28 Ekim 2018 Pazar

Teorik Yazılar Arşivi

Marksist Leninist Klasiklerden ve yazılardan seçmeler

Ajan-Provokatörlüğe Karşı Mücadele


(Komünist Enternasyonal)

I
Savaş sonrası kapitalizmin tarihi, onun çöküşünün, bunalımının ve burjuvazinin sınıf egemenliğini korumak için verdiği şiddetli mücadelenin tarihidir. Savaş sonrası ilk yıllarda egemen sınıflar, bolşevik devrimin yalnızca geçici bir ateş nöbeti olduğuyla kendilerini avuturlarsa da, şimdi burjuvazinin ileri gelen politikacıları arasında tüm kapitalist ekonomik düzenin tehdit altında olduğu ve kendisinin yeni kitlelerin yiğitçe mücadelesi içinde yükselen toplum düzenine karşı koruyabilmek için kapitalizmin olağanüstü bir çabaya muhtaç olduğu anlayışı yaygınlaşmaya başlamıştır.

Egemen sınıfların bütün umutlarına, kapitalist düzenin sözcülerinin bütün teminatlarına rağmen, burjuvazinin “devlet adamları”nın kafasına bu anlayışı çekiçleyen, sürekli büyüyen bunalımdır. Burjuvazi bu bunalımdan tek çıkış yolunu, işçi sınıfına ve emekçi kitlelere karşı savaşta ve sömürgelerdeki devrimci hareketin zorla bastırılmasında görmektedir. Milyonlarca emekçi kitleyi en kötü sömürü boyunduruğuna bağlama çabasıyla, egemen sınıflar devlet aygıtlarını sürekli olarak güçlendirmektedirler. Bir dizi ülkede uzun zamandan beri zaten açık bir şekilde faşist diktatörlük hüküm sürmektedir. Onları büyük kapitalist güçler izlemekte ve giderek hızlanan bir şekilde faşist hükümet yöntemlerine geçmektedirler. KPD’nin illegaliteye zorlanması, yasadışı ilan edilen Kanada KP’nin takibat altında tutulması vb. çabalarını anmak yeter.

Dev gibi bir sınıf mücadelesi gelişiyor. Proleter ve yarı-proleter unsurlar karşı-saldırıya geçiyor. Kapitalist ülkelerin emekçilerinin bakışı giderek artan sevgi ve umutla Sovyetler Birliği’ne, sosyalizm aşamasına giren, ne işsizlik ne de açlık tanıyan, üretici güçlerini fırtına hızıyla geliştiren, işçilerin ve emekçi köylülerin yaşam düzeylerini sürekli yükselten bu ülkeye yöneliyor.

Emekçi kitlelerin muzaffer sosyalizmin ülkesine olan sempatileri ne denli büyükse, emperyalist soyguncuların Sovyetler Birliği’ne karşı olan kinleri de o denli şiddetlidir. Kapitalist dünyayı kemiren çelişkilere rağmen emperyalist büyük güçler yorulmaksızın Sovyetler Birliği’ne karşı savaş için bütün burjuva devletlerin blokunu oluşturuyorlar.

Ama Sovyetler Birliği’ne saldırının hazırlanması proletaryanın, köylü kitlelerin ve ezilen halkların devrimci mücadelesinin acımasızca bastırılmasını gerektiriyor. Tüm kapitalist dünyada beyaz terör dalgası giderek yükselmektedir. Avrupa’da şimdilik ilk sırayı, ateşli bir şekilde savaş için hazırlanan ve sayısız darağaçlarının kurulması yoluyla kitlelerin devrimci mücadelesini boğmaya çalışan faşist Pilsudski Polonya’sı almaktadır.

Kim kimi?” sorunun artık uluslararası çapta gündeme durduğu ve tayin edici sınıf mücadelelerinin daha aşikârca büyüdüğü bu tarihsel dönemde, egemen sınıflar daha inatçı bir şekilde çareyi, büyüyen devrimci harekete karşı en keskin mücadele yöntemlerinden birinde arıyorlar: Provokasyon.

Provokasyon, egemen sınıfların emekçi kitlelere karşı kullandıkları en eski mücadele yöntemlerinden biridir. Devrimci proleter hareketin daha ilk dönemlerinde, İngiliz ve bunu takiben Fransız burjuvazisi rafine bir ajan-provokatörlük sistemi uygulamıştır. Rus çarlığı provokasyonu, ajan-provokatörlüğü sürekli bir şekilde en güvenilir bir silah olarak görmüştür. Rusya’da işçi sınıfının mücadele tarihi, hafiyeliğin ve provokasyonun ustaları olan Sudeykin ve Zubatov gibi “Okhrana” (gizli siyasi polis) şefleri ile Azef ve Malinovski gibi devrimci mücadelenin hainlerini kaydetmektedir.

Ama ajan-provokatörlük silahı, hiçbir zaman sınıflar arasındaki tayin edici mücadelenin giderek yaklaştığı bugün olduğu kadar geniş ölçüde ve rafine biçimlerde kullanılmamıştır. Bütün açıklığıyla söylemek gerekir ki partilerimiz bu tehlikeyi küçümsüyorlar ve şimdi tarihsel durum ile burjuvazinin proletaryaya karşı sınıf mücadelesi yöntemlerinden biri olarak hızla yeşeren provokasyon arasındaki kopmaz bağı tam olarak hesaba katmıyorlar.

Egemen sınıfların iktidarlarını sarsılmaz gördükleri ilk dönemlerde, provokatör faaliyetin sınırları nispeten dardı: Gizli polis esas olarak dikkatlerini, şu veya bu tehlikeli devrimciyi yakalamak, şu veya bu kampanyayı boşa çıkarmak, partinin şu veya bu eylemini engellemek noktalarında topluyordu. “Hakim sınıfların komünist devrim önünde titredikleri”, ama şimdi siyasi polisin “ufku” genişlemiştir: O şimdi hareketi içten demoralize etme, devrimin güçlerini parçalama, komünist partisini illegaliteye zorlama ya da terör rejimini güçlendirme çabası içindedir. KP’nin çalışmasını yanlış yola kanalize etmeye, proleter öncünün güçlerini tayin etmeye başladığı anda felce uğratmaya çalışmaktadır.
II

Komünizme karşı mücadelede burjuvazi için hiçbir araç çok kötü, çok çirkin değildir. Geniş kitleleri KP’ye karşı kışkırtmak için gizli polisin en makbul hilelerinden, en etkili araçlarından biri, daha sonra komünistlerin üstüne atılacak ve siyasi polisçe girişilen tek tek terörist eylemler, tek tek “suikastlar”dır. Bu, bugün oldukça geniş ve şimdiye kadar kullanılmamış büyük boyutlarda kullanılan bir araçtır. Bunun için bir örnek geçen; yıl Macaristan’da Biatorbâgy köprüsünde bir trene yapılan sabotaj ve bundan önce Almanya’da Jüterbog’deki tren sabotajı vs.’dir. İlk andan itibaren bu sabotajlar komünistlerin üzerine atıldı. Gerçi Biatorbâgy’deki sabotajın, yalnızca Macar gizli polisiyle değil, aynı zamanda askeri çevrelerle ve bizzat doğrudan Macaristan’ın fiili diktatörü, savaş bakanı Gömbös ile ilişkisi olan bir Macar subayı, beyaz muhafız faşist Matuska tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktı; ama bu rahatsız etmedi. KP’ye karşı, hepsinden önce de elbette sosyal-faşistler, şiddetli bir kışkırtma kampanyası başlattılar. “Moskova’nın kanlı elleri”ne küfürler yağdırılıyor; komünistlere karşı harp divanları kuruluyor. Provokatör eylemin doğrudan amacına ulaşılmıştır.

Örneğin, Macar hükümetinin resmi yayın organı “Budapesti Hirlap” (15 Eylül 1931) Biatorbâgy sabotajı dolayısıyla şöyle yazıyor:

Moskova’nın kanlı eli Macaristan’a uzanmaktadır... Biatorbâgy köprüsünde komünist bir saatli bomba patlamıştır... Bu cürüm cezasız kalmamalıdır.”

Aynı günkü faşist gazete “Magyarâg” şunları yazmaktadır:

Bitorbâgy köprüsünde patlasa da, bu saatli bombanın ateşleme fitilinin Moskova’da tutuşturulduğuna kuşku yoktur... Öyleyse Avrupa’ya bu en yeni Sovyet ihracı, Rusya’yı uygar düzene, Hristiyan kültürüne karşı tek bir kızıl cephaneliğe çevirecek beş yıllık planın önemli bir parçasıdır... Yeni bir ihracatla, terör ihracı ile geliyorlar. Böylesi bir savaş kışkırtırlarsa, bunun cevabı, her dürüst yurttaşın, her akıllı işçinin kendi çıkarlarına, aile mensuplarının ve anavatanın çıkarına yükümlülüğünü yerine getirmek zorunda olduğu, son damla kana kadar savaştan başka bir şey olamaz.”

Alman burjuva gazeteleri de Jütenborg’daki tren felaketinden sonra aynı dili kullanmışlardı. Komünistlerin, bolşeviklerin sürekli olarak devrimci kitle eylemlerinin yerine bireysel terör eylemlerinin geçirilmesine ilkesel olarak karşı olduklarını pekâlâ bilmelerine rağmen, bu kışkırtmanın başında yine sosyal-demokratlar bulunmaktaydı. SPD Yönetim Kurulu’nun teorik organı “Özgür Söz”de sosyal-demokrat milyoner ve Barmat’ın dostu Ernst Heilmann şöyle yazıyordu:

Son iki hafta içinde, iki sosyal-demokrat polis memurunun öldürülmesinden sonra, aynı yerde, komünistlerin karargâhının hemen yakınında iki polis memuru daha cinayete kurban gitti. Failler tanınmadan kaçmayı başardılar. Jüterborg’daki demiryolu faciasının, Almanya’da şimdiye kadar işlenen en alçakça cürüm olan, içinde Reich Başkanı ve Dışişleri Bakanı olduğu sanılan Frankfurt-Berlin ekspresine karşı politik fanatizmin bu sabotajının da bununla ilişkisi vardır.”

Açık faşistler de, sosyal-faşistler gibi aynı telden çalıyorlar. “Der Angriff” 12 Ağustos’ta şunları yazdı:

Sabotajın komünist bir terör grubu tarafından düzenlendiği şeklindeki hemen uyanan kuşku, doğrulanmıştır. İpler yalnızca Berlin’in kuzey mahallelerine değil, aynı zamanda emri üzerine Avrupa’da birden fazla bombanın patladığı Rusya’ya da işaret ediyor.”

11 Ağustos tarihli “Vorwarts”te SPD Yönetim Kurulu üyesi Otto Meier’in işte kinik bir şekilde yazdıkları:

Olağanüstü hal yasaları ve zalimler üzerine yaygarayla, parçalanmış partiyi toparlamak ve kendi suçlarını örtmek için illegalliğin kurtarıcı karanlığı aranmakta ve partinin yasaklanması kışkırtılmaktadır. Bu, propaganda amacıyla kurbana ihtiyaçları olduğu için, kışkırtılan işçileri güvenlikli pusularından ateşe ve felakete gönderen komünist önderlerin ikiyüzlü taktiğidir”

Bundan kısa bir süre sonra, tüm burjuva çeteye, Komünist Partisi’ne karşı kışkırtmak için yeni bir fırsat doğdu. Almanya’nın birçok yerinde ortaya çıkarılan patlayıcı madde depoları komünistlere mal edildi. Böylelikle ulumalara başlamak ve yeniden KPD’nin yasaklanmasını talep etmek için yeni bir neden ortaya çıktı. Polis raporları, KPD’ye ve doğal olarak Moskova’ya götüren ipler örmeye başladı. KPD, ortaya çıkarılan patlayıcı madde depoları ile bir ilgisi olmadığını ve düşmanlarının hiçbir provokasyonunun onu kapitalizmin devrilmesi için bolşevik kitle mücadelesi yolundan sapık terör yoluna sokmayı başaramayacağını açıkladığı halde, faşist ve sosyal-faşist köpek sürüsü susmadı. Polis, Karl Liebknecht Haus’u işgal etti ve olmayan kanıtları bulmak için her köşeyi özenle aradı. Sayısız komünist milletvekilinin dokunulmazlığı kabaca zedelendi. Evleri arandı. En sonunda elbette ki komünist patlayıcı madde depoları, komünist terör grupları masalından vazgeçilmek zorunda kalındı. Ama buraya gelene kadar, bütün burjuva partilerinin KPD’ye karşı kampanyası en büyük şiddetiyle yürütüldü ve yeniden Almanya KP’yi illegaliteye itmek için çaba harcandı. Yalnızca, Alman proleter kitleleri partilerini savunmak için ayağa kalktıklarında, burjuva köpek sürüsü bu kez geri çekilmeye zorlandı.
III

Bu dıştan örgütlenen provokatif eylemlerden daha tehlikelisi ise, iç provokasyondur, düşmanın parti saflarına sızmasıdır.

Önceden de söylendiği gibi, gizli polis bugün yalnızca komünist partilerin içinde bulundukları durum üzerine mümkün olduğunca tam bilgi değil, aynı zamanda faaliyetlerini yanlış yola kanalize edebilmek için onun saflarını demoralize etme, onun politik çizgisi üzerinde belirli bir etki elde etme hedefi de gütmektedir.

Emperyalist kitle kıyımından hemen sonra Avrupa’da devrimci hareketin fırtınalı yükselişi döneminde, gizli polislerin en tecrübelilerinden birisi olan Fransız gizli polisi, Fransız işçilerinin devrimci öncüsünün saflarına sızma ve onun eylemini polisin istediği bir raya oturtma şeklindeki sistemli çabalara girişti. Böylelikle Anquetil adında bir gizli polis ajanı, işçilerin güvenini kazanmak için, 1919 yılında aşırı “devrimci”, “bolşevik” ve “Le Titre Censure” gazetelerini yayımlamaya başladı. Gerçi o kısa zamanda ortaya çıkarıldı ama, açıktır ki, siyasi polis devrimci hareketi demoralize etmek için yeni yollar ve araçlar aramaktan yorulmayacaktır. O, bu arada işçiler arasında KP’ye karşı mücadeleyi kızıştırmak için tüm sağ ve “sol” troçkist grupları kullanmaktadır. Oportünist “Minoritarier” grubu, bu alanda Fransız siyasi polisi tarafından sistemli olarak kullanıldı.

Partiyi parçalamak, faaliyetini felce uğratmak, yönetimini gözden düşürmek için, partinin ve Komünist Enternasyonalin genel çizgisine karşı her fraksiyon mücadelesi siyasi polis tarafından kullanılmakta ve hatta bazen örgütlenmektedir. Komünist partileri, siyasi polis tarafından kullanılmayan ya da kışkırtılmayan, ilkesiz, ya da genel olarak Komünist Enternasyonal’in çizgisine yönelik hiçbir fraksiyon mücadelesi olmadığını asla unutmamalıdırlar. Hatta dahası, fraksiyon mücadelesi, hafiyelerin partiye sızmasını doğrudan kolaylaştıran bir atmosfer yaratır. Örneğin, Macar gizli polisinin Macaristan KP içinde uzun yıllar süren fraksiyon mücadelesinin bir sonucu olarak bir dizi parti üyesini hafiyelik için kazanmayı ve partiye hafiyeler sokmayı başardığına hiçbir kuşku yoktur. Bu görevi kolaylaştırmak ve bütün ipleri birbirine dolamak için bizzat gizli polis, parti içindeki ajan-provokatör canavarı üzerine söylentiler yayar, tek tek yoldaşları provokatörlükle suçlar. Örneğin Kore ve Hindistan’da tek tek gruplar birbirini yıllar yılı provokatörlükle suçladılar.

Partiyi illegal hale getirmek ya da hâlihazırda illegal olan bir partiye karşı terör rejimini güçlendirmek amacıyla partiyi terörizm çıkmazına çekmek, gizli polisin sürekli olarak uyguladığı bir yöntemdir. Örneğin Polonya gizli polisi, parti içinde faaliyet gösteren ve daha sonra açığa çıkarılan ajanlarının yardımıyla 1925 yılındaki 1 Mayıs eylemine terörist bir nitelik vermeye çabalamıştır. Gizli polisin emriyle ajan-provokatörler tarafından bombalar imal edilmiştir; bereket versin ki polisin planı parti tarafından zamanında ortaya çıkarılmıştır.

Özellikle Amerikan polisi, eylemi bozguna uğratmak ve kitleleri demoralize etmek amacıyla, en uygunsuz anda proletaryanın grevlerini ve diğer eylemlerini provoke etmek şeklinde en ince yöntemlerle çalışmaktadır. Bu provokatif yöntem, patlamasını önleyemeyecekleri gelişen eylemleri dağıtmak için sosyal-faşist partiler tarafından sık sık kullanılmaktadır.
IV

Partinin içten çökertilmesi ve politik çizgisinin tahrif edilmesi şeklindeki bu yöntemler, parti içindeki polis ajanlarının faaliyetinin sadece bir yönüdür. Bundan hiç de az tehlikeli olmayan, partinin faaliyeti ve tek tek parti fonksiyonerlerinin rolü üzerine rapor vermekle görevli olan hafiyelerin çalışmasıdır. İllegal partiler için elbette ki bunun önemi büyüktür. Ama partilerimiz bu sorunda affedilmeyecek bir hafiflik göstermektedir.

Parti sık sık büyük çapta bir “uçuş”u (tutuklamayı –çn.), -onyılların deneyimi böyle bir şeyin hafiyelik olmadan meydana gelemeyeceğini göstermesine rağmen- tesadüf olarak görmektedir. Ama artık bütün partilerin bu cümleyi beyinlerine kazımalarının ve her ihanetin nedenlerini dikkatle araştırmayı öğrenmelerinin zamanı gelmiştir.

Yoldaşlar arasında sık sık, bu sorunların tamamen sessiz ve göze çarpmadan halledilmesi gerektiği görüşü egemendir. Bir hafiye ortaya çıkartıldığında -ve özellikle bu ajan-provokatör ileri parti kademelerinde ortaya çıkarılmışsa-, böyle bir şey düşmanın partiyi aldattığı gerekçesiyle partiye leke süreceğinden, gereğinden fazla büyütülmemelidir!

Böyle bir görüş kadar yanlış bir şey yoktur! Sürekli olarak ve tekrar tekrar provokasyonun, burjuvazinin proletaryaya karşı sınıf mücadelesinin bir yöntemi olduğu vurgulanmalıdır. Egemen sınıfın sınıf egemenliği aygıtını kullanarak, KP içine ajanlarını sokabilmek için araçlar ve yolları eninde sonunda daima bulabileceği açık değil midir? Bu soruyu sormak, hiçbir partinin bundan muaf olmadığını söylemektir. Sorun böyle ise, o zaman partiye hafiyelerin açıkça teşhir edilmesiyle değil, aksine bunları ortaya çıkarmadaki ve bu sorunu buna uygun bir ciddiyetle ele almadaki yeteneksizliğinden ötürü leke sürülür.

Kuşkusuz bugün kapitalist ülkelerde bir ajan-provokatörü ortaya çıkarmak, eskiden çarlık Rusya’sında olduğundan daha zordur. Düşman çok şey öğrendi: Çarlık polisi devrimci harekete karşı en karmaşık manevraları kullandıysa, şimdiki (gizli polis-ÇN) tüm bir taktik sistem oluşturmuştur. Her zaman mutlaka polisin keşiflerini tutuklamalar izlemez. Burjuvazi, ajanlarını gözbebeği gibi korur ve kuşkuları ajanı, provokatörü üzerine çekmemek için (bizzat önder illegal devrimcilerin) tutuklanmasından cayar. Siyasi polis için, partideki ajanlarının yıllar boyu süren faaliyetinin büyük önemi vardır. Çünkü böylelikle parti sırlarını elde etmek ve hatta zaman zaman partinin faaliyetini etkilemek, onun çalışmasını bir yönden felç etmek ve bunun yerine başka bir yöne sokmak olanağı vardır.

Belki de tecrübesiz bir devrimci, durum buysa, bu musibete karşı mücadelenin nasıl olanaklı olduğunu soracaktır. Sorunun bu şekilde ortaya koyulmasından, provokasyonun belirli bir dereceye kadar kaçınılmaz bir olgu olduğu çıkmıyor mu? Özellikle ajan-provokatörlerin ortaya çıkarılmasının siyasi polisin şimdiki taktiği, dolayısıyla son derece zor olduğu gözönüne alınırsa, bunun aşılması nasıl mümkündür?

Düşmanın çalışma yöntemi öğrenildiği anda kollarını önüne sarkıtan bir devrimci, kötü bir devrimcidir. Provokasyon “kaçınılmaz” olduğundan teslim olmak isteyen biri, beyaz terörün ve burjuvazi tarafından emekçi kitlelerin sınıfsal ezilmesinin diğer tezahürlerinin de “kaçınılmaz” olduğunu unutmaktadır. Yalnızca en berbat oportünistlerin, döneklerin sınıf baskısının tezahürleri önünde teslim olabilecekleri ve bunlara karşı mücadeleden cayabilecekleri açıktır. Sınıf baskısının tek tek tezahürlerine karşı mücadele nasıl mümkünse, provokatörlüğe karşı mücadele de o şekilde mümkündür. Bunun başarısı bir tek önkoşula, bunun tüm sınıfın mücadelesi, kitlelerin ve tüm partinin mücadelesi olmasına ve tek tek kişilerin mücadelesi olmamasına bağlıdır. Buraya daha sonra tekrar döneceğiz.
V

Ajan-provokatörlerin devrimci bir örgüte sızma yöntemleri öyle çok çeşitlidir ki, bu konu kısa bir makalenin çerçevesi içinde tamamıyla işlenemez.

Parti üyeleri arasında ajan-provokatör elde etmek için siyasi polis çok çeşitli yöntemlere başvurmaktadır: hem kaba şiddet (siyasi polisin zindanlarındaki vahşi işkenceler) hem de işsizlerin açlığı, geri işçinin ulusal ve dinsel önyargıları, polis ajanlarının “temiz yürekli” sözleriyle ayartılan genç devrimcilerin deneyimsizlikleri. Polis ajanlarıyla “ilkeler”, “dünya görüşü”, vs. üzerine tartışmaya giren herkes, böyle yapmakla yanlış bir yola saptığını, ihanete doğru bir adım attığını bilmek zorundadır. Parti yönetimleri, büyük bir özenle, devrimcilerin sorguda, hapiste ve mahkeme önünde davranışları ile ilgili yönergeleri hazırlamalıdır.

Komünist işletme hücrelerinin gelişmesine ket vurmakla görevli fabrika hafiyelerinin son derece büyük tehlikesini özellikle belirtmek gerekir. Burada da oldukça çok çeşitli biçimler vardır: İşçilerin gözetlenmesi için (özellikle ABD’de çok sayıda olan) işverenlerin “dedektif” veya hafiye örgütlerinden, işyerindeki ajanlar tarafından kurulan “komünist” hücrelere kadar. Bu açıdan Japon gizli polisi çok ustadır: Daha sonra “komünist” olarak sahneye çıkabilmeleri için, ajanları için “marksist kurslar” düzenlenmektedir.

Komünist partilerine nispeten daha rahat giriş olanağı bulabilen çok sayıda provokatör, faşist ve sosyal-faşist partilerin saflarından gelmektedir. Hatta sosyal-demokrat partilerin bu durumda kendi yenilgilerini kullanmayı başardıkları açıktır. Kendisinden ayrılan ve KP’ye geçen her işçi grubuna, sosyal-faşist parti, daha sonra KP içinde provokatif çalışma yürütmek üzere “güvenilir” bir işçi verebilir. Bir yandan en özenli denetim, diğer yandan partiye gelen işçilerin asimilasyonu için yoğun çalışma, partiye, sınıfa yabancı ve doğrudan düşman unsurları saptama olanağını sağlar.

VI

Gizli polisin yöntemleri son derece çeşitli, olanakları ise sayısızdır. Ama buna rağmen, provokasyona karşı mücadele üstesinden gelinemez zorluklar göstermez.

Burada salt şu ya da bu ajan-provokatörün ortaya çıkarılmasının söz konusu olmadığına dikkati çekmek gerekir. Elbette ki bunun büyük bir önemi vardır, ama buna rağmen esas sorun bu değildir. Nasıl ki siyasi polis için önemli olan yalnızca şu ya da bu devrimciyi tutuklamak değil de, tüm partiyi parçalamak ve eylemini felce uğratmak ise, KP içinde yalnızca tek tek provokatörlerin ortaya çıkarılması, bir sistem olarak provokasyona karşı mücadeleden, işçi sınıfının devrimci mücadelesini yok etmek için kullanılan bu aracı burjuvazinin elinden almak için mücadeleden daha önemli değildir.

Böylece, provokasyona karşı mücadele yalnızca kapitalizmin devrilmesi için genel devrimci mücadelenin bir parçası olarak doğru bir şekilde örgütlenebilir. Ve de tersine: İşçi sınıfının parçalanmasının, burjuvazinin egemenliğinin aracı olarak provokasyona karşı uzlaşmaz mücadele onun parçalarından biri değilse, yalnız sözde değil, aynı zamanda eylemde de kapitalizme karşı yürütülen gerçek bir devrimci sınıf mücadelesi söz konusu olamaz.

Ama bu, provokasyona karşı mücadeleyi bir kereye mahsus olmak üzere sürdürülmesiyle iç rahatlığına ulaşılabilecek bir kampanya olarak görmenin temelden yanlış olduğu anlamına gelir. Partilerin önünde duran, ama yeterli dikkat göstermedikleri görev, provokasyona karşı kampanya değil, tersine sistemli, çetin, günbegün kitle mücadelesidir.

Her partili yoldaş, her işçi, devrimci ordunun her basit savaşçısı bu görevin muazzam önemi üzerine açıklığa kavuşmalıdır. En geniş kitlelerin dikkatini provokasyon sorunlarına çekmek, onların bu alandaki uyanıklıklarını ve dikkatlerini büyük ölçüde yükseltmek, onların tüm devrimci enerjilerini hakim sınıfların provokatif eylemlerinin tüm görünümlerine karşı seferber etmek, işte komünist partilerin yükümlülüğü budur.

Provokasyona karşı mücadele, her şeyden önce parti içinde gizlilik için mücadele etmektir. Bu alandaki ihmalkârlığa kararlı bir şekilde son verilmelidir. Gizlilik kurallarına uymayan, dikkatsizliği ile tüm örgütü tehlikeye düşüren, devrimci değildir.

Böylesi kuralları basitçe ezberlemekle olmaz. Elbette ki kuşaklar boyu devrimcilerin bize bu alanda bıraktıkları deneyimleri dikkatle incelemek gerekir. Ama bu yetmez. Ara verilmeden devrimci çalışmanın günlük pratiğinden gizlilik öğrenilmelidir. Burada karşılıklı sıkı denetim gerekir. Küçük-burjuva duygusallığa parti yaşantısında yer yoktur: Devrimci partide güven, yalnızca ve yalnızca örgütlü denetime dayanır.

Gizliliğin temel kurallarının zedelenmesi, aynen partinin siyasi çizgisinden sapma gibi cezalandırılmalıdır. Ancak bu şekilde gizlilik en yüksek noktaya ulaştırılabilir.

Gevezeliğe karşı amansız savaş! Hem sözde legal, hem de illegal partilerin tüm üyeleri gevezeliğin devrimci dava açısından her an ihanete dönüşebilecek olan, doğrudan ve en kötü tahribat çalışmasıyla eş anlamlı olduğu konusunda açık olmalıdır. İflah olmaz gevezelere devrimci partide yer yoktur.

Provokasyona karşı başarılı mücadelenin temel önkoşulu, örgütün doğru bir şekilde inşa edilmesi, yasal ve yasadışı çalışma arasındaki doğru bağlantıdır. Bu, yasadışı partiler için özel bir öneme sahiptir. Yasadışı örgütün amaca uygun inşası, parti çalışmasının tek tek işlevlerinin akılcı dağılımı ve bağlantısı, hafiyelerin çalışmasını önemli ölçüde zorlaştırır. Lenin, “‘Sol Radikalizm’ Bir Çocukluk Hastalığı”nda, provokatör Malinovski ile ilgili bölümde yasal ve yasadışı çalışma arasındaki bağın son derece büyük önemini vurgular, şöyle der orada:

En iyi ve en sadık yoldaşlarımızdan düzinelercesini ele verdi. Eğer daha büyük zararlar veremediyse bunun nedeni, bizde yasal ve yasadışı çalışma arasında doğru bir ilişkinin var olmasıydı. Malinovski bizim güvenimizi kazanmak için, Çarlık altında da Menşevik oportünizme karşı mücadele yürütmeyi ve bolşevizmin ilkelerinin propagandasını yapmayı bilen legal günlük gazeteleri yayımlamak için bize yardım etmek zorundaydı, Malinovski bir eliyle düzinelerle en iyi bolşevik önderi sürgüne ve ölüme gönderirken, diğer eliyle yasal basın yoluyla onbinlerce yeni bolşeviği eğitmek için bize yardım etmek zorunda kaldı.” (“Sol” Komünizm, Bir Çocuk Hastalığı, Sol Yayınları, s. 41)

Tanınan provokatörlere karşı mücadeleye gelince, bununla ilgili her halükarda şu söylenmelidir: Her ajan-provokatörün ortaya çıkarılması olayı geniş kamuoyuna getirilmelidir. Nispeten yasal bir komünist partisinde geçen aşağıdaki gibi bir olaya kesinlikle izin verilmemelidir: Bu partinin bir örgütünde bir hafiye ortaya çıkarıldı ve partiden uzaklaştırıldı, ama kamuoyunun bundan haberdar edilmesi ihmal edildi, Ortaya çıkarılan hafiye, başka bir parti örgütüne sızdı ve tesadüfen bu şehre gelen bir yoldaş tarafından tanınıncaya kadar çalışmasını sessizce yürüttü, Ancak bundan sonra yoldaşa, bu hafiyelik olayı parti kamuoyuna açıklanmış olsaydı, bunun zarar veremeyeceği düşüncesi geldi.

Ortaya çıkarılan hafiyelerin kamuoyu önünde teşhir edilmediği böylesi bir “mücadele”nin gerçekte bir mücadele değil, hafiyeliğin gizli tutulması olduğu açık olması gerekir, Ancak ortaya çıkarılan her provokasyon olayı konusunda en geniş neşriyat ve bundan salt kendi partisini değil, tüm Komünist Enternasyonal’i haberdar etmekle, bir yandan düşman ajanlarının suçlarını gerçekten kanıtlamak ve diğer yandan partilere bu alandaki genel deneyimleri değerlendirme olanağı vermek mümkündür.

Bütün partilerin ajan-provokatörlüğe karşı mücadeleyi tüm ciddiyetiyle ele almalarının zamanı gelmiştir, Burjuvazinin devrimci hareketi kanda boğmak, devrimci sınıfın öncüsünün elinden önderlerini almak için en umutsuzca çabalara giriştiği, kapitalist ülkelerde yüzlerce, binlerce devrimcinin sosyalizm için canlarını verdikleri bugün, provokasyona karşı vurdumduymazlık doğrudan doğruya cinayettir, Katledilen onbinlerce Çinli devrimciyi, faşist Polonya zindanlarında öldüresiye işkence edilen ya da darağaçlarına çekilen yüzlerce işçiyi ve köylüyü, Balkan ülkelerindeki siyasi polisin yüzlerce, binlerce kurbanını düşünmek, provokasyona karşı mücadelenin devrimci hareketin şu anki yakıcı bir sorunu olduğunu göz önüne getirmeye yeter.

Burjuvazinin bütün bu zalimlikleri, onu kaçınılmaz çöküşünden kurtaramayacaktır, Kapitalizmin azalan gücünü yeniden canlandırabilecek bir “mucize” yoktur.

Ama biz provokasyona karşı yorulmaz, çetin mücadele sorununu tüm boyutlarıyla ortaya koyar ve bunu emekçi kitlelerin kapitalizmin yıkılması için verdikleri tüm devrimci sınıf mücadelesine organik olarak bağlayabilirsek, burjuvazinin sınıf egemenliğinin çöküşünün tarihi saatini hızla yakınlaştırabiliriz.

Komünist Enternasyonal”

1931/42. sayı, s. 1953-1962

Kaynak
http://www.marksistteori.org/35-proleter-dogrultu/sayi-15-mart-nisan-1998/624-ajan-provokatorluge-karsi-mucadele.html

1 Ekim 2018 Pazartesi

 ÖNDERLİK VE ''ÖNDERLİK'' ÜZERİNE

                               II


Kaldığımız yerden devam edelim.

Strateji ve taktiği (stratejik önderlik ve taktik önderliği) proletaryanın sınıf mücadelesinde önderlik bilimi olarak ele almayan, Leninist strateji ve taktiği mekanik, doğmatik, bürokratik eksende revize ederek içeriğini boşaltan ve tasfiyeci bir ''stratejik ve taktik önderlik'' teorisi ve pratiği geliştiren anti-parti ekipçi zihniyetin ve sapmanın esin kaynağının oportünizm, revizyonizm olduğu açık ve kesindir. Bakalım Stalin bu konuda neler söylüyor;

''Stratejinin konusu, devrimin belirli bir aşamasını temel kabul ederek proletaryanın başlıca darbesinin doğrultusunu saptamak; devrimci güçlerin uygun düzenlenişi için (ana ve ikincil yedek güçler) plan hazırlamak; devrimin belirli aşaması boyunca bu planın gerçekleştirilmesi için savaşım vermektir.''

''Stratejik önderliğin ödevi, gelişmenin belirli bir aşamasında, devrimin ana hedefine ulaşmak için bütün bu yedeklerden gerektiği gibi yararlanmaktır.''

''Taktik önderlik. Taktik önderlik, stratejik önderliğin bir parçasıdır. Taktik önderlik, stratejik önderliğin ödevlerine ve gereklerine bağlıdır. Taktik önderliğin amacı, proletaryanın bütün savaşım ve örgüt biçimlerini benimsemek ve belirli bir güçler ilişkisi içinde, stratejik başarının hazırlanması için gerekli azamî sonucu elde etmek için bunlardan hakkıyla yararlanmaktır.''

Görüldüğü gibi Stalin, sorunu böyle tanımlıyor. Proleter devrim de proletaryanın önderliği olan komünist partilerin, o arada MLKH'in ilkesel ve ideolojik, örgütsel olarak bağlı kalması gereken teori ve pratik de budur. Marksizm Leninizm stratejik ve taktik önderliği birlikte ele alır ve stratejik önderliği kişilere, birkaç kişiye ya da kendini ''stratejik önderlik'' ilan edenlere indirgemez, mal etmez. Aynı şey taktik önderlik anlayışı içinde geçerlidir. Açık ki söz konusu teorileştirme ve pratik revizyonizmin damgasını taşımaktadadır. Çünkü parti, proletaryanın genelkurmayıdır ve genelkurmay, stratejik ve taktik önderliğin merkezidir, stratejik ve taktik önderliği uygulamakla yükümlüdür.

Teorinin, politikanın, örgütlenmenin içeriğinin boşaltıldığı, yerine fütursuzca oportünizmin, revizyonizmin, Troçkizm'in, eklektisizmin, postMarksizmin vb. geçirildiği, geçirilmeye çalışıldığı koşullarda bu sorunlara girmek kaçınılmaz bir görevdir. Biliyoruz ki, kavramlar arası savaşım da sınıf mücadelesinin bir alanıdır, hem de çok önemli ve keskin bir alanı...

''Parti, proletaryanın sınıf örgütünün en yüksek biçimidir. ... Şu soru sorulabilir: Bütün örgütlerin, çalışmalarında izlemeleri gereken bu çizgiyi, bu genel doğrultuyu kim belirler? Gereken deneyime sahip bulunduğu için, yalnız bu genel çizgiyi hazırlamaya yetenekli olmakla kalmayan, aynı zamanda yeterli otoriteye de sahip bulunduğu için, bütün bu örgütlerin yönetim birliğini sağlamak ve aykırı hareketleri gidermek üzere, bu çizgiyi uygulamaya, teşvik etmeye yetenekli olan bu merkezî örgüt hangisidir?
Bu örgüt, proletaryanın partisidir.'' (Stalin)

Lafta ne denirse densin ''Stratejik önderlik''i kendilerine özgü ayrıcalıklı bir konum ve işlev gören, proletaryanın ''en yüksek örgüt biçimi''nin parti değil bir ekibi gören, kendilerini partinin biat etmesi gereken eşsiz kurtarıcılar, liderler falan gören, kolektif emekle, binbir bedelle kazanılan başarı ve mevzilerin kendilerine ait olduğunu/kendi sayelerinde kazanıldığını ileri sürerek kolektif emeği hiçe sayan, elkoymaya kalkan sözde önderlik ve önderler zihniyeti ve eylemini bir biçimde onaylamak tipik bir küçük burjuva kişiliksizliktir. Dava, kavga, idealler adına yaptıkları katkılardan çok yıkımın sorumluluğunu taşıyan zihniyet ve pratiklerin yükünü omuzlarında taşıyan fakat hesap vermekten hep kaçan duruşla, gitgide yoğunlaşan, kapsamlılaşan yabancılaşma kaçınılmazdı; nitekim yaşanan sürecin içeriği ve biçimleri, sonuçları da bunu kanıtlamaktadır.

İki kongre arası dönemlerde partiyi yönetmekle görevli yöneticilerin ama özellikle de kendilerini stratejik önder falan ilan eden zihniyetin kendini, kendilerini her şey sanmaları kadar ilkellik MLKH'in değeri olamaz, olmamalıdır. UKH'in deneyimlerine, Türkiye komünist ve devrimci-demokratik hareketinin bunca deneyimine rağmen bu konumlara, zihniyetlere savrulunmuş olmasının daha derin incelenilmesi gerektiği açıktır. Bu savrulmanın temelini özel mülkiyet dünyasının oluşturduğu, küçük burjuva mülkiyet dünyasının yarattığı ve durmaksızın da kendisini parti yaşantısında üretttiği yabancılaşma olduğu kesindir. Ekipçi zihniyetin zamanla komünist konumlardan artan oranda uzaklaşarak devrim ve komünizm, ''devrimci romantizm'' adına iktidar olmaya ve kalmaya kendini adamış olması tasfiyecilikten ve bürokratizmden başka nasıl bir şey olabilir ki? Tarihimizde, davul zurnayla geliyorum diyen ve birinci derecede sorumlusu oldukları en ağır, en utanç verici siyasi ve örgütsel yenilginin ardından bile istifa etmeyi, hesap vermeyi düşünmeyen, dahası hesap vermekten ısrarla kaçınan ve sadece kendilerinin hesap sormaya yetkili olduğunu düşünen ve pratikleştiren zihniyetin komünist partilerin değerleriyle hiç ama hiç bir ilişkisinin olamayacağı açık değil mi!!! Ama ne yazık ki MLKH kendi çizgisinde saptığı, küçük burjuva bir yola girdiği dönemeçlerle birlikte buna da tanık oldu...

Tanık oldu, çünkü parti öz değerlerinden, Marksizm Leninizm'den uzaklaşmaya başladı. Birikerek, büyüyerek çözüm bekleyen sorunları çözmek bir yana, artan oranda çözümünü dayatan sorunların bir parçası haline gelindi. İdeolojik, siyasal, örgütsel olgunlaşmadan uzak insanlar şirazeden çıktı. Tanık oldu, çünkü Marksist Leninist eleştiri özeleştiri perspektifi yitirildi; gerçeklerin bütün çıplaklığıyla ortaya konularak mücadele edilmesi ''moral bozma'', “karamsarlık” ''güvensizliği geliştirme'' vs. vb. olarak lanse edilip sorunların çözümü engellendi. Parti içi aleniyet ilkesi adım adım tasfiye edildi. Tanık oldu, çünkü parti, parti kadroları şu veya bu biçimde uzlaşarak, sessiz kalarak, ürkerek, ilkeli bir cesaretle mücadele etmesini, adaletsizliklere kafa tutmasını bilmeyerek vb. sürece suç ortaklığı yaptı. Tanık oldu, çünkü sorunun kaynağı olan zihniyet ve tarzla sorunlara çözüm arandı. Sorunların gerçek nedenleri üzerine düşünmek yerine, gerçekler eğilip büküldü. Ajitatif ve manipülatif manevralarla tepkileri değiştirmeye odaklanmış küçük burjuva karaktere sahip algı yönetimi bir önderlik tarzına dönüştürüldü.

Açık ki, düşünceyi ve düşünmeyi körelten ''ve partinin kendi hatalarından ders alma yoluyla sağladığı eğitimini dizginleyen'' ''özeleştiri korkularından, hatalarını gizleme, cansıkıcı sorunların üstünü örtme, işlerin tatmin edici biçimde gittiği yanılgısını uyandırmak için eksikliklerini gizleme huyu'' (Stalin) ve tarzı mahkum edilmelidir. Bütün sorunları ideolojik, siyasal, örgütsel düzeyde tarihsel arka planıyla birlikte bütünsel incelemeyi, değerlendirmeyi parti tarzına dönüştüren güçlü bir ideolojik donanım kazanılmalıdır. Bu nitelik ve yeteneğin kazanılmasının ve kesintisiz geliştirilmesinin yaşamsal önemi her an vurgulanmalıdır. Örneğin öncünün yıl dönümü kutlamaları da kendimize bolca övgüler düzdüğümüz günlere değil, eleştiri özeleştiri ekseninde kitlesel seferberliğe dayanan bir mücadele platformuna dönüştürülmelidir. Parti yaşantısında geliştirilen tek yanlılığı, elitizmin kendine övgüsünü, çarpıcı bir tarzda gelişmiş olan yüzeyselleşmeyi buradan da görebiliriz.

Komünist bir partinin ''devrimci romantizm''e değil, devrimci gerçekçiliğe gereksinimi vardır. Komünist bir partinin, komünistlerin devrimci gerçekçilikle davaya, kavgaya, ideallere tutkulu bağlılığı birleştirdiği zihniyet ve duruşa gereksinimi vardır. Hangi biçimde teorisi yapılırsa yapılsın ''devrimci romantizm''in komünist devrimci gerçekçilikle, davaya, kavgaya, ideallere bilimsel devrimci tutkulu bağlılıkla (bağımlılıkla değil!) bir ilişkisi yoktur ve parti tarzının da bir unsuru değildir, olamaz. Duygulara hitap etmenin, gerçeklerin üstünü örtmenin, Marksist Leninist analiz ve sentezin yerine ajitatif söylemi geçirmenin aracı/işlevi olan ''devrimci romantizm''e komünistlerin gereksinimi yoktur. Komünist duygu ve düşünceler de komünist teorinin, politikanın, örgütlenmenin gerekleri ve gereksinmeleri ekseninde yeniden ve yeniden üretilerek geliştirilmesi ivedi bir görevdir. Pekçok kadronun yaşamını kesintisiz bir işkenceye dönüştürmenin aracına dönüşen ve dönüştürülen keyfiliğin ise devrimcilikle de bir ilişkisi olmasa gerek. İşine gelen kadroları ve işine yarayacağı düşünülen kadroları koruyan ve kollayan, biat kültünü eleştiren, parti çizgisinden sapılmasına karşı ''eleştirinin devrimci şiddeti''ni ''stratejik önderliğe'' uygulayan kadroları ise etkisizleştirme operasyonları ile tasfiyeye yönelen sözde bir komünist devrimcilik ise zıvanadan çıkmış küçük burjuva gerçeğin çıplak bir kanıtıdır sadece.

Türkiye devrimci hareketi, ödediği ağır bedellere, sorunlara çözüm arayışına karşın, öncelikle ve özellikle tarihsel ve yapısal zaaflarından dolayı dibe vurmuş durumda. MLKH de uzun yıllardır bu durumda. On yıllardır etkin olduğumuz en önemli semtler de bile eylem gücümüz, örgütlü etki gücümüz kırılmış. İllegal ve yasadışı temel hemen hemen yok. Sistematik bir kitle çalışması yok. Geçtik sistematiği adını az çok hak edecek bir kitle çalışması bile yok. Güçler legalize olmuş ve dağınık, güçsüz vb. vb. Ama buna rağmen kalkıp ''devrimci hareketin merkezi'' olmakla böbürleniyoruz. Üstelik subjektif bir belirleme olan Gezi Ayaklanması'yla Batıda devrimci durum oluştuğu ve bugün de devam ettiği söyleniyor. Peki bir devrimci durum varsa öncü nerede? Öncü hangi durumda? Devrimci durumun zorunlu gerekleri var, peki öncü bu gereklerin hangi cephesine vb. yanıt verebiliyor ya da vermeye de devam ediyor?

Dibe vurmuş, kötü bir tasfiyecilik süreci yaşayan; ağır bir varlık yokluk sorunuyla karşı karşıya olan devrimci hareketin ''merkezi'' olmakla övünmenin anlamı ne? Ağır bir ideolojik, siyasi, örgütsel kriz içerisinde yaşayan, Türkiye'de ağırlığı olan bir maddi güç olmaktan çıkmış olduğumuz koşullarda bu ajitasyona neden gerek duyuluyor? Rojava devrimi merkezli olarak devrimci çıkışımızın devrimci hareketi olumlu etkilemesinden hareketle mi söz konusu merkezde durduğumuz iddia ediliyor? Galiba böyle olmalı. Peki Rojava devrimindeki duruş ve yönelimimizi ve şehitlerimizi göstererek ana gerçeklerimizi, temel sorunlarımızı yok saymak, görmezden gelmek ya da özü, ''bazı sorunlarımız vb. var ama işler yolunda gidiyor, stratejik önderlik başarıyla devrimin, sosyalizmin önünü açıyor ve ilerliyor'' denebilecek bir zihniyet ve duruşun, adını hak edecek ciddi bir partinin teori ve pratiğiyle bir ilişkisi olabilir mi?

Bir kere herhangi bir komünist partisinin başarı ve başarısızlığının ölçütü kendisini şu veya bu devrimci hareketle vs. kıyaslamak ölçütü olamaz. Bu bir güçsüzlük, iddiasızlık, boş lafazanlık, gerçek durumla yüzleşmekten kaçma, dar kafalılık zihniyet ve duruşudur. Ölçüt bellidir; tarihin ve güncel mücadelenin gereksinmelerine yanıt verebiliyor musun? Devrim ve sosyalizm kavgasının ana güçleri (işçi sınıfı, kent yoksulları, diğer emekçi sınıf ve tabakalar) içerisinde var mısın? Ne kadar varsın? Hareketin neresindesin? Uzun yıllardır öncü değil de artçı konumlara düştüğümüz gerçeğini örterek daha nereye kadar gidebiliriz ki? Evet, bir kez daha sormalıyız, hala neden köklü bir eleştiri ve özeleştiri sürecinden geçemiyoruz? Herkesin bu soruyu ısrarla sorup, ısrarla üzerinde yoğunlaşması gerekmiyor mu? Gösterilmeye çalışılan çeşitli çabalara karşın neden içerisine girdiğimiz girdaptan çıkamıyoruz? Bunu düşmanın darbeleriyle izah edebilir miyiz? Mali ve teknik yetersizliklerle, bazı hata ve eksikliklerle izah edebilir miyiz?

71 devrimci hareketinin doğuşundan bu yana 50 yıla yakın bir zaman; komünist hareketin doğuşundan bu yana 40; MLKH'in doğuşundan bu yana 24 yıl gelip geçti. Koskoca devrimci bir tarih. Bu tarihin geldiği yerde sınıf kavgasının, devrim ve sosyalizm mücadelesinin gerekleri ve gereksinimlerini ne kadar yanıtlayabiliyoruz? Gerçek şudur; kitlemize bir dokunun bin ''ah'' işitirsiniz. Kadrolarımıza bir dokunun bin ''ah'' işitirsiniz. Bu da bir sonuçtur. Nedenleri de tarihimiz ve güncel gerçeklerimiz içerisinde yatmaktadır... Büyük ''stratejik önderlik'' üzerine, bilmem neyin merkezi olduğumuz üzerine lafazanlığa, hamasete değil, kendimizi bir gelecek perspektifi ve hedefiyle özeleştirel yenilemeye gereksinimimiz var. Koca bir tarihin, verilen kavganın, ödenen bedellerin hesabını sormaya ve hesabını vermeye gereksinimimiz var.

Tekrar tekrar vurgulanmalıdır, önderler kültü, yöneticiler kültü, parti kültü bürokratik yozlaşmanın ürünüdür. Parti önderlere değil, önderler partiye bağlıdır. Önderler partinin üstünde olamaz. Parti önderlerin üstündedir. Önderler, önderlik organları daima işlevli ve sıkı bir örgüt denetimine, eleştirisine tabi tutulmalıdır. Aynı şey, yönetici kesim için de olduğu gibi geçerlidir. Kişi kültü, önder kültü, önderler kültü oluşmasına izin verilmemelidir. Bireyci, rekabetçi, kadroların bencil duygularını, zaaflarını kışkırtan küçük burjuva sınıf tavrı ve psikolojisinin teşvik edilmesinin hesabı sorulmalıdır. Parti yaşantısında sempati ve antipatilere göre davranılmamalıdır. Torpilli kadrolarla bir parti yönetilemez. Yaşadığımız deneylerden doğru, devrimci dersler çıkarabilme soğukkanlılığı gösterilebilmelidir.

Yaşadığımız özgün bir deneyimimizde olduğu gibi, siz kalkar biz önderiz, stratejik önderiz vs. vb. derseniz birileri de kalkar, stratejik önder benim der, stratejik önderlerin en stratejik önderi benim der, stratejik önderliğimi kabul etmelisiniz dayatmasına girer. Nitekim böyle de oldu. Eee ne ekersen onu biçersin... Hem kullanacaksın (örneğin 2000 başındaki hizipçi girişim de olduğu gibi), hem faydacı yaklaşıp kollayacaksın, hem de bu gerçeklere gözlerini kapayıp ''bizim yakalanmamızı bekliyordu, bizim yerimize göz koymuştu'' türü gariplikler sergileyeceksin ve suret-i haktan gözükeceksin. Ki olan biten süreci, o kişinin buraya nasıl geldiğini ve daha da önemlisi getirildiğini partiden gizleyip sözde açıklamalar yapıp, bu tablodaki özel, temel, kirletici, yıkıcı rolünü de gizleyeceksin! Bu kabul edilemez ve bu kafadan da devrimcilik çıkmaz zaten. Peki ne çıkar? Hep birlikte yaşadığımız ve tanık olduğumuz bozulma, kirlilik, çalışmaların doğrultusunun yitirilmesi, oportünizme batma çıkar... Bu kült, kadroları da bozmanın en kötü yollarından birisidir. Kolektif akıl ve işlerlikle, kolektif emek ve yoldaşlıkla insanların devrimci kalmasını sağlamak ve hataları temelinde eğitmek olanaklıyken kalkar partiye önderlik/iktidar kavgasını bulaştırırsan, bireyci rekabetçiliği, megolaminiyi kışkırtırsan ortaya hem kolektif hem de bireysel yıkım, kirlilik vb. vb. çıkar.

Gerçek önderlerin kendilerini önder ilan etmeye de ettirmeye de gereksinimi yoktur; hatırlatmak bile gereksiz, bu topraklar dökülüp giden nice önderlere tanık oldu... Hiç olmazsa bu dersleri unutmayalım ve hatırlayalım diyoruz. Partinin kendine tapınan ''önde''rlere değil, komünizme varma amacının aleti olan önderler yetiştirmeye gereksinimi vardır. Bürokratik zihniyetten başka bir şey olmayan önder ya da önderler ilan etmekle, ettirmekle de ne önder, ne önderler, ne de önder adayları yetiştirilebilir. Biz bu yaklaşımları hiçbir zaman devrimci anlayışlar olarak görmedik, aksine daima saçmalık ve komiklik olarak gördük ve eleştirdik... Eğer ''adanmış devrimcilik'' buysa, komünistlerin böyle bir ''adanmış devrimcili''ğe gereksinimi zaten yoktur. Böyle bürokratik ve bireyci düşünce ve öneriler, duruşlar ve yönelişler kadrolar tarafından mahkum edilmelidir. Sosyalizmin deneyimlerinin eleştirisinden çıkan dersler de bu bakımdan uyarıcı ve aydınlatıcı olmalıdır.

Bir makalemizde belirttiğimiz gibi;

''Yanılmaz, vazgeçilemez, ulaşılamaz insan; başarıların yalnızca kendisine, başarısızlıkların ise daima başkasına, başka yerlere ait olduğunu düşünen ve bunun propagandasını yerine göre kaba ve yerine göre inceltilmiş bir tarzda yapan ve yaptıran insan bir komünist değil, tipik bir küçük burjuvadır. Bu tip, hesap vermez ama hesap sorar. Başarısızlıkların, yenilgilerin, suçların, zaafların sorumluluğunu üstlenmez ama günah keçileri yaratarak aklanmayı bilir, iktidar koltuğunu bırakmaz; zeytinyağı gibi su üstüne çıkmasını iyi bilir; bu işlerin üstadıdır. Küçük burjuva kurnazlığı tipik özelliklerindendir. Oportünist uyanıklık bu tipin karakteridir; oportüniste has uyanıklıkla fırsatları kendi lehinde değerlendirme yeteneğine sahiptir. Bu tip, kendini her türlü yasanın, iradenin üstünde görür. Kaçacak yeri kalmadığında bile zeytinyağı gibi su üstüne çıkar, fiilen aynı oportünist uyanıklık ve irade ile yasaları deler, istediği yana çeker. (Bkz. SSCB deneyimi.) Nitelik zayıfsa, nitelik zayıflatılmışsa, değerlerin içi boşaltılmışsa, o bunları daha büyük bir maharetle yapar. O, kendisi amaçtır, onun için geri kalan her şey ise araçtır. Onun ilkesi, ahlakı, vicdanı da bundan ibarettir. O, küçük burjuvazidir.''

Parti aynı zamanda küçük burjuva sınıfın karakteri olan bu vb. zihniyet ve duruşlara karşı mücadele içerisinde gelişebilir... Bunu unutmak Marksizm Leninizm'i unutmak demektir. Bunu unutmak UKH'nın, sosyalizm deneylerinin dersleriyle donanamak demektir.

Herhangi bir komünist partisine üye olmak, yönetici olmak, birinci derecede yönetici organlarda görev üstlenmiş olmak komünist olmak için yeterli değildir; SBKP'nin deneyimlerinden de görülebileceği gibi her zaman için partilerde küçük burjuva karaktere sahip insanlar olacaktır. Hiçbir komünist partisi de bundan kaçınamaz, olsa olsa yüksek bir nitelik ve donanımla bu tür öğeler sınırlanabilir.

Deneylerin ışığında, sorunların çözümünü kolaylaştırmak, oportünizme, bürokratizme, tasfiyeciliğe karşı etkin bir mücadele geliştirebilmek için en azından şu düzenlemelerin ivedilikle pratikleştirilmesi gerekir*;

1- Öncelikle tasfiyeci oportünist stratejik ve taktik önderlik anlayışı, egoist önderlik anlayışı ve ''parti tarzı'' ideolojik ve örgütsel olarak mahkum edilmeli, Marksist Leninist önderlik anlayışı teorik ve pratik olarak MLKH'te yol göstermelidir.

2- Parti tüzüğü iç demokrasinin geliştirilmesi bağlamında bazı önemli düzenlemelere tabi tutulmalıdır. Bürokratizme, önderlik kültüne karşı mücadele, kolektif akıl ve deneyim mekanizmasının işlevli kullanılabilmesi ve geliştirilmesi için bu düzenlemelere gerek bulunmaktadır.

Genel sekreterlik ünvanı ve kurumu tüzüksel olarak kaldırılarak lağvedilmelidir. Bu kurumun kurulması, bu ünvanın alınması için uzun yıllar ısrar edilmiştir. Bu ısrar yalnızca yanlış önderlik anlayışlarının değil aynı zamanda bireyciliğin ürünüdür; bireyci narsist ekipçi zihniyete ayrıcalık kazandırmak, ayrıcalıkları sağlamlaştırmak için de bu kurumun ve ünvanın iştahla mücadelesi verilmiştir. Bu kurum ''güçlü önderlik'' adına, ''stratejik önderlik''in inşaası adına kurulmuştur. Şişmiş egoları daha da şişirmenin aracı olan ''Genel Sekreter'' ünvanına/kurumuna ihtiyaç yoktur. Biz genel sekreterlik kurumunu SBKP ve Stalin somutunda incelemiş ve “GENEL SEKRETER” VE STALİN… (19 Haziran 2016 Pazar) başlıklı yayınladığımız makalede söz konusu deneyim ve perspektifi, eleştirilerimizi kamuoyuna aktarmıştık. Bu olgunun esasen bilinmediğini, çarpıtılmış olduğunu, saflarımızda da yanlış bilindiğini ve bunun da söz konusu kurumun kabul edilmesinde önemli bir rolü olduğunu biliyoruz.

İki kongre arası dönemde partiyi yönetmek amacıyla kongrede seçilmiş MK'nın, kendi içinden bir sekreter seçmesi yeterlidir. MK sekreteri de geçmişte olduğu gibi MK genişletilmiş toplantısında seçilmelidir. Ha bir de ego tatmininden başka bir şeye yaramayan şatafatlı isimler kullanılmamalıdır. Kaldı ki herhangi bir isim kullanmaya da gerek yok. Gerekli olduğunda ''... MK Sekreteri'' imzası yeterlidir. Bürokratik ünvanlara önem veren ve bunu da teorize eden küçük yaklaşımlara prim verilmemeli; bu ''aşk ve romantizm'', ''adanmış devrimcilik'' her düzeyde ideolojik ve örgütsel olarak mahkum edilmelidir. Bir kez daha hatırlatalım, balık baştan kokar...

3) Kolektif liderlik kurumunu geliştirmeye önem veren bir yoldan ilerlemeliyiz. Yanı sıra, parti anlayışı olarak, MK iç görev bölüşümünde bir tarafa (örneğin siyasi büroya) çok fazla yetki veren anlayış ve uygulamalardan kaçınılmalıdır. Tamı tamına eşitlikçi mantığı da doğru bulmuyoruz, ama bir denge olmalı ve kolektif üretimi, denetimi, yönetimi vb. geliştiren bir yoldan yürünmelidir. Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirisinden çıkan sonuçlar bu konuda da bizlere yol göstermelidir. Şimdiden oluşturulacak devrimci gelenekler, gelecekte de gelişerek olumlu bir rol oynayacaktır.

4) Tüzükte yer alan MK üyelerinin ve yedek üyelerinin kongrenin doğal delegesi olduğu ve delegelik seçiminde delege seçilemeyen MK asıl üyelerinin kongrede oy hakkına sahip doğal delege kabul edildiği tüzük maddesi de kaldırılmalıdır ya da yeniden düzenlenmelidir. MK üyeleri için böyle bir ayrıcalık kabul edilemez. Eğer seçilirlerse her üye delege gibi oy hakkına da sahip olmalıdırlar. Eğer bu bağlamdaki doğal delegelik anlayışı kaldırılmayacaksa, bu durumda, sadece söz hakkına sahip ama oy hakkına sahip olmadıkları vurgulanmalıdır; AEP tüzüğünde olduğu gibi.

5) MK'yı iki kongre arası dönemde denetleyecek, MK'nın parti çizgisini ve kongre kararlarını ihlal edişine ya da ihlallerine müdahale edecek, MK'da ve partide ortaya çıkabilecek önemli krizlerde MK'nın sorunları çözmede yetersiz kaldığı durumlarda karar verme yetkisine sahip Merkezi Denetim Komisyonu (MDK) kurulmalıdır. Bu komisyon parti kongresinde seçilmeli ve MK ile eşdeğer bir kurum olmalıdır. Bu kurum değişik düzeydeki parti kadrolarından oluşmalıdır. MDK'ya seçilecek kadrolar, Marksizm Leninizm'e ve parti çizgisine bağlı olmalıdır. İlkeli ve güçlü bir adalet donanımıyla biçimlenmiş olmalıdır. Bağımsız devrimci karaktere sahip eleştiri gücü olan kadrolar MDK'ya seçilmelidir.

6) Teorinin, politikanın, örgütlenmenin sorunları kamuoyunda açık tartışılmalıdır. Tartışmalar kurulacak bir site üzerinden gerçekleştirilmelidir. Bu tartışmalara sempatizan kitlemiz de katılabilmelidir.

7) Partinin ağır darbeler yemesine yol açan, siyasi ve örgütsel yenilgisinde ve keza ideolojik ve örgütsel doğrultusunun bozulmasında, saptırılmasında birinci derecede sorumluluğu olan yönetici kadrolar, özellikle de eğer MK'daysalar mutlaka istifa etmeli ve ağır cezalar vermenin yanı sıra uzun süre yeniden önderlik organlarına seçilmesine izin verilmemelidir. Ne yapalım bu mücadeledir, olur böyle şeyler, yaparım yanıma kar kalır, yaparım ama kimse benden hesap soramaz, iktidar koltuğumdan oynatamaz diyen ya da duruşlarıyla fütursuzca bunu söyleyen kariyerist, oportünist vb. zihniyet ve unsurlara aman verilmemelidir. Bugüne dek olmayan ve partiyi bataklığa sürükleyen şeylerden biri de bu olmuştur. Hesap sormazsan kadrolar hesap vermemenin keyfiliği ile davranır hale gelirler; uzun yıllardır yaşanan şey de budur.

8) Tüzükte yer alan merkezi konferansların toplanması yalnızca MK'nın istek ve kararına bırakılmamalı, parti üyelerinin yüzde 51'inin ve parti komitelerinin yüzde 40'ının talep ettiği durumlarda da MK merkezi konferansları toplamak zorunda olmalı ve bu düzenleme de, yasa katına çıkarılmalıdır. Bu persfektife uygun olarak benzer düzenleme yerel konferanslar için de gerçekleştirilmelidir. Yerelde de üyelerin %51'i, parti komitelerinin %40 yerel konferansın toplanmasını istediği koşullarda yerel konferanslar toplanmak zorundadır. Böyle bir değişiklikle kadroların ve örgütlerin inisiyatif alanı genişleyecektir; işlevli, kolektif akla dayanan bir parti iradesinin geliştirilmesine, iç yaşamın demokratikleştirilmesine güçlü bir katkı gerçekleşecektir.

9) İllegal ve yasadışı temelde ve dolayısıyla merkeziyetçi tarzda örgütlenmiş ama demokratik merkeziyetçiliği temel alan bir partide seçim ilkesinin sınırlanmış olduğunu biliyoruz. Bu kaçınılmazdır. Fakat bu sınırlar koşullara bağlı daralıp genişleyebilir. Seçim ilkesi, kongrelerin ve MK'ların seçim yoluyla oluşumuyla sınırlanmamalı, çerçevesi genişletilmelidir. Bu genişletme hem iki kongre arası dönemde MK'ların mutlak iktidar tekelini sınırlayacak, hem yerel yönetim merkezlerinin MK tarafından atanmasından gelen bürokratik rahatlığına, bürokratik bağımlılık üreten mekanizmasını sınırlandıracak, hem de iç demokrasinin ve kadroların, yerel örgütlerin inisiyatif ve enerjisini geliştirecek araçlarından biri olacaktır.

Bu bağlamda yerel temel yönetici komiteler salt atama yoluyla oluşmamalı, atama ile seçim ilkesinin birleştiği yapılanmalara dönüşmelidir.

Temel yerel komitelerin bileşiminin üçte ikisi seçim ilkesi ile belirlenmelidir. Geriye kalan üçte bir ise MK tarafından atanmalıdır. Keza, komite sekreterleri de parti komiteleri tarafından seçilmelidir. Böylece merkezden atamalar sınırlandırılmalıdır.

Bu bağıntıda tüzüksel sınırlar dikkatlice çizilmeli ve MK'nın belli tasarrufları da olmalıdır. Örneğin, seçilmiş ama yeterince güvenilir olmayan (sızma gibi) öğeler görevden alınabilmeli. Örneğin, yeni bir seçimin yapılabilmesi için seçilmiş kadroların yarısının şu veya bu nedenle yerlerinin boşaldığı durumlarda MK yeni seçimler yapılıncaya kadar geçen süre için atama yapabilmelidir. Örneğin MK'nın belli koşullarda seçilmiş komitelere, komitenin düşüncelerini almak koşuluyla, atama yetkisi olmalıdır. Örneğin, belli özel koşullarda, seçilmiş komiteyi toptan görevden alabilmeli (hizipçilik, ihanet, parti çizgisinin bilinçli olarak uygulanmaması vb. durumlarda).

Böyle bir düzenleme yönetici katmanın daha etkili eleştirilmesini ve denetlenmesini, alt kadro ve örgütlere karşı daha sorumlu davranmasını sağlayacak, tersinden üst örgütlerin ikna gücüne dayalı yönetme ve alt örgütlerden öğrenme perspektif ve yeteneklerini geliştirecektir.

İç demokrasinin geliştirilmesi, bürokratik yönetim tarzına karşı mücadele, yönetenlerin yönetilenlere hesap vermesi ve hesap sorulması, görevden alınabilmesi vb. bakımından bu düzenleme(ler) oldukça önemlidir. Yönetenlerin yönetilenlere karşı seçilmemekten gelen, diğer bir anlatımla atama yoluyla gelmekten kaynaklanan bürokratik rahatlığına son verme veya önleme bakımından bu düzenlemenin büyük önemi vardır. Bürokratizme karşı mücadelenin işlevli geliştirilebilmesi için elverişli araçların daha da geliştirilmesi, yetkinleştirilmesi gerekmektedir. Seçim ilkesinin alanının genişletilmesi buna hizmet edecektir. Askeri darbe, iç savaş gibi kesitlerde bu yönteme başvurmayalım ama bir de sosyalizmin sorunları kapsamında tartışmaları yalnızca sosyalizm dönemiyle ilgili, sosyalizmi kuracağımız zamanla ilgili olmadığını da hep birlikte görelim. Sosyalizmin sorunlarını tartışırken güncel sonuçlar çıkarabilmeliyiz. Alıştığımız, alışagelmiş olanın dışına çıkarak düşünmeyi de öğrenmemiz gerekir. Bunu başarmak gerekir. Bu özelliği kazanmak ve geliştirmek önemlidir.

Ayrıca kolektif akılla, parti tabanın da fikirlerini, eleştiri ve önerilerini de alarak her düzeyde yönetici organların ve yöneticilerin, kadroların denetimi için yeni yol ve yöntemler geliştirilmelidir.

10) Keza bazı özel görev örgütleri hariç, Avrupa parti örgütü seçim ilkesi temeli üzerinde kurulmalı, örgütler sistemi aşağıdan yukarı yapılanmalı; Avrupa parti komitesi kendi sekreterini de kendi seçmelidir.

11) Öteden beri, tüzüksel bir zorunluluk olmasına karşın demokratik danışma mekanizması doğru dürüst işletilmemiştir. Çeşitli zamanlar bu bürokratik zaafın özeleştirisi de yapılmıştı. Kadrolar görevlendirilirken, görevden alınırken, yeni görevlere atanırken, görevleri değiştirilirken tüzüğün bu hükmüne yeterince uyulmamıştır. Doğru değerlendirmeler yapabilmek, istikrarsızlıklara düşmemek, konunun muhatabı olan kadroların ve içersinde yer aldıkları kolektiflerin fikirlerini alabilmek, onları ikna etmek, iç demokrasiyi geliştirebilmek için demokratik danışma mekanizmasını işletmek oldukça önemlidir. Olağanüstü koşullar hariç, bu kural işletilmek zorundadır. Hem de sistemli. Tersi durum tüzük ihlalidir, disiplinsizliktir, bürokratça bir davranıştır, kadroların demokratik bir hakkının çiğnenmesidir. Doğal olarak bu sorun öncelikle yönetenleri, yönetici parti örgütlerini ilgilendirir ve bağlar. Bürokratik çalışma ve yönetim tarzının etkilerinin bir yansıması olan bu kural ihlaline özeleştirel son verilmelidir. Kadrolar da bu hakka sahip çıkmasını bilmelidir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da işler yöneticilerin insafına bırakılamaz. İnsanların kaderleri hakkında karar vericilerin karar vermeden önce ilgili kadro ve kolektiflerin düşüncelerini, değerlendirmelerini, varsa eleştirilerini almak zorundadırlar. Olası keyfiyetlerin önüne geçebilmek için de istikrarsızlıkların, olası moral bozuklukların önüne geçebilmek için de bu gereklidir. İnsanların kendi hakkındaki düşüncelerine elbette ki değer verilmelidir ve verilecektir. Varsayalım ki, çok isabetli kararlar verilmiş olsun ya da oluyor, ama bu durumu değiştirmiyor ve değiştirmez. Bir kural varsa ve her organı bağlıyorsa buna uyulacaktır. Kurallara ve tüzük hükümlerine şartsız uymak ve uygulamak yönetici organların öncelikli ve zorunlu görevidir. Bu işin gereğidir. Dahası eğer bu hatalar tekrarlanıyorsa tedbirler alınmalı ve disiplin cezaları da uygulanmalıdır. Hele hele söz konusu olan tüzük olduğunda burada katı davranmasını bilmek zorundayız. Bu mücadele de bürokratizme, bürokratik çalışma tarzının etkilerine karşı mücadelenin bir alanı, bir parçası olarak görülmelidir.

Parti yaşantısında kolektivizm ilkesi, açıklık ilkesi, eleştiri ve tartışma özgürlüğü, yöneticilerden, öncelikle de birinci derecede yönetici görevler üstlenmiş yöneticilerden hesap sorma özgürlüğü ve işlevselliği sıkıca yerleştirilmelidir. Bir yönetici yönettiği kadrolardan, bir yönetici örgüt yönettiği örgütlerden daha değerli olduğunu öyle ya da böyle düşünür ve davranırsa ortada ne kolektivizm kalır ne de parti örgütlerinden ve kadrolardan, giderek kitlelerden öğrenme; öğrenmek bir yana, başta birinci derecede yöneticilik görevleri üstlenen yöneticiler olmak üzere yöneticiler tipik bürokrat, kariyerist, zorba vb. olur çıkar ve çıkarcı vs. tiplere de gün doğar... Her koşulda her kadro ama öncelikle de MK ve yönetici örgütler önce komünist sonra yönetici olmalı ve yöneticiliği de buna göre şekillenmelidir. Komünist olduğunu unutan ya da önce yönetici sonra komünist olduğunu düşünen ya da duruşu buna göre biçimlenen kadrolar görevden alınmalı, yeniden eğitilmelidirler.

Ciddi bireyci zaafları (liberal, sekter, erken ön yargı geliştiren, çifte standartçı, kendini aşırı abartan, kadroları küçümseyen, mevki düşkünü, kuyrukçu, kindar, başkasının emeğini ve başarılarını çalan, kendine liberalizmi, başkasına sektarizmi uygulayan, yetersizliklerini ajitasyonla örten, ayrıcalık ve ün peşinde koşan, gösterişçi, makyevelist, bürokrat vb. vb.) olan ve bağımsız kişilik yapısı yeterince gelişmemiş (bağımlı kişilikler) kadrolar kesin kes başta MK olmak üzere temel yönetici görevlere seçilmemeli ve getirilmemelidir. Kadroların bu konuda yüksek bir görev ve sorumluluk bilinciyle yetişmesi ve devrimci davranması gerekir. Ayrıca kadroların bağımsız kişilik, bağımsız fikir oluşturma, eleştiri özeleştiri nitelik ve yeteneklerinin geliştirilmesine en büyük dikkat ve özenin gösterilmesi yaşamsal önemdedir.

*Bu öneriler demeti 2005 ya da 2006 başlarında parti kürsüsünden iç kamuoyuna sunulmak istenmişti. Ancak ne var ki, tasfiyeci bürokratik sapmanın parti tüzüğünü göz göre göre çiğnemesinin sonucu, tüzük değişikliklerini içeren yazımız da dahil, ideolojik ve örgütsel sorunları içeren diğer 8-9 yazımız da yayınlanmamıştı.

O dönem genel sekreterlik kurumu hakkındaki öneri ve bakışımız şöyleydi;

''SSCB/SBKP deneyi/anlayışı da tartışılacaktır. Kanımızca bu kurum ve yetkilendirme sınırlı işlevlerle donatılmalıdır. Geleneksel olarak komünist partilerde bu kuruma verilen daha geniş yetkiler bulunmaktadır. Biz bu yoldan yürümemeliyiz. Kolektif liderlik kurumunu geliştirmeye önem veren bir yoldan ilerlemeliyiz. Yanı sıra, kendi iç görev bölüşümünde bir tarafa çok fazla yetki veren anlayış ve uygulamalardan kaçınmalıyız. Tamı tamına eşitlikçi mantığı da doğru bulmuyoruz, ama bir denge olmalı ve kolektif üretimi, denetimi, yönetimi vb. geliştiren bir yoldan yürümeliyiz. Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirisinden çıkan sonuçlar bu konuda da bizlere yol göstermelidir. Şimdiden oluşturulacak devrimci gelenekler, gelecekte de gelişerek olumlu bir rol oynayacaktır.''

Fakat daha sonra ''genel sekreter''lik kurumu hakkında yaptığımız araştırmalar, ki bu inceleme ve değerlendirme yazısı bloğumuzda yayınlanmıştır, aslında bu kurum hakkında bildiklerimizin yanlış olduğunu açığa çıkardı. Ki bu sorunu inceleyip açığa çıkaran da biz olduk.

                                                                                               İrfan AZADKILIÇ

                                        DEVAM EDECEK