28 Mayıs 2021 Cuma

LENİN'İN SOSYALİZM VE KOMÜNİZM TEORİSİ


Marksizm-Leninizm karşıtı sistematik ideolojik saldırılara göre, Lenin de Marks gibi, sosyalizmi komünizmin henüz sınıflı ilk evresi değil, komünizm/sınıfsız toplum olarak görmektedir. Proletarya diktatörlüğü de kapitalizmden komünizme geçişin değil, komünizmin alt evresi olan sosyalizme geçişin devlettir. Bu durumda Lenin'den nispeten geniş aktarımlar yapmak Lenin çarpıtıcılarına karşı en iyi yanıt olacaktır. Geniş yorumlara girmektense Lenin'i Lenin'den okumak daha sağlıklı olacaktır.

Lenin, Marks ve Engels'ten farklı olarak, Ekim Devrimi'ne önderlik etmiş, henüz bir başlangıç olmasına karşın, sosyalizmin kuruluşu deneyimine girişmiş, sosyalist inşa perspektiflerini somutlaştırmış, deneyime ve yeni sorulara dayanarak teoriyi geliştirmiş bir önderdir.

O halde hep birlikte okuyalım, bakalım Lenin ne demiş.

Lenin*,

''Marks, ütopyaya düşmeden, bu gelecek konusunda şimdiden tanımlanabilecek şeyi, yani: komünist toplumun alt ve üst evresi (derece, aşama) arasındaki ayrımı en ayrıntılı bir biçimde tanımlamıştır.'' (Seçme Eserler C. 7, s. 98)

Marks ve Engels, sosyalizm ve komünizm arasında ''bilimsel'' bir ayrım yapar. Lenin de bu yoldan ilerler. Lenin'e, dünya komünistlerine yol gösteren teori, ilke ve yöntem Marks'ın, Marks-Engels'in, Marksizm'in perspektifidir.

''Burada, 'Sosyal-demokrat' adının yerinde kullanılmamış olması üzerine daha önce Engels’ten aktarılmış bulunan parçada değinilip geçilen bir soruna, sosyalizm ile komünizm arasındaki bilimsel ayrım sorununa geliyoruz. Siyasal açıdan komünizmin ilk ya da alt evresiyle üst evresi arasındaki ayrım, elbette zamanla önem kazanacaktır; ama bugün, kapitalist rejimde, bunu sorun yapmak gülünç bir şey olur; ve belki yalnızca birkaç anarşist bunu birinci plana koyabilir.'' (Age., s.104, iba.)

Lenin'in bu uyarısı önemlidir kuşkusuz ancak SSCB'nin kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin deneyimleri, başarılı inşa ve sonra restorasyon olgusu bağlamında bu nokta kaçınılmaz olarak teorik çarpıtmaların ve Marksizm-Leninizm karşıtı ideolojik keskin saldırılar nedeniyle özgül değer kazanmıştır. Bu bağlamda Marks ve Lenin'in sosyalizm-komünizm teorisinin savunusu ve ideolojik saldırı hattında teşhir edilmesi yakıcı bir nitelik kazanmıştır.

Lenin, komünist toplumun alt evresi ile üst evresi arasındaki farklılıkları değişik açılardan inceler.

''İşte kapitalizmin bağrından henüz çıkmış bulunan ve bütün alanlarda eski toplumun izlerini taşıyan bu komünist toplumu, Marks, komünist toplumun 'birinci' , ya da alt evresi olarak adlandırır.'' (Age., s. 98, iba.)

Demek ki, komünizmin alt ya da birinci evresi, kapitalizmden çıkıp gelmiş haliyle bir komünist toplumdur ama komünist bir toplumdur; kuşkusuz ki henüz olgunlaşmamış bir komünizm, sınıfların, sınıf mücadelesinin, iş bölümünün sürdüğü, kafa emeği ile kır emeği, kentle kır arasındaki ayrımların var olduğu, bölüşüm ilişkileri alanında burjuva hukukunun dar ufkunun henüz aşılamadığı, fiili eşitliğin henüz sağlanamadığı, herkesten yeteneğine, herkese emeğine göre ilkesinin vb. geçerli olduğu bir komünizm. Ki Lenin bunları ayrıntılı inceler. Ancak biz makalenin amacı bağlamında belli sınırlar içerisinde kalacağız.

''Ama, (çoğunlukla sosyalizm denilen ve Marks’ın komünizmin birinci evresi adını verdiği) bu toplumsal düzenden sözeden Lassalle, bu düzende 'hakkaniyetli bölüşüm' , 'eşit emek ürünü üzerinde herkesin eşit hakkı' olduğunu söylerken yanılır ve Marks bu yanılmanın nedenini açıklar.'' (Age., s. 99, iba.)

Görüldüğü gibi, Lenin de Marks gibi, sosyalizmi komünizmin birinci evresi olarak görür. Sosyalizm aşamasında henüz tam eşitlik sağlanmadığı içindir ki, ''Herkesten yeteneğine, herkese emeğine göre!'' göre ilkesi yürürlüktedir. O, devamla şunları söyler;

''Ama sosyalizm ile komünizm arasındaki bilimsel ayrım açıktır. Genel olarak sosyalizm diye adlandırılan şeyi, Marks, komünist toplumun 'birinci' [sayfa 129] ya da alt evresi olarak adlandırmıştır. Üretim araçları ortaklaşa mülkiyet durumuna geldiği ölçüde, bunun tam komünizm olmadığını unutmamak koşuluyla, 'komünizm' sözcüğü bu evre için de kullanılabilir. Marks’ın açıklamalarının büyük değeri, burada da, materyalist diyalektiği, evrim teorisini, tutarlı biçimde uygulamak, ve komünizmi, kapitalizmden başlayarak gelişen bir şey olarak düşünmektir. (Sosyalizm nedir, komünizm nedir? gibi) 'uydurulmuş' , skolastik ve yapay tanımlamalarla, kuru sözcük çekişmeleriyle yetinme yerine, Marks, komünizmin ekonomik olgunluk aşamaları denebilecek şeyi çözümler.'' (Age., s. 104, iba.)

Yukarıdaki alıntılarda sorun oldukça açık konuluyor. Sosyalizm ile komünizm bir aynı şey değildir. Birinci evre (sosyalizm) olgunlaşmamış komünizmdir, ikinci evre olgunlaşmış komünizmdir. Birinci evre, henüz tam komünizm değildir. Sınıf topluma ancak ''tam komünizm''le varılmış olacak, öncesi sınıflı geçiş toplumudur.

Lenin de Marks gibi bu sorunu oldukça net bir şekilde ortaya koyar. Burada sağa sola kıvıracak, lastik gibi dört bir yana çekilecek hiçbir şey yok. Buna rağmen revizyonist, Troçkist tahrifat ve demagoji arsızca Marks ve Lenin'in sosyalizmi sınıfsız komünist toplum olarak savunduğunda ısrar eder. Bu, bilinçli bir tahrifattır. Bir tahrifatı, bir yalanı yüz kez, bin kez tekrarlayarak kafalar karıştırılmak, proletarya yolundan saptırılmak isteniyor. Böylece Troçkizm, revizyonizm Marksizm, Marksizm-Leninizm olarak pazarlanıyor. Marksçı-Leninci teori ''Stalinizm''le damgalanarak sözde ''Stalinist çarpıtma''ya karşı mücadele kamuflajıyla Marksizm-Leninizm'e dizginsizce saldırılıyor.

Lenin yukarıdaki saptamalarını Marks'tan yaptığı alıntılarla açıklar ve sosyalizmi, başka bir biçimde değil, “Burada, kendi temelleri üzerinde gelişmiş değil, tersine kapitalist toplumdan çıkmış komünist bir toplum söz konusudur; dolayısıyla, ekonomik, ahlaki, entelektüel olarak, her bakımdan, hala bağrından çıktığı eski toplumun damgasını” taşıyan bir toplum olarak inceler ve tanımlar.

Ve devamla, şunları söyler;

''Komünizm, ilk evresinde, ilk aşamasında, ekonomik bakımdan, henüz adamakıllı olgun, geleneklerin ya da kapitalizmin kalıntılarından henüz büsbütün kurtulmuş olamaz. Bu yüzden, komünist rejimde, bu rejimin ilk evresinde, 'burjuva hukukunun sınırlı ufku' korunur; bu ilginç olayın nedeni budur. Kuşkusuz, burjuva hukuku, tüketim nesnelerinin bölüşümü bakımından, zorunlu olarak bir burjuva devlete dayanır; çünkü, koyduğu kurallara uymaya zorlamaya yetenekli bir aygıt olmaksızın, hukuk hiçbir şey değildir.'' (s. 104)

Bir diğer anlatımla Lenin, Marks gibi, komünizmin alt evresini sınıflı bir toplum olarak görür ve yeni tarihsel koşullarda geçirdiği temel değişikliklerle birlikte sınıfların, sınıf mücadelesinin, böylece sınıf mücadelesinin aracı olan devletin (proletarya diktatörlüğünün) devam ettiği, burjuva hukukun dar sınırlarının henüz aşılamadığı bir geçiş toplumu olarak ele alır.

''Bundan şu sonuç çıkar ki, komünist rejimde, belirli bir zaman boyunca, yalnızca burjuva hukuk değil, burjuva devlet de sürer –ama burjuvazisiz burjuva devlet!

Bu söylenen şeyi bir paradoks, ya da düpedüz diyalektik bir zekâ oyununa benzeyebilir; zaten, marksizmin o derin özünü azıcık da olsa irdeleme zahmetine ömürlerinde hiç katlanmamış kimseler, onu çoğu kez bir paradoks ya da diyalektik bir zekâ oyunu olarak kınarlar.'' (s. 104-105)

Demek ki, komünizmin alt aşaması olan sosyalizmde ''burjuva hukukunun dar ufku'' henüz aşılamamıştır. Ekonomik eşitsizlik henüz bir olgudur. Komünizmin alt evresini üst evresinden ayıran temel olgu, ikincisinin sınıfsız bir toplum (olgunlaşmış komünizm) olması, böylece diğer şeylerin yanısıra burjuva ufkunun dar çerçevesinin de aşılarak asar-ı atika müzesine atılmış olmasıdır.

Peki revizyonistlerin, Troçkistlerin, tasfiyecilerin sınıfsız toplum olarak lanse ettikleri sosyalizmde ''burjuva hukukunun dar ufku''nun varlığını, aşılamamış olmasını ya da Lassalcı ''eşit emek ürünü üzerinde herkesin eşit hakkı'' teorisinin geçersiz olduğunu söylerken Marks paşa keyfine göre mi hareket etmiş?

Lenin'in yanıtı şudur;

''Gerçekte, doğada olsun toplumda olsun, geçmişin şimdiki zamanda süren kalıntılarını, yaşam bize her adımda gösterir. Ve Marks, bir 'burjuva' hukuk parçasını komünizm içine asla keyfi olarak sokuşturmamıştır; o, kapitalizmin bağrından çıkmış bir toplumda, ekonomik ve siyasal bakımdan kaçınılmaz olan şeyi saptamaktan başka birşey yapmamıştır.'' (s. 105)

Demek ki, sorun nesnel koşullarla bağlıdır, proletaryanın proleter devrimin zaferiyle doğrudan sınıfsız topluma (komünizme) geçememesiyle/sıçrayamamasıyla ilgidir.

Lenin konu bağlamında devam eder;

''Marks, 'eşit hak' der; gerçekten, burada eşit hak vardır; ama burada sözkonusu olan şey, henüz 'burjuva hukuku'dur; her hukuk gibi, eşitsizliği öngerektiren burjuva hukuku. Her hukuk, farklı insanlara, gerçekte ne özdeş ne de eşit olan farklı insanlara, tek bir kuralın uygulanmasına dayanır. Bundan ötürü, 'eşit hak' , aslında eşitliğe bir saldırı, bir adaletsizlik demektir.

Gerçekte, herkes toplumsal üründen, kendisi tarafından sağlanan toplumsal çalışmanın eşit bir parçası için, (yukarıda belirtilen çıkarmalarla) eşit bir pay alır.'' (s. 99, iLa.)

Bir kez daha vurgulamak gerekir, sosyalizmde hala ''burjuva hukukunun dar ufku'' geçerlidir, yani sınıflar, iş bölümü, gelir dağılımında eşitsizlik vb. sürmektedir. Komünizm (komünizmin üst evresi), bütün bu olguların aşılmış olduğu sınıfsız toplum biçimidir. Bu bağlamda Lenin'in Marks'tan aktardığı ''Hukuk, toplumun ekonomik şekillenmesi ve onun tarafından belirlenen kültürel gelişiminden asla daha yüksek olamaz.'' şu değerlendirmesi ufuk açıcıdır; Lenin devam eder;

''Böylece (genellikle sosyalizm diye adlandırılan) komünist toplumun ilk aşamasında(iba.) 'burjuva hukuk' tamamen ortadan kaldırılmaz, bilakis sadece kısmen, sadece erişilmiş ekonomik devrime uygun olarak, yani üretim araçlarıyla bağlantılı kaldırılır. 'Burjuva hukuku' bunları tek tek bireylerin özel mülkiyeti olarak kabul eder. Sosyalizm ise toplumsal mülkiyet haline getirir. Bu ölçüde -ve sadece bu ölçüde- 'burjuva hukuk' ortadan kalkar.'' (s.100, iLa.)

Revizyonistler, Troçkistler Marksizm'in içini boşaltmak için ''Bakın işte biz de Marks ve Lenin gibi komünizmi iki evreye ayırıyoruz'' görüntüsünü yaratmaya önem veriyorlar. Formülasyonlar düzeyinde Marks ve Lenin'in söylemini kullanarak manipülasyon yapıyorlar. Kabul etmek gerekiyor ki bu burjuva yöntem etkili olabiliyor, teorik-ideolojik, siyasi olarak olgunlaşmamış önemli sayıda devrimciyi ağlarına düşürebiliyor, krize sürüklenen partiler içerisinde oportünist eğilimleri yönlendirebiliyor vs.

Lenin, geçiş sürecini, geçiş toplumunun karakteristik özelliklerini ve niteliğini şöyle açıklar;

''Teorik açıdan, hiç kuşku yok ki, ki, kapitalizm ile komünizm arasında, bu her iki toplumsal ekonomi biçiminin özelliklerini ve niteliklerini birleştirmesi gereken belli bir geçiş dönemi uzanır. Bu geçiş dönemi, ölen kapitalizm ile doğan komünizm arasında -ya da bir başka deyişle, yenilmiş ama yok edilmemiş olan kapitalizm ile doğmuş ama henüz çok zayıf olan komünizm arasında- bir mücadele dönemi olmalıdır.

Bu geçiş özellikleriyle ayırdedilen bütün bir tarihsel dönemin gerekliliği, yalnızca marksistler için değil, gelişme teorisi ile biraz olsun tanışıklığı olan her eğitim görmüş kişi için açık olmalıdır.'' (S.E., C.8, Proletarya Diktatörlüğü Çağında Ekonomi ve Politika, 1919, s. 19, Inter Yayınları)

Lenin burada diyalektik gelişme öğretisini başarıyla ve çarpıcı olarak ortaya koyar. Bize de yol gösteren şey, Lenin'in bu teorisidir.

Konu Marks'tan Lenin'e temel eserlerde ortaya koyulmuştur. Ayrıntılara girmeyeceğiz. Okur, temel eserleri incelemelidir.

Sosyalizmden komünizme, komünizmin birinci evresinden ikinci evresine geçiş, sınıflı toplumdan sınıfsız topluma geçişi ifade eder, böylece bu ikinci evrede sınıflar mücadelesinin araçları olan devlet vbg. araçlar da ''asar-ı atika müzesine'' gider.

Bu bağlamda devlet (proletarya diktatörlüğü), komünizmin alt evresi olan sosyalizmde (olgunlaşmamış komünizm) vardır, devletin tamamen sönümlenmesine açılan ve giden yol, sosyalizm evresidir ve bu evre olgunlaşarak aşıldığı ölçüde devlet sönümlenme sürecine girer ve üst evreye (sınıfsız toplum) geçildiğinde söner/sönmüş olur. Yönetme ve yönetilme olgusunun temelinde kafa emeği ile kol emeği arasındaki bölünme, iş bölümü durur. İş bölümünün aşılması, kafa emeği ile kol emeği arasındaki tarihsel ve toplumsal bölünmenin aşılması, sınıflarla birlikte devletin de sönmesinin/sonlanmasının temelidir. Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde, komünizmin alt evresinden üst evresine geçiş sürecinde, ilk evrenin gelişim sürecinde sürekli olgunlaşan akış geçmişten devralınan bütün eşitsizliklerin de aşılması sürecidir. Zaten böyle bir sarmal/helezonik gelişme süreci yaşanmadan sınıfsız topluma da geçilemez.

Lenin kapitalizmden komünizme geçiş sürecini incelerken, geçiş toplumunun sınıf mücadelesine dayandığını güçlü bir tarzda vurgular;

''Kapitalizmden komünizme geçiş, koca bir tarihsel dönemdir. Bu dönem tamamlanmadıkça, sömürücüler bir geriye dönme umudunu, geriye dönme girişimlerine dönüşen bir umudu kaçınılmaz olarak korurlar 'yitirdikleri' 'cennet'i yeniden ele geçirmek için, on kat artmış bir güç, zorlu bir öfke; yüz kat artmış bir düşmanlık ile savaşa atılırlar. '' (S. E. C. 7, s. 155)

Bunlar geçiş sürecinin, geçiş toplumu olan sosyalizm sürecinin gerçekleridir. Ve proletarya diktatörlüğü henüz sınıflı toplum olan, henüz sınıflar mücadelesinin sürdüğü komünizmin alt evresi sosyalizme değil, komünizme (sınıflı toplum, komünizmin üst evresi) geçişin aracıdır. ''Proletarya diktatörlüğü altında sınıf mücadelesi ortadan kalkmaz, yalnızca farklı biçimlere bürünür.'' (Lenin) Proletarya diktatörlüğü komünizmde sönümlenir.

''Proletarya diktatörlüğü de sınıf savaşımının sürdüğü bir dönemdir. Sınıflar var olduğu sürece kaçınılmaz olan sınıf savaşımı bu dönemde biçim değiştirir ve sermayenin yıkılmasından hemen sonraki dönemde özellikle keskindir ve özellikle özgüldür. Proletarya siyasal erki ele geçirdikten sonra sınıf savaşımını durdurmaz, sınıflar kaldırılana dek sürdürür. Tabii değişik koşullar altında, değişik biçimde ve değişik araçlarla.”

''Ve proletarya diktatörlüğü döneminde sınıflar hâlâ durmaktadır, ve duracaktır. Sınıflar yok olunca diktatörlük gereksiz hale gelecektir. Proletarya diktatörlüğü olmaksızın sınıflar yok olmayacaktır.''

''İleriye, yani komünizme doğru gidiş, proletarya diktatörlüğü aracıyla yapılır; başka türlü, yapılamaz, çünkü sömürücü kapitalistlerin direncini kırabilecek başka hiçbir sınıf ve araç yoktur.'' ( C. 7, s. 94, iLa.)

''Ensonu, ancak komünizm, devleti büsbütün gereksizleştirir; çünkü o zaman, sırtı yere getirilecek hiç kimse, hiçbir sınıf anlamında 'hiç kimse' yoktur; nüfusun belirli bir bölümüne karşı sistemli bir savaşım, artık yoktur.

Hangi hız ve hangi sırayla, onu bilmiyoruz; ama biliyoruz ki, söneceklerdir. Ve, bu aşırılıklarla birlikte, devlet de sönecektir.'' ( C. 7, s. 97)

Konu Lenin tarafından ayrıntılı bir tarzda ele alınarak geliştirilmiştir. Sosyalizm bir geçiş toplumudur. Geçiş döneminin devleti de proletarya diktatörlüğüdür. Geçiş dönemi ekonomik devrimin, siyasal devrimin, ideolojik ve kültürel devrimin iç içe geçerek tek bir devrimci geçiş süreci olarak kesiksiz devrim olarak geliştiği ve yerini komünizme (sınıfsız toplum/komünizmin üst evresi/olgunlaşmış komünizm) bıraktığı bir tarihsel geçiş sürecidir. Bu teoriyi ret ve mahkum edenler Marksizm-Leninizm'den kopmuşlardır.

Lenin'in şu değerlendirmesi de oportünistlere, Troçkistlere değil ama komünistlere yol göstermeye devam etmektedir;

Daha önce bir çok kez … dikkat çektiğim gibi, proletarya diktatörlüğü sömürücülere karşı sadece şiddet değildir, hatta esas olarak bile şiddet değildir. Bu devrimci şiddetin ekonomik temeli, hayatiyetinin ve başarısının garantisi, proletaryanın, kapitalizmle karşılaştırıldığında, emeğin toplumsal örgütlenişinin daha üst tipini temsil etmesi ve gerçekleştirmesidir. Önemli olan budur. Komünizmin kaçınılmaz tam zaferinin güç kaynağı ve güvencesi budur.” (S.E. C. 9, Büyük Başlangıç, s. 468)

Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin diyalektik karakteri ve bu sürecin alacağı biçimler, ortak karakteristik niteliğinin yanı sıra, her ülkenin somut tarihsel koşullarıyla, içerisinden geçilen iç ve uluslararası güç dengeleriyle bağlıdır. Bu konuda mekanik formülasyonlarla, hazır reçetelerle sorun çözülemez.

Tarihte sosyalist kurucu deneyimin olmadığı koşullarda Lenin önderliğinde sosyalizm kuruculuğuna başlayan sovyet proletaryası ve Bolşevikler sosyalist inşanın pratik sorunlarını çözerek, kendi öz deneyiminden, on milyonların deneyiminden öğrenerek ilerlemek zorundaydı. Nitekim böyle de yapıldı.

Böylesine olağanüstü tarihsel koşullar içerisinde sosyalizmi kurma savaşımı veren bir partide uç noktalara savrulan, sağa sola yalpalayanların, sapmaların, akımların çıkması, ideolojik ayrılıkların mücadeleye konu olması kaçınılmazdı. Sosyalist inşa süreci iç çelişkisiz, homojen, çelişki ve çatışmalardan azade bir süreç değildir. Bu, yaşamın diyalektiğine, kapitalizmden komünizme geçişin nesnel doğasına aykırıdır. Çelişki yasası doğa ve toplumun temel gelişme yasasıdır. Ne çelişkisiz madde ne de çelişkisiz toplumsal gelişme vardır...

Sınıflı geçiş toplumunu (sosyalizm) sınıfsız bir toplum biçimi olarak pazarlamak, burjuva bir aldatmacan ibarettir; bu olgu, sınıf mücadelesinden ölesiye korkan küçük burjuva aydınların sınıf mücadelesini reddeden, yerine sınıf barışını geçirmeye çalışan, proletaryanın sosyalist inşayı gerçekleştirme niteliğine inanmayan, burjuvaziye yaltaklanan sınıf tavrının ifadesidir.

SSCB deneyimi gösterdi ki, proletarya diktatörlüğün kuruluşuyla bir çırpıda sosyalist ekonomi yaratılamıyor, bir çırpıda sınıflar ortadan kaldırılamıyor. Rus deneyimi ''savaş komünizmi'', ''Yeni Ekonomi Politika'' (NEP) gibi gelişme süreçlerinden geçerek sosyalist inşanın temellerinin yaratıldığını ve sosyalist inşanın başarıyla geliştirilebildiğini gösterdi. Başka bir ülkede sorun başka biçimde ortaya çıkabilir. Örneğin SSCB deneyimi olduğu gibi köylü-tarım ülkesi olmaktan çoktan çıkmış kapitalist ülkeler için, emperyalist devletler için geçerli olabilir mi? Olmayacağı açıktır.

Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde sosyalist gelişmenin nesnel ekonomik yasaları genel geçerli yasalardır, bunlar temel alınır ama uygulama her ülkenin somut koşullarına bağlıdır ve değişir. Tersini düşünmek dogmatizmdir. Dogmalarla sosyalizm inşa edilemez. Anarşist teorilerle, ''emeğin askerileştirilmesi''yle, proletarya diktatörlüğünün kendisini feshedip yönetimi ve üretimi sendikalara devretmesiyle, ütopik, romantik, mistik hezeyanlarla; burjuva demokrasisine uygun yeni bir yapılanmayla, ''piyasa sosyalizmi''yle, revizyonist ''üretici güçler'' teorisiyle; kadercilik ve yenilgimiz kaçınılmazdır çığırtkanlığıyla, dünya devrimi zafere erişmedi diye iktidarı burjuvaziye devretmekle, dünya devriminin zaferini beklemekle, tüm bu vb. teorileri politikalaştırarak sosyalizm falan kurulamaz, komünizme gidişten bahsedilemez. Bu vb. teoriler ve politikalar burjuvazinin, burjuva ideolojisine bağımlı küçük burjuvazinin damgasını taşır.

Kapitalizmden komünizme geçiş süreci ne kendiliğinden gerçekleşir ne de salt iradenin gücüyle. Bu geçiş, nesnel ve öznel koşulların birliğine, nesnel koşullara ve gelişme yasalarına yanıt olmakla, kesintisiz bir devrim sürecinin başarılı geliştirilmesiyle ulaşılabilir. Sosyalist inşa ne öncüyle ne de kitleleri özneleştirmeyen bürokratik önderle, önderlik ve öncü çalışmasıyla gerçekleştirilebilir. Devrim kitlelerin eseridir. Komünizme, komünizmin alt evresinden (sosyalizm) komünizmin üst evresine (sınıfsız toplum) geçiş, sınıfın ve partisinin öncülüğünde milyonların, on milyonların, giderek milyarların gücüyle, bağımsız büyük tarihsel hareketiyle gerçekleşebilir yalnızca. Sınıfın ve komünist partisinin önderliğini reddetmek kadar sınıfın ve kitlelerin yerine geçmek de tehlikelidir ve sürecin hüsranla sonuçlanması kaçınılmazdır. Bu sürecin, kesintisiz devrim sürecinin gerçek kahramanları proleter ve emekçi kitlelerdir, onlar olmaksızın, onlar özneleşmeksizin sosyalizm kurulamaz, sosyalizmin bürokratik çürüme yoluyla çözülerek giderek yıkılması önlenemez.

Önümüzdeki bölümde Marks'a, Lenin'e ''ihanet'' ettiği ve ''Stalinizmin aleti'' haline geldiği ileri sürülen III. Enternasyonal'in sosyalizm ve komünizm teorisini ele alacağız. Ki bu tasfiyeci oportünist gerici düşünceler komünist hareketin saflarında da uzun süreden beri savunulmakta ve partiyi silahsızlandırmaya devam etmektedir ısrarla.

DEVAM EDECEK

*Yapılan bazı alıntılar PDF formatından alınmıştır.

23 Mayıs 2021 Pazar

MARKS-ENGELS SOSYALİZMİ ''SINIFSIZ TOPLUM'' MU GÖRÜYOR? I. BÖLÜM


''Gerçek nasıl araştırılmalıdır? Kişi, birbiriyle çelişkin fikir ve savlar kargaşası içinde yolunu nasıl bulabilir?

Her mantıklı kişi, eğer belli bir konu üzerinde sert bir tartışma fırtınası esiyorsa, gerçeği bulmak için, tartışmadaki tarafların söyledikleriyle yetinmemesi, gerçekleri ve belgeleri bizzat incelemesi, tanıklardan elde edilebilecek kanıtlar olup olmadığını ve varsa bu kanıtlara güvenilip güvenilmeyeceğini görmesi gerektiğini bilir.

Kuşkusuz bunu yapmak her zaman kolay değildir. Ele geleni, kulağa rasgeleni, daha ‘açıktan’ haykırılanı falan olduğu gibi kabul etmek, çok ‘daha kolay’dır. Ancak bunlarla yetinen kişiye herkes ‘akılsız’ der, kuş beyinli der, kimse ciddiye almaz. Önemli herhangi bir sorunda, bağımsız olarak gerekli ölçüde araştırma ve inceleme yapmadıkça gerçeği bulmak olanaksızdır. Çalışmaktan korkan kişi gerçeği bulamaz.'' (Lenin, Tasfiyecilik Üzerine, s. 249, ila.–italikler Lenin’e ait-, Sol Yay.)


Yazımızın ilk bölümünde, Marks ve Engels'in komünizm teorisini, ikinci bölümünde Lenin'in, üçüncü bölümünde Stalin ve III. Enternasyonal'in, dördüncü bölümünde Enver Hoca'nın komünizm teorisini inceleyeceğiz. Bu inceleme onların sosyalizm ve komünizm arasındaki diyalektik ilişkiyi nasıl kavradıkları ve teorik düzeyde sorunu nasıl koyduklarını gösterecek.


Burjuva liberal fırtınan, post-Marksist tasfiyeci rüzgarlar olarak komünist hareketi teslim almaya, uzun yıllardır içerden kemirerek esaslı tahribatlar yarattığı koşullarda bu sorunun eleştirel perspektiften ele alınması, revizyonist, oportünist, reformist, Troçkist eğilim ve çizgilerin gerçeklerinin açığa çıkarılması zorunludur. Geride kalan süreçte faşist diktatörlük partiye on kez zarar vermişse, tasfiyecilik partiye yüz kez zarar vermiştir. Bu tablo, aynı zamanda partinin küçük burjuva oportünist günahlarının ürünüdür. Bu günahlarımız tasfiyecilik için zemin oluşturmuş, alan açmış, adeta özgürce at koşturmasına, proletarya sosyalizmini darbelemeye devam etmesine hizmet etmiştir.


Burjuva baskısının parti içerisindeki gerici etkisi ve yansıyıp somutlaşması olan ve dünya proletaryasına, dünya proleter devrimine, onun ifadesi olan Marksizm-Leninizm'e karşı yine Marksizm maskesiyle mücadele eden tasfiyecilik ve değişik renkleri, inanç yitimini ifade etmektedir. ''Dogmatizme'', ''ideolojik-teorik tutuculuğa'', ''mezhepçi Marksizme'', ''muhafazakarlığa'' karşı mücadele, ''Stratejik önderlik'', ''parti tarzı'', ''eleştirinin devrimci şiddeti'', ''düzgün parti işlerliği'', ''adanmış devrimcilik'', ''romantik devrimcilik'', ''yaratıcı Marksizm'', ''21. yüzyılın sosyalizmi'', ''ezilenlerin feda partisi'' vb. laf yığınlarının, sloganların ve teorileştirmelerin arkasına gizlenmiş olan tasfiyecilik partiyi parti olmaktan çıkararak dar bir sekte, niteliğini bir hayli yitirmiş bir yapıya indirgemiştir. Her saniye hatırlanmalıdır ki, revizyonizm, tasfiyecilik, oportünizm tarihsel sürekliliğe ve uluslararası karaktere sahiptir; anlık ortaya çıkan ve yok olan, ''bazı yoldaşların hataları'', kısmi bir olgu değildir. Bir Japon atasözü şöyle der, ''Pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan kork.''


Bu süreç, değişik tasfiyeci revizyonist eğilimlerin sıkı bağlaşması temelinde gerçekleşmiştir, gerçekleştirilmiştir. Açık ki, ''sosyalizmin sorunları'' üzerinde süregiden ideolojik mücadele ve tarihten çıkarılan dersler kendi tarihimizin evriminde, yalnız teori değil, politika ve örgüt, kadro politikası ve çalışma tarzı, yönetme yönetilme ilişkilerinin ideolojik mücadele, eleştiri, özeleştiri bütünselliğinde somutlaşmazsa, gerçek bir ilerleme kazanılamayacak, her duruma ve döneme kendisini uyarlama yeteneğine sahip çok dinli, çok kişilikli oportünist zihniyet ve kişilerin, yeni manevralarına alan açacaktır. Buna daha baştan izin verilmemeli, partinin geleceği ve amaçlarına doğru yürürken ilkelerini ve ilkeli pratiğini ideolojik-siyasi-örgütsel bakımdan bütünsel donanımla güvence altına almak zorunludur.

Bu ön açıklamanın ardından konuya girebiliriz artık.

Önce bir hatırlatma, çünkü bu sözde düşüncelerin propagandası bangır bangır yapılmaktadır.


Troçki'ye ve izleyicilerine inanacak olursak, sosyalizm sınıfsız toplumdur. Komünizm sadece sosyalist toplumun olgunlaşmış evresidir. İkisi de sınıfsız toplumdur. Aradaki fark, sadece niceliksel farklılıktır, sınıfsız komünizm sınıfsız sosyalizmin daha olgunlaşmış halidir. İnanacak olursak bu teori Marks ve Engels'e aittir. Lenin de Marks ve Engels'in teorisini savunmaktadır. Troçkizm'e göre, sosyalizmin sınıflı bir geçiş toplumu olarak kavranması ''Stalinist çarpıtmanın'' ürünüdür. Stalin ve III. Enternasyonal Bolşevizm'e/Leninizm'e ihanet etmiştir. Bu ihanet, Marks, Engels, Lenin'in sosyalizm ve komünizm teorisinin revize edilmesinde de somutlaşmıştır.


Troçkizm'e ve izleyicilerine göre, emperyalizmin en zayıf bir ya da birkaç halkasının proleter devrimle kırılmasıyla, proletarya diktatörlüğünün kurulmasıyla, proletarya önderliğinde sosyalizmin inşa edilebileceğini savunmak ''Stalinist milliyetçi sosyalizm''dir, ''Stalinist ihanet''in eseridir. Bir ya da birkaç ülkede proleter devrimin zaferi, proletarya diktatörlüğünün kurulması, sınıfın öncülüğünde sosyalist bir toplumun kurulması imkansızdır ve yenilgiye de mahkumdur. Çünkü sosyalizm komünist sınıfsız toplumdur ve ancak en ileri kapitalist ülkelerde proleter devrimin zaferi eşliğinde dünya devriminin zaferiyle sosyalizm-komünizmin inşanın yolu açılabilir. Yani bu yolun açılması, kaderimiz AB, ABD, İngiltere gibi emperyalist merkezi kapsayan ülkelerde proleter devrimin zaferine bağlıdır. Dünya devrimi zafere eriştikten sonra da sosyalizme geçilemez, bunun için uzun bir geçiş süreci yaşanacak, sosyalist sınıfsız topluma ulaşabilmek için ''geçiş toplumu'' sürecinden geçilecektir. İnanacak olursak Lenin de sorunu böyle koymuştur ve Lenin, Ekim Devrimi ile Troçki sayesinde kendini yenileyerek hidayete ermiştir.


Biz burada, şimdilik kendimizi sosyalizm ve komünizm teorisi alanıyla sınırlayarak sorunu ortaya koyacağız.


Troçki ve izleyicileri, Marks, Engels, Lenin'in sosyalizm ve komünizmi, olgunlaşmamış komünizm olan sosyalizmle olgunlaşmış komünizm olan sınıfsız toplum arasında ayrım yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Marksizm-Leninizm ustalarının, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde sosyalizmin komünist toplumun alt evresi, henüz sınıflı bir toplum olduğunu; komünizme, proletaryanın proletarya diktatörlüğü aracılığıyla kesintisiz bir devrim sürecinden geçerek ulaşılacağını savunduklarının mükemmel bir biçimde farkındadırlar. Böyle olduğu içindir, Troçkist demagoji ve ideolojk saldırı revizyonizmlerini kamufle etme gereksinimi duyuyorlar. Teorilerinin Marks ve Lenin'le uyumlu olduğunu göstermek için iki aşamadan falan bahsediyorlar. Bu manevrayla, Marksist-Leninist teoriyi tümden revize ederek Marksizm-Leninizm'in yerine Troçkizm'i geçirmek istiyorlar ya da geçiriyorlar. Leninizm'e, Marksizm-Leninizm'e saldırılarını da ''Stalinizm''e, ''Stalinist tek ülkede sosyalizmin inşası teorisi''ne karşı mücadele adına maskeliyorlar.


Konuya hep birlikte yakından inceleyelim, bakalım Marks, Engels bu konuda ne demiş;

''Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: 'Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre! " (Gotha ve Erfut Programının Eleştirisi )


Demek ki komünizm (olgunlaşmış komünizm) sınıfsız toplumdur. ''Herkesten yeteneğine, herkese gereksinmesine göre!'' ilkesinin geçerli olduğu toplum biçimidir.


Engels, ''Komünizmin İlkeleri''nde şunları yazar;


Gelişimin akışı içerisinde sınıf ayrımları kalktığında ve üretim tüm ulusun geniş bir birliğinin ellerinde yoğunlaştığında, kamu gücü siyasal niteliğini yitirecektir. Gerçek anlamında siyasal güç, bir sınıfın bir başka sınıfı ezmek amacıyla örgütlenmiş gücüdür. Eğer proletarya, burjuvaziyle savaşımında, koşulların zorlamasıyla, kendisini bir sınıf olarak örgütlemek zorunda kalacak, bir devrim yoluyla kendisini egemen sınıf durumuna getirecek, ve egemen sınıf olarak eski üretim koşullarını zor kullanarak ortadan kaldıracak olursa, o zaman, bu koşullarla birlikte, sınıf karşıtlıklarını ve genel olarak sınıfların varlık koşullarını da ortadan kaldırmış ve, böylelikle, bir sınıf olarak kendi egemenliğini ortadan kaldırmış olacaktır.

Sınıflarıyla ve sınıf karşıtlıklarıyla birlikte eski burjuva toplumunun yerini, kişinin özgür gelişiminin, herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birlik alacaktır.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, C. 1, s. 155)


Demek ki, komünizme, yani sınıfsız topluma proleter devrimin zaferiyle hemen ve doğrudan değil, ''Gelişimin akışı içerisinde'' ulaşılacaktır.


Peki olgunlaşmamış komünizm, bir diğer ifade ile sosyalizm nedir? Yine Marks'ı izleyelim;


''Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur.''


Demek ki, sosyalizm, kendi öz temelleri üzerinde yükselen bir toplum değil. Aksine, ''kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur.'' Demek ki, kapitalizmden komünizme geçişte alt bir evre, bir geçiş toplumudur sosyalizm. Doğal olarak, proletarya, proleter devrimin zaferiyle tarihten, kapitalizmden kaynaklanan ve süregelen eşitsizliklere bir çırpıda son veremez. Marks'ın dediği gibi, ''Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, C. 3, s. 21.3)


Biliniyor, ''gelişme karşıtların mücadelesidir'', bu bir. “Somut tarihsel durumda geçmişin ve geleceğin unsurları elbette iç içe geçer, iki yol kesişir.” (Lenin), bu da iki. Bu gerçekler, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin çarpıcı olguları olarak karşımıza çıkar. Sosyalizmden komünizme geçiş süreci bir yanda yıkılmış ama eşitsizlikleri, gerilikleri, kiri-pası ile kapitalizmin yolunu besleyen ve restorasyonu tehlikesini içeren, öte yandan nihai amaca kilitlenmiş bir yolda sosyalist üretim ilişkilerinin örgütlendiği ve geliştirildiği bir süreçtir. Burada geçmişin ve geleceğin unsurları iç içe geçmiştir ve aralarındaki kesintisiz mücadele her cepheyi kapsayarak gelişir; proletarya komünizme doğru yürüdükçe, eski yitip gider, yerini kendi bağımsız temelleri üzerinde yükselen komünizme bırakır.


Bu durum nesnel bir durumdur, kararnameler çıkarmakla, masabaşı kararlarla, parti ve devletin direktifleriyle, niyet beyanları ile, bir sihirli dernekle aşılması olanaklı değildir.


Kapitalizmin bağrında doğan, gelişen ve zafer kazanan proletarya devrimi, politik iktidar tekeline dayanarak sosyalist üretim ilişkilerini örgütlemeye başlar. Çünkü sosyalist üretim ilişkileri, kapitalist üretim tarzının bağrında doğmaz, kapitalist üretim ilişkileri ile yan yana olamaz ve gelişemez. Böyle olduğu içindir ki proletarya devriminin zaferi ile kurulan proletarya diktatörlüğü, ekonomik devrimi örgütlemeye girişir. Kent ve kır burjuvazisi mülksüzleştirilir. Temel üretim araçları devletleştirilir. Sosyalist planlı ekonomiyi geliştirerek örgütler vb.


Bu olgunlaşmamış komünizm olan ama komünizme doğru gelişen sosyalizm gerçeğidir. Komünizmin alt evresi olan sosyalizmde sınıf mücadelesi iç ve küresel alanda karmaşık daha keskin ve özgül biçimler alarak sürer; sosyalizm henüz sınıflı bir toplum olduğu için sınıf mücadelesinin araçları olan parti, devlet, ideoloji vs. varlığını korur. Sınıfsız, devletsiz bir sosyalizm teorisi, ütopiktir, idealisttir, dogmatik bir şemadır, tarihsel ve toplumsal gelişmenin nesnel karakterini ve nesnel gelişme yasalarını yadsır.


Peki komünizmin alt evresi, komünizme (sınıfsız toplum) geçiş toplumu olan sosyalist toplumun genel çizgileriyle tablosu nedir? Özetleyelim;


Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna da bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, C. 3, iMa., s. 312)


Demek ki, burjuva egemenliğin proleter devrimle yıkılmasıyla açılan yeni tarihsel süreç, bir geçiş sürecidir ve bu geçiş sürecinin (sosyalizm) devleti de proletarya diktatörlüğüdür. Proletarya diktatörlüğü olmaksızın ne proletaryanın egemen sınıf olarak hegemonyasından, ne sosyalizmden ne de komünizme geçişten bahsedilebilir.


Proletarya diktatörlüğü (sosyalist devlet) bir geçiş devletidir. İşte bu geçiş süreci sınıflı bir toplum olduğu için bir devlet vardır, devletsiz bir sosyalizm teorisi anarşist bir saçmalıktır. Sınıf mücadelesi temelinde sınıfsız topluma geçişi örgütleyerek kendi varlığı da sönümlenen bir devlettir. Sosyalist toplumun bir geçiş toplumu olması, aynı zamanda sosyalist devletin de bir geçiş devleti olmasını belirleyip yönlendirmektedir. Sınıfsız sosyalizm, devletsiz sosyalizm, sosyalist toplumu örgütlemeden komünizmin üst evresine doğrudan geçiş teorileri gerici bir safsatadan ibarettir. Devlet komünizmde sonlanır.


Marksizm-Leninizm’e göre komünist toplum sınıfsız, devletsiz bir toplumdur. Komünizmin alt evresi sosyalizmde ise, hala sınıflar, devlet vardır… Sınıflar ve devlet, komünizmin alt evresi sosyalizmin gelişerek komünizmin üst evresine varmasıyla son bulacaktır. Ve bu geçiş sürecinin devleti de proletarya diktatörlüğüdür. Açık ki, proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizmin alt evresine değil, komünizmin üst evresine (olgunlaşmış komünizm) geçiş sürecinin devletidir. Oysa burjuva, küçük burjuva kurnazlığı, proletarya diktatörlüğünü, proletarya diktatörlüğü altındaki geçiş sürecini komünizme (komünizmin üst evresine) değil, komünizmin alt evresi olan sosyalizmle sınırlıyor, böylece sosyalizmi sınıfsız toplum olarak lanse ediyor.


Burjuva diktatörlüğü yıkılmasına ve proletarya egemen sınıf olarak örgütlenmesine (proletarya diktatörlüğü) karşın, bu yeni tarihsel dönemeçte ve süreçte, sınıflar henüz ortadan kaldırılabilmiş değil, toplumsal iş bölümü sürmektedir. Kafa emeği ile kol emeği, kent ile kır, yönetme ve yönetilme ilişkileri, cinsiyet eşitsizliği ve çelişkileri bir olgudur. Henüz ''burjuva ufkun dar sınırları'' aşılamamıştır. Çalışma, henüz ''yaşamın birincil gereksinmesi haline'' gelmemiştir. Üretici güçler yeterince gelişmediği, üretim yetersizliği henüz aşılamadığı için ''Herkesten yeteneğine, herkese emeğine göre'' ilkesi sosyalist toplumun genel ilkesi olarak sürece damgasını basmaktadır. Sınıflarla birlikte sınıf mücadelesi sürmektedir. Sınıf mücadelesi yeni tarihsel koşullar altında gelişir. Devrilmiş sınıfların kaybettikleri cenneti geri almak için direnişi bin kez daha şiddetli keskinleşir; gerek içerde gerekse de dışardan gelen tehlikeler yüzünden kapitalizmin restorasyonu tehlikesi devam eder.


Bu tablo içinde,

''Proletarya, siyasal egemenliğini, tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparıp almak, bütün üretim araçlarını devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek için, ve üretici güçlerin tamamını olabildiğince çabuk artırmak için kullanacaktır.'' (Engels)


Komünizmin alt evresi, komünizme bir geçiş evresi, bir geçiş toplumu olan sosyalizm kurulmadan komünizme geçişten zaten bahsedilemez ki! Geçiş toplumu üzerine boş lafazanlık, sınıflar üstü bir geçiş toplumu üzerine anarşist demagoji şunları izah edemez;


Bir geçiş toplumu aracılığıyla sosyalist üretim ilişkileri kurulup yetkinleştirilmeden nasıl komünist üretim ilişkilerine dayanan sınıfsız komünist topluma geçilebilir?


Eğer komünizm Marks'ın vurguladığı iş bölümünün son bulduğu, sınıfların ve sınıflar mücadelesinin araçlarının sonlandığı bir toplumsa, “Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra'';


''emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra;''


''bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra'' geçilebilecekse;


yani ancak bu son durumda, yani geçiş toplumunun sonunda '' ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!'' ilkesi yaşam bulacaksa, bu durumda sınıfsız toplumun alt evresi olan bir sosyalizm evresi olmadan ve bu evrede tüm bu eşitsizlikleri önce daraltacak, sonra giderecek bir geçiş aşaması yaşanmadan, yani sosyalist iktisadi temel, sosyalist üretim ilişkileri kurulup geliştirilmeden (maddi-ekonomik temel) nasıl komünizmin üst evresine geçilebilir ki!!!


''Olgunlaşmamış komünizm olan sosyalizm aşamasında bölüşüm alanında geçerli ilke 'herkesten yeteneğine herkese emeğine göre' ilkesidir. Ve burada söz konusu olan 'eşit hak, hala - ilke olarak - burjuva bir haktır', 'bu eşit hak', hala burjuva sınırlar içerisinde kalmaktadır. Üreticilerin hakkı, sağladıkları emekle orantılıdır; gerçekte, ölçümün aynı ölçütte, emek ile yapılmasından ileri gelmektedir.” (Age., s. 29, iMa.)


İddia edildiği gibi, eğer sosyalizm komünizmse, sosyalizm sınıfsız toplumsa, birincisi ile ikincisi arasındaki ilke ayrılığı (herkesten yeteneğine, herkese emeğine göre + herkese yeteneğine, herkese gereksinmelerine göre) olmazdı.


Açıkça kavranabileceği gibi Troçkist vb. akımların sosyalizmi komünizm olarak sunmaları Marks'ı, Engels'i çapıtarak mümkündür; bu fikirleri Marks'ın, Marksizm fikirleri olarak sunmak sefil bir demagoji ve manipülasyondur. Oltada balık olmak komünistlerin işi değildir. Troçkizm Marksizm-Leninizm'e karşı gerici savaşımını görünmez hale getirmek, Troçkizm'i Marksizm, Marksizm ve Lenincilik olarak pazarlamak için bu manipülasyonu yapmaktadır.


Sosyalist devrimin zaferi bir son değil, yeni bir başlangıçtır; dünya çapında komünizm nihai amacına bağlanmış bir kesintisiz devrim sürecidir. Proletarya diktatörlüğü de kesintisiz devrimin aracıdır. Politik devrim, ekonomik devrim, ideolojik ve kültürel devrim, tek ve birleşik, iç içe geçmiş devrimci geçiş sürecinin, olgunlaşmamış komünizmden olgunlaşmış komünizme geçişin aracıdır. Tarihten devralınan tüm ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin, sosyalist üretim ilişkilerinin sürekli devrimcileştirilmesi temelinde adım adım aşılması sürecidir. Bu kesiksiz devrim süreci, iç ve uluslararası arenayı kapsayan, dünya komünizminin zaferiyle bağlı bir geçiş sürecidir. Kendi başına, kendisine yeten bir devrim ve inşa süreci değil, emperyalizmin en zayıf bir ya da birkaç halkasının proleter devrimle kırılmasıyla, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası ekseninde uluslararası proleter devrim sürecinin zaferi, sosyalist toplumun inşasının sürekli geliştirildiği ve dünya komünizmine (sınıfsız toplum) varma eylemidir. Proletarya diktatörlüğü altında sosyalist üretim ilişkileri yaratılmadan, en ileri teknik temele dayan sosyalist ekonomik temel yaratılarak kesintisiz yetkinleştirilmeden; komünizme giderken, sürekli bir gelişme çizgisinde her türlü eşitsizliğin giderek azaldığı ve giderek aşıldığı bir sosyalist toplum kurulamadan komünizme ulaşmak olanaklı olmayacaktır. Ki bu süreç diyalektik gelişimi içerisinde tamamlandığında kendi öz bağımsız temelleri üzerinde yükselen komünist topluma (olgunlaşmış komünizme) ulaşılmış; zorunluluklar aleminden özgürler alemine geçilmiş olunacaktır.


Bu süreç mekanik bölünmeye dayanan bir süreç değil, aksine ilk aşamanın evrimi ikinci aşamanın gelişmesi; birincisinin gelişimi ikinci tarafından aşılması olarak bütünsel bir gelişme sürecidir. Bu süreç iç içe geçmiş bir gelişim sürecidir. Birincisi ikincisine dönüşür, ikinci birincisinin olgunlaşmış ve birincisinin tarihsel olarak aşılmış halidir; geçiş süreci (olgunlaşmamış komünist toplum) ve kendi bağımsız temelleri üzerine yükselmiş temel toplum biçimine (olgunlaşmış komünist toplum) dönüşme. Sorun böyle konulabilir ancak.


Sosyalizmden komünizme geçiş sürecini belirleyen ve biçimlendiren şey, şudur;

Bu sosyalizm genel olarak, sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması, sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan kaldırılması, bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst edilmesine varmak üzere, devrimin sürekliliğinin ilânıdır, zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür” diyordu. (Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, C. I, Sol Yay, Birinci Baskı, s. 341)


Ve açık ki, söz konusu geçiş sürecinin temel çelişkisi kapitalist yol ile sosyalist yol arasındaki çelişkidir ve geçiş toplumunu belirleyen olgu sınıfsızlık değil, sınıf mücadelesi ve kesintisiz devrim süreci olmasıdır.


Sosyalizmi, sosyalist inşayı, bu sürecin temel dinamiği olan sınıf mücadelesini ve kesiksiz devrimi reddederek komünizme varılamaz. Komünizmin henüz sınıflı alt evresi ve geçiş toplumu olan sosyalizmi sınıfsız toplum ilan etmek, sosyalist inşayı reddetmek, proletarya ile burjuvazi, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki sayısız biçim alacak sınıf mücadelesini reddetmek, son tahlilde düpedüz dünya kapitalizmin ve burjuvazinin yanında saf tutmaktır. Troçkizm'in kapitalizmden sözde sınıfsız toplum olan sosyalizme geçiş sürecini ''geçiş toplumu'' olarak nitelerken, bu geçiş sürecinin karakterini bilimsel olarak açıklayıp tanımlamaması, geçiş toplumunu sınıflarüstü bir toplum görmesi, nesnel ekonomik yasaları olan bir toplum olarak görmemesi rastlantısal değildir yani.

Bir kere bu geçiş toplumunun maddi-teknik temeli yaratılır ve kurulur. Proletarya proletarya diktatörlüğüne dayanarak sosyalist üretim ilişkilerini inşa eder; politik geçiş sürecinde, ''''Proletarya, siyasal egemenliğini, tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparıp almak, bütün üretim araçlarını devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek için, ve üretici güçlerin tamamını olabildiğince çabuk artırmak için kullanacaktır.'' (Engels) İşte geçiş sürecinin karakteristiklerini Engels böyle ortaya koyar. Bunu yadsımak ve Marksizm olarak yutturmak revizyonizmdir, Troçkist dogmanın demagoji ve manipülasyonudur.


Marks ve Engels'in ifade ettiği geçiş süreci, ulusal ve uluslararası arenada süren ve dünya çapında proleter devrimin zaferiyle, proletarya diktatörlüğünün kuruluşuyla, proletarya diktatörlüğü (sosyalist demokrasi) aracılığıyla gerçekleşecek bir tarihsel devrim sürecidir. Komünizm temel toplum biçimidir. Sosyalizm bir geçiş toplumudur. Kapitalizmden komünizme geçişte bir ara basamaktır. İkincisi sınıfsız bir toplum, birincisi henüz sınıflı toplumdur. Sosyalizmden komünizme geçiş sınıflı toplumdan sınıfsız topluma geçiştir. Geçişin tarihsel karakterini belirleyen de budur. Troçkist teoriler bu teorik ve tarihsel deneyimi demagojik bir tarzda redderek Marksizm-Leninizm'e saldırmaktadırlar. Meselenin özü de buradadır. Troçkizm'in söz konusu çarpıtması, son derece bilinçlidir. Emperyalizmin, kapitalizmin, devrilmiş gericiliğin Hitler faşizminin ve faşist kampın amansızca yıkmak istediği SSCB'de (sonra ''Doğu Avrupa''da) kurulan toplumun sosyalizm olmadığını kanıtlamak, ''Stalinist kanlı gerici diktatörlüğü yıkmak'' için yürüttükleri mücadelenin haklı ve meşru olduğunu haklı çıkarabilmek için de bu çarpıtmayı teorileştirmiştir. Yani, minareyi çalan kılıfı hazırlar hikayesi...


Komünizmden kapitalizme geri dönüş olanaklı değildir, çünkü komünizm sınıfsız toplumdur, kendi öz temelleri üzerinde biçimlenmiş bir temel toplum biçimidir; kapitalizme geriye dönüşü örgütleyecek iç ve küresel arenada herhangi bir sınıf bulunmamaktadır. Oysa bir geçiş toplumu olan sosyalizmde ise, kapitalizmin restorasyonu tehlikesi ve bu tehlikenin bir olguya dönüşmesi olanaklıdır. SSCB ve sosyalist kampın deneyimi bu olguyu çarpıcı bir tarzda doğrulamıştır. Üstelik bu deneyimin en çarpıcı olgusu, restorasyonun kalenin içten fethiyle gerçekleşmesidir; kızıl maskeli bürokratik burjuva karşı-devrim yoluyla sosyalizmin ve proletarya diktatörlüğün tasfiye edilmesidir.


Devrilmiş gericiliğin iç savaşı ezilmiştir. Emperyalist ve faşist ülkelerin emperyalist işgalleri ezilmiş, püskürtülmüştür. Bu yollardan kapitalizm yeniden kurulamamıştır. Emperyalist ablukaya karşın, geri bir köylü ülkesinde sosyalist inşa başarılı olmuştur. Dahası sosyalist bir kampın varlığına ve böylece birçok ülkede sosyalizmin inşa sürecine rağmen, sosyalizm kapitalizm karşısında yenilebilmiştir. Bu yenilginin nedeni iç savaş, dış müdahale değildi. Bu yenilgi, emperyalizm ve gericiliğin baskı ve kuşatması koşullarında, sosyalizmin zaaflarından beslenerek içerden doğan ve gelişen yeni tip bir karşı-devrim eliyle gerçekleşmiştir. Tarihsel deneyim, söz konusu geçiş sürecinde kapitalist yol ile sosyalist-komünist yol arasındaki mücadelenin en keskin ve en tehlikeli biçiminin yeni tipte burjuvazinin doğup gelişmesi olduğunu kanıtlamıştır...


Bu olgu, sosyalizmin zaferi ve kesin zaferi olarak formüle edilen teorinin sınırlılığını da açığa çıkararak teorinin zenginleştirilerek geliştirilmesi gerektiğini çarpıcı bir tarzda ortaya koymuştur. Açık ki, kapitalizmin restorasyonu tehlikesini engellemek bakımından Lenin tarafından ortaya koyulan ve Stalin tarafından geliştirilen sosyalizmin zaferi ve kesin zaferi teorisi kapitalizmin yeni bir yoldan, sosyalizmin zaferi ve kesin zaferi koşulları olarak olarak teorileştirilen teorinin ve pratiğin sınırlılıklarını ve aşılması gerektiğini de göstermiştir. Teori pratiğin deneyimlerinin eleştirel genelleştirilmesiyle geliştirilir. Tarihte ilk defa sosyalizm inşa edildiği ve farklı bir deneyim de olmadığı için Lenin ve Stalin'in yoksun oldukları deneyimi, acılı bir tarzda yaşamış olan Marksist-Leninistler, doğaldır ki deneyimlerin ilkeli eleştirel öğrenilmesiyle aşmaktadırlar.


Lenin ve Stalin'in önderlik ettiği SSCB'nin (ve sosyalist kampın) yeni tip bir karşı-devrimle, kalenin içten kızıl maskeli bir karşı-devrimle fethedilerek tasfiyesinden çıkarılacak temel tarihsel ders, ''işte hepimiz gördük, tek ülkede sosyalizm kurulamaz, yenilgi kaçınılmazdır, kurtarsa kurtarsa bizi Avrupa devriminin topyekün zaferi kurtarır'' vs. olamaz. Bunu düşünenler, bu vb. gerici teorilere tutsak düşenler, proletarya sosyalizmine inancını yitirenler olabilir ama zaten dünya burjuvazisi de bunu söylemiyor mu!!!


Komünistler yaşanan tarihsel deneyimden sonra, Lenin'in şu uyarısının değerini keskin anlam derinliğini bilince çıkarmalıdır;

Sorunun özünü ele aldığımızda ise-tarihte hiçbir yeni üretim tarzının, uzun bir başarısızlıklar, hatalar, geri tepmeler dizisi olmadan bir çırpıda kök saldığı görülmüş müdür…''


Bu bağlamda, SSCB'de ve sosyalist kampta sosyalizmin inşası ve sonra sosyalizmin giderek kapitalizmin restorasyonuna yenik düşmesi tarihsel derslerinden teorinin geliştirilmesinde bize yol göstermesi gereken perspektif ve teorinin zenginleştirilerek geliştirilmesine dayanan eleştiri gücü şu bakış açısı ve yöntemdedir;


Marx’ın teorisini asla bitmiş ve dokunulmaz bir şey olarak görmüyoruz; tersine, eğer yaşamda geri kalmak istemiyorlarsa, sosyalistlerin, tüm yönlere doğru geliştirmek zorunda oldukları o bilimin yalnızca temel taşını koyduğuna inanıyoruz…” (Aktaran Stalin, açL., Eserler C. 16, s. 68-69)


Papaz çömezleri ve talmutçular, Marksizm’e, Marksizm’in değişik sonuç ve formüllerine hiçbir zaman değişmeyen, hatta toplumun gelişme koşulları değiştiği zaman bile değişmeyen bir dogma olarak bakarlar. Sanırlar ki, bu sonuçları ve bu formülleri ezberlerlerse yerli-yersiz onları aktarırlarsa, herhangi bir sorunu çözümleyebilecek duruma gelirler, umarlar ki öğrendikleri bu sonuçlar ve formüller, kendilerine her dönemde bütün ülkeler ve yaşamın bütün koşulları için yarar sağlayacaktır. Oysa ancak Marksizm’in lafzını gören ama onun özünü göremeyen, Marksizm’in sonuçlarını ve formüllerini ezbere öğrenen, ama kapsamını anlayamayan insanlar böyle düşünebilirler.'' (Stalin, Son Yazılar 1950- 1953, s. 57-58, Sol Yay.)


Yenilgilere karşın komünistlerin inancı şudur;

''Proleter devrimden, komünist devrimden başka hiçbir şey, insanlığı, emperyalizmin ve emperyalist savaşların soktuğu çıkmazdan kurtaramaz. Devrimin önündeki zorluklar ne kadar büyük olsa da, hangi geçici yenilgilere uğrasa da, karşıdevrimin dalgaları ne kadar yüksek olsa da, proletaryanın nihai zaferi kesindir.'' (Lenin)


Aslında Troçkist teori tüm sol keskinliğine karşın sosyalizm ve komünizme inanmaz. Geçiş toplumu teorisiyle sosyalizm ve komünizme karşı kapitalizmi savunur ve devlet kapitalizmine dayalı kapitalist toplumu hedefler. ''Geçiş toplumu'' dediği şey, sınıflarüstü gösterdiği devlet kapitalizmine dayanan kapitalist üretim tarzıdır.


Dünya devrimi olmadan ''sosyalizm kurulamaz ve sosyalizme geçilemez''; dünya devriminin gerçekleşebilmesi de ancak Avrupa ve ABD'de ''proleter devrimin'' zafere ulaşmasıyla olanaklı hale gelir; buna rağmen yine sosyalizm kurulamaz, bunun için ne idiğü belirsiz bir ''geçiş toplumu'' döneminden geçmemiz gerekir teorisi Troçkizm'in herhangi bir biçimde devrimci olmadığını, devrim ve sosyalizm diye bir derdinin olmadığını, dünya burjuvazisini ve kapitalizmi ebedileştirme için proletaryayı silahsızlandırmayı asli işlevi gördüğünü kanıtlar.

Troçkizm'in ve Troçkist enternasyonallerin SSCB'de ve sosyalist kampta sosyalizm inşasını 'Stalinist bürokratik karşı-devrim, kanlı diktatörlük'' olarak lanse etmesi; emperyalizm ve faşizmin yok etmeye çalıştığı Lenin ve Stalin'inin SSCB'nin ve sosyalist kampın ''politik devrim''le yıkılmasını teori ve pratiğinin merkezine koymuş; Titoculuktan Kruşçev, Brejnev'e kadar uzanan tarihte modern revizyonist karşı-devrimi desteklemesi; revizyonist/kapitalist sistem ve kampın yıkılmasını ''Stalinizmin yıkılması'', ''devrimlerin zaferi'' ilan etmesi; dahası sosyalist olmamakla birlikte anti-emperyalist Küba'nın, Kuzey Kore'nin ''Stalinist'' ilan edilerek ''devrimle yıkılması'' gerektiği propagandası yapması dediklerimizi kanıtlamaya da yetmektedir. Lenin boşu boşuna Troçkizm'i tersyüz edilmiş Kautskycilik olarak ilan etmemiştir.


14 Mayıs 2021 Cuma

İDEOLOJİK MÜCADELE VE ''PARTİ KARŞITLIĞI'', SOSYALİZMİN SORUNLARI

Partiler, sınıfların öncü kuvvetlerinin örgütlendiği öncü politik yapılardır. Partiler sınıfları temsil eder. Partiler, politik maddi öncü güç olarak, doğası gereği, temsil ettikleri sınıfın ideolojik-siyasi çizgisinde örgütlenir. Bu olgu, sözkonusu temsiliyetin maddi bir öncü kuvvet haline dönüşüp dönüşmemesinden bağımsızdır. Herhangi bir parti, temsil ettiği sınıfın sınıfsal-toplumsal gereksinmelerine ve gereklerine yanıt olursa işlevsel temsiliyet gücü kazanır, kazanamazsa biçimsel bir yapı olarak kalır.


Komünist parti(ler), proletaryanın devrim ve sosyalizm mücadelesine önderlik eden en üst örgüt biçimidir; sınıfın genelkurmayıdır. Komünist partilerin dünya görüşü (ideolojisi) Marksizm-Leninizm'dir. Komünist partilerin teorisi, politikası, örgütsel-pratik çalışmasına damgasını basan dünya görüşü Marksizm-Leninizm'dir. Marksizm-Leninizm'i temel almayan, proletaryayı teori ve pratiğinin merkezine koymayan bir parti komünist olamaz ya da giderek süreç içerisinde komünist karakterini kaybeder. Proletaryanın sınıf bilinçli öncü müfrezesi olan komünist parti, küçük burjuva sosyalizmi ile sınıfsal farklılığını yalnızca teoride değil, pratikte de ortaya koymak, kanıtlamakla yükümlüdür. Bu olgu, başlıca olarak komünist işçi hareketi yaratmada, bu harekete dayanarak geçici devrimci-demokratik görevlerini sosyalist görevlerine tabi kılarak nihai hedefi doğrultusunda mücadeleye önderlik etmede cisimleşir.


Komünist partisi, ''Bilimsel Sosyalizm ile işçi sınıfı hareketinin birliğini'' ifade eder. Birlik Kongresi Belgeleri incelendiğinde bu kavrayışın çarpıcı bir tarzda ortaya konulduğunu görmekteyiz. Keza birliğin ardından birkaç yıl Birlik Devrimi'nin teori ve politikasına uygun güçlü bir yönelim gösterilmişti. Ancak, özellikle de 2000 sonrası bu duruş ve yönelimden esaslı bir uzaklaşma yaşanmıştır. Bu süreç, öncüdeki ideolojik-siyasi ayrılıkların gelişmesi, ideolojik birliğin çözülmesi, derin ve giderek kronikleşen bir ideolojik krize saplanılması, temel ideolojik ayrılıkların ilkeli bir tarzda, zamanında çözülerek partinin irade birliğinin daha üst düzeyde kurularak geliştirilememesi sonucu derinleşerek sürmektedir. Ki, 20 yıla yakındır sürüm sürüm süründürülen sosyalizmin sorunları, SSCB'de ve sosyalist kampta kapitalizmin restorasyonu ve tarihi dersleri tartışması, bu partinin komünist kalıp kalmayacağını belirleyecektir son tahlilde. Kuşkusuz ki bu tartışma, partinin gelişim sürecinin, deneyimlerinin eleştiri, özeleştiri ekseninde yeni baştan değerlendirilmesini de kapsamak zorundadır. Teori-politika-örgüt-kadro politikası-çalışma tarzı, önderlik anlayışı, yönetme yönetilme ilişkilerine dek bütün çalışmaların iç bütünlüklü eleştirisini kapsamak zorundadır. Bu kapsamda derinlemesine bir tartışma olmaksızın yeni ve güçlü donanım kazanmak olanaklı olmayacaktır. Böyle bir tartışma, ideolojik mücadele, yenilenme olmaksızın komünist öncü/parti kendi öz temellerine oturamayacak, teori ile pratiğin birliğine dayanan bir gelişme sağlanamayacak; her duruma uyarlanma ilkesizliğiyle tasfiyeci oportünizme yeni biçimler altında yeni manevralar yapma olanağı sunacaktır.


Bu bağlamda yaşadığımız tarihsel bir dersi, 1979'da ÇKP ve Mao Zedung Düşüncesi üzerine yaptığımız iç tartışmanın deneyimlerini (ki 8 ay süren bir tartışma oldu) hatırlamakta yarar görmekteyiz. O dönemde yaptığımız tartışma, genel olarak Marksizm-Leninizm'in üç bileşeni (felsefe, politik ekonomi, sınıf mücadelesi ve sosyalizm) ile sınırlı kalmış, bu tartışma programatik, stratejik, taktiksel gelişme hattı, çalışma tarzı ile birleştirilmediği için Maozim'in derin etkileri nispeten uzun yıllar resmi platformda kalmaya devam etmişti. Son derece geliştirici olan o tartışma süreci, yanlış bir yöntem izlendiğinden dolayı yarım kalmıştı ve ideolojik ve örgütsel bütünsel komünist yenilenme mantıki sonuçlarına kadar geliştirilememişti.


İdeolojik birliğin (teori, program, strateji, taktiklerde birlik) çözülmesinin (ideolojik krizin) merkezinde ezilenlerin Marksizmi, post-Marksizm, Troçkizm, legalizm hastalığı durmaktadır. Bu ayrılıklar, dünya ve Türkiye gerçekleriyle; nesnel koşullardaki değişmelerin zamanında bilince çıkarılarak yanıt verilememiş, bu yanıtı ifade eden teorik ve pratik duruşun geliştirilmemiş olmasıyla bağlıdır. Bu olgu, Türkiye komünist hareketinin tarihsel ve güncel halkçı zaaflarıyla, küçük burjuva oportünist günahlarıyla, bu günahlarından kesin ve derin, istikrarlı bir kopuşun gerçekleştirilememesiyle bağlıdır. Bu gerçek, kısa dönemlerdeki önemli çıkışlar ve gelişmeler hariç, komünist hareketin teorik temellerinin zayıflığıyla, istikrarsızlığıyla, bağımsız sınıf kimliğinin yeterince gelişmemesiyle ya da zayıf gelişmiş olmasıyla; teorisi ve pratiği arasında ilkeli ve istikrarlı birliği kurup geliştirememesiyle bağlıdır.


Bazı çarpıcı tarihsel deneyleri hatırlatmak istiyoruz.


70'li yıllarda ''3 Dünya Teorisi''nden, ''Mao Zedung Düşüncesi''nden, 12 Eylül 1980 askeri faşist karşı-devrim ve yenilgi döneminde tasfiyeci oportünizmden ve 2000'ler sonrası ezilenci ve post-Marksist, Troçkist ideolojik saldırılardan derinden etkilenmemiz örneklerini unutmamız mümkün mü!


Örneğin, 70'li yıllarda ''Halk savaşı teorisi'' ve politik stratejisini savunuluyordu. Pratikte ise, kendiliğindenci davranılıyor, pratik-politik duruş ''Halk savaşı stratejisi''nden bağımsız gelişiyordu. Yani teori ile pratik birbirinden kopuktu.


Bugün ise, Birlik Devrimi Belgelerinde teori ve pratiğimizin merkezinde proletarya harereketi durduğunu savunmamıza karşın, proletarya içinde çalışma temel alınmamaktadır. Dahası, bu perspektif yarı-resmi, özellikle de pratikte reddedilmektedir. Bu olgu, komünist işçi hareketi yaratarak halkların, ezilenlerin hareketine öncülük etme perspektifinden kopulmuş olunmasında somutlaşmıştır. Yani teori ile pratik arasında çarpıcı bir kopukluk göz çıkarıyor. Proletaryaya önderlik anlayışı, ideolojik önderliğe indirgeniyor. Proletarya hareketinden, politik maddi işçi hareketinden kopuk ve oldukça uzak olan bir politikanın proletaryaya ''ideolojik önderliği'' de zaten olanaklı değildir.


Örneğin, Birlik Kongresi Belgeleri, ulusal demokratik Kürt devriminin Batıya taşınması, ''Doğu'' ve ''Batı''nın devrimci birleşik cephesinin kurulmasını ısrarla vurgulamıştır. Bu görevi, komünist ve devrimci bir işçi hareketi yaratarak, sınıf hareketinin önderliğinde devrimci halk hareketini geliştirmeyi başarmada somutlaştırmıştı. Türkiye ve Kürdistan devriminin bu stratejik ve taktik temel zaafını böylece aşmayı acil politik bir görev olarak önüne koymuştu. Ancak süreç içinde bu görev adeta unutuldu, başarısız kalındı, rotadan çıkıldı; gerek Türkiye'de gerekse de Kuzey Kürdistan'da etkili olacak maddi-politik bir güç olmak geliştirilemedi. Yani teori ile pratiğin kopukluğu bu olguda da çarpıcı bir tarzda ortadadır. Bu işler öyle, hayatın gerçekleriyle ilgisi olmayan, karşılığı bulunmayan, kitlemizde ve ilerici kitlelerde, devrimci kitlelerde güvensizlik geliştiren, kendini aldatmanın ve manipülasyon yapmanın çıplak kanıtı olan ''2020 yılı 1 Mayısına öncü damgasını vurdu''', hadi bakalım daha ileri görevler için ileri atılalım gibi garip, şirazeden çıkmış duygusal, romantik, gerçek dışı ajitasyonla çözülmüyor.


Örneğin, yıl 2021, ama hala, kestirmeden ifade edecek olursak, ''Sosyalizmin tarihsel deneyimleri'' üzerine tartışmalar sonlandırılamamıştır; üstelik bu tartışma, 2000'lerin ilk yıllarından başlatılmış olduğu halde hala esaslı bir tartışma bile başarılamamıştır. Bu sorun ve tartışmanın öncünün çözülmüş olan ideolojik-siyasi birliğini daha üst düzeyde kurmayı hedefleyecek tarzda ilkeli bir tarzda çözülmemesi, öncüye inanılmaz zararlar vermiştir. Kronikleşmiş olan ideolojik-siyasi-örgütsel sorunlar kendi doğrultusunda derinleşerek, daha güçlü ve daha hızlı gelişerek öncüyü kemirmeye, güçten düşürmeye devam edegelmiştir. Küçük burjuva tatminden öte anlamlı olmayan büyük ve başarılı önderlik üzerine lafazanlık yapmakla bu sorunun ve sorunların çözülmediği, sayısız kere görülmüştür. Teori ve pratiğin birliği üzerine büyük lafazanlık ama yaşamsal önemde olan, pek çok akımın kendince tartışarak çözdüğü ve küresel çapta birkaç on yıldır dünya burjuvazisi ve yedeğindeki akımların korkunç saldırılarına karşın, sosyalizm sorunları (ki proletarya, proletarya sosyalizmi ve sosyalizm mücadelesi bizim varlık nedenimiz ve temelimizdir) tartışmasını hala yeni bir donanım kazanarak pratik-politik bir silaha çevirecek noktaya gelememiş olmamız içler acısı bir durumdur. En kötüsü de manipülatif propaganda ve sözde analizlerle, suç derekesinde ağırlığı olan zaaflara ve önderlik anlayışlarına meşruiyet kazandırılabilmekte, özeleştirinin ucu bile görünmemektedir.


Burada sergilenmiş olan niteliksizlik, yeteneksizlik, iradesizlik, vurdum duymazlık, idare-i maslahatçılık, dar kafalılık öncülüğün, önderliğin başarısının değil, aksine başarısızlığının içler acısı tablosudur. Bu gerçeklerin de dile getirilmesi ve ısrarla ideolojik mücadelenin konusu yapılması ise tasfiyeci oportünist eğilimlerde olağanüstü rahatsızlık yaratmakta ve gerçek dışı iddialarla, gerçeklerin çarpıtılmasına dayalı yıpratma savaşı geliştirmelerine yol açmaktadır.


Parti hamasetiyle, romantik, mistik, melankolik, ajitatif manipülasyonla, irade ve feda ruhu üzerine kalem sallamakla ve çağrılar yapmakla teori ve pratiğin, sosyalizmin sorunlarının çözülmediği ve asla çözülemeyeceği açıktır. Açıktır diyoruz ama sosyalizmin sorunları, deneyleri tartışmasını çözmek yerine, 20 yıldır adeta sürünenerek, tam bir artçı duruş sergilenerek bugünlere gelinmiştir. Bu durumun özeleştirisi bir yana, hala ne kadar başarılı olduğumuz üzerine, ne kadar büyük ve yaratıcı, hatta uluslararası açılımı da ifade eden teorik açılımlar yaptığımız üzerine lafazanlığa devam edilmektedir. Açık ki küçük burjuva oportünist zihniyet ve temsilcileri kendi narsizmi ve tasfiyeci bürokratik elitizmi içerisinde boğulmuş, baştan aşağı kibire batmış, zaaflarını erdem olarak sunmaya devam eden bir tarzla tahribat yaratmaya devam etmektedirler. Bu tablo içinde ''Kral çıplak!'' diyenlerin hedefleştirilmesi ise anlaşılırdır...


Böyle bir perspektifle, duruşla ne geçmiş birikim ve kazanımlar korunabilir, ne bugün ne de gelecek kazanılabilir. Çözüm Marksizm-Leninizm'dedir. Çözüm UKH'nın tarihsel deneyimlerden eleştirel öğrenmektedir. Çözüm, ağır ve çözüm bekleyen sorunların adını hakkedecek bir komünist parti olduğumuzu kanıtlayarak çözmektedir. Çözüm, bugüne dek başarıyla kendini gizlemiş, gerçek kökleri ve sınıfsal, ideolojik nedenleri örtülenmiş ilkel, dar pratikçi, idare-i maslahatçı, bürokratik zihniyetin ve temsilcilerinin, öncelikle de ilkesel ve ideolojik olarak aşılmasındadır. Çözüm, sorunları, yenilgileri, zaafları, yalpalamaları, başarısızlıkları dışsallaştırarak kendini hep başarılı ve başarının sahibi ama zaafları, yenilgileri, suçları ''taktik önderlik''lere, bireylere yıkan küçük burjuva bürokratik çürümenin, küçük burjuva elitizmin aşılmasındadır. Dar kafalı bir zihniyetle, tarzla, iradecilikle sorunlar çözülmek bir yana, deneylerimizin de kanıtladığı gibi, sürekli nitelik kaybedilmektedir.


Sosyalizmin tarihsel deneyimleri üzerine sayısız çevre sorunları tartışıyor, bir arayış içinde. Marksizm-Leninizm'e inanan sayısız samimi devrimci bu sorunlarda bir yön, sağlam ve net bir doğrultu ve çözüm arayışı içerisinde. Basit bir sosyal medya taramasında bile bunu görmek olanaklı. Bu tartışmalarda esamemiz bile okunmuyor. Özellikle 1980 sonları, 89/91 sürecinde kapitalist/revizyonist sistemin çözülüşü sonrası gerek coğrafyamızda, gerekse de küresel alanda Marksizm-Leninizm'e her salise dizginsiz saldırılar yapılıyor ve bu durum değişmiş değil. Artçı duruş, yeni ve güçlü bir donanım kazanarak, sosyalizmin sorunları da içinde olmak üzere ideolojik-siyasi bir çekim merkezi haline gelmemizi önlüyor ve önlemiştir ve bu tablonun hesabı ise sorulamamıştır.


Bu fatura, ağır bir faturadır. Öncülük-önderlik adına trajik bir durumdur. ''Düşünen değil, koşturan insanlara, iyi erlere ihtiyacımız var'' diyen bir zihniyet, pratik duruş, artçılığı ''öncülük'' ve ''parti tarzı'' olarak maskelemiştir. Böyle bir önderlik teori ve pratiği, öncü değil, artçı bir konuma yol açmış ve komünist partiyi artçı olarak konumlandırmıştır. Kendi tarihsel ve güncel sorumluluk bilincine sahip bir öncünün yaratılamamış olmasının partiyi getirdiği yerdir bu. Bu tablonun sorumluluğundan komünistler kaçınamaz...


Objektif gerçeği kavrayamayan ve yanıt olamayan, ilkelere dayalı özeleştiriden uzak duran ve kaçan küçük burjuva dar kafalılığı ilkeli bir tarzda, ideolojik ve siyasi olarak mahkum edilerek aşılmadan da bu tarihsel, yapısal kronik sorun(lar) çözülemeyecektir. Bu gerçeği anlamak, kavramak ve aşmak yerine, yapılan eleştirileri, yürütülen ideolojik mücadeleyi ''anti-parti''lilikle, ''parti düşmanlığı''yla, ''partiyle uğraşmakla'', ''partiyi yıpratmakla'', ''kindar davranmak''la, ''ağır siyasal koşulları göğüsleyememek''le vb. gibi motiflerle maskeleyenler, bu propaganda ve ajitasyonu yöneten, yönlendiren ve yürütenler, tarih tarafından mahkum edilecektir.


Marksizm-Leninizm'i, Birlik Devrimi'nin çizgisini değişik ideolojik-teorik görünüşler altında yadsıyan oportünizmi, revizyonizmi, Troçkizm'i, tasfiyeciliği eleştirmek ideolojik mücadelenin gereklerini, ilkeli bir duruşun gereğini yerine getirmekten ibarettir. Bu parti karşıtlığı değil, partiyi oportünizm bataklığına sürükleyen parti karşıtlığının eleştirisidir. Oportünist tasfiyeciliği eleştirmeyi ''parti düşmanlığı'' vb. olarak lanse etmek de anti-parti küçük burjuvazinin ve zihniyetin manipülatif psikolojik savaşıdır. Eğer bir parti karşıtlığı aranacaksa, tamda burada aranmalıdır. Hepsi bu.


Değişik renklerden oluşan oportünizm ve tasfiyeciliğin sağlamlaştırmak istediği hegemonyaya karşı mücadele etmeden de komünist kalınamaz. Devrimci-demokratik ya da komünist, farketmez partileri, grupları, çevreleri eleştirmek doğal demokratik-devrimci ve komünist bir haktır. Bu hakkın engellenmesi, engellemek için baskı örgütlenmesi küçük burjuva bürokratik tahammülsüzlüğün ifadesidir. Ki, bu yol ve yöntemler, bir demokratik devrim deneyiminden bile geçmemiş, demokrasi bilinci gelişmemiş, komünist demokrasiyi de özümsememiş, kendi küçük çıkarlarına, hesaplarına göre davranan, kurnazlığı ''meslek'' edinmiş, işine geldiği yerde işine geldiği gibi davranan, kendisini demokrasinin, eleştiri ve tartışma özgürlüğünün temsilcisi olarak pazarlayan ama kendine dokundu mu çığırtkanlıkla manipülasyon yapan ve coğrafyamızda da toplumsal karşılığı olan, devrimci hareketin tarihinde de bolca tanık olduğumuz çifte standarttır. Bu bir sınıf tavrıdır, rastlantısal değil; yapısal, tarihsel bir zihniyet, tarz, gelenek ve kültürdür.


Yaşamın neresinde olursa olsun komünist kendi dünya görüşünün mücadelesini veren insandır.


Dikensiz gül bahçesi yoktur. Gülü seven dikenini de katlanır.


Olan-bitenin, süreçlerin, dönemeçlerin değerlendirilmesinde daima bilince çıkarılması gereken şey, ideolojik-teorik-ilkesel eleştirel perspektifin kaybedilmemesidir. Her örgütsel sorunun politik düzeyde, her politik sorunun teorik düzeyde; bütün sorunların teorik-ideolojik-sınıfsal düzeyde ve alanda ele alınması, incelenmesi, tarihsel temelinin açığa çıkarılması olmazsa olmaz ilkesel bir duruştur. Marksizm-Leninizm'in bize öğrettiği ve uygulamamızı zorunlu kıldığı yöntem ve bakış açısı budur.


Lenin'in dediği gibi,Acı gerçek,… ‘bizi yükselten’ yalandan daha yararlıdır.’' Ve teori ve pratiğin, politik ve örgütsel çalışmanın, çalışma tarzının ve kadro politikasının, önderlik anlayışı ve siyasi mücadele hattının sorunları, yönetme yönetilme ve sınıf ve kitleler ilişkisi, parti krizinin sorunları iyi niyetlerle, dileklerle, bunlar da yoldaşlarımızdır vs. gibi saflıkla ele alınamaz. Sorunlara, duygularımızın gözünden değil, ilkelerin, ideolojik-siyasal mücadelenin perspektifinden bakmak zorundayız. Yoldaşların yoldaş olarak kalmasının, sapanların sapmadan kurtarılmasının yolu da buradan geçer.


Lenin'den öğrenmeye devam etmeliyiz; O, şöyle diyor;


Reformist Turati’nin —bu Kautsky yandaşının— niyetinin savaşı haklı göstermek olmadığına inanalım. Fakat politikada niyetlerin değil eylemin, iyiniyetli dileklerin değil gerçeklerin, hayallerin değil gerçekliğin geçerli olduğunu kim bilmez? (Lenin, SE C. 5, s. 272, iba.)



Hasan OZAN İLTEMUR