15 Nisan 2017 Cumartesi

II. BÖLÜM... Bir Demagoji ve Gerçekler



Bir Demagoji ve Gerçekler
Kruşçev’le başlayan ve ardılları tarafından tekrarlanan ve bir dizi revizyonist ve tasfiyeci akım ve aydın çevreleri tarafından yüksek sesle dile getirilen bir iddiaya göre, Stalin ağır sanayiye o kadar çok ağırlık vermiştir ki, Sovyet insanı hep acil tüketim gereksinimleri sıkıntısı içinde yaşamış, açlık vs. çekmiştir.
Birinci olarak bu demagoji, sosyalist inşada ve komünizmin maddi-teknik temelini kurmada üretim araçları üreten sanayinin sosyalizmde önder ve temel bir sektör olarak kavranmasına duyulan anti-proleter tepkilerin ürünüdür. İkinci olarak bu demagoji gerçeği de ifade etmemektedir. Şu tablo, modern revizyonist hainlerin iftirasını iyi bir şekilde sergilemektedir:
                                            
                                                A-1 grubu      A-2 grubu
Stalin dönemi       (1950)         % 72                % 28
Kruşçev dönemi    (1960)         % 78              % 22
Brejnev dönemi    (1965-66)     % 82              % 18
(Doğu Perinçek, Stalinden Gorbaçov’a, s. 41)
 “A-1 grubu”, üretim araçları üreten sanayiyi, “A-2 grubu”, tüketim araçları üreten sanayiyi temsil ediyor. Perinçek, bu verileri “Stalin’i ajanlıkla bile suçlayan Voslensky’in verdiği” rakamlardan aldığını açıklıyor.
Konuyla ilgili J.M. Chauvıer, Abel Aganbegiyan’ın 1965 yılında hazırladığı bir raporu hatırlatır. Aganbegiyan, üretim, ulusal gelir, verimlilik, sabit fonlar ve yatırımlar veriminde, “bütün alanlarda” görülen düşüşün nedenlerini sorgular ve bunu iki nedene bağlar. Bu iki nedenden birincisi şöyle özetlenir Chauvıer tarafından: “… bir kere (ekonominin-bn.) gelişmesi tek yanlıdır. A grubu ile (üretim araçları sektörü) B grubu (tüketim malları sektörü) arasındaki orantılar. Birincinin özgül ağırlığı 1930’dan önce % 40’ın altındadır, altmışlı yılların ortasında % 70’in üstüne çıkar. A grubuna öncelik, sanayileşme için ödenmesi kaçınılmaz bir bedeldir. Ama savaştan hemen sonra değişiklik yapmak gerekti. Tarımı, hafif sanayiyi ve konut yapımını arttırmak gerekti. Bunlar 1953’ten sonra yapıldı ama çok az ve çok düzensiz olarak. Tarım yatırımlarının payı 1953’de % 20’lere kadar çıkmış, sonradan yeniden % 5’e düşmüştür..” (age., s. 182)
Tablo ve verilerden görülebileceği gibi, Stalin’i suçlayan Kruşçevler, Brejnevler gerçekte kendi eylemleri ile halkın tüketimini daha fazla kısarken, öte yandan da üretim araçları üreten sanayiye (ağır sanayi) daha fazla yüklenmişlerdir. Burada ekonominin militarizasyonunun geliştirilmesinin özel bir yer tuttuğundan bahsedilebilir. Rus sosyal emperyalizminin giderek Amerikan emperyalizmiyle dünya pazarlarının, etki alanlarının, hammadde kaynaklarının, sermaye ihraç alanlarının, stratejik bölgelerin paylaşımı doğrultusunda giriştiği emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinin, yeni burjuvazinin askerileşmeye güçlü bir tarzda yönelmesine yol açtığını, bunun kaçınılmaz bir biçimde, tüketim sanayinden ve sosyal haklardan daha fazla kesintiler yapılmasına ve kitlelerin daha fazla yoksullaşmasına yol açtığını belirtmek gerekiyor. Açık ki, Stalin döneminde bilinen ağır koşullara karşın halkın tüketim düzeyi çok daha iyidir. Hainler, “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali kendi niyet ve eylemlerini Stalin’e ve sosyalizme mal etmişlerdir. Bir de, böylece, emperyalist dünyaya ve bu dünyanın hizmetindeki sayısız oportünist akıma benzer demagojik saldırılar için sahte ama etkili bir silahta vermiş oluyorlardı.
Bu konuda, sosyalizmin ve Stalin’in düşmanlarının ağzından bazı veri ve değerlendirmeleri yazımıza aktarmak istiyoruz.  “Perestroyka’nın mimarlarından”, “Gorbaçov’un ekonomi alanında sağ kolu” Abel Aganbegyan, şunları açıklar:
“Halk sağlığı. 1950’lerin sonları ile 1960’ların başlarında Sovyetler Birliği diğer ülkelerle karşılaştırıldığında çok iyi durumdaydı; örneğin ölüm oranı binde 6-7 ile yeryüzündeki en düşük orandı; 70 yıllık yaşam beklentisi Japonya’nınkine eşitti; çocuk ölüm oranı en düşük 15 ülke arasındaydı. O zamandan bu yana ciddi bir kötüleşme meydana gelmiştir…20 yılda… milli gelirin sağlık bakımına tahsis edilen oranı, diğer ülkelerden iki veya üç misli daha düşük düzeye indi…Doktorların ve hemşirelerin ücretleri göreli olarak düştü. Sonuç olarak 1985’e gelindiğinde ölüm oranı binde 10.8’e çıkmış, yaşam beklentisi iki yıl azalarak 68’e inmişti.
“Eğitim. 1950’lerde eğitime milli gelirin yüzde 10’nu ayrılıyordu. İlk Sputnik uzaya fırlatıldığında, bir ABD komisyonu SB’ndeki ilerlemenin nedenlerini araştırmış; sırrın, okul düzeyindeki Sovyet eğitimimin kalitesinde yattığına karar vermişti. O sırada SSCB’nin yüzde 10’una karşılık, ABD’nin kendi GSMH’inin sadece yüzde 4’ünü eğitime harcıyordu.
“1985’e gelindiğinde ise, ABD’nin milli gelirdeki eğitim harcamaları yüzde 11’e çıkarken, SB’de yüzde 7’ye, yani çağdaş hayatın icaplarının oldukça altında bir düzeye inmişti.”( age., s.42)
Bir dönemlerin ünlü Sovyet muhalifi ve daha sonra Gorbaçov’un ateşli destekçisi olan Roy Medvedev, 1972’de Batıda yayınlanan bir kitabında, “Brejnev döneminde, eski iyi günlere özlem” doğduğunu anlatır.
“Son on yılın (62-72) ekonomik ve politik zorlukları birçok sıradan parti üyesini, aynı zamanda partisiz işçi ve memurları, yakın geçmişi idealize etmeye götürmüştür.
“Fiyatlar yükselince, ‘Stalin yönetiminde düşerdi’ denmektedir.
“Yeterli eğitim görmemiş çok sayıda işçi ve memurun…henüz az gelişmiş bilinçlerinin geçmişe ‘kaçması’ hayret verici değildir.
“Stalincilik 1930-40 arasında, halkımızın çoğunluğunun gözü kapalı coşkusuna ve genç kadrolarımızın en iyi, en dürüstlerinin sınırsız bağlılıklarına dayanıyordu.
“Stalincilik, mülksüz işçinin her gün kendisini hor görenlerle hesaplaşma hayalini temsil etmektedir…Böyle bir Stalincilik Bürokrasiye duyulan kinin ifadesidir.
“’Sovyetler Birliği Elçisi’ ve ‘Kurtuluş’ filmlerinin gösterilmesi sırasında, Stalin perdede  gözükünce, seyircilerin gösterdikleri olumlu tepki…Birçok sinemada, bu arada işçi semtlerinde halk Stalin’i alkışladı. Bunun için birçok neden vardır. Özellikle bugünkü durumun yol açtığı hoşnutsuzluk, zorlukları protesto ve verilen sözlerin yerine getirilmemesi, bu nedenlerin başında geliyordu.” (age., s. 42-43-44)
Bu açıklamaları özel olarak yorumlamaya gerek var mı!
Stalin döneminde ekonomik, bilimsel, teknik atılımları vurgulayan ve bazı tali hatalara karşın “bütünde yönelim”in “tümüyle doğru seçil”diğini dile getiren Benediktov, “Aynı şeyi toplumsal alan hakkında, toplumdaki ideolojik-siyasal iklim hakkında da söylemek mümkündür” dedikten sonra, şunları söylemektedir:
“Sovyet insanlarının temel kitlesi hayatından memnundu, geleceğe iyimserlikle bakıyor ve yöneticilerine inanıyordu. Hruşçov, dünyanın en yüksek emek üretkenliğine ulaşma ve bilimsel-teknik ilerlemede dünyanın en ileri hattına çıkma görevini ortaya attığı zaman pek az kişi sonunda başaracağımızdan kuşku duyuyordu-kendi gücümüze güven, Amerika’ya yetişme ve geçme yeteneğimize güven öylesine büyüktü.
“Fakat Hruşçov, Stalin değildi. Kötü kaptan en iyi gemiyi karaya oturtmaya yeteneklidir. Böyle de oldu. Kaptanlarımız önce verilen tempoyu yitirerek rotadan çıktılar, daha sonra bir uçtan ötekine savruldular ve en sonunda dümeni hepten elden kaçırarak ekonomiyi çıkmaza soktular.” (age, s. 12)
Nereden ve nasıl kıyaslanırsa kıyaslansın, Lenin-Stalin dönemi ile Kruşçev ve sonrası arasındaki farlılık çarpıcı ve açıktır…
Yeni tip kapitalist yeniden inşa sürecinin her bir önemli dönemecinde, Marksizm-Leninizm’e, proletaryanın değerlerine, sosyalizm dönemine yeni bir saldırı dalgası örgütlenir; her saldırı dalgasında burjuva revizyonist mızrak “Stalinizm”e yöneltilir ve azgın bir anti-Stalin’ci kampanya örgütlenir. Gorbaçov dönemi de böyle bir önemli dönemeci oluşturuyordu. Ve bir kez daha “Stalinizm” düşmanlığı şahlanır ve doludizgin yol alır. Revizyonist burjuvazi ve açık kapitalizm yandaşları kol kola dört bir yandan devrimci ve sosyalist olan her şeye karşı ve inşa edilen kapitalizme karşın sosyalizmin döneminden arta kalan kazanımları tümden yok etmek için bir kez daha “Stalinizmi” günah keçisi ilan ederek saldırdılar. Bu saldırılara karşı çıkan namuslu seslerde vardı. Ama ne yazık ki henüz zayıftı. Ama zayıfta olsa, tüm bir kapitalist inşa ve kapitalizm döneminde yaratılan belleksizleştirmeye, aşağılık tahrifatlara karşın yine de bu seslerin çıkması, özellikle sıradan işçi, emekçi ve aydınların yüreğinde yatan Stalin sevgisinin ve sosyalizm dönemine olan bağlılığın dile gelmesi olarak son derece değerliydi. Aşağıdaki açıklamaları okuyucuyla bölüşmek için kitabımıza aktarmaya karar verdik.
“Moskovalı bir mühendis şöyle der:
‘Stalin hiç mi olumlu bir şey yapmamıştır? Şunun şurasında bir caniler çetesine değil bir devlete başkanlık yapıyordu. Eğer her şey şu sırada basında gösterildiği gibiyse, ana-babalarımızı ve bizi aldatmışlar ve çocuklarımızı da aldatmaya devam ediyorlar demektir.’”
“Bir bayan öğretmen şöyle anlatıyor: ‘Bütün sokak hopörlerinden kalın ve törensel bir ses onun ölüm haberini verdiği sırada okuldan dönüyordum. Olanları anlayamıyordum. İnsanlar aptallaşmışlardı. O zaman 18 yaşındaydım. Çılgın gibi koşmaya başladım. İnsanlar evlerinden çıkıyorlardı. Sokaklar insan seliydi. Şaşkın, aptallaşmış, gözleri yaşlı. Bir şey 22 Haziran 1941 sabahında bize söylediklerine benziyordu. Apartmanın girişinde kadınlar ağlıyordu. Annem perişan bir haldeydi…İşte böyleydi. Şimdi ise ne diyeceğimi bilmiyorum. Ama biz ona tapıyorduk. Ruslar anlaşılmaz insanlar, o onları yüceltiyordu. Zalimdi. Ama adildi.’” (SB ESG, s. 51)
“Bir tarihçi: ‘Stalin’i yıkarken o dönemin bütün başarılarını ve yaptıklarını da yıkıyorsunuz. Her şeyi bir kişinin adına indirgemekle insanların anısına zarar veriyorsunuz. Anlamıyorsunuz ve siz halkın nasıl bir coşkuyla sosyalizmi kurduğunu ve Stalin adını söyleyerek ülkeyi savunduğunu görmediniz.’
“Bazıları da sanki hiçbir şey olmamış gibi konuşurlar:
‘Otuzlu yıllarda benim yaşadığım işçi sitesinde, hiç kimse tutuklanmadı. O dönem sade insanlar huzur içinde yaşıyorlardı. Bir tarım Rusya’sı devralan ve onlara atom bombası bırakan şefleri Stalin’e inanıyorlardı. Churchill bile bunu kabul etti.  Stalin yaşasaydı sade halkın hayat seviyesi bakımından dünyada birinci ülke haline gelirdik. Bize kısaca ve sadece ‘Aziz vatandaşlarım, biz galip halk ikinci, üçüncü olamayız, ilk sıralarda yerimizi alalım’ derdi ve biz de dediğini yapardık.’
“Burada sıradan insanların huzur içinde yaşadıklarının doğrulanmasından öte, düzen ve işin hüküm sürdüğü bir zamana duyulan özlem çok iyi hissediliyor. Bazıları o dönemde fiyatların istikrarlı olduğunu ya da düştüğünü (iya.) ekliyorlardı. Bugünkünden daha az kuyruklar vardı.”
“Ribavkov’un kitabından sözeden bir emekli kadın şunları söyler: ‘Yazar otuzlu yıllardan öyle bir kinle bahsediyor ki,… O yıllar benim gençlik yıllarımdı. Komsomol toplantılarında ateşin etrafında toplanırdık. Alkollü içki içilmezdi. Korku nedir bilmezdik…Romana göre Sovyet iktidarının düşmanı yoktur…1939’da Orconikidze’de (Kafkasya) şekerden zehirlenerek kaç çocuk öldü…Yani bunu Stalin mi yaptı?’
“Bugün 70-80 yaşlarında iki dost, ikisi de mühendis: ‘Biz Moskova’ya otuzlu yılların başında geldik. Büyük annem daha sonra geldi. Köy kolektifleştirilmişti. Köylülerimiz buna karşı değillerdi. Hayat çok zordu ama insanlar birbirleriyle nasıl dayanışırdı! Okuduk, çalıştık. Her yerde yapılar kuruluyordu. Savaş çıktı. Kaç yılımız savaşta ve yeniden kurmada geçti? Her şeyi yeniden yapmak gerekti. Sonra, ellili yıllarda çok daha iyi yaşadık. Belki bugünden daha iyi yaşadık. Belki bugünden daha iyi. Mağazalarda bugün bulamadığımız bir sürü şey vardı. İnsanların başka bir ahlakı vardı. Burada bile, bizim mahallede çevreyi düzenlemek için izin alıyorlardı. İnsanlar bilinçliydiler. Bir şeye inanıyorlardı. Ya şimdi? Her şeye boş verilmiş. Düzenleme her gün değişiyor, insanlar nereye başvuracaklarını bilmiyorlar. Hayat zor. Hiçbir şey hayatı durduramıyor ve biz de ihtiyarlıyoruz…”
“Bir Pravda okuyucusu bayan: ‘Hayatın gerisinde miyim? Savaş boyunca para, cephe için kalın giysiler ve koliler toplarken birlikte çalıştıklarıma hep öyle derdim: ‘Sızlanıp durmayın. İleride bütün bunlara sahip olacağız. Şimdilik zaferi beklemek gerekiyor.’ Şimdi artık hayat kolaylaştı, kızım kariyer yapmak için partiye girdiğini açıklıyor bana. Şaşırıp kaldım. Torunum benden kendisine devrimi anlatmamı istediği zaman damadım: ‘Çocuklarımı alışılmış gelenekler içinde yetiştirmeyi bırak’, diyor. Geride kalıyorsunuz. Şimdi insanlar kendileri için yaşıyorlar. Biz de öyle.’” (age., s. 62-63)
Kahramanlık zamanlarını (iya.) özleme, otuzlu yıllarda ilk büyük fabrikaları kuran işçilerin anılarında dile gelir.
“Bir tesviyeci: ‘1929 kışıydı. On sekiz yaşındaydım. Gazeteden Komsomol’un Stalingrad traktör fabrikasının kurulmasına katılacak 7.000 gence çağrıda bulunulduğunu öğrendim. Stalingrad’a gittik. Küçük bir çıkın, delik bir çift potin, ekmek ve kitaplarla.’ Bir başka kadın tesviyeci: ‘Buz, rüzgâr. Üşüyorduk. Başlangıçta çok zordu. Her şeyi elimizle yapıyorduk. Çimento, inşaat, camlar. Otuz kişiydik. On sekiz oğlan ve ben. Ben çavuştum. Hem çalıştık, hem işçi fakültesine devam ettik.’”
“Bugün -yetmişten fazla yaşım finişe yaklaştım- ilk beş yıllık planın kuşkusuz güç ama unutulmaz fevkalade günleri üzülerek hatırlıyorum. O zamanlar mutluyduk… Durmadan çalışıyorduk. Aynı dünya anlayışını paylaşıyor, gerçek yoldaşlar olarak yaşıyor ve çalışıyorduk. İçimizde hiç kimse kendisini Rus, Ukraynalı, Yahudi ya da Tatar olarak görmezdi.
“Kendimizi ortak bir esere eşit olarak katılan, bir fikirle birbirine kenetlenmiş insanlar olarak hissediyorduk. Havanın sertliğine ve açlığa karşın kartımızla biraz ekmek ve zaman zaman biraz çamaşır alabiliyorduk…Stalin’in allahın belası beşinci kolu, Yahudi düşmanlığı, ulus ayrımı yoktu….Olağanüstü neşeli günlerdi…1937’e kadar bu zamanların geleceği umudunu saflıkla korudum. Ama o şahane günler geçmişte kaldı…(sözlerin sahibi eski bir troçkist-bn).” (age., s. 63-64)
“O zaman mutluyduk.”, “O zaman ideallerle doluyduk.”, “O zaman zaferler vardı.”, “O zaman dayanışma vardı.”, “O zaman kazanma vardı.”, “O zaman Stalin vardı”…
Bir de sosyalizmin ve Stalin’in son derece bilinçli düşmanı, kapitalizm ve emperyalizmin sadık savunucusu Yakovlev’in kaleminden dile gelen şu satırlara bakın:
“O dönem çelişkilerle doluydu. Bu dönemin bir kısmını Yaroslav’da yaşadım. Obkum’un üç ya da dört sekreterini tutukladılar. Ama kentte, bölgede yaşayanlar korku duymuyorlardı. Çelişkili görünebilir ama ben Partideki kariyerime Stalin henüz iktidardayken başladım. 1950’den 1953’e kadar Yaroslav bölgesinde, Oblast Komitesine üye seçildim. Çok gençtim. Parti bölge toplantılarında öylesine eleştiriler yapılırdı, öylesine kılı kırk yarılırdı ki! Elbette Politbüroya hiç dokunmadan. Gayet tabii ki, iktidarın tepesi eleştirilmezdi. Kimse bunu aklından geçirmedi: Stalin’e hürmet edilirdi.” (Aleksandr Yakovlev, Sovyetler Birliği’nde Ne Yapmak İstiyoruz?, s. 38)
“Öte yandan çok derin dostluk ruhu ve yardımlaşma vardı. Bir gün evimiz tutuşup kül olduğu zaman, köyümüzün tüm mujikleri toplanıp duvarları yeniden yükselmemize yardım ettiler. Öyle bir güven ortamı vardı ki, kimse evinin kapısını kilitlemezdi. Kapılar ardına kadar açık bırakılırdı. Her akşam bir komşu sizi rızkını paylaşmaya çağırırdı…” (age., s. 42-43)
Gerçekler inatçıdır. Yakovlev, Stalin döneminin tablosunun bir kısmını, işte böyle itiraf etmek zorunda kalıyor.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder