8 Mayıs 2017 Pazartesi

III. BÖLÜM ARNAVUTLUK SOSYALİST HALK CUMHURİYETİ NEDEN YIKILDI?

III. BÖLÜM
ARNAVUTLUK SOSYALİST HALK CUMHURİYETİ NEDEN YIKILDI?
ASHC’nin neden yıkıldığı sorusunun yanıtlanması gerekmektedir. Başında deneyimli ve sınıf mücadelesinin çok değişik alanlarındaki sınavlarını başarıyla vermiş AEP’in bulunduğu ASHC, neden yıkıldı? Bu sorunu daha da önemli kılan olgu, SSCB’de ve Sosyalist Kamp’ta kapitalizmin restorasyonu deneyimlerine sahip, bu deneyimin ışığında olası kapitalist restorasyon tehlikesine karşı partiyi, kadroları, sınıfı ve kitleleri eğitmeye önem vermiş, bu bağlamda da ideolojik-siyasi donanıma sahip bir partinin iktidarda olduğu ASHC, nasıl oldu da Enver Hoca yoldaşın kaybından sonra, önce adım adım revizyonizme doğru kaydı, sonra da yenilerek kapitalist-emperyalizme tutsak düşebildi? Bu bir kader mi?
Kuşkusuz kapitalist restorasyon bir kader değildi, değildir. Sorunu, somut gerçeği, Marksizm-Leninizm’in, diyalektik materyalizmin ışığında, yeni tarihsel deneyimin eleştirel analiziyle çözümleyebiliriz.
Yenilgilerden geçmeden, büyük tarihi geri çekilişler yaşamadan, yepyeni deneyimlerle kuşanmasını bilmeden kapitalizmden komünizme geçilebileceğini düşünmek bilimsel ve tarihsel gerçeğe aykırıdır. Yaşadığımız deneyimler bunu kanıtlıyor. Bilinir ki, kapitalizmden komünizme geçiş süreci, uzun bir tarihsel süreci gerektirir ve bu süreç, ulusal ve uluslararası arenada sayısız biçimler alan sert ve karmaşık bir sınıf mücadelesi dönemidir. Sosyalizm, sınıf mücadelesinin sonu değil, yeni bir başlangıçtır; sınıf mücadelesinin yeni tarihsel-toplumsal koşullar altında yeni ve daha üst ve karmaşık biçimler alarak sürmesidir. Tarihin gelişimi kuşkusuz ki, diyalektik, sarmal bir gelişimdir. Büyük tarihi geri çekilişler, yenilgiler tarihi tekerrürden ibaret gören idealist tarih öğretisini doğrulamaz; tarihin akışı geriye de akmaz, tekrara da dayanmaz; ana doğrultu, tarihsel ve toplumsal gelişmenin nesnel yasaları temelinde daha yüksek bir gelişme aşamasına doğrudur. İnsanlığın toplumsal gelişmesinin tarihsel yasası bunu kanıtlar. Son sömürücü sınıflı toplum olan kapitalizmin yerini sosyalizme bırakması, sosyalizmden komünizme geçilmesi, tarihsel bir yasadır; sınıfların, partilerin, önderlerin iradesi bu tarihsel süreçte ya gelişmeyi geciktirebilir ya da hızlandırabilir sadece. Tarihi belirleyen şey, irade değil, tarihsel ve toplumsal gelişmenin nesnel karaktere sahip olan yasalarıdır. İradenin rolü, tam da burada, gelişmeyi hızlandırmak veya gelişmeyi geciktirmek bağlamında aktif bir etken olabilir ancak.
Kapitalizmden komünizme geçiş sürecini belirleyen şey, nesnel yasaların dışında soyut bir irade değildir. Aksine, sosyalizmden komünizme geçiş de belli nesnel hareket yasalarına dayanır. Subjektif faktör sınıf savaşımının bu nesnel gelişme yasalarının kavranması temelinde bu geçişe önderlik eder. Burada, sosyalist toplumun kendi bağımsız nesnel iktisadi temelleri üzerinde gelişen bir temel toplum biçimi olmadığı, bir geçiş evresi olduğu için, bu geçiş ancak proletaryanın önderliğinde gerçekleşebilir ve bu yasa, sosyalizmden komünizme geçişin yasalarından biri, başta gelenidir. Ama bu önderlik keyfi olarak belirlenmiş bir önderlik değil, aksine geçişin nesnel yasalarının bir gereğini ifade eder. Marks, “Sadece varolan ilkeleri değiştirmek için değil, ama aynı zamanda kendi kendimizi değiştirmek, siyasal iktidarı sürdürecek yeteneğe sahip olabilmek için, onbeş, yirmi, elli yıl süren iç savaşlar ve uluslararası savaşlardan geçeceksiniz” diyerek proletaryaya seslenir ve uyarır. Lenin, “Sorunun özünü ele aldığımızda ise -tarihte hiç yeni bir üretim tarzının uzun bir başarısızlıklar, hatalar, geri tepmeler dizisi olmadan bir çırpıda kök saldığı görülmüştür mü!” diyerek sorar ve komünistlerin böyle bir ütopik gelişme yolu tanımadığını vurgular. Tarihsel gelişmenin deneyimlerine dayanarak bilimsel bir yanıt verir ve küçük burjuva oportünizminin eleştirisini yaparak sorusunu yanıtlar.
Sosyalizmden kapitalizme geri dönüşün deneyimlerine sahip olmasına karşın AEP ve ASHC, E. Hoca döneminde de kapitalist restorasyon tehlikesinden ve restorasyon doğrultusundaki her türden karşı-devrimci girişim örneklerinden uzak kalabilmiş değildi. Zaten bunu ummak veya beklemek ancak küçük burjuva aydınına ve oportünizme has bir saflık olacaktı. Nitekim E. Hoca yoldaş, bu tehlikeye ve bu tehlikenin ideolojik ve siyasi uyanıklığın zayıflaması koşullarında bir olguya dönüşebileceğine, Arnavutluğun bundan bağışık olmadığına ısrarla dikkat çekmiştir. Yani Enver Hoca ve Partisi, Sosyalist Kamp’ın tasfiyesi olumsuz deneyimlerine sahip olmanın ve bu doğrultuda geliştirilen eğitim ve uyanıklığın tek başına Arnavutluk’ta kapitalist restorasyona karşı güvence oluşturmadığının açık bilincine sahipti. E. Hoca’ya ve AEP’e ait tüm belge ve değerlendirmelerden bu gerçeği rahatlıkla görebiliriz. Tarihsel deneyimin gösterdiği gibi, kapitalizmden komünizme geçiş, sanılandan da karmaşık ve zorlu bir sürecini ifade etmektedir. ASHC deneyimi de bunu bir kez daha kanıtlamıştır.
Evet, ASHC’de de kale içten fethedildi. ASHC deneyinin özgün yanı, SSCB’den farklı olarak, işe Enver Hoca’nın reddiyle başlanmadı, başlanamadı. Görünüşte, E. Hoca hep yüceltildi. Aliya ve kliği AEP’in, ASHC’nin Enver Hoca önderliği dönemini açık bir saldırıyla mahkum edecek kudreti gösteremedi. Böyle bir yöntemin erken deşifre olmalarına yol açacağını ve kitlelerin desteğini kaybedeceğinin bilincindeydi bu hainler şürekası. Kapitalizmin restorasyonu yoluna erken ve hızlı giren AEP ve ASHC’nin yöneticileri ve önderlerinin, işe hemen ve doğrudan E. Hoca’ya saldırarak girmeye cüret edememeleri deneyi, aslında Enver yoldaş döneminde partiye, kadrolara, sınıfa ve kitlelere verilmiş olan eğitimin etki derecesiyle, kapitalist restorasyon deneyimlerinin sınıf savaşımında az-çok bir silaha dönüştürülmüş olması gerçeğiyle bağlıydı. Bu gerçeği saptamak ve görmek gerekir.
ASHC’deki kapitalist restorasyonun ikinci özgünlüğü, dünyada ASHC dışında başka bir sosyalist ülkenin ve sosyalist bir kampın olmadığı koşullarda gerçekleşmiş olmasıdır. AEP ve ASHC, kapitalist/emperyalist kamp ve revizyonist/sosyal emperyalist kamp tarafından acımasız ve amansız bir tarzda kuşatılmış olduğu koşullarda ve her iki kampın ortak iradeleri ile tasfiye edilmek istendiği bir tarihi süreçte ve son olarak, kapitalist/revizyonist kampın çözülmeye başladığı ve giderek dağılmaya başladığı somut tarihsel koşullarda kapitalist/revizyonist yola girerek tasfiye edildi.
ASHC’deki kapitalist restorasyonun üçüncü özgünlüğü, yeraltı ve yer üstü kaynaklarının, örneğin bir Rusya gibi zengin olmadığı, Uluslararası Komünist Hareket’in zayıf, dünya devrim dalgasının güçlü bir şekilde geri çekilmiş olduğu ve kapitalist/sosyal emperyalist kampın dağılışıyla, devrim dalgasının dibe vurduğu; Amerikan emperyalizminin önderliğindeki kapitalist/emperyalist kampın “Soğuk Savaş”ı açık bir şekilde kazandığı, Amerikan emperyalizminin yer küremizin tek patronu olarak ortaya çıktığı, kapitalist/emperyalist kamp içerisindeki çelişki ve çatışmaların henüz keskinleşmediği, dolaylı yedeklerden yararlanmanın son derece elverişsiz olduğu; ASHC’yi de tasfiye etmek için koşulların daha elverişli bir hale geldiği ve ASHC üzerinde, emperyalizm ve çevre ülkelerin gerici baskı ve ablukasının bir mengene gibi sıkmaya başladığı bir tarihsel kesitte, küçük bir ülkede kapitalizmin restorasyonunun gerçekleşmiş olmasıdır.
ASHC’de kapitalist restorasyonun dördüncü özgünlüğü, kapitalizmin restorasyonundan çıkarılmış dersler ışığında, SSCB’den farklı olarak, maddi bakımdan ayrıcalıklı bir küçük bürokratik burjuva tabakanın gelişmesinin hemen hemen olmadığı ve böyle bir tabakalaşmaya hemen hemen izin verilmediği bir tarihsel sürecin ardından; eski sosyalist kamp ülkelerinden farklı olarak, kapitalist restorasyon için güçlü bir kitle temelinin olmadığı bir tarihsel kesitte gerçekleşmiş olmasıdır.
ASHC’deki kapitalist restorasyonun beşinci özgünlüğü, kurtuluştan önce kapitalizmin ve burjuvazinin, burjuva ideoloji ve kültürünün çok zayıf geliştiği, cılız burjuvazinin kendini politik bir parti olarak ifade edemediği, dolayısıyla, burjuvazinin devrimden önce güçlü olmadığı, ulusal kurtuluşçu bir devrim olarak patlak veren ve zafere erişen antiemperyalist demokratik halk devriminde ciddi bir rol ve engel oluşturamadığı ve devrimin hızla sosyalist devrime dönüşerek ilerleyişinin önünde ciddi bir engel oluşturamadığı bir ülkede; yanı sıra, küçük burjuvazinin aynı süreçlerde ciddi bir politik güç oluşturarak partileşme olanağı olmadığı ve bulamadığı, devrim ve sosyalizmin tartışmasız bir şekilde Arnavutluk Emek Partisi’nin önderliğinde gerçekleştiği ve sosyalizmin inşasına girilmiş olduğu bir ülkede gerçekleşmiş olmasıdır. Bu tablo, bir yandan devrim ve kurtuluş öncesi dönemde üretici güçlerin geri gelişmişlik düzeyi, sosyalizmin inşası sürecinin temposunu vb. olumsuz yönde etkilerken, öte yandan da AEP’in ve işçi sınıfının güçlü bir hegemonya kurarak sürece önderlik etmesini kolaylaştıran ve ivmeleyen bir olanak sunmuştu Arnavutluk’a.
ASHC’de kapitalizmin restorasyonunun altıncı özgünlüğü, ASHC’de sosyalizmi yıkma operasyonun kapitalist restorasyonun tarihi derslerini geliştirme ve uygulama adı altında aşağılık bir tarzda, iğrenç bir demagojiyle örgütlenmiş olmasıdır. Ve bu, üzerinde iyi düşünülmesi gereken çok dikkate değer uyarıcı bir ders olmalıdır komünistler için.
Kruşçev revizyonizmi, Stalin neyi savunduysa tam tersini savunarak uyguladı. Alia revizyonizmi ise sözde Enver Hoca’ya sahip çıkar görünürken tam tersini savundu ve uyguladı.
Aliya revizyonizmi, kapitalist restorasyonu, “değişen koşullar”, “dogmatizme karşı mücadele”, “tutuculuğa karşı mücadele”, “Marksizm-Leninizm’i geliştirme”, “eski ve tutucu zihniyeti aşma”, “yeni koşulları dikkate alma”, “bürokrasiye, liberalizme karşı mücadeleyi geliştirme”, “ sosyalist demokrasiyi geliştirme”, “kitleleri yönetime katma”, “toplumsal yaşamı demokratikleştirme”, “kapitalist restorasyonun deneylerini geliştirme ve uygulama”, “bürokratik yozlaşmaya karşı mücadele” vb. açıklamalar ve şiarlar altında örgütledi. (Konuyla ilgili bakınız “Ramız Alıa, PLENUM KONUŞMALARI”, Karınca Yayıncılık.)
1986 yılında toplanan AEP 9. Kongresi ( E. Hoca’nın katıldığı son kongre 1981 yılında toplanan 8. Kongre’dir), revizyonizmin uç vererek geliştiği bir kongreydi. Uç veren yeni revizyonist eğilim giderek daha da geliştirildi; özellikle AEP MK’sının 8., 9., 10, 11., 12. plenum toplantıları ile (1989-90 yılları) revizyonizm tırmandırılarak belirleyici teorik ve pratik çizgi haline getirildi.
Söz konusu plenum kararları incelendiği zaman görülmektedir ki, revizyonist ihanet çetesi Aliya kliği, Kruşçev-Brejnev’in izinde giderek özünde aynı olan, hatta nerdeyse kelime kelimesine aynı olan bir çizginin eşliğinde kapitalist restorasyonu örgütlemiştir. Kar için üretim, değer yasası, üretim araçlarının meta kabul edilişi, özel mülkiyet alanının geliştirilmesi, merkezi planlamanın tasfiyesi, sözde idari yöntemlerden, komuta kontrol ekonomisinden “ekonomik” yöntemlere geçilmesi, işletme özerkliği, maddi teşvikler, fiyat esnekliği, emperyalist sermayeye kapıların ardına dek açılması; sözde, E. Hoca ve AEP’in sıkı sıkıya bağlı kaldığı özgücüne güvenerek ve dayanarak sosyalizmi kurma teori ve pratiğinin “çoğu zaman dar” kavrandığı eleştirisiyle emperyalistlerle ortak yatırımlara yönelme, ortak ya da tek başına emperyalist sermaye yatırımlarının teşvik edilmesi, emperyalist devletlerden, IMF gibi emperyalist mali kuruluşlardan borç istenmesi ve alınması, “serbest piyasa” ekonomisinin sistemli övülerek yürürlüğe konulması; sözde Arnavutluk’un yeni bir aşamaya, “yoğun gelişme aşamasına girdiği”, ağır sanayinin geliştirilmesine aşırı önem verildiği, kitlelerin tüketim gereksinmelerinin, hafif sanayinin ihmal edildiği, “üretim demokrasisinin ihmal edildiği” vb. politikaları Aliya kliğinin ekonomik programını oluşturuyordu.
“Demokratikleşme” vb. adına devrilmiş gericiliğin kalıntılarını, eski değer yargılarını ve yeni burjuva unsurları cesaretlendirerek kışkırtma, suçluların serbest bırakılması, burjuva ve burjuva revizyonist ideoloji ve kültürün önünün açılması, geçmişte teşhir tahtasına çivilenmiş burjuva revizyonist fikirlerin kutsanması, giderek Stalin’in heykellerinin kaldırılması ve anti-Stalinist kampanyanın geliştirilmesi, ardından E. Hoca’nın heykellerinin yıkılması, burjuva demokrasisi tapıcılığının geliştirilmesi, anayasal bir madde olan ve ASHC’nin “ateist” bir devlet olduğunu saptayan maddenin kaldırılması, dinsel gericiliğin özgürce örgütlenmesini güvence altına alan değişikliklerin yapılması vb. kapitalist restorasyonun politik programının tipik unsurlarıydı. Ancak Ramiz Aliya ve çetesi o dönem Kruşçevlerin, Brejnevlerin cesaret edemediği şeyleri de yürürlüğe koydu. Burjuva demokrasisi yüceltildi, siyasal yaşam burjuva demokrasisine göre yapılandırıldı. AEP’in anayasal olarak da belirlenmiş önderlik rolü ve tartışmasız egemenliği yasal olarak ortadan kaldırıldı. Burjuva partilerin özgürce kurulması ve seçimlere katılması güvence altına alındı (yıl 1990).
Dönek Ramiz Aliya kliği eliyle yürürlüğe konulan kapitalist restorasyon programı, meyvelerini hızlı bir şekilde verdi. Gorbaçov önderliğiyle içerisine girilen ve kapitalist/revizyonist sistem ve kampın çöküşüyle oluşan ya da şekillenen dünya konjonktüründe AEP’in yürürlüğe koyduğu program, hızlı bir şekilde sosyalist Arnavutluk’un tasfiyesine yol açtı. Sosyalist Arnavutluk emperyalizme bağımlı hale gelen yeni sömürge, geri kapitalist bir Arnavutluk’a dönüştü. Sosyalizmin kazanımları hızla tasfiye edildi. Yeni burjuva partiler, eski devrilmiş gericiliğinin kalıntıları hızla örgütlenerek burjuva partiler olarak ortaya çıktılar. İç ve dış gericilik, azgın bir gericilik ve karşı devrim dalgası olarak Arnavutluk komünistlerinin, işçi ve emekçilerinin üstüne bütün gücü ile çullandı, vb. Böylece, ASHC’nin yenilgisiyle, şanlı Ekim Devrimi ile açılan tarihsel dönem (yerini, yeni bir Ekim fırtınasıyla, ama bu kez geçmişin deneyim ve dersleriyle silahlanmış olarak gelecek ve bir önceki dönemi sertliği, keskinliği, derinlik ve yaygınlığıyla geçmişi kat be kat aşacak yeni bir Ekimler fırtınasıyla yeniden açılacak sosyalizmin yeni bir dönemine bırakmak üzere) kapanmış oldu.
ASHC’de de kale içerden fethedilerek düşürüldü. Peki, ama neden?
ASHC’de kapitalist restorasyon, SSCB’deki gibi, içte uzun bir süreçte oluşan maddi ayrıcalıklarla donanmış ayrıcalıklı küçük bürokratik bir tabakanın iktidarı ele geçirmesi yoluyla gerçekleşmedi. ASHC’deki kapitalist restorasyon esas olarak, tarihsel bakımdan birikmiş AEP ve ASHC’nin sorun, sıkıntı ve zaaflarını unutmadan ve göz ardı etmeden söylemek gerekirse, küresel ölçekte köklü bir biçimde değişen ve yeniden şekillenen yeni güçler dengesinin ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Kuşkusuz ki, eğer AEP ve önderliği yeni koşulların Marksist-leninist bir tahlilini yaparak, yeni dönemi göğüsleyecek bir donanımla karşılasaydı, kadroları, işçi sınıfını ve emekçi kitleleri bu temelde hazırlasaydı, ilke ve esnekliği birleştiren bir politik duruş sergileseydi; yeni dönemin baskısı altına girerek teslimiyet yolunu seçmeseydi, ASHC’nin tasfiyesi kaçınılmaz bir zorunluluk olmayacaktı.
ASHC’de kapitalist restorasyonun uluslararası kaynağı emperyalist ve revizyonist dünyanın bin bir biçim alarak ASHC’ye yönelen baskısıydı; içteki kaynağı ise, devrim ve sosyalizm aleyhine yeniden şekillenmeye başlayan küresel konjoktürün baskısına boyun eğerek teslimiyet yolunu tutan AEP yöneticilerinin ihanet ve teslimiyetiydi.
Görülen o ki, Arnavut komünistleri ve emekçileri gaflet, delalet ve hıyanet karşısında gafil avlandılar. İhanet ve döneklik çok sevdikleri kendi partileri olan AEP’in tepesinden başladı. Büyük bir sevgi, saygı ve güvenle bağlandıkları ve her zaman ve her önemli dönemeçte ( kurtuluş döneminde, kesintisiz devrim ve sosyalist inşa sürecinde, Titoizmin, ardından Kruşçev revizyonizminin, ardından Çin revizyonizminin azgın baskısı ve saldırıları döneminde, E. Hoca’nın ölümü sürecinde) birlikte oldukları ve her çağrısına devrimci atılımlarla karşılık verdikleri partilerinden gelmişti. Ama partilerinin yeni önderleri keskin sosyalist demagojiler eşliğinde, görünüşte, sevgili önderleri bükülmez devrimci komünist Enver Hoca’ya sahip çıkmaya devam ediyordu. Değişen dünya koşullarının kendilerine, sevgili ülkelerine getireceği baskıları seziyor ve bir kez daha partilerinin doğru yolu göstereceğine inanıyorlardı. Çünkü onlar, her önemli dönemeçte partilerinin her zaman olduğu gibi, yine doğru yolu kendilerine göstereceğinden emindiler. Üstelik yeni revizyonist önderlik kendilerine Hoca’nın yolunda ilerleyecekleri ve kapitalist restorasyonun dersleri ışığında yeni gelen zor dönemi de aşacakları güvencesini de veriyordu. Üstelik sözde Hoca’ya sahip çıkmaya devam eden kişi öteden beri, iyi günde, kötü günde daima Enver’le birlikte olmuş ve Enver yoldaşın güvenilir silah arkadaşı olan bizim Ramiz değil miydi zaten!..
Ama ne yazık ki, Arnavut komünistleri ve halkı bu kez fena halde yanılmıştı. Bu kez gelen ihanet iyi ve kötü dönemlerde Enver Hoca yoldaşla omuz omuza savaşmış olan en yakın dostundan, kendisinden sonra yerine geçeceğini bildiği ve bildiğimiz kadarıyla güven duyduğu Ramiz Aliya’dan gelecekti…
Peki, böylesine bir ihaneti az-çok sezdikleri ve anlamaya başladıkları koşullarda Arnavutluklu komünist yoldaşlar nasıl oldu da ihanet ve teslimiyete karşı harekete geçerek ve harekete geçtikleri koşullarda kitlelerin büyük kesimlerinin desteğini alabilecekleri halde, karşı-devrimin güçlü bir kitle temelini kısa sürede kazanmasının olanaklı olmadığı koşullarda neden kapitalist restorasyonu önleyemediler? Elbette ki bu sorunun sorulması ve yanıtlanması gerekir; bu sorunun üstünden atlamaya hakkımızın olamayacağı ise tartışma götürmez.
Bizce, yeni dönem ve baş gösteren tehlikeler ve Ramiz Aliya kliğinin manevra ve teslimiyeti Arnavutluklu yoldaşlar tarafından zamanında berrak ve derinlikli bir şekilde kavranamamıştır. Bizce, iktidar ve düzen hastalığı, evcilleşme, bürokratik alışkanlıklar, parti ve önder kültü, yasalara bürokratik bağımlılık, bağımsız komünist eleştirel kimlik ve inisiyatif yoksunluğu Arnavutlu komünistleri de büyük oranda teslim almıştır. Bizce, Enver yoldaşın ve AEP’in kapitalist restorasyonun derslerine karşın ve bu dersler ışığında partiyi, kadroları ve emekçileri eğitme, sosyalist demokrasiyi geliştirme ciddi çaba ve yönelimine karşın parti ve devlet yönetiminde, kitlelerle ilişkilerinde ciddi bir bürokratik merkeziyetçilik gelişmiş, idari yöntemler giderek öne çıkmıştır. Bürokratik yönetim tarzı, ciddi bir bürokratik deformasyon komünistleri de biçimlendirmiş, kitlelerin, başta da kadroların bağımsız inisiyatifini güçlü bir şekilde deforme etmiş, komünistler de bürokratik yasallığın uysal temsilcileri haline gelmişlerdir. Türkiyeli komünistler de tarihin bu özel dersini asla unutmamalıdırlar. Ve bu bakımdan komünist hareketi deforme eden zaaflardan özellikle arınmalıdırlar.
Burada söz konusu olan, örneğin, SSCB’de olduğu gibi bir zafer sarhoşluğu değildir, burada söz konusu olan bürokratik alışkanlıkların, iktidar ve düzen hastalıklarının, süreç içerisinde, öncelikle önderlikten ve giderek yönetimden başlayarak bağımsız kişilik ve inisiyatifi dumura uğratmış olması ve önderlere duyulan eleştirel olmayan bağımlılık, partiye eleştirel olmayan bağımlılık, devlete eleştirel olmayan bağımlılık ve her şeyi üstten bekleme, üstten gelen her karar ve uygulama isteğine eleştirel olmayan bürokratik bağımlılık alışkanlığıdır. Bürokratikleşmenin, yasalara bürokratik bağımlılığın felç edici karakteri, ASHC pratiğinde de, kendisine özgü koşullar içerisinde, bir kez daha ortaya çıktığını görüyoruz.
Burada, bu tabloya eklenmesi gereken bir diğer önemli unsur da AEP’in, bilebildiğimiz kadarıyla, iç yaşamının yeterince dinamik olmamasıdır. Bir diğer vurgulanması gereken unsur, AEP’in canlı iç ideolojik mücadeleler içerisinde yeni teorik açılımlar yapamaması ve kadroları bir de buradan donatarak ve geliştirerek yeterince donatamamasıdır (eski sosyalist ülkelerde yaşanan kapitalizmin restorasyonunun tarihi kökleriyle birlikte derinlikli ortaya konmaması; Kruşçev revizyonizmin damgasını vurduğu ve Uluslararası Komünist Hareket’in çizgisi olarak kabul edilen belgelerin daima Marksist-Leninist belgeler olarak savunulması; Stalin’in hata ve eksikliklerinin eleştirel olarak değerlendirilmemesi, "Üç Dünya Teorisi”nin ve Maoizmin, Çin revizyonizminin oldukça geç bir tarihte eleştirilmesi ve bu bakımından AEP ve Enver Hoca’nın kendi zaaflarının proleter/Bolşevik eleştiri, öz-eleştiri ruhuyla değerlendirmemesi, tipik bir tutucu tavır sergilemesi vb. hatırlansın).
AEP ve ASHC, kapitalist restorasyon yoluna nispeten hızlı bir şekilde girdi, bu hızlı giriş ve geçiş bir yandan komünistlerin ve emekçilerin gafil avlanmasında bir şok etkisi yaratarak anında harekete geçmelerini önlemek bakımından bir dezavantajken, öte yandan da şokun ilk etkisinin atlatılmasıyla hızlı bir devrimci başkaldırıyı örgütlemek bakımından bir avantaj da sunmalıydı ve bu, ilk anın şokunun dersleri ışığında da bir avantaja dönüştürülebilmeliydi. Örneğin SSCB’de kapitalist restorasyon için temkinli bir gidiş, kerte kerte bir geçişle süreç örgütleniyordu. Bu durum yeni tip bürokrat revizyonist burjuvazinin lehineydi, çünkü yeni burjuvazi, eğer bir Arnavutluk’ta olduğu kadar hızlı bir tarzda restorasyonu örgütleseydi bambaşka bir tabloyla karşılaşabilirdi. O koşullarda Sovyet modern revizyonizmi zaten böyle de davranamazdı… Arnavutluk’ta restorasyon daha farklı koşullarda örgütleniyordu… Ancak yukarıda ifade ettiğimiz birinci olgu, başlangıçta komünistlerin aleyhine bir durum oluştursa da , ikinci durum eğer örgütlü komünist bir önderlik militan bir şekilde oluşup öne çıkabilseydi açık ki açık bir avantaja dönüşecekti; ama olmadı, yapılmadı, affedilmez bir edilgenlik, aymazlık sergilendi. Her şeye karşın restorasyondan sonra bir halk ayaklanmasının gerçekleşmesi ve giderek kendisine komünist diyen ve E. Hoca’ya sahip çıkan iki ayrı partinin örgütlenmesi önemli gelişmelerdi ve bu gelişmeler, sosyalizm döneminde kazanılmış devrimci özelliklerin bir ürünüydü. Örneğin E. Hoca’nın heykellerinin yıkılmasıyla yaygın bir tarzda gerçekleşen emekçi kitlelerin protestoları da böyledir. Ama Ramiz-Çarçani çetesi her iki durumda da reforumcu bir barikat olmayı ve önderliksiz kalan kitlelerin devrimci tepkisini boğmayı bildi.
Arnavutluk deneyi, emperyalist ve revizyonist kuşatmaya karşın tek ülkede sosyalizmin az-çok başarıyla kurulabileceğini bir kez daha kanıtladı. Üstelik sosyalist Arnavutluk burjuva okyanusta sadece bir adacıktı. Ama aynı deneyim, Arnavutluk gibi küçük bir ülkede kurulan sosyalizmin ancak mütevazi ölçekte gerçekleşebileceğini de gösterdi. Yani Arnavutluk gibi küçük ülkelerde sosyalizmin inşasının sınırları vardır; bu sınırlar, sınırlılıklar örneğin emek üretkenliği gibi en temel sorunda bir emperyalist dünyayla yarışmaya ve onları geçmeye elverişli değildir (ama örneğin, SSCB gibi devasa bir ülkede bunun mümkün olabileceğini de biliyoruz). Ama gidilebilecek en ileri ufka doğru ilerlemek tümüyle mümkündür. Bu koşullarda partinin sınıf ve kitlelerle en derinden birleşmesi, kitle insiyatifinin en ileri devrimci düzeylere yükseltilmesi ve fedakarlıkta sınır tanımaz bir dayanma, direnme ve gelişme pratiğinin gösterilmesi şarttır ve olası bir yenilgi durumunda da enternasyonal proletaryanın hazinesi kahramanca bir çarpışmayla, örneğin bir Paris Komünü örneğinde olduğu gibi, proletarya ve halklara yeni bir devrimci atılım ve moral kaynağı ve üstünlüğü olan bir kahramanlık ve ilham kaynağı bırakılması gerekir. Ne acı ki Kruşçev revizyonizminin ağır ekonomik, politik, askeri baskısına karşı “Arnavutluk halkı ve Emek Partisi gerektiğinde ot yiyerek yaşayacak, ama kendilerini hiçbir zaman otuz akçaya satmayacaklardır. Onlar diz çöküp utanç içinde yaşamaktansa ayakta onurluca ölmeyi yeğlerler.” diyerek meydan okuyan Enver Hoca’nın bu onur ve savaş çığlığını unuttular; diz çöktüler, onur içerisinde ayakta ölmeyi beceremediler. Ama kuşkumuz yoktur: Arnavutluk komünistleri bu zaaflarından da gerekli dersleri çıkaracaktır. Arnavutluk halkı işçi sınıfının önderliğinde, yere düşürülmüş kızıl bayrağı eline alarak yeniden kapitalizmin, gericiliğin ve ihanetin burçlarına onurla dikecekdir.
Arnavutluk deneyi, kendine özgü koşulları içerisinde, yıkılışın bir kader olmadığını, ama önderliğin ihanetinin önlenememesi durumunda kapitalist restorasyonunun gerçekleşebileceğini gösterdi. Olağanüstü zorluklara karşın AEP ve ASHC, Enver Hoca liderliğinde başarıyla her türlü zorluk ve saldırıyı göğüsleyebildi. Burada, önderliğin doğru çizgide kaldığı koşullarda benzer zorlukların ve yeni ağır dönemeçlerin de atlatılabileceğini görüyoruz. Aliya dönemi deneyi ise, tersi yönde duruşun yıkılış ve tasfiyeyi kaçınılmaz kılabileceğini gösterdi. Bu olgu, kapitalizmden komünizme geçiş döneminin çetrefilli ve zorlu karakterini göstermektedir bizlere. Ve aynı olgu, geçiş sürecinde, önderliğin ve kadroların, kitlelerin devrimci özne olmasının belirleyici karakterini vurgulamaktadır. Önderliğin bu belirleyici karakteri, Marksizm-Leninizm’e bağlı kalma, iç ve dış koşulların nesnel ve bilimsel tahlil edilmesinin ve somut koşullara bağlı sürece önderlik etme ve sınıf mücadelesini iç ve uluslararası arenada ilke ve esnekliği birleştiren bir duruşla geliştirmenin önemini; her bir dönemeçte nihai hedefi asla gözden yitirmeden, devrimci stratejinin ve nihai amacın yönlendirdiği günlük, dönemsel, taktiksel politikalar izlemenin önemini, konjoktürel gelişmelere tek yanlı kapılarak sürüklenmek yerine, devrimci imkanlara dayanmanın, sürecin bağrında saklı devrimci olanakları görmenin; öz güce dayalı ve dünya proletaryası ve halklarının devrimci enternasyonal destek ve dayanışmasına güvenme ve geliştirmeye azami önem vermenin önemini; devrim ve sosyalizm aleyhine değişen güçler dengesinin geçici olacağını görmenin, taktiksel manevralar yapmanın, ilkeleri sulandırmadan dayanmanın ve direnmenin önemini bizlere göstermektedir. Burada da, ön görüde pratik materyalistlere özgü keskin duyunun, hazırlık, güç biriktirme ve manevra yapmanın, savunma dönemlerini saldırı dönemlerinin izleyebileceği olgusunun bilince çıkarılmasının büyük önemini bir kez daha görüyoruz.
Arnavutluk deneyi bizlere, kapitalist restorasyonun deneylerini daha derinden çıkarılması gerektiğini, daha sistemli ve yetkin bir kuşanmayı gerektiğini, kapitalizmin restorasyonu deneyimlerinin, başlangıçta, yeni bir kapitalist restorasyonu örgütlemenin silahı/kamuflajı haline getirilebileceğini; restorasyonun dersleriyle silahlanmanın derinlik ve genişliği bakımından bir de bu ve benzeri gelişmelerin aracı haline getirilmesine olanak tanımayacak denli etkin bir silaha çevrilmesi gerektiğinin yaşamsal önemini bizlere göstermektedir. Kapitalist restorasyona, bürokratizme, bürokratik yozlaşmaya, liberalizme karşı, tutuculuğa, dogmatizme, ayrıcalıklı katmanların oluşmasına karşı kükreyenlerin her zaman için doğru insanlar, izm’ler, partiler, önderler olmayabileceğini, bir Troçkizm, bir Titoizm, bir Kruşçevizm, bir Aliya revizyonizmi deneyiminden de görebilmekteyiz. En büyük ihanet ve dönekliklerin, hizipçi ve kariyerist nitelikli girişimlerin, bireyci ve oportünist unsurlardan vb. geldiğini, bu tür girişim ve hareketlerin, oportünist, kariyerist unsurlar nezdinde en yüce ideal ve sloganların arkasına gizleyebileceklerinin, küçük insanların büyük amaçların ardına gizlenerek çamur karakterlerini örtebileceklerinin vb. vb. ayırdında olmak gerekir.
Bunun için Marksizm-Leninizm’le donanmanın, derslerle kuşanmanın, ideolojik-teorik, siyasal ve örgütsel-pratik donanımı, devrimci dinamizmi sürekli geliştirerek, devrimci eylemin ateşi, örs ve çekici arasında şekil almanın, sürekli bir yenilik, ama ilkelere bağlı devrimci yenilik bilinç ve ruhuyla yetkinleşmenin, bağımsız ideolojik ve siyasi kişiliği geliştirmenin, fırtınalı devrimci bir parti ve kadro yaşantısına sahip olmanın; önderlerin ve partilerin de kesiksiz eğitilmesi ve devrimci yenilenmesinin büyük önemini görmekteyiz.
Arnavutluk deneyimi bize, komünist bir partinin, proletarya diktatörlüğünün, sosyalist inşa sürecinde ve günlük devrimci eyleminde bürokrasiye, bürokratik deformasyona, bürokratik yozlaşmaya, idari yöntemlerle yönetmeye karşı demokrasiyle merkeziyetçiliğin sentezi olan demokratik merkeziyetçilik ilkesine bağlı kalmanın, kadroların bağımsız ideolojik-politik kişiliğini geliştirmenin yaşamsal önemini, parti iç yaşantısı bakımından devrimci canlılığa dayanan dinamik bir yapılanmanın geliştirilmesinin ve sürekli yetkinleştirilmesinin, sosyalist demokrasinin sürekli geliştirilmesinin, kitlelerin yönetime katılmasının, kitlelerin yönetilmesinde onların bağımsız devrimci eyleminin parti önderliğinde geliştirilmesinin, taban ve kitlelerden gelen eleştirilerin sürekli teşvik edilmesinin, partiden kitlelere, kitlelerden kitlelere, kitlelerin öğretmeni ve önderleri olarak kitlelerin öğrencisi olmanın bir an olsun unutulmadan uygulanmasının büyük önemini göstermektedir.
Arnavutluk deneyimi, kitlelerin öncünün seviyesine yükseltilmesinin, ideolojik-kültürel devrimin ve yeni insan tipinin geliştirilmesini bir an için bile ihmal etmek bir yana, en yüksek uyanıklık ve donanımla geliştirilmesi gerektiğini, bu bakımdan donanım ve sürekli yetkinleşme alanında Arnavutluk’ta partinin, kadroların, kitlelerin seviyesinin abartıldığını, bürokratik alışkanlıkların tahrip edici ve biriktirici rolünün yeterince görülmediğini, kadroların ve kitlelerin partiye içten sadakatinin tek yanlı tarzda önderlere, partiye, devlete bir biçimde bürokratik bir bağımlılığa dönüşebildiğini ve bunu kırmanın güç ama deneyimler ışığında bu zaafiyetin aşılmasının öneminin altının çizilmesi gerektiğini gösteriyor. Çünkü tüm bir tarihsel süreci kapsayan ve geçici de olsa yenilgiyle sonuçlanan ve geleceğe eşsiz bir dersler hazinesi bırakan sosyalizm denemeleri, yeni tipte bürokratik yozlaşma yoluyla restorasyon tehlikesinin en büyük tehlike olduğunu enternasyonal proletaryaya göstermiştir.
Sosyalizm bir ülkede zafer kazanabilir, dahası sosyalizm bir dizi ülkede zafer kazanabilir, sosyalist bir kamp ortaya çıkabilir, dahası, sosyalist bir kamp çapında federatif cumhuriyetler birliği kurulabilir veya sınıf mücadelesi bugünden göremediğimiz yeni birleşme biçimleri üreterek gündemleştirebilir, tüm bunlara karşın yine de bürokratik yozlaşma yoluyla, yeni bir burjuva yozlaşma yoluyla kapitalizme geri dönüş tehlikesi ortadan kalkmayacaktır ve bu süreçte en büyük tehlike de kalenin içten çökmesi tehlikesi olmaya devam edecektir.
İşte bürokratik yozlaşma böylesine büyük bir tehlikedir. Ama bu bir kader değildir aksine, sosyalizm tarihinin bizlere sunduğu ve geliştirilmesi gereken dersler bir silaha çevrildiği oranda bu tehlike elbette ki aşılacaktır. Anarşizme, anorko sendikalizme, sivil toplumculuğa, liberalizme, burjuva demokratizmine, Troçkizm’e, post-modernizme, postMarksizme vb. kaymak çözüm değil çözümsüzlüğün itirafı, Marksizm-Leninizm’i terketmenin tipik bir yansıması ve somutlaşması olacaktır. Tarihsel mirasın devasa kazanım ve zaferlerini görmek ve özümsemek yerine, sonu (geçici olması ve yerini daha büyük ve görkemli sosyalizm zaferlerine bırakması kaçınılmaz ve kesin olan), yenilginin tek yanlı, idealist ve subjektif bir eksende değerlendirilmesiyle, umutsuzluk ve irade kırılması, yön kaybı, teslimiyet ve döneklik tarafından belirlenen bir sözde derslerle kuşanma ve sözde sosyalizmin yeni dönemine hazırlanma demagojisi ile yalnızca ve yalnızca kapitalizme, burjuvaziye, burjuva ideolojisine eklenme ve yedeklenme kaçınılmaz hale gelir ve bu yol komünistlerin ve enternasyonal proletaryanın yolu değil, ihanet cephesinin yoludur ve yolu olacaktır yalnızca.
Arnavutluk’ta kapitalizmin restorasyonu deneyimi, kurtuluş öncesi dönemde ciddi bir kapitalizm, burjuvazi ve ideolojisinin gelişmediği Arnavutluk gibi geri ülkeler de bile, yıkılışa gidiş ve yıkılış koşullarında burjuva gericiliğin hızla ayağa kalkabileceğini, politik partilerini kurabileceğini, böylesine bir gücün doğabileceğini bizlere göstermektedir. Tarihin bu dersi bizlere, sosyalist inşa sürecinde sınıf mücadelesinin yatışacağı, son bulacağı türünden liberal, reformist, revizyonist teori ve tezlerin komünistlerin, proletarya ve kitleleri silahsızlandıracak teori ve tezler olduğunu, sınıf mücadelesini her cephede amansız bir şekilde yürütmek gerektiğini, asla gevşemeden tüm adım ve tedbirlerin sınıf mücadelesi eksenin de ele alınması gerektirdiğini gösteriyor.
Aynı deneyim, sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonu tehlikesinin küresel ölçekteki kaynağını oluşturan uluslararası sermayenin mutlak olarak şöyle ya da böyle, şu veya bu zamanda devrilmiş gericiliğin kalıntılarıyla, ortaya çıkabilecek yeni burjuva unsurlarla vb. organik bir bağlaşmaya yöneleceğini ve bunu gerçekleştirebileceğini, sosyalist sistemin zayıf, güçsüz yönlerini, olası hata, zaaf ve eksikliklerini sayısız biçimde teşvik edeceğini, bin bir biçim altında yozlaşmayı kışkırtacağını, vb. bizlere göstermektedir.
Arnavutluk deneyimi de bizlere, tarihsel ve toplumsal bir kategori olan bürokrasinin ve sosyalizmden kapitalizme geri dönüşün bir aracı haline dönüşebilecek bürokrasinin maddi temelleri ortadan kaybolmadan, yöneten ve yönetilen, kafa emeği ile kol emeği arasındaki eşitsizlik yok olmadan kapitalizme geri dönüşün bir aracı olabileceğini gösteriyor.
Sosyalizm deneyleri ve dersleri bizlere, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde, bürokratik yozlaşmanın salt idari tedbirlerle ortadan kaldırılamayacağını veya salt devrimci iradeyle bir çırpıda yok edilemeyeceğini, bu hastalığın bir yandan eskinin bir kalıntısı olarak, öte yandan emperyalist dünya sisteminin varlığı ve baskısı gibi nesnel bir temele ve nesnel bir temelden kaynaklanan bir güce sahip olduğunu, devrimci subjektif faktörün bu nesnel gerçekliği inşa sürecinde sınırlandırarak ve gitgide daha fazla sınırlandırarak zamanla baş edilecek bir olgu olduğunu göstermektedir.
Bu bakımdan bürokrasinin, sınıf mücadelesini temelinde, komünizmin maddi-teknik temelinin sürekli güçlendirilmesiyle, ideolojik-kültürel devrimin sistemli geliştirilmesiyle, bütüncül bir kesintisiz devrimin komünizme dek parti ve sınıf önderliğinde geliştirilmesiyle kaldırılabileceğini kanıtlıyor. Sorunun devrimci çözümünün bürokratik merkeziyetçilik olmadığını deneylerden biliyoruz. Aksine, bürokratik merkeziyetçiliğin söz konusu bürokrasi hastalığının bir ürünü veya yansıma biçimlerinden birisi olduğunu çok iyi biliyoruz. Bürokrasiye, bürokratik merkeziyetçiliğe, idari yöntemlerle yönetmeye karşı sözde çözüm olarak öne sürülen sosyalist demokrasiyi geliştirme, üretim demokrasisini geliştirme, taban demokrasisini geliştirme ve yetkilerin, mülkiyetin vb. yerel yönetimlere, işletmelere vb. devredilmesinin de sorunun devrimci çözümü olmadığını gerek daha çarpıcı bir deneyim olarak Titoizm ve Yugoslavya deneyiminden ve gerekse de kapitalizmin restorasyonu yoluna giren eski sosyalist ülkelerin deneyiminden de biliyoruz.
Sorunun çözümü, her halükarda Marksizm-Leninizm’e bağlı kalmaktan, ekonomik, siyasi, toplumsal yaşamı demokratik merkeziyetçilik ilkesine bağlı inşa etmekten, geriye dönüşün dersleri ışığında sosyalist demokrasiyi geliştirmekten, bürokrasiye ve bürokratik yozlaşma tehlikesine karşı ulusal alandaki mücadeleyi uluslararası alandaki mücadeleyle sıkı sıkıya birleştirmekten, maddi temelleriyle birlikte ideolojik-siyasi devrimi kesintisiz geliştirirken bürokratik hastalığa karşı partinin, devletin, kitle örgütlerinin, sıradan kitlelerin kolektif aklına dayanmaktan ve bu kolektif aklın sürekli bir tarzda komünizm hedefine kilitlenmiş bir şekilde niteliğini yükseltmekten geçtiğini bilince çıkarmak gerekmektedir. Yalnızca doğru şiarları ileri sürmekle, görevleri doğru açıklamakla, kitleleri, kadroları vb. bürokrasiye karşı mücadeleyle çağırmakla yetinen bürokratik bir biçimciliğin esiri haline de gelinmemelidir. Sorunun çözümünde asıl olanın, doğru perspektif, şiar, açıklama ve çağrılar değil, ama vazgeçilmez bu ön koşulla birlikte, gerçekten de devrimci çizgi temelinde, günlük devrimci inşa çalışmasının, sınıf mücadelesi ışığında bürokrasiye karşı mücadeleyi geliştirebilmesinden, kitlelerle en sıkı bağın, kitlelerin bağımsız devrimci inisiyatifinin, katılımının, denetiminin yetkinleştirilmesinden; onların devrimci özne konumuna yükseltilmesinden geçeceği bilince çıkarılmalıdır.
Arnavutluk deneyimi bizlere, tek başına devlet yöneticilerin iyi bir işçinin ya da ortalama bir işçinin ücretini almakla sınırlandırılması, istendiği an geri çağırma hakkının kullanılmasıyla, ekonomik bakımdan ücret ve gelirler arasında esaslı bir farklılığın doğmasını önlemekle, üretimle bağlı ve sadece kaçınılmaz olan gereksinimlerle bağlı sınırlı profesyonelleşmiş bir ordu ve halkın genel silahlandırılmasına ve milis örgütlenmesine dayanan bir tedbirle vb. bürokrasiye karşı başarılı bir mücadelenin yürütülemeyeceğini, bu vb. tedbirlerin, iktidar, düzen ve evcilleşme, bürokrasi hastalığına karşı mücadeleyle en yüksek bilinç ve duyarlılıkla birleştirilmesi gerektiğini kanıtlamıştır. Örneğin Arnavutluk’ta, ücret ve gelir farklılaşması zayıftı, esas sorun buradan kaynaklanmadı, ama yıkılışa karşı komünistlerin bağımsız devrimci inisiyatif göstererek harekete geçememesinde bürokratik biçimciliğin, oluşmuş bürokratik alışkanlıkların, bürokratik yasallığa fazlasıyla teslim olunmuş olmasının, parti-kadro, önder-kadro ve alt organ ilişkilerinde yerleşmiş bürokratik yasallığa tek yanlı ve aşırı bağımlılığın, iktidar ayrıcalıklarına ve idari yöntemlerle yönetmeye boğulmuş ve alışmış olmanın, iktidar ve düzen hastalığının en önemli rolü oynadığı görülüyor.
Enver Hoca ve AEP, SSCB’de ve Sosyalist Kamp’ta gerçekleşen kapitalizmin restorasyonu deneyiminin eleştirel çözümlenmesinden, yukarıda yönelttiğimiz eleştirilere karşın, önemli dersler çıkarmayı başarmıştı. E. Hoca’nın “Kruşçevciler”, “Leninist Parti ve Kadrolar” vb. gibi yapıtlarında, “AEP Tarihi”, “Kongre Raporları” gibi belgelerde bu olguyu görebilmekteyiz. Sosyalist kampın kapitalist/revizyonist bir kamp haline gelmesine karşın, sosyalizmin ASHC’de uzun yıllar ayakta kalması bile söz konusu tarihsel deneyimden çıkarılmış derslerin az çok bir silaha dönüştürülmüş olmasıyla bağlıydı aynı zamanda. “Yiğidi öldür ama hakkını yeme!” der bir atasözü.
Ama tarihsel pratiğin açığa çıkardığı gibi, sosyalist kampın kapitalist/revizyonist kampa dönüşmesinden çıkarılan dersler, Enver yoldaşın ölümünden sonra, AEP önderlerinin revizyonist/kapitalist yola girmesini, dahası, söz konusu dersleri uygulama ve geliştirme demagojisi ardına gizlenen yeni ihanetin örgütlenmesini önleyememiştir. Aslında burada temel sorun, başlangıçta anlaşılmamış olmasına veya gecikerek bilince çıkarılmasına karşın, kapitalist restorasyon olgusunu görebilen komünistlerin Uluslararası Komünist Hareketin, AEP’in, E. Hoca’nın devrimci gelenek ve ilkelerine militanca sahip çıkarak ya da bu ilke ve geleneği içselleştirerek feda ruhuyla öne atılamamış olmasıdır. Eğer böylesine kritik bir tarihsel dönemeçte, sınıf mücadelesinin gereksinmelerine militanca yanıt verecek bir önderlik ortaya çıkabilseydi, kuşkusuz ki, yeni revizyonist burjuva ihanet önlenebilirdi. Önlenemediği koşullarda ise, büyük bir moral üstünlüğüyle yeni sürece girilmiş olunacaktı. Bu direniş ve moral üstünlüğü, yeni bir sosyalist atılımı da hızlı ve derin bir şekilde mayalayacaktı. Geleceğe unutulmaz bir başkaldırı, görkemli bir direniş ve ayaklanma temelinde militan dersler bırakacaktı. Ancak böyle bir çıkışla “onur içinde ayakta” ölebilirdi Arnavutluklu komünistler, işçi sınıfı ve emekçi kitleler.
Enver yoldaşın ve AEP’in kapitalizmin restorasyonundan çıkardıkları derslerin ve bu dersleri pratik-politik bir silaha çevirme çaba ve yöneliminin özet bir tablosunu aşağıda sunmaya çalışacağız; bunu sorumluluğumuzun bir gereği, bükülmez devrimci Enver Hoca yoldaşa karşı bir vefa borcu olarak da görmekteyiz. Kapitalizmin restorasyonu bağlamında Enver Hoca yoldaşın çıkardığı tarihsel, teorik, politik dersleri (hata, eksiklik ve zaaflarını unutmuyoruz), O’nun Marksizm-Leninizm’e katkısı olarak gördüğümüzü de vurgulamak isteriz.
1)Enver Hoca yoldaş, SSCB ve Sosyalist Kamp’ta kapitalizmin restorasyonunun sosyalizmin zafer kazandığı koşullarda, sosyalist bir kampın doğduğu koşullarda, bürokratik yozlaşma yoluyla gerçekleştiğini, bu yolun yeni bir yol olduğunu saptamış ve ortaya koymuştur. Bu gelişmenin içteki bürokratik çürümeyle bağını ve yeni koşullardaki Amerikan emperyalizmi önderliğinde örgütlenen “ Soğuk Savaş Stratejisi” ile bağını kurmuş ve açmıştır.
2) Restorasyonu örgütleyen sınıfın öncül tabakasının ekonomik bakımdan ayrıcalıklı küçük burjuva bir tabaka olduğunu, bu tabakanın sosyalizm koşullarında oluştuğunu saptamıştır. ASHC’de böyle bir tabakanın oluşmamasına büyük önem vermiştir. Deneyden çıkardığı dersler ışığında, maddi teşvik tedbirlerini sistemli azaltarak büyük bir oranda ortadan kaldırmış, toplumsal çıkarın bireysel çıkarın üzerinde olduğu bilinç ve pratiğini geliştirmeye özel bir önem vermiştir. Bunu günlük devrimci çalışmanın dolaysız bir parçası haline getirmiştir. Kimi zaman da, özellikle 60’lı yılların ikinci yarısında, başlangıçta toplumsal çıkarı kişisel çıkarın üstünde tutma çalışmasını kitlesel bir kampanya biçiminde de örgütleyerek daha ileri çıkış ve kazanımların aracı haline getirmeye önem vermiştir. ASHC’de en üst kesimle en alt kesim arasındaki gelir ve ücret farklılığı bire ikidir. En yüksek ücretleri indirme, en düşük ücret ve gelir seviyesindeki kesimlerin yaşam standardını yükseltmeye ve kent ile kır arasındaki gelir dağılımı eşitsizliklerini azaltmaya önem vermiştir. Yeryüzünde vergileri kaldıran ilk ve tek ülkedir. Parasız sosyal hizmetleri geliştirerek sosyal refahı yükseltme yolundan ilerlemeye özel ve temel bir yer verilmiş ve geliştirilmiştir. Sistemli bir şekilde ücret ve gelir farklılıklarını azaltma yolundan yürünmüş, herkese emeği ve yeteneği oranında ücret verme ilkesi uygulanırken gelir ve ücret farklılıklarının büyütülmesi değil, azaltılması yolundan yürünmüştür.
3)Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde, ekonomik, siyasal, ideolojik devrimin bir iç bütünlük içerisinde kesiksiz geliştirilmesine önem verilmiş, bu devrimci süreçte birbirine bağlı olan devrimin şu ya da bu yanının öne çıkabileceği reddedilmeden ideolojik ve kültürel devrimi sürecin kavranacak halkası olarak sıkı sıkıya kavramanın önemi özel olarak vurgulanmıştır. Bürokrasiye, liberalizme, teknokratizme, entelektüalizme vb. karşı mücadele bu perspektife bağlı ele alınarak geliştirilmiştir. İç ve dış düşmanların hedeflerine ulaşmak için, “siyasi ve sosyal karşı devrimin zeminini ideolojik ve kültürel karşı devrim aracılığıyla hazırladıkları”nı, “ideolojik alanın sınıf mücadelesinin esas cephesi” olduğu (AEP Tarihi, C. III, s. 106), “emperyalist ve revizyonist düşmanlar, şiddet tedbirlerinin yanı sıra, aynı zamanda sosyalist düzeni barışçı yoldan yozlaştırma taktiklerini de kullanmakta ve ideolojik saldırganlığa özel bir önem vermektedirler. Sovyetler Birliği ve eskiden sosyalist olan diğer ülkelerde o kadar verimli sonuçlar vermiş olan karşı-devrimci yöntem işte budur.” (AEP VII. Kongre Raporu, s. 102) saptamaları ışığında ideolojik-kültürel cephede sınıf mücadelesini geliştirmeye yüklenilmiştir.
4)Partinin sınıfsal bileşimini korumak ve işçi ağırlığını geliştirmek için daima özenli davranılmış, emekçi köylülük ikinci sırada yer alırken aydınlara üçüncü sırada yer verilmiştir. Enver Hoca’nın önderliği döneminde partinin saflarını işçi sınıfı saflarından gelme kadrolarla beslemeye ısrarla özel önem verilmiştir. Dahası, işçi kadrolar yönetim görevlerinde daima başköşeye oturtulmuş veya oturtulmaya çalışılmıştır. ASHC işçi sınıfının nispeten genç, kırsal kökenli ve asıl olarak sosyalist sanayileşmenin ürünü olduğu da gözden kaçırılmamıştır. Sürekli bir şekilde, üretimle bağlı kadrolaşmaya önem verilmiş, üretimde ve özellikle üretimin en zor sektörlerinde çalışanlardan kadrolaşmaya özel önem verilmiştir. Örneğin, “Son beş yıl içinde yönetim görevlerinden üretime ve şehirden köylük bölgelere sevkedilen Komünist sayısı, geçen herhangi bir beş yıllık döneme göre daha fazla olmuştur. Bugün toplam Komünist sayısının yüzde 62’si üretim alanında faaliyet göstermekte ve bunların yüzde 82’si fiilen üretimde çalışmaktadır. Tarım kooperatiflerinde, bilfiil üretimde çalışan Komünistlerin sayısı, toplamın yüzde 87’sine ulaşmaktadır.” (age., yıl 1976, s. 85-86) Yöneticileri üretime gönderme, kafa emekçilerini işletmelere ve kırlara gönderme, bütün devlet ve parti yöneticilerinin yılda bir ay üretime katılma zorunluluğu uygulaması, kadroların devrimci eğitiminin bir biçimi olarak, “sistemli bir şekilde çeşitli görevler arasında dolaştırmak, kadroların üretimde çalışmasını sağlamak” (s. 92) gibi kalıcı tedbirler geliştirilmiştir.
AEP MK, 1966 yılında komünistlere, işçi sınıfına ve halka açık bir mektup yayınlar; mektupta Partinin son dönemde aldığı köklü tedbirler açıklanır ve belirlenen görevlerin ülkenin dört bir yanında militanca omuzlanması istenir. Hatalar, eksiklikler vb. açıklanır, parti ve inşa sürecinin deneyimleri özetlenir. Bütün toplumsal olayların siyasal görüş açısından bakılarak değerlendirilmesi istenir. Bürokrasiye, bürokratik hatalara, bürokratik deformasyona özel olarak dikkat çekilir. Yaşamın her cephede gündelik yaşantı içerisinde devrimcileştirilmesi, komünistlerin ve emekçilerin bir devrimci gibi düşünmesi, çalışması ve yaşaması istenir. SSCB’de yaşanan kapitalist restorasyonun derslerine bağlı kitlesel seferberlik uygulanır vb. Parti ve devlet aygıtı, merkezi ve yerel düzeyde yeniden örgütlenir, yönetim işleri basitleştirilir. Bürokratik aygıtlar çeşitli biçimlerde azaltılır, aygıtlar ve yönetim işleri kitlelere daha da yakınlaştırılır. Alınan tedbirlere ve yapılan düzenlemelere bağlı olarak, örneğin şunlar yapılır: “Merkezi devlet yönetimindeki personelin sayısı yarı yarıya” indirilir. Yönetim aygıtında çalışan “15, 000 kadar kadro üretime, özellikle köylülük bölgelerdeki üretime katılmaya” gönderilir. “Aralarında Parti ve devletin yüksek düzeyindeki kadroların da bulunduğu çok sayıda kadro merkezden tabana” yollanır (AEP T. C. III, s. 93), “Zihni çalışmayı bedeni çalışmayla, üretimle birleştirmek için büyük bir hareket” başlatılır. “Zihni çalışmayla uğraşan kimseler, gönüllü olarak ve kitle halinde, köylülere tarım işlerine” (age., s.94) yardıma gider. Yalnız partide değil devlet aygıtında, kültür ve sanat kurumlarında, bilimsel ve entelektüel kurumlarda, orduda, kooperatiflerde, kitle örgütlerinde işçi kökenli kadroların öne çıkarılmasına sistemli önem verilir, bu vb. kurumların toplumsal bileşiminde işçi ağırlığını geliştirmeye önem verilir. (age., s. 86-87) Bu vb. tedbirler sürekli uygulanır.
5)Sosyalist inşa sürecinde yetişen ve asıl olarak sosyalizm döneminin ürünü olan halk aydınlarının eğitimine, denetimine önem verilir. Aydınlar, proleter partizanlık ilkesiyle yetiştirilmeye çalışılır. Aydınların işçi sınıfını değil, işçi sınıfının aydınları yönetmesi gerektiği bilinciyle davranılır. Aydınların ayrıcalıklı bir tabaka haline gelmemesi için sıkı bir denetim örgütlenir. “Sınıfın eğitimi ve ruhuyla donanmış olmayan bir kadro, eline fırsat geçtiğinde Parti’yi ve yığınları hiçe saymaya hazırdır.” bilinciyle kadrolar ve aydınlar eğitilir, yönlendirilir. Aydınlar içerisinde görülen hastalıklara (bürokratizme, kariyerizme, kibirliliğe, ayrıcalık ve ün peşinde koşmaya, ilkesizliğe, kitleleri ve kolektivizmi küçümsemeye, bireyciliğe, entelektüalizme, teknokratizme, rahat yaşamaya, kol işini, üretimde çalışmayı küçümsemeye, küçük(!) işlere burun kıvırmaya, kendine tapınmaya, kendinden memnun olmaya, öttüğü için sabahın geldiğine inanmaya vb.) karşı mücadelede Parti onların Marksist-Leninist bilinç ve sorumluluk duygusuyla, üretimle ve kitlelerle sıcak bağını korumaya, işçi ve emekçi kitlelerin “manevi özellikleri ve nitelikleriyle gittikçe daha derinlemesine” (age., s. 120) donanmasına ve kitlelerin yakın denetimi altında yaşamasına, yaşam tarzı ve standardının kitlelerin ortamından, yaşam tarzından ve standardından kopuk olmamasına özel önem verilir. Aydınlardan enerjik bir tarzda yararlanan Parti, parti ve devlet yaşamında, genel toplumsal yaşantıda aydınları küçümsemeden ama onların proletarya ve emekçi kitlelerden daha değerli oldukları türünden bencillik ve kibirliliği geliştirmeden, halkın ve sınıfın hizmetinde oldukları iradesiyle eğitmeye ve yetiştirmeye dikkat ve özen gösterir.
6)Sosyalist sistemin ve kampın olumsuz deneyiminden çıkarılan derslerin ışığında, kaçınılmaz bir zorunluluk olan düzenli ordunun üretimle bağının korunmasına önem verilir. Düzenli ordunun yanı sıra, halkın genel silahlı eğitimine, silahlanmasına, askeri bakımdan örgütlenmesine de özen gösterilir. Generallerin ve subayların erlerden ve kitlelerden kopması, kibire kapılması ve bürokratik yozlaşması tehlikesine karşı mücadeleyi daha nitelikli hale getirmek için 1960’ların ikinci yarısında ordudaki rütbe ve işaretler kaldırılır. Orduda siyasi komiserlikler yeniden kurulur. Parti komiteleri yeniden örgütlenir. Bürokrasiye, liberalizme, sektarizme, askeri bakış açısına, teknokrasiye, burjuva ve küçük burjuva etkilere karşı ordunun, başta da general ve subay kesiminin eğitim ve denetimine özen gösterilir. (Bkz. AEP T. C. III, s. 87-88-89) Ordu şakşakçılığı yapılmamasına, ordunun pohpohlanmamasına, ordunun kibir içinde boğulmamasına (Enver Hoca, Leninist Parti ve Kadrolar, s. 48-49, Sun Yay.) dikkat edilir.
7)ASHC’de bürokratik yozlaşma yoluyla kapitalizmin inşasına karşı anayasal düzeyde de tedbirler alınmıştır. (Bkz. AEP VII. K. R., s. 18) Partinin, devletin, yöneticilerin, aydınların bürokratlaşarak çürümemesi için, sosyalist demokrasinin geliştirilmesi için, sıradan kitlelerin siyasal ve toplumsal yaşamın her cephesinde katılım inisiyatifinin geliştirilmesi için bir dizi tedbir uygulanmış, atama yoluyla gelen devlet görevlileri sürekli azaltılmış, atanmışların da kitle denetimi altında olması, kitlelere hesap vermesi zorunlu kılınmış, işçi ve köylü denetim örgütleri kurulup ülke çapında geliştirilmiş, komünistlerin ve yöneticilerin üretimle bağı, kitlelerle bağı canlı tutulmaya çalışılmış, tabandan eleştiri, denetim, kitle baskısı ve katılımı körüklenmiş, maddi bakımdan ayrıcalıklı tabakaların oluşması önlenmeye çalışılmıştır. Biçimsel bakımdan parti çizgisine bağlı, parti ağzıyla konuşan ama parti çizgisinin ve direktiflerinin ideolojik-siyasi içeriğini kavramaktan uzak ya da yüzeysel, pratikte bu çizgi ve direktiflerin devrimci ruhunu boşaltan bürokratik tarza ve insan tipine (“Bürokratın en tehlikelisi komünist bürokrattır.”-Stalin) karşı ısrarlı bir mücadele geliştirilmiştir. Kadroların yaşamla canlı bağı diri tutulup geliştirilmeye, yöneticilerin “önce komünist sonra yönetici” (s. 95, iba.) olduklarını unutmamaları için ısrar edilmiştir. Bürokrasiye karşı mücadelenin tek bir kampanyayla, salt idari ve teknik tedbirlerle, bürokrasiye karşı gürlemekle sınırlanamayacağı ve başarılı olunamayacağı; bürokrasiye ve bürokratik yozlaşmaya karşı mücadelenin tüm bir tarihsel süreci, sosyalizmden komünizme geçiş sürecini kapsayacağı; bu mücadelenin ideolojik, siyasal, iktisadi cephelerde birleşik bir şekilde geliştirilmesi gerektiği ısrarla vurgulanmıştır. Dolayısıyla bürokratizme karşı mücadelenin ancak kitlelere mal edilmesiyle, onların en geniş temel ve en derin donanımla yönetime katılmasıyla, kafa emeğiyle kol emeği arasındaki farklılığın kaldırılmasıyla, yöneten yönetilen ayrımının silinmesiyle ortadan kalkacağı ısrarla açıklanmıştır.
Yukarıda açıklaya geldiğimiz, “yapılmıştır”, “edilmiştir”, “geliştirilmiştir” vb. vurgular kendi özgünlüğü ve göreli anlamı içerisinde kavranmalıdır. Bu vurgular göreli anlamından koparıldığında ortaya gerçeklerle bağı olmayan idealize edilmiş mükemmeliyetçi bir tablo çıkacak ve doğal olarak şu soru gündeme gelecektir: O halde be kardeşim neden ASHC’de kapitalizmin restorasyonu önlenemedi! Ama bu yaklaşım zaten bize ait değildir. Yukarıda, ilgili yer(ler)de de açıkladığımız gibi, çıkarılmış derslere ve bu dersleri ideolojik donanımın bir parçasına ve pratik bir silaha çevirme iradesine karşın ne yazık ki, Ramiz-Çarçani revizyonist kliği eliyle sosyalizmin tasfiyesi önlenememiştir. Tam da burada temel sorun olan önderlik sorunu karşımıza çıkmaktadır. İhanetin önderleri AEP’in önderleridir. İhanete karşı ise AEP’de de yeni tip önderler ortaya çıkarılamamıştır. Açık ki, kapitalist restorasyonun tarihi dersleri ve bu derslerin uygulanma düzeyi ASHC’de bürokratik revizyonist burjuva karşı-devrimi önleyecek, ortaya çıktığı koşullar da ise bu ihanete karşı ikircimsiz kendini ortaya koyacak yeni tip önderleri ortaya çıkaracak denli derinlemesine geliştirilememiştir. Nesnel koşulların sosyalizmin aleyhine olması, yeni tip burjuva karşı-devrimi üretme ve geliştirmek bakımından iç ve uluslararası gericiliğin lehine olması olgusu bu sorunun yanıtı değildir ve olamaz; böyle bir yaklaşım ve çözümleme tarzı kendiliğindenci oportünizmi simgeler. Burada asıl olan şey ya da vurgulanması gereken şey, öznel faktördür, önderlik sorunudur; bürokratik revizyonist burjuva karşı-devrime karşı mücadelede kendi tarihsel ve güncel devrimci sorumluluklarının bilinç ve inisiyatifiyle donanmış savaşçı bir önderliğin ortaya çıkamamış ve önlenebilecek bir sürecin önlenememiş ve revizyonist gericiliğin yenilgiye uğratılamamış olmasıdır.
Sonuç itibari ile ASHC’deki geçici yenilgimiz de, üstelik moral üstünlüğü kazanmayı becerememiş olarak, enternasyonal proletaryaya bir yığın ders bırakarak, bu derslerle de silahlanarak yeni zaferlere yürümemiz bakımından olumlu ve olumsuz yönleriyle tarihe mal olmuştur. Gerisi “ At binenin, silah kuşananındır.”
Dünya komünist hareketinin ve Türkiye komünist hareketinin söz konusu derslerle donanması ve özel olarak da bürokratik önderlik anlayışı ve çalışma tarzı ile özel bir hesaplaşmaya girmesi ve kendini derinlemesine özeleştirel aşması gerektiği de çok açıktır ve açık olmalıdır. Özelde SSCB ve ASHC’nin bürokratizme karşı mücadele deneyimlerinin eleştirel incelenmesinden çıkarılacak derslerin ışığında hareketimizin de ilkeli, eleştirel, uzlaşmaz ama yapıcı bir şekilde önderlik anlayışı, çalışma tarzı, kadro politikası vb. bakımlardan incelenmesi, özeleştirel yeniden yapılanması gerekmektedir. Bundan kaçınmak olsa olsa oportünizm ve tasfiyecilikte ısrar anlamına gelir. Tarihsel deneyimin, o arada bu deneyimin bir parçası olan Türkiye komünist hareketinin deneyiminin eleştirel aşılmaması, yeni bir donanım ve yeni bir dinamizm yaratılmaması, sosyalizm tarihinin dersleriyle donanmış olarak yeni ve daha nitelikli bir Birlik Devrimi zihniyeti atılımı yapılmaması komünist hareketin kendi misyonunu terk etmesi demek olacaktır ya da bu, kaçınılmaz bir olguya dönüşecektir. Kuşkusuz ki komünistler bu yeni atılımı da başaracaktır. Bürokratik tasfiyeci sapmaya ve taribatlarına da ancak böyle son verilebilir. Komünistler proletaryanın temsilcileridir. Tek sorumlulukları Marksizm-Leninizm’e, sınıfa, davaya, kavgaya, ideallerine karşıdır. Komünist hareketin ve komünist militanların bunun dışında başka bir ölçütü ya da ölçütleri yoktur. Konu Marksizm-Leninizm ve dava olunca gerisi teferruattır.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder