2 Ocak 2017 Pazartesi

II. Bölüm

SSCB’DE KAPİTALİZMİN RESTORASYONU: İKTİDAR…
Proletarya, proleter devrim aracılığıyla hemen ve doğrudan komünizme sıçrayamaz. Proletarya, ancak olgunlaşmamış komünizm olan (komünizmin ilk evresini oluşturan ve bir geçiş evresi olan ) sosyalizmden geçerek komünist toplumun üst evresine (sınıfsız toplum) ulaşabilir. Çünkü üretici güçlerin gelişme düzeyi, proletaryanın bir çırpıda komünizme sıçramasına izin vermez ve vermemektedir. Geçiş evresi olarak sosyalizmi zorunlu kılan da bu nesnel olgudur.
Kapitalizmden komünizme geçiş süreci, kesintisiz bir devrim sürecidir. Ve bu devrimci geçiş süreci ya ileriye, komünizme yürüyüş ya da geriye, kapitalizme dönüş ikilemi dışında üçüncü bir seçenek tanımaz. Sürecin temel çelişkisi, kapitalist yolla sosyalist yol arasındaki çelişkidir. Çelişkinin devrimci çözümü, sosyalizmden komünizme geçiştir.
Kapitalizmden komünizme geçiş süreci, ve uluslararası alanı kapsayan keskin bir sınıf mücadelesi sürecidir. Sınıf mücadelesi, geçiş sürecinin temel dinamiğidir. Geçiş sürecinde sınıf mücadelesinin reddi, sosyalizm ve komünizmin reddi ve kapitalizme geri dönüşün kutsanmasıdır.
Kapitalizmden komünizme geçiş süreci, ancak proletaryanın önderliğinde gerçekleşebilir. Bu önderlik proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesinde ve komünist partisinin önderliğinde somutlaşır. Dolayısıyla proletaryanın önderliğinin ret ve inkârı, sosyalizm ve komünizmin yadsınması, kapitalist restorasyonun yolunun açılması ve kapitalizmin yeniden inşasını ifade eder.
Kuşkusuz ki, devrimci geçiş süreci, mekanik, şematik bir tarzda kavranamaz. Bu bağlamda geçiş süreci bir kez başladı mı otomatik bir çizgide ilerleyen bir süreç olarak kavranamaz. Aksine, devrimci geçiş süreci, karmaşık, kendi içinde gerileme, zikzaklar çizme, sapmalara uğrama, yenilgi olasılıklarını da bağrında taşıyan diyalektik bir süreçtir. SSCB’nin ve Sosyalist Kamp’ın tarihsel deneyimi de bunu kanıtlıyor.
Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde, bir geçiş evresini oluşturan sosyalizm, adı üstünde bir geçiş aşamasıdır; kendi başına bağımsız, kendi öz varlık koşulları içerisinde gelişen temel bir toplum değildir. İlkel komünal, köleci, feodal ve kapitalist toplumlar, temel toplum biçimleridir. İnsanlığın ve toplumsal gelişmenin tarihsel evriminden bunu hepimiz biliyoruz. Sosyalizm bu kategoriye girmez, sosyalizm yerini komünizme bıraktığında, komünizm, temel bir toplum olarak tarihi bir olguya dönüşecektir.
Temel toplum biçimlerinden geriye dönüş olanaklı değildir. Örneğin, feodal toplumun yıkılması ve yerini kapitalizmin almasından sonra, yıkılmış toplumun kalıntılarının feodal toplumu yeniden kurma (restorasyon) girişimleri, Fransa deneyiminden de görülebileceği gibi, hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Çünkü üretici güçlerin gelişme düzeyi, toplumsal gelişmenin ulaştığı nesnel tarihsel düzey, bunu olanaksız kılmaktadır.
İnsanlık, komünizme ulaştığında, kapitalizmin restorasyonu olanaklı olmayacaktır. Çünkü komünizm, sınıfsız toplumdur. Üretici güçlerin, toplumsal gelişmenin nesnel gelişme düzeyi, zaten buna olanak tanımayacaktır. Ama aynı şeyi, bir geçiş evresi olan sosyalizm için söyleyemeyiz. Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde, kapitalist restorasyon tehlikesi vardır. Tehlike önlenemezse, bir olguya dönüşür ve kapitalizm yeniden inşa edilebilir. Deneyler de Marksist- Leninist teorinin bu tahlilini doğrular; deneylerin ışığında geliştirilmiş olan teori, bunu kanıtlar.
Sosyalizmin maddi-nesnel ön koşulları, kapitalizmin bağrında ortaya çıkar ama sosyalist üretim ilişkileri için bu olanaklı değildir. Çünkü kapitalist üretim ilişkileri ile sosyalist üretim ilişkileri uzlaşmaz karşıtlığa tekabül eder ve birbirini yadsırlar. Örneğin özel mülkiyetçi üretim ilişkileri sömürüye dayandığı için, biri diğerinin bağrında (kapitalizmin feodal toplum içinde çıkıp gelişmesi gibi) ortaya çıkar ve gelişir. Ama sosyalist üretim ilişkileri sömürüyle bağdaşmaz, sömürüden arınmış üretim ilişkileri karakteri taşır, bu nedenle yeni bir üretim ilişkisi olarak, eskinin bağrında doğup gelişemez.
Sosyalist üretim tarzının ve bu üretim tarzının bir bileşeni olan sosyalist üretim ilişkilerinin örgütlenebilmesinin zorunlu politik ön koşulu, proletaryanın sosyalist devrim yoluyla iktidarı ele geçirmesi, egemen sınıf olarak örgütlenmesidir. Proletarya diktatörlüğü, proletaryanın egemenliğini bir başka sınıfla paylaşmadığı ve paylaşmayacağı iktidarıdır. Proletarya, komünizme geçiş evresindeki ekonomik, politik, kültürel görevlerini ancak proletarya diktatörlüğü aracılığıyla gerçekleştirebilir. Ve proletarya diktatörlüğünün temel yönetici gücü de komünist partisidir.
Her devrimin temel sorunun iktidar sorunu olduğunu biliyoruz. Kapitalizmden komünizme geçişin belirleyici temel aracı nasıl proletarya diktatörlüğü ise, sosyalizmden kapitalizme geçişin de zorunlu politik ön koşulu, burjuvazinin sosyalist iktidarı ele geçirerek tasfiye etmesidir. Şu veya bu biçimde iktidarı ele geçiremeyen burjuvazi, kapitalist restorasyonu örgütleyemez, sosyalizmi tasfiye edemez.
Demek ki geçiş sürecinde gerek devrimin, gerekse de karşı devrimin temel sorunu iktidar sorunudur. Proletarya, ancak kendi iktidarına dayanarak nihai hedefi olan komünizme ilerleyebilir, ulaşabilir. Başka yolu yok. Keza burjuva karşı devrim de ancak iktidarı ele geçirerek, proletarya diktatörlüğünü tasfiye ederek kapitalizme geri dönebilir. Bunun da başka yolu yok.
Görüldüğü gibi, sorunun merkezinde, her halükarda iktidar sorunu durmaktadır. Bu olgu, sosyalizmin temel bir toplum olmamasıyla, bir geçiş biçimi olmasıyla bağlıdır.
Demek ki, SSCB ve Sosyalist Kamp’ta yeni bir yoldan gerçekleşen kapitalizmin restorasyonu sorununu incelerken, işe, öncelikle iktidar sorununu inceleyerek ve çözümleyerek başlamamız gerekmektedir. Bu sorundan kaçınmak, gerçekte asıl sorundan kaçınmak ve revizyonizme boylu boyunca saplanmak demektir.
Evet, SSCB’de kapitalizmin restorasyonunun başlangıcı 1956’dır. Bu başlangıç, “sosyalizmin zafer”, ve “kesin zafer” kazandığının düşünüldüğü bir tarih kesitinde gerçekleşmiştir. SBKP’nin 20. Kongresi ile Kruşçev liderliğindeki modern revizyonist burjuvazi politik iktidarı ele geçirmiştir. Proletarya partisinin ve proletarya diktatörlüğünün miadını doldurarak yerini “tüm halkın partisi”ne ve “tüm halkın devletine” bıraktığı, böylece yeni bir tarihi aşamaya, sosyalizmden komünizme geçme aşamasına geçildiğinin ilanı proletarya diktatörlüğünün tasfiye edildiğinin ilanıdır. Burada söz konusu olan revizyonist bir sapmanın partide, devlette ve üstyapıda ortaya çıkması değil, aksine, yeni tip burjuvazinin partiyi, devleti, üstyapıyı ele geçirerek, sosyalist iktidarı tasfiye ederek, yerine, yeni tip burjuva iktidarını kurmasıdır. Bu yeni iktidarın çizgisi, teorisi-programı-stratejisi-taktikleri ile tüm toplumsal yaşamı kucaklayan, sosyalizmi her cephede tasfiye, kapitalizmi kurma eylemi olarak kendisini ortaya koyan bütünlüklü bir çizgidir. Ve bu yeni iktidar, modern revizyonist karşı devrimin zaferiyle, proletaryanın yenilgisi ile yeni tip burjuvazinin iktidar tekelini kurması ve yeni bir yoldan, Marksist-Leninist teorinin daha önce görmediği yoldan, kapitalizmi yeni bir tarzda kurmasıdır.
Bu yeni tarihsel deneyimin kanıtladığı gibi, sosyalizmin inşa sürecinde, eğer önlenemezse, yeni tipten bir küçük burjuva sınıfı doğar, gelişir, ilk elverişli fırsatta da politik iktidarı gaspeder ve politik iktidar tekeline dayanarak, sosyalizm ve komünizm adına, yeni tipte kapitalizmi kurar da. SSCB’de önce iktidar ele geçirilmiştir. Kavranacak halka budur. Sonra, bu iktidar gücüne dayanılarak sosyalist ekonomi de, adım adım, tasfiye edilerek yerine kapitalizm geçirilmiştir. Burada, klasik burjuva devrimlerinin, kapitalizm ve burjuvazinin gelişim çizgisini arayıp bulamayınca veya kaba ekonomist perspektiflerden yola çıkarak veya bunlara benzer bakış açılarından hareketle SSCB’nin 56 sonrasını, ta dağılıncaya dek sosyalist ilan etmek demek, gerçekte, sosyalizmde ortaya çıkan yeni tarihsel deneyimi ve bu deneyimden çıkarılacak yeni dersleri anlayamamayı ifade eder sadece. Ki böyle bir kafayla sosyalizm kurulamaz veya varsayalım ki kuruldu, bu durumda da sosyalizm korunamaz. Aynı nehirde iki kez yüzülmez. Yeni bir tarihsel deneyim ortaya çıkmıştır bir kere. Tarihin tekerliği artık geriye çevrilemez. Yapılması gereken şey, dogmatiklikten, muhafazakârlıktan, teorik-ideolojik tutuculuktan kurtularak, yeni olguyu kavramak, teori ve pratiği zenginleştirecek yoldan yürüyerek geleceği kurmaktır.
1956 sonrası, uluslararası bir akım olarak ortaya çıkan, modern revizyonizme, kapitalist restorasyona ve sosyal emperyalizme, kapitalist/revizyonist sisteme karşı orta yolcu bir konumda mevzilenen oportünist akımın çarpıttığı ve kavramaktan uzak olduğu sorunların başında, iktidar sorunu gelmektedir. Bu bayatlamış ve üstelik tarihsel pratik tarafından ıskartaya çıkarılmış revizyonist yaklaşım ve duruşun, tüm bunlardan sonra, komünist hareket saflarında ortaya çıkması ve savunulması son derece üzücü ve mutlaka mahkum edilmesi gereken antiMarksist-Leninist bir eğilimdir. Üstelik bu tasfiyeci, inkarcı oportünist eğilimin, iç ve uluslararası orta yolcu akım tarafından 1950’lerden bu yana savuna geldiği revizyonist teori ve tezleri “dogmatizme”, “teori-ideolojik tutuculuğa” karşı mücadele ve “teorik-ideolojik yenilenme”, “yaratıcı Marksizm”, “mezhepçi Marksizme karşı mücadelekamuflajına bürünerek ileri sürmesi, tabloyu daha trajik, daha trajikomik bir hale getirmektedir. Tasfiyeci-inkârcı revizyonizm Marksist Leninist Komünist Hareketin programının “20. asra” ait olduğu, ideolojik-teorik çerçevesinin aşıldığı formülasyonu ile de bu yönelimini ortaya koymuştu uzun yıllar önce.
Ayrıca, Troçkizm’in tek ülkede sosyalizmi olanaklı görmeyen, bir veya birkaç ülkede sosyalizmin inşasını yadsıyan teorilerine, Troçkist sosyalizm anlayışı ve geçiş programına sempati duymak, propagandasını yapmak, Troçkizm’in ve postMarksizmin ideolojik bataklığına batmış olarak, Leninizm’i açıkça yadsımak, Stalin, “Stalinizm” düşmanlığı yapmak ve kolektifin kürsüsünden ilkesizce propagandasını yapmak, üstüne üstelik bunları “21. asrın sosyalizmi”, “sosyalizmin rönensansı”, “sosyalist aydınlanma”, “teorik-ideolojik yenilenme”, “yaratıcı Marksizm”, yeni (!) teorik açılımlar vs. ilan etmek tipik bir tasfiyeciliktir. Orta yolcu oportünizmin, Troçkizm’in, post-Marksizmin, “ezilenlerin Marksizmi”nin, küçük burjuva bürokratizminin ve elitizminin bataklığındaki kokuşmuş teorileri, tezleri, analizleri alıp ya da ondan esinlenerek sözde yenilenme vs. adına açılım(!) yapmak; üstüne üslük, bu teorilerin gerçek sahiplerini atlayarak, bu fikirlerin sahibi şunlar, şunlardır, bilmem kaç on yıl sonra bu teorilerin, fikirlerin değerlerini anlayıp benimsedik, özeleştirimizi yaparak ilkeli, dürüstçe şimdi de bunların propagandasını yapıyoruz dememek ayrıca baştan sona son derece sağlıksız bir tutumdur, düpedüz fikir hırsızlığıdır; bu tablo, utanç verici bir ideolojik-teorik-siyasi-örgütsel kirlenmeyi-çürümeyi; ahlaki, vicdani, moral değerlerden kopuşu yansıtmaktadır çarpıcı bir tarzda.
80’lerden, özellikle de 90’lardan sonra 100-150 yıllık revizyonist, oportünist, reformist, Troçkist vb. teori ve tezlerin “dogmatizme, teorik-ideolojik tutuculuğa” karşı mücadele, “yenilenme”, “21. asrın sosyalist aydınlanması”, “yaratıcı Marksizm” vs. adına modaya dönüştürülerek piyasaya sürülmüş olduğu bilinen bir gerçektir. “Doğu Bloku”nun dağılışıyla birlikte, Titoculuk ve Kruşçev revizyonizminden sonra ortaya çıkarak uluslararası bir akıma dönüşen; bir elini revizyonizme bir elini Marksizm-Leninizm’e uzatan, proletarya ile yeni tip burjuvazi, kapitalizmle sosyalizm arasında sürekli yalpalayan orta yolcu akımın teori ve tezlerinin, keza bilinen Troçkist, postMarksist tasfiyeci kirliliğin ve çürümenin “yaratıcı Marksizm”, “muhafazakarlığa karşı mücadele” vs. adına yeniden gündemleştirilerek Marksizm-Leninizm’e karşı mücadele edilmesi, komünist hareketin teorik ve ideolojik olarak silahsızlandırılması, kuşkusuz ki mücadele edilmesi gereken komünist hareketteki tasfiyeci oportünist sapmanın karakteristikleridir. Sadece hatırlatmakla yetiniyoruz: Ama bu, aynı zamanda komünist hareketin kendi günahlarının kefaretidir.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder