26 Nisan 2020 Pazar

Koronavirüsün Wuhan araştırma merkezinden çıktığı teorisini yayanlar kim?

Koronavirüsün Wuhan araştırma merkezinden çıktığı teorisini yayanlar kim?

Soruna ilişkin kuşkuları dile getiren ilk makale ocak sonlarında Güney Koreli Sun Myung Moon’un sahip olduğu Washington Times’da çıktı.

Paylaş
26 Nisan 2020 18:15 (Evrensel gazetesi)

Andreas KOSİARİS
Son haftalarda ortalıkta, SARS-CoV-2 virüsünün sözde laboratuvar çıkışlı olduğuna yönelik senaryolar dolaşıp duruyor. Görünen o ki bu senaryolar, Amerika’da Covid-19 nedeniyle 50 bin kişinin yaşamını kaybetmesinden sorumlu olan Trump hükümetinin söylemlerine dayanıyor.

Soruna ilişkin kuşkuları dile getiren ilk makale ocak sonlarında Güney Koreli Sun Myung Moon’un sahip olduğu Washington Times’da çıktı. Moon’un liderlik yaptığı dinci-gerici (Moon tarikatı olarak bilinen) “Unification Church” adlı örgüt, mezhepsel ve aşırı antikomünist karekteriyle tanınıyor ve tehlikeli olarak değerlendiriliyor.

Washington Times’ın söz konusu makalesi, “Koronavirüs, Çin’in biyolojik savaş programı ile bağlantılı olabilir” başlığını taşıyor ve kaynak olarak eski bir İsrail istihbaratçısı olan Danny Shoham gösteriliyor. Shoham, (İsrail Başbakanı) Benyamin Netanyahu’nun Likud partisi ile çalışan ve “Virüsün Wuhan laboratuvarından çıkmış olabileceğini” ilk defa söyleyen kişi.

Sonradan “Şu ana kadar bunu kanıtlayacak delil ve işaretler yok” diyen de yine Shoham’dır.

Washington Times’ın atıfta bulunduğu kaynaklardan biri de Amerika’nın Asya ülkelerine yönelik yaptığı ve Soğuk Savaş politikalarının sesi görevini yerine getiren Radio Free Asia (Özgür Asya Radyosu) kanalı.

Virüs skandalına ilişkin üretilen teoriler, 17 Mart’ta bilimsel “Nature” dergisinde yayınlanan, ABD, İngiltere ve Avusturyalı bilim adamlarının araştırma ve değerlendirmelerini içeren bir makale ile çürütülmüş bulunuyor. Makale tüm bu iddialara ilişkin olarak şu sonuca varıyor: “Yaptığımız tüm analizler açıkça SARS-CoV-2 nin bir laboratuvar ürünü olmadığını ya da bilinçli olarak üretilmediğini ortaya koyuyor.”
Reklam
Ancak son haftalarda virüsün üretildiğine yönelik skandal haberlere, 14 Nisan’da milyarder Jeff Bezos’un sahip olduğu Washington Post gazetesinde, gazeteci Josh Rogin imzasıyla yayınlanan bir makale ile devam edildi. Rogin makalesinde “Yeni virüsün Wuhan laboratuvarlarından gelip gelmediğini bilmiyoruz” demesine rağmen, bütün makalesi boyunca dönüp dönüp virüsün söz konusu laboratuvarlardan geldiğini söylüyor.

ABD, Pekin büyükelçiliğinin 2018 yılındaki diplomatik bir yazışma belgesini ise kaynak olarak gösteriyor.

Rogin’in kaynaklarından biri de Xiao Qiang adlı Çinli bir aktivist. Amerika’yı üs edinen Qiang, Berkley Üniversitesinde “sanal aktivizm” ve “elektronik özgürlük” dersleri veriyor. Qiang, Rogin’in makalesinde “araştırmacı bilim insanı” olarak tanımlanıyor. Profesörlüğüne ilişkin herhangi bir akademik belgesi yok. Elindeki tek belge Çin’de bulunan Bilim ve Teknoloji Üniversitesinden aldığı bir belge. Qiang’ın sözkonusu makaleye konu olan söylemleri, bilim insanları tarafından yoğun eleştirilere hedef oldu.

Columbia Üniversitesinden Biyolog Angela Rasmussen ve Utah Üniversitesinden (virolog) Stephen Goldstein “temelleri olmayan, dayanaksız” ve “bilimsel olarak altı doldurulamayan iddialar” olarak değerlendirdiler.

Rogin makalesinde bilimsel düşüncelere yer vermemekle eleştirilince, sonradan, “virüsün üretildiği”ni konuştuğu bilim insanlarının kendisine söylediğini açıkladı. Ancak bu bilim insanlarının kimler olduğuna dair bir tek isim bile veremedi. Ayrıca yazdıklarına dayanak olarak gösterdiği diplomatik yazışma belgesinin tümünün basına açıklanması isteğini de reddetti.

Rogin’in makalesi kısa sürede atıfta bulunulan bir makale durumuna geldi. Fox News’e bağlı gazeteciler makaleye geniş yer vererek yeniden yayınladılar. Amerika’nın gerici senatörleri, MSNBC gibi “liberal” yayın yapan medya kuruluşlarının Chris Heinz gibi muhabirleri, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve sonuç olarak Donald Trump, Çin’i sorumlu olarak gösteren yayın va açıklamalara ağırlık verdiler.

Bu arada Rogin’in uzun yıllardan beri gerici Amerikan politikalarının danışman ve mühendisi olarak da çalıştığını belirmek gerekir.

2013 yılında Rogin gerici köşe yazarlarından Eli Lake ile beraber ortak bir röportaja imza atmış ve sözde Al Kaide üyelerinin bir telefon konuşmasını deşifre etmişlerdi. Röportajın güvenilir olmadığı yönünde yoğun eleştiriler gündeme gelince “geri çekilmek” zorunda kalmışlardı.
Reklam
Rogin bu “röportajdan” iki yıl sonra başka bir skandal haber yapmış ancak bu defa daha kötü yakalanmıştı. Rogin, Rus tanklarının Rusya yanlısı Ukraynalılarla birlikte Ukrayna içlerine hareket ettiklerini haberleştirmiş ve fotoğraflar yayınlamıştı. Ancak fotoğrafların geçmiş yıllarda Güney Osetya’da çekildiği ortaya çıkmıştı.

Rogin’in makalesi akıllara New York Times Muhabiri Judith Miller’in Irak’ın kitle imha silahlarına ilişkin kanıtsız haberini getiriyor. Haberin yayınlandığı günlerde Bush hükümeti Irak’a saldırı hazırlıkları yapıyordu. Miller yalanlara dayanan kanıtları Bush hükümetinden almış ve kendisine cezaevi yolu görünmesine rağmen bilgileri verenlerin kimliklerini açıklamaya yanaşmamıştı.

Rogin’in hiçbir kanıt ve bilimsel araştırmaya dayanmayan savları medya kuruluşları tarafından kullanılmaya devam ediyor.

Wuhan laboratuvarı biyoloji alanında en güvenli araştırma merkezi olarak biliniyor. Dünyada benzeri olan çok sayıda araştırma merkezleri var. Bunlardan 13 tanesi Amerika’da bulunuyor.

Wuhan, Fransız ve Çin hükümetlerinin iş birliği yaptığı bir kuruluş. 2015 yılında açılmasından bu yana en az sekiz defa Fransız bilim insanları ve hükümet yetkilileri merkezi ziyaret etmiş bulunuyorlar.

Macron hükümetinin sözcüsü, skandal haberlerini yalanlamak zorunda kaldı ve “Bugüne kadar Covid-19’un Çin’in Wuhan araştırma merkezinde ortaya çıktığına ilişkin Amerikan basınında çıkan haberleri doğrulayacak hiç bir kanıtın olmadığını belirmek istiyoruz” dedi.
Kaynak: İmerodromos
Çeviren: Seyit Aldoğan


24 Nisan 2020 Cuma

‘’COVİD-19 KRİZİ’’ VE MÜCADELE GÖREVLERİ


‘’COVİD-19 KRİZİ’’ VE MÜCADELE GÖREVLERİ

‘’En büyük maddi ve zihinsel işbölümü, kent ile kırın ayrılmasıdır.’’ (Marx-Engels, Alman İdeolojisi)

‘’Demek ki kent ile kır arasındaki karşıtlığın ortadan kaldırılması, yalnızca olanaklı olmakla kalmaz. Sınai üretimin dolaysız bir zorunluğu durumuna gelir, aynı biçimde tarımsal üretimin ve üstüne üstlük halk sağlığının da bir zorunluluğu durumuna gelmesi gibi. Havanın, suyun ve toprağın bugünkü kirlenmesi, ancak ve ancak kent ile köyün kaynaşmasıyla ortadan kaldırılabilir; bugün kentlerde mum gibi eriyen yığınları, pisliklerinin hastalıklar yerine bitkiler üretilmesine yarayacağı noktaya, ancak bu kaynaşma götürebilir.
Demek ki, kent ve kır ayrılığının ortadan kalkması, hatta büyük sanayinin ülke içinde olanaklı olduğuca eşit bir biçimde dağılmasını şart koşan bir olay olarak bile, bir ütopya değildir. Kuşkusuz uygarlık bize, büyük kentler ile ortadan kaldırılması için çok zaman ve çok çaba gerekecek bir kalıt bırakmıştır. Ama bu, uzun süreli bir süreç de olsa, o büyük kentleri ortadan kaldırmak gerekecektir ve o büyük kentler de ortadan kalkacaklardır.’’ (Engels, Anti Dühring)

                                    I

Dünya nüfusu- insanlık ilk kez küresel çapta bu denli etkili olan bir virüs salgını tehdidi ile karşı karşıya kaldı. İlk kez bu kadar büyük bir korkuyu yaşadı. Eko-sistemi yıkarak küresel salgınlara yol açan kapitalizm, dünya çapında yaşanan şoku, korkuyu kullanarak virüsleri insanlığın baş ve ortak düşmanı ilan etti ve savaşta oldukları propagandasına küstahça sarıldı. Böylece kendi yarattığı yıkımı C-19 salgınına yıkarken, gerek C-19 pandemisinin gerekse de emperyalizmin genel bunalımının ve patlak vermiş olan genel ekonomik krizinin sorumluluğundan sıyrılmaya çalıştı. Oysa proletarya ve halkların, doğanın, dünya nüfusunun onda dokuzunun baş ve ortak düşmanı kapitalizmdir, emperyalist dünya düzenidir, dünya nüfusunun onda birini oluşturan burjuvazi ve uluslararası tekellerdir.

Dünya burjuvazisi, salgın krizini kullanarak emperyalist dünya sisteminin krizini örtmek istemekte. Krizin yükünü proletarya ve halkların sırtına yıkarak krizden en az hasarla çıkmayı hedeflemekte. Krizi bir fırsata çevirerek yeni saldırı planlarını hayata geçirmeye çalışmakta.

Şu Koronalı günlerde burjuvazinin en büyük korkusu dünyanın işçi ve emekçilerinin ayağa kalkma, ayaklanma korkusudur. Proletarya ve halkları, yoksulları, işsizleri, yaşlıları, her türlü sosyal güvenceden yoksun geniş kitleleri gözden çıkaran sermaye ve devletleri, ilk şokun etkisi geçtikten sonra yeni bir mücadele dalgasının gelişeceğini bilmektedir. Ki krizlerin patlak verip geliştiği dönemlerde, sınıfsal gerçekler, devletin sınıfsal karakteri daha çıplak açığa çıkar; kitleler tarafından gerçekler daha açık görülür; ‘’tehlikeli fikirler’’ hızla yayılır; tıpkı şu Koronavirüs salgını döneminde olduğu gibi.

İlk şokun, ilk korku dalgasının atlatılması ile, daha bugünden uç verip gelişen mücadelelerin patlak verip gelişeceğini bilen burjuva devletler olağanüstü hali olağanlaştıran politik rejimlerle ve sahte beklentiler yaratarak süreci önlemeyi hedeflemektedir. Fakat bunun olanaklı olmayacağını, kitlelerin büyüyen devrimci öfkesinin sokakları tutuşturacağına hep birlikte tanık olacağız. Gelişecek mücadele dalgasının yalnızca neoliberal politikaların değil, kapitalizmin sorgulanmasıyla el ele gelişeceğini göreceğiz.

Milyarlarca işçi ve emekçi emperyalist dünya sisteminin, burjuva devletlerin, kapitalizmin o ihtişamlı teknolojisinin C-19 salgını karşısında nasıl güçsüz kaldığını, sermayenin trilyonları bulan devasa fonlarla fonlanırken kendilerinin nasıl kaderilerine terkedildiklerini çarpıcı bir tarzda yaşarak gördü. Kapitalizmin emekçi insanlığı, doğayı nasıl devasa tehlikelerle karşı karşıya getirdiğini yeni deneyimleriyle de anladı ya da daha hızlı ve derin anlama eğilimi güç kazandı. Sağlığa, eğitime, sosyal güvencelere değil, askeri-sanayi komlekse, militarizme, tekellere yatırım yaptığını; kar amacına hizmet etmeyen her şeyin ne kadar değersiz, gereksiz, hovardaca harcanacak şeyler olarak görüldüğünü ya da ilan edildiğini daha somut yaşadı.

Haberlerde, videolarda dünyanın dört bir yanında sokakların ıssız, insansız görüntülerinin ne denli hazin ve acı verici olduğuna ilk defa bu kadar keskin tanıklık yapıldı. Aynı zamanda doğanın kısmen de olsa ne kadar özgürleştiğine, hava kirliliğinin ne denli azaldığına da şahit olundu...

Bu tablonun sorumlusu elbette ki virüs değil, kapitalist emperyalizm ve dünya gericiliğidir. Düşman olan virüs değil, düşman azami kar için üretim düzeni olan kapitalizmdir ve onu temsil eden dünya burjuvazisidir. Suçu, sınır tanımayan iki yüzlülükle virüslere yıkan bir toplumsal sistemin yıkılması gerektiği, onu yıkmak için her türlü devrimci baş kaldırının meşru olduğu giderek daha fazla belirginleşti.

Marx’ın dediği gibi, dünya kimsenin özel mülkü değildir, olamaz; dünya, dünya üzerinde yaşayan tüm canlıların ortak yaşam alanı, canlı türlerin ve insan soyunun ortak yaşam koşulu ve gelecek nesillere korunarak devredilmesi gereken mirastır. Oysa özellikle de kapitalizm dünyayı kendi özel mülkü, kar amacıyla metalaştırılması, yağmalanması gereken bir kaynak olarak kullandı, kullanmaya da devam etmektedir. Dünyayı kendi çiftliği ilan eden ücretli kölelik sistemi kapitalizm yıkılmalıdır. Onun tek alternatifi sosyalizmdir. Tarih sosyalist SSCB’nin tarihsel kazanımlarının, kapitalist emperyalizm karşısındaki üstünlüğünün giderek daha fazla tartışılacağına, belleklerde silindiği varsayılan bu gerçeğin yeniden canlanarak yükseleceğine tanık olacaktır. Burjuvazinin ideolojik ve politik saldırılarına, bu saldırıların değişik formasyonları olan sosyal demokrasinin, Troçkizmin, sosyal reformizmin, postMarksist vb. akımların demagoji ve manipülasyonuna karşın bu dalga gelişecektir.

                                              II

Kapitalizm, emperyalist dünya sistemi kendiliğinden yıkılmayacaktır. Onu yıkacak güçler olmadıkça kapitalizm en derin krizlerinden çıkma niteliğine ve yeteneğine sahiptir. Kapitalizmi yıkacak tek sınıf ise işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı hareketine dayanmayan bir komünist gücün ise geleceği yoktur ve sınıfı temsil etmekten de çıkar…

Çağımız emperyalizm ve proletarya devrimler çağıdır. Bu çağda dünya proleterya devriminin nesnel koşulları olgunlaşmıştır ve bugün çok daha olgunlaşmıştır. Ana sorun emperyalist kapitalizmi yıkacak, dünya proleter devriminin zaferine önderlik edecek komünist partilerin olmamasıdır ya da dişe dokunur bir güç halinde olamamasıdır. Bu bağlamda dünya proleter devriminin nesnel koşulları ile öznel koşulları arasında bir uçurum bulunmaktadır. Temel tarihsel-politik güncel görev bu sorunun çözülmesidir. Dolayısıyla dünya proletaryası ve ezilenler somutunda karşılığını bulmayan, boş çığırtkanlığa dönüşen ‘’dünya devrimi’’ çağrıları ise herhangi bir öneme sahip değildir. ‘’Oturduğu ahır kapısı, çığırdığı İstanbul türküsü’’ konumlarından kopuşmadıkça da bu tablo değişmeyecektir.


                                           III
Patlak vermiş olan krizin ana çözümü sosyalizmdir. Kapitalizmin tek alternatifi sosyalizm ve komünizmdir. Proletarya, proleter devrim yoluyla egemen sınıf olarak örgütlenmedikçe, proletarya diktatörlüğü/sosyalist demokrasi yoluyla sosyalizmden komünizme doğru yürümedikçe genel olarak özel mülkiyet, özel olarak da emperyalist dünya sisteminin pisliklerinden kurtulamayacaktır. Ve biliyoruz ki, Marks’ın dediği gibi, proletarya sınıf bencilliğinden uzak tek sınıftır ve ancak kendisiyle birlikte insanlığı kurtararak nihai amacına ulaşabilir. Sınıflı bir dünyada yaşıyoruz ve sınıf mücadelesi sınıflı toplumların ana motorudur. Bu tarihsel gerçeği şu yaşadığımız Koronalı günlerde de en açık bir şekilde görmekteyiz. İnsanlığın, tarihsel ve toplumsal gelişmesinin önündeki engel olan kapitalizme ve sömürücü sınıfların egemenliğine son vermeden; üretimin kar için değil, insan için yapıldığı; proletarya ve halkların maddi ve manevi gereksinmelerini karşılamaya, zenginleştirmeye ve giderek ekonomik eşitlik temelinde sınıfsız topluma yürümeden gezegenimizin de insanlığın da kurtuluşu olanaklı olmayacaktır. Bu yol, Büyük Ekim Devrimi ile açılmış, Lenin ve Stalin’in SSCB’sinde ete kemiğe bürünmüştür. Kapitalist emperyalizmin gidebileceği yeni bir yer yok; o kaçınılmaz olarak yerini eşitsiz gelişme yasasının tepkimesi üzerinde dünya proleter devriminin zaferiyle sosyalizme bırakacaktır ama bu, asla kendiliğinden gerçekleşmeyecektir. Her devrimin temel ve genel yasası olan şiddete dayanan devrim yasası, emperyalist dünya sisteminin mezara gömülmesinin de belirleyici yoludur. Cennette yaşayanlar cenneti, cehennem hayatı yaşattıkları proletaryaya (ve halklara) asla barışçıl yollardan devretmeyeceklerdir. Zafer koparılıp alınacaktır.

Komünistler tam da bu dönemde sosyalist ve komünist programını sınıfa ve geniş kitlelere taşımakla; geçici demokratik görevlerini sosyalist perspektifle ele alarak programının propagandasını, programını yakıcı taleplerle yaratıcı bir şekilde birleştirerek ajitasyonunu yapmakla yükümlüdür. Dışardan seslenmekle, çağrılar yapmakla, keskin sloganlar haykırmakla söz konusu demokratik ve sosyalist görevlerin yerine getirilemeyeceği ise tarihsel deneyimle sabittir. Büyük kriz dönemlerinde, sınıfın ve kitlelerin tepki ve öfkesinin geliştiği dönemlerde, devrimci yükseliş ve atılımların geliştiği dönemlerde yeni bir devrimci çıkış, komünist devrimci yenilenme olanaklıdır ve bunun koşulları her zamankinden daha fazla gündemleşir. Kuşkusuz ki böyle bir yenilenme ve yeniden yapılanma esnaf politikasını mahkum etmekten, yeni deneylerle kuşanmaktan geçer. Şimdilik bundan oldukça uzak olunduğu kesindir. Ağır ideolojik karmaşa ve bunalım, ilkesiz, belkemiksiz, ne dediği belli olmayan, esen yele göre yön değiştiren oportünizm mahkum edilmeden ne tarihsel proleter devrimci görevler yerine getirilebilir ne de güncel mücadelenin geresinmelerine yanıt verilebilir. Ne acıdır ki tablo budur.

                          IV

Sermaye, bu kriz sürecinden de sınıfsal çıkarlarının gerektirdiği ekonomik, siyasal düzenlemeler yaparak çıkmaya çalışacaktır. Toplumsal sistemlerini tehdit eden ve edecek devrimci gelişmelere, kitle hareketlerine karşı gerekli tedbirleri sektirmeden alacaktır. Sermaye, emperyalist dünya sisteminin krizinin sistemi yıkacak dinamikler olmakla ve gelişmekle birlikte dünya devrimini yakın bir tehdit olarak görmemekte fakat gelişmenin yönünü gördüğünden gerekli ideolojik manipülasyon ve terör tedbirlerini geliştirmekte ve geliştirecektir. Bir yandan ırkçı faşist hareketi geliştirirken öte yandan sosyal demokrasiyi sosyal liberal çizgide ileri sürecektir. Keynesyen, neoKeynesyen umutları kışkırtarak kitleleri oyalamaya, sosyal reformizle zehirlemeye devam edecektir; kuşkusuz ki daha yoğun, daha etkin, daha kapsamlı organik çalışmalarla. Olağanüstü durum ve yönetim tarzlarını yeni normal olarak proletarya ve halklara dayatacaktır. Papaz ve cellad politikasını daha etkin kullanacaktır. Bu bağlamda burjuva teröre, faşizm ve savaş tehlikesine, emperyalist gericiliğin parçası olan ve kışkırtılan Ortaçağ gericiliği kalıntılarına karşı mücadele ederken, öte yandan da burjuvazinin ve yedeğindeki akımların ideolojik ve siyasal saldırılarına, manipülasyonuna karşı enerjik bir mücadele geliştirmek yaşamsal önemdedir.

Dünya burjuvazisi devrimci gelişmelere karşı, devrimci başkaldırılara karşı daima devrimin yangın söndürücüsü, sistemin yedek lastiği güçleri kullanagelmiştir. Nesnel olarak yangın söndürücülerin temelleri zayıflamış olmakla birlikte, küresel ölçekte devrimci ve komünist öncülüğün olmaması bu bakımdan emperyalizm ve yedeğindeki güçlere açık bir alan ve manevra gücü sunmaktadır. Şu 2000’lerin dünyasında kendisine sol, işçi, sosyalist, sosyal demokrat vs. diyen partilerin küresel kitle hareketini nasıl düzen içine çekerek söndürdüklerine hepimiz tanık olduk. Küresel ölçekte gelişen kitlesel mücadelelerden biri olan sosyal formların, sermayenin doğrudan ve dolaylı müdahaleleriyle hareketi nasıl kontrol altına alarak sönümlendirdiklerine hepimiz tanığız. Slavoj Zizek gibi postMarksist ‘’pop star’’ların piyasaya çıkıp içeriği boşaltılmış, komünizmle alakası olmayan açıklamalar eşliğinde de olsa komünizmin gerekliliğinden vs. bahsetmesi rastlantısal değildir. O ve onun gibi sözde solcu aydınlar gerçekte gelen ve gelecek olan dünya devrim dalgasının patlamak verme olasılığı için dünya burjuvazisini uyarmakta ve Keynesyen politikaların devreye sokulmasının, kamusal bazı önlemlerle kitlelerin manipüle edilmesini talep etmektedir.

                                         V

2000’lerden bu yana dünya proletaryası ve halkların mücadelesinde bir canlanma ve yükseliş yaşanmaktaydı. COVİD-19 salgını öncesinde ise 50 ülkeyi aşan büyük kitle gösterileri vardı ve gelişmekteydi. Demokratik kadın hareketi belirgin bir şekilde öne çıkmıştı. Ekolojik hareket gitgide daha fazla gelişmekteydi. Bu mücadeleler ekmek ve özgürlük, adalet, eşitlik, doğanın korunması istemleriyle yükselmekteydi. Proletarya ve halkların bu mücadele dalgası salgın nedeniyle şimdilik geri çekilmişse de, bir de yaşadığımız şu yeni deneyimlerin ışığında daha radikalleşerek, yaygınlaşarak yükselecektir. Gelişen ve gelişecek mücadele dalgasının kendiliğinden karakteri açık bir zaafiyeti oluştursa da gelişen dalga içinde devrmci-demokrasinin ve komünist hareketin atılım yapmasına da oldukça elverişli bir ortam ve imkan sunmaktadır. Bu bağlamda bütün mesele bu koşulları değerlendirebilmektedir

Proletarya ve kitlelerin geniş çaplı örgütsüzleştirilmiş olduğu, demokratik ve sosyalist hareketin ciddi bir varlık gösteremediği bir tarihsel-politik dönemden geçiyor oluşumuz ise en büyük handikap olarak karşımızda duruyor. Böyle olunca da en devrimci çağrılar, haklı olarak ileri sürülen talepler kitlelerde karşılığını bulmuyor. Çünkü geniş kitlelerin dışında kalan, kitleselleşemeyen, gettolaşmış bir devrimci hareket gerçegiyle karşı karşıyayız. Bu güçsüzlük devrimci hareketin öz gücüne güven zaafının da başta gelen kaynaklarındadır. Kuru, boş, keskin açıklamalar ve çağrılar yerine köklü özeleştirilerle yeni bir başlangıç ve atılıma kilitlenmek tek doğru devrimci politikadır. Kendi kendimize hitap ettiğimiz, kendi daracık dünyalarımızın küçük burjuva tatminine hizmet etmenin ve sözde başarılı bilmem ne önderliği üzerine lafazanlık yapmanın yerine, kendi zaaflarımızla hesaplaşarak yürümemiz gerekir. Güçler her ne kadarsa, ordan hareketle enerjik bir mücadele geliştirilmelidir ama herhalükarda bugünkü tabloya yol açan nedenlerle de hesaplaşarak yenilenmek lazım.

Küresel gericiliğe, emperyalist kapitalizmin küresel krizine karşı gelişen ve gelişecek hareket daha derin, daha radikal, daha geniş ve esnek bir karaktere sahip olacaktır. Yeni mücadele biçimleri ortaya çıkıp gelişecektir. Kuşkusuz ki ülkelerde, bölgelerde, küresel ölçekte gelişen mücadeleler küresel ölçekte de örgütlenmek zorunda. Ve bu mücadeleler devrim ve sosyalizm kavgasının zaferine bağlanmalıdır. Ancak bunun için de burjuvaziden bağımsız, proletarya ve halklara dayanan devrimci öncü kuvvetlerin öne çıkması, sürecin önünde kitlelerle birlikte yürümesi gerekir. Bu sorunun hemen ve doğrudan çözümünün olanaklı olmadığını da biliyoruz. Ancak bu hedefle çalışmak, yenilenmek, sıçrama yapmak hedefinde ısrarla yürümenin dışında başka bir seçenek de yoktur. Ki mücadelenin gelişmesi içinde bu sorun da mutlaka çözülecektir; gelişen mücadele kendi öncü kuvvetlerini de çıkaracaktır.

Devrimi hedef gösterir ve uğurda mücadele ederken, kitlelerin güncel taleplerine sıkı sıkıya sahip çıkmak ve bu mücadelelere de öncülük yapmak gerekir. Proletarya ve halkların, ezilen değişik toplumsal kesimlerin güncel taleplerine sahip çıkmadan da bir milim ilerlemek olanaklı olmayacaktır. Bu durumda da öncülük iddiası boşa düşecektir. Sınıf ve kitleler kendi öz deneyimlerinden öğrenir. Kendi yakıcı gereksinmeleri için mücadele eder. Sınıf ve kitleler kendi öz deneyleriyle öncünün çizgisinin haklılığını anladıkça öncülerini izlerler, davaları için her türlü fedakarlığı da yaparlar.

Mücadele biçimleri, masa başında üretilmez. Mücadele biçimlerinin kaynağı kitle hareketidir. Kitlelerin hareketinde doğan ve gelişen mücadele ve örgüt biçimlerini bilinç ve örgütlenmeyle donatarak genelleştirmek komünistlerin görevidir. Şu Koronalı günlerde proletarya ve halk kitlelerin, kadınların hareketinde uç verip gelişmeye başlayan mücadele biçimleri giderek gelişip yaygınlaşacaktır. Türkiye, Yunanistan, Almanya, Fransa, ABD, İsrail, Şili vb. gibi ülkelerde işten atılmalara, sağlık tedbirlerinden yoksun çalışma koşullarına karşı basın açıklamaları, fiziksel mesafeyi korumayı ihmal etmeden sokaklara yansıyan değişik eylem biçimleri gibi boy veren grev, protesto hareketlerini geliştirmek yaşamsal önemdedir. Çeşitli ülkelerde sosyal medya aracılığıyla aynı gün ve saatte başlatılan balkon eylemleri, pankrat asmalar, slogan atmalar, ışık kapatma açma eylemi gibi mücadele biçimlerin, sosyal medyanın etkin ve yaygın teşhir çalışmaların aracı olarak kullanılması, sayısız sosyal dayanışma ağının, sosyal dayanışma meclislerinin doğup yaygınlaşmış olması, gibi değişik türden sosyal ve politik dayanışma girişimlerinin örgütlenmesi dikkat çekici mücadele biçimleridir.

Korona bahanesiyle kitlelerin asosyaleştirilmesi, apolitikleştirilmesi, atomize edilmesi, dayanışmanın yıkılması, korkuya teslim edilmesi, gücü elde tutan sermaye devletine sığınması bir politik yönetim biçimi olarak kullanılıyor ve daha aktif kullanılacaktır. Buna karşı sosyalleşmenin, politikleşmenin, her cephede dayanışmanın büyütülmesi, döneme uygun biçimlerin birleşik tarzda geliştirilmesi ivedi bir duruştur. Sağlık tedbirlerini ihmal etmeden sokak eylemliliğin geliştirilmesi gerekir. Bu bakımdan her semt, her sokak, her ev protesto arenasına dönüştürülebilir. Merkezi kitlesel eylemler hedeflenmeli ve hazırlanmalıdır ama belli ki şimdilik tüm kenti, tüm semtleri, tüm sokakları kapsayacak tarzda dar kitlelerin katılacağı yaygın eylemlerden geniş kitle hareketlerine doğru ilerleyen, gelişen kitlesel biçimlere önem vermek gerekir. İlerici, devrimci, komünist kuvvetlerin, ilerici ve devrimci partilerin, sendika ve DKÖ’lerin, ilerici bilim insanlarının, sağlık çalışanlarının, kadın ve ekolojik hareket vb. gibi platformların birleştirilmesi ve kolektif kararıyla ortak bir simgenin belirlenmesiyle yaygın protesto biçimleri yapılabilir. Bu bağlamda önemli olan şey dar grupların çıkarları değil, geniş kitlelere hitap eden, onlar tarafından benimsenebilecek ortak bir simgenin ya da simgelerin belirlenip kullanılmasıdır.

Olanaklı olan her yerde meclis tipi örgütlenmenin alabildiğine her yerde (işyerlerinden, bloklardan, apartmanlardan sokak meclislerine kadar) yaygın örgütlenmesi yaşamsal önemdedir. Bu doğrultudaki gelişme henüz zayıf da olsa geliştirilebilme potansiyeline sahiptir.

Korona salgını karşısında işçiler bir yandan kitlesel olarak işten atılırken öte yandan da işçilere ve emekçilere gerekli sağlık tedbirlerinden yoksun zorunlu çalışma dayatılıyor. Açık açık ‘’Ölün, bu bizim için önemli değil ama çalışacaksınız’’ diyen sermaye ve devletine karşı ortak talepler etrafında değişik türden grevlerin yapılması ve giderek genelleştirilmesi olanaklıdır ve bu hedefe bağlı çalışmak önem taşımaktadır. İşsizlik kırbacı altında her gün, her saat C-19’a yakalanma ve ailesine, çocuklarına bulaştırma riskiyle iç içe olan miyonlarca işçinin kuzu gibi davranacağını düşünmek saçma olur. Bu bağlamda harekete geçebilecek sendikaların pasif, talepleri dile getiren, tehlikelere dikkat çeken açıklamalarla yetinmesi sınıfın eylem gücünün açığa çıkmasını önlemektedir.

Emperyalist dünya sistemi C-19 salgınında açık bir şekilde emekçi kitleleri kendi kaderiyle baş başa bıraktı. İşsizler, işçiler, işten atılanlar, kent yoksulları, yaşlılar, engelliler, evsizler, göçmenler, mülteciler, sosyal güvenceden ve gerekli gelirden yoksun olanların ve çocuklarının kolayca harcanması gereken sınıf ve tabakalar olarak görüldüğü, üstelik küresel çapta salgın gibi devasa bir kasırga anında daha keskin, daha iyi görüldü.

Tüm bu sosyal sınıf ve kategorilerin sayısız platformlarda örgütlenmesi, yerel, ulusal, bölgesel, küresel koordine edilmesi tümüyle olanaklıdır ve salgınla birlikte bu gereksinim daha yakıcı bir olguya dönüşmüştür. Üstelik geniş kesimlerde karşılık bulacak bir sosyal ve politik olguyla karşı karşıyayız.

Gerek küresel alanda gerekse de Türkiye’de pek çok ilerici sendika, DKÖ, parti salgına karşı mücadelede tamamen meşru ve doğru talepler formüle ederek devletin ve tekellerin bu yükü üstlenmesini istemiştir. Bunları burada sıralamak gerekmiyor. Sadece birkaç noktaya işaret etmekle yetinecek olursak;

Sermayeden varlık vergisi alınmalıdır. Alınan bu vergi salgına karşı önlemler çerçevesinde işsizlere, yoksullara, sosyal güvenceden yoksun olanlara aktarılmalıdır.

Salgına karşı mücadelede zorunlu sektörler (sağlık, gıda vb.) dışında çalışma ve işten çıkarma yasaklanmalıdır. Bu sektörlerin dışında kalan işçilerin ücretleri ve giderleri işveren ve devlet üstlenmelidir. Başta sağlık sektörü olmak üzere çalışmak zorunda olan sektörlerde, maliyeti sermaye ve devlet tarafından karşılanacak tarzda köklü sağlık ve koruyucu önlemler alınmalıdır.

Evde kalma zorunluluğu olanların her türlü gereksinimi devlet tarafından karşılanmalıdır. Sosyal güvencesi olmayan kitleler acilen sosyal güvencelere kavuşturulmalıdır.

Çalışma saatleri 6 saate düşürülmelidir.

Başta koruyucu sağlık olmak üzere sağlık sektörü parasız hale getirilmelidir. Orduya, silahlanmaya değil, sağlığa, eğitime yatırım yapılmalıdır.

COVİD-19 aşısı çıktığında aşı, parasız olarak yapılmalıdır.

Devam edecek olursak;

Eko-sistemin yıkımının insanlığın ve doğanın yıkımı anlamına geldiğini, yıkımın sorumlusunun kapitalizm olduğu gerçeği bugün geçmişten farklı olarak küresel ölçekte yüzmilyonlar, milyarlar tarafından çarpıcı bir deneyim üzerinden daha açık görüldü. Kapitalist emperyalizme, onun dünya sistemine karşı mücadelenin stratejik sac ayaklarından birisinin de ekolojik hareketi antikapitalist sosyalist perspektifle ele alarak geliştirmek olduğu bugün daha çıplak görülebilmektedir. Bu alanın liberallere, reformist akımlara, tekellerle, devletle bağlı organizasyonlara* bırakılmaması gerektiği açıktır. Bu bakımdan teorik çalışma ve deneyimler üzerinden programın, stratejinin, taktiklerin, sloganların geliştirilmesi; temel ve güncel taleplerin güçlü bir şekilde formüle edilerek net bir çizgiyle ortaya çıkılması ve güncel politik çalışmanın enerjik bir bileşenine dönüştürülmesi gerektiği özeleştirel bilince çıkarılmalıdır. Bu alanın ihmal edildiği, öneminin yeterince anlaşılamadığı açık ve kesindir.

Liberal gerici, küçük burjuva burjuva reformcu, Marksizm-Leninizm, sosyalizm, devrim, SSCB karşıtlığı ve düşmanlığıyla şekillenen, uluslararası sermayenin uzantısı olan ‘’ekolojik hareket’’e karşı olduğu gibi sosyalizm iddiası ile ortaya çıkan postMarksist ‘’Ekolojik Marksizm’’e, ‘’Ekolojik hareket’’e de karşı etkin bir ideolojik mücadele şarttır. Eko-sistemin yıkımının tüm insanlığın sorunu olduğu, bu mücadelenin sınıfsal karaktere sahip olamayacağı ya da bu sorunların ‘’sınıf sorunu gibi dar bir alan’’a sıkıştırılamayacağı saçmalığına karşı enerjik bir mücadele yürütülmelidir. Bu vb. yaklaşımlar, kapitalizmi ve onun insanı doğaya, insanın kendisine dönük ürettiği yabancılaşma ve yıkımı gizlemenin, kapitalizmi aklamanın bir aracıdır.

Eko-sistemi yıkan kapitalizmdir. Kapitalizme karşı mücadele sınıf mücadelesidir. Ekolojik mücadele sınıf mücadelesidir, sınıf mücadelesi ekolojik mücadeledir. Bu kapsamlı ve giderek daha fazla keskinleşerek öne çıkan eko-sistemin yıkımının yaşadığımız toplumsal koşullardan, kapitalist üretim tarzından, uluslararası tekellerin hegemonya ve yağmasından; artı değer, kar, rant üretiminden koparılarak yapılan her analiz sadece kapitalizme hizmet eder ve burjuvazinin egemenliğine su taşır. Ki kapitalizm ve burjuvaziyi hedefleştirmeyen teori ve pratikler burjuvazinin tarafından teşvik edilip fonlanmaktadır. Bu bağlamda, sorunun tarihsel arka planının ve sınıfsal temellerinin bilincinde olmayan ve kendiliğinden anti-kapitalist mücadele yürüten geniş kesimlerin kazanılması; özellikle gerek 60’dan başlayarak gelen ekolojik hareketin birinci ve gerekse de 80’ler, 90’lar sonrası gelişen ekolojik hareketin ikinci dalgası olsun, çok önemli deneyimler biriktirmiştir. Bu tarihsel deneyimden de ayrıca eleştirel öğrenmek gerektiği, bu alanın dünya komünist hareketi tarafından ihmal edildiği, teorinin, dolayısıyla politikanın zenginleştirilerek geliştirilemediği gerçeği de görülmeli; teorik ve pratik özeleştiri yoluyla bu mücadeleye öncülük perspektifinden müdahale edilmelidir.

Engels’in vurguladığı şu gerçek COVİD-19 salgını tarafından da çarpıcı bir şekilde kanıtlanmıştır;

Doğa üzerinde kazandığımız zaferden dolayı çok fazla böbürlenmeyelim. Böyle bir zafer karşısında doğa, bizden öcünü alır. Her zaferin beklediğimiz sonuçları ilk aşamada sağladığı doğrudur. Ama ikinci ve üçüncü aşamada da büyük çoğunlukla ilk sonuçları ortadan kaldıran bambaşka önceden görünmeyen etkileri vardır”.

Hasan OZAN İLTEMUR

* Örneğin Türkiye’de; TEMA, Türkiye Erozyanla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı. Sözde ‘’STK’’ olan vakıf, devlet ve büyük sermayenin güdümündedir. Destekçilerinden birkaçı, Avrupa Birliği, TOBB, Karamancı Holding, Koç Holding, Yapı Kredi Bankası, İş Bankası, Microsoft. (www.tema.org.tr › web)

Örneğin; ‘’Dünya Doğayı Koruma Vakfı (World Wide Fund for Nature ya da kısaca WWF)’’

Sözde ‘’Bağımsız ve siyaset dışında’’ bir kurum olduğu iddia edilen bu ‘’Sivil Toplum Kuruluşu’’nun Sponsorları içerisinde şunlar da yer almaktadı, ‘’Vakıf, Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD) başta olmak üzere; Lafarge, Microsoft, Canon, Unilever, HSBC, ABB gibi çokuluslu şirketlerle de iş birliği yapmaktadır.’’ (Wikipedi)

Örneğin; ‘’1993-2001 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri'nin başkan yardımcılığını yaptı ve 2000 yılındaki ABD başkanlık seçimleri'nde Demokratik Parti'yi başkan adayı olarak temsil etti. Seçimi kaybettikten sonra siyasetten çekilen Al Gore çabalarını Küresel ısınma konusunda yoğunlaştırdı. Bu konuda yaptığı Uygunsuz Gerçek adındaki belgesel film 2007 yılında Akademi Ödülüne hak kazandı. Bu filmin yanı sıra Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde bu konuda verdiği konferanslar ve diğer çalışmalar sayesinde 2007 yılında Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneliyle birlikte Nobel Barış Ödülüne uygun görüldü. ‘’ (Wikipedi)


18 Nisan 2020 Cumartesi

KÜRESELLEŞME ÇÖKTÜ MÜ*?

KÜRESELLEŞME ÇÖKTÜ MÜ*?

2008’de patlak veren kapitalizmin genel ekonomik kriz döneminde olduğu gibi Covid-19 salgınında da küreselleşmenin çöktüğü ısrarla işlendi.

Aslında bu söylem ve analiz belirsiz, lastik gibi dört bir yana çekilebilen liberal gerici bir karakteristiğe sahiptir. Burjuva liberal, burjuva milliyetçi ideolojik ve siyasi demagojiye dayanmaktadır. Dileyenin dilediği gibi kullandığı bir oportünizmden ibarettir.

Peki bu sorun nasıl ele alınmalıdır?

Evet, emperyalist burjuvazinin neoliberal sermaye birikimi modeli ve politikası sınırlarına ulaşarak dibe vurdu. Bir yandan dünya proletaryası ve halkların mücadelesi, diğer yandan çok kutupluluk olarak şekillenmeye başlamış emperyalist dünya sisteminin gerçekleri, öte yandan sıklaşan ekonomik krizler, krizlerden gönenç evresine geçemeyen, kronik durgunluğa saplanmış, düşük büyüme oranlarıyla kapitalizm gerçeği esnek kapitalist birikim modeline ve neoliberal politikalara ağır darbeler indirmiştir.

Fakat buradan yola çıkarak emperyalist küreselleşmenin çöktüğünü ileri sürmek subjektiftir. Neoliberal birikim ve saldırı politikasının çöküşü ‘’küreselleşmenin çöküşü’’ anlamına gelmez, ikisi arasına eşit işareti koyulamaz. Evet, emperyalist küreselleşme ağır darbeler almıştır, neoliberal politikalar çökmüştür ama söz gelimi 2008 krizinden Koronavirüs salgınına (C-19) kadar geçen süreçtede de neoliberal politikalar uygulanmaya devam edilmiştir.

‘’Küreselleşmenin krizi’’ emperyalizmin krizidir. C-19 krizi bir olgudur ama emperyalist küreselleşmenin krizinin bir görünümüdür; onu derinleştiren, keskinleştiren, ona genişlik kazandıran bir gelişmedir. Ana sorumlusunun kapitalizm olduğu eko-sistemin yıkımının, küresel ısınmanın, küresel virüs salgınlarının kapitalizmin, burjuva egemenliğin devrimle yıkılması gerektiğini daha çarpıcı açığa çıkaran bir olgudur. Uluslararası sermaye, küresel virüs salgınını kullanarak, emperyalist küreselleşmenin krizinin bir dışa vurumunun çarpıcı bir ifadesi olan salgını bütün kötülüklerin kaynağı olarak pazarlamaya çalışmakta; emperyalizmin genel krizinin, güncel ekonomik krizin üstünü örtmek istemektedir. Dünya sermayesinin ve yedeğindeki akımların demagoji ve manipülasyonuna karşın mızrak çuvala sığmıyor. Küresel ölçekte neoliberal politikaların ötesinde kapitalist üretim tarzı, emperyalist dünya sistemi daha kapsamlı ve derin sorgulanmaya başlanmıştır ve eğilim gelişecektir. Kapitalist emperyalizmin yarattığı yıkımların faturasını salgına ve neoliberal politikalara keserek kapitalizmi aklama çabasına karşı mücadele etmek de güncel bir görevdir.

Devam edecek olursak;

Dünya sermayesi henüz neoliberal birikim politikalarının yerine geçecek yeni bir birikim politikası da geliştirebilmiş değil. Fakat bu gereksinimi gittikçe daha yakıcı yaşamaktadır. Önümüzdeki süreçte uluslararası tekellerin azami kar gereksinmelerine yanıt verecek politikalar geliştirilecektir.

Emperyalist küreselleşmenin çöktüğü analizi nesnel ve bilimsel değildir. Emperyalist küreselleşmenin nesnel maddi temelini dünya çapında üretici güçlerin büyümesi, dünya çapında üretimin toplumsallaşması yatmaktadır. Uluslararası tekellerin doğuşu, yükselişi, emperyalizmin başlıca biçimlerine dönüşümü bu sürecin ürünüdür.

Süreçleri, olan biten gelişmeleri nesnel temellerinden kopararak yapılan analizler kaçınılmaz olarak metafizik, idealist karakterdedir. Küreselleşmenin çöktüğünü ileri sürenlerin bu savlarını kanıtlamak için üretici güçlerin küreselleşmediğini, üretimin ve sermayenin küresel ölçekte yoğunlaşıp merkezileşmediğini ya da bu olguların çöktüğünü kanıtlamaları gerekir. Ki bunu kanıtlamaları da mümkün değildir. Emperyalist küreselleşme uluslararası tekellerin damgasını bastığı emperyalist kapitalizmi dile getirir. Bundan sonra da emperyalizm, emperyalist küreselleşme uluslararası tekellerin (ÇUŞ) emperyalizmi olmaya devam edecektir.

Küreselleşme/uluslararasılaşma kapitalist üretim tarzının bir gelişme yasasıdır. İlkel birikimden manifaktüre, sanayi kapitalizminden emperyalist tekelci kapitalizme, oradan uluslararası tekellerin damgasını bastığı küreselleşmeye doğru tarihin akışından bu olguyu net bir şekilde görmekteyiz. Küreselleşme kapitalizmin doğal tarihsel gelişme eğilimidir. Tanrısal bir iradeden, evrensel bir akıldan vs. doğmaz, aksine kapitalizmin nesnel gelişme yasaları üzerinde şekillenen ve gelişen bir süreçtir.

Kapitalizm pazar ekonomisidir. Kapitalizmin doğuşu ve yükselişi kapitalist pazarın doğuşu ve yükselişi sürecidir. Dağınık yerel pazarların birleştirilmesiyle ulusal pazarın doğuşu, kapitalizmin dünya çapında yayılma süreciyle dünya pazarının oluşması, oluşan dünya pazarının bütün içsel çelişki ve çatışmalarıyla birlikte daha bütünleşik hale gelişi kapitalist gelişmenin nesnel karakterinden kaynaklanır.

Diyalektiğin yerine metafiziği, materyalizmin yerine idealizmi geçirerek bu süreç ve gelişme eğrisi anlaşılamaz.

Kapitalist küreselleşme süreci otomatik bir gelişme süreci değildir. Bu süreç kendi tarihsel gelişme seyri içerisinde kesintileri, iniş çıkışları, sıçramaları içeren bir süreçtir. Kapitalizmin genel ekonomik krizlerini, I. ve II. dünya savaşlarını, sosyalist kampın doğuşunu hatırlayalım; 89/91 çöküşünü ve ardı sıra gelişen süreci hatırlayalım…

C-19 salgını, keza patlak veren küresel ekonomik kriz olgusu küresel kapitalist üretim ve dolaşım sistemine ağır darbeler indirdi. Ekonomik gelişme oranları hızla dibe doğru gitti. Dünya ticareti daraldı. IMF’nin, Dünya Bankası’nın, DTÖ’nin, OECD’nin açıkladığı verilerden bu gerçeği görmekteyiz. Ancak her kriz kapitalizmde üretim ve sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme sürecini ivmeler. Gerek ekonomik kriz gerekse de C-19 pandemisi küresel ölçekte küçük ve orta çaplı mülk sahiplerinin iflasını hızlandıracaktır; doğan boşluğu bir kez daha uluslararası tekeller dolduracaktır. Dünya ölçeğinde proleterleşme süreci ivme kazanacaktır. Sınıfsal uçrumlar daha da keskinleşecektir. ‘’Teknolojik işsizlik’’ ivme kazanacaktır.

Şu veya bu ölçekte devlet kapitalizmi uygulamalarının bu gelişmeleri önlemesi olanaklı olmayacaktır. ‘’4.0 devrimi’’ ivme kazanacak, bu gelişmeye uyum sağlayamayan tekeller ve işletmeler, eski tip sektörler iflas edecek; bu yarışta geride kalan ülkelerin gelişmiş emperyalist tekellere ve devletlere bağımlılığı artacaktır. Online sistemlere dayanan ödeme ve çalışma biçimleri yoğunlaşıp yaygınlaşacaktır. Yeni yönetişim tarzı ve biçimleri gelişecektir. Yapay zekaya dayanan teknolojik atılımlarla kapitalist maliyet fiyatları düşürülecektir. Dijitaleşme yerküremize daha derinden ve daha yagın ve daha hızlı sarıp yerleşecektir. Teknoloji şirketlerinin, AR-GE çalışmaların önemi daha da artacaktır.

Eko-sistemi koruma adına, kar amaçlı ‘’Yeşil ekonomi’’ sektörleri gelişecektir. Bill Clinton’nun yardımcısı Al Gore’nin 2000 yılında DP adayı olarak başkanlık yarışına girdiğinde seçim vaadleri içinde eko-sistem ve ‘’Yeşil sanayi’’ nin geliştirmesi üzerinde ısrarla durması tesadüfi değildi. Şu ‘’Korona krizi’’nden sonra ‘’Yeşil ekonomi’’ alanı tekeller için sermaye birikiminin ve yeniden yapılanmanın etkin bir alanı haline gelecektir. Avrupa’da 10 Çevre Bakanının, ‘’pandemi sonrası ekonomiyi yeniden canlandırma planlarının çevre ve iklim sorunlarını hesaba katması gerektiği’’ çağrısı da bu olguya işaret etmektedir**.

‘’Sosyal liberal politika’’larla, sözde yoksulluğa, sosyal güvencesizliğe vb. karşı mücadele adına yükler tekellere, devlete değil, ‘’Hayırsever’’ kurumlar, ‘’sivil toplum’’ yapıları gibi daha yaygın platformlara daha fazla dayanılarak sadaka politikaları öne çıkacaktır.

‘’Serbest piyasa ekonomisinin ve özel sektörün bütün sorunları çözeceği’’ demagojisinin teşhir olması ve sermayenin ‘’yönetişim modeli’’nin çöküşü bir olgudur. Her kritik dönemeçte burjuva devletlerin krizin yükünü proletarya ve halklara fatura ederken tekellerin yardımına koşması, trilyonları aktarması kapitalizmin bir gerçeğidir. Tekelci devlet kapitalizmi uygulaması ile tekellerin batması, batan önemli tekellerin ve işletmelerin kurturılmasına bugün de önem verilecektir. Devlet kapitalisti önlemler dizisi liberal ve reformist çevreler tarafından da sosyalizm olarak lanse edilecek ve gerçek bir sosyalist alternatife karşı ideolojik ve politik saldırılar ve manipülasyon yoğunlaşacaktır. Ki, bu sahte propaganda ve ajitasyon daha bugünden başlamıştır.

Bazı sanayi ve tarım işletmelerinin ‘’ulusal güvenlik’’ adına ulusal sınırların içerisine kayması olanaklıdır. Uluslararası tekellerin üretimlerinin bir kısmını ülkeye ya da değişik bölgelere kaydırması görülecektir. Ancak bu gelişmenin ana ölçütü kardır, sermaye kar oranları nerde yüksekse orda olmaya, oraya yönelmeye devam edecektir. Hiçbir uluslararası tekel, dünya pazarını terkederek sadece kendi pazarına çekilmeyecektir. Bu kapitalizmin doğasına aykırıdır; bu bağlamda belirleyici olan azami kar yasasıdır. Küresel tedarik zincirlerindeki bazı değişimler sadece yeniden yapılanmanın gereklerine, emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesinin gereksinmelerine bağlı şekillenecektir. Sözgelimi ABD, ABD’nin en önemli emperyalist rakibi ve dünyanın atölyesi olan Çin’e bağımlılıkların arttığı sektörlerde, tedarik zincirlerinde değişik düzeyde düzenlemeler yapacaktır. Çin’in, ABD ve AB’de stratejik sektörlerde satın alma ve birleşmeler yoluyla güç kazanma politikasına karşı artan oranda yasal kısıtlamalar politikası ivmelenecektir. Daha bugünden Japonya’da, ABD’de, Almanya’da bu doğrultuda atılan adımlardan bu olguyu görmekteyiz.

Küresel salgınların daha sık gerçekleşeceği öngörülerine bağlı olarak başta Batı ülkeleri olmak üzere ülkeler, gerekli mamul maddelerin üretimini kendi ulusal pazarlarına çekmeye önem verecekler.

AB’nin salgın krizinde üye devletleri (İtalya, İspanya, Fransa gibi) kendi kaderiyle baş başa bırakması, krizin altında kalması, AB içi yeni tartışmaları, ayrışmaları, yeniden yapılanmayı gündemleştirecektir. İngiltere’nin AB’den ayrılması bu koşullarda daha fazla dikkate alınacaktır. Örneğin, ‘’Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Almanya ve Hollanda'yı İtalya ve İspanya gibi ülkelere yeterli desteği vermemekle suçladı, bunun AB'nin geleceğini tehlikeye attığını söyledi.’’ haberi de olası gelişmenin yönüne işaret etmektedir.

Emperyalist küreselleşmeyle, onun yeni evresiyle emperyalist dünya sisteminin bütün çelişki ve çatışmaları, sorunları da küreselleşmiştir. ‘’Küreselleşme’’ bölgeselleşmeyi engellemek bir yana onu da içermektedir. Emperyalist kamplaşmalar, çok kutupluluk olgusunun yükselişi emperyalist küreselleşme süreciyle iç içedir ve iç içe gelişir. Bu olgunun dünya ekonomisi üzerinde sayısız etkisi olmaktadır. Emperyalist küreselleşmeyi bölgeselleşmeyle, emperyalist küreselleşmeyi emperyalistler arasındaki kutuplaşma ve çatışmalarla bağdaştıramayanlar kuşkusuz ki ağır bir yanılgı içerisindedir. Bu süreç kapitalizmin içsel uzlaşmaz çelişki ve çatışmalarıyla, dünya devrim ve karşı devrim cephesi arasındaki uzlaşmaz karşıtlıkla, hegemonya ve rekabet mücadeleleriyle, patlak veren kapitalist emperyalizmin ekonomik krizleriyle; emperyalizmin genel bunalımıyla iç içedir. Eşitsiz ve dengesiz gelişme yasası hükmünü sürdürmeye devam eder. Yani kapitalizmin küreselleşmesi, ne otomatik bir süreçtir ne de çelişmesiz bir bütündür.

Emperyalist küreselleşme sürecinde kriz dönemlerinde sermayenin kendi ulusal limanına doğru çekilme eğilimi göstermesi emperyalist küreselleşmenin çöküşünün kanıtı falan değildir. Aynı tarihsel gelişme eğrisinin görünümlerinden birisidir bu olgu. Bu gelişmeleri anlamak yerine, mekanik bir tarzda bu olguyu ‘’küreselleşmeninin sonu’’ olarak lanse etmek ne bilimsel tutarlılığa ne de olguyu açıklama karakterine sahiptir.

Burjuvazi, ÇUŞ’lar, devletsiz yapamazlar. Unutulmaması gerekir ki, burjuva devlet, burjuva egemenliğin başlıca aracı ve temel dayanağıdır. “Ulusal devlet” mali sermayenin, uluslararası tekellerin en güvenilir limanıdır. Burjuva devlet, tekellerin, mali oligarşinin en güçlü korunağı, örgütlü siyasal ve askeri temel saldırı aracı, başlıca saldırı üssüdür. Burjuva devlete sırtını dayamayan tek bir uluslararası tekel (ÇUŞ) yoktur. Burjuva devlete ve devletler hiyerarşisine dayanmadan ayakta kalan ve sömürü yapan ve yayılan tek bir ÇUŞ gösterilemez. Dolayısıyla her sıkıştığında tekellerin yuvaya doğru çekilme yönelimi içerisinde olması anlaşılırdır. Şu ‘’Koronavirüs krizi’nde de bu olguya tanık olmaktayız.

Kaldı ki emperyalist dünya sistemi içerisinde dünya pazarında etkili olan ve dünya pazarında yükselen her güç ateşli bir çekilde ‘’küreselleşme’’ savunucusu olurken, gerileyen emperyalist devletlerin ‘’küreselleşme’’ karşıtı konuşması, ulusal gümrük duvarlarını yükseltmesi de anlaşılır bir olgudur. Bu ilk defa ortaya çıkmamaktadır da. Bir dönemden beri Trump yönetiminin ‘’küreselleşme’’ye atıp tutması, başta Çin’e karşı olmak üzere AB’ye karşı geliştirdiği ticaret savaşı, Çin’in ise küreselleşmeyi ateşli bir şekilde savunması bu gerçeklerin ifadesidir. Bu olguları emperyalist küreselleşmeyle bağdaşmaz görmek, kapitalist üretim tarzını, emperyalist kapitalizmi anlayamamak anlamına gelir. ‘’Küreselleşme’’ karşıtı ajitasyon yapan burjuva milliyetçiliği burjuva ulus devleti yüceltirken gerçekte kapitalizm ve emperyalizmi savunmaya da devam etmektedir. Gerici milliyetçi, şöven propagandayla proletarya ve halkları aldatmaya çalışmaktadır. Türkiye’de ulusalcı gerici ve faşist kesimlerin propaganda ve ajitasyonunda da bu olgu somuttur.



* Koronavirüs salgını üzerine bloğumuzda şu yazılar yayınlanmıştır;

22 Mart 2020 Pazar

KAPİTALİZM, CORONA VİRÜS, TEKNOLOJİ VE DEVLETLER

24 Mart 2020 Salı

KAPİTALİZM, CORONA VİRÜS, TEKNOLOJİ, DEVLETLER

CORONA SALGINI VE KAPİTALİZM

31 Mart 2020 Salı

KAPİTALİZM, CORONA VİRÜS, TEKNOLOJİ VE DEVLETLER

KORONA SALGINI VE BURJUVA DEVLET(LER) GERÇEĞİ

5 Nisan 2020 Pazar

KAPİTALİZM, CORONA VİRÜS, TEKNOLOJİ VE DEVLETLER

KORONA SALGINI BURJUVA DEVLET VE TEKNOLOJİ
I

3 Nisan 2020 Cuma

KAPİTALİZM, CORONA VİRÜS, TEKNOLOJİ VE DEVLETLER

KORONA SALGINI VE BURJUVA DEVLET(LER) GERÇEĞİ
                                          
                                  II

12 Nisan 2020 Pazar

‘’HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK!’’ SLOGANI

COVİD-19 VE ‘’HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK!’’ SLOGANI ÜZERİNE


** ‘’Avrupalı 10 bakandan ‘yeşil ekonomi’ çağrısı
Avrupa’da 10 Çevre Bakanı, pandemi sonrası ekonomiyi yeniden canlandırma planlarının çevre ve iklim sorunlarını hesaba katması gerektiği çağrısında bulundu.
Bakanlar climatechangenews.com sitesinde yayınladıkları ortak açıklamada, mevut durumda salgınla mücadele öncelikli olsa da, ekonomileri yeniden inşa etmeye hazırlanmak gerektiğini kaydetti.
Açıklamada, “Avrupa ve vatandaşlarına ilerleme, yenilenmiş ve dayanılır bir refah vermeye yönelik yeniden canlandırma planlarını ekleyerek ekonomilerimizi yeniden oluşturmaya hazırlanmalıyız” denildi.
Bakanlar, “Avrupa Birliği’ni onlarca yıl fosil enerjilere dayalı bir ekonomiye hapsetme riski olan mevcut krize yanıt verirken kısa vadeli çözüm eğilimine direnmemiz gerekiyor” diye yazdılar.
Bakanları ayrıca Avrupa Komisyonu tarafından duyurulan “Green deal” (Yeşil Pakt) çerçevesinde ve özellikle de “desteklenebilir bir mobilite, yenilenebilir enerji, binaların yenilenmesi, araştırma ve keşif, biyoçeşitliliğin iyileştirilmesi ve sirküler ekonomi alanlarında yatırımları arttırarak ortak bir Avrupai yanıt” vermeye çağırdı.
Bu açıklamaya Avusturya, Danimarka, Finlandiya, İtalya, Letonya, Lüksemburg, Hollanda, Portekiz, İspanya, İsveç ve Fransa çevre bakanları imza attı.’’ (ANF, Cuma, 10 Nis 2020)

Hasan OZAN İLTEMUR



12 Nisan 2020 Pazar

‘’HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK!’’ SLOGANI

COVİD-19 VE ‘’HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK!’’ SLOGANI ÜZERİNE
Her önemli krizin ardından ‘’Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!’’ sloganı yükselir. Bu slogan bir yandan kapitalizme karşı yükselen tepkileri dile getirir. Diğer yandan burjuvazinin proletarya ve halklarda sahte beklentiler yaratarak oyalama anlamını taşır. Öte yandan sermaye sınıfının olası değişim ve saldırı planlarını kamuoyuna kabul ettirmenin aracı olarak kullanılır.

Bu bağlamda komünistler için önemli olan şey, her krizi emperyalizm ve gericiliğe karşı proletarya ve halkların mücadelesini geliştirmenin bir olanağı olarak değerlendirmektir. Sermaye sınıfı ve burjuva devletin kriz(ler)in yükünü emekçi sınıf ve tabakaların sırtına yıkma politikasına karşı mücadele etmektir. Program ve stratejisine bağlı olarak sürece güncel politikalarla; sürece yanıt olacak mücadele ve örgüt biçimleriyle, talep ve sloganlarla müdahale etmektir. Sınıfın ve kitlelerin kendiliğinden devrimci öfkesini bilinçli, örgütlü hale getirerek devrim ve sosyalizm kavgasının zaferine yönlendirmektir. Devrimci iktidar kavgasının yan ürünü olan ve olacak sosyal reforumcu kazanımları da elde ederek geliştirmektir.

Bu bağlamda da belirleyici olan öncülüğün gereklerine yanıt verecek komünist bir partinin varlığıdır. Proletarya içinde etki gücü olmayan, geniş emekçi kitlelerle bağları olmayan, kitlelerin içinde değil dışında kalan bir komünist öncü ise kuşkusuz ki kriz anlarında da mücadelenin gereksinmelerine yanıt veremez; demokratik ve sosyalist amaçlarına doğru ilerleyemez. Böyle olunca da etki gücünden yoksun, karşılık bulmayacak analizlerle, çağrılarla, sloganlarla yetinmek zorunda kalır. Yine bu bağlamda  ‘’öncü görevlerini yapmaya hazırdır’’ vbg söylemler de karşılığı olmayan boş sloganlara, çağrılara dönüşür; ‘’ezilenler’’ kendinizi dünya devrimi için feda edin, başkaldırın vs. üzerine ajitatif söylemlerle yetinilmek zorunda kalınılır.

Söz konusu sloganın kitleleri aldatmak, yönetmek için kullanılması burjuvazinin taktiğidir. Sözgelimi sahte umutlar yaratmak için, ‘’küreselleşme’’ üzerine sistematik bir tarzda geliştirilen toz pembe parıltılı söylemi hatırlayalım… Neoliberal, postmodern, postMarksist güzellemelerin yüzündeki maske bugün zaten yere düşmüştür. Şu Koronavirüs salgını deneyimi de ayrıca söz konusu gerici propaganda ve ajitasyona ağır ve yeni bir darbe indirmiştir. Milyarlarca insan can güvenliğinden yoksun olduğunu, yaşama hakkını güvence altına alacak sağlık ve gelirden, sosyal korumadan yoksun yaşadığını, burjuva devletlerin aldığı tedbirlerin sermayeyi, uluslararası tekelleri kurtarmak amaçlı olduğunu bugün daha iyi görmektedir.

Her krizi kendi sınıf çıkarları için kullanmak burjuvazinin sistematik bir politikasıdır. Koronavirüs salgınında da aynı şey yaşanmaktadır.

Kriz süreçlerinde ‘’Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!’’ sloganı dünya burjuvazisi için, yeni plan ve saldırılarını pratikleştirmenin de fırsatı olarak kullanılır. Covid-19 salgınında da bu gerçeği görmekteyiz. Burjuvazi ve yardakçıları bu sloganı gerici amaç ve hedefleri için bir karartma aracı olarak kullanmaktadır. Uluslararası sermaye bu vb. sloganların ardına gizlenerek kazanılmış kamusal ve bireysel özgürlükleri gasp etmektedir. Gözetim ve denetim teknolojisinin toplumun tüm gözeneklerine dek sızmasını meşrulaştırıp yasa katına çıkarmak istemektedir. Tekellerin ve burjuva devletin kriz yönetim model ve saldırısını olağanlaştırmaktadır. ‘’Koronavirüs krizi’’ kullanılarak ‘’terörle mücadele’’ modeli günlük yaşam tarzının normalleşmiş bir formuna dönüştürülmek istenmektedir. Ordunun her fırsatta sokaklara inmesi sıradanlaştırılmak istenmektedir. Proletarya ve halklara gönüllü kulluk dayatılmaktadır.

Kuşkusuz ki sahte umutlar yaratılmasına ve krizin burjuva devletleri sağlamlaştırmanın, ‘’otoriterleştirme’’nin aracı olarak kullanılmasına karşı en geniş kitleleri aydınlatmak, örgütlemek, seferber ederek dişe diş mücadele etmek zorunludur. Böyle bir mücadele olmaksızın ne uluslararası sermayenin ne de Türkiye’de dinci faşist cuntanın saldırı ve manevraları boşa çıkarılamayacaktır.

Lastik gibi dört bir yana çekilen sloganlara karşı etkin bir propaganda ve ajitasyon, ideolojik ve politik mücadele şarttır. Politik-pratik mücadelenin gereksinmelerine öncü pozisyonlarda yanıt verecek bir müdahale geliştirmek devrimci ve komünist güçlerin acil görevidir.

Her slogan bir sınıf karakterine sahiptir. Her sloganın teorik arka planını ve politik karakterini okumak lazım. Hiçbir şeyin eskisi olmaması ancak devrim ve sosyalizm kavgasının zaferiyle ve başarılı bir çizgide sosyalist inşanın geliştirilmesiyle olanaklı olabilir yalnızca.

Deniyor ki salgından sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, peki ne olacak?
Emperyalist dünya pazarının sonu mu gelecek? Uluslararası tekellerin varlığı bitecek mi? Azami kar için üretim düzeni olan emperyalist kapitalizm kendiliğinden çökmüş mü olacak? Burjuva devlet burjuvazinin devleti olmaktan çıkıp sözgelimi ‘’halkın devleti’’ne mi dönüşecek?

Soruları uzatmaya gerek yok, burjuva liberal propaganda sahtedir ve geniş kitleleri yanıltma amacı taşımaktadır.

Bu sloganı kullananların bir kesiminin beklentisi kriz sonrası ‘’sosyal devlet’’e geri dönülmesi, ‘’Keynesyen politikalar’’ın yeniden uygulanmasıdır. Bu sözde beklenti ve propaganda burjuva liberal ideolojik saldırının bir biçimidir. Kapitalizmi reforme ederek ömrünü uzatma perspektifini ifade ediyor. Devrimci başkaldırılara, devrimin gelişmesine karşı eskimiş sosyal demokrat burjuva çizgi umut göstirilerek reformist bir barikat inşaa edilmek isteniyor.

Dünya devriminin atılıma geçtiği, güçlü bir uluslararası komünist ve devrimci-demokratik hareketin var olduğu ve geliştiği dönemde burjuva devlet Keynesyen politikalar izleyebilir. Geçmişte SSCB’nin, giderek sosyalist bir kampın var olduğu, küresel çapta güçlü bir emek hareketinin geliştiği, dünya devrim dalgasının güçlü bir şekilde yükseldiği, sosyalizm sempatisinin güçlü olduğu bir tarih kesitinde emperyalist dünya sistemi ve burjuva devletler ‘’sosyal devlet’’ uygulamasına geçmişlerdi. Dünya devriminin önünü kesmek için bu politikalar uygulanmıştı.

Kuşkusuz ki bu gerçeklerin yanı sıra, o koşullarda söz konusu politikalar uluslararası burjuvazinin sermaye birikim stratejisinin gereklerine de dayanmaktaydı.

Daha sonra uluslararası tekellerin emperyalist kapitalizmin başlıca biçimleri haline gelmesiyle tekellerin neoliberal saldırı politikası gündemleşti. Bu politikaların bir gereği olarak, küresel çapta ÇUŞ’ların yeni tip sermaye birikim stratejisi saldırgan bir tarzda uygulandı. Emperyalist dünya sistemi, yeni bir teknik temelde alt ve üstyapısıyla birlikte biçimlendirildi. Dünya devrim dalgasının geri çekilmeye başlaması ve özellikle ‘’Doğu bloku’’nun (kapitalist/revizyonist sistemin) çöküşüyle devrimci dalganın dibe vurması ÇUŞ’ların saldırısı için oldukça elverişli koşullar sağladı. Böylece ‘’Keynesyen dönem’’; merkezde ‘’refah devleti’’, çevrede ‘’ulusal kalkınmacı, ithal ikameci, devletçi’’ model tasfiye edildi. Uluslararası tekeller, yeni işbölümü temelinde bir ahtopot gibi yerküremizi ele geçirdi. Dünya proletaryasının, ezilen halkların, sosyalist sistem ve kampın mücadelesiyle kazanılmış ekonomik, siyasal, sosyal haklar ve özgürlükler tırpanlandı.

‘’Serbest piyasa ekonomisi’’, devletin ekonomiden çekilmesi” politikası, “ulus devletin” yeniden yapılandırılması isteği, tekelci kapitalizmin ulaşmış olduğu birikim aşamasının, yeni uluslararası iş bölümünün, yeni kapitalist sermaye birikim modelinin bir gereğiydi. Bu bağlamda ÇUŞ’lu kapitalizm döneminde burjuva devletin iktisadi yükümlülükleri de yeniden tanımlanarak yapılandırıldı. Burjuva devlet, böylece, yeni dönemin, ÇUŞ’lu tekelci kapitalist dönemin gereksinimlerini karşılayan ve yeni sürecin gereklerine ve gereksinmelerine yanıt veren ‘’neoliberal devlet’’ olarak sürecin önünü açmaya başladı…

Dünya devriminin hala atılıma geçmediği, devrimci ve komünist hareketin oldukça cılız ve dağınık olduğu, ortada herhangi bir sosyalist ülkenin veya kampın olmadığı, dünya proletaryasının ve halkaların ağır mevzi kayıplarına uğradığı bir tarihsel kesitte emperyalist kapitalizmin, uluslararası tekellerin ‘’refah devleti’’ne döneceğini beklemek ham bir hayaldir. Bu bağlamda sermaye zorunlu kaldığı oranda sosyal liberal politikalar uygulayabilir ancak.

Sermaye, dünya proletaryası ve halklarının büyüyen devrimci öfkesi ve indireceği darbelerle bir takım tavizler vermek zorunda kalabilir vb.

Ancak bu, sermayenin ‘’sosyal devlet’’e dönüşü olmayacaktır.

Kuşkusuz ki ‘’Koronavirüs salgını’’ ile dünya çapında kapitalizme ve burjuva devletlere olan güven duygusu daha güçlü bir şekilde gerilemiştir. Kapitalizm ve politikaları daha fazla sorgulanacaktır. Bu tepki ve sorgulamaların sistem içine çekilerek asimile edilmesi için ‘’Keynesyen devlet’’ üzerine sahte beklentiler yaratılmak istenmektedir.

Yukarıda eksik olarak çizdiğimiz tablo, bugün ‘’Keynesyen politikalar’’a, ‘’sosyal devlete’’ dönüş yapılmasını, kapitalist emperyalizmin kendisini reforme ederek ‘’yeni politikalar’’ izlemesini öneren, böylece ‘’sosyal adalet’’e dayanan bir gelişme uman ve bekleyen eğilimlerin neden gerçekçi olmayacağını göstermeye yetmektedir. Temel ve yakıcı ihtiyaç, kapitalizmi reforme etmek değil, devrim ve sosyalizmin zaferiyle yıkmaktır.

Salgın şoku geçtiği oranda işçiler, işsizler, sosyal güvenceden yoksun olanlar, evsizler, yoksullar, kitlesel biçimde ölmeleri meşrulaştırılan yaşlılar, kadınlar, gençler, iflasa sürüklenen küçük işletmeciler sermaye ve devletlerinin salgın karşısında kendilerini kendi kaderleriyle başbaşa bıraktıklarını unutmayacak; sermayenin teknolojisinin, savaşlara, nükleer, biyolojik, kimyasal, konvansiyonel silahlara yapılan yatırımların; ekolojik sistemin yıkımının, doğanın vahşice yağmalanmasının; piyasa ekonomisinin, azami kara hizmet eden sağlık sisteminin vb. kendilerini korumadığı gerçeklerinden de yola çıkarak emperyalist dünya sistemini daha güçlü sorgulayacaktır. Birikmiş, keskinleşmiş öfkesini sayısız biçimlerde ortaya koyacaktır. Kendiliğinden anti-kapitalist hareketler daha güçlü gelişecektir. Ekolojik hareket sıçrama yapacaktır.

Önümüzdeki tarihsel kesitte, bir yandan emperyalist hegemonya ve rekabet mücadeleleri daha bir keskinleşecek, çok kutuplu dünya gerçeği daha keskin gelişecektir. Diğer yandan siyasal gericilik ivmelenecek, faşist hareket güç kazanacak, faşizme doğru gidiş süreci güçlenecektir. Öte yandan proletarya ve halkların, ezilenlerin mücadele dalgası gelişecektir. Yani önümüzdeki dönemde ‘’sosyal devlet’’e, ‘’demokratikleşmeye’’ değil, daha sert ve karmaşık mücadelelerle şekillenecek, daha karmaşık bir sürecin içerisine girilecektir.

Ulusal, bölgesel, uluslararası alanda mücadeleleri birleştirip geliştirmek, bu mücadeleleri devrim ve sosyalizm mücadelesinin zaferine yönlendirmek ise, Türkiye ve dünya komünist hareketinin görevidir. Ancak belli ki bu tekne daha çok su kaldıracak. Dünya devriminin olgunlaşmış nesnel koşullarıyla öznel koşulları arasındaki uçurumun aşılması gerekiyor. Bu ise, gerek Türkiye ve Kürdistan’da gerekse de dünya ölçeğinde yeni tip bir komünist hareketin gelişmesiyle olanaklı olacaktır.

Hasan OZAN İLTEMUR