği iddia edildi. En azından, Stalin’in konutunda yerde yatar hâlde bulunmasının ardından, Beria, Malenkov ve Khruschev’in onu ziyaret ettiği ve onu muayene etmesi için bir doktor bile çağırmadıkları kesindir. Stalin’in ölümünden üç yıl sonra Khruschev anti-Stalinist kampanyasını başlatmıştır.
Yönetici pozisyonlara insan seçmenin Sovyetler’de uygulanan biçiminin kusurları, Khruschev’in parti merkez komitesi birinci sekreteri makamını işgal ettiği 11 yıl süresince tamamen açık bir görünüme bürünmüştür. Bunlar, ideolojik, iktisadi ve politik alanların yanı sıra, SSCB dış politikasında da öne çıkan birtakım büyük yanlışlarla ünlenen yıllar olmuştur. Khruschev’in 1964 Ekiminde parti merkez komitesi tarafından oybirliğiyle azledilmesine karşın, SSCB ve SBKP’nin politik yapısını tadil etme konusunda hiçbir şey yapılmamıştır. Sonraki gelişmeler, SBKP ve SSCB’nin politik yapısının, Gorbachev, Yakovlev, Yeltsin gibi komünizme ve kendi ülkesine ihanet eden birtakım unsurların iktidara gelmesine engel oluşturmadığını göstermiştir. Eğer Stalin ve destekçileri düşündükleri siyasal reformları tamamlayabilmiş olsalardı, SSCB, siyasal liderlerini seçme konusunda daha iyi bir sisteme sahip olacak ve çok büyük bir olasılıkla, Khruschev, Gorbachev ve benzerlerinin iktidara gelmesine meydan verilmeyecekti.Açık olan bir başka gerçek de şudur ki, Yuri Zhukov komünist ideolojiyi paylaşmamaktadır; o, gerçek bir yurtsever Rus olarak, Stalin’in siyasal reformlarının tamamlanmamış olmasından üzüntü duymaktadır. Yuri Zhukov, SSCB’de 30’larda yaşanan gelişmelerin gerçek yüzünü ortaya sermeye yönelik araştırmasının, dönemle ilgili birçok belgenin hâlâ gizli tutulmasından veya Khruschev’in emirleriyle yok edilmesinden dolayı bir tamlığa ulaşamadığını teslim etmekle birlikte, kitabı, yine de, Khruschev ve destekçilerinin 1937-1938 olayları hakkındaki uydurmalarının yalan olduğunu ispat etmektedir. Bütün açık hatalarına ve bazı konuları atlamasına rağmen, Zhukov’un kitabı, Sovyet tarihi çalışmalarında yeni ve önemli bir hat açmıştır.
(İngilizceden çeviren: Sermet Yalçın)
Yuri Yemelianov, hepsi Rusça olarak basılmış, Buhkharin Üzerine Notlar: Devrim, Tarih, Kişilik (Moskova, 1989), Stalin (iki cilt, Moskova, 2002), Khruschev (iki cilt, Moskova, 2005) kitaplarının yazarıdır.
okumagrubu.net
* Yazı dizimiz devam ederken arada bu vb. belgeler, yazılar yayınlamaya devam edeceğiz. Bu yöntemin sorunları inceleyecek okura katkı yapacağını düşünüyoruz. Bu yöntemi kullanırken ölçütümüz yayınladığımız yazılarla fikir birliği içinde olma ölçütü değildir ve olmayacaktır.

23 Ocak 2017 Pazartesi

İlk kez Stalin Arşivi tarafından Türkçeleştirilmiştir.



Soğuk Savaşın Kökenleri*

Ernie Trory

Birçok insanın kafasında “Soğuk Savaş” adı verilen kampanyanın ne zaman başlatıldığı konusunda karışık fikirler olabilir. Acaba 12 Nisan 1945’de Roosevelt’in ölümünden sora Truman’ın ABD başkanlığına gelişiyle mi başladı; yoksa Churcill’in Missouri, Fulton’da 5 Mart 1946’da  yaptığı ünlü “demir perde” konuşmasıyla mı? Yoksa daha öncesinde mi?
Çıkış kaynağı hakkındaki şüpheler ne olursa olsun, soğuk savaşın, 1947 yılı boyunca, “Britanya’da ve yurtdışında anti-komünist propagandayı yaymak” amacıyla, Dışişleri bünyesinde, Enformasyon Araştırma Departmanı (IRD) olarak bilinen özel bir departman oluşturan İşçi Partisi hükümeti tarafından İngiltere’de kurumsallaştırılmış olduğu konusunda hiçbir şüpheye yer yoktur.
Bu operasyonun ayrıntıları otuz yıl boyunca halktan başarıyla saklandı, 1978’e kadar resmi olarak açıklanmadı, ilk kez Guardian ve Observer muhabirleri tarafından fark edilinceye kadar, sonra Lyn Smith arkasını bırakmadı, sonra Sussex Üniversitesi’nin Sürekli Eğitim Merkezi’nden bir okutman tarafından, daha sonra ise Açık Üniversite’den bir araştırma asistanı tarafından peşine daha sıkı düşüldü. 
1947’de kurulan Departmanın fikir babası Dış İşleri Bakanı Cristopher Mayhew’di. Mayhew, Ernest Bevin’e 17 Ekim 1947 tarihli mektubunda, Ruslara karşı özellikle bu amaç için kurulmuş olan dış işleri bürosu eliyle yürütülecek gizli bir “karşı propaganda saldırısı” öneriyordu.  
Dışişleri Sekreteri Bevin’i ikna etmek zor olmadı ve aynı belgenin bir kopyasını alan Başbakan Attle de Mayhew’i ayrıntıları görüşmek üzere çağırmaya dahi ihtiyaç duymadı.
Lyn Smith’e göre: “18 Kasım 1947’de Mayhew’in fikirlerini daha ayrıntılı ele almak üzere bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıya Dışişleri Devlet Kalıcı Müsteşarı Sir Orme Sargent, Dış İlişkiler Enformasyon Dairesi hizmetinde çalışan Yardımcı Müsteşar Yvone Kirkpatrick, ve Dış İşlerinden bir başka müsteşar Cristopher Warner katıldı.
Mayhew bu toplantıda görüşlerini şu şekilde sundu: kampanya mümkün olduğu kadar sosyal demokratların yararına sonuç vermeliydi, ama, diyordu, “statükonun savunucuları olarak görünmemeliyiz ve bundan kaçınmak için Rus komünizmine olduğu kadar kapitalizme ve emperyalizme de saldırmalıyız.”
Aslında bu erken aşamalarda anafikir kapitalizm ve komünizme eşit oranda saldıran bir “üçüncü güç” propagandası yapmaktı. Ancak belgelerin de gösterdiği gibi bunun antikomünizme dönüşmesi uzun zaman almadı.
“Mayhew’e göre komünizmin gücü üzerinde değil, güçsüzlüğü üzerinde yoğunlaşmak gerekiyordu. Özellikle de Rusya geri kalmış bir ülke olarak gösterilmeliydi, kitleler için fakirliğin ve bir avuç insan için ayrıcalıkların olduğu bir ülke olarak. Yurttaş haklarının karşı-propagandanın ana zemini olması konusunda şüpheleri vardı, keza bu zaten şimdiden kazanılmış olan aydın tabakasına seslenecekti.
“Amaç daha çok işçilerin ve köylülerin güvenini kazanmak olmalıydı ve bunun en iyi yolu da sosyal demokraside komünizmden daha çok sosyal adalet ve daha iyi yaşam koşulları olduğuna inandırmaktı.”
İşte Sovyetler Birliği’yle barış ve dostluk manifestosuyla iktidara gelen bir İşçi Partisi hükümeti döneminde antikomünist bir propaganda makinesi bu şekilde tesis edildi, İşçi Partili Başbakan ve onun dış işleri gizlice böyle bir propaganda makinesi tesis etme işine giriştiler. Böylece yalnızca Britanya’da işçiler ve köylüler komünist fikirlerden soğutulmuş olmayacaktı, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin ve sosyalizm yolunu tutmuş olan Doğu Avrupa ülkelerinin işçi ve köylüleri de kazanılacaktı.
 “Yvone Kirkpatrick, IRD’yi kurma ve doğru personeli bulmakla görevlendirdi Lyn Smith’in dikkat çektiğine göre, bir çoğu “ ‘demir perde’ ülkelerinden göç eden gazeteci ve yazarlardı”. Sovyet bölümünde başlangıçta 10 kişi vardı, ancak Churcill’in bir kez daha başbakan olduğu 50′lerin ortalarından itibaren bu sayı 60 kişiye kadar ulaştı.
İşçi partisi hükümeti süresince, IRD, gizli servis kaynaklarından olduğu kadar deniz aşırı ülkelerdeki diplomatlardan da enformasyon topladı. Bu enformasyon, işlendikten sonra, İngiliz bakanlara, parlamento üyelerine, BM delegelerine ve tabi İngiliz medyasına –BBC Dünya Servisi de dahi olmak üzere- dağıtılıyordu. 
Lyn Smith, 22 Ocakta 1948’de Avam Kamarasında, dış işler gündemli bir oturum hakkında şu bilgileri veriyor : “Bevin kesinlikle o zamana kadar görülmemiş derecede saldırgan bir konuşma yaptı, bu konuşma tamamen IRD’den alınan temalara dayandırılmıştı.”
Bevin, IRD’nin sağladığı “notlara” başvuran tek parlamento üyesi değildi. Mayhew, bir röportajda Lyn Smith’e şunları itiraf etmiştir: “Şayet herhangi bir anti-Stalinist parlamento üyesi belli bir konuda brifing ya da enformasyon isterse ona bunları seve seve sağlıyorduk.”
IRD’nin “Freedom First” adlı bir antikomünist örgütlenmeyle sıkı ilişkileri vardı, “bu örgüt 1949’da emekli oluncaya kadar TUC’nin (İngiliz İşçi Sendikaları Konseyi –ç.n.) İlan Sorumlusu olan Herbet Spencey tarafından yönetiliyordu. IRD ilan materyalleri, “Freedom First” tarafından yayınlanan bir gazetede kullanılıyordu ve bu gazeteler belli başlı sendikaların yönetimlerine dağıtılıyordu. 
Lyn Smith’in belirttiğine göre: “IRD bu gazeteleri finansal sağlamlılığını korumasına yetecek bir ücret karşılığında dağıtıyordu, bu da ona yapılan dolaylı bir finansal yardım olarak görülmelidir.” Ancak “Freedom First” operasyonu paranın bir bölümünün yolsuzca harcandığı suçlamaları yükselince ve bir bakan bu yüzden istifa etmek zorunda kalınca sonlandırılmak zorunda kaldı. 
Bu olaydan sonra, IRD dışişleri konularına yoğunlaştı, 1948 Ekim’inde, “Stalinist tiranlık ve çalışma kampları” temalı bir saldırı kampanyası başlatıldı. Bu ve benzer “enformasyonlar” gazetecilere ve yayıncılara özel zarflarda yollanıyordu, böylece bunların kaynağı konusunda hiçbir şüpheleri olmuyordu.” Ancak bu dokümanların resmi politikayı temsil etmediği ve gerekli yerlerde kullanıldıktan sonra ihtiyaç kalmayınca yok edilmeleri özenle belirtiliyordu. 
IRD’nin, BBC’nin dış servisleriyle de ilişkileri vardı.
1949-50 arasında BBC Doğu Avrupa Servisinin başında bulunmuş olan Sir Hug Greene’e göre,  IRD “bir antikomünist propaganda departmanı” olarak tanınıyordu. 1949’da Singapur’da da bir bölgesel enformasyon sevisi oluşturuldu.
Londra IRD’den Singapur’daki İngiliz Konsolosluğuna gönderilen bir mektupta şu ifadeler yer alıyordu: “Yönetimimiz, Komünistlerin Çin’in büyük bölümünü ele geçirdiği günümüz koşullarında bu projenin hayata geçmesine büyük bir önem vermektedir.”
Bu mektubun bir kopyası da Birleşik Devletler arşivinde bulunmaktadır. “Her ne kadar Amerikalıların IRD’nin kuruluşunda hiçbir katılımları olmamış olsa da,” diyor Lyn Smith, “Mayhew’e göre kısa zaman içinde onlar da CİA’i ve Birleşik Devletler Enformasyon Ajansını kurarak ‘kendi gösterilerini başlattılar’.” 
1951’de Labor Hükümeti düşünce, IRD hızla yayıldı, Carlton House Terrace’daki mütevazı ofisinden Millbank’ta 12 katlı katlı bir binaya taşındı, ama biz bu yazıda örgütün yalnızca bir İşçi Partisi Dış İşleri sekreterliği altında yürüttüğü faaliyetlerle ilgileniyoruz.  
Bu gizli operasyonlar hakkında daha fazla bilgimiz olsaydı mutlaka halkı ve belli durumlarda “gazeteceleri ve kanaat oluşturucuları” aldatmak için yayılan kaynağı belirsiz enformasyonların nereden çıktığı konusunda da büyük bir aydınlık sağlanacaktı.
Lyn Smith, Mayhew’la 1970’lerde yaptığı ilginç bir röportajda, kendisinin gizliliği şu şekilde savunduğunu belirtmektedir: “Avam kamarasında ciddi bir İşçi Partisi çoğunluğu vardı ve İşçi Partisi içinde o zamanlar Stalinist görüşlere yakın duran ve Sovyetler Birliği’nin dostu olan birçok üye bulunuyordu. Bunların IRD’nin varlığından haberdar olmaları durumunda bu örgütün İşçi Partisi politikalarına uymadığı gerekçesiyle ona saldıracaklarını düşünüyordum. Bu yüzden politik nedenlerle gizli kalmalıydık.”   
“Bugün [1970’lerde] bu politik olarak tehlikeli olmayabilir ama o günlerde birçok kişi bizim yaptıklarımızı barış ve Sovyetler Birliği’yle dostluğa aykırı bulacakları için Stalin’i mazur görebilirlerdi. Gizliliğin politik nedeni buydu.”
“Ama bunda sinsi bir şey olduğunu düşünmemek gerekir. Stalinizme savaş açmakla biz zamanımızın ilerisindeydik; hiç şüphesiz büyük bir politik risk alıyorduk, bu da doğru. Elaltından denemez ama anti-Stalinist yazarları, yayıncıları ve sendikacıları el altından bilgilendirmekti. Ben bunu tam olarak el altından olarak değerlendirmiyorum: gizliydi, ama el altından denemez.” 
Departman 1976’da Dış İşleri Sekreteri Anthony Crosland tarafından daraltıldı, ve 1977’de onun halefi Dr. David Owen tarafından tamamen kapatıldı. Departmanın etkinlikleri Sovyetler Birliği’nde yaklaşan büyük değişimlerin arifesinde oluşan yeni “karşılıklı yumuşama atmosferine” uygun sayılmıyordu.
Soğuk Savaşı ve genel olarak sosyal-demokrasinin rolünü inceleyenler, Lyn Simth’in bu kirli tarihin ayrıntılarını gün yüzüne çıkartan titiz çalışmasına ve onun bu konudaki temel makalesini yayınlayan Millenium Journal of İnternational Studies dergisinin editörlerine çok büyük bir teşekkür borçludur. 

İlk kez Stalin Arşivi tarafından Türkçeleştirilmiştir.
* Yazı dizimiz devam ederken arada bu vb. belgeler yayınlamaya devam edeceğiz. Bu yöntemin sorunları inceleyecek okura katkı yapacağını düşünüyoruz. Bu yöntemi kullanırken ölçütümüz yayınladığımız yazılarla fikir birliği içinde olma ölçütü değildir ve olmayacaktır.

11 Ocak 2017 Çarşamba

II. Bölüm devam ediyor...



SSCB’DE KAPİTALİZMİN RESTORASYONU VE MÜLKİYETİN KARAKTERİ…
Bilindiği gibi, yeni tip burjuvazi ve modern revizyonizm, açık burjuva kimliği ve burjuva ideolojisi ile, “biz sosyalizmi tasfiye ederek kapitalizmi ve emperyalizmi kurmak istiyoruz” diyerek ortaya çıkamazdı ve çıkmadı da. Yaptıkları her şeyi, sosyalizm ve komünizm adına yaptılar. Bir yandan eski sosyalist biçimleri korurken, öte yandan da kaçınılmaz olarak bu biçimleri de bozarak, kirleterek kapitalizme yöneldiler.
SSCB’de kapitalist restorasyonun başlangıcı, revizyonist bürokrat burjuvazinin iktidarı ele geçirdiği 1956’dır. Sonraki süreç, her bakımdan mevzilerini sağlamlaştırdığı, bir tüm olarak programını pratikleştirdiği süreç oldu.
Revizyonist burjuvazinin iktidarı ele geçirip yeni tip burjuva diktatörlüğünü kurmasından sonra ekonominin de patronu haline geldi. Kızıl maskeli beyaz karşı devrim ve iktidarın ekonomi politikası ve ekonomik politikası, kapitalizmi inşa politikasıydı. İlk adımları, ürkek ve üstü örtük bir şekilde 1953-56 arası atılan bu politikalar, modern revizyonist burjuva diktatörlüğünün kurulması ile birlikte sistematik bir tarzda yürürlüğe sokuldu ve süreç içerisinde başarı kazandı. Böylece, önce üst yapıyı ele geçiren burjuvazi, kapitalizmi inşa programıyla, kapitalist yasaları (kapitalizmin nesnel ekonomik yasalarını) harekete geçirerek sosyalizmi tümden tasfiye etmenin yolunu açarak başarı kazandı. Yani söz konusu olan, sosyalizmden komünizme geçiş sürecinde ortaya çıkan ve geçici bir dönem etki sağlayan bir revizyonist sapma değildi. En nihayetinde sapma son tahlilde çizgiye dönüşmeden düzeltilebilecek bir durumdur. SSCB’de söz konusu olan 56 ile modern revizyonist bir karşı-devrimin galebe çalmasıdır. Bir sapmadan bahsedilecekse, en fazlasından Stalin’in ölümünün hemen ardından başlatılan eski çizgiden uzaklaşma yönelimidir.
Yeni tip burjuvazinin önderliğinde SSCB’de inşa edilen ekonomi, klasik kapitalist ekonomi değildi. Ama onun yasalarına dayanan bir ekonomi olarak, tekelci devlet kapitalizmi, bürokratik kolektif kapitalizmdi. Yani yeni tip bir kapitalizmdi, tarihte ilk kez (sosyalist sistemin, sosyalist ekonominin tasfiyesi üzerinde) ortaya çıkan bir kapitalizm. Revizyonist, oportünist ve Troçki ve Mandelci Troçkist akımlar, aralarındaki önemli değerlendirme farklılıklarına karşın,  SSCB’deki ve öteki eski sosyalist ülkelerdeki kolektif mülkiyet biçimlerine ve Marks’ın Kapital’ine biçimsel açıdan dayanarak, 1956 sonrası SSCB’ni ve öteki eski sosyalist kamp ülkelerini “sosyalist” ilan edegeldiler.
Marksist Leninist Komünist Harekette de ortaya çıkan tasfiyeci orta yolcu revizyonist eğilim de sosyal emperyalist sistemi “sosyalist” olarak ilan ederken ve SSCB’deki sistemin klasik kapitalist biçimler alarak dağılmasına kadar olan süreci restorasyon süreci ve bu sürecin tamamlanarak dağılması olarak ilan ederken diyor ki, SSCB’deki kapitalizm olarak ilan ettiğiniz şey, Marks’ın Kapital’indeki kapitalizme hiç de benzemiyor!
Peki, bu bir kanıt olabilir mi? Bizce olamaz. Dahası bu tavır, tipik bir mekanizmdir, şematizmdir, pozitivizmdir. Çarpıcı bir “teorik tutuculuk”, “ideolojik tutuculuk”, “muhafazakârlık” ve “dogmatizm”dir. Diyalektiği, materyalizmi, tarihi materyalizmi, Marksizm-Leninizm’i unutmak ya da zaten anlamamış olmak demektir. Marks’ın kapitalizmi tahlil ederken ortaya çıkardığı kapitalist ekonominin nesnel gelişme yasalarını temel alarak, SSCB’de 56 sonrası sürece başarıyla ve somut olarak uygulamak yerine; görüngelere, lafıza takılmak, biçimciliğe ve “teorik tutuculuğa” saplanmak demektir.
Peki, her devlet mülkiyeti, sosyalist mülkiyet olarak görülebilir mi? Bizce görülemez. Kapitalist mülkiyetin sadece tek biçimi mi var?  Bizce hayır. Konuyla ilgili, Marksizm-Leninizm’in ustalarının yaklaşımına yakından eğilmekte yarar vardır.
Marks, “Hisse senetli şirketlerin kuruluşu”nu incelerken, şöyle der:
“1-Üretimin ve girişimin ölçeğinde, bireysel sermayeler için olanaksız bulunan muazzam bir genişleme aynı zamanda, daha önce hükümet girişimleri olan kuruluşların kamu girişimi haline gelmesi.
“2- Kendisi toplumsal üretim biçimine dayanan ve üretim araçları ile emek gücünün toplumsal yoğunlaşmasını öngören sermaye, burada, özel sermayeden farklı olarak, doğrudan doğruya toplumsal sermayenin (doğrudan bir araya gelmiş bireylerin sermayeleri) biçimini alır ve bunun girişimleri, özel girişimlerden ayrı ve farklı toplumsal girişimler şekline girer. Bu, özel mülkiyet olarak sermayenin, kapitalist üretimin kendi çerçevesi içerisinde ortadan kalkmasıdır.” (Kapital, C. III, s. 386)
Engels, kolektif kapitalist biçimlerin gelişimi ile ilgili şunları yazar:
“Ne olursa olsun, tröstlerle tröstsüz, sonunda kapitalist toplumun resmi temsilcisinin, devletin, üretimin yönetimini eline alması gerekir. Devlet mülkiyeti durumuna dönüşüm zorunluluğu, kendini önce posta, telgraf, demir yolları gibi büyük ulaştırma örgenliklerinde gösterir.
“Eğer bunalımlar, burjuvazinin modern üretici güçleri yönetmedeki yeteneksizliğini ortaya çıkarmış bulunuyorsa, büyük üretim ve ulaştırma örgenliklerinin hisse senetli şirketler ve devlet mülkleri durumuna dönüşümü de bu erek için burjuvaziden ne denli kolay vazgeçilebileceğini gösterir. Kapitalistin tüm toplumsal işlevleri şimdi ücretli görevliler tarafından sağlanır…
“Ama ne hisse senetli şirketler durumuna dönüşüm, ne de devlet mülkiyeti durumuna dönüşüm, üretici güçlerin sermaye niteliğini ortadan kaldırır. Hisse senetli şirketler bakımından bu durum açıktır. Ve modern devlette burjuva toplumun, kapitalist üretim biçimini genel dış koşullarını, işçilerden olduğu denli tek tek kapitalistlerden de gelen saldırılara karşı korunmak için kurduğu örgütten başka bir değildir. Modern devlet, biçimi ne olursa olsun, özsel olarak kapitalist bir makinedir: Kapitalistlerin devleti, soyut kolektif kapitalist. Üretici güçleri ne denli çok kendi mülkiyetine geçirirse, o denli çok gerçek kolektif kapitalist durumuna gelir, yurttaşları o denli çok sömürür. Kapitalist ilişki ortadan kaldırılmamış, tersine doruğuna götürülmüştür….” (AntiDühring, s. 397-398, Sol Yay.)
Engels, kendisinden aktardığımız alıntıların birinci paragrafında “gerekir” sözcüğü üzerine bir dipnot düşer ve şunları yazar:
“Gerekir diyorum. Çünkü ancak üretim ve ulaştırma araçları gerçekten hisse senetli şirketler tarafından yönetilemeyecek kadar büyük oldukları, bunun sonucu devletleştirme ekonomik bir zorunluluk durumuna geldiği durumda, ancak bu durumda, hatta bu işi yapan bugünkü devlette olsa, devletleştirme ekonomik bir ilerleme anlamına, tüm üretici güçlere toplum tarafından el konulmasına ön gelen yeni bir aşamaya erişildiği anlamına gelir. Ama son zamanlarda Bismarck, kendini devletleştirmelere verdiğinden bu yana ortaya, hatta şurada burada bir ruh düşkünlüğü içinde yozlaşan ve her türlü devletleştirmeyi, hatta Bismarck’ınkini bile sosyalist (devletleştirme) olarak ilan eden düzmece bir sosyalizmin çıktığı görüldü. Kuşkusuz, eğer tütünün devletleştirilmesi sosyalist (devletleştirme) olsaydı, Napoleon ile Mettermich sosyalizmin kurucuları arasında sayılırdı.” (age., s.397)
Demek ki kapitalist mülkiyet biçimi tek bir mülkiyet biçimine indirgenemez, bir de çeşitli kolektif biçimler alan, anonim ortaklıklar ve devlet mülkiyeti biçimini alan, kolektif kapitalist mülkiyet biçimleri de mevcuttur. Kapitalist mülkiyetin en yüksek biçimi, tekelci devlet kapitalizmdir. Özellikle 2. Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında gelişen tekelci devlet kapitalizmi belirgin bir olguydu. Türkiye’de de KİT’ler olgusunu hepimiz bilmekteyiz… Tekelci kapitalist devlet mülkiyeti kapitalist mülkiyetin en yüksek biçimidir, bir kolektif kapitalizmdir, tek tek kapitalistin ve kapitalist grupların mülkiyeti değildir; burada kapitalist mülkiyetin sahibi burjuva devlettir, burjuva devlet, burjuvazinin genel sınıfsal çıkarları doğrultusunda bu mülkiyeti yönetir, artı-değeri buna göre dağıtır. Bu mülkiyetin kolektif karakteri, onun sermaye olma niteliğini de ortadan kaldırmaz. Kapitalizmi salt özel mülkiyete, tek tek kapitalistlerin bireysel mülkiyetine ve rekabetine indirgeyerek kapitalizm doğru tahlil edilemez. Ayrıca alıntılardan da görülebileceği gibi, her devletleştirme sosyalizm değildir.
Bu kısa açıklamalardan sonra, devam edebiliriz.
Sosyalist devletleştirmenin sosyalist karakterini belirleyen şey, proletaryanın iktidarda olmasıdır. Proletarya iktidarı kaybederse ekonomik iktidarını da kaybeder. Dolayısıyla, proletarya diktatörlüğünün burjuva diktatörlüğüne dönüştüğü koşullarda, sosyalist toplumsal devlet mülkiyeti de kaçınılmaz olarak giderek kolektif kapitalist mülkiyete, tekelci devlet kapitalizmine dönüşecektir. Bu durumda özel kapitalist sermayenin, tek tek kapitalist ya da kapitalist grupların olmaması, özel mülkiyetin başlıca mülkiyet biçimi olmaması kolektif mülkiyetin sermaye olma niteliğini ortadan kaldırmaz ama giderek miadını doldurduğu oranda birincisine yol açar, ön koşullarını hazırlar ve çözülerek klasik kapitalist mülkiyet biçimlerine dönüşür; tıpkı revizyonist/kapitalist blokta yaşandığı gibi.
Bu bağlamda, SSCB’ye bakıp, hani nerde özel kapitalist sermaye grupları, hani nerde özel sermaye grupları arasındaki kapitalist rekabet, hani nerde kapitalist pazarda iş gücünü özgürce satan işçiler, hani nerde özel mülkiyet deyip SSCB’de ve diğer eski sosyalist ülkelerde kapitalizme dönüş sürecini ve bu ülkelerin giderek kolektif kapitalist ekonomilere dönüştüğünü ret ve inkâr etmek, ne Marksizm-Leninizm’le ne de O’nun diyalektik materyalist yöntemiyle bağdaşmaz ve insanı doğru yoldan fena halde çıkarır. Olguculuk (pozitivizm) Marksizm-Leninizm değildir ve Marks’ın vurguladığı gibi görüntüyle öz-içerik bire bir çakışsaydı bilime gerek kalmazdı. Görüngülerin analizi, görüngüleri yöneten temel gelişme yasalarına inilerek/kavranarak ancak doğru anlaşılabilir.
Modern revizyonizmin iktidara gelmesi ve programını yürürlüğe koymasını yeni burjuvazinin iktidara gelmesi ve kapitalizmi inşa etme sürecine girmesi ve klasik kapitalist biçimlere geçmeden önce (eski sosyalist biçimleri bir yandan korurken öte yandan bozarak- sözde korunmuş) sosyalist hukuki biçimler altında kapitalizmin inşa edileceğini reddetmek ile, devletin sınıfsal karakteri ile mülkiyet arasındaki bağı kopararak, mülkiyetin karakterini belirleyenin devletin sınıfsal karakteri olduğunu yadsıyan bakış açısı ve tahlil arasında kopmaz bir bağ vardır ve bu ikisi de revizyonizme tekabül etmektedir.
Küçük burjuva sosyalizmi ile sosyal demokrasi, her türlü devletleştirmeleri sosyalist olarak görür.  Bu tez, kaynağını, Bernstein’den, Kautskiyzm’den, II. Enternasyonal oportünizminden, Troçkizm’den, modern revizyonizmden alır.
Lenin, “tekelci ya da tekelci devlet kapitalizminin artık kapitalizm olmadığı, artık ’devlet sosyalizmi’ vb.” olduğunu ileri süren yaklaşımı burjuva reformizmi olarak mahkûm eder ve bunun “en yaygın yanılgı” olduğuna dikkat çeker. (Bkz. Devlet ve Devrim, s. 84)
Yine Lenin, “…Tekelci devlet kapitalizmi, sosyalizmin en eksiksiz maddi hazırlığı, onun bekleme odasıdır, çünkü tarihin merdiveninde bu basamakla, sosyalizm denen basamak arasında bir ara basamak yoktur.” (Seçme Eserler, C. 9, s.198), der. O, hemen bir üst paragrafta şunları yazar: “ …Çünkü sosyalizm, tekelci devlet kapitalizmden bir adım ileriye atmaktan başka bir şey değildir.”
Madem sosyalizm, tekelci devlet kapitalizminden bir adım ileriye adım atmaktır, yani proletaryanın sosyalist devrimle iktidarı ele geçirmesidir o halde, yeni tip burjuvazinin proleter iktidarı tasfiye ederek yeni tip burjuva diktatörlüğünü kurması demek de, sosyalizmden tekelci devlet kapitalizmine “bir adım gerileme”dir. SSCB ve Sosyalist Kamp’ın deneyimleri de bunu kanıtlıyor.
“Sosyalist devlet mülkiyeti, kapitalist devlet mülkiyetinden temelde ayrılır. Belirli işletmeler ve hatta tüm iktisat dalları burjuva devletin mülkiyetine geçse de, bunların toplumsal özü değişmez. Burjuva devlet, tekelci sermayenin çıkarlarını savunur ve bunların elinde, emekçi çoğunluğun mülk sahibi azınlık tarafından baskı altında tutulmasını sağlayan bir zor aygıtıdır. İşte tam da bundan ötürü, devlet kapitalisti işletmeler, emekçilerin burjuva sınıfının bütünü tarafından sömürülmesine dayanan girişimlerdir ve yabancı ve köleleştirici güç olarak halka düşmandırlar.
“Sosyalist toplumda iktidar işçi sınıfının elinde bulunmaktadır. İşçi sınıfı, devlet üretim araçlarına halkla ortaklaşa bir şekilde sahiptir…
“Devlet mülkiyeti, sosyalist toplumda egemen olan mülkiyet biçimidir…” (Politik Ekonomi Ders Kitabı, C. II, s. 108-109, iba.)
Konuyla ilgili çarpıcı bir örnek olarak Polonya deneyini de verebiliriz. Ayrıca, Spiro Dede’nin, “Karşıdevrim İçinde Karşıdevrim” yapıtının her okuyucu tarafından incelenmesi gerektiğine de inanıyoruz.
1953-56 arası dönemde, SSCB’deki gelişme sürecine paralel olarak, Polonya’da da revizyonist eğilimler gelişip güçlenir. SSCB’de iktidarın yeni tip burjuvazi ve modern revizyonizm tarafından ele geçirilmesine bağlı olarak Polonya’da da burjuva revizyonist karşı-devrim iktidara gelir. 1945-53 sürecinde, Polonya’da nispeten güçlü bir sosyalist sanayi kurulur. Tarımdan farklı olarak sanayide devlet mülkü, 1956 sonrası süreçte de korunur. 56 ve sonrası ile birlikte proletarya iktidarı revizyonist burjuva iktidara, sosyalist sanayi tekelci kapitalist devlet mülkiyetine dönüşür.
Burjuva revizyonist iktidarın yıkılarak yerini klasik kapitalist yapıya bırakmasına dek, odağında proletaryanın durduğu ve burjuva revizyonist-kapitalist sistemin nimetlerinden yararlanan ve paylaşan küçük bir azınlık hariç, toplumun ezici bir çoğunluğunun (küçük burjuvazi, aydınlar vs.)  proletarya hareketi etrafında harekete geçtiği, sayısız grev ve direnişin örgütlendiği bir tarihsel kesit yaşandı Polonya’da. Uluslararası sermayenin, gerici Vatikan’ın ve Titoizm’in enerjik desteği ve yönlendirmesinde Polonya’daki direnişin önderliğini burjuva liberalleri, Katolik Kilisesi, açık burjuva unsurlar yapmaktaydı. Gelişen devasa işçi ve emekçi kitle hareketi anti-Sovyet, anti-sosyalist ve Batı kapitalizmi hayranı sloganlarla yönlendirilmesine karşın, işçi ve emekçi yığınlar kendi meşru hak ve özgürlüğü için harekete geçmişti… Örneğin emperyalizmin denetiminde olan gerici Dayanışma Sendikası, 10 milyon işçiyi örgütlemeyi başarmıştı.
Peki, on milyonları sisteme ve iktidara karşı ayağa kaldıran olgu ne idi? Biliyoruz ki, nesnel bir temel, sınıfsal çelişkiler, sömürü ve zulüm olmadan böylesine dev kitle hareketleri gelişemez. Böyle bir hareket suni olarak yaratılamayacağı gibi sadece “dış güçlerin kışkırtmasıyla” da izah edilemez. İşin içine “dış güçlerin” girebilmesi de iç çelişkilerin varlığını ve bu çelişkilerin kitleleri, büyük kitleleri harekete geçirecek denli az çok keskinleşmesini veya olgunlaşmasını gerektirir.
Bu nesnel temel ve çelişkiler Polonya sisteminin tam da bağrında yatıyordu. Bürokratik kapitalist sistem ve bürokrat burjuvazinin diktatörlüğü, yeni tip kapitalist tarzda sömürü ve Rus sosyal emperyalizmine bağımlılık tam da söz konusu nesnel temeli ve çelişkileri oluşturuyordu. Yeni tip kapitalist ve sosyal emperyalist sömürü, zulüm ve toplumsal adaletsizlik çelişkileri o denli keskinleştirmiştir ki, on milyonlar, komünist öncüden mahrum bir şekilde de olsa, hareketin önderliğinden bağımsız olarak, tümüyle meşru zeminde harekete geçmiştir, geçebilmiştir.
Peki, burada karşı karşıya gelen başlıca sınıflar kimlerdi? Açık ki, proletarya ile revizyonist (yeni tip) burjuvaziydi. Toplumun onda dokuzunu karşısına alan bu sınıf, yeni tipten kapitalist restorasyonun ürünü olan yeni tip burjuvazi idi. Bu öyle bir hareket idi ki, Polonya’nın sosyalist, Polonya’daki iktidarın da proleter olduğu demagojilerine ölümcül bir darbe indiriyordu.
Peki, Polonya’da kolektif devlet mülki olan sanayiyi bu durumda sosyalist (!) gören mantık Marksist-Leninist mantık ve değerlendirme olabilir mi? Olamayacağı açık olsa gerek. Tabii yolunu şaşırmış olanlar hariç!
1971’deki işçi ayaklanmasını anlatır ve tahlil ederken, Spiro Dede şöyle yazar:
“Ayaklanmanın ulaştığı dramatik boyutlar, işçilerin hakim rejime ne pahasına olursa olsun direnme kararlılığı, isyanın gözü pek ruhu, yüce proleter dayanışması, vb., ‘Polonya sosyalizmi’nin tamamen iflas ettiğini ve açığa çıktığını gösteriyordu. Aynı zamanda bu olaylar, eski sosyalist ülkeler arasında ilk defa Polonya proletaryasının ayaklanarak, iktidardaki rejimin işçilerin rejimi olmadığını, onun tüm kötülüklerin ana kaynağı olduğunu ve sonuç olarak da yıkılmayı hak ettiğini açıkça ilan ettiğini de gösteriyordu. Enver Hoca yoldaş, işçi sınıfının bu haklı hareketlerini hem Polonya hem de öteki revizyonist ülkeler için arz ettiği önem açısından değerlendirirken şöyle yazıyordu: ‘Polonya işçi sınıfının mücadelesi revizyonist ülkeler için yeni bir olguya işaret ediyor… Aralıkta Polonya’daki işçi sınıfı ile iktidardaki revizyonist hükümet arasında ayrılık gerçekleşti… İlk defa, bir yanda işçiler öte yanda revizyonistler, kutuplaşmış iki uzlaşmaz sınıf olarak karşı karşıya geldiler.’” (Karşıdevrim İçinde Karşıdevrim, s. 99)
Yukarıdaki çıplak tabloya karşın modern revizyonizmi ve kapitalizmin restorasyonunu kavrayamayan ve yeni tip burjuvazi ve modern revizyonizmle uzlaşan orta yolcu akım, o yıllarda da, sonrasında da klasik kapitalist biçimler alıp çökünceye dek, “Polonya sosyalist bir ülkedir” savlarını ortak payda olarak, tıpkı diğer revizyonist/kapitalist ülkeleri niteledikleri gibi, tanımlamaya, proletarya ve halkları, devrimcileri yanıltmaya bütün güçleri ile devam ettiler.
Tartışmalar bakımından yararlı olacağı için “Asyatik Üretim Tarzı” üzerinde de durmak istiyoruz.
Marks’ın feodalizm incelemelerinde öne çıkan olgu, Batı Avrupa feodalizmi olmuştur. Oysa dünyamızda Batı Avrupa feodalizminden daha yaygın feodal üretim biçimlerinden biri olarak bir Doğu feodalizmi söz konusuydu. Büyük filozof sorunun bu yanının farkında olmakla birlikte bu olguya sınırlı ama açıklıkla değinmiştir.
Batı tipi feodalizmde tipik olan, yerel derebeylikler ve toprak mülkiyetinin özel ellerde toplanmış ve parçalanmış olmasıdır. Marx ve Engels’in dediği gibi, “Bütün Avrupa ülkelerinde feodal üretimin özelliği, toprağın mümkün olduğu kadar çok sayıda alt feodaller arasında bölünmesiydi.”  (Marks-Engels, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri, s. 191) Doğu feodalizminde tipik olan ise toprağın komünal toprak mülkiyeti olarak feodal devletin elinde toplanmış, merkezileşmiş olmasıdır. Yine Marks’ın dediği gibi, “…Gerçekten toprakta özel mülkiyetin yokluğu, tüm Doğunun anahtarı! Siyasal ve dinsel tarihin özü burada.” (age., s. 142) Batı feodalizminde feodal toprak mülkiyeti ve feodal hiyerarşik düzen feodal beylerin güçlerine göre dağılmış ve şekillenmiştir. Doğu feodalizminde ise mülk devletindir, egemen feodal sınıf, bir “devletlü” sınıf olarak örgütlenmiştir; feodal sınıf piramidinin tepesinde kral/sultan bulunmaktadır; askeri ve dinsel aristokrasi, feodal sınıfı oluşturmaktadır.(Bakınız PEDK, C.I, Bölüm II ve Bölüm III.)
Burada çok özet olarak üzerinde durduğumuz Doğu tipi feodalizm, kuşkusuz ki süreç içerisinde bozulmuş, vakıf ve mültezim uygulamaları yoluyla, kapitalizmin gelişimiyle giderek çözülmüş ve toprakta özel mülkiyetin gelişimiyle, özel mülkiyete dayanan biçimler alarak çözülmüştür vb. Ama asıl amacımız, burada, “Asyatik Üretim Tarzı”nın kolektif devlet mülkiyetine dayanan karakterine ve feodal egemen sınıfın bir devletli kolektif sınıf karakteri taşımasına dikkat çekmektir. Fazla uzağa gitmeden, bu olguyu Osmanlı İmparatorluğu gerçeğinden de bilmekteyiz. Bilindiği gibi, toprakta özel mülkiyetin bulunmayışından, toprağın devlete ait olmasından yola çıkarak, Osmanlıyı sınıfsız bir toplum olarak izah eden ve savunan anlayış ve eğilimler üzerinden yürütülen tartışmalar, 60’lı yılların ünlü tartışma konularından birisini oluşturmuştu. Oysa Doğu feodalizmi ve Osmanlı İmparatorluğu, feodal bir düzen karakteri taşımakta ve özgün bir biçimde iki temel sınıfa, köylülük ve feodal sınıfa dayanmaktaydı. Köylülük özel toprak mülkiyetinden yoksun olarak, devlet tarafından feodal temeller üzerinden koyu bir feodal sömürüye tabi tutulmaktaydı…
Görüldüğü gibi, “Asyatik Üretim Tarzı”nda, toprakta özel mülkiyetin bulunmaması esas olgu olmasına ve egemen sınıf, Batı Avrupa’da olduğu şekilde doğrudan feodal beylikler biçiminde karşımıza çıkmamasına karşın, bu toplum biçimi feodal sınıflı toplum olarak tanımlanmış ve çözümlenmiştir.
Kuşkusuz ki, amacımız, feodal toplumla kapitalist toplumu, feodal toplumla kapitalizmin restorasyonu yolunda ortaya çıkan revizyonist/kapitalist toplumları birbirine eşitlemek ya da kaba bir tarihsel paralellik kurarak,  tarihsel sınırları, sosyo-ekonomik farklılıkları yok sayarak kapitalizmin restorasyonunu kanıtlamak değildir. Aksine,  her bir toplumun ve tarihsel dönemin özgünlüğünü ve kendine özgü koşullarını unutmadan, tartıştığımız sorunda perspektifimizi geliştirebilecek sonuçlar çıkarabilmektir. Aksi düşünülemez bile.
Burada dikkat çekmek istediğimiz şey, özel mülkiyetin, sınıfların, sömürünün ortaya çıkışıyla birlikte, sömürücü sınıflı toplumların mutlak olarak özel mülkiyete, hâkim sınıfların parçalanmış özel mülkiyetine, emekçi sınıf ve tabakaların özel mülk sahipleri sınıfının kolektif biçimler almayan ayrı ayrı kesimlerinin sömürüsüne vb. dayanmadığını göstermektir. Tarih de bu olguya tanıklık yapmaktadır.
SSCB ve Doğu Avrupa’nın sosyalist ülkelerinde kapitalizmin restorasyonu ile birlikte tarih, yeni bir olguya tanık olmuştur. Bu yeni olgu, kendi nesnel temelleri ile somut olarak diyalektik materyalizme, Marksizm-Leninizm’in ilkelerine dayalı tahlil edilmeli, eski yetersiz bakış açısı aşılmalı, teori yenilenerek geliştirilip zenginleştirilmeli, tarihi deneyin eleştirel analizinden çıkan derslerle kadrolar, sınıf ve kitleler silahlandırılmalıdır. Böylece sosyalizmin yeni bir Ekim atılımı, 21. yüzyılın kaçınılmaz kaderi olan sosyalizmin yer küremizdeki zaferi, donanımlı ve ideolojik, programatik, stratejik olarak sağlam bir şekilde kucaklanmalıdır. Aksi tavır, komünist saflardaki orta yolcu, oportünist tasfiyeci, Troçkist ve post-Marksist, bürokratik küçük burjuva liberal sapmaların “ideolojik-teorik tutuculu”ğuna, “dogmatizm”ine, şematizmine kapılmak, yolu şaşırmak olacaktır…
SSCB’de, 1956 ile iktidarın yeni tip burjuvazinin eline geçmesinden sonra, sosyalist ekonomi, giderek yerini yeni tip kapitalist ekonomiye bırakmıştır. 56 ile iktidarın bu el değiştirmesi ile yeni tip burjuvazi, elindeki iktidar ve üstyapı tekeline dayanarak, sosyalizm ve komünizm adına, kapitalizmi, tekelci devlet kapitalizmi olarak inşa etmeyi başarmıştır. 70’lere geldiğinde, artık SSCB ekonomisi revizyonist/kapitalist bir ekonomiye, sosyal emperyalist bir ekonomiye dönüşmüştür. Bu dönüşümün programı, uygulamaları, somut verileri kitabımızda zaten ortaya konulmuştur ve bu yazı dizimizde de ortaya koyulacaktır.
DEVAM EDECEK

6 Ocak 2017 Cuma

II. BÖLÜM...



        SSCB’DE KAPİTALİZMİN RESTORASYONU VE İDEOLOJİ…

SSCB’de, kapitalist restorasyonun başlangıcı, 1956’dır. Revizyonist bürokratik burjuvazi, 20. Parti Kongresi ile politik iktidarı ele geçirmiştir. 20. Parti Kongresi’nin ideolojik, programatik, stratejik ve taktik çizgisi, yeni tip burjuvazinin çizgisini oluşturmaktaydı. Yeni tip burjuvazinin çizgisi, içte sosyalizmin tasfiyesini, kapitalizmin yeni tipten tekelci devlet kapitalizmi olarak inşasını, bu temelde, dışta sosyal emperyalist bir süper devlet olarak tarih sahnesine çıkmayı hedefliyordu.
Şu sorunun yanıtının net bir şekilde verilmesi gerekir: 1956 dönemeci ile yeni tip burjuvazi proletarya diktatörlüğünü tasfiye ederek yeni tipten bir burjuva diktatörlüğü kurdu mu kurmadı mı? Bizim bu soruya yanıtımız nettir: Evet, 56 dönemeci ile birlikte, yeni tip burjuvazi, proleter iktidarı tasfiye ederek yeni tipten burjuva diktatörlüğünü kurmuştur. 20. Kongre ve sonrası izlenen teorik ve pratik hat, bunun açık kanıtıdır. Modern revizyonizm de bu sınıfın ideolojisidir; parti ve devlet ideolojisidir, SSCB’nin kızıl maskeli karşı devrimin zaferi ile davul-zurna eşliğinde ilan ettiği resmi ideolojidir…
Modern revizyonizmi, Marksizm-Leninizm’in bir mezhebi (“Mezhepçi Sosyalizm”, “Mezhepçi Marksizm”), “Marksizm-Leninizm tabanı üzerinde” duran bir akım olarak gören revizyonist, oportünist akımlar, doğal olarak, 56’yı bir dönemeç, Marksizm-Leninizm tarafından ortaya konulamamış bir yoldan yeni tip burjuva diktatörlüğünün kurulduğu bir tarihsel dönüm olarak görmemekte ve modern revizyonist iktidarı, sosyalist olarak görmeye devam etmekteydiler. Bazı revizyonist, oportünist akımlar ise, modern revizyonizmi bir sapma olarak görmekteydiler ve 56 ile inşa edilen ve geliştirilen bu iktidarı sosyalist olarak tanımlamaktaydılar. Keza, bir diğer kısım revizyonist, oportünist akım ise, “üst yapı revizyonist ama alt yapısı sosyalist” olduğunu düşündükleri için SSCB‘yi ve diğer eski sosyalist ülkeleri dağılıncaya dek, sosyalist olarak tanımlamaktaydılar ve tanımlamaya devam ettiler*. Modern revizyonizmi Marksizm-Leninizm’in yaratıcı geliştirilmiş biçimi, revizyonist/kapitalist sistemi sosyalizmin ileri aşaması, komünizme yükselen/ilerleyen sosyalizm olarak gören akımı ise geçiyoruz; ki bu akım Sovyet modern revizyonizminin (Kruşçev, Brejnev vb.) ideolojik-siyasi uzantısıydı…
Peki, modern revizyonizm nedir? Modern revizyonizm, Marksizm-Leninizm’in bir biçimi midir? Modern revizyonizm, Marksizm-Leninizm’in tabanı üzerinde duran, onun bir mezhebi olan, dolayısıyla Marksist-Leninist bir akım mıdır? Modern revizyonizm, kimin, hangi sınıfın ideolojisidir? Yoksa sınıflar üstü bir olgu ve ideoloji midir?
Bizce, modern revizyonizm, ne sınıflar üstü bir akımdır ne de Marksist-Leninist bir akımdır; bizce modern revizyonizm, sosyalizm maskeli burjuva ideolojisinin bir biçimidir. Modern revizyonizm, özellikle 2. Dünya Savaşı’nın ardından ortaya çıkan ideolojik ve siyasi bir akımdır. Savaşın ardından, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki kritik tarih eşiğinde, güçler dengesinin önemli oranda sosyalizm lehine değiştiği ve emperyalist kapitalizmin genel bunalımının alabildiğine şiddetlendiği bir tarih kesitinde ortaya çıkan yeni tip burjuva akımdır. İktidardaki modern revizyonizmin ilk biçimi, Titoizm’dir. Titoizm, Sosyalist Kamp içerisinde emperyalizmin “Truva Atı” idi. Fakat iktidardaki revizyonizmin en tehlikelisi Kruşçev’le birlikte ortaya çıkan Sovyet modern revizyonizmiydi. Kruşçevci Sovyet modern revizyonizminin ortaya çıkarak iktidarı gasp etmesinden sonra, AEP-ASCH hariç, sosyalist kampın öteki ülkelerinde de modern revizyonist karşı devrim galebe çaldı…
SSCB’de ortaya çıkan modern revizyonizmin, içteki maddi- sınıfsal temelini oluşturan şey, sosyalizmin zaferi koşullarında ortaya çıkan aristokratik, teknokratik, bürokratik ayrıcalıklı yeni tip küçük burjuva tabakasıydı. Dıştaki maddi ve politik kaynağı ise, emperyalizm, emperyalist kuşatmanın baskısı ve Amerikan emperyalizminin önderliğinde örgütlenen “Soğuk Savaş Stratejisi”ydi.
SSCB’deki söz konusu küçük burjuva bürokrasisi, yeni tip karşı-devrimi örgütleyerek 1956’da politik iktidarı gasp ederek, politik iktidar tekelini kurmayı başarmıştır. Küçük burjuvazinin burjuva olmak için yanıp tutuşması ve koşullar elverince iktidarı ele geçirmesi, eşyanın doğası gereğidir. 56 dönemeci ile iktidarı gasp eden bu küçük burjuvazi, burjuva olmaya sıçramış ve kendi programını yürürlüğe koymuştur. Böylece yeni tip küçük burjuva toplumsal bir katman ve kast olmaktan çıkarak yeni tip bir burjuva sınıfa dönüşmüştür.
Peki, modern revizyonizmin sosyalist bir ülkede iktidara gelmesi neyi ifade eder? Modern revizyonist karşı-devrimin iktidar tekelini gasp ettiği ve programını yürürlüğe koyduğu halde, bu iktidar, hala proletarya diktatörlüğü olarak nitelenebilir mi?
Marksizm-Leninizm’e göre, modern revizyonizmin iktidara gelmesi ve programını yürürlüğe koyması demek, proletaryanın iktidarını kaybetmesi, burjuvazinin diktatörlüğünü kurması demektir. Modern revizyonizm Marksizm-Leninizm’in, yeni tip burjuva diktatörlüğü proletarya diktatörlüğünün tasfiyesi demektir. Orta yol yoktur: Ya proletarya diktatörlüğü ya da burjuva diktatörlüğü! Ya sosyalist ideoloji ve pratik ya da burjuva ideolojisi ve pratik, Lenin’in de vurguladığı gibi, insanlık henüz üçüncü bir ideoloji keşfetmemiştir ve revizyonist orta yolcular da bunu başaramamıştır. Orta yolcu akım, proletarya ile burjuvazi, kapitalizm ile sosyalizm-komünizm arasında yalpalayan, sınıf barışını savunan, iki sistemin barışını savunan, bir elini kapitalizme, diğer elini sosyalizme uzatan ve doğası gereği ikisi arasında sürekli yalpalayan küçük burjuvazinin sınıf tavrı ve duruşudur.
Lenin’in dediği gibi, eğer proletarya iktidarda değilse, sosyalizm düşünülemez. Yeni tip burjuvazinin iktidarı gasp etmesi, proletaryanın iktidarı kaybetmesidir. Proletaryanın iktidarı kaybettiği yerde ise, sosyalizm düşünülemez ya da sosyalizmin giderek tümden tasfiyesi nesnelerin doğası gereğidir.
Modern revizyonizm, yeni tip burjuvazinin ideoloji ve programıdır. Programı yeni tip burjuvazinin programı olan bir iktidar ise sosyalizmi değil, sosyalizmi tasfiye ederek kapitalizmi inşa eder. Sürecin tahlil ve tanımlamasında belirleyici olan niyetler değil, objektif gerçeklerdir. Ve gerçekler inatçıdır, er geç kendilerini dayatırlar. Yapılması gereken şey, gerçeğin, nesnel ve bilimsel, Marksist-Leninist çözümlenmesidir. Orta yolculuk, eklektisizmdir, eklektisizm ise oportünizmdir. Marksist-Leninist Komünist Hareketin saflarında modern revizyonizmle uzlaşma sapması demek olan orta yolculukla, komünist hareket Marksist-Leninist yolda ilerleyemez. Gerek coğrafyamızda, gerekse de uluslararası arenada komünist hareketin tartıştığımız sorunda temelde doğru olan çizgisinin giderek inkârı ve tasfiyesinden kaçınılamaz. İlkeli ve Marksist-Leninistçe olan tek tavır, özeleştirel bir şekilde bu sapmanın düzeltilmesidir.
Modern revizyonizm, Marksizm-Leninizm’in bir çeşidi değildir. Yeni tip burjuvazinin modern revizyonist diktatörlüğü proletarya diktatörlüğünün bir biçimi değildir. Kapitalist/revizyonist sistem, sosyal emperyalizm sosyalizmin bir çeşidi değildir. Bir Çin sosyalizmi, bir Küba sosyalizmi, bir K. Kore sosyalizmi vb. vb. yoktur; bu yaklaşım(lar) küçük burjuva milliyetçiliğin ürünüdür. O da sosyalist, bu da sosyalist, hepimiz sosyalistiz vs. yaklaşımı tipik oportünizmdir. Modern revizyonist ideolojiyi de “sosyalist ideoloji” olarak görmek ya da buna açık kapı bırakmak da oportünizmdir. Eski ideolojik ayrılıkların önemsizleştiği ve aşıldığı gerekçesi, tipik bir tasfiyeci oportünizmdir. Proletarya saflarına taşınan burjuva ve küçük burjuva ideolojisidir; küçük burjuva ütopizmidir. Ne modern revizyonist ideoloji ne de kendilerini “Marksist”, “Marksist-Leninist”, “komünist”, “devrimci Marksist” vs. olarak tanımlayan oportünist, revizyonist, reformist, anarşist, Troçkist akımlar Marksist-Leninist, komünist değildirler. Onlar, Marksizm-Leninizm tabanı üzerinde duran, Marksizm-Leninizm’in birer mezhebini oluşturan partiler, çevreler, bireyler vs. değildirler. Oportünist hayaller yaymak, ilkesiz, belkemiksiz bataklığa gitmek Marksist Leninist Komünistlerin işi değildir ve olmayacaktır.

* Bu vb. teoriler ve analizler kitabımızın “TASFİYECİ REVİZYONİST TEORİLERİN ELEŞTİRİSİ”  bölümünde genişçe incelenmiştir. Sırası gelince söz konusu teorilerin bir kısmı yazı dizimizde de ele alınacaktır. Ki dizimizde, kitabımızın basılmasından sonra ulaşabildiğimiz, incelediğimiz kaynaklardan çıkardığımız verilerin bir kısmına da yer vermekteyiz.
DEVAM EDECEK