29 Aralık 2018 Cumartesi

ÖNDERLİK VE ''ÖNDERLİK'' ÜZERİNE V

ÖNDERLİK VE ''ÖNDERLİK'' ÜZERİNE
                                    V
Devam edelim.
MLKH içerisinde oportünist II. Enternasyonal'in, Troçkizm'in, IV. Enternasyonal'in ayak izlerine basarak, teorilerini temel alarak Avrupa merkezli devrim teorisi ve programını savunarak ''yenilenmek'' gerektiğini ateşli bir şekilde ileri sürenler var. Fakat bildiğimiz kadarıyla MLKH'in Avrupa merkezli devrim yaparak Türkiye'yi, dünyayı kurtarma çizgisi yok. Peki o halde kabul edilemeyecek tarzda Avrupa'ya ''yığınak'' yapılmasının mantığı ne?!!! Ve bu seçimler neye göre yapılıyor??? Aranır olmak, cezalar almış olmak bir ölçüt olabilir mi? Peki devrim yapma iddiasında olduğumuz coğrafyada aranmayanlar üzerinde mi illegal ve yasadışı partiyi kurup geliştireceğiz? Böyle bir yaklaşımın Marksizm Leninizm ile, Uluslararası Komünist Hareketin tarihsel deneyimleriyle, coğrafyamızın gerçekleriyle, tarihsel geleneğimizle bağdaşır bir yanı olabilir mi?
Denebilir ki elbette ki böyle düşünmüyoruz, yazdıklarımıza vs. bakın.
Peki gerçeğimiz ne? Pratikleşmeyen sözler ölçü olabilir mi? Neden aranan, hapis cezası alan kadrolar kolaycı bir şekilde yurtdışına çekiliyor? Yıllardır Türkiye'de ve Kuzey Kürdistan'da ciddiye alınabilecek bir illegal-yasadışı partinin olmaması ya da tasfiye olmuş ve edilmiş olmasının buradaki rolü ne?
Bu tablo en baştada ''stratejik önderler''in ''adanmış devrimcilik'le, ''eleştirinin devrimci şiddeti''yle en önde dağılmış çalışmaları toparlayıp geliştirmesi gerekmez mi? Her fırsatta ''adanmış devrimcilik'', ''parti tarzı'', ''devrimci romantizm'' üzerine lafazanlık yapanların, başka kadrolara ve Türkiye ve Kürdistan'da binbir emekle, bedelle mücadele yürüten kadro ve örgütlerimize kendilerini feda etmesini öğütlerken hangi ilkelere, hangi ahlaki ve vicdani değerlere göre davranıyorlar acaba? Tüm bu gerçeklerin sorgulanması ve gerekli derslerin çıkarılması gerekmiyor mu!!!
Kuşkusuz ki bu durum tipik tasfiyeci oportünist, tasfiyeci bürokrat zihniyet ve duruşla izah edilebilir yalnızca.
Peki bu çözülüşe, bu çürümeye karşı ilkeli ve sonuna dek giden bir mücadele yürütmeyen kadroların da bu tablonun sorumluluğunu paylaşmadığı iddia edilebilir mi? Elbette ki bu soruya verilecek cevabımız hayırdır, aksine son tahlilde suç ortaklığı yapılmaktadır. Peki bu durumun da eleştiri, özeleştiri konusu yapılması gerekmiyor mu!!!
Bizce bu tablonun ana nedeni tasfiyeciliktir, tasfiyeci kaçış ya da yöneliştir; kendi dar çıkarcı/klikçi iktidarını koruma vb. hesabına dayanan politik ve örgütsel teori ve pratiktir.
Bu temel üzerinde yurtdışı parti örgütlerinin eleştiri dinamiğini kırarak yandaşa göre partiyi yeniden yapılandırmaktır. Yurtışını kendi dar klikçi hesabına göre cephe gerisi olarak örgütleme planıdır. Bu gerçeğin az ya da çok yurtdışı parti örgütleri ve parti tabanımız tarafından görülmediğini düşünmek ise politik saflık olacaktır.
Bu gerçekler de göstermektedir ki ortada gerçek bir önderlik yok ama ''önderlik'', ''stratejik önderlik'' var.
Avrupa'da derin (!) illegalite gösterisi ya kara cahillikten ya da oportünist gösterişten ibarettir. Başınızı kuma gömebilirsiniz ama gerçekler farklıdır. Eğer bunun farkında değilsek geriye söylenecek bir şey de kalmamaktadır. Avrupa'da da belli sınırlar içerisinde işin gereklerine göre illegalite/yasadışılık kaçınılmazdır ama bu, başı kuma gömerek olmaz. Kendimizi kandırmayalım...
SBKP'nin 19. Parti Kongresi'nde de dile getirilen ve Juvkov'un da tanıklığıyla açıkladığı şu bürokratik ekipçi/klikçi zaafiyet her zaman için eleştirel bir uyanıklığa sahip olmayı gerektirdiği açıktır; bizim kendi özgün gerçeğimiz içerisinde benzer bir yönelimin olduğu ama henüz bunun oturmamış olduğunu söylemeliyiz.
"Jukov, Stalin'in, cumhuriyet, bölge, yöre örgütlerinin birinci sekreterlerini, kendilerine bağlı ve yaltakçılık yapan kişilerden oluşma 'şahsi klanlar' kurmakla eleştirdiğini hatırlatmaktadır. Stalin, ayrıca, bu parti liderlerinin, diğer cumhuriyetlere veya bölgelere atandıklarında, 'şahsi klanlarını' da beraberlerinde götürdüklerini söylüyordu." (Yuriy Jukov, ÖTEKİ STALİN, Lena Yayınları)
Yine bildiğimiz kadarıyla Ortadoğu devrimini merkezimize koyarak Türkiye'yi, Kürdistan'ı ve dünyayı kurtarmak gibi bir çizgimiz de yok. O halde insanlar neden ya Avrupa'ya ya da Ortadoğu'ya yönlendiriliyor?
Vurgulamak gerekir ki, bölgesel devrim olasılığı politik duruşumuzun merkezi değildir; perspektifimizin merkezinde Türkiye ve Kürdistan devrimi duruyor. Bölgesel devrimi temel almıyoruz. Bölgesel devrim olasılığının ''küreselleşme''yle daha da artığını saptıyoruz. Devrim ve sosyalizm iddiamız bakımından bölgesel devrimi de hesaba katan, bunun gereklerini de öncülük perspektifine, pratik duruşuna yediren bir perspektife sahibiz. Partinin esas gücünü Ortadoğu'ya yığmıyoruz. Bu bağlamda esas güç Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da ve bu bağlamda da en önemli merkezlerde yoğunlaşmalıdır. Aynı şey, ''stratejik önderlik'' için de geçerli olmalıdır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da ciddiye alınabilecek bir maddi güç olmaktan çıkılmış olduğu ve yapılması gerekenler yapılmadığı ve bundan da kaçınıldığı için, nasılsa kolayı da bulunmuş, çek insanları Ortadoğu'ya ve yurtdışına...
Böyle önderlik ve önderler, böyle ''parti tarzı'', böyle ''devrimci romantizm'', böyle ''adanmış devrimcilik'' olmaz olsun.
Rojava devriminde komünist ve enternasyonalist duruşumuz, mevzi tutmuş olmamızın temel zaafların üstünün örtülmesinin aracı haline getirilmesine karşı etkin mücadele etmeliyiz. Bu duruş, temel devrimci komünist görevlerden kaçışın, kaçışın teorize edilmesinin kamuflajı haline getirilmesine komünistler olarak izin vermemeliz, verilmemelidir. Eğer MLKH'in bunca gerilemesine ve ağır kan kaybına rağmen hala belli bir siyasal presteji varsa o da özellikle Birlik Devrimi atılımı sayesinde, Batıda ikinci bir cephe açmaya, ''Doğu'' ve ''Batı''yı birleştirme duruşu sürecinde maddi bir güç olarak gösterdiği başlangıçtaki devrimci gelişmelerin etkisi sayesindedir. Zaten son derece sınırlı, sınıf ve kitleler içerisinde ciddiye alınabilecek bir çalışmanın olmadığı, ortada ciddi bir illegal temelin olmadığı ve güçlerin son derece dağınık bulunduğu bir süreçte sen bütün gücünü Rojava'ya yığsan ne olabilir ki? Rojava devrimi devrimimizdir, militanca yer alacağız ama bilmeliyiz ki Kürt ulusal demokratik hareketine, Ortadoğu devrimine yapılacak öncülük ve öncü katkı Türkiye devrimine önderlik gücü kazanmaktan geçiyor ve geçmektedir. Kürt hareketinin ''Türk solu''ndan beklediği ana katkı da budur. Onlar sorunu katkı ve dayanışma olarak formüllendiriyorlar, biz ise öncülük/önderlik misyonumuz ekseninde... Hatırlatmak bile gereksizdir ki, Türkiye'de yaşayan Kürt nüfus Kuzey Kürdistan'da yaşayan Kürt nüfustan daha fazladır ve Türkiye'de gerek işçi sınıfı gerekse de kent yoksulları daha fazla ''Kürtleşmiş'' bulunuyor...
Türkiye'de ciddiye alınabilecek bir maddi güç olmaktan çoktan çıkmışsın, esasen HDP çatısı altında durumu kurtarmaya çalışıyorsun. Tablo bu ama gerçek dünyadan kopmuş, duygulara hitap eden bir basitlik içerisinde kalkıp ''Öncü Türkiye ve Kürdistan'da görevlerini yerine getirmeye hazırdır.'' açıklamasını yapacaksın vb. Burada bir tutarlılık, komünist bir partinin ve onun birinci derece yöneticilerinin ciddiyetinden bir iz var mı?!!! Üstelik söz konusu açıklamadan sonra ve benzer çok sayıda açıklamalardan sonra, bugün çok daha kötü bir duruma sürüklendiğimizi de dünya alem biliyor. Biliyor ama sınıf mücadelesinin gereklerinde kopmuş, kendini başka alemlerde gören ya da buna göre davranan zihniyetin gerçeği bu işte.
Yeniden hatırlatmak gerekiyor; boş ajitasyon hiçbir zaman karın doyurmaz. Demişler ya, ''Aça dokuz yorgan örtmüşler ama yine de üşüyorum demiş.''
Son söz Lenin'indir;
İnsanlar her zaman siyasetteki aldatmaların ve aldanmaların aptal kurbanları olmuşlardır ve bütün ahlâksal, dinsel, siyasal ve toplumsal sözler, bildiriler ve vaatler arkasındaki şu ya da bu sınıfın çıkarlarını aramayı öğrenmedikleri sürece de, böyle kalacaklardır.”

                                                                                    İrfan AZADKILIÇ





19 Kasım 2018 Pazartesi

ÖNDERLİK VE ''ÖNDERLİK'' ÜZERİNE IV

ÖNDERLİK VE ''ÖNDERLİK'' ÜZERİNE
IV
Türkiye'de ve Kuzey Kürdistan'da uzun yıllardır adını hakkedebilecek illegal-yasadışı bir parti örgütü kalmamıştır. Uzun yıllardır esasen legalize olmuş, legalizme batmış ve var olan legal örgütlerin ise esasen biçimselleşmiş olduğu bir süreç yaşanagelmiştir. Bu tablonun oluşmasında faşist diktatörlüğün saldırılarının rolü yadsınamaz. Ancak faşist diktatörlüğün ağır baskı ve saldırılarının bu denli etkili olmasının temelini ve esas nedenini tasfiyeci bürokratik sapma, bu sapmanın yarattığı tahribat oluşturmaktadır. Sorunu sınıf düşmanın taktik üstünlüğüyle vb. izah edemeyeceğimiz açıktır. Çubuğu buraya bükerek yapılan değerlendirmeler hem gerçeğe gözlerini kapamakta hem de açık ve kesin bir şekilde manipülasyon yapmaktadır. Uluslararası Komünist Hareket'in deneyimlerinden ve kendi öz deneyimlerimizden biliyoruz ki komünist öncü en ağır politik koşullarda bile çalışmalarının sürekliliğini sağlamakla, politik ve örgütsel savaşımı geliştirmekle yükümlüdür...
Politik ve örgütsel çalışmaların bu kadar gerilediği bir tarihsel kesitte eğer adını hakkeden bir önderlik olsaydı, doğrudan işin başında olur dağılmış çalışmaları toparlamak ve mücadelenin gerekleri doğrultusunda geliştirmek için bir irade koyardı. Ama ne yazık ki, ''önderliğin güvenliği' adına yapılması gereken şey yapılmamış, bundan da uzak durulmuştur. Bu tablo ortada görevlerinin hakkını veren bir önderliğin ve ''stratejik önderlik''in olmadığının da çok çarpıcı bir kanıtıdır. Tamda burada akla askeri faşist darbe sonrası ''güvenlik'' adına en zor anda örgütlerini, kadrolarını, kitleleri bir başına bırakıp yurtdışına iltihak eden ya da kaçan önderler, önderlik organları geliyor. Açık ki tasfiyeci sapma sayesinde aradan bilmem kaç on yıl geçtikten sonra benzer, özü aynı olan savrulmalar yaşanmaktadır. Tarihi tecrübelere karşın bugün bu tablonun ortaya çıkmış olması ibretlik bir durumdur. Bu durumun hesabı sorulmalıdır. Öncelikle sözkonusu tasfiyeci zihniyet ve pratiğin eleştirel, özeleştirel aşılması ivedi bir görevdir. Bu tablonun, tasfiyeci ideolojik ve örgütsel çözülmeyle bağlı olduğu kavranmalıdır. Bu tablo, hem ideolojik ve örgütsel açıdan hem de ahlaki ve vicdani açıdan eleştirel değerlendirilmelidir. Bundan kaçınan bir zihniyet ve duruşun partiye zarar verdiği ve vermeye devam edeceği açıktır. Bu durumun gerek ölüm orucu gerekse de toplu davalarda siyasi savunma pratiğinde de ortaya çıktığını, hesabının sorulamadığını ve hesap da verilmediğini biliyoruz. En önde görev alanlar, savaşımın her alanında en önde bulunmak ve partili militan geleneklerin oluşmasına eylemleriyle en önde örnek olmak zorundadırlar. 12 Eylül askeri faşist darbesi sürecinde, bir diğer anlatımla dolu dizgin gericilik ve yenilgi yıllarından çıkardığımız dersleri unutamayız ve unutturulmasına da izin veremeyiz.
Çifte standart herhangi bir komünist partinin standartı olamaz. Çifte standart burjuva, küçük burjuva dünyaya aittir ve oportünizmdir. Çifte standart, duruma göre davranan ilkesiz, çıkarcı, pragmatik, belkemiksiz, çift kişilikli insan tipini ya da ''çok dinli'' insan tipini ortaya çıkarır ve yükselen değer haline getirir. Oysa komünist partiler, aynı zamanda, çifte standartlardan arınarak gelişip güçlenir.

DEVAM EDECEK

İrfan AZADKILIÇ



11 Kasım 2018 Pazar

ÖNDERLİK VE ''ÖNDERLİK'' ÜZERİNE III

ÖNDERLİK VE ''ÖNDERLİK'' ÜZERİNE
                                     III
Konuyu incelemeye yazımızın III. Bölüm'ünde de devam edeceğiz.
Komünist bir partide ayrıcalıklı/bürokratik kesimlerin, giderek sınıfsal katmanların oluşması, o partideki ölüme gidişin en önemli göstergelerinden birisidir. Bu katmanlaşmanın temelini küçük burjuvazi oluşturur. Sözkonusu ayrıcalıklı katmanların ortaya çıkması öncelikle aşağıdan/tabandan yukarı gelişmez, aksine yukarıdan/merkezden aşağı doğru gelişir. Önce bürokratlaşanlar, ayrıcalıklar kazanan, iktidar/yönetici olmaya ve kalmaya alışan, ayrıcalıklarını resmi ya da fiili olarak yasa katına çıkaran, bir geleneğe dönüştüren yukarısıdır; yani bu hastalık, daha doğrusu kanser, MK'dan başlayarak yönetici kategori içerisinde boy vererek gelişir, bir ahtopota dönüşür. Sapma, bozulma, çürüme tabandan değil, tavandan başlar. Bu gerçeğin altının özellikle çizilmesi gerekir. Bu bağıntıda ortaya çıkan iç mücadele proleterya ile küçük burjuvazi (son tahlilde burjuvazi) arasındaki mücadeledir. Bu süreç, sınıflı toplumun nesnel karakterinin kendisini parti içerisinde üretmesinin sonucudur. Ki bu süreç ve mücadele sayısız görünümler altında gelişir; ayrıcalıklı kesimlerin oluşup gelişmesi de mücadelenin bir alanı olarak aynı zemin üzerinde yükselir. Oysa biliyoruz ki, komünist partisi, parti içerisinde oluşan ya da oluşabilecek ayrıcalıklı katmanların (''çelik çekirdek''ler, ''stratejik önderlik''ler, sözde ''etkin birey''ler vs. dahil) varlığıyla; Marksizm-Leninizm'i, partiyi ve komünistleri ''Procrustes yatağı''na sığdırmaya çalışan teori ve pratiklerle, ''stratejik önderler''le de bağdaşmayan irade ve eylem birliğidir.
Vurgulamak gerekir ki, bu süreç, komünist partiler içerisinde, yeni tipten bir sınıfsal hiyerarşinin oluşup gelişme sürecidir. Önüne geçilemediği zaman komünist partileri komünist olmaktan çıkarır. Oysa herhangi bir komünist partisinin dünya görüşü, tarihsel ve politik misyonu ile bağdaşmayan bir şeydir bu. Çünkü komünist partilerin teorisi özel mülkiyetin tasfiyesini ve bu hedefe varmanın (geçici) politik aracı olarak proletarya diktatörlüğünü öngörür. Ki, komünist partilerin nihai amacı komünizmdir (sınıfsız toplum). Ve bu süreç, tüm sınıf ve tabakaların, ayrıcalıklı katmanların, sınıf hiyerarşisinin, yönetme ve yönetilme ilişkisinin ortadan kaldırıldığı, her bir bireyin, tüm toplumun özneleşmesinin sağlandığı bir teori ve pratiğe dayanan kesintisiz devrim sürecidir... Her komünist partisi ve komünist, teori ve pratiğini sistematik bir tarzda buna göre inşa edip geliştiremezse, yetkinleştiremezse, kaçınılmaz olarak giderek komünist olmaktan çıkar...
Hepimizin bildiği bir gerçek var; sınıflı bir dünyada yaşıyoruz ve komünist partiler steril bir ortamda, cam bir fanusun içinde değil, bilakis özel mülkiyet dünyasının her saniye baskı ve kuşatması altında yaşar ve o partileri de kuran ve can verenler de bu dünyanın içinden çıkarak orada konumlanmışlardır. Burjuva dünyanın baskı ve kuşatması partinin küçük burjuva kökenli, Marksizm Leninizm'i kavramamış ya da en istikrarsız kesim ve kadrolarının zaaflarıyla birleşerek ve durmaksızın kendisini üreterek partiyi ele geçirmesine yol açar. Bir partinin tarihsel ve güncel zaafları ve yetersizlikleri ise bu tükenişin, ideolojik ve örgütsel çürümenin boy atması ve canavarlaşması için eşi benzeri olmayan bereketli bir toprak sunar... Kesintisiz süren sınıflar mücadelesi dünyasında kendini durmaksızın yenileyerek önderlik misyonunu yerine getirmeyen bir partinin ise enternasyonal proletarya adına bir geleceği de olamaz. Bu bağlamda dünyanın en gelişkin partisi SBKP'nin deneyimlerinin (hem olumlu hem de olumsuz) derslerini etkin bir tarzda öğrenmek zorundayız. Kuşkusuz ki bu da yetmez, anlamlı, yol açan bir öğrenme için kendi tarihsel ve politik gerçekliğimizi komünistçe/Bolşevikçe eleştiri özeleştiri süzgecinden geçirmeyi de öğrenmemiz gerekir. Her iki alanda da geri kaldığımız, öncü değil ardçı konumlarda kaldığımız ise açıktır. Yıl 2018 ve biz hala, başta ''sosyalizmin sorunları'' olmak üzere adını hakkeden olgunlaşmış bir tartışma sürecini yaşayarak gerekli donanımı kazanabilmiş değiliz; bu olguyu revizyonist ''stratejik önderlik'' hikayesinden de çarpıcı bir tarzda görebiliriz...
Bizde istikrar kazanamamış küçük burjuva oportünist sapmaya dayanan bir katman oluşmuştur. Bu katman içerisinde de kastlaşmak isteyen (ömür boyu vazgeçilemez, hesap vermeyen, hesap soran, mutlak itaat edilmesi gereken) bir ''çelik çekirdek'', ''stratejik önderlik'' zihniyeti ve tarzı mevcut. Burada bu ayrıcalıklı katmanın merkezini oluşturan küçük burjuva önderlik teorisi ve pratiğinin, iyi niyetli mi kötü niyetli mi olduğu ya da yaşanan yabancılaşmanın merkezinde duran tasfiyeci yıkımın negatif karakterinin bilincinde olunup olunmadığı sorunu tümüyle ikincil bir sorundur ya da belirleyici bir sorun değildir. Belirleyici olan savunulan ve uygulanan anlayış ve tarzın nesnel içeriğidir; yaşanan sürecin nesnel karakteridir. Biz bununla ilgiliyiz.
Büyük, ilkesel düşüncelerin günün geçici çıkarları uğruna bu unutuluşu; bu, sonuçları hesaba katmaksızın anlık başarılar peşinde koşma, bu, hareketin geleceğinin onun bugününe kurban edilişi, ‘dürüst’ amaçlarla yapılmış olabilir; ama gene de oportünizm olarak kalır.'' (Lenin) Doğru yöntem, bakış açısı ve değerlendirme tarzı da budur. Mesela, sözde bir alçak gönüllülük gösterisi olarak ''Keşke başkaları olsa da yapsalar'' diyen bir kafanın/zihniyetin anlamı, ilk anda sözde çok masumane görünsede aslında, analiz edildiğinde bu sözlerin, kendilerini vazgeçilmez, herkesi kendilerine muhtaç (''el mahkum'') gören çürümüş zihniyeti temsil ettiğini vs. açıkça görebiliriz. Aslında bu kafa/sözler, kendini amaçlaştıran zihniyetin, partiyi ve kadroları araçsallaştıran ve hor gören/küçümseyen ilkel bir megalomaninin ruh halini de çarpıcı bir şekilde dile getirmektedir. “Dış görünüş ile şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu.” (Marks) Her şeyi bu gözle eleştirel incelemeye önem vermek zorundayız. MLKH'nın içerisine sürüklendiği ve uzun yıllara yayılmış olan bütünsel krizini de bu bakış açısıyla eleştirel incelemek zorundayız.
Gelecek vaddetmeyen ve geleceği güvence altına alma nitelik ve yeteneğinden yoksun, anlık ya da kısa erimli başarılarla kendinden geçmenin devrimi, sosyalizmi kazanmanın bir yolu olmadığı haddinden fazla açığa çıkmıştır. Başarı, kazanım ve gelişmeyi sınıf mücadelesinin, devrim ve sosyalizm kavgasının genel çıkarları ölçeği, mücadelenin stratejik ve taktik gereksinmelerinin ne kadar yanıtlanıp yanıtlanmadığı ölçeği yerine, grupsal dünyanın kendi için politika tarzını meşrulaştırmanın ölçeğinde, diğer grup ve partilerin bulundukları konumlarla kıyaslamalarla ölçülmesi; tersinden gerileme vb. dönemlerinde ise, “işte tablo bu, yalnız bizimle ilgili bir durum yok” vs. vb. mealinden ajitatif kıyaslama ve manipülasyonla durumu kurtarma ve meşrulaştırma, aynı tarzın tezahürleridir. Durumun teorisini yapmak ve bununla tatmin bulmak veya durumu kurtarmaya yönelmek oportünizmdir. Ama bu tür bir oportünizm de devrimci hareketin güncele de yön veren tarihsel tarzının içsel bir temel karakteristik özelliğidir. 71 devrimci hareketinin, 71 çıkışının, tüm zaaflarına karşın, iradi duruşu, teori ile pratiğin birliğine dayanan çıkışındaki kararlılığını ise şimdilik sadece hatırlatıp geçiyoruz.
Buradaki “başarı” şuradadır: Birkaç yıllık çıkış, ardından diktatörlüğün darbeleriyle bir geriye düşüş, uzun yıllara yayılan yeniden toparlanma çabaları; gerileme, durağanlık, ağır kriz süreçleri, krizin tasfiyeci yıkımları…
Bu bir kısır döngüdür. Bunca deneyime karşın, bu deneyimden köklü bir tarzda öğrenilemiyor. Böylece ilkeli, derin ve kapsamlı bir komünist devrimci yenilenme başarılamıyor. Güçlü bir tarzda sarsıcı olması gereken deneyimden eleştirel kapsamlı dersler çıkarmak yerine, ısrarla, bilinen idareimaslahatçı, dar pratikçi tarz korunuyor, hatta daha da kemikleşerek şu veya bu biçimde kendisini korumaya ve üretmeye devam edebiliyor. Bu kemikleşmenin sırtına oturmuş “önder”lerin, “önderlik”lerin hegemonyasını koruması veya yeni önderlikler adına benzer süreçlerin, kendini, kendi özgün koşulları içerisinde üretmeye devam etmesi çarpıcı bir durum olarak karşımıza çıkabiliyor. Kuşkusuz ki bu bakımdan her bir grubun kendisine özgü yanları, tarihin belli kesitlerinde farklı deneyimleri vb. bulunmaktadır. Ama ortaklaşan ve genel bir görünüm olarak ortaya çıkan bir tablodur söz konusu olan. Türkiye devrimci hareketinin tarihinin yalnız kadro değil, aynı zamanda bir önderler, önderlikler çöplüğü olması da rastlantısal değildir yani… Her şeye koşuşturan, hiçbir şeye yetişemeyen, yarım yamalak, yüzeysel, verimsiz, genelde başarısız bir çalışma tarzı ve önderlik, yarım doktorun candan, yarım imamın dinden çıkarması misali kadro, enerji, güç ve imkân tüketmesi, yaptığından çok yıkması, anlaşılırdır. Bu kadar başarısızlığa ve kısır döngüye karşın aynı tarzda ısrar, devrimci hareketimizin tarihsel geleneğinin oldukça istikrarlı, tutucu karakteristiklerindendir. Tasfiye edilen ya da bırakıp gitmeleri için zorlanan ya da bırakan kadroların ardından “o zaten şöyleydi, falanın zaten şu zaafları vardı” vb. vb. gibisinden sözde “açıklama” ve “analiz”ler kartopu gibi büyüyerek yuvarlanmakta, “son duyanın ilk görenden daha çok şey bildiği” garip bir tablo ortaya çıkmaktadır. Bu son derece kolaycı ve manipülatif  “analiz”ler eleştirdiğimiz önderlik anlayışı ve çalışma tarzının bir sonucudur. Oysa birey ve örgüt bağıntısında çubuk, kolektiflerin zayıflıkları, zaafları, yetersizlikleri yönüne kırılarak eleştiri ve özeleştiri silahı kullanılmalı, neden bu kadar çok sayıda kadro harcanıyor, kaybediliyor diye sorulmalı, gerçek nedenler açığa çıkarılmalı, meselenin derslerine dayanan yeni bir donanım kazanılmalıdır.
İlk yöntem, ucuz, kolaycı, tutucu, parti ve grupların zaaflarını örten; ikincisi ise nitelikli ideolojik ve örgütsel donanım geliştirici yöntemdir. Birinci yöntem, “diyalektik değildir, bilimsel değildir, teorik açıdan yanlıştır.” Evet, “ortam ve koşullar insanları yarattığı kadar, insanlar da ortam ve koşulları yaratır” Evet, “bireyin gerçek zihinsel zenginliğinin, tamamen, bireyin gerçek ilişkilerinin zenginliğine bağlı olduğu açıktır.” (Marx) Bunlar üzerinde de düşünmek ve dersler çıkarmak zorundayız. Bu soruna da sorumluluğunu üstlenmekten kaçan dar kafalılığın, devrimci kendiliğindenciliğin, grup ve önder ve ekip kültünün kafasından ve yüreğinden değil, gerçek ilişkilerin, çalışma tarzının, yönetme yönetilme ilişkisinin, kadro politikasının gözünden bakmak gerekir. Gerek herhangi bir devrimci parti ve grup gerekse de herhangi bir devrimci kadro, gelişimini tamamlamış, nihai sonucuna varmış bir yapı ve birey olamaz; sınıf mücadelesi durmaksızın yeni biçimler almakta, yeni sorunlar yaratmakta, yeni zorluklar üretmekte, mücadelenin zamanında önünün açılmasını, böylece kesintisiz bir yenilenmeyi gerektirmektedir. Donanıma, donanımın kesintisiz yenilenmesine, geliştirilmesine, böylece “birey”lerin de geliştirilmesine, eğitilmesine dayanan bir tarza ve kadro politikasına gereksinim olduğu açık ve kesindir. Eğiticilerin de daima eğitilmesi gerektiği asla unutulmamalıdır.
Şu veya bu biçimde yaşamını kaybeden her devrimcinin ardından samimiyetle üzülürüz, devrim sözü veririz; anıları ve erdemleri üzerinde konuşur, tartışır, öğrenmeye çalışırız… Peki, ama yaşarken ya da yaşamakta ve savaşmakta olan insanlara ne kadar değer verebiliyoruz acaba? Kuşkusuz ki burada söz konusu olan devrim ve sosyalizm kaçkınları, bilinçli yıkıcılar, bilinçli döküntüler değildir. Fakat devrim ve sosyalizm kavgasının her türlü zorluğunu göğüslemiş, zorlu sınavlardan geçmiş, yaşamını ideallerine, davasına, kavgasına adamış, az ya da çok katkılar yapmış devrimcilerin yitip gitmesinin ya da bitirilmesinin acısına ve deneyimlerine gelince, burada, genelde (hadi yumuşatalım, çoğunlukla) itici, acı verici, garip bir duyarsızlıkla, keyfiyetle biçimlenmiş bir tabloyla, gelenek ve tarzla karşı karşıyayız. Hem yeni bir dünyadan, yeni insan tipinden bahsetmek hem de ucuza ve kolayca kadro ve insan öğütmek, gerçek bir çelişkidir ve kuşkusuz ki bu, komünist ve devrimci hareketin gerçek bir çelişkisidir. Bin bir zorlukla kazanılan, eğitilen, gelişen ve geliştirilen devrimcilerin çoğaltılması yerine, ondan çok tüketilmesi MLKH da içinde olmak üzere devrimci hareketin gerçek yaralarından, kan kaybının önemli nedenlerinden birisidir.
İlkesel, ahlaki, vicdani, moral değerler açısından bu durumu kabullenmek, kanıksamak, doğal karşılamak devrimcilerin, devrimci parti ve grupların alışkanlığı, harcı olmamalıdır. Evet, bu mücadele sınıf mücadelesidir; gelen olur, giden olur ve olacaktır. En iyi dönemlerde bile bu, olacaktır. Ama üzerinde durduğumuz nokta bu nokta değildir… Burada söz konusu olan şey, dar kafalı kibirli bir zihniyettir, dar grup kültüdür, dar pratikçi tarzın insan öğüten karakteridir, dar pratikçi grup ve önderlik kültüdür, bunlarla iç içe geçmiş, kaynaşmış bürokratik elitisizmdir; bunlarla şekillenmiş kadro politikasıdır; “kadrolar en değerli hazinemizdir” lafazanlığıdır, vicdansızca insan öğütülmesidir, devrimci insanların kaderi karşısındaki ilkelliktir, duyarsızlıktır, buna alışılmış olmasıdır…
Devrimci hareketimiz başarısız tarzıyla bile daima çok sayıda yiğit devrimci, dava insanı da yetiştirmiştir; bunu başarmıştır ama bu olgu, eleştirel ele alınması, incelenmesi, derslerinin bilince çıkarılması gereken zaaflı bir gerçeğimizin görmezden gelinmesinin, manipüle edilmesinin aracı olmamalıdır. Aslında burada insan faktörüne yaklaşımda küçük burjuva karakterde ideolojik ve örgütsel yabancılaşmayla karşı karşıyayız. Bu yapısal zaaf ve aynı zamanda dar kafalı burjuva kibir ve tutuculuğun, teoriden, tarihsel deneyimden, kendi öz deneyimlerinden öğrenememesinin sonucu olarak sınıf düşmanın sınırsız bir kin ve zevkle yapmak istediği ama başaramadığı ve başaramayacağı şeyi, üstelik en korkuncu da kendi ellerimizle, yani kendi tarihsel ve yapısal zaaflarımızla, buradan da kaynaklanan yeni yeni yıkıcı faktörlerin etkisiyle yapmamızdır.
Mücadelenin hareketli gerçeği temelinde sorunlara çözüm gücü olamayan siyasal hareketler, sözgelimi devrimci hareketimizin önderlik anlayışı ve çalışma tarzı, başarısızlığıyla, verimsizliğiyle, donanımsızlığıyla, kısır döngüsüyle, idareimaslahatçılığıyla, grup ve önderlik kültüyle, bürokratik merkeziyetçiliğe dayanan yapısıyla vs. kadroları sistematik bir tarzda teorik ve pratik olarak eğitip geliştirememektedir. Kadroların bağımsız devrimci kişiliğe sahip, eleştiri gücü olan, fikirlerinin ve eleştirilerinin arkasında durabilen, bağımlı değil ama bilimsel devrimci bağlılıkta ifadesini bulan kişilikler olarak gelişmesi sağlanamamaktadır. “Birey”lerin (kadroların) iç demokrasi ve kolektivizm temelinde enerjik katılımcılığı güvence altına alınamamakta, daha ziyade biçimsel, isteneni onaylamakla şekillenmiş bir katılımcılıkla sınırlı, pratikte koşturan ve itaatkâr ve sorunlara bütünsel bakarak sorgulama niteliği kazanamamış ya da gelişmemiş bir kadro tipi yaratılmaktadır. Kısacası, her siyasal mücadele anlayışı, önderlik ve çalışma tarzı kendine uygun bir örgüt ve kadro tipi biçimlendirmektedir, böylece dar pratikçi, idareimaslahatçı, grubun idealize edilmesine dayanan çalışma tarzı da kendi insan tipini yaratmaktadır. Bu da ideolojik, siyasi, örgütsel bakımdan donanımlı ve donanımı sürekli gelişen bir kadro tipini değil, önemli zaaflarla, zayıflıklarla, geriliklerle şekillenmiş bir kadro tipi üretmektedir. Kolektiflerin niteliksel bakımdan zaaflı ve yüzeysel, geliştirici olmayan ortamı, işleyişi ve işlevi giderek kadro tüketen, kazandığından ya da yetiştirdiğinden çok, kolayca harcayan bir makineye dönüşmesine yol açmaktadır. Bu konu üzerinde de ilkeli, köklü, eleştirel bir değerlendirme, özeleştirel bir yenilenme, dersleriyle donanma sorunu MLKH de dahil devrimci hareketin önünde durmaktadır.
Hataları, zaafları, eksiklikleri temelinde parti ve kadroları eğitmek yerine ajitatif söylemle gerçekleri gizlemek duruşunda komünistçe olan hiçbir şey yoktur. Hele de böyle bir ''önderlik'' anlayışı, ''parti tarzı'', ''adanmış devrimcilik'', ''eleştirinin devrimci şiddeti'', ''devrimci romantizm'' kendini ne kadar vazgeçilmez, ne kadar başarılı olduğunun aracı olan bir propaganda ve ajitasyon aracına dönüştürülmüşse, bu, bu kodların arkasındaki gerçek zihniyet ve duruş gizlenerek yapılıyorsa, ki yapılan şey de budur zaten, bu tablonun ilkeli eleştirisi ısrarla yapılmalıdır. Bu durum aşılmalıdır.
''Sadelik'' ve ''alçakgönüllülük'' ardına gizlenmiş kibir en iki yüzlü, en çürümüş, en çirkin kibirdir. Küçük burjuva kibirin basit esiri, kendini beğenmişlik bataklığının dibi olan ve başkalarına şehit olmak için ileri diye haykırırken ve Demircioğlu gibi ikircimsiz en önde olması gerekirken bundan oportünist manevralarla kaçınan çürümüş zihniyet soruyor; ''Verdiğimiz şehitler doğru yolda olduğumuzu göstermiyor mu!''
Şehit vermek ne dün ne bugün ne de gelecekte doğru bir politika izlendiğinin ve ne kadar başarılı olduğumuzun ve kendini ''stratejik önder/lik'' ilan edenlerin ya da edecek olanların başarılı olduğunun kanıtı değildir ve olmayacaktır da! Örneğin bir DEV-SOL, DHKP-C geleneği ya da Maoist gelenek bizden, gerek birlik öncesi dönemden gerekse de birlikten sonraki dönemde çok daha fazla şehit vermiştir... Örneğin DHKP-C'nin sadece F Tipi'ne karşı direniş döneminde verdiği şehit sayısı 101-102'dir. DHKP-C savaşçıları adlarını tarihe kahramanca bir direnişle yazdırmışlardır. Ancak bu yiğitlik ve ağır bedel DHKP-C'nin ne doğru bir stratejik ve taktik bir çizgi izlediğinin ne de DHPK-C önderliğinin başarılı olduğu anlamına gelmiyordu.
Devrim ve komünizm için bir kavga varsa elbette ki şehitler de verilecektir... Enternasyonal proletarya ve onun öncü kuvvetleri ödedikleri bedellerin eşliğinde bu gerçeği daima vurgulaya gelmişlerdir... Burada sorun ilkel ve yolunu kaybetmiş küçük burjuva zihniyetin soruna bakış açısıdır, önderlik anlayışıdır, verdiği ''eğitim''dir.
Devrim ve komünizm şehitlerine değer vermenin özsel anlamı bir partinin, komünist partilerin kendi zaaflarıyla hesaplaşarak kavgayı geliştirmesidir. Durumun teorisini yapmanın, oportünist manevralar yapmanın, dar kafalı çıkarcılığın, tasfiyeci oportünizmi meşrulaştırmanın şehitlere değer vermeyle bir ilişkisi olamaz ve yoktur da.
Önümüzdeki bölümde sorunları işlemeye devam edeceğiz.
                                                                                          DEVAM EDECEK

                                                                                                     İrfan AZADKILIÇ



















28 Ekim 2018 Pazar

Teorik Yazılar Arşivi

Marksist Leninist Klasiklerden ve yazılardan seçmeler

Ajan-Provokatörlüğe Karşı Mücadele


(Komünist Enternasyonal)

I
Savaş sonrası kapitalizmin tarihi, onun çöküşünün, bunalımının ve burjuvazinin sınıf egemenliğini korumak için verdiği şiddetli mücadelenin tarihidir. Savaş sonrası ilk yıllarda egemen sınıflar, bolşevik devrimin yalnızca geçici bir ateş nöbeti olduğuyla kendilerini avuturlarsa da, şimdi burjuvazinin ileri gelen politikacıları arasında tüm kapitalist ekonomik düzenin tehdit altında olduğu ve kendisinin yeni kitlelerin yiğitçe mücadelesi içinde yükselen toplum düzenine karşı koruyabilmek için kapitalizmin olağanüstü bir çabaya muhtaç olduğu anlayışı yaygınlaşmaya başlamıştır.

Egemen sınıfların bütün umutlarına, kapitalist düzenin sözcülerinin bütün teminatlarına rağmen, burjuvazinin “devlet adamları”nın kafasına bu anlayışı çekiçleyen, sürekli büyüyen bunalımdır. Burjuvazi bu bunalımdan tek çıkış yolunu, işçi sınıfına ve emekçi kitlelere karşı savaşta ve sömürgelerdeki devrimci hareketin zorla bastırılmasında görmektedir. Milyonlarca emekçi kitleyi en kötü sömürü boyunduruğuna bağlama çabasıyla, egemen sınıflar devlet aygıtlarını sürekli olarak güçlendirmektedirler. Bir dizi ülkede uzun zamandan beri zaten açık bir şekilde faşist diktatörlük hüküm sürmektedir. Onları büyük kapitalist güçler izlemekte ve giderek hızlanan bir şekilde faşist hükümet yöntemlerine geçmektedirler. KPD’nin illegaliteye zorlanması, yasadışı ilan edilen Kanada KP’nin takibat altında tutulması vb. çabalarını anmak yeter.

Dev gibi bir sınıf mücadelesi gelişiyor. Proleter ve yarı-proleter unsurlar karşı-saldırıya geçiyor. Kapitalist ülkelerin emekçilerinin bakışı giderek artan sevgi ve umutla Sovyetler Birliği’ne, sosyalizm aşamasına giren, ne işsizlik ne de açlık tanıyan, üretici güçlerini fırtına hızıyla geliştiren, işçilerin ve emekçi köylülerin yaşam düzeylerini sürekli yükselten bu ülkeye yöneliyor.

Emekçi kitlelerin muzaffer sosyalizmin ülkesine olan sempatileri ne denli büyükse, emperyalist soyguncuların Sovyetler Birliği’ne karşı olan kinleri de o denli şiddetlidir. Kapitalist dünyayı kemiren çelişkilere rağmen emperyalist büyük güçler yorulmaksızın Sovyetler Birliği’ne karşı savaş için bütün burjuva devletlerin blokunu oluşturuyorlar.

Ama Sovyetler Birliği’ne saldırının hazırlanması proletaryanın, köylü kitlelerin ve ezilen halkların devrimci mücadelesinin acımasızca bastırılmasını gerektiriyor. Tüm kapitalist dünyada beyaz terör dalgası giderek yükselmektedir. Avrupa’da şimdilik ilk sırayı, ateşli bir şekilde savaş için hazırlanan ve sayısız darağaçlarının kurulması yoluyla kitlelerin devrimci mücadelesini boğmaya çalışan faşist Pilsudski Polonya’sı almaktadır.

Kim kimi?” sorunun artık uluslararası çapta gündeme durduğu ve tayin edici sınıf mücadelelerinin daha aşikârca büyüdüğü bu tarihsel dönemde, egemen sınıflar daha inatçı bir şekilde çareyi, büyüyen devrimci harekete karşı en keskin mücadele yöntemlerinden birinde arıyorlar: Provokasyon.

Provokasyon, egemen sınıfların emekçi kitlelere karşı kullandıkları en eski mücadele yöntemlerinden biridir. Devrimci proleter hareketin daha ilk dönemlerinde, İngiliz ve bunu takiben Fransız burjuvazisi rafine bir ajan-provokatörlük sistemi uygulamıştır. Rus çarlığı provokasyonu, ajan-provokatörlüğü sürekli bir şekilde en güvenilir bir silah olarak görmüştür. Rusya’da işçi sınıfının mücadele tarihi, hafiyeliğin ve provokasyonun ustaları olan Sudeykin ve Zubatov gibi “Okhrana” (gizli siyasi polis) şefleri ile Azef ve Malinovski gibi devrimci mücadelenin hainlerini kaydetmektedir.

Ama ajan-provokatörlük silahı, hiçbir zaman sınıflar arasındaki tayin edici mücadelenin giderek yaklaştığı bugün olduğu kadar geniş ölçüde ve rafine biçimlerde kullanılmamıştır. Bütün açıklığıyla söylemek gerekir ki partilerimiz bu tehlikeyi küçümsüyorlar ve şimdi tarihsel durum ile burjuvazinin proletaryaya karşı sınıf mücadelesi yöntemlerinden biri olarak hızla yeşeren provokasyon arasındaki kopmaz bağı tam olarak hesaba katmıyorlar.

Egemen sınıfların iktidarlarını sarsılmaz gördükleri ilk dönemlerde, provokatör faaliyetin sınırları nispeten dardı: Gizli polis esas olarak dikkatlerini, şu veya bu tehlikeli devrimciyi yakalamak, şu veya bu kampanyayı boşa çıkarmak, partinin şu veya bu eylemini engellemek noktalarında topluyordu. “Hakim sınıfların komünist devrim önünde titredikleri”, ama şimdi siyasi polisin “ufku” genişlemiştir: O şimdi hareketi içten demoralize etme, devrimin güçlerini parçalama, komünist partisini illegaliteye zorlama ya da terör rejimini güçlendirme çabası içindedir. KP’nin çalışmasını yanlış yola kanalize etmeye, proleter öncünün güçlerini tayin etmeye başladığı anda felce uğratmaya çalışmaktadır.
II

Komünizme karşı mücadelede burjuvazi için hiçbir araç çok kötü, çok çirkin değildir. Geniş kitleleri KP’ye karşı kışkırtmak için gizli polisin en makbul hilelerinden, en etkili araçlarından biri, daha sonra komünistlerin üstüne atılacak ve siyasi polisçe girişilen tek tek terörist eylemler, tek tek “suikastlar”dır. Bu, bugün oldukça geniş ve şimdiye kadar kullanılmamış büyük boyutlarda kullanılan bir araçtır. Bunun için bir örnek geçen; yıl Macaristan’da Biatorbâgy köprüsünde bir trene yapılan sabotaj ve bundan önce Almanya’da Jüterbog’deki tren sabotajı vs.’dir. İlk andan itibaren bu sabotajlar komünistlerin üzerine atıldı. Gerçi Biatorbâgy’deki sabotajın, yalnızca Macar gizli polisiyle değil, aynı zamanda askeri çevrelerle ve bizzat doğrudan Macaristan’ın fiili diktatörü, savaş bakanı Gömbös ile ilişkisi olan bir Macar subayı, beyaz muhafız faşist Matuska tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktı; ama bu rahatsız etmedi. KP’ye karşı, hepsinden önce de elbette sosyal-faşistler, şiddetli bir kışkırtma kampanyası başlattılar. “Moskova’nın kanlı elleri”ne küfürler yağdırılıyor; komünistlere karşı harp divanları kuruluyor. Provokatör eylemin doğrudan amacına ulaşılmıştır.

Örneğin, Macar hükümetinin resmi yayın organı “Budapesti Hirlap” (15 Eylül 1931) Biatorbâgy sabotajı dolayısıyla şöyle yazıyor:

Moskova’nın kanlı eli Macaristan’a uzanmaktadır... Biatorbâgy köprüsünde komünist bir saatli bomba patlamıştır... Bu cürüm cezasız kalmamalıdır.”

Aynı günkü faşist gazete “Magyarâg” şunları yazmaktadır:

Bitorbâgy köprüsünde patlasa da, bu saatli bombanın ateşleme fitilinin Moskova’da tutuşturulduğuna kuşku yoktur... Öyleyse Avrupa’ya bu en yeni Sovyet ihracı, Rusya’yı uygar düzene, Hristiyan kültürüne karşı tek bir kızıl cephaneliğe çevirecek beş yıllık planın önemli bir parçasıdır... Yeni bir ihracatla, terör ihracı ile geliyorlar. Böylesi bir savaş kışkırtırlarsa, bunun cevabı, her dürüst yurttaşın, her akıllı işçinin kendi çıkarlarına, aile mensuplarının ve anavatanın çıkarına yükümlülüğünü yerine getirmek zorunda olduğu, son damla kana kadar savaştan başka bir şey olamaz.”

Alman burjuva gazeteleri de Jütenborg’daki tren felaketinden sonra aynı dili kullanmışlardı. Komünistlerin, bolşeviklerin sürekli olarak devrimci kitle eylemlerinin yerine bireysel terör eylemlerinin geçirilmesine ilkesel olarak karşı olduklarını pekâlâ bilmelerine rağmen, bu kışkırtmanın başında yine sosyal-demokratlar bulunmaktaydı. SPD Yönetim Kurulu’nun teorik organı “Özgür Söz”de sosyal-demokrat milyoner ve Barmat’ın dostu Ernst Heilmann şöyle yazıyordu:

Son iki hafta içinde, iki sosyal-demokrat polis memurunun öldürülmesinden sonra, aynı yerde, komünistlerin karargâhının hemen yakınında iki polis memuru daha cinayete kurban gitti. Failler tanınmadan kaçmayı başardılar. Jüterborg’daki demiryolu faciasının, Almanya’da şimdiye kadar işlenen en alçakça cürüm olan, içinde Reich Başkanı ve Dışişleri Bakanı olduğu sanılan Frankfurt-Berlin ekspresine karşı politik fanatizmin bu sabotajının da bununla ilişkisi vardır.”

Açık faşistler de, sosyal-faşistler gibi aynı telden çalıyorlar. “Der Angriff” 12 Ağustos’ta şunları yazdı:

Sabotajın komünist bir terör grubu tarafından düzenlendiği şeklindeki hemen uyanan kuşku, doğrulanmıştır. İpler yalnızca Berlin’in kuzey mahallelerine değil, aynı zamanda emri üzerine Avrupa’da birden fazla bombanın patladığı Rusya’ya da işaret ediyor.”

11 Ağustos tarihli “Vorwarts”te SPD Yönetim Kurulu üyesi Otto Meier’in işte kinik bir şekilde yazdıkları:

Olağanüstü hal yasaları ve zalimler üzerine yaygarayla, parçalanmış partiyi toparlamak ve kendi suçlarını örtmek için illegalliğin kurtarıcı karanlığı aranmakta ve partinin yasaklanması kışkırtılmaktadır. Bu, propaganda amacıyla kurbana ihtiyaçları olduğu için, kışkırtılan işçileri güvenlikli pusularından ateşe ve felakete gönderen komünist önderlerin ikiyüzlü taktiğidir”

Bundan kısa bir süre sonra, tüm burjuva çeteye, Komünist Partisi’ne karşı kışkırtmak için yeni bir fırsat doğdu. Almanya’nın birçok yerinde ortaya çıkarılan patlayıcı madde depoları komünistlere mal edildi. Böylelikle ulumalara başlamak ve yeniden KPD’nin yasaklanmasını talep etmek için yeni bir neden ortaya çıktı. Polis raporları, KPD’ye ve doğal olarak Moskova’ya götüren ipler örmeye başladı. KPD, ortaya çıkarılan patlayıcı madde depoları ile bir ilgisi olmadığını ve düşmanlarının hiçbir provokasyonunun onu kapitalizmin devrilmesi için bolşevik kitle mücadelesi yolundan sapık terör yoluna sokmayı başaramayacağını açıkladığı halde, faşist ve sosyal-faşist köpek sürüsü susmadı. Polis, Karl Liebknecht Haus’u işgal etti ve olmayan kanıtları bulmak için her köşeyi özenle aradı. Sayısız komünist milletvekilinin dokunulmazlığı kabaca zedelendi. Evleri arandı. En sonunda elbette ki komünist patlayıcı madde depoları, komünist terör grupları masalından vazgeçilmek zorunda kalındı. Ama buraya gelene kadar, bütün burjuva partilerinin KPD’ye karşı kampanyası en büyük şiddetiyle yürütüldü ve yeniden Almanya KP’yi illegaliteye itmek için çaba harcandı. Yalnızca, Alman proleter kitleleri partilerini savunmak için ayağa kalktıklarında, burjuva köpek sürüsü bu kez geri çekilmeye zorlandı.
III

Bu dıştan örgütlenen provokatif eylemlerden daha tehlikelisi ise, iç provokasyondur, düşmanın parti saflarına sızmasıdır.

Önceden de söylendiği gibi, gizli polis bugün yalnızca komünist partilerin içinde bulundukları durum üzerine mümkün olduğunca tam bilgi değil, aynı zamanda faaliyetlerini yanlış yola kanalize edebilmek için onun saflarını demoralize etme, onun politik çizgisi üzerinde belirli bir etki elde etme hedefi de gütmektedir.

Emperyalist kitle kıyımından hemen sonra Avrupa’da devrimci hareketin fırtınalı yükselişi döneminde, gizli polislerin en tecrübelilerinden birisi olan Fransız gizli polisi, Fransız işçilerinin devrimci öncüsünün saflarına sızma ve onun eylemini polisin istediği bir raya oturtma şeklindeki sistemli çabalara girişti. Böylelikle Anquetil adında bir gizli polis ajanı, işçilerin güvenini kazanmak için, 1919 yılında aşırı “devrimci”, “bolşevik” ve “Le Titre Censure” gazetelerini yayımlamaya başladı. Gerçi o kısa zamanda ortaya çıkarıldı ama, açıktır ki, siyasi polis devrimci hareketi demoralize etmek için yeni yollar ve araçlar aramaktan yorulmayacaktır. O, bu arada işçiler arasında KP’ye karşı mücadeleyi kızıştırmak için tüm sağ ve “sol” troçkist grupları kullanmaktadır. Oportünist “Minoritarier” grubu, bu alanda Fransız siyasi polisi tarafından sistemli olarak kullanıldı.

Partiyi parçalamak, faaliyetini felce uğratmak, yönetimini gözden düşürmek için, partinin ve Komünist Enternasyonalin genel çizgisine karşı her fraksiyon mücadelesi siyasi polis tarafından kullanılmakta ve hatta bazen örgütlenmektedir. Komünist partileri, siyasi polis tarafından kullanılmayan ya da kışkırtılmayan, ilkesiz, ya da genel olarak Komünist Enternasyonal’in çizgisine yönelik hiçbir fraksiyon mücadelesi olmadığını asla unutmamalıdırlar. Hatta dahası, fraksiyon mücadelesi, hafiyelerin partiye sızmasını doğrudan kolaylaştıran bir atmosfer yaratır. Örneğin, Macar gizli polisinin Macaristan KP içinde uzun yıllar süren fraksiyon mücadelesinin bir sonucu olarak bir dizi parti üyesini hafiyelik için kazanmayı ve partiye hafiyeler sokmayı başardığına hiçbir kuşku yoktur. Bu görevi kolaylaştırmak ve bütün ipleri birbirine dolamak için bizzat gizli polis, parti içindeki ajan-provokatör canavarı üzerine söylentiler yayar, tek tek yoldaşları provokatörlükle suçlar. Örneğin Kore ve Hindistan’da tek tek gruplar birbirini yıllar yılı provokatörlükle suçladılar.

Partiyi illegal hale getirmek ya da hâlihazırda illegal olan bir partiye karşı terör rejimini güçlendirmek amacıyla partiyi terörizm çıkmazına çekmek, gizli polisin sürekli olarak uyguladığı bir yöntemdir. Örneğin Polonya gizli polisi, parti içinde faaliyet gösteren ve daha sonra açığa çıkarılan ajanlarının yardımıyla 1925 yılındaki 1 Mayıs eylemine terörist bir nitelik vermeye çabalamıştır. Gizli polisin emriyle ajan-provokatörler tarafından bombalar imal edilmiştir; bereket versin ki polisin planı parti tarafından zamanında ortaya çıkarılmıştır.

Özellikle Amerikan polisi, eylemi bozguna uğratmak ve kitleleri demoralize etmek amacıyla, en uygunsuz anda proletaryanın grevlerini ve diğer eylemlerini provoke etmek şeklinde en ince yöntemlerle çalışmaktadır. Bu provokatif yöntem, patlamasını önleyemeyecekleri gelişen eylemleri dağıtmak için sosyal-faşist partiler tarafından sık sık kullanılmaktadır.
IV

Partinin içten çökertilmesi ve politik çizgisinin tahrif edilmesi şeklindeki bu yöntemler, parti içindeki polis ajanlarının faaliyetinin sadece bir yönüdür. Bundan hiç de az tehlikeli olmayan, partinin faaliyeti ve tek tek parti fonksiyonerlerinin rolü üzerine rapor vermekle görevli olan hafiyelerin çalışmasıdır. İllegal partiler için elbette ki bunun önemi büyüktür. Ama partilerimiz bu sorunda affedilmeyecek bir hafiflik göstermektedir.

Parti sık sık büyük çapta bir “uçuş”u (tutuklamayı –çn.), -onyılların deneyimi böyle bir şeyin hafiyelik olmadan meydana gelemeyeceğini göstermesine rağmen- tesadüf olarak görmektedir. Ama artık bütün partilerin bu cümleyi beyinlerine kazımalarının ve her ihanetin nedenlerini dikkatle araştırmayı öğrenmelerinin zamanı gelmiştir.

Yoldaşlar arasında sık sık, bu sorunların tamamen sessiz ve göze çarpmadan halledilmesi gerektiği görüşü egemendir. Bir hafiye ortaya çıkartıldığında -ve özellikle bu ajan-provokatör ileri parti kademelerinde ortaya çıkarılmışsa-, böyle bir şey düşmanın partiyi aldattığı gerekçesiyle partiye leke süreceğinden, gereğinden fazla büyütülmemelidir!

Böyle bir görüş kadar yanlış bir şey yoktur! Sürekli olarak ve tekrar tekrar provokasyonun, burjuvazinin proletaryaya karşı sınıf mücadelesinin bir yöntemi olduğu vurgulanmalıdır. Egemen sınıfın sınıf egemenliği aygıtını kullanarak, KP içine ajanlarını sokabilmek için araçlar ve yolları eninde sonunda daima bulabileceği açık değil midir? Bu soruyu sormak, hiçbir partinin bundan muaf olmadığını söylemektir. Sorun böyle ise, o zaman partiye hafiyelerin açıkça teşhir edilmesiyle değil, aksine bunları ortaya çıkarmadaki ve bu sorunu buna uygun bir ciddiyetle ele almadaki yeteneksizliğinden ötürü leke sürülür.

Kuşkusuz bugün kapitalist ülkelerde bir ajan-provokatörü ortaya çıkarmak, eskiden çarlık Rusya’sında olduğundan daha zordur. Düşman çok şey öğrendi: Çarlık polisi devrimci harekete karşı en karmaşık manevraları kullandıysa, şimdiki (gizli polis-ÇN) tüm bir taktik sistem oluşturmuştur. Her zaman mutlaka polisin keşiflerini tutuklamalar izlemez. Burjuvazi, ajanlarını gözbebeği gibi korur ve kuşkuları ajanı, provokatörü üzerine çekmemek için (bizzat önder illegal devrimcilerin) tutuklanmasından cayar. Siyasi polis için, partideki ajanlarının yıllar boyu süren faaliyetinin büyük önemi vardır. Çünkü böylelikle parti sırlarını elde etmek ve hatta zaman zaman partinin faaliyetini etkilemek, onun çalışmasını bir yönden felç etmek ve bunun yerine başka bir yöne sokmak olanağı vardır.

Belki de tecrübesiz bir devrimci, durum buysa, bu musibete karşı mücadelenin nasıl olanaklı olduğunu soracaktır. Sorunun bu şekilde ortaya koyulmasından, provokasyonun belirli bir dereceye kadar kaçınılmaz bir olgu olduğu çıkmıyor mu? Özellikle ajan-provokatörlerin ortaya çıkarılmasının siyasi polisin şimdiki taktiği, dolayısıyla son derece zor olduğu gözönüne alınırsa, bunun aşılması nasıl mümkündür?

Düşmanın çalışma yöntemi öğrenildiği anda kollarını önüne sarkıtan bir devrimci, kötü bir devrimcidir. Provokasyon “kaçınılmaz” olduğundan teslim olmak isteyen biri, beyaz terörün ve burjuvazi tarafından emekçi kitlelerin sınıfsal ezilmesinin diğer tezahürlerinin de “kaçınılmaz” olduğunu unutmaktadır. Yalnızca en berbat oportünistlerin, döneklerin sınıf baskısının tezahürleri önünde teslim olabilecekleri ve bunlara karşı mücadeleden cayabilecekleri açıktır. Sınıf baskısının tek tek tezahürlerine karşı mücadele nasıl mümkünse, provokatörlüğe karşı mücadele de o şekilde mümkündür. Bunun başarısı bir tek önkoşula, bunun tüm sınıfın mücadelesi, kitlelerin ve tüm partinin mücadelesi olmasına ve tek tek kişilerin mücadelesi olmamasına bağlıdır. Buraya daha sonra tekrar döneceğiz.
V

Ajan-provokatörlerin devrimci bir örgüte sızma yöntemleri öyle çok çeşitlidir ki, bu konu kısa bir makalenin çerçevesi içinde tamamıyla işlenemez.

Parti üyeleri arasında ajan-provokatör elde etmek için siyasi polis çok çeşitli yöntemlere başvurmaktadır: hem kaba şiddet (siyasi polisin zindanlarındaki vahşi işkenceler) hem de işsizlerin açlığı, geri işçinin ulusal ve dinsel önyargıları, polis ajanlarının “temiz yürekli” sözleriyle ayartılan genç devrimcilerin deneyimsizlikleri. Polis ajanlarıyla “ilkeler”, “dünya görüşü”, vs. üzerine tartışmaya giren herkes, böyle yapmakla yanlış bir yola saptığını, ihanete doğru bir adım attığını bilmek zorundadır. Parti yönetimleri, büyük bir özenle, devrimcilerin sorguda, hapiste ve mahkeme önünde davranışları ile ilgili yönergeleri hazırlamalıdır.

Komünist işletme hücrelerinin gelişmesine ket vurmakla görevli fabrika hafiyelerinin son derece büyük tehlikesini özellikle belirtmek gerekir. Burada da oldukça çok çeşitli biçimler vardır: İşçilerin gözetlenmesi için (özellikle ABD’de çok sayıda olan) işverenlerin “dedektif” veya hafiye örgütlerinden, işyerindeki ajanlar tarafından kurulan “komünist” hücrelere kadar. Bu açıdan Japon gizli polisi çok ustadır: Daha sonra “komünist” olarak sahneye çıkabilmeleri için, ajanları için “marksist kurslar” düzenlenmektedir.

Komünist partilerine nispeten daha rahat giriş olanağı bulabilen çok sayıda provokatör, faşist ve sosyal-faşist partilerin saflarından gelmektedir. Hatta sosyal-demokrat partilerin bu durumda kendi yenilgilerini kullanmayı başardıkları açıktır. Kendisinden ayrılan ve KP’ye geçen her işçi grubuna, sosyal-faşist parti, daha sonra KP içinde provokatif çalışma yürütmek üzere “güvenilir” bir işçi verebilir. Bir yandan en özenli denetim, diğer yandan partiye gelen işçilerin asimilasyonu için yoğun çalışma, partiye, sınıfa yabancı ve doğrudan düşman unsurları saptama olanağını sağlar.

VI

Gizli polisin yöntemleri son derece çeşitli, olanakları ise sayısızdır. Ama buna rağmen, provokasyona karşı mücadele üstesinden gelinemez zorluklar göstermez.

Burada salt şu ya da bu ajan-provokatörün ortaya çıkarılmasının söz konusu olmadığına dikkati çekmek gerekir. Elbette ki bunun büyük bir önemi vardır, ama buna rağmen esas sorun bu değildir. Nasıl ki siyasi polis için önemli olan yalnızca şu ya da bu devrimciyi tutuklamak değil de, tüm partiyi parçalamak ve eylemini felce uğratmak ise, KP içinde yalnızca tek tek provokatörlerin ortaya çıkarılması, bir sistem olarak provokasyona karşı mücadeleden, işçi sınıfının devrimci mücadelesini yok etmek için kullanılan bu aracı burjuvazinin elinden almak için mücadeleden daha önemli değildir.

Böylece, provokasyona karşı mücadele yalnızca kapitalizmin devrilmesi için genel devrimci mücadelenin bir parçası olarak doğru bir şekilde örgütlenebilir. Ve de tersine: İşçi sınıfının parçalanmasının, burjuvazinin egemenliğinin aracı olarak provokasyona karşı uzlaşmaz mücadele onun parçalarından biri değilse, yalnız sözde değil, aynı zamanda eylemde de kapitalizme karşı yürütülen gerçek bir devrimci sınıf mücadelesi söz konusu olamaz.

Ama bu, provokasyona karşı mücadeleyi bir kereye mahsus olmak üzere sürdürülmesiyle iç rahatlığına ulaşılabilecek bir kampanya olarak görmenin temelden yanlış olduğu anlamına gelir. Partilerin önünde duran, ama yeterli dikkat göstermedikleri görev, provokasyona karşı kampanya değil, tersine sistemli, çetin, günbegün kitle mücadelesidir.

Her partili yoldaş, her işçi, devrimci ordunun her basit savaşçısı bu görevin muazzam önemi üzerine açıklığa kavuşmalıdır. En geniş kitlelerin dikkatini provokasyon sorunlarına çekmek, onların bu alandaki uyanıklıklarını ve dikkatlerini büyük ölçüde yükseltmek, onların tüm devrimci enerjilerini hakim sınıfların provokatif eylemlerinin tüm görünümlerine karşı seferber etmek, işte komünist partilerin yükümlülüğü budur.

Provokasyona karşı mücadele, her şeyden önce parti içinde gizlilik için mücadele etmektir. Bu alandaki ihmalkârlığa kararlı bir şekilde son verilmelidir. Gizlilik kurallarına uymayan, dikkatsizliği ile tüm örgütü tehlikeye düşüren, devrimci değildir.

Böylesi kuralları basitçe ezberlemekle olmaz. Elbette ki kuşaklar boyu devrimcilerin bize bu alanda bıraktıkları deneyimleri dikkatle incelemek gerekir. Ama bu yetmez. Ara verilmeden devrimci çalışmanın günlük pratiğinden gizlilik öğrenilmelidir. Burada karşılıklı sıkı denetim gerekir. Küçük-burjuva duygusallığa parti yaşantısında yer yoktur: Devrimci partide güven, yalnızca ve yalnızca örgütlü denetime dayanır.

Gizliliğin temel kurallarının zedelenmesi, aynen partinin siyasi çizgisinden sapma gibi cezalandırılmalıdır. Ancak bu şekilde gizlilik en yüksek noktaya ulaştırılabilir.

Gevezeliğe karşı amansız savaş! Hem sözde legal, hem de illegal partilerin tüm üyeleri gevezeliğin devrimci dava açısından her an ihanete dönüşebilecek olan, doğrudan ve en kötü tahribat çalışmasıyla eş anlamlı olduğu konusunda açık olmalıdır. İflah olmaz gevezelere devrimci partide yer yoktur.

Provokasyona karşı başarılı mücadelenin temel önkoşulu, örgütün doğru bir şekilde inşa edilmesi, yasal ve yasadışı çalışma arasındaki doğru bağlantıdır. Bu, yasadışı partiler için özel bir öneme sahiptir. Yasadışı örgütün amaca uygun inşası, parti çalışmasının tek tek işlevlerinin akılcı dağılımı ve bağlantısı, hafiyelerin çalışmasını önemli ölçüde zorlaştırır. Lenin, “‘Sol Radikalizm’ Bir Çocukluk Hastalığı”nda, provokatör Malinovski ile ilgili bölümde yasal ve yasadışı çalışma arasındaki bağın son derece büyük önemini vurgular, şöyle der orada:

En iyi ve en sadık yoldaşlarımızdan düzinelercesini ele verdi. Eğer daha büyük zararlar veremediyse bunun nedeni, bizde yasal ve yasadışı çalışma arasında doğru bir ilişkinin var olmasıydı. Malinovski bizim güvenimizi kazanmak için, Çarlık altında da Menşevik oportünizme karşı mücadele yürütmeyi ve bolşevizmin ilkelerinin propagandasını yapmayı bilen legal günlük gazeteleri yayımlamak için bize yardım etmek zorundaydı, Malinovski bir eliyle düzinelerle en iyi bolşevik önderi sürgüne ve ölüme gönderirken, diğer eliyle yasal basın yoluyla onbinlerce yeni bolşeviği eğitmek için bize yardım etmek zorunda kaldı.” (“Sol” Komünizm, Bir Çocuk Hastalığı, Sol Yayınları, s. 41)

Tanınan provokatörlere karşı mücadeleye gelince, bununla ilgili her halükarda şu söylenmelidir: Her ajan-provokatörün ortaya çıkarılması olayı geniş kamuoyuna getirilmelidir. Nispeten yasal bir komünist partisinde geçen aşağıdaki gibi bir olaya kesinlikle izin verilmemelidir: Bu partinin bir örgütünde bir hafiye ortaya çıkarıldı ve partiden uzaklaştırıldı, ama kamuoyunun bundan haberdar edilmesi ihmal edildi, Ortaya çıkarılan hafiye, başka bir parti örgütüne sızdı ve tesadüfen bu şehre gelen bir yoldaş tarafından tanınıncaya kadar çalışmasını sessizce yürüttü, Ancak bundan sonra yoldaşa, bu hafiyelik olayı parti kamuoyuna açıklanmış olsaydı, bunun zarar veremeyeceği düşüncesi geldi.

Ortaya çıkarılan hafiyelerin kamuoyu önünde teşhir edilmediği böylesi bir “mücadele”nin gerçekte bir mücadele değil, hafiyeliğin gizli tutulması olduğu açık olması gerekir, Ancak ortaya çıkarılan her provokasyon olayı konusunda en geniş neşriyat ve bundan salt kendi partisini değil, tüm Komünist Enternasyonal’i haberdar etmekle, bir yandan düşman ajanlarının suçlarını gerçekten kanıtlamak ve diğer yandan partilere bu alandaki genel deneyimleri değerlendirme olanağı vermek mümkündür.

Bütün partilerin ajan-provokatörlüğe karşı mücadeleyi tüm ciddiyetiyle ele almalarının zamanı gelmiştir, Burjuvazinin devrimci hareketi kanda boğmak, devrimci sınıfın öncüsünün elinden önderlerini almak için en umutsuzca çabalara giriştiği, kapitalist ülkelerde yüzlerce, binlerce devrimcinin sosyalizm için canlarını verdikleri bugün, provokasyona karşı vurdumduymazlık doğrudan doğruya cinayettir, Katledilen onbinlerce Çinli devrimciyi, faşist Polonya zindanlarında öldüresiye işkence edilen ya da darağaçlarına çekilen yüzlerce işçiyi ve köylüyü, Balkan ülkelerindeki siyasi polisin yüzlerce, binlerce kurbanını düşünmek, provokasyona karşı mücadelenin devrimci hareketin şu anki yakıcı bir sorunu olduğunu göz önüne getirmeye yeter.

Burjuvazinin bütün bu zalimlikleri, onu kaçınılmaz çöküşünden kurtaramayacaktır, Kapitalizmin azalan gücünü yeniden canlandırabilecek bir “mucize” yoktur.

Ama biz provokasyona karşı yorulmaz, çetin mücadele sorununu tüm boyutlarıyla ortaya koyar ve bunu emekçi kitlelerin kapitalizmin yıkılması için verdikleri tüm devrimci sınıf mücadelesine organik olarak bağlayabilirsek, burjuvazinin sınıf egemenliğinin çöküşünün tarihi saatini hızla yakınlaştırabiliriz.

Komünist Enternasyonal”

1931/42. sayı, s. 1953-1962

Kaynak
http://www.marksistteori.org/35-proleter-dogrultu/sayi-15-mart-nisan-1998/624-ajan-provokatorluge-karsi-mucadele.html