22 Kasım 2020 Pazar

EMPERYALİZMİN NESNEL GELİŞME YASALARI YOK MU? IV. BÖLÜM

 

EMPERYALİZMİN NESNEL GELİŞME YASALARI YOK MU? IV. BÖLÜM



IV. BÖLÜM


Ya yazarın şu sözlerine ne demeli;


''Kapitalizmin varoluşsal krizi koşullarında sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi tarihsel sınırlarına gelip dayandığı için nesnel ekonomik yasalar onun gelişmesinde belirleyici olmaktan çıkar, çünkü kapitalizm şimdi gelişme değil çürüme aşamasındadır. Buna karşın sınıf mücadelesi kapitalist üretim sürecinde belirleyici konum kazanır çünkü kapitalizm içinde kalarak sistemi emekçiler lehine esnetme imkânı kalmamıştır.''


'''Emperyalist küreselleşme'' çağı, 'Varoluşsal kriz'', ''nesnel ekonomik yasalar belirleyici olmaktan çıkar'', ''buna karşın sınıf mücadelesi kapitalist üretim sürecinde belirleyici konum kazanır''!


Bu fikirler silsilesi bilimsel teoriden uzak, Marksizm-Leninizm'i yadsıyan, tarihin motorunun sınıf mücadelesi olduğu öğretisinin de revizyonundan ve tasfiyesinden başka bir şey değildir.


Sınıflı toplumlardan bu yana tarih, sınıflar mücadelesi tarihidir. Sınıf mücadelesi bu tarihin belirleyici dinamiği, başlıca gelişme yasası olmuştur. Bu kapitalist üretim tarzında da böyledir ve modern biçimler kazanmış olarak hükmünü icra eder. Bu sınıf mücadelesi, gerici sınıfların ilerici, devrimci sınıflara; devrimci, ilerici sınıfların gerici sınıflara karşı mücadelesi olarak açığa çıkar. Bu mücadele otomatik bir çizgide değil, diyalektik bir gelişme çizgisinde ortaya çıkar; gerileyiş, yenilgi, durgunluk, canlanma, yükseliş ve atılım süreçleri kesintisiz olarak iç içe geçer ve herbir yeni üretim tarzında, o üretim tarzının kendi temel çelişmesi üzerinde yeniden yapılanarak tarihi belirlemeye devam eder. Bu olgu, yazarın ifadelerini aktararak söyleyecek olursak, ''Bugünkü kapitalizm ne serbest rekabetçi kapitalizmdir ne de emperyalist kapitalizmdir, emperyalist küreselleşmedir.'' dediği aşamada da geçerlidir. Yani sorunu ''varoluşsal kriz'' dönemiyle sınırlı koyamayız. Dolayısıyla kalkıp sınıf mücadelesinin bugünkü koşullarda belirleyici olduğunu söyleyemeyiz.


Bu saçma teze göre, tarih, ''emperyalist küreselleşme aşaması'' öncesi sınıf mücadelesinin belirleyici olmadığı bir tarihtir. Sözlerin nesnel mantığı bu. O zaman sorarlar, bu ne biçim bir tarih ve toplum teorisi? Sınıflar mücadelesinin belirleyici olmadığı bir tarih ve toplum burjuva sosyolojisinin bakış açısı ve yönteminden ibarettir. Hadi uzak geçmişi geçtik, 1917 Devrimi, sosyalist inşa, faşizm ve savaş, sosyalist kampın doğuşu, 68 kuşağının mücadele dalgası, emperyalizmin sömürge tekelinin yıkılması, demokratik, sosyalist mücadeleler, ''Doğu bloku''nun yıkılışı, neoliberal politikalar süreci, yerel ve bölgesel savaşlar, kapitalizmin genel ekonomik krizleri, vb. vb. tüm bunlar sınıf mücadelesi değil mi? Devrim ve karşı-devrim arasındaki mücadeleler sınıf mücadelesi değil mi? ''Evet, öyledir'' denecektir; çok güzel, peki o halde bilimsel teori ve analiz adına nasıl oluyor da sözkonusu anlayışların propagandası yapılabiliyor?!


Yazarın söylediklerinin ilkesizliği, belkemiksizliği açıktır. Bu garip, Marksist -Leninist tarih ve toplum teorisini, proletarya sosyalizminin sınıf mücadelesi teorisini yadsıyan, bilimsel akılla asla izah edilemeyecek perspektif ve analiz, ya ne dediğini bilmeyen bir yazarın hezeyanları ya da doğru yoldan kopmuş bir insanın kafa karışıklığı ve oportünizmi olarak görmek gerekir.


Marksizm-Leninizm'den bir kere kopulmasın, insanın, partilerin nereye gideceği belli olmuyor. Tarihe ve teoriye, felsefe ve politik-ekonomiye, emperyalizm ve proleter devrimler çağına ''sol'' oportünist, Troçkist açıdan bakan ve yorumlayan kişi ve akımların cephaneliği kuşanılarak doğru analizler yapılamayacağını yazar ve yazar gibi düşünenlerin yazdıklarından da çarpıcı bir tarzda görmekteyiz. Bir makalede bu kadar çok hata, bu kadar subjektivizm, bu kadar eklektisizmin bir araya getirilmesi için elbette ki yetenekli olmak gerekir. Yazar bu yeteneği göstermiştir.


Devam edelim. Peki şu sözde analize ne demeli;


''Kapitalizmin varoluşsal krizi koşullarında sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi tarihsel sınırlarına gelip dayandığı için nesnel ekonomik yasalar onun gelişmesinde belirleyici olmaktan çıkar, çünkü kapitalizm şimdi gelişme değil çürüme aşamasındadır.'' (bba.-boldlar bana ait)


Bir kez daha ''emperyalist küreselleşme'', ''varoluşsal kriz'', ''nesnel yasalar''ın tayin edici olmaktan çıkması''. Peki neden? ''çünkü kapitalizm şimdi gelişme değil çürüme aşamasındadır.''


Burada Marksizm-Leninizm'den bir iz var mı? Leninist emperyalizm teorisinden ve onun somut tarihsel duruma uyarlanmasından, analiz gücünden bir iz var mı?!


Ne demek ''kapitalizm şimdi gelişme değil çürüme aşamasındadır''? Yazar ne dediğinin farkında mı? İnanacak olursak ''varoluşsal kriz'' ve ''emperyalist küreselleşme'' öncesi dönemde kapitalist emperyalizm çürüme değil, genç, diri, gençlik iksiri içmiş, yükselen bir kapitalizmmiş; çürüyen, çöküşe doğru giden, asalak, kapitalizmin son aşaması değil de, gelişme çağındaymış. Ancak o çağ geride kalmış, kapitalizm bu aşamaya (çürüme aşamasına) daha yeni gelmişmiş vs. Bu saçma sapan görüşler yazarın ve bu düşünceleri benimseyenlerin gerçekte, ''küreselleşme'' öncesi döneminde de emperyalizmi zerre kadar anlamadıklarını, o dönemde yenilmez gördükleri, dahası şirin gösterdikleri anlaşılıyor.


Oysa biliyoruz ki, Lenin, ''Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması'' kitabında emperyalizm olgusunun parlak bir analizini yapar. O, bu kitabında, emperyalizmi sosyalist devrimin ön günü olarak vurgularken, emperyalizmi tekelci kapitalizm, yaşlanmış, tarihsel ömrünü doldurmuş, can çekişmekte olan, tekelci asalaklıkla belirlenen, çürümekte olan kapitalizm olarak tanımlar. Kapitalist emperyalizmin üretici güçlerin özgürce gelişmesinin önündeki ana engel olduğunu vurgular. ''KAPİTALİZMİN ASALAKLIĞI VE ÇÜRÜMESİ'' bölümü de dahil tüm kitabında bu olguyu ayrıntılı inceler. Lenin emperyalizmi, can çekişmekte, asalaklığın damgasını vurduğu bir kapitalizm olarak nitelemesi çağımızın temel bir olgusudur ve ''küreselleşme dönemi'' ile çağımız değişmediği gibi, Lenin'in sözünü ettiği emperyalizm ve nitelikleri daha keskinleşmiş, derinleşmiş, genişlenmiş, yeni biçimlerde yoğunlaşmış haliyle karşımızda durmaktadır.


Lenin ne demişti, birlikte bakalım;


... bütün tekeller gibi, kapitalist tekel de şaşmaz bir biçimde bir durgunluk ve çürüme eğilimine yol açar. ... Elbette, bir tekel, kapitalist rejimde, dünya pazarındaki rekabeti tümüyle ya da uzun süre bir süre için ortadan kaldıramaz (ultra emperyalizm teorisinin saçmalığını kanıtlayan nedenlerden biri de budur). Kuşku yok ki, üretim giderlerini azaltma ve uygulanan teknik düzeltme işlemleriyle karı artırma olanağı, bir takım değişikliklere yol açmaktadır. Ancak tekellere özgü o durgunluk ve çürüme eğilimi işlemeye devam etmekte, bazı ülkelerde, bazı sanayi dallarında, bir zaman için üste çıkmaktadır.” (Emperyalizm, s. 112-113, iLa.)


“…Emperyalizm, az sayıda ülkede, daha önce de gördüğümüz gibi 100-150 milyar frankı bulan büyük bir nakdi sermaye birikimidir. Rantiye sınıfın ya da daha doğrusu rantiye tabakanın, yani ‘kırptıkları kuponlarla’ yaşayan insanların, herhangi bir işletmenin çalışmasına hiçbir biçimde katılmayan insanların, meslekleri işsizlik olan insanların olağanüstü çoğalması bundandır (tekelci durgunluk ve çürüme, sömürge tekeli bn.). Emperyalizmin başta gelen ekonomik temellerinden biri olan sermaye ihracı, rantiye tabakasının üretimden kopuşunu artırır ve denizaşırı bazı ülkelerin ve sömürgelerin emeğinin sömürüsüyle yaşayan ülkenin topuna asalaklık damgasını vurur.” (age., s. 113)


''Rantiye devlet''. ''tefeci devlet'' vurgusu Lenin'in çözümlenmesinde temel bir yer tutar; ''Rantiye devlet, asalak, çürüyen kapitalizmin devletidir'' diyen Lenin'dir.


Lenin, 6 Temmuz 1920'de kitabının yeni baskısına hazırladığı ön sözde kitabının ''Kapitalizmin Asalaklığı ve Çürümesi'' alt başlığına atıfta bulunarak, şunları yazar;


''Bu kökler, (Lenin hemen yukarıda sosyalizm, Marksist maskeli küçük burjuva reformizmin burjuvaziyle devrime karşı birleşmesine atıfla bulunuyor- bn.) kuşkusuz, kapitalizmin en yüksek tarihsel aşamasını, yani emperyalizmi karakterize eden asalaklık ve çürümesidir.''


''Tekeller, oligarşi, özgürlük eğilimi yerine egemenlik eğilimi, sayıları gitgide artan küçük ya da zayıf ulusların zengin ya da güçlü birkaç ulus tarafından sömürülmesi bütün bunlar, emperyalizme, onu asalak ve çürümüş bir kapitalizm haline getiren ayırdedici özellikler kazandırmıştır. Burjuvazinin, gitgide artan bir ölçüde sermaye ihracından gelen kazançlar ve "kupon kırpmak"la yaşadığı, "rantiye-devlet"in, tefeci-devletin yaratılması, gitgide daha belirgin biçimde emperyalizmin eğilimlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak, bu çürüme eğiliminin, kapitalizmin hızlı gelişmesini önleyeceğini sanmak yanlış olur. Önlemez. Emperyalist dönemde, bazı sanayi kolları, burjuvazinin bazı katmanları, bazı ülkeler, bu eğilimlerden birini ya da ötekini, küçük ya da büyük ölçüde gösterirler. Genel olarak, kapitalizm, eskiye göre çok daha büyük bir hızla gelişmektedir. Bu gelişme, yalnızca genellikle gitgide daha eşitsiz hale gelmekle kalmayıp gelişme eşitsizliği, sermaye bakımından en zengin ülkelerin (İngiltere) çürümesinde kendini özellikle göstermektedir.'' (Lenin, agk. s. 140, Sol yayınları)


''Emperyalizmin olabildiğince açık ve tam bir tanımıyla başlamalıyız. Emperyalizm, kapitalizmin özgün bir tarihsel aşamasıdır. Bunun özgün niteliğinin üç yönü vardır: emperyalizm, (1) tekelci kapitalizmdir; (2) asalak, ya da çürüyen kapitalizmdir; (3) cançekişen kapitalizmdir. Serbest rekabetin tekel tarafından ayağının kaydırılması, emperyalizmin temel ekonomik özelliği, özüdür.'' (Lenin, Emperyalizm ve Sosyalizmdeki Bölünme, S.E., C.I, s. 526)


''Emperyalizmin niçin cançekişen kapitalizm, sosyalizme geçiş halindeki kapitalizm olduğu besbellidir: kapitalizmden doğan tekel, zaten ölmekte olan kapitalizmdir, sosyalizme geçişin başlangıcıdır. Emperyalizm tarafından emeğin çok geniş boyutlarla toplumsallaştırılması (savunucuların —burjuva iktisatçılarının— 'birbirine kilitlenme' dedikleri şey) aynı sonucu doğurmaktadır.'' (age., s. 529, iLa.)


Lenin'in konu bağlamında söylediği şey, bu. Emperyalizmin çürümeyle bağdaşmadığı, çürümenin ''emperyalist küreselleşme aşaması''yla (''çünkü kapitalizm şimdi gelişme değil çürüme aşamasındadır.'') ortaya çıktığı ya da belirleyici bir niteliğe yükseldiği, emperyalist kapitalizmle kapitalizmin, üretici güçlerin hızlı gelişimiyle bağdaşmadığı gibi saçmalıların anti-Leninist karakteri açıktır.


Daha fazla uzatmaya gerek yok, yazar Lenin'den, keza Birlik Devrimi'nin teorisi ve programından kopmuştur.


Dönemin modası, devrime, sosyalizm ve komünizme, Marksizm-Leninizm’e, o arada Marx’ın kapitalizm, Lenin’in emperyalizm teorisine saldırmak modasıdır özellikle 90'lardan bu yana. Yazarın bir dönem savunduğu Marksizm-Leninizm'den kopması onu da aynı cepheye götürmüştür.


Yazarın ''Bugünkü kapitalizm ne serbest rekabetçi kapitalizmdir ne de emperyalist kapitalizmdir, emperyalist küreselleşmedir.'' saptaması üzerinde de ayrıca durmak gerekiyor. Burada da açık bir sapma var. Bugünün kapitalizmi emperyalist kapitalizm değilmiş! Peki neymiş, ''emperyalist küreselleşme''ymiş. Sorunun bu tarzda konuluşu oportünizmdir. Bugünkü kapitalizm de emperyalist kapitalizmdir ve emperyalizmin ekonomik temelini oluşturan tekelci kapitalizm ''emperyalist küreselleşmenin'' de ekonomik temeli olmaya devam etmektedir. Lenin'in emperyalizmin karakteristiği olarak ortaya koyduğu olgular daha yüksek bir temelde tekelci kapitalizmin nitelikleri olmaya devam ediyor. Kuşkusuz ki yazar ve onunla aynı düşünceleri paylaşan küçük burjuvalarımız bütün lafazanlıklarına karşın, Leninizm, Ekim Devrimi, emperyalizm ve proletarya devrimleri karşısında mevzilenmiş Marksizm-Leninizm'e ateş açmaktadırlar.


Yazarın emperyalist küreselleşmeyi ''Bugünkü kapitalizm ne serbest rekabetçi kapitalizmdir ne de emperyalist kapitalizmdir, emperyalist küreselleşmedir.''* vurgusundan da görülebileceği gibi, ''emperyalist kapitalizm''in aşıldığını açıkça savunuyor. Doğal olarak böylece Lenin'in emperyalizm ve çağ teorisi de eskimiş, geride kalmış ve yeni bir çağa, ''emperyalist küreselleşme'' çağına girilmiştir. Eh bu çağda da kapitalizmin nesnel yasaları yok, artı değer üretemiyor. Faizin, ticari karın, rantın kaynağı olan artı değer üretilmediği için sanayici karı üretilmiyor. Üretici güçler büyümüyor. Kapitalist maddi üretimin çevrimi yok. Durgunluk ve tükenmişlik belirleyici ve emperyalist kürelleşmeyi ''hellak'' ediyor. Çünkü ''varoşsal kriz'' çağındayız. Gerçekte emperyalist kapitalizm kendiliğinden aşılmıştır ya da çökmüştür; öyle ya dünya devrimi falan da olmadı. Yazar, yeni dönemi ise ''emperyalist küreselleşme''yi ''gömme'', ''yıkma'' vs. dönemi olarak tanımlıyor ve ütopizme, romantizme, subjektivizme batmış olarak devrimden bahsediyor. Eh, emperyalist kapitalizmi yıkamadık, zaten yıkılamazdı da çünkü çürüyen kapitalizm değildi, ''emperyalist küreselleşmeyle'' bu aşamaya geldik; emperyalist kapitalizm ise zaten aşıldı, o eskide kaldı, artık yeni bir çağda, dünyada yaşıyoruz, artık adı her ne ise.


Zaten yazar Leninizm'in kapitalizmin eşitsiz ve sıçramalı gelişme yasasını, emperyalizmin en zayıf bir ya da birkaç halkasının kırılarak sosyalist inşa yoluna girileceğine, sosyalizmin inşa edilebileceğine de inanmıyor.


Sosyalizmi komünizm olarak görüyor. Dünyanın emperyalizmin topyekün yıkılmasıyla, dünya devriminin Avrupa, ABD merkezli olarak topyekün zaferiyle dünyanın kurtuluşunun yolunun açılacağını savunuyor. Buna rağmen yine de (sosyalizm eşittir komünizm) sosyalizm/komünizme geçebileceğine inanmıyor ve üstelik topyekün yıkılsa bile zaten sosyalizmi kuramayacağımız için, ne kapitalist ne de sosyalist olan, gerçekte kapitalizmin damgasını bastığı bir ''toplum'' olan Troçkist ''geçiş toplumu'' sürecine gireceğimizi, artık ne zaman gerçekleşebilirse o zaman sosyalizme yani komünizme, yani sınıfsız bir topluma geçebileceğini savunuyor. Artık bu yeni çağda (''Emperyalist küreselleşme'' çağı!) Ekim Devrimi ve sosyalist kampın doğuşunda olduğu gibi örnekler de olmayacaktır. Olsa olsa bir dünya devrimi olabilir ya da olacaktır. Sırası geldiğinde yazar, manevra niteliğinde kullandığı argümanları da bir köşeye atacaktır. Cesaretli davranma cüretini kendisinde bulduğunda daha açık, daha keskin ''Yaşasın Troçkizm!'' diyecek, Lenin, Stalin ve III. Enternasyonal karşıtlığını segileyecektir.


Sağa sola çekilecek bir yanı yok, yazar Troçkizm'i, Troçkizmin dünya devrim teorisini kendisine temel alıyor, militanca savunuyor, propagandasını yapıyor. Bu fikirleri herhangi bir Troçkist yayında, sitede bulabilirsiniz. Yani bu teoriler, savunular kendisine değil, başka bir cephaneliğe aittir. Yazar bu gerçeği ilkeli ve dürüstçe davranarak ortaya koymak yerine oportünizme özgü manevralara başvuruyor. Bu düşünceleriyle bağlı olarak ''emperyalist küreselleşme'', ''varoluşsal kriz'' üzerine kalem oynatıyor.


Yazara göre, sosyalizm-komünizm, yani sınıfsız toplum olduğu için zaten SSCB'de, sosyalist kampta hiçbir zaman sosyalizm kurulamamıştır ve kurulamazdı da; dahası “ 'tek ülke'lerde sosyalist inşalar da sosyalizme ilerlemeyi zayıflatan bir rol oynuyordu.'' Bu gerici saptama tek ülkede veya birkaç ülkede proletarya devriminin zaferine, proletarya diktatörlüğü altında sosyalizmin inşasına karşı çıkan, dünya proletaryasına bu yola girmemeyi öğütleyen, böyle bir teori ve duruşun sosyalizme-komünizme karşı olduğunu propaganda eden, küresel sermayenin hizmetinde olan bir saptamadır; teorik arka planı ya da teorik temeli Troçkizm'e dayanan, anti-kapitalist sosyalist mücadeleyi proletaryaya yasaklayan bir zihniyetin ürünü ve ifadesidir.


Örneğin, Farrell Dobbs ''Sosyalist İşçi Partisi’'nin (SWP lideri) bir toplantısında, ''Troçki’nin öğretisi'' üzerine yaptığı bir konuşmada söylediği şu sözler pekçok Troçkist yayında, propaganda da rastlayabileceğimiz sözlerdir.


''Sovyetler Birliği, Çin, Almanya, Fransa, İspanya’daki işçi sınıfına, II. Dünya Savaşı’nda tüm işçi sınıfına ihaneti, bu sonsuz ihanetler zinciri Stalin’i işçi sınıfına karşı daha da büyük bir şiddete sürükledi.''*


Yani Lenin, Stalin önderliğinde sosyalizmi kurmaya kalkan, sosyalist kampın doğuşuna önderlik eden, sosyalizmi kurma yolunda devasa başarılara imza atan, emperyalizme ve faşizme darbe üstüne darbe indiren gafiller sosyalizme, dünya proletarya devrimine zarar vermişlerdir.


Ne yazık! Umut ve irade kırılması yazarı, Troçkizm'in şemsiyesine sığınmaya götürmüş.


Dileriz yazar özeleştirel kendisini yeniler de çıkmaz sokaktan çıkar.


    *Yazarın ''Sosyalizm Yenilmedi mi?'' başlıklı ATILIM gazetesinde yayınlanmış yazısı ve röportaj.


** ''ABD’li devrimci Marksist ve Sosyalist İşçi Partisi önderlerinden Farrell Dobbs’un 21 Ağustos 1941’de Minneapolis’te düzenlenen Lev Troçki’yi anma toplantısında yaptığı bu konuşma 12 Eylül 1941’de partinin yayın organı olan The Militant’ta yayımlandı. Marxists.org sitesinde yer alan metin İngilizce orijinalinden ilk defa Türkçeleştirildi.''


DEVAM EDECEK


Hasan OZAN İLTEMUR


18 Kasım 2020 Çarşamba

EMPERYALİZMİN NESNEL GELİŞME YASALARI YOK MU? III. BÖLÜM

 

EMPERYALİZMİN NESNEL GELİŞME YASALARI YOK MU?

 III. BÖLÜM


''Gerek kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde gerekse onun en üst ve son aşaması olan emperyalist kapitalizm çağında, kapitalist üretim tarzı P-M-P' hareketine dayanır. Emperyalizm döneminde bu temel sarsılmış da olsa, sözkonusu maddi temel ve hareket biçimi devam etmektedir.''



III. BÖLÜM


Yazarımızın kapitalist emperyalizmin aşıldığı, emperyalist küreselleşme aşamasında olduğumuz, varoluşsal krizin her şeye damgasını bastığı, kapitalizmin ekonomik yasalarının olmadığı, maddi temelden yoksun finansal kapitalizmin başat biçim olduğu teorisi Marksist-Leninist teoriden kopuşun ifadesi ve ürünüdür. Yazarın lafazanlığını bir yana bırakarak savunduğu teori ve analizinin özüne baktığımızda söyledikleri ''finansal emperyalizm'' tezidir. Oysa tarihsel gelişmesi içerisinde hiçbir dönem kapitalist emperyalizm ekonomik yasalardan yoksun salt para hareketine dayanmamıştır ve dayanamaz da. Mali piyasaların hareketini de yöneten yasalar, yazarın olmadığını iddia ettiği kapitalist emperyalizmin nesnel yasalarıdır. Bu, bugün de geçerlidir.


Bugün de şu gerçekler olduğu gibi ve daha yüksek tekelci kapitalizm koşullarında, üstelik daha çarpıcı geçerlidir;


Marx, kapitalist toplumda, tüm ilişkilerin parasal ilişkilere indirgenmiş olduğunu vurgular. Lenin, Marx’ın teorisine bağlı olarak, kapitalist üretim tarzının temelinde “para ekonomisi” yattığını vurgular (Seçme Eserler, C.I, s. 357) Marx’ın belirttiği gibi, para, kapitalizmde zenginliğin soyut ve genel biçimidir. “Realize edilmiş fiyat”tır. Genelleşmiş bir (değerlerin) ölçü birimi, bir dolaşım aracı, birikim aracı, ödeme aracı ve dünya parası olarak hizmet veren bir metadır. “Paranın ana işlevi, metaların değer ölçüsü olarak hizmet etmesidir.” Kapitalizmde para, “sadece bir aracı ya da ölçü değil, başlı başına amaçtır”, “her türlü ihtiyaç nesnesiyle, her türlü somut özgüllüğe karşı kayıtsız olarak mübadele edilebileceğine göre, her ihtiyacı karşılar. Meta böyle bir şeyi, ancak paranın aracı rolü sayesinde yapabilir. Oysa para bu özelliğe dolaysız olarak, metalar aleminin tümü üzerinde sahiptir. Parada genel zenginlik sadece biçim değil, aynı zamanda içeriktir” (Grundrısse, s.259) Böylece para, “metalar dünyasının efendisi ve Allahı kesiliver”ir. Kapitalizmde paranın “kendinden üstün bir toplumsallığa tahammülü yoktur.” (age., s. 260) “Para, demek ki zenginlik hırsının yönelebileceği hedeflerden biri değil, tek hedefidir.” Açıktır ki kapitalizmde para, “genel olarak tüm mülklerin temsilcisi, tüm nesnelerin soyut toplumsal, mübadele değerinin elle tutulur, cisimleşmiş biçimi olarak başlı başına bir amaç”tır. Ve böylece, “mübadele süreci çerçevesinde bakıldığında, her birey ötekinin gözünde sadece para sahibi olarak, hatta para olarak vardır.” (age., s. 281, iMa.) Paranın kapitalizmdeki bu rolü, meta fetişizminin tipik bir görünümü, tapınma ve yabancılaşmanın en yüksek biçimi ve berrak ifadesidir.


Marks'ın yukarıda dillendirdiği gerçekleri bugün de yaşamın her alanında en çarpıcı biçimlerde yaşamaktayız. Bütün yeryüzü para ekonomisinin girdabında. Dünyamız kapitalist tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar metalaşmış, metalaştırılmış; modern meta ekonomisi, ''para ekonomisi'' yeryüzünün en ince köşelerine dek sızmış; uzayın metalaştırılması yolunda dört nalla ilerliyor.


Tablo bu ama sen kalk, yok canım kendinizi kandırmayın, ''emperyalist küreselleşme'' dünyasında kapitalizm maddi temelini; yani, kapitalist meta ekonomisi, para ekonomisi temelini, kapitalist üretim ilişkilerinde ifadesini bulan nesnel karakterini yitirmiş, bu gerçeği kabul edin ve hayal dünyasında yaşamaktan çıkın vs. çığırtkanlığı yap.

Tekrar vurgalamak isteriz ki, toplumsal ilişkilerin temelinde maddi üretim ilişkileri yatar. Üretim ilişkilerinin yeniden ve yeniden genişletilmiş temelde üretimi kapitalist toplumsal ilişkilerin de yeniden ve yeniden üretimidir. Marx’ın dediği gibi “üretim basit bir teknik süreç değil… toplumsal ilişkilerin de yeniden üretimidir.” (Grundrisse, s. 135) Ancak yazarın düşüncelerinin nesnel içeriği ve bazı temel formül ve analizlerinden görüldüğü gibi, O, bu nesnel gerçeği, nesnel ekonomik hareket yasalarını reddediyor; nesnel yasalardan yoksun kapitalizm, nesnel maddi temelini yitirmiş bir kapitalizm; üretim ilişkilerini yitirmiş/son bulmuş bir kapitalizm çığırtkanlığı ile Marks'ın kapitalizm, Lenin'in emperyalizm düşüncelerinin geçersizleştiğini savunmaktadır ya da bu zihniyetin başka bir anlamı da yoktur.


Yazara göre kapitalizmin ekonomik yasaları ortadan kalktığına göre, yukarı da işaret ettiğimiz nesnel gelişme yasaları yok ve ''emperyalist küreselleşme'' havada asılı ve salt iradeyle yürüyor, yürütülüyor. ''Emperyalist küreselleşme'' aşamasında, ''kapitalizmin varoluşsal krizi'' aşamasında olduğumuz, nesnel ekonomik yasaların olmadığı, emperyalist kapitalizm ha yıkıldı yıkılacak bir gelişme aşamasında olduğu ya da aslında kendiliğinden aşıldığı, bu tablo, yazarın çizdiği tablodur. Sorumlulukta yazarın sırtındadır. Gerisi laf salatasıdır, oportünizmini örtülemeye dönük lafazanlıktır.


Yazar, kapitalist emperyalizmin artık artı değer üretemediğini, teknolojik yenilik ve göreli artı değer üretiminin sonlandığını, yani kapitalizmin bittiğini savunuyor. Küreselleşmiş kapitalizmin, maddi temelini yitirmiş olarak para sermayenin hareketine (salt P-P’ hareketine) dayandığını ileri sürebiliyor. Demek ki Marks'ın ortaya koyduğu kapitalizmin nesnel hareketini ve temelini oluşturan P-M-P' içerik ve formülü de artık çoktan geride kalmıştır. Fakat bu yaklaşım, postkapitalizm savunusudur; sağından değil de ''sol''undan, ''sol'' keskinlikle örtüleme tutumuyla ortaya çıkan yorumuyla ya da kılıfıyla.


Gerek kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde gerekse onun en üst ve son aşaması olan emperyalist kapitalizm çağında, kapitalist üretim tarzı P-M-P' hareketine dayanır. Emperyalizm döneminde bu temel sarsılmış da olsa, sözkonusu maddi temel ve hareket biçimi devam etmektedir. Artı değer üretmeyen salt para sermayeye dayanan bir kapitalizm yoktur ve olmayacaktır. Çünkü “Artıdeğer üretimi, bu üretim tarzının mutlak yasasıdır.” (Kapital, C.I, s. 590) Ve bu yasa, emperyalizm olgusuyla birlikte azami kar yasası olarak süreci belirlemektedir. “Kar oranı, kapitalist üretimin itici gücüdür. Nesneler, ancak, bir kar üretebildikleri sürece üretilir.” (age., s. 229) Bugün de aynı değil mi! Açık ki, artı-değer hem sermayenin, hem de sermaye birikiminin ve genişletilmiş yeniden üretimin başlıca kaynağıdır. Zaten kapitalizmin gizi de burada yatar. Bu gizemi aydınlatan da Marx’dır. Sermayenin kendini genişletmesinin sırrı, “özü bakımından karşılığı ödenmemiş emeğin maddeleşmesi” demek olan artı-değer gaspıdır. (Kapital, C. I, age., s.507)


Kapitalist üretim biçiminin maddi temelini para-sermaye (finansal sermaye) değil kapitalist meta üretimi oluşturur. Kapitalizmde meta üretimi, genel ve egemen hale gelir. Kapitalist üretim pazar için üretimdir. Her iktisadi-toplumsal formasyonun bir maddi temeli vardır. Kapitalizmde bu temel; metadır, meta üretimidir. Kapitalizmde para sermaye üretiminin de maddi temelini kapitalist maddi üretim oluşturur. Kapitalist üretim tarzının doğuş ve gelişme süreci P-M-P' hareketinin, bu temele bağlı olarak kapitalist para sermayenin de (P-P' hareketinin) doğuş ve gelişme sürecidir.


Böyle bir maddi temel olmaksızın, kapitalist para sermayeden ve P-P' hareketinden de bahsedilemez. Demek ki artı-değeri yaratan sektör, para-sermaye sektörü değil, kapitalist maddi üretim sektörüdür. Kapitalist maddi üretim sektöründe (P-M-P') yaratılan artı-değer; kârın, faizin, rantın ana kaynağını oluşturur. Artı-değer, burjuvazi içerisinde kar, faiz, rant olarak dağılır. O halde para sermayesinin de kaynağı artı değerdir. Para sermaye artı-değer yaratmaz ama artı-değerden pay alarak, gelişir, semirir. Ve o, maddi üretime akan kısmı hariç, tümüyle tefeci, rantiyer, asalak karaktere sahiptir.


Bu gerçeklerden yola çıktığımızda ''emperyalist küreselleşme'' aşamasında kapitalist üretim tarzının artı-değer yaratmadığı bir palavradan ibarettir, dahası P-M-P' hareketi sonlandığına göre P-P' hareketi de sonlanmış demektir. Öyle ya ikincisi birinci hareketin üzerinde yükselir ve birincisinin son bulmuş olması ikincisinin de sonlandığı ve günümüzün küresel kapitalist mali sermayesinin bir temelden ve pusuladan yoksun keyfi kararlarla yönetildiği, hareket ettiğini savunmak demektir. Yani hayali bir dünyada, hayali bir ekonomik ve mali piyasalardan bahsediliyor gerçekte. O zaman sormak gerekiyor hangi toplum biçiminde yaşıyoruz? Bu nesnel yasaları olmayan, maddi temeli olmayan bu toplum ne menem bir toplumdur? Anlaşılan postmodernizmin teorisinin sağından değil de solunda mevzilenerek ütopik, sanal bir toplum biçimi savunuluyor yazar tarafından.



Ayrıca vurgulamak isteriz ki, artı-değer üretmeyen, sadece finansa dayanan bir kapitalizm düşünülemez. Marx, burada da bizlere yol göstermektedir: “... Bütün sermayeyi para sermayeye çevirme fikri, hiç kuşkusuz, düpedüz saçmalıktır. Hele, sermayenin, herhangi bir üretken işlevi yerine getirmeksizin, yani faizin ancak bir kısmını teşkil ettiği artı-değeri yaratmaksızın, kapitalist üretim tarzı temeli üzerinde faiz sağlayabileceğini; kapitalist üretim tarzının, kapitalist üretim olmaksızın da yoluna devam edebileceğini düşünmek daha da büyük saçmalık olur. Eğer kapitalistlerin çok büyük bir kısmı, sermayelerini para-sermayeye çevirecek olsaydı, para sermayede korkunç bir değer kaybı, faiz oranında müthiş bir düşme olur, pek çoğu hemen, faizle yaşamlarını sürdüremeyecek hale gelir ve tekrar sanayi kapitalisti haline gelmek zorunda kalırlardı.” (Kapital, C.III, s. 332)


Yazar bunları anlamaktan, kavramaktan yoksundur. Kanıtı da savunduğu teori ve tezlerdir.


Bugün dolaşımdaki sermayenin %95/98’inin üretim sermayesinden, maddi üretimden koparak her türlü mali piyasalarda (borsa, devlet tahvili, hisse senedi, repo, döviz kurları, gayrimenkul piyasası vs.) vurgun yaptığını biliyoruz.


Fakat bundan hareketle tekelci kapitalizmi “finansal kapitalizm” olarak tanımlamak ya da farklı kılıflarla bu vb. teorileri savunmak emperyalizmi tanımamak, kavramamak ve dahası postmodernizmin ideolojik etkisi altında emperyalizmi tahrif etmek demektir. Çünkü , emperyalist karın kaynağı artı değerdir. Artı değer ise, kapitalist maddi üretim sektörleri tarafından üretilmektedir. Para sermayenin de, faizin de kaynağı artı değerdir ve aşırı birikmiş sermaye, aşırı birikmiş bedava emek ya da gasp edilmiş artı değerdir. Artı değer üretmeyen bir kapitalist emperyalizm, kapitalist emperyalizm olmaktan çıkmış demektir. Oysa emperyalist kapitalizm tekelci kapitalizm olarak kaldıkça bu mümkün değildir. Dolayısıyla, “finansal kapitalizm” tezi ya da teorisi, nesnel olarak, bu gerçeği yadsımaktadır. Artı değer üretmeyen ve her bakımdan para sermayeye dayanan bir emperyalizm tezi, emperyalizmin niteliğinin değiştiği, emperyalizmden sonra gelen yepyeni bir ekonomik ve toplumsal düzenle karşı karşıya olduğumuz ya da artık böyle bir toplumda yaşadığımız savunusunun değişik bir biçimini/versiyonunu ifade eder.


Ekonomilerin malileşmesi” emperyalizmin temel karakteristik özelliklerinden birisidir ve emperyalist tekelci kapitalizmin bu eğilimi uluslararası tekellerin emperyalizmiyle birlikte en uç noktalarına doğru uzanmış bulunuyor. Bu kronik sermaye fazlası olgusunun da çarpıcı bir yansımasıdır. Küreselleşerek kronikleşmiş sermaye fazlası, kronik kitlesel işsizlik, kronik kapasite kullanım düşüklüğü, kronik kitlesel yoksulluk, kronik durgunluk eğilimi emperyalist tekelci kapitalizmin çürümesinin, asalaklaşmasının, üretici güçlerin özgürce gelişimini ne denli keskin ve yıkıcı bir şekilde önlediğinin de çarpıcı bir dile gelişidir. Para sermayenin bu denli üretim sermayesinden koparak uçması, emperyalizmin “finansallaşma” eğiliminin bu denli yükseklere çıkması (Lenin de bunu tahlil eder) özellikle emperyalist küreselleşmenin son atılımına özgü bir özellik olarak saptanabilir. Ama emperyalizm bununla birlikte emperyalizm olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla Lenin’in emperyalizm teorisinin bu yeni dönemde eskidiği vs. teori ve tezleri işkembe-i kübradan konuşmaktan ve tasfiyeci manipülasyondan ibarettir.


Bu olgu, emperyalist kapitalizmin aşırı çürüdüğünü, doğanın ve insanlığın sırtından bir an önce atılması gereken bir sistem olduğunu kanıtlar. O, kendi yıkımının koşullarını kendisi yaratmış, olgunlaştırmış, keskinleştirmiştir. Tarihsel ve toplumsal gelişmenin sermayenin paslı parangalarından, proletarya ve halkların, doğanın yıkımdan kurtulmasının, kurtarılmasının tek yolu, eşitsiz gelişme yasası üzerinde yükselen ve yükselecek olan uluslararası proleter devrimin zaferidir ve nesnel koşullar bugün dünden daha keskinleşerek olgunlaşmıştır. Enternasyonal proletaryanın önderliğinde emperyalist dünya sistemi yıkılmadıkça o ne kendiliğinden yıkılacaktır ne de emperyalizmden sonra gelen ve emperyalizm olmaktan çıkmış bir kapitalizm aşamasına geçilecektir. Emperyalizmin ekonomik, siyasi, ideolojik, kültürel krizi onun genel bunalımının ifadesidir ve emperyalizmdeki aşırı çürüme, onun genel bunalımını sürekli keskinleştirirken, devrimci ve sosyalist yıkımın zaferi için de koşulları daha keskin hazırlamaktadır. Nesnel yasalar yadsınarak bu gerçekler anlaşılamaz, dahası keyfi teoriler, tezler, analizler Marksizm vs. adına ortalığı alabildiğince kirletir ve kirletmektedir de.


Unutmamak gerekir ki, kapitalizmde her şey gibi ücretli emek de metadır. Marx’ın dediği gibi, “ücretli emek bir metadır. Hatta ürünlerin metalar olarak üretiminin, üstünde gerçekleştiği temeldir.” (Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, s. 380, Sol Yay.) Bu temel bugün de devam etmektedir.


Bu bağlamda Lenin'in şu saptaması bize yol göstermeye devam ediyor;


Bu sözler (Lenin’in bu paragraftan hemen önce kitabına aktardığı Alman iktisatçı Kestner’in sözleri- bn.), açıkça şu anlama geliyor: Kapitalizmin gelişmesi öyle bir noktaya kadar varmıştır ki, meta üretimi henüz egemenliğini korumak ve ekonomik yaşamın temeli sayılmakla birlikte, aslında, sarsılmakta ve karların büyük kısmı para oyunları yapan ‘dehalara’ akmaktadır. Bu para oyunlarının, bu düzenbazlıkların temelinde ise üretimin toplumsallaşması vardır; ancak bu toplumsallaştırmaya değin yükselmiş insanlığın böylece gerçekleştirdiği büyük ilerlemeden yararlananlar spekülatörlerdir…” (Emperyalizm, s. 30-31) “Kapitalizmin özelliği, genel olarak, sermaye sahipliğini, bu sermayenin sanayide uygulanışından; para sermayeyi, sınai ya da üretken sermayeden, yalnızca para sermayeden elde ettiği gelirle yaşayan rantiyeyi, sanayiciden ve sermayenin yönetimi ile ilgili herkesten ayırır. Bu ayrılma, geniş ölçülere ulaştığı zaman, mali sermayenin egemenliği ya da emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşama çizgisine gelir. Mali sermayenin bütün öbür sermaye çeşitlerinden üstünlüğü rantiyenin ve mali oligarşinin egemenliği anlamını da taşır…”


Lenin'in bu analizi bugün, uluslararası tekellerin damgasını bastığı emperyalizm evresinde çok daha çarpıcı, daha keskin geçerli hale gelmiştir.


Sermaye kar oranları kapitalist maddi üretim sektörlerinde düşük olduğu için mali piyasalara yığılmaktadır. Sermayenin bu yönelimi aynı zamanda kar oranlarının düşüşünü engellemeyi amaçlamaktadır. Aşırı birikmiş sermaye, aşırı birikmiş para sermaye üretim yerine, değersizleşme ve çökme riskine karşı koymak için, artan oranda paradan para kazanma piyasasına yönelmektedir. Bu yolla da artı değere artan oranda el koymaktadır. Mali piyasalar, para sermayenin kendini ürettiği ve birikimini geliştirdiği piyasalardır. Para sermayenin artan oranda üretimden kopuşu ve paradan para kazanmaya yönelmesi emperyalizmin eğilimlerinden birisidir. Bu eğilim, bugün kendi doruğuna ulaşmıştır. Yani bu eğilim, ne yenidir ne de son çeyrek asırlık kesitte ilk defa ortaya çıkan bir eğilimdir. Bu eğilim daha baştan emperyalist kapitalizme içselleşmiş bir eğilimdir ve emperyalizmin artan durgunluk ve çürümesinin, can çekişmesinin somut, tipik ve başta gelen görünümlerinden birisini oluşturmaktadır. Emperyalist kapitalizmin üretici güçlerin özgürce gelişimini çok keskin bir şekilde önlediğinin çarpıcı kanıtlarından birisidir.


''Emperyalist küreselleşme aşaması'' ve ''Varoluşsal kriz'' ardına geçerek kapitalizmin nesnel temelinin olmadığını (kapitalizmin nesnel yasalarının olmadığını) iddia etmek küçük burjuvazinin burjuva demokratik ön yargılarının subjektif idealizm olarak dile gelmesinden öte başka bir şey değildir.


DEVAM EDECEK


Hasan OZAN İLTEMUR

14 Kasım 2020 Cumartesi

EMPERYALİZMİN NESNEL GELİŞME YASALARI YOK MU? II. BÖLÜM

 

EMPERYALİZMİN NESNEL GELİŞME YASALARI YOK MU?

II. BÖLÜM

'' Artı-değer teorisi, Marx'ın ekonomik teorisinin temel taşıdır.'' (Lenin)



II


Yazarın ana düşüncesi ya da düşünceleri özetle aşağıdadır;


''Tekrar etmek pahasına söyleyelim, bugünkü koşullar ikinci paylaşım savaşından sonrakinden çok farklı. O yıllarda kapitalist genişleme yaşanıyordu bugün ise kapitalizm sınırlarına dayandı ve varoluşsal krize saplandı.'' (iba.)


''...Kapitalizm esnetilemez ancak kırılabilir.'', ''Kapitalizmin varoluşsal krizi koşullarında sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi tarihsel sınırlarına gelip dayandığı için nesnel ekonomik yasalar onun gelişmesinde belirleyici olmaktan çıkar, çünkü kapitalizm şimdi gelişme değil çürüme aşamasındadır. Buna karşın sınıf mücadelesi kapitalist üretim sürecinde belirleyici konum kazanır çünkü kapitalizm içinde kalarak sistemi emekçiler lehine esnetme imkânı kalmamıştır.''


'c) Tekelci sermayenin egemenliği nedeniyle teknolojik devrimler gerçekleşmiyor ve yeni sermayeler sürgün veremiyordu. (Yazar bu ifadeleri C-19 pandemisi önceki durumu anlatırken kullanıyor ve devamında da bugün tablonun daha da ağırlaştığını ifade ediyor.)


Bugünkü kapitalizm ne serbest rekabetçi kapitalizmdir ne de emperyalist kapitalizmdir, emperyalist küreselleşmedir. '' (iba.)


''Kısacası; mutlak artıdeğer üretimi, spekülatif sermaye birikimi, kronik işsizlik, orta sınıfın çökmesi ve sınıflar arası gelir uçurumunun sürdürülemez düzeye ulaşması bugünkü sermaye üretiminin geldiği varoluşsal kriz aşamasının zorunlu sonucudur.'' (agy.)


Aşağıya aktaracağımız alıntı ise, gerçekte bugünü tarif ediyor (yukarıda aktardığımız alıntılar bunu kanıtlıyor) ama yazar sanki daha ileriki süreçleri (''Ne zamana kadar?'') anlatıyor görünümü sunarak, oportünist bir manevra yapıyor.


''Üretiminin tarihsel sürecinin belli bir aşamasında sermaye, gelişmesinin sınırlarına dayanır. Bu da onun içsel bir yasasıdır. Öyle bir an gelir ki birkaç dünya tekeli dünya piyasasına hâkim hale gelir, artık ne fethedilecek yeni pazarlar vardır ne de yeterince mülksüzleştirilecek küçük kapitalist kalmıştır. Böyle bir anda sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi için ya da bir başka deyişle artı kar elde etmek için teknolojik devrimlerle göreli artıdeğeri artırmanın yerini giderek artan oranda mutlak artıdeğer elde etmek yani işçiyi daha çok ve daha yoğun çalıştırmak alır. Diğer yandan aşırı tekelleşme nedeniyle, pazarlar daraldığı ve ortalama kar oranı düştüğü için elde edilen sermayenin giderek büyüyen bölümü aşırı sermaye fazlası haline gelerek spekülatif sermaye birikimine kaynaklık eder. Kronik aşırı sermaye fazlalığı kaçınılmaz olarak kronik aşırı işsizliği üretir. Bir yanda kronik aşırı sermaye fazlası bir yanda kronik aşırı ücretli emek fazlası birbirini üretme imkânı bulamaz hale gelir. Bütün bunlar sermayenin varoluşsal krizinin görünümleridir ve aynı zamanda nesnel ekonomik yasaların bir sonucudur.'' (agy., iba.)


Bu düşünceleri yazının değişik bölümlerinde tek tek ele alacağız.


Yazara göre, kapitalizm gelişmesinin nihai sınırlarına dayanmıştır. Bu kapitalizmin varoluşsul krizidir. Bu sınır, kapitalizmin çöküşünün kaçınılmaz olduğu sınırdır. Bu sınırda olduğu için kapitalizm artı değer de üretememektedir. Bu sınırda ''sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi tarihsel sınırlarına gelip dayandığı için nesnel ekonomik yasalar onun gelişmesinde belirleyici olmaktan çıkar, çünkü kapitalizm şimdi gelişme değil çürüme aşamasındadır.''

Demek ki, ''nesnel ekonomik yasalar onun (kapitalizmin-bn.) gelişmesinde belirleyici olmaktan çık''mış; ya da varoşsul kriz aşamasında bu nesnel yasalardan (ya da yazarın ifadesiyle ''kapitalist üretim ilişkilerine içkin olan ekonomik yasalar''dan) bahsedilemez. Demek ki artık kapitalizm artı değer üretemiyor. ('' Artı-değer teorisi, Marx'ın ekonomik teorisinin temel taşıdır.'' -Lenin) Üretici güçler gelişmiyor. ''Tekelci sermayenin egemenliği nedeniyle teknolojik devrimler gerçekleşmiyor.'' Yazarın bu sözde saptamalarına göre, yani ekonomik yasalar artık olmadığına göre, kapitalist üretim ilişkilerinden de bahsedilemez. Demek ki kapitalizm ha çöktü ha çökecek ya da zaten çökmüştür. Yazar ya ne dediğinin farkında değil ya da saplandığı oportünizm ve inkarcılık yazara bunları söyletiyor, kuşkusuz ki belirleyici olan ikincisidir.


Bir kere hala kapitalizmden, emperyalist dünya sisteminden bahsediyorsanız onun nesnel yasalarından da, kapitalist üretim ilişkilerinden de bahsetmeniz gerekir. Burjuva liberallerini ''materyalist diyalektikten yoksun'' olmakla eleştiren yazar burada saf idealizme, metafiziğe, dogmatizme boylu boyunca batmıştır. Dahası, felsefi idealizmin de subjektif idealizmi temsil eden biçimine batmış durumda.


Marks, şöyle der;


''Ulaşmış olduğum ve bir kez ulaşıldıktan sonra incelemelerime kılavuzluk etmiş olan genel sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir: Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder. Bu gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşu ile —ki, bu, bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir—, hukuki, siyasal, dinsel, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik şekilleri ayırdetmek gerekir. Nasıl ki, bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, böyle bir altüst oluş dönemi hakkında da, bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi gözönünde tutularak, bir hükme varılamaz; tam tersine, bu değerlendirmeleri maddi hayatın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir. '' (Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz)


Oysa yazar, ''emperyalist küreselleşme aşaması''nda, ''varoluşsal kriz aşamasında'' kapitalizmin nesnel ekonomik yasalarının olmadığı iddiasıyla Marks'tan, Marksist politik-ekonomiden kopmuştur. Lenin'in tahlil ettiği emperyalizm teorisinden, emperyalist kapitalizmin aşılmış, geride kalmış bir tarihsel çağa ait olduğu saptamasıyla, ''emperyalist küreselleşme aşaması'' perspektif ve analiziyle bu teorik perspektiften de kopmuştur. Dolayısıyla emperyalizm ve proletarya devrimler çağının nesnel gerçeklerinden koparak gerçeğin yerine subjektif idealizmi, metafizik öğretiyi ve yöntemi koymuştur. Nesnel yasalarını yitirmiş bir kapitalizmden, boşluk içinde yüzen bir emperyalist kapitalizmden bahsetmesi bunun çarpıcı kanıtıdır.


Marks'ın yukarıda vurguladığı zorunlu uygunluk yasası bütün üretim tarzların doğuşu, yükselişi, çöküşünü açıklayan yasadır ve toplumsal tarihin hem diyalektik hem de materyalist nesnel gelişme yasasıdır. Bu yasa, bugün de tepkime vermekte ve emperyalist dünya sisteminin yıkım sürecini belirlemektedir. Kapitalist üretim tarzında ve onun emperyalizm aşamasında üretimin toplumsal niteliği ile mülkiyetin kapitalist biçimi arasındaki çelişki temel çelişkidir. Bu çelişki sınıfsal planda proletarya ile burjuvazi karşıtlığı olarak şekillenmiştir. Emek sermaye çelişkisinin çözümü ise proletarya devrimin zaferinde yatmaktadır...


Yazar, ''emperyalist kapitalizm olmayan'' (''Bugünkü kapitalizm ne serbest rekabetçi kapitalizmdir ne de emperyalist kapitalizmdir, emperyalist küreselleşmedir.'' sözleri) bir ''emperyalist küreselleşme'' ve ''varoluşsal kriz'' çağında kapitalizmin nesnel ekonomik yasalarının olmadığı saçmalığıyla, gerçekte, Marks'ın vurguladığı, Marksizm-Leninizm'e yol gösteren zorunlu uygunluk yasasının da olmadığı bir toplumdan, herhalde ''tarihin sonu''ndan bahsediyor olmalı. Oysa zorunlu uygunluk yasası olmadan ne toplumsal tarih ne günümüz emperyalizmi tahlil edilebilir ne de dünya proleter devriminin zorunluluğu ve somut analizi yapılabilir. Yazara, ''komünal, köleci, feodal, 'emperyalist küreselleşme çağı öncesi' kapitalizmi tahlil et'' derseniz, yazar, muhtemelen hemen toplumsal tarihin evriminde zorunlu uygunluk yasası üzerine Marks'a atfen kalem oynatacak ve sayfalar dolusu yazacaktır. Fakat iş, ''varoluşsal kriz'' dönemine gelince yazar, subjektif idealizme dayanarak, gerçeklerin yerine geçirdiği subjektif fikirlerini yazmaya başlayacaktır. Okuyucunun bu uyarıyı akılda tutmasını isteriz. Çünkü oportünizm ve tasfiyecilikte sınır yoktur.


Tarihin yapıcısı fikirler, ''mutlak idee'', ''mutlak irade'', ''evrensel akıl'', ''Tanrı'', bireysel kahramanlar değildir. Bu idealist öğreti diyalektik ve materyalist felsefeyi, tarihi materyalizmi, sınıflar mücadelesi gerçeğini yadsır. Bizi yazarın söylediklerinin objektif anlamı ilgilendirir. Yazarın söylediklerinin objektif anlamı ve özü, kapitalizmin nesnel yasalarının bittiği, kapitalist maddi üretim ilişkilerinin sonlandığı, yani emperyalizmin maddi toplumsal temelini yitirdiği anlamına geliyor. O halde geriye subjektivizm, ideeler dünyası, saf akıl kalmıştır. Yani maddi toplumsal dünya yitirilmiş! Sözkonusu teorik yaklaşımın başka bir anlamı da yoktur. ''sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi tarihsel sınırlarına gelip dayandığı'' sözleriyle bir yandan hala, sınırına dayanmış olsa da, sermayenin genişletilmiş yeniden üretiminden bahsediliyor görünürken öte yandan kapitalizm bitmiştir derken yazar, ne yazdığını bilmeyen, kafası bulanık, girdapta dönen biri gibi yazıyor. Aslında yazarın açmazı yazısının da açmazı olarak yansıyor.


Yazar bir yandan ''Sınıf mücadelesinin şiddeti ne derece yüksek olursa olsun sermayenin egemenliğine nihai olarak son verilmedikçe sermaye egemenlik kurduğu alanlarda genişletilmiş yeniden üretimini gerçekleştirmeye devam eder.'' (iba.) derken öte yandan da artık ''sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi''nin gerçekleşmediğini iddia ederek tipik eklektisizmini bir kez daha sergilerken, diğer yandan ana fikri olan nesnel yasalar yoktur, artı-değer üretilemiyor derken tam bir açmazın içerisinde olduğunu görüyoruz.


Altını çizerek ifade etmek gerekir ki, gerçekte bu bakış açısı ve analiz ''Elveda Leninizm!'', ''Elveda proletarya!'' haykırışıdır ya da aynı çıkmaz sokaktır.


Denebilir ki yazar, yazılarında proletarya, sosyalizm vb. deyip duruyor, bu da nereden çıktı? Kapitalizm bitmişse, nesnel yasaları yoksa, artı değer falan üretilmiyorsa, bu durumda, başka ne denilebilir ki! Eğer sözkonusu teori ve analize rağmen ''sol'' keskinlik, proletarya, ezilenler üzerine lafazanlık yapılıyorsa, bu yol ve yöntem yazarın eklektisizmi kadar onun savunduğu oportünist ana fikirlerini örterek propagandasını yapma gereksiniminden kaynaklanmaktadır. Sorunun düğüm noktası, yazılan yazının, savunulan teori ve analizin nesnel içeriğidir; bu içeriğin sınıfsal karakteri, ideolojik ve politik anlamıdır. Eğer soruna bu gerçeğin ışığında bakmazsak oportünizm, revizyonizm, Troçkizm vbg. akımların teorilerinin gerçek karakterini bilince çıkaramaz, dahası oltadaki sazan oluruz. Komünistler, söylenenlerin nesnel içeriğini, teorik arka planını, sınıfsal temelini sorgulamalı ve buradan hareketle gerçekleri anlamaya özel önem vermelidir. Sorun yazarın iyi niyeti ya da kötü niyeti meselesi değildir. Düşüncelerinin nesnel karakteri ve bu nesnel karakterin bilimsel olarak analiz ve sentezi; sınıfsal karakterinin bilince çıkarılıp tanımlanmasıdır.


Ekonomik yasaları olmayan bir kapitalizm! Toplumsal üretici güçlerle kapitalist üretim ilişkileri arasındaki uzlaşmaz çelişkide ifadesini bulan nesnel yasa ve bu çelişkinin patlamasının bir ifadesi olan ekonomik kriz. Bunlar yoksa, o halde ekonomik krizlerden de azade bir kapitalizmle karşı karşıyayız. Yani krizlerden arınmış bir postkapitalizm. Haksızlık mı yapıyoruz acaba yazara? Peki ekonomik nesnel yasaları olmayan bir ''emperyalist küreselleşme aşaması'', ''Varoluşsal kriz aşaması'' teorisi ve analizinin bir başka anlamı var mı!!! Fakat yazar, aynı yazısında, paşa keyfince, 2008 krizinin süreklileşerek devam ettiğini de iddia etmektedir. Fakat nesnel ekonomik yasaları olmayan kapitalizmin genel ekonomik krizi nasıl olabilir ki! Ve nasıl oluyor da hala bu kriz sürüyor!? Ayrıca yazarın Leninist emperyalizmin genel bunalımı teorisini de red ve inkar ettiği açıktır. Onun yerine geçirdiği tasfiyeci ''varoluşsal kriz'' teorisi ise bambaşka bir anlam taşıyor.


Kapitalizm var oldukça kapitalizmin genel ekonomik krizleri kaçınılmazdır. Ekonomik kriz, kapitalizmin anarşik karakterinin ve kar için üretim sistemi olmasının ürünüdür. Her kriz, toplumsal üretici güçlerle kapitalist üretim ilişkileri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın sert bir tarzda patlak vermesinin ifadesidir.


Gerek daha önce gerekse de 2008'de ve 2019 sonlarında (ya da 2020'de) patlak veren emperyalist kapitalizmin genel ekonomik krizleri, bir kez daha, ama daha keskin bir biçimde gösteriyor ki, “kapitalist üretimin gerçek engeli, sermayenin kendisidir.” (Marx, Kapital, C. I, s. 221) “Bunalımlar, daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar kuran şiddetli patlamalardır.” (age., s. 221) ve her ekonomik krizde de “burjuva üretimin bütün çelişkileri kolektif olarak patlak verir.” (Marx, Artı Değer Teorileri, C. II, s. 512, Sol Yay.)


Kapitalizm var oldukça kapitalizmin genel ekonomik krizleri de kaçınılmazdır. Bu krizler iradeyle yaratılıp yok edilmez. Bir fantezi dünyasında yaşamıyoruz. Maddi bir dünyada yaşıyoruz. Toplumsal maddi gerçek dünyamızı belirlemeye devam ediyor. Kapitalist üretim ilişkileri yoksa, artık kapitalizmin ekonomik krizlerinden de bahsedilemez. Hem var hem yok, aslında yok ama yine de var vs. vs. Açmaz açmazı üretiyor. Oportünizm ve tasfiyeciliğin, Troçkizm'in, eklektisizmin bataklığı yazarı dibine kadar çektiği açık.


Kapitalist emperyalizmin miadını doldurmuş olması, kapitalizmin üst ve son aşaması, can çekişen ve çürüyen bir kapitalizm olmasına karşın henüz üretici güçleri geliştirme yeteneğini yitirmiş değil; toplumsal üretici güçlerin gelişimi ile çürümenin bir arada kapitalizmin hızlı gelişmesiyle çeliştiğini düşünmek Lenin'in emperyalizm teorisiyle de bağdaşmaz. Ulusal tekellerden uluslararası tekelleşme aşamasına geçilmiş olmasından da bu olguyu görmekteyiz. Kapitalist emperyalizm, üretici güçleri, kimi zaman gerileterek, kimi zaman durağanlığa saplanarak, kimi zaman geliştirerek ilerler. Yani kapitalist emperyalizmin tarihsel gerçeği, otomatik yükseliş ve çöküşle şekillenen bir tarih değildir. Böyle bir yaklaşım dogmatizmle, metafizikle şekillenen bir yaklaşımdır. Kar oranları başta olmak üzere süreç üzerinde etkili olan değişik faktörler vardır... Diyalektiğin yasaları bu süreci de belirler.


Uluslararası tekeller, üretici güçlerin küreselleşerek daha yüksek bir evreye yükselmesinin eseridir. Uluslararası tekeller (ÇUŞ), üretimin küreselleşmesinin, P-M-P' hareketinin küresel düzeyde gelişiminin, üretimin dünyasal ölçekte toplumsallaşmasının gelişkin düzeyininin yansımasıdır. 80'ler sonrası dünya, kapitalizmin tarihinde görülmemiş tempoda, derinlik ve genişlikte kapitalizmin gezegenimizi fethettiği bir tarihsel kesittir. Bu atılımın özellikle 1980'ler sonrası gerçekleştiğini ise hepimiz biliyoruz. Ki bu süreç, kapitalist emperyalizmin çürümesinin de en ileri düzeye sıçradığı bir süreçti(r). Demek ki yazarın, ''sol'' keskinlikle kendi saçmalıklarını örtmesi mümkün değildir.


ÇUŞ'ların dünyayı yönetmesi olgusu, emperyalist kapitalizmin genişletilmiş yeniden üretim temelinde küresel ölçekte kendisini üretmesinin; sermaye birikiminin küresel ölçekte büyümesinin ifadesidir. Bunu görmemek için ya cahil ya da oportünist olmak gerekir. Kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçlerin özgürce gelişiminin önündeki ana engel olması ile, azami kar yarışında şöyle ya da böyle üretici güçleri geliştirebiliyor oluşu, bir ve aynı anlama gelmez. Eğer böyle olsaydı, kapitalizm zaten kendiliğinden çökmüş olacak ya da dünya devrimi ile yıkılmış olacaktı. Eğer böyle olmasaydı, emperyalist tekelci kapitalizm ÇUŞ'lara dayanan bir emperyalist tekelci kapitalizme yükselemezdi. Eğer böyle olsaydı, daha yüksek bir teknik temeli ifade eden ''Endüstri 4.0'' teknolojisinin kapitalist dünya ekonomisinin teknolojik temeli haline gelme doğrultusundaki gelişimi olmazdı vs. vb.


Kapitalizmin gelişimi dengesiz ve eşitsizdir. Emperyalist küreselleşmenin atılımı III. Bilimsel Teknolojik devrim temelinde gelişti. Bu atılım aynı zamanda uluslararası tekellerin atılımıydı. Bütün ülkeler, bütün kıtalar, bütün kentler, bütün köyler emperyalist küreselleşmenin girdabına çekildi. Bu atılım süreci küresel çapta üretimin ve sermayenin daha hızlı yoğunlaşmasının, merkezileşmesinin; üretici güçlerin küresel ölçekte gelişmesi ve örgütlenmesinin; yeni tipte uluslararası iş bölümünün ürünüydü. Böylece dünya ekonomisi, bütün iç çelişki ve çatışmaları, eşitsiz gelişimiyle birlikte daha entegre hale geldi. Dünya pazarı, dünya tekellerinin ''yerel pazarı'' haline geldi. Bu sürecin otomatik bir süreç olarak gelişeceğini düşünmek ise kapitalist emperyalizmden bir şey anlamamak anlamına gelir. Toplumsal tarih gibi, kapitalizmin tarihi de karmaşık ve helezonik bir gelişme karakterine sahiptir. Kapitalizmi tarihte ortaya çıkan üretim tarzlarından farklı kılan bir temel özelliği de esnekliğidir. Şu 120 yıllık emperyalist tarihe baktığımızda da bu gerçeği görmekteyiz.


Emperyalist dünya sistemi, proleter devrimle yıkılmadıkça kapitalizm, genel ekonomik krizlerden çıkabilecek bir üretim tarzıdır. Devrimle yıkmadan kapitalizm ve burjuva egemenliği kendiliğinden yıkılmaz ve yıkılmadıkça da kapitalizm ekonomik ve siyasi krizlerini aşabilir. 2008'de ve bugün patlak vermiş ve sürmekte olan ekonomik krizler deneyiminden de bu gerçeği görebiliriz. Marks'ın dediği gibi, kapitalizm esnek bir karaktere sahiptir. Tarihsel olarak emperyalizmle birlikte kapitalizm miadını doldurmuş olmakla birlikte o hala esnek karakterini yitirmiş değildir.


Bu konuda Marks'ın aşağıdaki perspektifi bize yol göstermektedir.

Her “bunalım, daima geniş yeni yatırımların çıkış noktasını oluşturur” (Marx, Kapital, C.II, s.170)


Marx ve Engels, sermayenin ekonomik krizden “Bir taraftan zorunlu olarak üretici güçlerin kitlesel yok edilişiyle; diğer taraftan da yeni pazarların fethedilmesiyle ve eski pazarların adamakıllı sömürülmesiyle” (Komünist Manifesto) çıkacağını vurgular. Fakat bu da kapitalizmin maddi-teknik temelinin yenilenmesini ve kapitalist genişletilmiş yeniden üretim sürecinin kendini daha üst düzeyde üretmesiyle yol aldığını gösterir. Bugün bu temelin sarsılmış, ağır darbeler almış olmasına karşın, bu gerçek hala geçerli olmaya devam etmektedir. Emperyalizmin çürüyen kapitalizm olması bu gerçeği ortadan kaldırmıyor.


Eşitsiz ekonomik ve politik gelişme yasası kapitalizmin mutlak yasasıdır. Bu yasa, emperyalizm çağında özellikle keskinleşmiştir. I. ve II. emperyalist genel paylaşım savaşları bu olguyu doğrular. Bu yasa, emperyalist dünya savaşlarının açıklanabilmesinin nesnel temelidir. Etki alanlarını, hammadde kaynaklarını, dünya pazarlarını, stratejik bölgeleri paylaşma mücadelesi kıran kırana süren rekabeti keskinleştirir. Giderek, ekonomik ve siyasi rekabetin yetersizleşmesiyle birlikte, hegemonya mücadelesi ''barışçıl'' biçimlerden askeri biçimlere sıçrayarak emperyalist dünya savaşlarına varır. Bu bağlamda gelişen ve yükselen ve dünya pazarının yeni efendisi haline gelmekte olan ülkelerle, gerileyen ve pazarlarını koruyamayan emperyalist ülkeler arasındaki mücadelede, üretici güçler genç, hırslı, yükselen ülkelerde hızlı bir tempoda gelişirken, yaşlanmış, geride kalmış ülkelerde durağanlaşır ya da gerileyebilir. Yani üretici güçlerin, tekelci kapitalizm koşullarında gelişimi orantılı değil, eşitsiz olmaya mahkumdur. Stalin'in de vurguladığı gibi, emperyalizm var oldukça emperyalist dünya savaşları kaçınılmazdır, emperyalist savaşlara son vermek için emperyalizmi proleter devrimle yıkmak gerekir. Emperyalist savaşlar, emperyalizmin ölümcül genel krizinin hem çarpıcı bir görünümü hem de yıkımının temellerini daha da keskinleştiren bir olgudur.


Yazarın, ''emperyalist kapitalizm'' de değil, ''emperyalist küreselleşmedir'' dediği aşamada pekçok tarım ülkesi sanayi ve tarım ülkesine ve sanayi ülkesine dönüşmüştür. Bir dönemin geri sanayi ülkesi olarak değerlendirilen çok sayıda ülke, kapitalizmin orta derecede geliştiği, bir kısmının da daha ileri kapitalist gelişme sağladığı ülke haline geldi. Herhalde bu gelişme, Tanrının inayetiyle değil de, toplumsal üretici güçlerin gelişmesiyle gerçekleşmiştir.


Sermaye birikimi, kapitalist üretim tarzının nesnel yasası, içsel bir özelliğidir. Sermaye birikimi, artı-değerin bir bölümünün üretimin genişletilmesi için yeniden kullanımıdır. Kapitalist genişletilmiş yeniden üretim süreci bu temelde şekillenir ve ilerler. Dolayısıyla kapitalizm, kapitalizmin gelişimi, sadece bir yeniden üretim süreci değil, aksine kapitalist üretim ilişkilerinin sürekli ve genişletilmiş ölçekte yeniden üretim sürecidir. Bu nesnel yasanın reddi, Marks ve Lenin'in görüşlerinden açıkça kopma anlamına gelir. Emperyalist küreselleşmenin bu nesnel temeli, gelişme yasasını imkansız kıldığı için ha çöktüğü ha çökeceği, ''onu kırmak'', ''gömmek gerekir'' üzerine sözde analizler ''sol'' keskinlikten başka bir şey değildir.


1917 Ekim Devrimi ve 1945'lerden sonra doğan sosyalist kampın tarihsel deneyiminin kanıtladığı gibi, emperyalist dünya sistemi içerisinde dünya proleter devriminin nesnel koşulları olgunlaşmıştır, bunun için ''emperyalist kapitalizmin'' aşılmasıyla ''emperyalist küreselleşme '' aşamasını ne beklemek gerekiyor ne de ilk defa bu koşullar emperyalist küreselleşmeyle ortaya çıkmıştır. Gerçek şudur ki, Kapitalizmin son aşaması olan emperyalizm aşamasıyla bu nesnel ön koşullar zaten ortaya çıkmış, olgunlaşmış; uluslararası tekellerin emperyalizm evresiyle bu koşullar daha keskin olgunlaşarak derinleşmiştir.


Eğer II. Enternasyonal oportünizmin ihaneti olmasaydı acaba dünyamız nerede olacaktı!? Eğer Kruşçevci modern revizyonist ihanet ve karşı-devrim olmasaydı acaba bugün dünyamız nerede olacaktı?! İki tarihsel kritik evrede/dönemeçte gerçekleşen ihanet ve karşı-devrim saflarına geçişin emperyalizm ve uluslararası sermaye ve burjuva devletler için olağanüstü bir avantaj sağladığı açıktır. Tabii ki bu olgular da çağımızın olgularıdır, başta nesnel faktör olmak üzere subjektif faktörle birlikte analiz edilmesi gereken olgulardır. Bunları hatırlatmamızın nedeni, dünya proleter devriminin zaferi için nesnel koşulların (ekonomik-toplumsal koşulların) ancak ''emperyalist küreselleşmeyle'', ''varoluşsal kriz''le birlikte ortaya çıktığı/olgunlaştığı oportünizmine dikkat çekmek içindir. I. Emperyalist Paylaşım Savaşı'yla başlayan, özellikle de Ekim Devrimi'nin zaferiyle açılan tarihsel dönemeç, emperyalizmin genel bunalım çağıdır. Bu çağda, emperyalizm ve proletarya devrimler çağında, emperyalist dünya sistemi dünya proletarya devriminin zaferi için nesnel koşulları itibari ile zaten olgunlaşmıştı. Ekim Devrimi'nin zaferi ve başarılı sosyalist inşa süreci, ardından sosyalist kampın ortaya çıkışı vurguladığımız temel tarihsel gerçeğin, teorinin sınandığı tarihsel pratiğin berrak bir anlatımıdır.


Aslında sözkonusu teori ve propaganda revizyonizmin ve Troçkizm'in damgasını taşımaktadır. Dünya proleter devrimi üzerine bütün sahte söylemine rağmen, gerçekte Troçkizm, bugün bile dünya proleter devriminin nesnel koşullarının yalnızca emperyalist ülkelerde olgunlaştığını savunuyor. İleri kapitalist ülkelerde devrim zafer kazanmadığı müddetçe bu ülkelerin dışında kalan ülkelerde sosyalizmin zaten inşa edilemeyeceği gibi proletarya diktatörlüklerin de ayakta kalamayıp yıkılacağını ya da bürokratik totaliter diktatörlüklere dönüşeceğini savunmalarının anlamı budur.


Yalnızca bu kadar da değil, Troçkizm, Batı merkezli olarak dünya devriminin gerçekleşmesinden sonra da sosyalizmin kurulamayacağını, gündeme ''geçiş toplumu''nun geleceğini, ancak böyle bir geçiş toplumundan geçildikten sonra ''sınıfsız toplum olan sosyalizme'' geçilebileceğini ileri sürmektedir. Bu ülkeler kategorisi dışında kalan ülkelerde proleter devrimin nesnel koşullarının hala oluşmadığını savunuyorlar. Proleter devrimin ancak Batılı ülkelerde, (emperyalist ülkelerde) gerçekleşmesinden sonra, o da, uzun bir geçiş toplumu sürecinden sonra sosyalizmin kurabileceğine inanıyorlar. Kuşkusuz ki dünya burjuvazisi bu teori ve pratiklerden son derece memnundur. Hepimiz kendimize soralım; niye memnun olmasın ki?!!!


Troçkizm, II. Enternasyonal oportünizminin yol göstericiliğinde, emperyalizmin en zayıf halkasının ya da zayıf halkalarının kırılmasıyla proletarya diktatörlüğü altında sosyalizmin inşa edilemeyeceğini, nitekim SSCB'de ve sosyalist kampta sosyalizmin hiçbir zaman kurulmadığını ve kurulamayacağını ileri sürerek, ''Stalinizme karşı mücadele'' sahtekarlığıyla Marksizm-Leninizm'e, Ekim Devrimi'ne, sosyalist inşaya karşı ideolojik-siyasi saldırmaya devam ediyor. Zıvanadan çıkmış ''sol'' çığırtkanlıkla Troçkizm'in dünya proletaryasına ve halklara söylediği şey, şudur; umut etmeyin, mücadele etmeyin, bekleyin, devrim sizin neyinize, bakın SSCB, sosyalist kamp çöktü, neden o yola bir kez daha gireceksiniz ki; Batıda devrim olacak, onu da Troçkistler yapacak, böylece dünya kurtulacak, sizler de kurtulmuş olacaksınız. Ama dünya devrimi zafer kazansa da, sevgili Avrupa'mızda, İngiltere'mizde, ABD'mizde zafer kazansak bile yine de sosyalizmi kuramazsınız; sabırlı olun, hele geçiş toplumu da bitsin ki sosyalizme geçebilesiniz. Sizleri ancak II. Enternasyonal oportünizminin Batı merkezci bakış açısı ve temel teorisi, onun yolunda giden Troçkizm kurtarabilir. 21. yüzyılın Marksizmi, Troçkizm'dir.


Yazar da bu yolun yolcusu. Yazar da aynı düşünceleri savunuyor.


Tekrar konuya doğrudan dönecek olursak;


Kapitalist üretim ilişkileri, kapitalist genişletilmiş yeniden üretim süreci, kapitalizmin genel ekonomik krizleri nesnel karaktere sahiptir ve kapitalizmin nesnel ekonomik yasaları üzerinde yükselir. İradeyle, subjektif analizlerle, gerçeklerin yerine hayali analizleri geçirerek nesnel gerçekler, nesnel hareket yasaları ortadan kaldırılamaz. Bunu yadsımak Marksizm-Leninizm'i yadsımaktır.


Lenin, ''Halkın Dostları''nı eleştirirken vurguladığı şu gerçek, yazarımız için de olduğu gibi geçerlidir; ''yineliyorum, öznel toplumbilimin en tipik özelliği, gerçekliğin doğrudan ve kesin bir tanımından korkması, küçük-burjuvazinin... 'idealler' dünyasında uçmayı yeğlemesidir.'' ''Emperyalist küreselleşme aşaması'' gerekçesinin ardına gizlenen yazar, zorunlu uygunluk yasasını reddetmektedir. Bir yandan, ''kapitalist üretim ilişkilerine içkin olan ekonomik yasalar.''dan bahsederken diğer yandan bu nesnel yasalar artık yoktur diyen yazarın öznel toplum bilimini temel aldığı, ''ve idealler dünyasında'' uçtuğu açıktır. Lenin'in ''Halkın Dostları''nı eleştirirken söylediği şu sözler, olduğu gibi metafizikçi, idealist yazarımız içinde geçerlidir; ''Yıkmaya kalkıştığı öğreti (Marksizm), birinci olarak, tarihin materyalist anlayışına, ikinci olarak da, diyalektik yönteme dayanır.''


Marks'ın öğretisinin ''... bilimsel bir toplumbilimini ilk kez olanaklı kılmasının bir başka nedeni de, yalnızca toplumsal ilişkilerin üretim ilişkilerine ve bu sonuncuların da üretken güçlerin düzeyine indirilmesinin, toplum biçimlenmelerindeki gelişmenin doğal tarihin bir süreci olduğu anlayışına sağlam bir temel sağlamasıdır.'' (Lenin) teorisinin yazarımıza yol göstermediği açıktır.


Yazar, nesnel temelini yitirmiş, nesnel yasaları olmayan bir ''emperyalist küreselleşme'' aşaması teori ve analiziyle, ''... maddi yaşamın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir.'' diyen Marx'ı, Marksizm-Leninizm'i yadsımaktadır.


Kapitalist emperyalizm kronik bir durgunluğa saplanmıştır. O, kronik sermaye fazlası, kronik kapasite kullanım düşüklüğü, kronik kitlesel küresel işsizlikle boğuşuyor. Para sermayenin maddi üretime değil de mali piyasalara yoğunlaşması vb. olguları, kapitalizmin insanlık ve üretici güçler için ne kadar gereksizleştiğini, ne büyük engel haline geldiğini, yıkılmasının ne denli keskin bir gerçek olduğunu kanıtlıyor, kanıtlamaktadır.


Bu görüngüler kapitalizmin üretim ve dolaşım sisteminin nasıl teklediğininin, ekonomik krizlerden gönenç evresine geçememesinin, ne derin açmazlarla karşı karşıya kaldığının çarpıcı ifadesidir. Kuşkusuz ki bu, kapitalizmin toplumsal üretici güçlerin özgürce gelişiminin önündeki ana engeli oluşturduğunun ve gittikçe daha keskin engel haline geldiğinin çarpıcı kanıtıdır. Kapitalizm bilimsel ve teknolojik devrimleri azami kar için kullanırken öte yandan da eğilimli düşen kar oranlarından dolayı, bilim ve teknolojiyi üretici güçleri geliştirmenin etkin aracı haline getirememektedir. Bu çelişki, onun nesnel karakteridir. Kapitalizmin gerçeği çelişkili gerçektir. Bu çelişkiler kapitalizmin tarihsel var oluşunun çelişkileridir. Kapitalizmin niteliğini değerlendirirken tek yanlı, onun bütünsel gerçeğini ve dinamik hareketini dikkate almayanların bakış açısı, analizleri ise ne diyalektiğe ne de materyalizme uygundur.


Tekrar vurguluyoruz, nesnel karaktere sahip yasaları olmayan bir kapitalizm. Nesnel maddi toplumsal temeli olmayan bir kapitalizm ya da ''emperyalist küreselleşme aşaması.'' Burada kaskatı subjektif idealizmle karşı karşıyayız. Burada Marksist-Leninist politik-ekonomi biliminin kaba saba red ve mahkum edilmesiyle karşı karşıyayız.


''Marx için önemli olan tek şey, araştırdığı görüngüleri yöneten yasaları bulmaktır.'' Doğada ve toplumsal gelişmede belirleyici olan tüm görüngüleri yöneten yasaları bulmaktır ve bu yasalar, diyalektik gelişmenin nesnel karaktere sahip yasalarıdır. Tarihin ve toplumsal tarihin hareketi nesnel gelişme yasalarına dayanır. Nesnel yasaları olmayan bir kapitalizmden-emperyalizmden bahsetmek, bunu teorize etmek, propagandasını yapmak şirazeyi yitirmiş olmak demektir. Bu sözde teori ve analiz, kapitalist üretim ilişkilerinin son bulduğu/bittiği anlamına gelir ve bu ise kapitalist emperyalizm olmaktan çıkmış, belirsiz, şekilsiz, ne olduğu bilinmeyen yeni bir üretim tarzı anlamına gelir ya da kapı bu saçmalığa ardına kadar açılmış anlamına gelir. Kapitalist emperyalizm, kapitalist üretim ilişkileri kendiliğinden yıkılmaz. Kapitalizmin proleter devrimle yıkılmasıyla, kapitalist üretim tarzının nesnel yasaları da tasfiye edilmiş olur. Emperyalist dünya sistemi henüz yıkılmış değil. Buna rağmen küresel bir dünya sistemi olan emperyalizmin ekonomik yasaları yoksa, o zaman kapitalist üretim tarzı gerçekte zaten kendiliğinden aşılmış ya da yıkılmıştır. Yani, eleştirdiğimiz perspektif ve analiz pekçok saçmalığı içerisinde taşıdığı gibi, insanı bir dizi hezeyana da sürükler.


Her üretim tarzı nesnel karaktere sahip yasalar üzerinde yükselerek biçimlenir. Kapitalist üretim tarzı da kendi nesnel ekonomik gelişme yasalarına sahiptir ve bu nesnel yasalar kalem darbeleriyle, sözde analizlerle, subjektif çığırtkanlıkla ortadan kaldırılamaz. Bu, nesnel gerçeğin yerine subjektivizmi koymaktır. Bu saçmalık, toplumsal, tarihsel nesnel karaktere sahip maddi gerçeğin ve onun nesnel hareketinin yerine iradeyi, subjektivizmi koyarak gerçeklerden kopmanın uç noktasıdır. Bu yanaşım ve analiz, gerçek durumun ve gelişmenin yerine, olanı değil, olması gerektiği düşünülen saçmalığın geçirilmesidir. Burada çağımızın karakterinin yadsınmasıyla, Leninizm'den, Lenin'in emperyalizm ve proletarya devrim teorisinden kopuşmayla, küçük burjuvazinin cephaneliğinden, özellikle de Troçkizm'den, Troçkist akımdan alınan cephaneyle karşı karşıyayız. Burada postmodernlerin kapitalizmin kendiliğinden aşıldığı, artık proletaryanın artı-değer üretmediği, Marks'ın ''emek değer teorisi''nin tarihe karıştığı ya da tarih dışına düştüğü anlayışıyla karşı karşıyayız.


Kapitalist emperyalizm, uluslararası sermaye, emperyalist dünya tekelleri karşımızda duruyor. Azami kar için üretim yapıyor. (Ki, azami kar yasası, kapitalist emperyalizmin temel ekonomik yasasıdır.) Kapitalizmin değer yasası, üretimin anarşik ve plansız gelişimi yasası, ekonomik kriz yasası (örneğin 2008 krizi, örneğin 2020 krizi), kapitalizmin nüfus yasası, tüm bu yasalar emperyalist dünya sisteminin gerçeği olmaya devam ediyor. Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası, emperyalizmin rekabet yasası keskinleşerek işliyor. Kar oranlarının eğilimli düşmesi nesnel gelişme yasası işlevli. Proletaryanın mutlak ve göreli yoksullaşması yasası çarpıcı işlevsel. Mutlak ve göreli artı-değer yasası tepkimeye devam ediyor. Burjuvazi elde etmek istediği hedeflerine yeterince ulaşamasada ve derdine derman olmayacağını bilsek de ''Endüstri 4.0 devrimi'' ile yeni teknolojik atılımlara yönelmiş durumda. Üretim kar için üretim olmaya devam ediyor. Üretim ve sermayenin yoğunlaşarak, merkezileşerek uluslararasılaşması dalgalı bir tarzda sürüyor. Sermaye ihracı açık bir olgu. Emperyalist devletler ve tekeller arası kıran kırana yürütülen rekabet ve hegemonya mücadelesi keskinleşerek devam ediyor vb.


Bu yasaların olmadığı bir kapitalizm, emperyalizm vs. teorileri ve analizleri saçmalamaktan, burjuvazinin ideolojik saldırılarına katılmaktan, proletaryanın bilincini bulandırmaktan, devrim ve komünizm teori ve pratiğini tasfiye etmeye çalışmaktan öte bir anlamı yoktur.


DEVAM EDECEK


Hasan OZAN İLTEMUR