24 Eylül 2021 Cuma

TROÇKİZM BALTASI, MAHİR SAYIN, SAVRAN... IV. BÖLÜM DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

TROÇKİZM BALTASI, MAHİR SAYIN, SAVRAN... IV. BÖLÜM

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

"Proletarya diktatörlüğü, eski toplumun güçlerine ve geleneklerine karşı inatçı bir mücadele, kanlı ve kansız, şiddetli ve barışçıl, askeri ve iktisadi, eğitsel ve yönetsel bir mücadeledir." (Lenin)

''Diktatörlüğün zorunlu belirtisi, zorunlu önkoşulu, sınıf olarak sömürücülerin şiddet yoluyla bastırılması ve dolayısıyla bu sınıfa karşı 'saf demokrasi'nin, yani eşitlik ve özgürlüğün çiğnenmesidir... Sorun teorik olarak böyle ve yalnızca böyle konabilir.'' ''Teorik sorun farklıdır. Şöyledir; Sömürücüler sınıfına karşı demokrasi çiğnenmeden proletarya diktatörlüğü mümkün müdür?'' (Lenin, iLa.)

Yukarıdaki alıntılar, Lenin'in teorisinin özünü yansıtmaktadır. Bu teoriyi içselleştirmeyen, teorinin pratik-politikada ifadesini bulan ve bulacak olan dolayımını yadsıyan her renkten akım ve birey kaçınılmaz olarak burjuva liberalizminin propagandisti haline gelmektedir.

Burjuva ve küçük burjuva ideologlar Marksizm-Leninizm'e, sosyalizme, sosyalist inşanın tarihsel deneyimine ideolojik olarak saldırırken özenle proletarya diktatörlüğünü salt zora indirgemektedirler. Dün olduğu gibi bugün de aynı ideolojik saldırı ve siyasi teşhir kampanyası bütün yoğunluğuyla devam etmektedir. Böylece proletarya diktatörlüğü teorisi, Lenin ve Stalin'in sosyalist devleti, ''Stalinizm''* terörle aynılaştırarak/indirgenerek teşhir edilmektedir. Sosyalizm, Marksizm maskeli akımlar da bu propagandanın ''sol'' sac ayağı ve emniyet subabı olarak kullanılmaktadır. Aynı demagoji ve manipülasyon ''Troçki Dosyası''na da (''Troçki Cinayeti'') damgasını basmıştır. Kuşkusuz ki, dosyanın fikirsel liderliğini Troçki ve ''Dosya''ya makale yazmış olan Sungur Savran'lar yapmaktadır. Sayıngiller çok sonra hidayete erdikleri için Troçkist propagandaya geç yedeklenmiştir. Tıpkı komünist hareketin/öncünün saflarında ortaya çıkan Troçkistler gibi. Haksızlık etmeyelim Sayın, bizimkilerden farklı olarak tipik bir Troçkist falan değildir.

''Demokratik sosyalizm'', ''özgürlükçü sosyalizm'', ''işçi demokrasisi'', ''doğrudan demokrasi'', ''radikal demokrasi'' vbg. kavramlar ardına sığınarak ağızlarına proletarya diktatörlüğünü almayan, proletarya diktatörlüğünün teorisine ve tarihsel deneyimine öfkeyle saldıranlar, burjuva liberal ideolojinin değişik varyantlarına tekabül etmektedir. Böylece aynı zamanda ''terör''le, devrimle, proletarya diktatörlüğü ile araya sınır çektiklerini ve ne yaman özgürlükçüler, demokratlar olduklarını kanıtlamaya çalışmaktadır.

Proletarya diktatörlüğü, devrilmiş sınıflar ve onlarla birleşenler için diktatörlük, proletarya ve halklar için demokrasidir. Ve proletarya diktatörlüğü, partinin önderliğinde ekonomik devrimi, siyasi devrimi, kültürel devrimi geliştirmekle yükümlü tarihsel olarak geçici bir araçtır. Bu devrim bütünleşik ve kesintisiz bir devrim sürecidir ve tüm bu tarihsel geçiş sürecinde sınıf mücadelesi iç ve küresel alanda dünya proleter devrimine ve nihai amaç olan komünizm amacına bağlanmış tarzda sürer. Sosyalist inşa sürecinde, somut koşullara bağlı olarak kesintisiz devrimin ve inşanın önüne şu veya bu alandaki görev ya da görevler çıkabilir. Demokrasi ve diktatörlük bu koşullara bağlı olarak yeniden ve yeniden şekillenerek gelişir. Ve bu süreç mekanik değil, diyalektik bir süreçtir. Sosyalist demokrasi bütün bu geçiş sürecin ruhunu oluşturur ve devrimci zor, sosyalist demokrasinin olmazsa olmaz bir bileşenidir. Demokrasi ile diktatörlüğü karşı karşıya koyan iki yüzlü burjuvazidir ve onu izleyen küçük burjuva demokratlarıdır. Gösterilmek istendiği gibi proletarya diktatörlüğü milyonları, on milyonları, kendi nüfusunu yok etmek için değil, aksine SSCB örneğinde de görüldüğü gibi, toplumun maddi ve tinsel gereksinmeleri için azami gelişme sağlamak, sosyalist sistemin meşruiyetini, sosyalist yasallığı yıkmak isteyen ama toplam nüfusun ancak küçük bir kesimi oluşturan gericiliği, karşı-devrimi ezmek için vardır. Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin küresel ölçekte tamamlandığı koşularda artık demokrasiden de bahsedilemez. Sınıflarla birlikte sınıf mücadelesinin aracı ve simgesi olan tüm araçlar ve biçimler gibi o arada demokrasi de asar-ı atika müzesinde yerini alır ve böylece, yeni bir çağ başlar; özgürlükler çağı, özgürlük çağı yeni tarihsel sürece damgasını basar.

SSCB sürecinde ortaya çıkan ağır zaaflar, olağanüstü koşullarla kuşatılmış ve tarihte ilk olan, geride herhangi bir sosyalist inşa deneyiminin olmadığı, teorinin (ve pratik-politikanın) acilen geliştirilmesi gerektiği bir tarih kesitinde kurulmaya çalışılan sosyalizm gerçeğiyle bağlıdır. Hele de tarihte bir ilk olan sosyalist kurucu çalışmada zaaflardan azade bir sosyalizm kurulabileceğini düşünmek sadece idealist bir ütopyadır. Fakat liberal ve Troçkist propagandanın göstermek istediği gibi, proletarya diktatörlüğü proletarya ve halka karşı değil, dar anlamda kullanacak olursak, devrilmiş gericiliğe ve süreç içinde onlarla birleşerek sosyalist iktidarı yıkmak için savaşan kesimlere karşı zordur. Ki bu sorunun temelinde bir bütün olarak özel mülkiyet dünyasının iç ve küresel alanda kesintisiz/sürekli devrimle her cephede tasfiyesi durur. Tarihte zorun, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde sosyalist zorun uygulanması olgusu, bu temelde yükselir, işlevselleşir ve söner.

SSCB'de ''milyonların katledilmesi'' demagojisinin en önemli ve belirleyici unsurunu kır burjuvazisinin mülksüzleştirilmesi ve siyasal bakımdan ezilmesi durmaktadır. (Bilindiği gibi Rusya'da Ekim Devrimi'nin zafer kazandığı dönemde nüfusun %80'nini köylülük oluşturmaktaydı.) Kırların burjuvazisi olan kulak sınıfına karşı kısıtlama politikasından sınıf olarak yok etme politikasına (1929) geçiş ve bu geçiş sürecinde kır burjuvazisinin mülksüzleştirilmesi, devlet ve kitlelerin devrimci zoruyla ezilmesi tarihsel ve politik bakımdan haklı, meşru, kaçınılmaz bir hak ve zordu. Kırlarda başlayan devrimin İkinci Ekim Devrimi olarak tanımlanması tarihsel bir gerçeği dile getirmektedir. Kulak sınıfı her fırsatta proletarya diktatörlüğünü yıkmak için savaşmış, hele de sınıf olarak yok edilme aşamasında her türlü gerici terörü kullanmış, katliamlar gerçekleştirmiş, parti ve devlet yöneticilerine, yerel sovyetlere ve kitlelere karşı suikast dahil her türlü kirli saldırıyı gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla sosyalist devletin, proleter ve emekçi köylülüğün devrimci zoru tümüyle gerekli, vazgeçilemez bir zorunluluktu. Üstelik daha sonra üzerinde duracağımız gibi, ölüm cezasıyla yok edilenler mülksüzleştirilen kulakların daha dar kategorisidir. Kulakların devrimci tasfiyesi, gösterilmek istendiği gibi tüm kulakların devrimci terörle yok edilmesi/öldürülmesi falan değildir. Bu sahte ve kirli propaganda, aşağılık burjuvazi ve yandaşlarının propagandasıdır. Kuşkusuz ki, kır burjuvazisi olan, kırsal kapitalizm olan kulak sınıfı (zengin köylülük) gönüllü olarak ayrıcalıklarından vazgeçseydi, sosyalist meşruiyete ve yasallığa sadık kalsaydı, bu durumda, bu sınıfa karşı zor uygulamak saçma olurdu. Fakat durumun tam tersi olduğunu biliyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun, cenneti yaşayan ama milyonlara, milyarlara cehennemi yaşatan sömürücü sınıflar ayrıcalıklarından ve üstünlüklerinden gönüllü olarak vazgeçtikleri koşullarda, bu durumda, onlara karşı, devrimci zor uygulanmak gibi bir sorun olmayacaktır.

(Nazi Almanyası tarafından Rusça hazırlanan propaganda posteri-''Kahrolsun Bolşevizm!'')

Marksizm-Leninizm'e, sosyalist inşaya, sosyalist deneyime, ''Stalinizm''e fütursuzca saldıranlar buyursun gitsin enerjilerini, yeteneklerini, politik dehalarını dünya burjuvazini ikna etmeyi adasınlar. Bu denemeden çıkacak sonuç, evet kardeşler, özgürlükçü demokratlar haklısınız, biz cennetimizden vazgeçerek tüm toplumsal zenginliklerimizi proletaryaya, onun önderliğindeki milyarlara devredeceğiz, bugüne kadar bunu yapmamakla suç işledik, ama artık pişmanız derse ve pratik olarak mülksüzleştirilmeyi, iktidarı terk etmeyi, tüm ayrıcalıklarından vazgeçmeyi ve proletarya diktatörlüğüne karşı bir direniş göstermeyeceklerini kabul ederse, bu durumda komünistler ve devrimciler de devrimci ezme politikasından vazgeçeceklerdir. Eğer önerdiğimiz (burjuvaziyi ikna) gibi bu duruşu sergileyecek ''özgürlükçü sosyalist''ler haklı çıkarsa, yapılacak tek şey, ''özgürlükçü sosyalist''lere özeleştiri yapmak olacak ve bu dahiyane yol göstericilikleri örnek alınacak ve onaylanacaktır. Böylece ''Marksizm'', ''Marksizm-Leninizm'' yenilenip geliştirilecektir vs.

(Almanya'da Spartakis Birliği karşıtı bir poster, 1919)

Ama bu liberal gerici bir düştür, tarihsel gelişmenin, sınıflar mücadelesinin, sosyalist inşanın deneyimi bu gerçeği kanıtlamıştır ve her gün değil, her salisya kanıtlamaya da devam etmektedir. ''Stalinizm'', yani Marksizm-Leninizm düşmanlığı yapanların da bunun olanklı olamadığını bilmediklerini düşünmek ise, gerçeklerle bağdaşmaz.

Doğrudur kırların sosyalist dönüşümü sürecinde ağır zaaflar da sergilenmiştir. Başlangıçta, parti politikasına aykırı olarak orta köylülüğün önemli bir kesimi de hedef alınmıştır ama bunun önüne hızla geçen de, bu uygulamaları mahkum eden de, kamuoyu nezdinde özeleştirisini yapan da Stalin ve partisi olmuştur.

Bu gerçekleri kavramayan, dahası ''köylülüğün terörle'' cezalandırıldığı, on milyonlarca ''köylü''nün yok edildiği vs. propagandasına ortak olanlar gerçekte burjuvaziye, onun yalan fırtınasına ortak olmaktadırlar. Bu demagoji ve manipülasyonun sözde sosyalist sahiplenicileri, kulaklara karşı uygulanan ekonomik ve siyasi baskıyı ve devrimci zoru tüm köylülüğü hedef almış gibi lanse ederek burjuvazinin, Troçkizm'in, sosyal demokrasinin, Kruşçevciliğin gerici ideolojik saldırısını tekrarlamaktadırlar. Stalin önderliğinde parti ve devlet, köylülüğün nispeten geniş ama küçük bölümünü oluşturan kulaklara karşı, 1929'da başlatılan atılım ve devrimin zaferinin kanıtladığı gibi, proletarya ve emekçi köylülükle sağlam bir bağlaşma kurmayı başararak kırları sosyalist temelde örgütlemiştir. Zaten SSCB nüfusunun en büyük bölümünü oluşturan emekçi köylülüğün desteği kazanılmamış olsaydı ne Ekim Devrimi ayakta kalabilir ne de kırların sosyalist dönüşümü başarılabilirdi.

Proletarya diktatörlüğü sınıflı toplumun ifadesidir. Sosyalist inşa sürecinde burjuvazinin ve küçük burjuvazinin proletarya diktatörlüğüne karşı sınıf mücadelesi yürütmesi nesnel ve kaçınılmaz bir olgudur. Uzlaşmaz karşıtlığa dayanan kapitalist yolla sosyalist yol arasında süren sınıf mücadelesi, sosyalist inşanın ve proletarya diktatörlüğünün içerisinde geçtiği somut tarihsel koşullara ve güç dengelerine göre şekillenir. Sınıf mücadelesi kaçınılmaz olarak yeni tarihsel koşullarda yeni biçimler alarak gelişir. Komünist partisi tam da bu keskin mücadelenin merkezindedir. Dolayısıyla bu nesnel durumun parti içerisine yansımaları da kaçınılmazdır. Bu olgu, parti içerisinde de keskin mücadelelerin patlak vermesini koşullar, biçimlendirir. Sözgelimi 30'lu yıllarda Buharincilik kırsal kapitalizmin ikinci bir Ekim Devrimi ile yok edilmesine karşı bir mücadele platformu olarak şekillenmiştir. Kırsal kapitalizmin yıkılması/tasfiyesi, buna eşlik eden küçük ölçekli mülkiyetin büyük ölçekli kolektif çiftlik harekatı içerisine çekilmesine karşı geliştirilen mücadele, o koşullarda Troçki ve Buharin çizgisinde somutlaşmıştır. Sınıf çıkarları nesneldir, özel mülkiyetçi temele oturan her sınıf ve tabaka kendi bu nesnel sınıfsal çıkarlarına bağlı olarak direnir, savaşır. Bunda anormal olan bir şey de yoktur. SSCB gerçeğinde de bu olgu, Ekim Devrim'in zaferi ve proletarya diktatörlüğünün kurulmasından sonra da (''Savaş komünizmi'', NEP, sosyalist sanayileşme vb.) çarpıcı biçimler alarak devam etmiştir. Ve kapitalist yolun temsilcileri, farklı biçimler alarak ortaya çıkan yönelimlerle, programlarla, pratik-politik duruşlarla temsil ettikleri sınıfın gereksinmelerine kendince yanıt olmaya çalışmıştır. Bu mücadelede kazanan Marksizm-Leninizm, proletarya, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşa çizgisi olmuştur. Yenilenler çizgilerinin nesnel karakteri, gereği, gereksinmeleri temelinde giderek uluslararası sermaye ile, değişik burjuva devletlerle birleşerek sosyalist devleti yıkmak, sosyalizmi tasfiye etmek için kaynaştılar. Olabilir, kendi siyasi çizgilerinin ''sosyalizmin sorunları''na çözüm getireceğine inanmış olabilirler ama inanmakla, izledikleri çizginin nesnel karakteri ve bu olgunun onları sürükleyip götürdüğü yer farklıdır. Ne Troçki, Zinovyev, Kamenev ne de Buharin baştan beri emperyalizminin ajanlarıydı. Fikirlerin, iktidar mücadelesinin nesnel karakteri var, sosyalist geçiş toplumunda da sosyalizm adına ileri sürülen, geliştirilen programlar iktidarlaşmak ister, bu amaçla mücadele eder.

Fikirler salt fikirler olarak kalmaz. Örneğin, bu fikirlerin temsilcileri, zalim mi zalim ''Stalinist diktatörlüğü'' yıkmak için politik hamleler yapar, yenilgi üstüne yenilgi alır ama bu, küçük burjuvazinin sözcülerini, liderlerini daha da kinlendirir, sosyalist meşruluk ve yasallıkla bağdaşmayan, onu yadsıyan yıkıcı-gerici mücadeleye yöneltir ve süreç, kaçınılmaz olarak iç ve uluslararası burjuvazinin saflarına geçişi getirir, getirmiştir. Bu gerçek bilince çıkarılmadıktan sonra, iyilik ve kötülük üzerine söylenen sözler, analizler vs. boş laftan ibarettir.

Yalnız Buharin değil, emekçi köylülüğe en ufak sempatisi bile olmayan Troçki de zengin köylülüğün tasfiyesini bir bütün olarak köylülüğün terörle tasfiyesi, köylü sınıfının ''Stalinist terör''le vs. cezalandırması olarak olarak lanse eder.

Burjuvaziye karşı uzlaşmaz savaşçı, Ekim Devrimi’nin önderi, ''sürekli devrimi''le dünya burjuvazisini amansızca yok edeceğini söyleyen ve söylenen sözde Bolşevik-Leninist Troçki, Stalin ve SBKP (B) önderliğinde başlatılan ve ikinci bir Ekim Devrimini ifade eden tarımın kolektifleştirilmesini, kır burjuvazisinin tasfiye tarihsel eylemini, İ. Deutscher'in anlatımıyla, ''yani ‘kulak’ların tasfiyesini’ bir felaket sayıyordu.' Tarımın kolektifleştirilmesini Stalinci bürokrasinin köylülüğü hedef alan gerici zor ve şiddet eylemi olarak lanse ediyordu. 'Kolektif çiftlik yapısının ikide birde çökme tehlikesiyle karşılaştığına inanmaktaydı.' 'Troçki sürgün yerinden boyuna Stalinci Politbüro’ya sesleniyor, bu yaban teşebbüsten vazgeçilmesini, köylerdeki barbarlığa karşı yine barbarca yapılan savaşın durdurulmasını, Marksist-Leninist geleneğin zorunlu kıldığı daha uygar bir yol seçilmesini istiyordu: Politbüro, köylü ile geniş bir anlaşmaya (ki, siz kulak sınıfı ile diye okuyun-bn.) doğru gitmeli, köylüyü kolektifleştirmeye zorlamakla (yani ikinci bir Ekim Devrimi yapmakla diye okuyun-bn.) bir hata işlediklerini bütün ulus (siz kulak sınıfı ve dünya burjuvazisi karşısında diye okuyun-bn.) karşısında itiraf etmeli ve kolektif çiftliklerden ayrılmak, özel çiftçiliğe dönmek isteyenlerin bunu yapmakta serbest olduklarını ilan etmeliydi. Troçki böyle bir davranışın birçok kolektif çiftliğin ve belki de çoğunluğunun dağılmasıyla sonuçlanacağını elbette biliyordu;…Troçki Muhalefetin iktidara geçmesi halinde bu politikayı uygulayacağını söylüyordu.' İşte size kapitalizmin ve burjuvazinin sözde amansız düşmanı Troçki’nin gerçek yüzü!!!

Ama sadece bu kadar da değil; peki Troçki, uluslararası sermayenin ve devrilmiş gericiliğin SSCB’deki öncü birliği, en önemli sınıfsal dayanağı durumunda olan kır burjuvazisini bu şekilde destekler ve tarımın sosyalistleştirilmesine karşı böylesine gerici, karşı-devrimci, sınıf işbirlikçisi bir politika izler ve yukarıdaki çağrıyı yaparken acaba hedefi neydi?

Onu da, yine I. Deutscher’den birlikte okuyalım:

'Stalinci Politbüro’ya göre, köylü ile (köylü ile değil, kulaklar!-bn.) böyle bir uzlaşmaya gitmenin artık vakti geçmişti. 1929 sonbaharından beri parti ve devlet bütün gücüyle bu mücadeleye katılmıştı; derinlemesine bir geri çekilme büyük bir bozgunla sona erebilirdi…imkansızdı. Hükümet, köylülerin kolektif çiftliklerden ayrılmasını serbest bırakmış olsaydı bütün bir tarım yapısı birdenbire çöker ve ortada kolektif çiftlik diye bir şey kalmazdı. Sonra da özel çiftliğin eski biçimine girebilmesi ve alışılagelen yolda işlemeye başlaması için de zaman lazımdı. Bu arada üretim ve yiyecek maddeleri arzı yeniden azalır ve sanayi kalkınması da birdenbire gerilerdi…Kolektifleştirmeden vazgeçme hareketi kolektifleştirme zamanındaki kadar çılgınca ve şiddetli hareketlere yol açardı.' Yani tam bir kaos ve yıkım! Devrilmiş gericiliğin ayaklanması! Muhtemelen proletarya diktatörlüğünün yıkımı ve yenilgisi! İşte Troçki’nin istediği şey de bu!!! Deutscher, devamla şunları yazar: 'Belki de, ülkeyi karşı-ihtilale kadar gitmeden yatıştırabilmek için, geçmişi temiz insanlardan ve Muhalefetten kurulu bir hükümetin iş başına gelmesi gerekirdi: İşte Troçki buna inanıyordu.” (Troçki, Kovulan Sosyalist, s.133-134-135, iba.)

Demek ki Troçki’nin derdi iktidarı ele geçirebilmek. Demek ki Troçki için iktidar her şeydir. Proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin yıkılması için derin bir kriz çıkartmak, bunun için her türlü provokasyon, manipülasyon, entrika, vs. vs., işte makyavelist Troçki’nin ve Troçkizm’in gerçek yüzü! Fazla söze gerek var mı!'' (Alıntılar, Hasan Ozan, SSCB'de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler)

Acaba Mahir Sayın'ın Troçki'nin bu sözde analizlerinden haberi haberi yok mu? Olmadığını düşünmek saflık olur. Ki Sayın da SSCB'de olan bitenleri ''uygarlık''la bağdaşmaz buluyor. Olmaz olsaydı bu ''milyonların kanını döken'' sosyalizm, başımıza neler açtı neler vs. diyor. Stalin deyince artık aklına otomatik olarak kan dökücülük, vahşet, dehşet geliyor. Ve SSCB'nin Stalin liderliğinde terör ve katliamlarla yönetildiğini savunuyor. İnsanlar, partiler bir kere burjuvazinin, Troçkizm'in, Kruşçevciliğin, Gorbaçovculuğun, Avro-komünizmin yalanlarını gerçek kabul etmesin, etti mi gidilecek yer, yapılacak propaganda ve ajitasyon zaten baştan bellidir.

Burjuvazinin insandan, toplumsan, insan haklarından, demokrasiden, adaletten, uygarlıktan anladığı tek şey, kendi sınıfsal çıkarıdır, devrilmiş gericiliğe ve kulaklara özgürlüktür. Yani sömürücü sınıflara karşı mücadele eden, burjuva egemenliği yıkan, sosyalist inşaya girişen herkes insan haklarına, demokrasi ve özgürlüğe, adalet ve eşitliğe düşmandır. ''Stalinizm''in, ''Stalinist diktatörlüğün'' milyonların kanını dökmesi meselesinin özü ve özeti de burada yatmaktadır; fakat ileride üzerinde duracağımız gibi, bu sorun, daha kapsamlıdır. Bu tartışmalarda ve ideolojik saldırılarda söz konusu olan, örneğin, sosyalist inşa sürecinde yapılan haksızlıklar, aşırılıklar, sosyalist demokrasinin işlemesindeki ağır kusurlar ve yetersizlikler, politik yabancılaşma, parti ve devlet kültü sapması, ayrıcalıklı yeni tip bir küçük burjuva tabakanın doğuşu ve gelişmesi, bürokratlaşma vs. değil, gerçeklerin sayısız biçimlerde çarpıtılarak sosyalizmin vahşet, dehşet, katliam, soykırım toplumu ve rejimi olarak gösterilmesidir. Bu gerçek bir an olsun bile unutulmamalıdır.

Lenin zamanında şu gerçeği boşu boşuna ısrarla vurgulamamıştı;

''Çok zorlukları aşmamız gerekecek, çok özveride bulunacak ve çok hata yapacağız çünkü bu, kitaplarda hiçbir şey bulunmayan, tarihte örneği olmayan yeni bir eserdir. Elbette bu tarihteki en büyük ve en zor geçiştir, fakat başka türlü bu dev geçiş gerçekleştirilemez.'' (Seçme Eserler, C. 7, s. 282)

Keza Lenin;

Sorunun özünü ele aldığımızda ise-tarihte hiçbir yeni üretim tarzının, uzun bir başarısızlıklar, hatalar, geri tepmeler dizisi olmadan bir çırpıda kök saldığı görülmüş müdür…'' der.

Yaşadığımız tarihsel deneyimler Lenin'i haklı çıkardığı gibi aynı zamanda ''tatlı su sosyalistleri''nin, yenilgiye teslim olmuş tasfiyeci siyasi çevrelerin gerçeğini kavramamıza da yol göstermektedir.

Bernsteincı, Kautskyci, Troçkist, Frankfurtçu, Titocu, Kruşçevci, Lacluacı, Negrici, Çavezci vs. ''Marksizm''lerin, ''sosyalizm''lerin burjuva liberal demokrasi ve diktatörlük teorileri peşinde koşanların, onların teori ve politikalarını yenilik olarak pazarlayanların sosyalizm ve komünizm, dünya proleter devrimi gibi herhangi bir sorunu yoktur. Nesnel gerçek budur. İlgilendiğimiz olgu da budur. ''Marksist'', ''sosyalist'' lafazanlıkla bu gerçeklerin üstünün örtülmesine izin verilemez. Burada iyi ya da kötü niyet meselesinin bir önemi yoktur. Ve Lenin'in, ''Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.'' sözlerini, ''iyi niyetli oportünistlerin'' bilinçli oportünistlerden daha tehlikeli olduğu uyarısını da asla unutmamalıyız.

Mahir Sayın'a göre, özellikle Stalin tarafından milyonlar (kimilerine göre de on milyon, 60 milyon, hatta 100 milyon!) yok edilmiş. Bu da SSCB'de gerçekleşen sosyalist inşanın ve proletarya diktatörlüğünün kanlı mı kanlı bir diktatörlük olduğunu göstermişmiş. Bu propaganda ve ajitasyon, burjuvazi ve Troçkizm, sosyal demokrasi ve Kruşçevcilik vs. tarafından örgütlenegelmiş sahte propagandadır. Eh Mahir Sayın da, olmaz olsun böyle sosyalizm, başımıza neler açtı neler, bari Çarlık yıkılmasaydı da... demektedir. Milyonları korumak için milyonlar yok edildi iddiasında bulunmaktadır. ''Tasfiye partiden çıkarma değil fiziken yok etme anlamına gelmektedir onun (Stalin-bn.) için.''  sahte iddiasında olduğu gibi Mahir Sayın yeni hiç bir şey söylememektedir; zaten onlarca yıl önce söylenenleri tekrarlamaktadır. Biliyoruz ki şu veya bu burjuva, burjuva revizyonist tarihçinin, Kruşçevciliğin vs. sözde iddialarına dayanarak bilmem ne kadar milyonun kanı akıtıldığını ileri sürmek sistematik bir şekilde 'kanıt'' olarak lanse edilmektedir. Bu bir ''toplum mühendisliği'', ''halkla ilişkiler uzmanlığı'', manipülasyon sanatının operasyonudur. Sözgelimi bu bakımdan Grover Furr'un ''Hruşçov'un Yalanları'' kitabını incelemek de son derece aydınlatıcıdır. 1930'lu yıllarda yapılan yargılamalar meselesini başlı başına daha ilerde ele alacağımızı hatırlatıp şimdilik geçiyoruz.

Beşinci dipnotta şunları yazmış Sayın;

'' Bu çok netameli, tehlikeli bir kavramdır. Çoğunlukla bu laf 'sosyalizmi emperyalist saldırıya karşı korumak' perdesi arkasına gizlense de bunu arada bir ama halkı denetleme ve 'sosyalizmi onlara karsı koruma' işini sürekli olarak yapar. Bu mantıkta olan General Jaruselski Polonya’da 'sosyalizmi korumak için' askeri darbeye bile başvurabildi. Eğer sosyalist devlet dediğimiz işçi sınıfının Sovyetler aracılığıyla egemen sınıf olarak örgütlenmesi ise ve bu koruma sokaklara dökülen işçilere karşı gerçekleşiyor ise, diğer korunan 'sosyalizm' ne olmaktadır?''

''General Jaruselski'', 1981 yılında Polonya proletaryasına karşı sosyal faşist askeri darbe gerçekleştiren zat-ı muhteremdir. Kruşçevci kızıl maskeli karşı devrim sonrası Polonya'da sosyalizm çoktan tasfiye edilmişti**. Kaldı ki, yaşamınız boyu revizyonist/kapitalist kampı ve sosyal emperyalizmi sosyalizm olarak ilan eden, savunan sizlerdiniz, orta yolcu cepheydi. Kalkıp sosyal faşist askeri darbeyi anti-Leninist, anti-Stalinist kampanyaya dayanak yapmak baştan aşağı yanlıştır.

Evet, ''Halk düşmanı'', ''sosyalizmi emperyalist saldırıya karşı korumak'', ''Bu çok netameli, tehlikeli bir kavramdır.'' Öncelikle emperyalist saldırıya ve kuşatmaya karşı sosyalizmi korumak ve geliştirmek proletaryanın, her sosyalist sistemin, proletarya diktatörlüğünün görevidir. Bu saldırılar hep oldu ve olacak. Sosyalist inşa sürecinde emperyalizme, kapitalizme, faşizme karşı mücadele maskesi giyerek Sovyet proletaryasına ve halkına zarar veren sapmalar, eğilimler, kışkıtmalar ortaya çıktı. Fakat bu doğru yaklaşımın proletarya ve halka karşı bir baskıya dönüşme olasılığı ile dönüşmüş olması iki farklı durumdur. Lenin ve Stalin döneminde birinci olasılık/tehlike SSCB somutunda da bir olguydu ama teorik ve pratik olarak bu olasılığın ve bu doğrultudaki sapmaların, aşırılıkların önüne geçilebildi. İkinci durum ise, başlıca olarak SSCB'de ve sosyalist kampta proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin tasfiyesi sürecinde giderek egemen hale geldi. Bu olgunun temelinde Kruşçevci modern revizyonist karşı devrimle başlayan ve giderek bir olguya dönüşen kapitalizmin restorasyonu realitesi bulunmaktadır. Bu iki tarihsel dönemi sosyalizm olarak kabul etmek nesnel gerçeğe, tarihsel deneyime aykırıdır. Her iki tarihsel kesiti sosyalizm olarak görenlerin yeni tip SSCB burjuva devletinin yönlendirmesiyle Jaruselski önderliğinde yapılan askeri darbeyi proletarya diktatörlüğünün işçi sınıfına ve kitlelere baskısı ve saldırısı olarak görmesi ya da benzer bir yaklaşım sergilemesi anlaşılırdır ama yanlıştır. Söz konusu askeri darbe Polonya proletaryasından ve halkından kopmuş yeni tip burjuvazinin ve devletinin gerici, karşı devrimci, sosyal faşist darbesiydi. Gerçek budur. 1956 sonrası kapitalizmin yeni tipten restorasyonu ile açılan ve gelişen sürecin günahları Leninci, Stalinci sosyalist geçmişe fatura edilemez. Aslında bu fatura, aynı zamanda bu nesnel gerçekleri kavramayarak revizyonist/kapitalist sistemi onlarca yıl sosyalizm olarak lanse edilenlere de kesilmelidir.

DEVAM EDECEK

* ''Çıkış kaynağı hakkındaki şüpheler ne olursa olsun, soğuk savaşın, 1947 yılı boyunca, 'Britanya’da ve yurtdışında anti-komünist propagandayı yaymak' amacıyla, Dışişleri bünyesinde, Enformasyon Araştırma Departmanı (IRD) olarak bilinen özel bir departman oluşturan İşçi Partisi hükümeti tarafından İngiltere’de kurumsallaştırılmış olduğu konusunda hiçbir şüpheye yer yoktur.''


''1947’de kurulan Departmanın fikir babası Dış İşleri Bakanı Cristopher Mayhew’di. Mayhew, Ernest Bevin’e 17 Ekim 1947 tarihli mektubunda, Ruslara karşı özellikle bu amaç için kurulmuş olan dış işleri bürosu eliyle yürütülecek gizli bir 'karşı propaganda saldırısı' öneriyordu.  ''


''Mayhew bu toplantıda görüşlerini şu şekilde sundu: kampanya mümkün olduğu kadar sosyal demokratların yararına sonuç vermeliydi, ama, diyordu, 'statükonun savunucuları olarak görünmemeliyiz ve bundan kaçınmak için Rus komünizmine olduğu kadar kapitalizme ve emperyalizme de saldırmalıyız.' ''


''Bu olaydan sonra, IRD dışişleri konularına yoğunlaştı, 1948 Ekim’inde, 'Stalinist tiranlık ve çalışma kampları' temalı bir saldırı kampanyası başlatıldı. Bu ve benzer 'enformasyonlar' gazetecilere ve yayıncılara özel zarflarda yollanıyordu, böylece bunların kaynağı konusunda hiçbir şüpheleri olmuyordu.' Ancak bu dokümanların resmi politikayı temsil etmediği ve gerekli yerlerde kullanıldıktan sonra ihtiyaç kalmayınca yok edilmeleri özenle belirtiliyordu. '' (Soğuk Savaşın Kökenleri, Ernie Trory. İlk kez Stalin Arşivi tarafından Türkçeleştirilmiştir.)


''CIA; Sidney Hook ve Melvin Lasky’nin önayak olmasıyla Kültürel Özgürlük Kongresi’ne kaynak sağlayan bir aygıt, her türden 'anti-Stalinist' solcu ve sağcıyı bir araya getiren bir çeşit kültürel NATO işlevi görmekteydi. Bunlar Batı’nın kültürel ve siyasal değerlerini savunmakta, 'Stalinist totalitaryanizme' saldırmakta ve ABD ırkçılığı ve emperyalizminin dolayında dans etmekte tamamen özgür bırakılmışlardı. CIA destekli gazetelerde ABD toplumuna yönelik ucundan kıyısından ayrıntıya ilişkin eleştiriler getiren yazılar ancak istisnai olarak yer bulabilirdi.

CIA’in kaynak sağladığı bu aydınlar koleksiyonuna ilişkin özellikle tuhaf olan yalnızca bunların aşırı politik taraflılıkları değildi, bunlar kendilerini aynı zamanda, Stalinist aygıtın çürümüş 'uşak' ruhlu 'ucuz kiralık yazarları' karşısında, tarafsız araştırmacılar, putları yıkan hümanistler, özgür ruhlu aydınlar ya da sanat için sanat yapan sanatçılar olarak gösteriyorlardı.''


Tom Braden CIA’in Uluslararası Örgütler Şube yöneticisidir;

''Braden’a göre CIA, yine CIA’den Cord Meyer’in, Hook, Kristol ve Lasky’nin anti-Stalinist entelektüel çalışmalarından söz ederken kullandığı deyimle 'edebi gevezeliklerini' finanse etti. Kendinden menkul 'Demokratik Sol' yayınlardan (Encounter, New Leader, Partisan Review gibi) en saygın ve ünlü olanlarına gelince, Braden, onlara ayrılan paranın CIA’den geldiğini ve 'Encounter dergisinin editörünün bir ajan olduğunu' yazdı. Braden 1953 yılında 'her alanda faaliyet gösteren uluslararası örgütlere müdahale ettik ya da bunları etkiledik' diyordu.''


''Saunders, Hook, Kristol ve Lasky tarafından ileri sürülen iddiaları çürütmektedir; bu iddialar CIA ve onun hayırsever vakıflarının hiçbir karşılık beklemeden yardımda bulunduğu şeklindedir. Yazar 'CIA’in sübvanse ettiği birey ve kurumlardan bir propaganda savaşının … parçası gibi davranmalarını beklediğini' kanıtlamaktadır. CIA’e göre en etkili propaganda 'bireyin CIA görüşlerini kendi görüşleri sanarak hareket etmesidir.' CIA, zaman zaman sosyal reformlar konusunda gevezelik yapsınlar diye bu gibilerin 'Demokratik Sol' varlıklarına izin verirken, asıl ilgilendiği Batılı Marksistlere, Sovyet yazar ve sanatçılara karşı 'anti-Stalinist' polemikler yürüten ve edebiyat tartışmalarına girişen aydınlardı; onlara bol miktarda para veriyor, bazılarını açık açık ödüllendiriyordu. Braden bu durumu, komünizme karşı savaşta CIA ile Avrupa 'Demokratik Solu' arasındaki 'ittifak' olarak niteliyordu. 'Demokratik Sol” ile CIA arasındaki işbirliğine Fransa’daki grev kırıcılığı, Stalinistlerin (George Orwell ve Sidney Hook tarafından) ihbar edilmeleri ve solcu sanatçıların kabul görmesini engellemek için iftira kampanyaları düzenlemek de dahildi (Pablo Neruda’ya 1964 yılında Nobel Ödülü verilmesini önlemeleri örneğinde görüldüğü gibi).'' (CIA ve Kültürel Soğuk Savaş - James Petras, Stalin Arşivi )


** Bkz. Hasan Ozan, SSCB'de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler, ''J. Kuron ve K. Modzelewski'nin Revizyonist Görüşlerinin Eleştirisi'', s. 432)


16 Eylül 2021 Perşembe

TROÇKİZM BALTASI, MAHİR SAYIN, SAVRAN... III. BÖLÜM

 

TROÇKİZM BALTASI, MAHİR SAYIN, SAVRAN... III. BÖLÜM

''Devletin, kendi karşıtıyla (kendisine karşıt olan sınıfla) uzlaşması olanaksız belirli bir sınıfın egemenlik organı olması, küçük-burjuva demokrasisinin hiçbir zaman anlayamadığı bir şeydir. Bizim Devrimci-Sosyalistlerimizle Menşeviklerimizin devlet karşısında takındıkları tutum, onların hiç de sosyalist değil (bunu biz Bolşevikler, hep tanıtladık), sözde-sosyalist laf ebeliği meraklısı küçük-burjuva demokratları olduklarını gösteren en açık kanıtlardan birisidir.'' (Lenin)

''Proletaryanın, sömürücülerin direncini bastırmak için olduğu kadar, nüfusun büyük yığınını —köylülük, küçük-burjuvazi, yarı-proleterler— sosyalist ekonominin "kurulması" işinde yönetmek için de devlet iktidarına, merkezi bir güç örgütüne, bir zor örgütüne gereksinimi vardır.'' (Lenin)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Gül bahçesinde yaşamıyoruz. Devrimden, proletarya diktatörlüğünden, burjuvaziyi yok eden ve dünya çapında yok edecek bir devrimden bahsediyoruz. Tarih boyunca proletarya ve halkların kanını dökmekte bir an olsun bile duraksamayan, tarih boyunca yüz milyonları yok etmiş ve eden ve etmeye devam edecek olan burjuvazi ve gericiliğe karşı mücadelede en büyük ve zorlu bedeller ödenmeden kapitalizm yıkılıp sosyalizm kurulamaz.

Tarih, sınıflı toplumdan bu yana sınıflar mücadelesi tarihidir. Ve sınıf mücadelesi, çağımızda, emperyalizm ve proleter devrimler çağında, en keskin, en derin, en kapsamlı düzeyine varmıştır. Rus kesintisiz devriminin zaferi, proletarya diktatörlüğü altında sosyalist inşanın deneyimi, Hitler faşizminin saldırısı, ''Soğuk savaş'' stratejisi vb. bu gerçeği yeterince kanıtlamıştır.

Hangi devrim kansız, bedelsiz zafere erişmiş ki! Şiddete dayanan devrim her devrimin temel ve genel yasasıdır. İktidarı ele geçiren her sınıf kendi egemenliğini aynı zamanda zora dayanarak elde tutar. Hele de kendi egemenliğine bir başkaldırısı varsa! Başkaldırı varsa, bu başkaldırının ezilmesi asla ''milyonların kanının dökülmesi'' anlamına gelmez.

Hatalardan, eksikliklerden, ağır zaaflardan azade çiçek bahçesinden geçerek, gönlünce gezinerek sosyalist inşanın gerçekleştirilmesinin olanaklı olmadığı kesindir. Her devrim ve diktatörlük kendi meşruiyetini ve yasallığını devrilmiş gericiliğe dayatacaktır. Bu SSCB için de geçerlidir. Proletarya diktatörlüğünün önderliğinde ilk sosyalist inşa sürecini yaşayan SSCB'de, Lenin ve Stalin'in önderlik ettiği SSCB'de dışardan emperyalizmin baskı, kuşatma, yıkma mücadelesi, içerde burjuvazi ve devrilmiş gericiliğin baş kaldırıları, sızma, sabotaj, imha, komplo, sosyalizmi yıkma mücadelesi olmasaydı, elbette ki ''milyonların kanı'' dökülmeyecekti. Komünistler, proletarya kan dökmeye meraklı değildir. Aşırılıklar mı var, başarılıksızlar mı var, çok güzel, sosyalizme reddiye yazmak ve bilmem kimin kanlı diktatörlüğü üzerine gericiliğin propagandasını yapmak yerine, tarihin deneyimlerini tartışalım, dersler çıkararak yürüyelim ama kuşkusuz ki bu bağlamda sorun bu değil, sorunun özü, burjuva saflara geçiştir... Proletarya ile burjuvazi arasında yalpalayan küçük burjuvazi, devrimin bayram günlerinde en hızlı devrimci, yenilgi ve gericilik yıllarında ise en büyük pişmanlığı sergiler. Tarihsel deneyimlerle bu olgu sabittir ve bu gerçek Mahir Sayın'ın geçirdiği evrim tarafından da kanıtlanmıştır.

Neymiş, Lenin'den başlayarak özellikle de Stalin döneminde propaganda, ajitasyon, örgütlenme ve eylem özgürlüğü yokmuş veya yok edilmişmiş.

Lenin ve Stalin, proletarya diktatörlüğünün meşruiyetine ve yasallığına karşı illegal, yasadışı gerici mücadeleye girilmedikçe hiçbir partiyi yasaklamamıştır. Menşevik ve Sosyalist Devrimci Parti, anarşist hareket, Ekim Devrimi'ne, proletaryanın egemenliğine karşı, devrilmiş gericilikle ve emperyalizmle birleşerek silahlı mücadeleye girdikleri için kendi kendilerini tasfiye etmişlerdir. Bu onların gerçeğiydi. 1918'de ''Sol Sosyalist Devrimci Parti'' iktidar ortağıydı. Devlet ve hükümette önemli görevler üstlenmeye devam etmişti. Sonra proletarya diktatörlüğünü yıkmak için başarısız bir darbe gerçekleştirdi (Bolşevik önderlere suikastler düzenleyen, Lenin'i ağır yaralayarak erken ölümüne yolaçan parti). Ne yapacaktı Bolşevikler, gül mü atacaktı? Öteki yanaklarını mı çevirecekti? İktidarı mı verecekti? Canınız sağ olsun, demokrasi var, haydi özgürce yapmak istediklerinizi yapmaya devam edin mi diyecekti? Onlar bu gerici, karşı devrimci saldırıyla kendi elleriyle kendi varlıklarına son verdiler. Tıpkı diğer küçük burjuva partiler gibi.

Bu gerçekleri gizleyip, çarpıtıp bu gericileşen, karşı devrime katılan partileri savunmak kuşkusuz ki, komünistlerin ve tutarlı devrimcilerin işi olamaz. Demokrasi, insan hakları, özgürlük adına silahlı karşı devrime demokrasinin D'si bile uygulanamaz; aksine devrimin zoruyla, proletarya diktatörlüğünün amansız gücüyle gericiliği, gericilikle birleşenleri ezmek tümüyle meşru ve tarihsel-politik haktır. Paris Komünü'nün tarihsel deneyiminden de bildiğimiz gibi, karşı-devrimci zora karşı ikircimsiz ve amansız devrimci zoru uygulamadan bir gün bile ayakta kalmak olanaklı değildir.

Sınıflara üstü, tarafsız bir demokrasi ve zordan bahsedilemez. Zor vardır zor vardır; ilerici, devrimci zor ile gerici, karşı devrimci zoru aynı kefeye koyup zor karşıtlığı yapamayız. Milyonların, on milyonların dökülen kanı demagojisi ile sosyalist zoru reddenler, sosyalist zoru vahşet ilan edenler, haklı haksız savaş, haklı ve devrimci ve haksız ve gerici zor arasındaki ayrımları muğlaklaştıranlar, dahası reddiye yazanlar eğer cehaletten değilse, ya burjuvazinin ve Troçkizm'in temsilcisidirler ya da burjuvazinin ve yedeğindeki gerici akımların dümen suyuna kapılmış demektir.

Tarihsel gelişmenin karşısına dikilen her zor gericidir, haksızdır. Tarihsel gelişmeyi hızlandıran, o arada proletaryayı ve halkları hedefleyen gerici zora karşı devrimci zor mutlak bir haktır ve zorunludur. Bu hakkın reddi; bu cürettin gösterilmemesi uluslararası proleter devrim sürecinde, giderek sosyalizmin inşası ve komünizme gidiş sürecinde devrimci sınıf zorunun reddi, tam da uluslararası burjuvazinin ve yedeğindeki ideolojik ve siyasi akımların tarihsel ve politik misyonları çerçevesinde proletarya ve halklara dayattıkları gerici bir teori ve pratiktir. Burjuva hümanizmiyle, sivil toplumcu düşlerle ise zaten bu mesele doğru konulamaz ve burjuva ideolojik saldırılar göğüslenemez.


Sınıflar üstü bir demokrasi ne dün, ne bugün ne de yarın olacaktır. Proletarya diktatörlüğü, adı üzerinde sınıfsal bir diktatörlüktür; egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın devrilmiş gericilik üzerindeki örgütlü sosyalist zorudur. Proleter devrimin zaferinden doğan proletarya diktatörlüğü sınıf mücadelesinin sonu değil, komünizme gidişte yeni bir başlangıçtır; bu yeni başlangıçtan başlayarak kapitalizmden komünizme gidiş sürecinde sınıf mücadelesi daha sert, karmaşık, zorlu biçimler alacaktır, ki bu süreç kesintisiz bir devrim sürecidir. SSCB deneyimi bu gerçeği yeterince açığa çıkarmıştır, hakeza, sınıf mücadelesinin yeni biçimler alacağını, önlenemezse yeni tip bir küçük burjuva katmanın ortaya çıkacağını, giderek kızıl maskeli bir karşı devrimi örgütleyerek iktidarı gaspedeceğini, kapitalizmi yeni tipte restore edeceğini de göstermiştir.


Ya proletarya diktatörlüğü ya da burjuva diktatörlüğü! Ortası yok! SSCB deneyimi bu gerçeği, yalın bir biçimde ortaya koymuştur. Proletarya diktatörlüğü, tüm burjuvazinin ve yedeğindeki anti-Stalinistlerin de en büyük korkusudur. Ve onlar biçimsel burjuva demokrasisinin ölçülerini öne sürerek ve dayatarak proletarya diktatörlüğü teori ve pratiğini, tarihsel deneyimini mahkum etmektedirler. Lenin ve Stalin ve partisi, fikirlerinden dolayı değil, proletarya diktatörlüğüne ve sosyalist inşaya karşı, illegal-yasadışı örgütlenerek, iç ve dış gericilikle birleşerek gerici, karşı devrimci bir mücadeleye giriştikleri için bu kategoriyi hedefleyen devrimci zora başvurmuştur. Bu ana tarihsel gerçeği gizleyerek yapılan Bolşevizm düşmanı propaganda, sınırsız bir iki yüzlülüğün de ifadesidir. Söz konusu olan proletarya ve halklar değil, söz konusu olan toplumun küçücük bir kesimidir; iç ve uluslararası gerici bağlaşıklarıyla her türlü yöntemi kullanarak proletarya diktatörlüğünü yıkma, sosyalizmi tasfiye etme mücadelesi veren çok küçük bir karşı devrimci kesimdir. Emperyalistler, Troçkistler, sosyal demokratlar vb. bu gerçeği yok sayarak, karşı-devrimci çetelere uygulanan devrimci zoru sanki Sovyet halklarına (o dönem 180 milyonluk kitleye) uygulanmış zor gibi lanse ederek kirli bir savaş yürütmektedir. Bu gerici propagandayı kılık değiştirmiş bir çizgide ''Marksizm'', ''sosyalizm'', ''demokrasi'', ''özgürlük'' vs. adına üstlenenler burjuvazinin, Troçkizm'in, Kruşçevciliğin safına geçerek, gerici propagandanın taşıyıcı kolonlarından birine dönüşerek, ideolojik gericiliğin yayılmasının aracı/aleti olmaktadırlar.


Komünistler eşitlikten biçimsel olan burjuva anayasal eşitliği, proletarya ve burjuvazinin yasal eşitliğini anlamazlar. Anayasal eşitlik bütün biçimselliğine ve sınıflararası uçurumu gizlemesine karşın, feodal gericiliğe karşı burjuvazinin devrimci mücadelesinin ürünü olan çok önemli tarihsel ve politik kazanımdır. Fakat komünistler anayasal eşitliğin temeline ekonomik eşitliği koyar ve dünyayı değiştirme devrimci eylemini bu temele ve hedefine oturturlar ve bunun mücadelesini verirler. Emek sermaye temel çelişkisinin sosyalist devrimle (ve sosyalist inşa yoluyla) çözülmediği koşullarda proletarya ve halkların sömürüden, zulümden ve toplumsal eşitsizliklerden kurtulabilmesi olanaklı değildir. Dolayısıyla, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde proletarya diktatörlüğü, bu geçişin zorunlu politik ön koşuludur. Bunu yadsıyanlar, böylece Marksizm-Leninizm'e karşı savaşanlar burjuva demokrasisinin uzantıları olmaya mahkumdur. Gerek Lenin gerekse de Stalin döneminde bir proletarya diktatörlüğü vardı, uygulandı, iç ve dış düşmanlar ezildi. Bu gerçek kabul edilmeden sosyalist demokrasi üzerine yapılacak tartışmalar boş tartışmalardır. ''Neo-Liberalizm çağı''yla birlikte burjuva liberalizmiyle silahlanarak hidayete erişenlerin proletaryaya, proletarya diktatörlüğüne, sosyalist inşa ve sisteme karşı demokrasi, insan hakları, özgürlük vs. maskesi ile baş kaldırması ve baş kaldıranlar (ki bu eski bir numaradır) öyle ya da böyle uluslararası sermaye cephesine iltihak edenlerdir.

Marksizm-Leninizm'in diktatörlük ve demokrasi anlayışı her zaman geçerlidir. Marks ve Lenin'in devlet teorisi doğrudur. Somut şartların somut tahlili Marksizm-Leninizmin yaşayan ruhudur. Teori ancak yaşamla birleşerek pratikleşir. Teori, gri ama yaşam ağacı yeşildir. Marks ve Lenin Paris Komünü deneyiminden çıkardığı dersler son derece değerlidir ve sosyalist inşa sürecinin somut gelişim seyri içerisinde yaşama geçirilmelidir. Keza Ekim Devriminin, sosyalist inşanın dev tarihsel pratiği ve deneyimine dayanarak, ordan çıkarılacak derslerle daha gelişkin bir teoriye, devlet, parti, kitleler vb. gibi sorunlarda zenginleşmiş bir teoriye gereksinimimiz olduğu da açıktır. Ancak her halükarda bu sorun, sivil toplumcu, anarşist, Troçkist, postmodernist, post-Marksist vbg. teorilerle ele alınamaz, çözülemez. Sayın'ın yaptığı gibi somut tarihsel koşullardan kopuk, idealize edilmiş tablolar çizerek, burjuva demokrasisi, sivil toplumcu ve anarşizm sempatisiyle Marks ve Lenin'in devlet teorisinin ''berhava'' edildiğini ileri sürmek oportünizmdir. Bu zihniyet ve eleştiriler mekanik kafaların, inkarcılık üreten mükemelliyetçiğin ifadesi olabilir ancak. Uluslararası ölçekte emperyalist dünyanın/kampın zayıfladığı, sosyalist dünyanın/kampın açık ve kesin üstünlük sağladığı koşullar ile tek bir ülkede, SSCB'de kurulan, ölüm kalım mücadelesi veren ve emperyalist, faşist kuşatma altında yaşayan bir ülke gerçeğinin aynı şey olmadığını ve olmayacağını kavramamak, dahası yadsımak herhalde sosyalizmin tarihsel deneyimlerinden ders çıkarmak anlamına gelmez. Örneğin Kızıl Ordu kurulmasaydı devrilmiş gericiliğin ve Ekim Devrimi'ni ezmek için müdahale eden emperyalist devletlerin proletarya diktatörlüğünü yıkacağı gün gibi açık değil mi? Örneğin İkinci Emperyalist Dünya Savaşına güçlü bir ekonomik temel yaratarak yetkinleştirilen düzenli ordu olmasaydı, Hitler faşizminin, dünya emperyalizmi tarafından desteklenen faşist kampın SSCB'yi ezip geçeceği açık değil mi? 26 milyon evladını kaybeden SSCB, eğer o dev sosyalist ekonomiyi ve dev bir Kızıl Ordu'yu yaratıp yönlendirmeseydi, yerinde yeller esecekti. Evet profesyonel düzenli ordu kalkmalı ve yerine silahlanmış proletarya ve halkların gücü, tüm toplumu kapsayan milis örgütlenmesi geçirilmelidir. Fakat emperyalist kuşatma koşullarında milise dayanarak tepeden tırnağa silahlanmış, alabildiğine merkezileşmiş, profesyonel, ihtisaslaşarak yetkinleşmiş, yüksek teknolojiye dayanan sofistike silah sistemlerine sahip emperyalist düşman ve Hitler faşizminin yenilgisinin olanaklı olmayacağını bilakis SSCB deneyimi göstermiştir. Tüm halkın silahlanmasına dayanan milis, ancak sosyalist kampın emperyalist kamp karşısında üstünlük sağladığı koşullarda bir gerçeğe dönüşecektir. Böyle bir tablonun sunduğu elverişli koşullarda profesyonel ordu gereksinimi de ortadan kalkacaktır.

Burjuva, küçük burjuva dar kafalılığı elbette ki bunu anlayamaz, hele bir de 90'lı yıllardan sonra şaha kalkmış gericik fırtınası ve yenilgi koşullarında kendini yitirenlerin ise zaten anlayamayacağı bir tarihsel gerçektir. Ütopik yaklaşımlar tarihsel gerçeğin yerine geçirilemez. Dört duvar arasında oturup masa başında proletaryaya, proleter dünya devrimine, sosyalizmin tarihsel deneyimine karşı küçük burjuva aydınlara özgü sorumsuzlukla kalem sallayabilirsiniz. Hayal dünyanız ne kadar zenginse, işte o çerçevede en mükemmel şemaları çizerek, tozpempe koşullara dayanan sosyalist projecilik yapabilir ve sosyalizmi kan dökülmeden, profesyonel orduya da gerek olmadan kuracağınızı ya da kurulabileceğini düşünebilirsiniz. Ancak tarihsel deneyim işlerin hiç de böyle gitmediğini ve gitmeyeceğini açığa çıkarmıştır. Küçük burjuva ütopik sosyalizme değil, Bilimsel Sosyalizm'e, Marksizm-Leninizm'e ihtiyacımız var. Bu yolu terkedenlerin hazin sonu dün olduğu gibi bugün de ortadır...

Sayın'ın yazısının 3. dipnotunda ''Karşı devrimin bastırılması için'', '' ille de profesyonel ordu'' gerekli değildi'', ''Bu konuda Alman istilasına karşı Ukrayna’daki direnişi örgütleyen Anarşist Mahno profesyonel bir ordu yerine milis ordusuyla bu işi'' başarmıştı, ondan öğrenmeliyiz (o durup duruken bu örneği vermiyor) diyor. Mahno'nun milis ordusunun hikayesi ayrı bir konu ama onun da sonu belli. Mahnocu bir askeri güçle karşı-devrimin, emperyalist müdahalenin ezilemeyeceği tarihsel açıdan açık bir konudur.


Proletarya diktatörlüğü teori ve pratiğini fütursuzca reddeden, Leninist devrim teorisi ve uygulamasına kinle saldıran ve proletarya diktatörlüğü kavramını ağzına alamayan, yerine ''sosyalist demokrasi'', ''işçi demokrasisi'' kavramını geçirerek ideolojik saldırılarını örgütleyen Troçkizm, dünya burjuvazisine çalışmaktadır. Onun ''sol'' çığırtkanlığı da kendi gerçek konum ve işlevini gizlemeye yöneliktir. Bugün kendilerini Troçkizm'e adayanların, Troçki'nin ideolojik yörüngesine girenlerin oynayacağı ya da oynadıkları rol de Troçkizm gibi emperyalist dünya sistemine hizmet etmektedir. Bu, nesnel bir durumdur, yoksa Troçkizm'den etkilenerek Troçkist saflara katılan pek çok devrimci insan bulunmaktadır. Burada sorun, Troçkizm'in nesnel karakteri, tarihsel ve politik işlevidir. Dolayısıyla bu sorun, iyi niyet ya da kötü niyet meselesi değildir. Her nesnellik, kendi nesnel karakterine uygun bir teori ve pratik yaratır ve geliştirir...

Sorunu değişik yönleriyle irdelemeye devam edeceğiz.

DEVAM EDECEK


HATIRLATMA

Sayın'ın şu analizini bir kez daha okumak yararlı olacaktır, yararlı olacaktır çünkü bilinç ve ruh haline ve sözde sosyalizmin tarihsel deneyiminden çıkardığı derslere de ışık tutmaktadır;

''Böylesine bir kan deryasının üzerinde insanlığın geleceğinin yükseleceğini bekleyebilmek için ya dünyadan habersiz olmak ya da insanlık adına epeyce bir eksikliğe sahip olmak gerekir.[2] Üstelik bütün bu çekilen acıların sonucunda ortaya sahiden bir zafer çıkmış olsa, insanlar geriye dönüp baktıklarında, “çok kayıp verdik, çok eziyet çektik ama şu günleri de gördük!” diyebilselerdi bari! 

 

Sovyet insanı ne gördü? Cenneti ararken bin bir eziyet çekerek kapitalist olmayan yoldan cehenneme/kapitalizme nasıl gidileceğini! Bunun için bunları yaşamaya hiç gerek yoktu. Zaten cehennemdeydiler. Çarlık yerinde kalsa da olurdu. Nasıl olsa başka ülkelerde olduğu gibi Rusya’da da kapitalizm gelişecek ve şimdi ulaşılan kapitalizm düzeyine çoktan ulaşılmış olacaktı. Çarlıktan çıkıp sosyalizmden geçip yeniden kapitalizme varmanın bedeli çekilen bunca acı olurken bir de bunların hepsi kapitalist zulmü ortadan kaldıracağını, insanın insan üzerindeki egemenliğine son vereceğini ilan eden sosyalizme fatura edilmiş oldu.''

Bu ibretlik sözde analiz ilk kez Sayın tarafından ortaya koyulmuş değil, bu sözde yaklaşım özellikle 89/91 dönemecinden sonra gelişmiş, hatta genelleşmiştir. Söz konusu ''analiz'' uluslararası burjuvazinin ve ideolojik silahşörlerinin devrim ve sosyalizme karşı ideolojik saldırıda kullandığı ve etkili de olan propagandadan başka şey değildir. Troçkistlerin, Savranların ''Stalinizm'' düşmanlığı tesadüfi değil, onlar bu yola Sayın'dan çok ama çok önce girmiş ve proletaryaya, Bolşevizm'e, sosyalizmin başarı ve kazanımlarına karşı en şiddetli saldırıları yapmışlardır.


Pravda” yayın yönetmeni Viktor Kozhemiako’nun mantıkçı, sosyolog ve yazar Aleksandr A. Zinovyev’yle röportaj''da şu soruyu sorar;

''V. Kozhemiako. Ama bize bugün şunu soruyorlar: “Toplumu altüst edip devrim yapmaya gerçekten gerek var mıydı? Sovyetler Birliği yıkıldığına göre, geçmişe, özel mülkiyetin geçerli olduğu sisteme yeniden döndüğümüze göre onca yıllık Sovyet egemenliği ne işe yaradı? Devrim yapmak boş bir çaba mıydı yoksa?”

A. Zinovyev. Bu tür yorum ve sorular tamamen anlamsız. Sadece soran kişinin entelektüel sefaletini ve Marksizmin, Leninizmin, Komünizmin temsil ettiği her şeye karşı derin nefretini gösterir. Bu sorular neden saçmadır? Çünkü Devrim yoktan varolmadı. Yüzyıllar süren bir sürecin mantıksal sonucu olarak doğdu; Ekim Devrimi insanlığın en iyi temsilcilerince verilen mücadelenin meyvesiydi.''


Yani olmaz olsaydı, neler neler açtılar dertsiz olabilecek başımıza, batsın bu dünya diyenler, batsın Ekim Devrimi, batsın proletarya diktatörlüğü, batsın sosyalist inşa, batsın şu ''Stalinizm'', batsın şu Stalin ve Stalin'in önderi Lenin, batsın sosyalist kamp diyerek göz yaşı döküyorlar, böylece Marksizm-Leninizm'den, devrimci-demokrasiden ne denli koptuklarını, kendilerine karşı nasıl yabancılaştıklarını, pişmanlık gösterdiklerini kanıtlıyorlar; bazıları gerçekten de ideolojik ve ruhsal çöküşlerine bağlı olarak içtenlikle bu vb. sözleri ediyorlar ama bu neyi değiştirir ki? İçten ya da dıştan, bu bakış açısı ve propaganda nesnel olarak kapitalizme hizmet etmekte; küresel burjuvazi ve yedeğindeki ideologların, ideolojik uşakların, papazların anti-komünist, anti-Stalinist, Marksizm-Leninizm düşmanı kampanyasıyla birleşmektedir.

13 Eylül 2021 Pazartesi

TROÇKİZM BALTASI, MAHİR SAYIN, SAVRAN... II. BÖLÜM

 

''Sovyet insanı ne gördü? Cenneti ararken bin bir eziyet çekerek kapitalist olmayan yoldan cehenneme/kapitalizme nasıl gidileceğini! Bunun için bunları yaşamaya hiç gerek yoktu. Zaten cehennemdeydiler.'' (Mahir Sayın)

İKİNCİ BÖLÜM

Ellerinde bir balta var, baltayı hep birlikte sımsıkı kavramışlar. Baltayı hep birlikte Marksizm-Leninizm'in, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşanın, Stalin'in beynine ve yüreğine indirmeye çalışıyorlar. Ama ellerindeki balta, kirli, kanlı, provokatif ve paslı bir balta ve bu balta aslında uluslararası sermayenin baltasıdır. Nesnel durum budur. ''Troçki Cinayeti'' adı altında Troçki'nin, Troçkizm'in propagandası yapılmaktadır. Troçki ve Troçkizm, Marksizm, Bolşevizm olarak pazarlanmaktadır. ''Troçki Cinayeti'' adı altında Troçki'nin, Troçkizm'in gerçek karakteri, suçları örtülmekte, Leninizm düşmanlığı bayraklaştırılmaktadır. ''Troçki Dosyası''na yazı yazan yazarlar arasında bazı önemli ayrılıklar olmasına karşın, gerçek budur. Bu ideolojik saldırı, tarih çarpıtıcılığı, psikolojik hareket ilk değil kuşkusuz. Bu bağlamda asıl sorun, sayısız biçime ve renge bürünen ve bürünmüş olan sistematik saldırılara gerçekler temelinde ideolojik saldırı üstünlüğüyle yanıt vermek ve verebilmektir...

I

Emperyalizm, uluslararası burjuvazi, sosyal demokrasi, Troçkizm, ''Frankfurt Okulu'', post-Marksizm vs. elbirliğiyle ''Stalinizm'' düşmanlığıyla Marks ve Lenin'e, Lenin ve Stalin'e, Ekim Devrimi'ne, III. Enternasyonal'e, görkemli sosyalist inşa deneyimine tek cepheden saldırmaktadır. Bu anti-komünist ve tasfiyeci küresel saldırının etkisiz kaldığı hiçbir biçimde söylenemez. Aksine, geçtik sıradan işçi ve emekçileri, devrimci ve komünist safları bile derinden etkileyebilmektedir...

Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel incelenmesi yakıcı bir görev olmaya devam etmektedir. Geçmiş, bugün ve gelecek bağlamında deneyimlerin zamanında ve yeterli derinlikte incelenip aydınlatılamamasının emperyalizm ve bağlaşıklarına, anti-Stalinist kampanyaya güç taşıdığı, geniş alan açtığı da nettir. Keza söz konusu deneyimlerin incelenmesi adına burjuva saflara geçiş/kaçış, Marksizm-Leninizm'den kopuş son 30 yılın yalın gerçeğidir.

Öncülük, önderlik vs. adına bu görevin ve gerekli ideolojik mücadelenin politik maddi bir güçle birlikte geliştirilememesi ibret verici bir gerçeğimizi de ifade etmektedir. Doğa gibi, toplumsal ve politik yaşam da boşluk tanımaz, öyle ya da böyle boşluk dolar... Meydanı boş bulanlar özgürce at koşturur, teori ve tarih çarpıtıcılığı, ideolojik ve politik kuşatma, baskı, burjuva ve küçük burjuva ideolojik saldırılar her yerde yükselen değere dönüşür. Altı çizilerek vurgulanmalıdır ki, burada öncülük, önderlik falan yok, aksine çarpıcı bir artçılık ve artçı sürüklenme var. Komünist gelecek böyle kazanılamaz...

Troçkizm'in ve Troçkizm'in ideolojik yörüngesine giren aydınların, siyasi çevrelerin, partilerin ideolojik saldırısı aynı zamanda yukarıda işaret ettiğimiz zaaflarımızla, negatif tabloyla bağlıdır. Bu bağlamda da günahsız olduğumuzu iddia etmek saçmalıktan ibarettir.

Bu Tabloya işaret ettikten sonra ''Dosya''nın bazı gerçeklerini incelemeye devam edebiliriz.

II

Emperyalist, faşist, burjuva, Troçkist, Titosit, Kruşçevci, Avrupa-Komünizmi, Gorbaçovcu vb. propaganda aygıtı Marksizm-Leninizm'e, proletarya diktatörlüğü teorisine ve tarihsel deneyimine, sosyalist inşaya karşı küstahça saldırmaya devam etmektedir. Sosyalist inşanın, Hitler faşizminin ezilmesinin, sosyalist kampın kurulmasının önderi olan Stalin adı hep nefretle anılmaktadır. ''Stalinizm'' adı altında, Lenin ve Stalin SSCB'si, sosyalist inşa terörle, katliamlarla, ''Gulag''larla, on milyonların vahşice katledilmesiyle, soykırımlarla, Bolşevikleri de yok eden canavarlıkla aynılaşması/böyle düşünülmesi için tam bir seferberlik mevcuttur. Amaç bellidir; Marksizm-Leninizm demek, sosyalizm demek, proletarya diktatörlüğü demek, burjuva sistemi yıkmak, burjuvaziyi yok etmek, sosyalist inşayı geliştirmek demek, on milyonların yok edilmesi, kanlı bir diktatörlük, Hitler faşizminden daha vahşi bir diktatörlük ve toplum kurmak demektir... En iyisi akıllanın, emperyalist dünya sistemine boyun eğin, devrimi, sosyalizm ve komünizmi düşünmeyin, kapitalizm insanlık tarihinin en iyi, en son, en demokratik toplumsal sistemidir...

Bu iftira kampanyasına devrim ve komünizm davasına ihanet ederek katılanlar her zaman olmuştur. Kapitalist/revizyonist sistemin çöküşü ve aşırı çürümesinden dolayı kolayca yıkılışı da bu olguyu yaman besledi ve beslemeye de devam etmektedir... Revizyonist/kapitalist sistem ve kamp işçi sınıfına ve emekçilere o kadar yabancılaşmıştı ki sistemi savunmak için sınırlı bir direniş dışında sahiplenmediler. Lenin ve Stalin'in önderliğinde her türlü fedakarlığı yaparak sosyalizme sahip çıkan proletarya ve halklar, Kruşçevlerin, Brejnevlerin, Gorbaçevlerin (bu sonuncusu aynı sistemi tasfiye eden kişidir) ''sosyalist sistemi''ne sahip çıkmadılar... En büyük hayal kırıklıklarına uğrayanlar da yıkılışa kadar SSCB'yi ve önderliğindeki kampı sosyalist gören akımlar ve aydınlar oldu. Onlar, onlarca yıl, Kruşçev'le açılan ve Gorbaçov'la, yıkılışla sonlanan süreci de sosyalist olarak propaganda edegelmişlerdi. Modern revizyonist karşı-devrimi, yeni tip burjuvazinin egemenliğini kavrayamamış, kapitalizmin restorasyonuna gözlerini kapatmışlardı. Böylece küresel ölçekte Lenin ve Stalin'in SSCB'sini tasfiye eden modern revizyonist karşı-devrimi ve kapitalizmin restorasyonu gözlerden gizlediler. Tekelci bürokratik devlet kapitalizmine dayanan/dönüşen sistemi sosyalizm olarak sundular. Bu durum, yaygın ve etkin bir şekilde gerçek durumun geniş işçi ve emekçiler nezdinde açığa çıkarılmasını önledi. Bu olgu, söz konusu sürecin ve giderek çöküşün yıkıcı sonuçlarının daha da yıkıcı yaşanmasının nedenlerinden birisidir. Modern revizyonist burjuvazi revizyonist/kapitalist sistemi sosyalizm olarak propaganda ettti. Keza orta yolcu akımın bu sistemi sosyalizmin savunusu adına bayraklaştırması, Dünya Komünist Hareketi'ne, devrimcilere kesilen faturanın daha pahalı olmasına yol açtı. Bu bağlamda, Mahir Sayın'ın içerisinde yer aldığı orta yolculukla şekillenen devrimci akımın bu sorumluluğu hatırlatılmadan, eleştirilmeden geçilemez.

Emperyalizm ve Troçkizm'in vb. akımların kirli saldırısına karşın, devrim ve sosyalizm davasına, Stalin önderliğindeki sosyalist inşaya, sosyalist sisteme sahip çıkan ve ordan öğrenmeye çalışan ve savunan devrimci ve komünist güçler de daima var oldu. Aralarındaki hegemonya ve rekabet mücadelesine karşın, emperyalizm ve modern revizyonist burjuvazinin sosyalizmi tasfiye ve komünizm düşmanlığı üzerindeki stratejik birliği, geride kalan tarihsel sürecin karakteristiklerinden birisiydi. ''Stalinizm''e karşı birleşmeleri bu olgunun kanıtıdır. Fakat çok iyi biliyoruz ki, hiçbir iftira ve gerçeklerin tek yanlı çarpıtılması, manipülasyon tarihin genel doğrultusunu değiştiremez, olsa olsa süreci yavaşlatabilir, fakat gelişme kendi nesnel doğrultusunda akmaya devam eder. Dünya proletaryasının ve öncülerinin zayıfladığı, dünya devrim dalgasının gerilediği, hatta dibe vurduğu dönemler geçicidir. Yenilgiler yeni ve daha güçlü atılım ve zaferleri mayalar...

Kapitalizmi, burjuvaziyi yok eden sosyalist inşanın dev deneyimi, tarihten ve işçi sınıfının kolektif belleğinden silinemez. Ve o çok nefret edilen Stalin de daima gündemde kalmaya devam edecektir. Yeni Ekimlerin zaferi her seferinde Lenin ve Stalin'e başvurarak geleceği kuracaktır. Bugün de dünya proletaryasının mücadelesinin geçici yenilgisi bir son değil, aksine yeni ve daha güçlü atılım ve zaferlere giden yolları döşeyen bir uğraktır; proletarya, tarihsel deneyimlerden çıkaracağı derslerle daha güçlü ileri atılacaktır... Meselenin özü ve özeti bu olguda yatmaktadır. Tarihsel gerçeği reddeden, revize ederek kirli bir tarih yazıcılığı yapanların tarihte yeri olmayacaktır. Ve tarih, yaşadığımız, tanık olduğumuz süreçlerle, anlarla sınırlı değildir. An, süreç ve tanıklık, dev bir tarihsel akışın sadece küçücük bir bileşenidir. Tarih ne bizden ibarettir ne de bizlerle başlamıştır. Kendini tarihin başlangıcı ve sonu ya da tarihin mutlak yanılmaz aklı ve temsilcisi sayan zihniyetler, akımlar, önderler her zaman olmuştur ama onlar da tarihin çöp sepetine gitmiştir.

Bu bağlamda ''Stalinizm'' örtüsüne bürünmüş kirli savaş, ne uluslararası proleter devrimin zaferini önleyebilir ne de Stalin'in unutulmasını sağlayabilir. Stalin'in dediği gibi;

''Biliyorum, ölümümden sonra mezarımın üstüne yığınla pislik atacaklar. Ama tarihin rüzgarı onları temizleyecektir.''

Tarih düz bir çizgide gelişmiyor, Lenin;

''Devrimin zorlukları ve olası geçici başarısızlıkları ya da karşı-devrimin dalgaları ne kadar büyük olursa olsun, proletaryanın nihai zaferi kaçınılmazdır.'' der.

Şöyle yazmıştık;

''Kuşkusuz ki, söz konusu yenilgi, tarihin helezonik akışı içerisinde sadece geçici bir tarihsel gerilemeyi ifade etmektedir. Ve tarih, geçmişten geleceğe doğru akmaya devam etmektedir. Lenin’in dediği gibi, birkaç on yıl geriye gidiş olanaklıdır, 'çünkü tarihin bazen geriye doğru dev adımlar atmadan pürüzsüz ve biteviye ilerlediğine inanmak diyalektik değildir, bilimsel değildir, teorik açıdan yanlıştır.' Yine Lenin’in vurguladığı gibi, 'Bilim ise hatalar ve yenilgiler olmadan öğrenilemiyor.'''(SSCB'de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler, 2011, Akademi/Kuram, Ceylan Yayıncılık) Sosyalizmin tarihine ve deneyimlerine de bu perspektiften bakmak gerekir.

III

Yenilgi ve gericilik fırtınası, yenilginin ürünü tasfiyeci oportünizm ve burjuvazinin sürmekte olan dizginsiz saldırıları, hele de 90 sonrasının ortaya çıkardığı ağır tablo, sayısız devrimci ve komünist parti ve çevreyi devrim ve sosyalizm savaşımından kopardı. Doludizgin umutsuzluk kasırgası genelleşen bir olguya dönüştü. Bu olgu Mahir Sayın'ların gerçeğinde de yansıdı. Devrimci-demokratik bir tarihten ''Kuru Çeşme''ciliğe, ÖDP'lileşmeye, oradan kopuşarak legal partileşmeye, oradan parçalanmalarla dağılmaya, SYKP'in kuruluşuna... savruluş. Bu süreci karakterize eden olgu, devrimci çizgiden ve geleneklerden koparak tasfiyeci sosyal reformizme geçiştir. Bu tasfiyeci ideolojik ve politik savruluş, son derece istikrarsız zemin ve kayışlar küçük burjuvazinin sınıfsal karakterinin yansımasıydı. Mahir Sayın'ın ideolojik savrulması ve giderek Troçkizm'in de ideolojik rüzgarına kapılması, şu umutsuzluk, pişmanlık fışkıran ''analiz''den çok çarpıcı bir tarzda görülmektedir;


''Sovyet insanı ne gördü? Cenneti ararken bin bir eziyet çekerek kapitalist olmayan yoldan cehenneme/kapitalizme nasıl gidileceğini! (iM.S.a) Bunun için bunları yaşamaya hiç gerek yoktu. Zaten cehennemdeydiler. Çarlık yerinde kalsa da olurdu. Nasıl olsa başka ülkelerde olduğu gibi Rusya’da da kapitalizm gelişecek ve şimdi ulaşılan kapitalizm düzeyine çoktan ulaşılmış olacaktı. Çarlıktan çıkıp sosyalizmden geçip yeniden kapitalizme varmanın bedeli çekilen bunca acı olurken bir de bunların hepsi kapitalist zulmü ortadan kaldıracağını, insanın insan üzerindeki egemenliğine son vereceğini ilan eden sosyalizme fatura edilmiş oldu.'' (Troçki Dosyası, Sosyalizmin kafasına inen balta ve Troçki’nin katli, iba.)


Burada devrimci bir bakış açısının zerresi yok. Bu propaganda burjuvazinin ve Troçkizm'in yapageldiği berbat gerici propagandadır. Bu sözlerde, umudu yıkılmış, nedamet getirmiş küçük burjuva aydınların ruh hali şahlanmış olarak karşımızda durmaktadır. Sayın, keşke sosyalizm kurulmasıydı, başımıza bu belalar açılmasıydı vs. diyor. Ekim Devrimi'nin zaferi, proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesi (proletarya diktatörlüğü), III. Enternasyonal'in kuruluşu ve mücadelesi; iç savaşın kazanılması, devrimi ezmek için müdahale eden bir düzine emperyalist ve burjuva devletin yenilgiye uğratılması; Sovyet proletaryası ve halkının dev başarıları, sosyalist sanayinin kuruluşu, tarımın sosyalist dönüşümü, sosyalist aydınlanma, yüksek kültürel donanım, kent ve kır burjuvazisinin yok edilişi; Hitler faşizminin ezilmesi; dünya devrimine yapılan eşsiz katkı, sosyalist bir blokun doğuşu ve sosyalizmin inşasına girişilmesi... Geleceğe ışık tutacak olan eşsiz deneyim birikimi...

Olsun, Sayın bundan mutlu değil, açıkça itiraf ediyor, ''Sovyet insanı ne gördü?'', ''Bunun için bunları yaşamaya hiç gerek yoktu. Zaten cehennemdeydiler. Çarlık yerinde kalsa da olurdu. Nasıl olsa başka ülkelerde olduğu gibi Rusya’da da kapitalizm gelişecek ve şimdi ulaşılan kapitalizm düzeyine çoktan ulaşılmış olacaktı.''


Ah şu proletarya, Lenin, Stalin, Bolşevikler, Bolşevik parti, proletarya diktatörlüğü, sosyalist inşa... başımıza neler açtı neler! Eğer bunlar yaşanmasıydı ne rahat olacak ve zemzem suyundan çıkmış bir sosyalizm, cennet bir demokratik sosyalizm kuracaktık. Şu kapitalizm onların kurduğu sosyalizmden daha iyi. Yukarıdaki sözlerin başka bir anlamı yok. Nerden nereye!.. Devrimcilikten reformizme savruluş sürecinde pek çok devrimcinin yitirilmesinin, düzen içileşmesinin sorumluluğunu omuzlarında, belki de en önde taşıyan Mahir Sayın'ın vardığı yer burası. Ne acı!

Sayın şöyle yazmış;

''Böylesine bir kan deryasının üzerinde insanlığın geleceğinin yükseleceğini bekleyebilmek için ya dünyadan habersiz olmak ya da insanlık adına epeyce bir eksikliğe sahip olmak gerekir. Üstelik bütün bu çekilen acıların sonucunda ortaya sahiden bir zafer çıkmış olsa, insanlar geriye dönüp baktıklarında, 'çok kayıp verdik, çok eziyet çektik ama şu günleri de gördük!' diyebilselerdi bari!'' (Agm., iMSa.)


Sayın'ın gerçeği bu. Var mı bu sözde eleştiri de devrimcilik? Yok! Yenilgiye yenilmiş, tasfiyeciliğin batağına batmış, sosyalizmi ve yüksek başarılarını, tarihsel kazanımlarını hiçe sayarak düpedüz kapitalizm ve burjuvazi aklayan, Lenin-Stalin'e, SSCB'ye baktığında sadece kan deryası ve insanca yaşanamayacak bir dünya gören bir zihniyet, teori ve pratik, onu temsil eden bir siyasi çevrenin içler acısı halini göstermektedir. Sayın ve çevresi, umut ve irade kırılmasının abidesi haline gelmiş aynı yolun diğer yolcuları gibi. O buna da tarihten ders çıkarmak, sosyalizmin tarihsel deneyimlerinden öğrenmek falan diyor. Fakat bu durum yalnızca Sayın'a da özgü sayılamaz, coğrafyamızın ve küresel coğrafyanın bir gerçeğidir.


Bu ''garip'' değerlendirmelerden sonra, ''Elbette her şey boşuna olmuş değil. Belki Rusya halkları yaptıkları fedakarlıkların karşılığını yeniden kapitalizme dönmek olarak aldılar ama dünya halklarının bugün elde ettikleri özgürlüklerin de en önemli temelini oluşturdular. Burjuvazi sosyalizm korkusundan siyasal gericilik peşindeyken demokrasinin gelişmesinin önüne geçemedi.'' diye yazdığı bu sözler ise boş bir kubbede hoş bir seda olarak bile kalamamaktadır. Hem Lenin-Stalin'in SSCB'si hakkında yukarıdaki sözde eleştirileri yap, keşke olmaz olmasaydı bu sosyalizm, yaktı bizi çıra gibi, Çarlık kalsaydı... vs. de hem de eh bari 3-5 lafı da iyi söyleyelim mealinden yukarıdaki baştan savma lafları et. Hani kazanım adına aklına gelen de bu kadar!


Bu, Mahir Sayın ve siyasi çevresinin geldiği yerdir. Bu yer, tasfiyecilik, reformizm, burjuva demokrasisi hayranlığı ve Marksizm-Leninizm karşıtlığı ve anti-Stalinciliktir. Ancak hatırlatmak bile gereksiz ki, anti-Stalinizm'e, Troçkizm'e kapılmanın, payanda olmanın, Troçkizm'in propagandisti haline gelmenin Sayınlara da bir faydası olmayacaktır.

Sayınlar burjuva demokratik ön yargıların kurbanı haline gelmiştir. Kurtuluş hareketi, 70'li yıllarda, Dev-Yol'dan sonra en büyük devrimci siyasi gücü oluşturuyordu. Kurtuluş, 12 Eylül yenilgisi, ardından 89/91 çözülüş ve yenilgisi sürecinde devrimci-demokrasiden küçük burjuva liberalizmine geçerken ve geçtikten sonra, sayısız devrimciyi sosyal reformizme, kendi iç iktidar mücadelelerine kurban ettiler. Bu tasfiyeci sürece karşı devrimcilikte ısrar eden devrimciler ise, sosyal reformizme ve tasfiyeci bataklığa kaçışa karşı mücadelelerinde başarılı olamadılar. Mahir Sayın'ın başını çektiği siyasi çevre tarihe karşı sorumluluk, sosyalizmden ders çıkarıp yenilenme adına yaptığı şey, teoride revizyonizme, politikada reformizme, örgütlenmede legalizme kapaklanmak ve tasfiyeciliğin yıkımlarını yaymak oldu.

Sayın'ın, ''Üstelik bütün bu çekilen acıların sonucunda ortaya sahiden bir zafer çıkmış olsa, insanlar geriye dönüp baktıklarında, 'çok kayıp verdik, çok eziyet çektik ama şu günleri de gördük!' diyebilselerdi bari!'' sözleri de gerçekleri çarpıtmaktadır.

Rusya, Sovyet proletaryası ve halkı, 1917 devrimini yaparken, iç savaşı kazanırken, dış müdahaleyi ezerken, sosyalist sanayiyi kurarken, tarımın sosyalist temelde dönüşümünü başarırken, Hitler faşizmini ezip Kızıl bayrağı Berlin'de faşizmin burçlarına dikerken, her seferinde “çok kayıp verdik, çok eziyet çektik ama şu günleri de gördük!” demiştir. Bunları unutan, bu gerçeği inkar eden, kendi pişmanlığı ve üzüntüleri altında ezilen Mahir Sayın'dır. Yenilmiş, geçmişe reddiye yazan, ah ah, keşke o günler olmasaydı, keşke o günler yaşanmasıydı, keşke bu acı sonla karşılaşmasaydık, batsın bu dünya be, derken, bir daha o dehşet dolu günlere geriye dönmeyeceğiz, biz o devrimci tarihten koptuk vs. demektedir. Revizyonist/kapitalist sistem ve kampın çöküşü ve yarattığı yıkımlar ne kadar ağır olursa olsun, bu geçici bir olgudur. Ah vah çekmekle de hiçbir şey çözülmüyor, geçmişten gelecek için zorunlu, kalıcı, eleştirel devrimci, komünist dersler çıkararak yürüyeceğiz. Bu dersleri çıkarmanın tek yolu diyalektik materyalizme, Marksizm-Leninizm'e bağlı kalmaktan geçmektedir. Önsel olarak bu bağlamı yok saydığında, reddettiğinde geriye kalan şey, iliklerine dek çürümüş, kokuşmuş burjuva ve küçük burjuva liberalizmidir.

IV

Sayın şöyle yazmış;

''Bütün monolitik düşünce sahipleri gibi Stalin de sosyalizmin bu olduğuna ve bunu da en iyi kendisinin yapabileceğine o kadar emindir ki, buna karşı duran her anlayışı devrime ihanet olarak görür ve bütün günahlarını devrimi korumak, halka, işçi sınıfına hizmet etme yüce amacıyla kutsar ve ilk kez gerçekleşiyor olmasa da amaç aracı kutsar” Makyavelizmi, ya da son günahı ortadan kaldırmak için işlenen günah günahtan sayılmaz” teolojik anlayışı, pragmatizm üzerinden sosyalist anlayışa yerleşmiş olur. O buna o kadar inanmıştır ki, milyonların kurtulması için başka milyonların feda edilmesinde hiçbir mahzur görmez. Zira işi, kendisinin temsil ettiği yüce amaç devrimle karşı devrim arasındaki savaş gibi görmektedir ve bu “yüce amaç uğruna” bir savaşta yapılabilecek olan ne varsa onu yapmaktadır. İşçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesinin yerini almış olan yeni “yüce amaç”ın proletaryayı yönetilen sınıf konumuna yeniden sürüklemiş olmasının yanında, böyle sürekli bir iç savaş halinde olan ülkede de insanın insan olarak yaşamasına imkan verecek koşulların oluşması hiçbir zaman gerçekleşemez. 

Stalin bu zulüm yoluna içinde bulunulan savaşı kazanmak için her şeyi yapma adına girdi ve buna uygun bir aparat oluşturdu.'' (Agy., bba.)

Stalin ve Bolşevik parti mi, onlar milyonların kanını döken Makyavelistlerdir. Proletarya diktatörlüğü mü, Lenin ve Stalin'in proletarya diktatörlüğü zaten elit bir azınlık diktatörlüğüydü. İktidarı proletaryadan alan bürokrasinin diktatörlüğüydü. Azınlık çoğunluğa diktatörlük uyguladı, milyonları kesti. Stalin ve partisi Sovyet proletaryasına ve halkına bir cehennem yarattı; SSCB'de ''insanın insan olarak yaşamasına imkan verecek koşullar'' da yaratmadıkları* gibi bu zaten olanaklı da değildi vb.

Şirazeden çıkmak böyle bir şey işte!


Mahir Sayın'ın ana düşüncesi sosyal bir kapitalizm, burjuva demokrasisine dayanan bir devlettir. Azami sınırı ilerici, demokratik, halkçılıkla sınırlı ve sınıflararası barışa dayanan bir devlet. Sayın, Bernstein'in, Kautsky'in yolunda. Sayın'ın Marksizm-Leninizm'in devlet ve devrim teorisine ve sosyalizmin tarihsel deneyimine karşı gerici ideolojik saldırısı ve tarih çarpıtıcılığın teorik temeli ve çerçevesi budur. On yıllarca devrim yolu sarptır, çetindir, serttir, ağır bedeller ödenmeden zafer kazanılamaz; devrimin zaferi daha kolay ama iktidarda kalmak, sosyalizmi inşa etmek daha çetin, daha karmaşık, daha zordur; ve sınıf mücadelesi daha karmaşık ve yeni biçimler altında sürer vb. diyen Sayın, küçük burjuva dar kafalılığın ifadesi olan burjuva hümanist, reformist burjuva demokratik ön yargıların sözcüsü haline gelmiştir. ''Troçki Dosyası'' hikayesi de bu gerçekle bağlı.

DEVAM EDECEK


*Lenin ve Stalin'in SSCB'sinin sosyalist inşa sürecinin başarı ve kazanımları için, bkz. ''Rakamlarla Sovyet İktidarının 40 Yılı'', Almancadan çeviren İbrahim Okçuoğlu, Töz Yayınları, Haziran 2020.