Translate

24 Aralık 2012 Pazartesi

SOSYALİZMİN DENEYİMLERİ, BÜROKRATİZM VE “KÜLT” ÜZERİNE



SOSYALİZMİN DENEYİMLERİ, BÜROKRATİZM VE “KÜLT” ÜZERİNE
Uluslararası Komünist Hareket’in, sosyalist inşanın ve kapitalizmin restorasyonu deneyimlerinin eleştirel incelenmesi, ilkeli bir özeleştiri hareketinin örgütlenmesi; teorinin, teorik ve pratik çalışmaların zenginleştirilerek geliştirilmesi dünya komünistlerinin önündeki yaşamsal görevlerdendir. Bu sorunların zamanında ele alınmaması, çözülememesi öncü değil, artçı bir önderlik anlayışı ve çalışma tarzını ifade ettiği vurgulanmalıdır. Bu durum, öncesi bir yana, Kruşçevci modern revizyonist karşı devrimin 1956 yılında politik iktidarı ele geçirmesinden bu yana geçen tarihsel kesitte, bir dizi gelişme aşamasından geçen Uluslararası Komünist Hareket’in, yapısal ve tarihsel zafiyetleriyle bağlıdır. Söz konusu tarihsel çizgi ve geleneğe bağlanan Türkiyeli komünistler de aynı zafiyetlerle şekillenmiştir. Dar pratikçi, idareimaslahatçı önderlik anlayışına ve çalışma tarzına bağlanmış Türkiye komünist hareketinin teoriye hakimiyet zayıflığı, tarihsel deneyime eleştirel hakimiyet zayıflığı, teoriyi, teorik çalışmayı ihmal zafiyeti; hareket halindeki somut tarihsel gerçekliğin analiz ve sentezindeki ağır zafiyetler; önderlik, önderleşme iddia ve misyonunun arkasında duramama söz konusu tarzın bazı görünümleridir. Kuşkusuz ki Türkiye komünist hareketinin söz konusu zaaflarının, daha geniş anlamda önderlik ve çalışma tarzındaki zaaflarının nedenini sadece Uluslararası Komünist Hareket’e yıkmak, objektif bir değerlendirme olmayacaktır. Dahası, sorumluluk, öncelikle komünist hareketin omuzlarındadır. Açık ki bu bakımdan da komünist hareketin kendi zaaflarının sorumluluğunu cesurca ve özeleştirel üstlenmesi gerekir…
Türkiye komünist hareketinin önderlik anlayışı ve çalışma tarzı bakımından kendi zaaflarına saldırarak aşma girişimleri daima yarım kalan, kendi doğrultusunda istikrarlı gelişemeyen atılımlar olarak kalmıştır. Öncesi bir yana, Birlik Devrimi atılımı kendi özgün temel ve iddiası doğrultusunda bütüncül bir gelişme hattında ilerleyemedi; dahası, giderek kendisine yabancılaşma sürecine girdi. Lenin’in, “…geleneklerde eskinin izlerinin devrimden sonra belli bir süre yeninin embriyoları karşısında ağır basacağını da biliyoruz. Yeni henüz ortaya çıkmışsa, belli bir süre eski hep daha güçlü kalır, bu hep böyledir, gerek doğada gerekse de toplumsal yaşamda.” vurgusu Birlik Devrimi gerçekliği için de geçerli ve yol gösterici bir saptamadır. Yeni, özellikle de kendi özgün temellerine oturarak istikrarlı bir gelişme çizgisinde kendisini üretecek bir gelişme aşamasına gelinceye dek, doğal ve kaçınılmaz olarak, “eskinin izleri”ne karşı çetin bir mücadele sürecinden geçecektir. İşte bu süreçte, eskiyle yeni arasında sayısız biçimlere bürünen bir çetin mücadele, gelişmenin itici gücüdür. Çünkü “Gelişme karşıtların mücadelesidir.” Yeninin zaferi, tek bir atılımdan oluşmaz, aksine, bu mücadelede yeni, kendini, yeniden ve yeniden daha üst düzeyde üreterek eski karşısındaki zaferini güvenceye almak zorundadır. Tüm bu süreçte, Lenin’in dediği gibi, “Yenin embriyonlarını özenle incelemeli, onlara en büyük itinayı göstermeli, gelişimini tüm olanaklarla teşvik etmeli ve bu zayıf embriyonları ‘beslemeliyiz’.” İşte bu özen, teşvik, “besleme”nin zayıf düştüğü koşullarda eskinin yeni üzerinde hegemonya kurması da kaçınılmazdır. Evet, tarih tekerrür etmez. Tarihin tekerrürden ibaret olduğu iddiası hem diyalektiğe, hem de materyalizme aykırıdır. Ama tarih, yeni koşullarda, yeni bir biçimde yolunu düzleyerek akışına devam eder. Önemli olan sürecin dersleridir, bu derslerin pratik-politik bir donanım derinliğine dönüşerek savaşçı nitelik ve yeteneği geliştirmesi ve önderleşmenin sınıfa ait tarihsel misyon çerçevesinde pratikleşmesidir.
Burada vurgulanması gereken şey, şudur: Birlik Devrimi ile yaratılmış olan tarihsel sıçrama ve bu sıçramayla yaratılmış olan tarihsel fırsat, güç ve birikim, iç ve uluslararası alanda komünist hareketin tarihsel zafiyetlerinden köklü ve bütüncül kopuşalamadığı için yeterince değerlendirilemedi. Gerçekleşen atılım öncüyü aştı. Yeni dönemin yeni koşulları ve imkanları, stratejik bir bakış açısıyla değerlendirilemedi. Yeni dönemin teorik, politik, örgütsel-pratik görevlerine yanıt verilemeyerek geriye düşüldü. Yarı-kendiliğindenci, idareimaslahatçı tarz baskın hale geldi. Eski zihniyet, eski gelenekler, eski zaaflar, yedi canlı olduğunu kanıtladı. Birlik Devrimi ile gerçekleştirilen niteliksel atılıma karşın, eski, kendisini, yeni dönemin koşulları içerisinde, yeni bir biçimde üreterek hegemonyasını kurmayı başardı. Böylece, yeni tarihsel dönemde, ilk atılımının ardından, eski, yeninin kendini daha yüksek bir nitelik içinde, çözüm gücü ve savaş yeteneği olarak üreten atılımlarla ilerlemesine ket vurdu. Bu, aynı zamanda Birlik Devrimi’nin birlik, partileşme, politik atılımda ifadesini bulan özgün temelleri üzerinde kendini üreterek geliştiremediğinin, hızla tutuculaşarak yeni tip muhafazakarlığın tutsağı haline geldiğinin de tipik bir ifadesi oldu. Yeni tip muhafazakarlığın temel karakteristik özelliği, yenilikçi söylemin içine tutunarak gelişmeyi önlemesinde; sınıf hareketine bağlanan, teorik ve pratik çalışmanın bütünselliğine oturan, stratejinin yönettiği bir savaşım hattının gelişmesini önlemesinde, giderek temel çizgiden sapmasında ifadesini buldu. 40 yıllık bir devrimci tarihin, 30 yılı aşkın bir komünist devrimcilik tarihinin, 20 yıla yaklaşan bir birlik devrimi tarihinin ardından geldiğimiz yer, bulunduğumuz nokta, artık kızıla bürünmüş parlak laflar ve iddialarla, kimseyi tatmin etmeyecek “analiz”lerle, ajitatif söylemlerle yok sayılamaz ya da görmezden gelinemez. Artık komünistler, daha soğukkanlı bir zihniyet ve duruşla gerçeğin gözünün içine bakabilmeli, geçmişten geleceğe gerekli dersleri çıkarabilmeli, Bolşevizm’e özgü tarzda eleştiri ve özeleştiri silahını kuşanabilmelidirler. Tek çıkış yolu budur.
Bu girişle birlikte konuya geçebiliriz.
20. yüzyılın sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin aşılması gereken temel zaaflarının başında önderlik kültü gelmektedir. Sorunun bu yanı da, “SSCB’de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler” kitabımızda kapsamlı bir tarzda incelenmiştir. Dolayısıyla burada sorun, sınırlanmış bir tarzda ele alınacaktır. Aslında bu kült, Türkiye devrimci hareketinin temel zafiyetlerinden birisini oluşturmaktadır. Sorun, genel bir sorundur. Türkiye devrimci hareketinin, önderlik kültü de içinde olmak üzere, önderlik anlayışı ve çalışma tarzının deneyimlerinin, bir bütünlük içerisinde ayrıca incelenmesi ve ideolojik mücadelenin konusu yapılması gerekmektedir…
 Önderlik kültü, önderliğin idealize edilmesi, tabulaştırılması, putlaştırılması, tapınılması teorisi ve pratiği üzerinde yükselmektedir. Kişi kültü, önder kültü, önderlik kültü, genel sekreterlik kültü, yöneticiler kültü, parti kültü, devlet kültü söz konusu kültün değişik formlarını oluşturur. Teorisi yapılsın veya yapılmasın, önderlik kültü bir sisteme dayanır. Bürokratik elit bir kadro partinin üstünde, ayrıcalıklı, dokunulmaz bir yerde durur. Uluslararası Komünist Hareket’in ve sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin de kanıtladığı gibi, bu kült Marksizm-Leninizm’e, Bolşevik önderlik teorisi ve pratiğine; çalışma tarzı ve kadro politikasına kesinkes aykırı ve tümüyle küçük burjuva bürokratik karakterdedir. Küçük burjuva oportünizminin bir tezahürüdür. Tasfiyeciliğin, bürokratik çürümenin anlatımıdır. Dolayısıyla önderlik kültüne, onun değişik biçimlerde ortaya çıkan versiyonlarına karşı mücadele, oportünizme, tasfiyeciliğe, bürokratizme, kariyerizme ve görüngülerine karşı mücadele demektir.
Önderlik kültü zihniyeti ve çalışma tarzı, kadro politikası, gelişimi önlenemediğinde, doğal ve kaçınılmaz olarak, zamanla partileri yozlaştırır, eğer parti iktidardaysa, partinin, proletarya diktatörlüğünün, sosyalizmin yıkımını, yenilgisini ve tasfiyesini getirir ve getirmiştir. Öncülleri ne olursa olsun, hangi saiklerle uç verip gelişirse gelişsin, bu kült geliştiği oranda, kendi doğasına uygun bir önderlik anlayışı ve pratiğini; yönetme ve yönetilme ilişkisini ve kadro politikasını geliştirerek kendisini üretir. Bu kült bir komünist partisinde iktidarlaştığında, politik iktidara damgasını basarak hegemonyasını kurduğunda, doğal olarak, önderlerle parti, devletle sınıf ve kitleler, yöneten yönetilen ilişkilerinde kendisini yeniden ve yeniden ama daha üst düzeyde üreterek inşa eder ve yetkinleştirir. Tabii ki burada önemli olan şey, tarihten çıkarılacak eleştirel derslere dayanarak teorik ve ideolojik bakımdan yenilenerek, ideolojik, siyasal, örgütsel bakımlardan silahlanıp, “tarihin tekerrürünü” önlemektir. Bu ise ancak sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin ve kapitalizmin yeni tarzda restorasyonunun deneyimlerinin eleştirel değerlendirilmesi bağlamında çıkarılacak derslerle, bu derslerin pratik-politik donanıma dönüştürülmesiyle başarılabilir. Bu görev henüz, iç ve uluslararası planda, derinlikli ve bütünlüklü bir şekilde yerine getirilmemiştir. Sorun, oldukça gecikilmiş de olsa, hala çözüm bekliyor. Doğru olan şey, bu adımı ikircimsiz atmaktır. Hatırlatmak bile gereksiz, idareimaslahatçılıkla yürümek daima kaybettirmiştir ve daima da kaybettirecektir. Geçmeden, sorunu incelerken, Marks’ın, “Dış görünüş ile şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu.” sözlerini rehber almanın gereğine özellikle dikkat çekmek isteriz.
Önderlik kültü gelişerek yerleşiklik kazandığında partide, devlette, ekonomide, toplumsal psikolojide, yöneten ve yönetilenler ilişkisinde vb. ortaya çok yıkıcı sonuçlar çıkar. Yanılmazlık ve kendine tapınma, kendini tabulaştırma, tabulaştırmayı meşrulaştırma söz konusu kültün merkezinde durur. Bu durumda önderlik kültünü temsil eden elit, eleştiri ve özeleştirinin dışındadır. Hem resmi hem de fiili ayrıcalıklarla donanır. Parti ve kadroların, sınıfın ve kitlelerin denetimine tabii değildir. Hesap vermez, hesap sorulamaz bir yüksekliğe yerleşir. Önderlik kültü üstünde yükselen liderlik ve çalışma tarzı bürokratik merkeziyetçiliğe dayanır. Benmerkezcilik, aşırı kibir, kadroların, örgütlerin, yerel örgütlerin, kitlelerin küçümsenmesi, eleştirilerin bastırılması, zaafların yanılmaz elit dışına yıkılması, hesap vermezlik, bağımsız komünist kişiliğin tasfiyesi, kadro politikasında çifte standart bu önderlik anlayışı ve çalışma tarzını bütünler. Bu sistemde “önder”ler kendi yandaşlarına dayanarak yapıyı yönetirler. Bu sistemde, kolektivizm, kolektif önderlik, kolektif parti işlerliği, parti içi demokrasi, herkesi bağlaması gereken parti yasalarına bağlılık biçimseldir. Tüm bunlar kültü bağlamaz, kült tüm bu değerleri kağıt üzerinde bırakır ve duruma göre de kağıt üstünde kalan şeyi kendi lehine fütursuzca kullanır. Kişi, yönetici, önder kültü bağımsız inisiyatifi, özerkliği boğar. Görevin gerekleri kişinin uyumu, yeteneğe göre iş ilkesi yerini, külte tabii olan, boyun eğen, külte göre biçimlenen, biçimlendirilen kadro ve örgüt tipine bırakır. Kadrolardan, örgütlerden, kitlelerden istenen tek şey yanılmaz “etkin birey”lerin, “yetkin” liderliğin, “stratejik önderlik”in, yöneticilerin kararlarına, direktiflerine eleştirisiz ve mekanik bağımlılıktır. Partiden, alt örgüt ve kadrolardan, tabandan ve kitlelerden istenen tek şey,  bağımlılık temelli ilişkilenmedir; bilimsel devrimci bağlılık değil, bağımlılıktır. Eleştiriden ve hesap sormadan uzak aktivite ve bağımlılıktır. Bu kültte ve çalışma tarzında bağımsız irade, eleştiri ve mücadele gücüne sahip kadrolar bir tehlike kaynağı olarak görülür; tehlike kaynağı ve rakip görülen kadrolar etkisizleştirilir. Gözdağı verme, yıpratma, burun sürtme, irade kırma, şaibe yayma, gözden düşürme, etkisiz eleman konumlarına sürme, küçük burjuva psikolojik savaş yöntemleriyle teslim almaya çalışma, olmadı mı tamamen tasfiye etme bir politika düzeyine yükselir. Hedef haline getirilen kadrolar provoke edilir. Boğucu atmosferin dayanılmaz cenderesine sokulan ve hileli yöntemlerle bırakıp gitmesi için özellikle zorlanan kadrolardan bu baskı ve imhaya boyun eğmeyenler ya da bu baskılara dayanamadıkları için tepkiyle çekip giden kadrolar örnek gösterilir: Bakın işte, gördünüz değil mi! İşte önderlik kültüne, pardon, “parti önderliğine”, “parti”ye, “parti tarzına” karşı çıkmanın sonu…
Eleştiri ve özeleştiri, tek yanlı bir biçimde önderlik kültünün, bu kültün yansıma biçimlerinden olan “etkin birey”lerin, “etkin yönetici”lerin aktif ya da pasif onaylanmasına ve onayın pekiştirilmesi derekesine düşürülür. Özü, eleştiri ve tartışma özgürlüğü olan iç demokrasi tasfiye edilir ve “iç demokrasi”, “yetkin” önderliğin, önderlik kültünün onaylanmasının ve meşrulaştırılmasının araçlarından birisi haline getirilir. Seçim ilkesi biçimselleşir, atama yöntemi kural haline gelir. Demokratik danışma mekanizması vb. işlevsizleştirilir. Kongre, konferans vb. gibi yaşamsal araçlar giderek işlevini yitirir, düzenli toplanmamaya, düzenli işlevli araçlar olmaktan çıkarak giderek zaman aralığı uzayacak, zamana yayılacak tarzda toplanmaya başlar. Böylece ve bir de bu yoldan bu araçlar da etkisizleştirilir. Etkin kolektif parti, devlet, ekonomi organları yerini “etkin birey”lere, dar yürütme kurullarına bırakır.  Disiplin, önderlik sopasına, önderlik kültünün onaylanmasının aracına dönüşür. Tüzük, yasa, disiplin “önder”, “önderler”, yandaşlar için değil kadrolar ve örgütler, sıradan kitleler için geçerli ve bağlayıcıdır. “Doğru”lar, önderlik kültünü onaylatmanın aracına döner. Biçimcilik, canlı içeriğinden koparılmış, kopmuş doğruların biçimsel tekrarı karakteristiktir. Kağıt üzerinde başka şeyler, hayatın içinde bambaşka şeyler yapılır. Bu bir kişilik parçalanmasıdır, “çok dinli” insan tipinin her alan ve düzeyde ortaya çıkışı ve yükselişidir. Devrimci otorite bürokratik otoriteye, demokratik merkeziyetçilik bürokratik merkeziyetçiliğe dönüşür. Kolektif önderlik bireysel önderliğe, “etkin birey”lerin, kafa dengi insanların inisiyatifine, kolektivizm “etkin birey”lerin vasat bir uzantısına dönüşür. Parti ve organlar, yukarıdan aşağı sözde etkin bireylere dayanan ve işleyen bir aygıta dönüşür. Denetim bürokratik denetime dönüşerek söz konusu kültün yerleştirilmesinin, önünün açılmasının, tasfiyeci zihniyet ve duruşun aracı haline getirilir ve gelir.
Önderlik kültünde, önderler partiye değil parti önderlere tabiidir. Önderlik kültü, teslimiyet ister. Bağımsız devrimci eleştiriden ve dirençten ölesiye korkar. Her şeyi bürokratik kontrol altında tutmaya çalışır. İktidarını içselleştirecek, sürekliliğini güvence altına alacak bir hareket tarzı izler. Süreçleri, dönemeçleri, an’ı, başarı ve başarısızlıkları buna göre değerlendirir. “Eleştiri”r, suçlar, şaibe yaratır. Sorumluluklarını örter. Günah keçileri yaratır. Hesap vermez, ama fütursuzca hesap sormaya kalkar. Özeleştiri vermez, burnundan kıl aldırmaz ama “özeleştiri”, bir diğer ifadeyle, biat ister ve dayatır. Tabii ki “özeleştiri” külte uygun olmalıdır. Kültü kutsayarak yüceltmelidir. Bu kültte ölçütler, nesnel ve denetlenebilir değildir. Komünist partileri komünist yapan, ayrımsız herkesi bağlayan ortak ölçütlere ve değerlere dayanmaz. Kültün ölçütleri çifte standarda dayanır; kanıtlara, tanıklara, belgelere, gerçeklere, ilkeli işlerliğe dayanmaz, ilkeli yapıcılığa ve yoldaşça ilişkilenmeye gereksinim duymaz. Zaten bu kaygıyı da taşımaz. Manipülasyon tipik özelliğidir. Bu zihniyette iktidar amaç, gerisi araçtır. Önemli olan kültün iktidarına boyun eğilmesidir, iktidarın sağlamlaşmasıdır. Burada söz konusu olan, küçük burjuvazinin özel mülkiyetçi bireyci dünyası ve bencilce iktidarıdır. Bu iktidar hastalığının adı, küçük burjuva kariyerizmidir. Bu kültte parti, kültün özel mülkiyeti olarak görülür, giderek bu, küstahça ilan edilir; tabii ki tüm bunlar bir süreç üzerinden, hazırlık, güç biriktirme, fırsatları lehine kullanma, manevralar yapma vb. gibi bir gelişme kesitinin üzerinde yükselir. Ve kuşkusuz ki tüm bu süreç, daima, yenilikçi lafazanlığın perdesi arkasında, devrim, sosyalizm, komünizm suretine bürünerek gelişir, geliştirilir.
Bu kültte, kadro politikası, “empati” ve “sempati”, külte göre, külte dayanan anti-patiye göre ayarlanır, biçimlenir, işler. Kafa dengi kadrolarla işi götürme tipiktir. Küçük burjuva ekipçi mantık çarpıcıdır. “Kafa dengi” görülmeyen kadrolar kolayca hedef tahtasına oturtulur ve insan harcamada da çok oburdur bu kült. Bu kült kendi “prototip”lerini yaratmaya dikkat eder, tabii ki kulağın boynuzu geçmemesi koşuluyla. Bu kültte oportünizmle, bürokratizmle, tasfiyecilikle, parti çizgisinden sapmalarla uzlaşmayan, oportünizmin ve tasfiyeciliğin bir türevi olan önderlik kültüne karşı mücadele edenlerle,  eleştirenlerle, ilkeli bağımsız devrimci kişilik sahibi kadrolarla ilişkileniş güvensizlik ve tasfiyecilik üzerinde yükselir. Bu zihniyet, yanılmazlığın ve mükemmelliğin karakteri olduğunu düşünür. O olmazsa mutlaka kötü şeyler olacaktır. İşler batacak veya batırılacaktır. O daima kurtarıcı, “en devrimci”, devrimci başarıların ve gelişmenin tek sigortasıdır! İyi, güzel, başarılı olan ne varsa, hangi dönemler varsa ona aittir, kötü, geri, başarısız ne varsa, hangi “dönem”ler varsa onlar da başkasına, başkalarına ve “taktik önderlik”lere vs. mahsustur. Yani önderlik kültü şirazesinden çıkmış bireyciliktir; ve daima narsizmin abidesi ve karargahı olarak davranır.
Önderlik kültü, önderlik kültü söz konusu olunca stratejik düşünür. Ama mücadelenin stratejik sorunları ve geleceği söz konusu olunca taktik düşünür ve davranır. Kısa erimli başarılarla önderlik kültünü güvence altına almaya çalışır. Erken baş dönmesine tutsaklık bu kültün bir unsurudur. Stratejik başarıyı yaklaştıracak taktiksel gelişme hattında savaşı yönetemez. Stratejiye bağlı çalışma ve gelişme hattı onda yoktur. Taktik başarılarla tatmin olur, olunmasını ister ve bunu dayatır. Küçük veya büyük taktik başarıları stratejik gelişme hattına, büyük geleceğe tabii kılmayı bilmez. Erken başarı peşinde koşar. Sabırlı değildir. Yüzeyselliği ve sabırsızlığı erdem olarak sunar. Çünkü tüm derinlik iddiası ve gösterisine karşın ufku dardır ve yüzeysellikle şekillenmiştir. Yenilik söylemini dilinden düşürmez ama eskiye saplanır kalır. Tarihsel gelişmeden ve deneyimden ders çıkararak bütüncül bir yenilenme hattında kavgayı büyütemez. Kendini tekrarla sonuçlanan bir statükoculuğun, idareimaslahatçılığın hem temsilcisidir hem de kurbanı. Çünkü bu zihniyetin proletaryanın Marksist-Leninist perspektifinden politik iktidar bilinci, stratejik ufku gelişmemiştir. Yenilikçi mayası zayıftır. Yenilikçi atılımlar karşısında coşar ve kendini kaybeder. Zafer sarhoşluğu içerisinde kendini kaybederek “ne oldum delisi”ne döner. Yeniyi sınırlı ölçekte bilince çıkarmıştır. Böylece eski, yeninin içinde yeni tip bir tutuculuk olarak dar pratikçi, idareimaslahatçı ilkelliğe ve önderlik kültüne dayanarak kendini inşa eder.
Marksist-Leninist teoriye, ilkelere, programa ve stratejiye bağlılıkta zayıftır. Yalpalar ama bunu da erdem olarak sunma becerisine sahiptir. Eski, ıskartaya çıkmış teorileri, tezleri “yenilik” ve “açılım” olarak pazarlamada beceri sahibidir. Fakat zaaflarını görme ve özeleştiri yeteneğinden yoksundur. Teorik-ideolojik altyapısı zayıftır. Stratejik gelişmeyi güvence altına alacak bir olgunluktan uzaktır ama kendini alem-i cihan sayar. Bu zihniyet, gemiyi karaya oturtur ama yine de o daima kurtarıcıdır, liderdir, eşsizdir, ayrıcalıklıdır. Kendi propagandasını iyi yapar ve yaptırır. Torpil geçmesini bilir. Konumunu besleyecek, güçlendirecek kadrolarla iş yapar. Onlara karşı koruyucu ve kollayıcıdır. Kariyerizm, Makyavelizm, yetki gücüne dayalı iş bitirme tipiktir onda. İktidar hırsı onu kör eder. İktidar hastalığı onu pençesine almıştır. Devrimci eleştiri ve önerilere karşı daima kuşkuyla yaklaşır, altında bir şeyler arar. Komplocu düşünür. Çünkü iktidarını bir gün kaybedeceği korkusu hep ensesindedir. Kendini sağlama alma, sorunları ve zaafları başka yerlere yıkma, liyakatsız, dalkavuk, belkemiksiz, kendisiyle uyumlu tipleri bu yüzden toplar çevresine, gerektiğinde de ucuza harcar. Bu zihniyet, bir çırpıda değil ama kadroları zamanla bozar. Güçler dengesine göre oynar. Gelişimi önünde engel olduğunu düşündüğü kadroları güç dengelerini kendi lehine düzenleyerek, herkesi bağlayan yasaları hiçe sayarak tasfiyeye yönelir. Külte endeksli pragmatiktir. Yeteneklerinden büyük hırsları vardır. İçten pazarlıklıdır. Saman altında suyu akıtır. Tabii oldun mu “empati” yeteneği insanı cezbeder. Zaten “empati”si, “zarafet”i kendisine sempati duyana, boyun eğene, sadakat gösterenedir. Etrafında sempati halesi oluşturmaya da daima kurnazca özen gösterir. Söz konusu küçük burjuva kültte partiye, davaya, kavgaya, ideallere bağlılık, “etkin birey”lere, “stratejik önderlik”e bağlılık olarak şekillendirilir. Ve bu, sistematik bir manipülasyona dayalı tarzda geliştirilir. “Fırsat”lar buna göre değerlendirilir. Vurgulamak gerekir; bürokratizm, elitizm, oportünizm, tasfiyecilik bir kene gibidir; kenenin anestezi yaparak insan bedenine sızması gibidir. İlk anda hissedilmez, kene vücuda yerleşir, beden adım adım zehirlenir, fark edildiğinde iş işten geçmiş bile olabilir. SSCB deneyinde, Arnavutluk deneyiminde tüm bunları çarpıcı bir tarzda görmekteyiz.
Önderlik kültünde tek ölçü, iktidardır. Kuşkusuz ki önderlik kültüne dayanan bir iktidar! Tabii ki küçük burjuvaziye özgü bir iktidar hırsıyla! Enver Hoca’nın vurguladığı gibi, “Sınıfın eğitimi ve ruhuyla donanmış olmayan bir kadro, eline fırsat geçtiğinde Parti’yi ve yığınları hiçe saymaya hazırdır.” Tarihi tecrübelerimizden de bunu iyi biliyoruz. Biçimsel bakımdan parti çizgisine bağlı, parti ağzıyla konuşan ama parti çizgisinin ve direktiflerinin ideolojik-siyasi içeriğini kavramaktan uzak ya da yüzeysel, pratikte bu çizgi ve direktiflerin devrimci ruhunu boşaltan bürokratik tarza ve insan tipine (“Bürokratın en tehlikelisi komünist bürokrattır.”-Stalin) karşı ısrarlı bir mücadele geliştirmek gerektiği açıktır. Yöneticilerin, önderlerin “önce komünist sonra yönetici” (Enver Hoca) olduklarını unutmaları oldukça sık görülen bir küçük burjuva bürokratik ve narsist hastalıktır. Kendilerini partiden daha fazla önemseyen “önder”ler, kendilerini yönettikleri örgütlerden daha fazla önemseyen “yönetici”ler, Marksizm-Leninizm’i özümseyememiş önderler ve yöneticilerdir. Bu tiplerin eline fırsat geçtiğinde, ki bu hiç de az görülen bir durum değildir, partiyi de, sınıfı da, kitleleri de ezip geçerler ya da ezip geçmeye çalışırlar. Bu tipler, mutlak itaat isterler, ayrıcalık isterler, kendilerini ayrıcalıklı, her şeyin sahibi ve efendisi gibi görürler. İlkeleri, herkesi bağlayan çizgi ve yasaları çiğnemeye daima hazırdırlar ve ilk fırsatta da çiğner ve bambaşka mecralara doğru akar giderler. Ama yapıp ettikleriyle verdikleri zararlar salt kendileriyle sınırlı değildir, dahası, asıl yıkımı Uluslararası Komünist Hareket, parti ve değerleri yaşar.
Bürokrasiye, külte karşı mücadelenin tek bir kampanyayla, salt idari ve teknik tedbirlerle, bürokrasiye karşı gürlemekle sınırlanamayacağı ve başarılı olunamayacağı açıktır. Bürokrasiye, küçük burjuva külte ve bürokratik yozlaşmaya karşı mücadelenin tüm bir tarihsel süreci, kapitalizmden komünizme geçiş sürecini kapsayacağı; bu mücadelenin bugün ideolojik, siyasal, örgütsel, yarın yönetici bir sınıfın her cepheyi kapsayan bir mücadelesi olacağının daima vurgulanması gerekir.
SSCB’nin deneyimlerinden biliyoruz: Bürokratikleşme, bürokratik çürüme süreci öyle bir süreçtir ki sosyalizm adına sosyalizme yabancılaşan, çok dinli, pragmatik, oportünist, entrikacı, komplocu, içten pazarlıklı, yetkilerini çıkarları için kullanan, övgü bekleyen ve övülmekten hoşlanan, ayrıcalıklı, hakları yalnızca kendisi için isteyen ve bunu kendi doğal hakkı olarak gören, hakların kendine yükümlülüklerin “sürü”ye özgü olduğunu düşünen makyavelist, egoist, narsist; ve parti, sosyalizm, devrim, feda, bürokratizme karşı mücadele vb. değerleri ağzına sakız yapmış dejenere insan tipini de yaratmıştır.
Bu aşağılık tipin sosyalizmle, yeni insan tipiyle, devrim ve sosyalizm sürecinde harikalar yaratan, bedel ödemekten kaçınmayan, büyük atılım ve zaferlerin altına imza atan, yeni insan tipini oluşturmaya başlayan Sovyet komünistleri ve emekçileriyle gerçekte hiç bir ilişkisi yoktur. Ama bu tip, çağın ve mücadelenin her aşamasında görülen bir tiptir.
Yaşam, her zaman için teoriden daha zengin ve karmaşıktır. Teori, yaşamı ancak yaklaşık olarak yansıtabilir. “Teori gri, yaşam ağacı yeşildir” sözlerini tam da burada anımsamakta ve üzerinde düşünmekte yarar vardır. Sosyalizmin tarihsel deneyimleri de bu gerçeği çok daha çarpıcı bir tarzda doğruladı. Yaşamı elbette ki ancak teori ile anlayabiliriz, ama hiçbir zaman unutulmaması gereken bir temel gerçekte, yaşamın daima teoriden daha zengin olduğudur. Yaşamı doğru okuduğumuz, deneyin eleştirisini teoriyi ve pratiği geliştirmenin aracı olarak ele aldığımız oranda güçlü olacağımızı bir an için bile unutamayız ve unutmamalıyız.
Sosyalist ülkelerin, başta da SSCB’nin kapitalizmin restorasyonu deneyimlerinde ortak bir yön de,  akıntıya karşı yüzmeyi bilen, bağımsız kişilik sahibi, Marksizm Leninizm ve sosyalizm davası uğruna her an her şeyini feda edecek çaplı devrimci önderlerin yetiştirilmesinde başarısız kalınmış olmasıdır. Tarihinin bir döneminde bu bakımdan da yüksek başarılara imza atmış devrimci proletarya, giderek bürokratik çürüme ve tasfiyecilik sürecinde bu niteliklerini de tüketmeye başlamıştır. Yeni tip burjuvazinin, modern revizyonist karşı devrimin söz konusu ülkelerde iktidarı ele geçirerek kapitalizmin restorasyonu yoluna girmesine karşın komünist partilerin önder kadrolarından bu sürecin karşısına doğru dürüst dikilerek mücadele yürüten kadroların çıkmaması çok çarpıcı bir durumdur. Bu olgu, bürokratizmin, bürokratik dejenerasyonun, önderlik kültünün ne yaman çürütme gücüne sahip bir illet olduğunu göstermektedir. Bürokratizme ve külte alışan, bürokratik yasallığın esiri ve kurbanı haline gelenlerin beklenen devrimci komünist çıkışı yapamaması, ilkeli ve uzlaşmaz bir mücadele yoluna girmemesi anlaşılırdır; anlaşılırdır ama çıkarılması gereken dersler bakımından son derece uyarıcı bir deneyimdir.
“Kruşçev ve Mikoyan planlı çalıştılar ve Stalin’in ölümünden sonra, Malenkov, Beria, Bulganin ve Voroşilovun yalnız kör değil, hırslı olduklarının da ortaya çıkması ve her birinin iktidar için mücadele etmesi sayesinde de faaliyetlerine açık saha buldular.
“Onlar ve başkaları, eski devrimciler ve dürüst komünistler artık bürokratik alışkanlıkların baş gösteren bürokratik ‘yasallığın’ tipik temsilcisi olup çıkmışlardı; bu ‘yasallığı’ Kruşçevcilerin açık komplosuna karşı kullanmak için zayıf bir girişimde bulunduklarında iş işten geçmişti.”(Enver Hoca)
Tarihin bu dersinin unutulmaması gerekir.
Bu olgu, bürokratik dejenerasyon tehlikesinin daha baştan engellenemezse, komünistler, devrimci önderler, proletarya ve kitleler bu tehlike ve yozlaşma karşısında güçlü bir donanımla silahlanmazsa ne yaman bir çürümeye yol açtığının kanıtıdır. Bu olgu, sözde bürokrasiye karşı yaman savaşçılar olarak ortaya çıkanların ne yaman ve ikiyüzlü bürokratlar olabileceğinin de kanıtıdır.
Bu olgu sosyalist inşa sürecinde, yeni insan tipinin yaratılmasının nasıl kesintiye uğrayarak, yeni insanın yetiştirmede başarısız kalınabildiğinin göz çıkarıcı kanıtıdır.
Kuşkusuz ki, modern revizyonist bürokrat burjuva karşıdevrim ve kapitalist restorasyon sürecinde sayısız komünistin, işçi ve emekçinin yüreği yanmış, bir biçimde direnmişlerdir. Ama tarihin böylesine kritik an ve dönemeçlerinde donanımsız olduklarından ve güçlü komünist devrimci önderler ortaya çıkamadığı için karşıdevrim sürecine son tahlilde boyun eğmişlerdir. Boyun eğmeyen ve direnenler ise zaten bin bir biçimde tasfiye edilmişlerdir.
Küçük burjuvazi, oportünizm ve tasfiyecilik, bencil iktidar hırsı bin yüzlüdür, bin bir biçim altında ortaya çıkma yeteneğine sahiptir. Tarih, komünistlere bir de buradan yol göstermelidir. Bu bağlamda Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nin (ASHC) özgün deneyimlerinden de öğrenmek, ideolojik, siyasal, örgütsel uyanıklığı keskinleştirmek gerekir.
Arnavutluk deneyimi kitabımızda incelenmiş ve ilk temel adımı oluşturan eleştirel değerlendirmeler ve dersleri açıklanmıştır. Kuşkusuz ki bu çalışmaların derinleştirilerek geliştirilmesi, pratik-politik bir silaha çevrilmesi gerekir. Burada başlı başına girmeyeceğiz ama bu makale çerçevesinde bazı olgulara işaret etmek de kaçınılamazdır.
ASHC’de kapitalizmin restorasyonu daha özgün koşullarda ve daha özgün biçimlerde örgütlendi. Enver Hoca önderliğindeki AEP, eski sosyalist ülkelerde gerçekleşen yeni tip restorasyonun özgün deneyimlerinden yararlanarak sınıfı ve kitleleri eğitmeye önem vermeye çalıştı. Buna uygun bir dizi tedbiri de yürürlüğe koydu; ancak buna rağmen, benzer bir akıbetten, kapitalizmin restorasyonundan, kaçamadı. SSCB’de kapitalizmin restorasyonu “Stalinizme karşı mücadele” bayrağı altında geliştirildi. Oysa ASHC’de kapitalizmin restorasyonu Enver Hoca’nın yüceltilmesi bayrağına sarılarak gerçekleştirildi. Evet, ASHC’de de kale içten fethedildi. ASHC deneyinin özgün yanı, SSCB’den farklı olarak, işe Enver Hoca’nın eleştirisi ve reddiyle başlanamadı. Görünüşte E. Hoca hep yüceltildi. Aliya ve kliği, AEP’in, ASHC’nin Enver Hoca önderliği dönemini açık bir saldırıyla mahkum edecek gücü kendisinde görmedi. Bu dönekler kliği, böyle bir yöntemle işe başlamanın erken deşifre olmalarına yol açacağını ve kitlelerin desteğini kaybedeceklerinin bilincindeydi. ASHC’de kapitalizmin restorasyonuna girişilirken, işe hemen ve doğrudan E. Hoca’ya saldırarak girmeye cüret edilmemesi, aslında Enver Hoca döneminde partiye, kadrolara, sınıfa ve kitlelere verilmiş olan eğitimin etki derecesiyle, kapitalist restorasyon deneyimlerinin sınıf savaşımında az-çok bir silaha dönüştürülmüş olmasıyla bağlıydı. Bu gerçeği saptamak ve görmek gerekir. Kuşkusuz ki söz konusu eğitimin yine de göreli bir anlamı olduğunu da unutmamalıyız.
Aliya revizyonizmi, kapitalist restorasyonu, “değişen koşullar”, “dogmatizme karşı mücadele”, “tutuculuğa karşı mücadele”, “Marksizm-Leninizmi geliştirme”, “eski ve tutucu zihniyeti aşma”, “yeni koşulları dikkate alma”, “bürokrasiye, liberalizme karşı mücadeleyi geliştirme”, “sosyalist demokrasiyi geliştirme”, “kitleleri yönetime katma”, “toplumsal yaşamı demokratikleştirme”, “kapitalist restorasyonun deneylerini geliştirme ve uygulama”, “bürokratik yozlaşmaya karşı mücadele” vb. açıklamalar ve şiarlar altında örgütledi. Bu da ASHC’deki restorasyonun özgün yanlarından birisini oluşturmaktadır. Restorasyon tehlikesine ve bürokratizme, liberalizme, kapitalizmin restorasyona karşı mücadele slogan ve propagandasının ardına gizlenerek kapitalizmi restore etmek, bu deneyin ayırıcı niteliklerinden birisidir.
İşte bu deneyim bizlere,  kapitalist restorasyonun deneylerinin daha derinden çıkarılması gerektiğini, daha sistemli ve yetkin bir kuşanma gerektiğini göstermektedir. Kapitalist restorasyona, bürokratik yozlaşmaya, liberalizme, ayrıcalıklı katmanların oluşmasına, “kişi kültü”ne karşı kükreyenlerin her zaman için doğru insanlar, izm’ler, partiler, önderler olmayabileceğini, bir Troçkizm, bir Titoizm, bir Kruşçevizm, bir Aliya revizyonizmi deneyiminden de görebilmekteyiz. En büyük ihanet ve dönekliklerin, hizipçi ve kariyerist ve tasfiyeci nitelikli girişimlerin, bireyci ve oportünist unsurların en yüce ideal ve sloganların arkasına gizlenebileceklerinin, küçük insanların büyük amaçların ardına gizlenerek çamur karakterlerini örtebileceklerinin vb. bilincinde olmak gerekir. Açık ki, burada, Marksizm-Leninizm’le donanmanın, yeni derslerle kuşanmanın yaşamsal önemini görüyoruz. Bürokratizme, bürokratik merkeziyetçiliğe, bürokratik önderler kültüne, bürokratik çürümeye, bürokratik önderlik anlayışı ve çalışma tarzına, bürokratik yasallığın uysal temsilcileri haline gelmeye, vb. karşı yeni tip deneyimlerle donanıp yeniden biçimlenmek gerekir. Bu donanım, ideolojik-teorik, siyasal ve örgütsel-pratik donanım olmalıdır. Bu donanım ve yenilenme devrimci dinamizmi sürekli geliştirecek bir duruşla biçimlendirilmelidir. Kolektivizmi, kolektif önderlik ve işlerliği, kolektif aklı, proleter demokrasiyi, tabanın, alt örgütlerin, kadroların, kitlelerin enerjik eleştiri ve denetimini ve katılımını devrimci eylemin ateşi, örs ve çekici arasında yetkince geliştirilebilmelidir. İlkeli komünist yenilenme, devrimci yenilik bilinç ve ruhuyla yetkinleşme, bağımsız ideolojik ve siyasi kişiliği ve kimliği geliştirme, fırtınalı devrimci bir parti ve kadro yaşantısına sahip olma; önderlerin ve partilerin de kesiksiz eğitilmesi ve devrimci yenilenmesinin büyük önemini bilince çıkarmaya dayanmalıdır.
Sosyalizmin yeni tipte restorasyonunun deneyimleri, ister muhalefette olsun isterse iktidarda, özünde fark etmez, komünist bir partinin, proletarya diktatörlüğünün, sosyalist inşa sürecinde ve günlük devrimci eyleminde bürokrasiye, bürokratik deformasyona, bürokratik yozlaşmaya, idari yöntemlerle yönetmeye, önderlik kültüne karşı demokrasiyle merkeziyetçiliğin sentezi olan demokratik merkeziyetçilik ilkesine işlevsel bağlı kalmanın yaşamsal önemini göstermektedir. Aynı deneyler, kadroların bağımsız ideolojik-politik kişiliğini geliştirmenin, parti iç yaşantısının devrimci canlılığa dayanmasının, sosyalist demokrasinin sürekli geliştirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Örgütlerin, kitlelerin yönetime katılmasının, kitlelerin yönetilmesinde onların bağımsız devrimci eyleminin geliştirilmesinin, taban ve kitlelerden gelen eleştirilerin ve denetimin sürekli teşvik edilmesinin öneminin altını çizmektedir. Partinin, önderlerin, yöneticilerin kitlelerin öncüsü olduğu kadar öğrencisi de olması gerektiğinin bir an olsun bile unutulmaması gerekir. Örneğin, eski sosyalist ülkelerin restorasyon deneyimlerinin derslerine karşın ve çok önemli bir tarihsel deneyim, birikim ve donanımına karşın Arnavutluk’ta partinin, kadroların, kitlelerin seviyesinin abartıldığını, bürokratik alışkanlıkların tahrip edici ve biriktirici rolünün yeterince görülmediğini, kadroların ve kitlelerin partiye içten sadakatinin tek yanlı önderlere, partiye bir biçimde bürokratik bir bağımlılığa dönüşebildiğini de görebiliyoruz.
Arnavutluk deneyimi, komünistler bakımından uyarıcı daha özgün yanları olan bir deneyimdir. Arnavutluk’ta kapitalizmin restorasyonu, geride kapitalizmin restorasyonunun deneyleri olmasına rağmen gerçekleşebilmiştir. O halde sormak gerekiyor: Peki, söz konusu deneyimlere karşın,  böylesine bir ihaneti az-çok sezdikleri ve anlamaya başladıkları koşullarda Arnavutlu komünistler nasıl oldu da ihanet ve teslimiyete karşı harekete geçerek ve harekete geçtikleri koşullarda kitlelerin büyük kesimlerinin desteğini alabilecekleri halde, üstelik karşı devrimin ise güçlü bir kitle temelini kısa sürede kazanmasının olanaklı olmadığı koşullarda, neden kapitalist restorasyonu önleyemediler? Evet, bu sorunun yanıtlanması gerekir.
Açık ki Arnavutlu komünistler, Ramiz Aliya kliğinin manevra ve teslimiyetini zamanında bilince çıkaramamıştır. İşin bir yanı budur. Kanımızca daha da önemli olan şey ise, iktidar ve düzen hastalığının, evcilleşmenin, bürokratik alışkanlıkların Arnavutlu komünistleri de büyük oranda teslim almış olmasıdır. Bizce, Enver yoldaşın ve AEP’in kapitalist restorasyonun derslerine karşın ve bu dersler ışığında partiyi, kadroları ve emekçileri eğitme, sosyalist demokrasiyi geliştirme ciddi çaba ve yönelimine karşın, parti ve devlet yönetiminde, kitlelerle ilişkilerinde ciddi bir bürokratik merkeziyetçilik gelişmiş, idari yöntemler giderek öne çıkmıştır. Bürokratik yönetim tarzı, ciddi bir bürokratik deformasyon komünistleri de biçimlendirmiş, kitlelerin, başta da kadroların bağımsız inisiyatifini güçlü bir şekilde deforme etmiş, komünistler de bürokratik yasallığın uysal temsilcileri haline gelmişlerdir. Burada söz konusu olan bir SSCB’de olduğu gibi zafer sarhoşluğu da değildir, söz konusu olan bürokratik alışkanlıkların, iktidar ve düzen hastalıklarının tabandan başlayarak bağımsız kişilik ve inisiyatifi dumura uğratmış olması ve önderlere duyulan eleştirel olmayan bağımlılık, partiye eleştirel olmayan bağımlılık ve her şeyi üstten bekleme bürokratik alışkanlığıdır. Önder, parti, devlet kültü ASHC’de de oluşmuştur, AEP’ten başlayarak tüm siyasal ve toplumsal yaşamı kapsayarak bir tür ya da özgün bir felç durumu ortaya çıkarmıştır. Bilebildiğimiz kadarıyla, AEP’in iç yaşamının yeterince dinamik olmaması, AEP’in canlı iç ideolojik mücadeleler içerisinde yeni teorik açılımlar yapamaması ve kadroları bir de buradan geliştirerek yeterince donatamaması da söz konusu bürokratikleşmenin ifadeleridir. Bu konuda, eski sosyalist ülkelerde yaşanan kapitalizmin restorasyonunun tarihi kökleriyle birlikte esasen ortaya konamaması ve Stalin’in hata ve eksikliklerinin eleştirel değerlendirilmemesini ise sadece anarak geçiyoruz; ancak, bu gerçeklerin ASHC’deki restorasyon gerçeğini anlamada yaşamsal bir önemde olduğunu da ayrıca hatırlatmak gereğini duyuyoruz.
Vurgulanması gerekir: Arnavutluk deneyi, emperyalist ve sosyal-emperyalist kuşatma ve baskıya karşın ayakta kalınabileceğini, sosyalizmin inşa edilebileceğini, yıkılışın bir kader olmadığını, ama önderliğin ihanetinin önlenememesi durumunda kapitalist restorasyonun gerçekleşebileceğini gösterdi.
Olağanüstü zorluklara karşın AEP ve ASCH Enver Hoca liderliğinde başarıyla her türlü zorluk ve saldırıyı göğüsleyebildi. Burada önderliğin doğru çizgide kaldığı koşullarda benzer zorlukların ve yeni ağır dönemeçlerin de atlatılabileceğini,  Aliya dönemi deneyi ise, tersi yönde duruşun yıkılış ve tasfiyeyi kaçınılmaz kılabileceğini gösterdi. Bu olgu, kapitalizmden komünizme geçiş döneminin çetrefilli ve zorlu karakterini göstermektedir bizlere. Ve geçiş sürecinde önderliğin belirleyici karakterini vurgulamaktadır. Önderliğin bu belirleyici karakteri, Marksizm-Leninizm’e bağlı kalmanın, iç ve dış koşulların nesnel ve bilimsel tahlil edilmesinin ve somut koşullara bağlı sürece önderlik etme ve sınıf mücadelesini iç ve uluslar arası arenada ilke ve esnekliği birleştiren bir duruşla geliştirmenin önemini, her bir dönemeçte nihai hedefi asla gözden yitirmeden, nihai amacın yönlendirdiği günlük, dönemsel, taktiksel politikalar izlemenin önemini, konjonktürel gelişmelere tek yanlı kapılarak sürüklenme yerine, devrimci imkanlara dayanmanın, sürecin bağrında saklı devrimci olanakları görmenin, öz güce dayalı ve dünya proletaryası ve halklarının devrimci enternasyonal destek ve dayanışmasına güvenme ve geliştirmeye azami önem vermenin önemini, devrim ve sosyalizm aleyhine değişen güçler dengesinin geçici olacağını görmenin, taktiksel manevralar yapmanın, ilkeleri sulandırmadan dayanmanın ve direnmenin önemini göstermektedir bizlere. Burada da, ön görüde pratik materyalistlere özgü keskin duyunun, hazırlık, güç biriktirme ve manevra yapmanın, savunma dönemlerini saldırı dönemlerinin izleyebileceği olgusunun büyük önemini bir kez daha görüyoruz.
Yukarıda ifade ettiğimiz ve ifade etmediğimiz pek çok nitelik, önderlik kültünün görüngüleridir. Önderlik kültünü belirleyen şey, küçük burjuva elitizmi ve iktidar hırsıdır. Küçük burjuvazinin kendisini evrenin merkezi gören dar sınıfsal dünyasıdır. Kuşkusuz önderlik kültünün gelişme derecesi, külte dayalı zaafların düzeyini belirler. Kültün uç verip geliştiği koşullardaki etki ve yansıma düzeyi ile hızla iktidarlaşmaya gittiği ya da iktidarlaştığı, partiyi, kadroları, bir bütün olarak yapıyı bu temelde biçimlendirdiği koşullardaki etki ve yansıma düzeyi farklı olacaktır. Bu zehirli tohumun gelişip gelişmeyeceği, hangi ölçüde gelişeceği, tümüyle her partinin donanım düzeyine, ideolojik ve örgütsel uyanıklığına, iç direncine, ideolojik mücadelenin gücüne bağlıdır. Örneğin bu kült, 30’lar sürecinde SSCB’de hızla gelişmeye başlayarak zamanla hegemonyasını kurmuştur. Sonuçlarını biliyoruz… 
Lenin’in vurguladığı gibi, bürokratizm öyle bir hastalıktır ki, yavaşça ve fark edilmeden gelişir ama kendini aniden gösterir. Bunu şöyle bir örnekle de anlatabiliriz: Kaynamış su dolu tencereye atılan bir kurbağa, tehlikeyi derhal anlar ve can havliyle dışarı sıçrayarak tehlikeden kurtulmuş olur. Ancak, aynı deneyi, bir de içi soğuk su dolu olan bir tencereye kurbağayı koyarak ve tencereyi yavaş yavaş ısıtarak deneyecek olursak, göreceğiz ki, kurbağa, daha ne olduğunu anlamadan haşlanmış olacaktır. Bürokratizm ve onun bir görünümü, belki de doruk noktası önderlik kültü hastalığı işte böyle bir hastalıktır. Yani burada ana sorun, “iyi niyet” ya da “kötü niyet” sorunu, tek tek bireylerin zaafları sorunu değildir. Soruna buradan bakmak, bürokratizm olgusunu, bürokratizmi en ileri formda temsil eden “kişi”, “önder”, “etkin birey”, “etkin sekreter”, “etkin önder”, “etkin yönetici”, yanılmaz “stratejik önderlik”, parti, devlet kültünü anlayamamak, dahası çarpıtmak olur. Bu kült, somut tarihsel koşullar üzerinde yükselir ve bir sınıf temeline sahiptir. Özel mülkiyet dünyası tarafından kuşatılmış, sürekli baskı altında olan komünist partilerin kavrayış eksikliği, deneyim eksikliği, donanım eksikliği, başlı başına bir rol oynayabilir. Belli dönemeçlerde mücadelenin gereksinmelerine yanıt verememe eksikliği, yeni dönemlerde yenilenememe eksikliği çok önemli bir rol oynayabilir. Parti yaşantılarında örneğin tarihsel bakımdan çözülememiş “önderlik boşluğu” gibi bir sorunun çözümsüzlüğünün yarattığı sapmalar vb. gibi pek çok sorun söz konusu kültün gelişimini etkiler ya da tetikler vb. Kuşkusuz ki, komünist partilerdeki bürokratikleşmenin temelinde, sınıflı toplum olgusu, kafa emeği ile kol emeği arasındaki, yönetenlerle yönetilenler arasındaki nesnel bölünme bulunur…
Komünist partilerde bürokratikleşme tehlikesi, bürokratizm doğrultusunda bir “eğilim” daima vardır, çünkü bunun nesnel temelleri mevcuttur. Burada önemli olan bu gerçeği görebilmek ve bu eğilime karşı kesintisiz bir ideolojik, siyasal, örgütsel mücadele yürütebilmek ve bu donanımı sürekli ve sistemli geliştirebilmektir. Bu mücadele, tek bir atılımdan oluşan bir mücadele değildir, bu mücadelenin, somut koşulların somut analizi temelinde, her bir an’da ve dönemeçte ısrarla geliştirilmesi gerekir. Lenin’in dediği gibi, salt kararlarla, kararnamelerle, salt idari tedbirlerle, temennilerle bürokratizmi kovmak, ilga etmek, bürokratizme son vermek olanaklı değildir. Bu mücadele, bugünden komünizme dek sürecek kesintisiz bir devrim sürecinin sorunudur.
Tarihsel deneyimin gösterdiği gibi, tasfiyecilik, Marksizm-Leninizm’e ve işçi sınıfına karşı mücadele demektir. Dolayısıyla tasfiyeci oportünizmin görünümleri olan bürokratizme, kişi ve önder kültüne karşı mücadele etmek her koşulda komünistlerin görevidir.
Sosyalizmin ve Uluslararası Komünist Hareketin tarihsel deneyleri ışığında birkaç temel noktayı vurgulayarak makalemizi sonluyoruz. Bu deneyimlerden, “şizofrenik” bir parçalanmayı görüyoruz; kağıt üzerinde kalan doğru sözler vb., pratikte ise bambaşka bir şeyi ya da şeyleri görüyoruz; söz ile eylemin birbirinden kopması; burada doğru sözler, laf yığınıdır, lafazanlıktır, eyleme işlemez vs.
Komünistler, bireysel çalışmayı değil, kolektif çalışmayı temel alırlar. Biçimsel bir örtüye dönüşen sözde kolektivizmi değil, işlevsel bir kolektivizmi. Etkin birey değil, kolektif etkin birey. Sözde kolektif etkin birey değil, gerçekten kolektivizm ruhuna sahip kolektif etkin birey. Bireysel önderlik değil, etkin kolektif önderlik. Sözde kolektif önderlik değil, işlevsel bir kolektif önderlik. Bürokratik merkeziyetçilik değil, demokratik merkeziyetçilik. Lafta demokratik merkeziyetçilik değil, işlevsel demokratik merkeziyetçilik. Parti çizgisine ve tüzüğüne şartsız uyan, kendini yasaların, kadroların, örgütlerin, kongrelerin, tüzüğün üstünde görmeyen, çifte standardı bir erdem haline getirmeyen, yetki gücünü keyfi bir biçimde kullanmayan, kendisini değil, kendilerini değil, partiyi ve kadroları önemseyen, eleştiri ve denetime gelen, ikna gücüne dayanarak yetki gücü kullanan, bağımsız inisiyatif ve eleştiri gücünü boğmayan, narsizme düşmeyen vb. bir önderlik ve çalışma tarzı. İhtiyaç budur. Burada da belirleyici olan, söz ile eylemin parçalanmaması ya da söz ile eylemin birliğine dayanan işlevsel bir duruştur.
 “Sosyalizmin sorunları”nı incelerken, Stalin’in parti ve kitleler, önderlik ve kitle çalışması sorunlarını işleyen harika bir makalesini okudum. Makalenin yayınlandığı tarih, 1952’dir. Oysa makalede yazılan şeylerle parti gerçeği nerdeyse zıt bir kutupta duruyordu; söz ile eylem birbirinden çoktan kopmuştu(r). 1952’de parti ve devlet zaten bürokratikleşmişti, dahası, kastlaşmış olan yeni tip küçük burjuva tabaka fiili olarak inisiyatif merkezi haline gelmiştir. Aynı yıl içerisinde, üstelik 13 yıl aradan sonra toplanan 19. Parti Kongresi de sorunların kaynaklarına inmeyi, partiye yeni bir dinamizm vb. katmayı da başaramamıştır. Bu, çok çarpıcı bir durumdur. Çarpıcılığı, bürokratik çürümenin, teori ile pratik arasında derin bir yarılmayı ortaya çıkarmasına karşın, bu durumun görülememesinde, daha da önemlisi, duruma alışılmış olunmasında, sorunun köklerinin görülmemiş olmasında, görüngülere dönük sınırlı eleştirilerle yola devam kararının verilebilmiş olmasındadır vb. Hatırlatmak bile gereksizdir: Bürokratikleşme, bürokratik çürüme vs. önce sıradan işçilerde, sıradan emekçilerde, sıradan kadrolarda, alt örgüt ve kadrolarda başlayıp gelişmiyor. Bu hastalık ve giderek çürüme, önce önderlerden, yöneticilerden başlayıp gelişiyor. Yukarıdan aşağı yayılıyor, dal budak salıp giderek toplumu pençesine alıyor; yani balık baştan kokuyor.
Vurgulamak gerekiyor: İstisna tanımaz bir şekilde, gezegenimizin her yerinde ve her ülkesinde ve her an’ında, kesinkes, Marksizm-Leninizm partiye değil, parti Marksizm-Leninizm’e tabidir. Parti önderlere değil, önderler Marksizm-Leninizm’e ve partiye tabidir. Tüm parti üyeleri ve tüm parti önderleri ve yöneticileri parti kongresine tabidir. Sadece ve sadece ve kesin olarak yalnızca bu temel üzerinde iki kongre arası dönemde de tüm parti merkez komitelerine tabidir. Tarihsel deneyimin gösterdiği gibi, eğer partiler önderlere tabi hale gelirse, sosyalist yasallık bürokratik yasallığa dönüşürse, komünistler de “kişi kültü”nün uysal uzantıları haline dönüşürse, bürokratik çürümenin bataklığında boğulmak kaçınılmaz hale gelecektir. Böyle bir tükeniş çift kişilikli insan tipinin doğuşu, gelişimiyle iç içe gelişir. Orada açıklık ilkesi, kolektivizm ilkesi, sosyalist demokrasi, partili mücadele yöntemleri ve yoldaşça güven denen bir şey kalmaz. Artık geçerli olan kültün ürettiği küçük burjuva değerler sistemi içinde dar hesapçı, kliksel ve bireyci manevralardır. Ağza pelesenk olan kızıl mı kızıl laflar artık bir örtüdür, örtüleme rolü oynar. İdeolojik vb. değerler, tarihsel birikim kolayca tüketilir… Evet, altı çizilmelidir: Komünistler için tek bağlayıcı ilke Marksizm-Leninizm’e ve sınıfa bağlı kalma ilkesidir. Her an ve her dönemeçte verilmesi gereken sınav, yalnızca ve yalnızca bu temel üzerinde anlamını bulur, bulmalı ve pratikleşmelidir.
Jdanov’un 1939 yılında toplanan 18. Parti Kongresi’ne sunduğu Rapor’da Stalin’e atfen dile getirdiği ve kongre tarafından onaylanan Rapor’da parti içi demokrasinin özünün, parti üyelerinin parti önderlerinin çalışmalarına aktif katılımı olduğu düşüncesi, kesinkes Marksizm-Leninizm’e aykırı tasfiyeci oportünist, tasfiyeci bürokratik bir bakış açısı ve pratiktir. Sosyalizme yıkım getiren kültün çarpıcı bir ifadesidir. Kişi ve önder kültünün parlak bir formülasyonudur. Parti içerisinde sosyalist demokrasi, eleştiri ve tartışma özgürlüğünde, seçim ilkesinin işlevsel pratikleşmesinde, partinin kitlelerin eleştiri ve denetimine gelmesinde, parti yaşantısında önderlerin, merkezi kurumların parti örgüt ve kadrolarının eleştiri ve denetimine gelmesinde, hesap verebilmesinde ve daha da önemlisi hesap sorulabilmesinde vb. somutlaşabilir. Ve herhangi bir komünist partisinde, parti üyelerinin, parti örgütlerinin, parti yöneticilerinin, parti önderlerinin Marksizm-Leninizm’e, parti çizgisine, parti kongresine, parti tüzüğüne, tüm bunlara şartsız olarak tabi olması temelinde iç demokrasi işleyebilir ve işlemelidir.
Tekrar vurgulamak gerekir ki, sosyalist demokrasi, parti üyelerinin parti önderlerinin çalışmalarına katılımı değil, parti önderlerinin değil, ama parti merkez komiteleri vb. gibi merkezi kolektif kurumların önderlik çalışmasına bağımsız inisiyatifle, hesap sorma da dahil, eleştiri ve tartışma özgürlüğü temelinde aktif katılımını ifade edebilir, daha doğru ifade ile, parti içi demokrasisinin bir biçimi de budur. Evet, bu, parti demokrasinin önemli ama sadece biçimlerinden, yöntemlerinden birisidir. Seçim ilkesi, eleştiri ve tartışma özgürlüğü, parti içi proleter demokrasinin unsurlarıdır. Parti önderleri, Marksizm-Leninizm’in, parti çizgisinin, parti tüzüğünün, partinin üstünde değildir ve asla da olamazlar. Özellikle de iktidarda olan bir parti, iç savaş, emperyalist müdahale gibi özel koşullar dışında, sosyalist demokrasi ilkesini en tam tutarlılıkla uygulamak zorundadır. Kuşkusuz ki proletarya kendi önderlerini yetiştirmek zorundadır. Önderlerin reddi anarşizmdir. Ama bu önderler daima sınıfın ideolojisine, sınıf bilinçli ruhuna bağlı kalmak, partiye tabii olmak zorundadır. Bu değerlere bağlı kalmayan önderlerin yeri, hiç tartışmasız çöp tenekesidir. Yanılmaz, vazgeçilemez, ulaşılamaz insan; başarıların yalnızca kendisine, başarısızlıkların ise daima başkasına, başka yerlere ait olduğunu düşünen ve bunun propagandasını yerine göre kaba ve yerine göre inceltilmiş bir tarzda yapan ve yaptıran zihniyet komünist değil, tipik bir küçük burjuva zihniyet ve tarzdır. Bu zihniyet ve tarz, hesap vermez ama hesap sorar. Başarısızlıkların, yenilgilerin, suçların, zaafların sorumluluğunu üstlenmez ama günah keçileri yaratarak aklanmayı bilir, iktidar koltuğunu bırakmaz; zeytinyağı gibi su üstüne çıkmasını iyi bilir; bu işlerin üstadıdır. Küçük burjuva kurnazlığı tipik özelliklerindendir. Oportünist uyanıklık bu tipin karakteridir; oportüniste has uyanıklıkla fırsatları kendi lehinde değerlendirme yeteneğine sahiptir. Bu tip, kendini her türlü yasanın, iradenin üstünde görür. Kaçacak yeri kalmadığında bile zeytinyağı gibi su üstüne çıkar; aynı oportünist uyanıklık ve irade ile fiilen yasaları deler, istediği yana çeker. Parti yasaları partiye karşı kullanamaz, bu suçtur. Ama söz konusu kült, parti yasalarına bağlı kalmamada, parti yasalarını partiye ve kadrolara karşı kullanmada ustalaşmıştır. Bu, onda özel bir yetenektir, kuşkusuz ki oportünizme has bir yetenek! Hele de nitelik zayıfsa, nitelik zayıflatılmışsa, değerlerin içi boşaltılmışsa, o bunları daha büyük bir maharetle yapar. O, kendisi amaçtır, onun için geri kalan her şey ise araçtır. Onun ilkesi, ahlakı, vicdanı da bundan ibarettir. O, küçük burjuvazidir. Ki burada, söz konusu oportünizme karşı savaşımda da Marksizm-Leninizm’e tam bir sadakatle bağlı kalma, tarihsel deneyimlerin eleştirel dersleriyle teorik ve pratik çalışmayı sistemli geliştirme, ideolojik donanımı kesintisiz yükseltme ve proleter kolektivizmin tüm parti yaşantısı ve çalışmasını belirleyip yönlendirmesi yaşamsal önemdedir…
Açık ve net bir şekilde vurguluyoruz: Parti içi demokrasinin, parti üyelerinin önderlerin çalışmalarına aktif katılımı olduğu düşüncesini, Bolşevizm’e aykırı görüyoruz. Bu, olsa olsa, Bolşevizm’in bir karikatürü olabilir, belki de o bile değil. Bu zihniyet, küçük burjuva bürokratizmidir. SBKP (B)’nin duruşunda somutlaşan Jdanov’un sözleri, teorik ve pratik olarak önderler kültünün meşrulaştırılmasını, yasallaştırılmasını, kutsanmasını ifade etmektedir.
Marksizm-Leninizm’e, partinin programına, tüzüğüne, partili mücadele yöntemlerine ilkeli bir bağlılıkla, bağımsız inisiyatif, eleştiri ve tartışma özgürlüğü birbirini bütünler. Parti çalışmasına, partinin kongre ve merkez komitesi gibi organlarının çalışmasına bireysel ve kolektif katılım organik bir birlik olan partinin, partililiğin bir gereğidir. Jdanov’un vurguladığı anlayış, kişi ve önder kültünün, etkin birey, etkin sekreter, etkin önder, etkin yönetici kültünün ifadesidir. Bu, kolektif aklın yerine, kolektivizmin yerine, kolektif ruhun yerine, kolektif önderlik yerine biçimsel bir kolektivizmin ardına saklanmış “etkin” bireyin, “etkin” bireylerin aklının, bireyciliğin, bireysel önderliğin geçirilmesidir. Bu, demokratik merkeziyetçiliğin yerine bürokratik merkeziyetçiliğin geçirilmesidir. Ki, SBKP (B) deneyiminden görülebileceği gibi, bu anlayışlar, zaaflar vb. aniden ortaya çıkmamıştır. Adım adım gelişerek zamanla egemenlik kurmuştur. Bu deneyim, biz komünistleri uyarmalıdır ve özellikle de uyarmalıdır. Marks’ın dediği gibi, savaşan bir parti her şeye karşı hazırlıklı olmalıdır. “İnsanlar hangi düzeyde ortam yaratmışlarsa, ortamda aynı düzeyde insanlar yaratır.” Bu vurgu, her komünist parti için de geçerlidir. (Ki, bu konuda da kendimize eleştirel yaklaşmak gerektiği, bu doğrultuda süreç içerisinde önemli zaafların geliştiği açık ve kesindir.)
Bu bağlamda, komünist yaşamda, parti yaşantısında, sosyalist inşada vb. daima kişi kültüne, önderlik kültüne, yanılmaz önderler ve yetkililer kültüne, etkin birey kültüne, dar klikçi ekipçilik kültüne, yanılmaz parti kültüne karşı uyanık olmak, eleştirici davranmak gerekir. Leninist eleştiri özeleştiri ekseninde bireyi, kadroları, önderleri idealize etmeden tamamen kolektivizm ruhuna sadık kolektif etkin bireyi, kolektif önderliği, kolektif aklı, kolektif çalışmayı demokratik merkeziyetçilik temelinde geliştirmek gerekir. (Zaten kolektivizmi unutan bir partide kolektif etkin birey falan da kalmaz.) Parti içi demokrasiyi, partili mücadele yöntemlerini, Bolşevik eleştiri-özeleştiri silahını yetkinleştirmek; kitlelerin sesine sürekli eleştirel destek vermek; başarı ve atılımlardan baş dönmesine tutulmamak, kibire kapılmamak, iç gözün körelmesine izin vermemek, tarih ve deneyin yaşamsal önemde olan bir dersi ve güçlü uyaranıdır biz komünistler için.
Hesap vermez, bunun ne anlama geldiğini bilmez ya da unutmuş bir bürokrat narsist yöneticilik tarzı ve yönetici tipinin ve kadro politikasının Marksizm-Leninizm’le bir ilişkisi yoktur.  Bu kültte, kültü temsil eden yöneticiler başarısız olsa bile yerinde oynamaz, oynatılamaz ve giderek böyle bir yönetici bir katman oluşur ve gelişir. Ya da kadrolar değişir ama aynı zihniyet, tarz, politika bu külte endeksli kendini üretir. Yöneticilerinin kitle ve kadrolar nezdinde ciddi bir saygınlığı kalmadığı koşullarda bile bu yöneticiler ve sözde önderler  “önder”liğini, “önder”liklerini mutlak, vazgeçilmez ve ömür boyu sayarlar. Aslında deneyimin gösterdiği gibi, bu zihniyet ve tip, komünist hareketteki küçük burjuvaziyi ifade ederler. Yeni tip burjuvaziye sıçrayan Kruşçevlerin, Brejnevlerin yaşamında aynı zamanda işte bu gerçekler yatar.
 Kişi ve önder kültü, bürokratizm, kariyerizm vb. gibi hastalıklar, komünist partilerdeki hataların, eksikliklerin, zaafların gelişip tasfiyeci bürokratik çürümeye dönüşmesinin ifadesidirler. Bu tablo, komünist hareketin ideolojik, siyasi, örgütsel-pratik olarak silahsızlandırılmasını yansıtır. Tarihten çıkan derslerin ışığında vurgulanması gerekir: Sorun ya da sorunlar, buna yol açan zihniyetle, önderlik anlayışı ve çalışma tarzı ve kadro politikası ile çözülemez. Sorunun kaynağı olan, sorunun kendisini temsil eden, bir parçası hale gelen şeyle; sorunların çözümünü ve verili durumun ilkeli ve köklü aşılmasını engelleyen zihniyet, tarz ve insan unsuru ile sorun ya da sorunlar çözülemez. Bunda direnmek, durumun teorisini yapmak, zevahiri kurtarmak, bürokratizmdir, tasfiyeciliktir, kariyerizmdir. Bu, hiçbir komünist partisini geleceğe taşıyamaz. Dünya deneyleri bunu yeterince kanıtlamıştır. Kuşkusuz ki, bu toprakların deneylerinin de derin incelenmesi gerekmektedir. Ama her halükarda mücadele dinamiktir. Mücadele yolunu açacaktır. Mücadelenin önünde engele dönüşmüş olan şeyle hesaplaşmak, derslerini çıkarmak, yeni ve daha yüksek bir donanım kazanmak şarttır. Küçük burjuva kirlilik ve çürüme komünist özün üzerine çöreklenebilir, o öz, görünmez hale gelebilir ve yaman çürümelere yol açabilir. Proletarya bu kirlilik ve çürümeden arınarak yoluna devam edebilir. Sorunun kaynağı küçük burjuvazidir; onun teorik, ideolojik, politik, örgütsel-pratik tasfiyeciliğidir. İşte, Uluslararası Komünist Hareket’in tarihinde hesap vermeyen, eleştiri ve özeleştiriyi yozlaştıran, tüm değerlerin köküne kibrit suyu döken ilke, ahlak, vicdan tanımayan, tarihi ve güncel değerler üzerinde hokkabazlık ve hovardalık yapan söz konusu küçük burjuvazidir. Koca tarihin gördüğü en yetkin parti olan SBKP (B)’yi, sosyalist sistem ve kampı bozarak çürütüp yıkan, Uluslararası Komünist Hareket’te acılarını bugün bile canlı olarak yaşadığımız yıkımları yaratan emperyalizm, faşizm vs. olmamıştır. Onların bu yıkımdaki rolü daha ziyade dolaylı olmuştur. Onlar bunu başaramamıştır, her saldırılarında yenilmiş ve geri kaçmak zorunda kalmışlardır. Söz konusu yıkımları yaratan, emperyalizmin, faşizm ve gericiliğin aktif desteğine sahip olmuş komünizm vs. kılıklı küçük burjuvazi olmuştur. Buna da yol veren zaaflar tam da komünist partilerin bağrında doğup gelişerek yeni tip burjuvaziye ve kapitalizmin restorasyonuna yol açmıştır. Demek ki, artık eski bakış açısıyla komünist partilerdeki, sosyalizmdeki küçük burjuvaziye, revizyonizm ve tasfiyeciliğe, bürokratizme karşı yeterince mücadele edilemez; açık ki yeni bir donanım, yeni tip bir gelişme ve savaşım çizgisi gerekiyor…    
Teorik-ideolojik zayıflık ve gerilik, deneyim eksikliği, tarihten yeterince öğrenememe, sınıfın tarihsel ve güncel misyonunun arkasında ilkeli bir sağlamlıkla duramama, proleter kolektivizm ilkesinin güçten düşmesi vb., tüm bunlar, komünist partilerde Marksist-Leninist bağışıklık sistemini zayıf düşürür. İşte bu durum, burjuva kuşatma altında olan komünist partilerdeki küçük burjuva potansiyeli etkinleştirir, oportünizme, revizyonizme, bürokratizme, külte uygun elverişli bir ortam yaratır. Böylece komünist partiler niteliksel bakımdan yavaş ya da hızla nitelik kaybı sürecine girer. Bu süreç ilkeli bir şekilde, teoriye ve tarihsel deneyime, komünist devrimci birikime dayanılarak önlenemediğinde ise sonuç, ölümdür. Fakat biliyoruz ki, bu bir kader değildir, devrimci proletarya daima kendi yolunu açmasını ve yürüyüşüne devam etmesini bilmiştir. Kısacası, Uluslararası Komünist Hareket’in tarihinin hem nitelikli, gelişkin deneyiminden, hem de zayıf, güçsüz, zaaflı yanlarından öğrenmesini, yeni tipte ve tarzda bir donanım geliştirmesini öğrenmek ve yetkinleşmek gerekli ve kaçınılmazdır. Burada da tarihin diyalektik materyalist, Marksist-Leninist analizi ve sentezi başköşede oturmalıdır.