29 Aralık 2018 Cumartesi

ÖNDERLİK VE ''ÖNDERLİK'' ÜZERİNE V

ÖNDERLİK VE ''ÖNDERLİK'' ÜZERİNE
                                    V
Devam edelim.
MLKH içerisinde oportünist II. Enternasyonal'in, Troçkizm'in, IV. Enternasyonal'in ayak izlerine basarak, teorilerini temel alarak Avrupa merkezli devrim teorisi ve programını savunarak ''yenilenmek'' gerektiğini ateşli bir şekilde ileri sürenler var. Fakat bildiğimiz kadarıyla MLKH'in Avrupa merkezli devrim yaparak Türkiye'yi, dünyayı kurtarma çizgisi yok. Peki o halde kabul edilemeyecek tarzda Avrupa'ya ''yığınak'' yapılmasının mantığı ne?!!! Ve bu seçimler neye göre yapılıyor??? Aranır olmak, cezalar almış olmak bir ölçüt olabilir mi? Peki devrim yapma iddiasında olduğumuz coğrafyada aranmayanlar üzerinde mi illegal ve yasadışı partiyi kurup geliştireceğiz? Böyle bir yaklaşımın Marksizm Leninizm ile, Uluslararası Komünist Hareketin tarihsel deneyimleriyle, coğrafyamızın gerçekleriyle, tarihsel geleneğimizle bağdaşır bir yanı olabilir mi?
Denebilir ki elbette ki böyle düşünmüyoruz, yazdıklarımıza vs. bakın.
Peki gerçeğimiz ne? Pratikleşmeyen sözler ölçü olabilir mi? Neden aranan, hapis cezası alan kadrolar kolaycı bir şekilde yurtdışına çekiliyor? Yıllardır Türkiye'de ve Kuzey Kürdistan'da ciddiye alınabilecek bir illegal-yasadışı partinin olmaması ya da tasfiye olmuş ve edilmiş olmasının buradaki rolü ne?
Bu tablo en baştada ''stratejik önderler''in ''adanmış devrimcilik'le, ''eleştirinin devrimci şiddeti''yle en önde dağılmış çalışmaları toparlayıp geliştirmesi gerekmez mi? Her fırsatta ''adanmış devrimcilik'', ''parti tarzı'', ''devrimci romantizm'' üzerine lafazanlık yapanların, başka kadrolara ve Türkiye ve Kürdistan'da binbir emekle, bedelle mücadele yürüten kadro ve örgütlerimize kendilerini feda etmesini öğütlerken hangi ilkelere, hangi ahlaki ve vicdani değerlere göre davranıyorlar acaba? Tüm bu gerçeklerin sorgulanması ve gerekli derslerin çıkarılması gerekmiyor mu!!!
Kuşkusuz ki bu durum tipik tasfiyeci oportünist, tasfiyeci bürokrat zihniyet ve duruşla izah edilebilir yalnızca.
Peki bu çözülüşe, bu çürümeye karşı ilkeli ve sonuna dek giden bir mücadele yürütmeyen kadroların da bu tablonun sorumluluğunu paylaşmadığı iddia edilebilir mi? Elbette ki bu soruya verilecek cevabımız hayırdır, aksine son tahlilde suç ortaklığı yapılmaktadır. Peki bu durumun da eleştiri, özeleştiri konusu yapılması gerekmiyor mu!!!
Bizce bu tablonun ana nedeni tasfiyeciliktir, tasfiyeci kaçış ya da yöneliştir; kendi dar çıkarcı/klikçi iktidarını koruma vb. hesabına dayanan politik ve örgütsel teori ve pratiktir.
Bu temel üzerinde yurtdışı parti örgütlerinin eleştiri dinamiğini kırarak yandaşa göre partiyi yeniden yapılandırmaktır. Yurtışını kendi dar klikçi hesabına göre cephe gerisi olarak örgütleme planıdır. Bu gerçeğin az ya da çok yurtdışı parti örgütleri ve parti tabanımız tarafından görülmediğini düşünmek ise politik saflık olacaktır.
Bu gerçekler de göstermektedir ki ortada gerçek bir önderlik yok ama ''önderlik'', ''stratejik önderlik'' var.
Avrupa'da derin (!) illegalite gösterisi ya kara cahillikten ya da oportünist gösterişten ibarettir. Başınızı kuma gömebilirsiniz ama gerçekler farklıdır. Eğer bunun farkında değilsek geriye söylenecek bir şey de kalmamaktadır. Avrupa'da da belli sınırlar içerisinde işin gereklerine göre illegalite/yasadışılık kaçınılmazdır ama bu, başı kuma gömerek olmaz. Kendimizi kandırmayalım...
SBKP'nin 19. Parti Kongresi'nde de dile getirilen ve Juvkov'un da tanıklığıyla açıkladığı şu bürokratik ekipçi/klikçi zaafiyet her zaman için eleştirel bir uyanıklığa sahip olmayı gerektirdiği açıktır; bizim kendi özgün gerçeğimiz içerisinde benzer bir yönelimin olduğu ama henüz bunun oturmamış olduğunu söylemeliyiz.
"Jukov, Stalin'in, cumhuriyet, bölge, yöre örgütlerinin birinci sekreterlerini, kendilerine bağlı ve yaltakçılık yapan kişilerden oluşma 'şahsi klanlar' kurmakla eleştirdiğini hatırlatmaktadır. Stalin, ayrıca, bu parti liderlerinin, diğer cumhuriyetlere veya bölgelere atandıklarında, 'şahsi klanlarını' da beraberlerinde götürdüklerini söylüyordu." (Yuriy Jukov, ÖTEKİ STALİN, Lena Yayınları)
Yine bildiğimiz kadarıyla Ortadoğu devrimini merkezimize koyarak Türkiye'yi, Kürdistan'ı ve dünyayı kurtarmak gibi bir çizgimiz de yok. O halde insanlar neden ya Avrupa'ya ya da Ortadoğu'ya yönlendiriliyor?
Vurgulamak gerekir ki, bölgesel devrim olasılığı politik duruşumuzun merkezi değildir; perspektifimizin merkezinde Türkiye ve Kürdistan devrimi duruyor. Bölgesel devrimi temel almıyoruz. Bölgesel devrim olasılığının ''küreselleşme''yle daha da artığını saptıyoruz. Devrim ve sosyalizm iddiamız bakımından bölgesel devrimi de hesaba katan, bunun gereklerini de öncülük perspektifine, pratik duruşuna yediren bir perspektife sahibiz. Partinin esas gücünü Ortadoğu'ya yığmıyoruz. Bu bağlamda esas güç Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da ve bu bağlamda da en önemli merkezlerde yoğunlaşmalıdır. Aynı şey, ''stratejik önderlik'' için de geçerli olmalıdır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da ciddiye alınabilecek bir maddi güç olmaktan çıkılmış olduğu ve yapılması gerekenler yapılmadığı ve bundan da kaçınıldığı için, nasılsa kolayı da bulunmuş, çek insanları Ortadoğu'ya ve yurtdışına...
Böyle önderlik ve önderler, böyle ''parti tarzı'', böyle ''devrimci romantizm'', böyle ''adanmış devrimcilik'' olmaz olsun.
Rojava devriminde komünist ve enternasyonalist duruşumuz, mevzi tutmuş olmamızın temel zaafların üstünün örtülmesinin aracı haline getirilmesine karşı etkin mücadele etmeliyiz. Bu duruş, temel devrimci komünist görevlerden kaçışın, kaçışın teorize edilmesinin kamuflajı haline getirilmesine komünistler olarak izin vermemeliz, verilmemelidir. Eğer MLKH'in bunca gerilemesine ve ağır kan kaybına rağmen hala belli bir siyasal presteji varsa o da özellikle Birlik Devrimi atılımı sayesinde, Batıda ikinci bir cephe açmaya, ''Doğu'' ve ''Batı''yı birleştirme duruşu sürecinde maddi bir güç olarak gösterdiği başlangıçtaki devrimci gelişmelerin etkisi sayesindedir. Zaten son derece sınırlı, sınıf ve kitleler içerisinde ciddiye alınabilecek bir çalışmanın olmadığı, ortada ciddi bir illegal temelin olmadığı ve güçlerin son derece dağınık bulunduğu bir süreçte sen bütün gücünü Rojava'ya yığsan ne olabilir ki? Rojava devrimi devrimimizdir, militanca yer alacağız ama bilmeliyiz ki Kürt ulusal demokratik hareketine, Ortadoğu devrimine yapılacak öncülük ve öncü katkı Türkiye devrimine önderlik gücü kazanmaktan geçiyor ve geçmektedir. Kürt hareketinin ''Türk solu''ndan beklediği ana katkı da budur. Onlar sorunu katkı ve dayanışma olarak formüllendiriyorlar, biz ise öncülük/önderlik misyonumuz ekseninde... Hatırlatmak bile gereksizdir ki, Türkiye'de yaşayan Kürt nüfus Kuzey Kürdistan'da yaşayan Kürt nüfustan daha fazladır ve Türkiye'de gerek işçi sınıfı gerekse de kent yoksulları daha fazla ''Kürtleşmiş'' bulunuyor...
Türkiye'de ciddiye alınabilecek bir maddi güç olmaktan çoktan çıkmışsın, esasen HDP çatısı altında durumu kurtarmaya çalışıyorsun. Tablo bu ama gerçek dünyadan kopmuş, duygulara hitap eden bir basitlik içerisinde kalkıp ''Öncü Türkiye ve Kürdistan'da görevlerini yerine getirmeye hazırdır.'' açıklamasını yapacaksın vb. Burada bir tutarlılık, komünist bir partinin ve onun birinci derece yöneticilerinin ciddiyetinden bir iz var mı?!!! Üstelik söz konusu açıklamadan sonra ve benzer çok sayıda açıklamalardan sonra, bugün çok daha kötü bir duruma sürüklendiğimizi de dünya alem biliyor. Biliyor ama sınıf mücadelesinin gereklerinde kopmuş, kendini başka alemlerde gören ya da buna göre davranan zihniyetin gerçeği bu işte.
Yeniden hatırlatmak gerekiyor; boş ajitasyon hiçbir zaman karın doyurmaz. Demişler ya, ''Aça dokuz yorgan örtmüşler ama yine de üşüyorum demiş.''
Son söz Lenin'indir;
İnsanlar her zaman siyasetteki aldatmaların ve aldanmaların aptal kurbanları olmuşlardır ve bütün ahlâksal, dinsel, siyasal ve toplumsal sözler, bildiriler ve vaatler arkasındaki şu ya da bu sınıfın çıkarlarını aramayı öğrenmedikleri sürece de, böyle kalacaklardır.”

                                                                                    İrfan AZADKILIÇ