27 Şubat 2023 Pazartesi

KATİL DOĞA/DEPREM DEĞİL, SERMAYE, DEVLET VE ERDOĞAN İKTİDARIDIR

 

Dinci faşist diktatörlük ve elebaşısı Erdoğan depremi yeni bir zenginleşme, yağma operasyonuna dönüştürmek için harekete geçti. Herhangi bir bilimsel, teknik çalışma yapmadan, “konut yapımı” için ihaleleri dağıtmaya başladı. “Arka planında bilimsel ve teknik hesapların değil rant ve seçim kaygısının olduğu çok açık ortada” açıklamasını yapan TMMOB Genel Sekreteri Gül haklı. Kapitalizm için önemli olan kar, faiz, rant soygununun devam etmesidir. Erdoğan-AKP-MHP için önemli olan iktidarı elde tutabilmektir. Onlar için sorun deprem yıkımını ekonomik ve siyasi “rant”a çevirebilmek ve ortaya çıkan öfkenin “sosyal patlama”ya dönüşmemesidir. Sermaye ve dinci faşist Erdoğan iktidarı için milyonların ölmesi, depremin yıkıcı acıları önemsiz bir ayrıntıdır sadece. Göz göre göre on binler, yüz binler, milyonlar ölümün ve yıkımın kucağına atıldı. Deprem bir doğa olayı. Depremin yaratacağı yıkımları önlemek tümüyle mümkündü. Gerekli tedbirleri almayan, deprem fonlarının da üstüne çöken ve yağmalayan sermaye, devlet ve “Saray rejimi” tüm bu yıkımın ve ölümlerin baş sorumlusudur.

OHAL, başka bir şey için değil, sadece kendi iktidarlarını korumak ve olası bir halk direnişini, halk ayaklanmasını önlemek için ilan edildi. Zaten Türkiye fiilen OHAL rejimi ile yönetiliyordu. OHAL ilanıyla “olağanüstü kriz yönetimi” resmileştirildi. OHAL ilanının sadece depremin vurduğu illeri kapsayacağını düşünmek yanlış olacaktır. Diğer şeyleri geçsek bile, depremin yarattığı toplumsal kriz ve siyasal sonuçları tüm Türkiye ve Kürdistan’ı sarsmış, sarmalamış durumda...

Dinci-ırkçı faşist rejimin başarısızlığı göz çıkarıyor. Başarısızlıkları, toplumsal öfkenin patlama tehlikesi ve hesap sorulacağı korkusu Erdoğan-Bahçeli ikilisinin kudurmuşçasına halka, DKÖ’lere ve öncülerine saldırmalarına yol açıyor. Bu kuduz sırtlan sürüsü deprem travmasını yaşayanlara, tepki gösterenlere sürekli küfrediyor, tehdit ediyor. Kendi bekaları için açık bir tehdit gördükleri toplumsal dayanışma ve seferberliği ezmeye çalışıyor. Gerçekleri kamuoyuna yansıtan gazetecilerin görev yapması engelleniyor.Sosyal medya”ya sansür uygulanıyor, gazetelere, TV kanallarına cezalar yağdırılıyor. Haklı bir öfkeyle, iktidarın ve devletin aczini dile getiren yüzlerce insan işkenceden geçiriliyor. “Yağmacı” oldukları bahanesiyle kaç kişinin işkenceyle katledildiği henüz bilinmiyor. Sözde yağmacılar suçlanarak hedef saptırılıyor. Göçmen düşmanlığı kışkırtılıyor. SADAT, ırkçı faşist, dinci faşist “sivil” çeteler aracılığıyla linçler örgütleniyor. Gerçekleştirilen linçler videolara çekilip sosyal medyaya servis ediliyor. Toplum terörize edilmeye, korku ve panik havası yaratılıp devlet ve çete terörü meşrulaştırılmak hedefleniyor. Sistemin, devletin, Erdoğan rejiminin suçları birkaç müteahhide fatura edilerek için içinden sıyrılmak isteniyor. Eğer deprem olmasaydı yeni bir “imar affı” çıkarılacaktı. Bu tasarı mecliste beklemekteydi.

Kesin olan şudur: Kapitalizm, burjuva devlet, faşist iktidar suçüstü yakalandı, depremin altında kaldı. O “güçlü devlet”in, “güçlü lider”in ne kadar aciz olduğu açığa çıktı. Burjuva devletin, sırtlanların başı Erdoğan rejiminin depreme karşı hiçbir önlem almadığı, hazırlık yapmadığı, bunu siyasal ve toplumsal sorumluluğunun bir gereği olarak görmediği, milyonları felaketin içine attığı açıkça görüldü. Bir kez daha ama bu sefer daha çarpıcı ortaya çıktığı gibi devlet, iç savaşa, kirli, haksız, sömürgeci savaşa, komşu ve bölge devletlere ve halklara müdahale etmeye göre örgütlenmiş bir aygıttır. Bu devletin herkesin devleti olduğu, halkı düşündüğü aşağılık bir yalandan ibarettir. Bu devlet sermayenin devletidir. Erdoğan gibi cennette yaşayanların devletidir. “Asrın felaketi”nin sorumlusu sermaye, sermaye devleti, Erdoğan’dır.

Dinci faşist cuntanın elebaşılarının Nerede bu devlet!” tepkisine karşı gösterdiği alçakça saldırganlık suçlarının farkında olduğunu göstermektedir. Bir doğa olayı olan depreme yüklenmeye çalışılan sosyal felaketin devlete karşı duyulan güveni kırmaya başladığını görmekteyiz. Devletin sermayenin devleti değil de tüm toplumun devleti olduğu yanılsamasının yıkılmaya başlaması son derece değerlidir. Onları kudurtan büyümekte olan bu tehlikedir. Yardımların devlet kurumlarına, AFAD’a değil, muhalif toplumsal ve siyasal kurumlara akması yalnızca dinci faşist hükümete değil, aynı zamanda burjuva devlete karşı güvensizliğin açık ifadesidir. Dinci faşist hükümetin, yağmacıların elebaşı Erdoğan’ın devletten ve kendilerinden bağımsız toplumsal dayanışma ve seferliği tehlike görmesi ve zorbalıkla engellemeye çalışması tehlikenin farkında olduklarını göstermektedir. Ancak belirmek gerekir ki, AKP-MHP iktidarının aşağılık saldırganlığı daha fazla zaaf göstermelerine ve daha fazla teşhirine yol açmaktadır...

Göz göre göre geliyorum diyen depreme karşın kapsamlı bilimsel bir hazırlık, tedbir ve seferberlik yerine deprem için kesilen vergileri yağmalayan AKP-MHP iktidarı başlıca sorumlusu oldukları dev kitlesel katliamı “kader”le izah etmeye çalıştı. Faşist elebaşıların “kaderdir” dedikleri şey, tam da halklarımıza, yoksullara ölümü reva gören bu vurgun, soygun, yağma düzeni ve iktidar çıkarlarıdır. Kendileri bu dünyada cenneti yaşarken işçilere, emekçilere, yoksullara reva gördükleri ise bir cehennem yaşamıdır. “Kader” yalanı ile bir numaralı sorumlusu oldukları deprem katliamının üstünden atlayıp geçemeyecekler. Geniş kitleler çok yıkıcı bir deneyim yaşadı. Bu yıkımın yarattığı travma unutulmayacaktır. Buna izin verilmeyecektir. Hesap sorulacaktır. Başta elebaşı katiller olmak üzere tüm katiller yargılanmalıdır. Yaptıkları her şeyi kendilerine hak gören aşağılık elebaşılar ve rejimleri bu sefer hesap vermekten kurtulamayacaktır. Tek silahları olan faşist terörle işçi sınıfını, halkları susturamayacaklardır. Korku duvarı dağılmaya başlamıştır bile... Bu toplumsal facianın bütün yükü sermaye sınıfının, burjuva devletin sırtına yüklenmelidir. Sermayeden kesilecek özel ve ağır vergilerle deprem fonu oluşturmak için mücadele edilmelidir. Deprem fonunu yağmalayan AKP, AKP-MHP iktidarı sanık sandalyesine oturtulmalıdır. Başta Erdoğan ve ailesi olmak üzere sayısını bile bilmediğimiz “beşli çete”lerin, TÜRGEV gibi vakıfların sermayelerine derhal el konularak deprem fonuna aktarılmalıdır. Bir bakanlık bile olmayan ama 7-8 bakanlığın bütçesinden daha büyük bütçesi olan asalak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın taşınır ve taşınmaz mal varlığı hayırlı bir işte kullanılacak olan deprem fonuna aktarılmalıdır. İnanlar kendi ibadetlerini kendileri finanse etmelidir. Ordu ve polis gibi bütün “güvenlik” kurumların, sivil ve askeri bürokrasinin bütçeleri kısıtlanmalıdır. Bu yöntemle elde edilen gelirler deprem fonuna aktarılmalıdır...

Deprem faciası bir kez daha ama daha çarpıcı bir tarzda ücretli kölelik düzeninin, dinci faşist diktatörlüğün, Saray rejiminin proletarya ve halk düşmanı karakterini açığa çıkardı. Bile bile milyonlar önlenebilecek doğa felaketinin içine atıldı. İnsanlar bile bile ölüme teslim edildi. İnsanlar enkaz altında imdat çığlıklarıyla öldüler, öldürüldüler. En önemli görev deprem faciasının yarattığı haklı toplumsal tepkiyi kapitalizme ve faşizme karşı politik mücadeleye dönüştürerek hesap sorma harekatını geliştirmektir. Depremle birlikte ortaya çıkan toplumsal dayanışma ve seferberlik bu mücadelenin daha özgün arka planını ve gücünü oluşturmaktadır. Bu coğrafya deprem kuşağı üzerinde. Başta İstanbul depremi olmak üzere daha kapsamlı, daha yıkıcı depremler bekleniyor. Yani depreme karşı mücadele güncelliğini hep korumaya devam edecek. Türkiye’deki vahşi kapitalizm bu sorunu sözgelimi Japonya’da olduğu gibi çözemeyecektir. Dolayısıyla proletarya ve halkların güncel taleplerini, deprem karşıtı mücadele talepleriyle güçlü bir tarzda birleştirerek mücadeleyi büyütmek yakıcı devrimci görevdir. İlerici insanların, ilerici demokratik, devrimci partilerin, DKÖ’lerin, sendikaların, derneklerin, vakıfların, değişik sosyal çevrelerin depremle birlikte hızla mobilize olarak harekete geçme yeteneği göstermesi, güçlü bir toplumsal dayanışma ve seferberliği gerçekleştirebilmesi, iç ve uluslararası dayanışmanın AKP-MHP iktidarının teşhiriyle iç içe büyümesi özel olarak not edilmelidir. Yaşanan sosyal felaket derin toplumsal, sınıfsal dinamiklerin harekete geçmesini sağladı. Sorun sınıfsaldır, alttan üste doğru çıkan dinamizmin süreklileştirilmesi, her düzeyde örgütlenmesi acil bir gereksinimdir. Örgütlenmek, örgütlemek, kitlesel ve sonuç alıcı örgütlenmeyi geliştirmek için ortaya müthiş bir olanak çıkmıştır. Bu olanak mutlaka realize edilerek faşizme ağır darbeler vurarak yolu açmak gerekir.

Depremle birlikte ortaya daha özgün ağır bir toplumsal kriz çıktı. Bu krizin yıkıcı karakteri önümüzdeki süreçte daha keskin ortaya çıkacaktır. Dev bir göç dalgası var. Kürt ve Alevi ağırlıklı iller boşaltılıyor. Bütün imkanlarını kaybeden milyonlarca insanın iş, aş, konut, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik talepleri her düzeyde kendini dayatacaktır. Sermaye ve devlet, dinci faşist rejim bu talepleri karşılayabilecek durumda değil. “Kader” palavrası ve faşist terörle kitlelerin öfkesini denetlemeleri olanaklı değil. Şu an can derdinde olan, yaşadığı yıkımın şokuyla yaşayan kitlelerin tepkisi daha da büyüyecek ve ortaya kitlesel bir eylem gücü çıkacaktır. “Bu halk adam olmaz!” saçmalığına karşı mücadele etmek gerekir.

Ancak biliyoruz ki, eğer devrimci bir seçenek yoksa, sermaye ve burjuva devlet en yıkıcı krizleri de atlatır. Ana sorun devrimci bir seçenekle politik olarak bu sürece müdahale etmektir. Her yerde, her düzeyde, en ücra köşede meclislerin, komitelerin, konseylerin vb. kurulması, yaygınlaştırılması acildir. Böyle bir örgütsel ağın kentsel, bölgesel, ülke çapında inşası, tabanın söz ve karar sahibi olduğu öz örgütlenmeler olarak işlevselleşmesi yapılacak en önemli iştir. Deprem gerçeği karşısında kitlelerin acil talepleri ortaya çıkmıştır. Bu talepler, bilim insanları, TMMOB, ilerici, devrimci parti ve çevreler tarafından ortaya koyulmuştur. Hesap sorma iradesiyle yürümek gerekir. Ve bu mücadele en geniş kitlelere dayanmak zorundadır. Bunun koşulları ziyadesiyle ortaya çıkmış bulunuyor. Akıl, cesaret, deneyimlerden öğrenme, savaş yeteneği, ileri atılma, bunlar güçlü bir senteze dönüşerek kitleler içerisinde kendini var etmelidir. Ortada büyük bir acıya ve bedele dayanan tarihsel bir fırsat çıkmıştır. Bu tarihsel fırsat enerjik, yaratıcı, inisiyatifli, cesur bir politik müdahale gücüne dönüştürülmelidir. Bu bağlamda iş, öncü kuvvetlere düşmektedir. Sınıf ve kitlelerle birlikte politika tarzı için nesnel koşullar, öznel alanda ortaya çıkan imkanlar ve gelişen bilinç başarmak için oldukça elverişli. Bu gerçeği görmek zor olmasa gerek.

Kuşkusuz ki bu mücadele emeğin sermayeye karşı sosyalist mücadelesi, halkların faşist diktatörlüğe karşı politik özgürlük mücadelesi hedefleriyle bağlı ele alınmalıdır. Bu mücadele anti-kapitalist, anti-faşist devrimci bir perspektif ve hedefle ele alınmazsa sonuç alıcı bir mücadele geliştirilemez. Ve burada sosyalist projenin sınıfa ve kitlelere anlatılması özel önem taşımaktadır. Devrim ve sosyalizm hedefine bağlanmış güncel talepler için mücadelenin yükseltilmesi yakıcı bir görevdir. Örgütlü bir güç merkezi olarak HDP’nin, “Emek ve Demokrasi Bloku”nun varlığı ve deprem sürecine hızlı ve aktif müdahale etmesi son derece değerlidir. Birleşik anti-faşist mücadelenin daha da geliştirilmesi yaşamsal önemdedir. Her apartmanda, her sokakta “depreme karşı” mücadele komiteleri kurulmalıdır. Bu mücadelenin yurtdışı ayağı da örgütlenmelidir. Uluslararası demokratik kurumlarla, ilerici bilim insanlarıyla, bilim ve mühendislik, mimarlık vb. kurumlarla sıkı ve sürekli bağların kurulup geliştirilmesi önemsenmelidir. Ortaya çıkan sosyal felakete karşı enternasyonal destek ve dayanışmanın büyük önemi olduğunu gördük. “Türkün Türkten başka dostu yoktur!”, “Müslümanın Müslümandan başka dostu yoktur!” faşist ve dinci propagandası bir de buradan darbe aldı...

Deprem faciası ortasında doğan ve gelişen toplumsal dayanışma ve seferberlik, özgün bir deneyimi temsil ediyor. Bu deneyim, “Gezi ayaklanması” gibi birleşik mücadele cephesinin kapsamını da açığa çıkar. Bu kapsam, çeşitlilik, enerji içerilerek alabildiğine birleşik bir güce ve silaha çevrilmelidir. Bu bağlamda son derece demokratik, esnek, çok değişik toplumsal kesimleri içeren örgüt ve mücadele biçimlerinin geliştirilmesine özel önem verilmelidir. Depremle ortaya çıkan öfkenin “öğretilmiş çaresizlik”e yönlendirilmesine izin verilmemelidir. Sermaye, devlet, faşist rejim, burjuva partiler varlıklarını, sevdiklerini, işini, aşını, geleceğini kaybetmiş kitlelerin zorunlu ve yakıcı gündelik sıkıntılarını kullanarak onları dilencileştirmeye, boyun eğişe, çaresizliğe teslim ederek kontrol altına almaya çalışacaktır. Bu oyun bozulmalıdır. Bu oyunu bozmanın tek yolu da örgütlü devrimci, anti-faşist büyük kitlesel sokak hareketlerinin geliştirilmesidir. Ortaya çıkan büyük toplumsal dayanışma ve seferberliğin sönmesine izin verilmemelidir. Hakları koparıp almaya, hesap sormaya endeksli koparıcı güçlü bir mücadeleye ihtiyaç olduğu açık ve kesindir. Birikmiş kitlesel öfke Fenerbahçe ve Beşiktaş klüplerinin futbol karşılaşmalarında patlak verdi. Arenalarda patlak veren protestolar son derece değerlidir. Kulüp taraftarları kitlesel protestolarının öncü çıkışını yapma onurunu taşımaktadır. Bu protestolar öfke patlamasının önünü açacaktır, dahası açmıştır bile. İhtiyaç büyük kitlelerin protestolarıdır; bu eylemlerin coğrafyamızın dört bir yanını kapsayarak geliştirilmesidir. Siyasi çevrelerin dar öncü eylemleri değerli olmakla birlikte hiçbir biçimde kitlelerin protestolarının yerine geçemez. Asıl ihtiyaç ikincisidir. Azgın faşist terör ancak büyük kitlelerin mücadelesiyle geri püskürtülebilir. Anti-faşist, devrimci çevrelerin kitlesel karakter taşımayan eylemlerinin yaygın örgütlenmesi gereklidir ama asıl sorun kitlelerdir, kitlelerin sokaklara çıkmasıdır; devrimci kuvvetlerin bu eylemlerle bütünleşebilmesidir; bu eylemlerin protestoculuğun ötesine taşınabilmesidir. Krizin yükünün sistemin, sermayenin, hükümetin sırtına yükleyebilmesidir. Hesap sormayı, suçluları yargılatmayı başarabilmesidir. Deprem yıkımının sorumlusu olan devlet ve faşist iktidardan bağımsız bir harekat olarak geliştirilebilmesidir. Faşist diktatörlüğü yıkma mücadelesinde ileri atılabilmesidir...

Öncüyüz diyen politik kuvvetler bu kez daha büyük bir sınavla karşı karşıya. Dileğimiz bu kuvvetlerin bu süreçten alnın akıyla çıkmasıdır.