25 Ağustos 2022 Perşembe

ROBESPİERRELERİN “STALİNİST”, “STALİNİZM”İN “JAKOBEN” TERÖRÜNÜN BAZI BENZERLİKLERİ ÜZERİNE (XIII BÖLÜM)

Bir Konvansiyon olmak için, karşı-devrime, onunla birleşecek yerde, ona en acımasız darbeyi vurabilmeyi bilmeli, bu cesareti göstermeli. Bunun için de, iktidar en ileride, en kararlı, çağımızın en devrimci sınıfınca kullanılmalıdır. Bu sınıf, kentlerin ve köylülerin yoksul kitlelerince desteklenmelidir.” (Lenin, aktaran S. Tanilli, Dünyayı Değiştiren On Yıl, s. 127, iba.)

Bunlar ‘ahlaksız adamlar’dı, ‘dilleri değişen adamlar, bugün söylediğini yarın inkar edenler... adaletin kılıcı hepsinin üstüne inecek’ " ( Robespierre, Devrimci Bir Yaşam, “11. Bölüm, Dilleri Değişen Adamlar”, iba.)

Karşı devrimci zorun devrimci zorla, karşı devrimci terörün devrimci terörle ezilmesi, tarihsel gelişmenin mantığı ve gerçeğidir.” (Yazıdan)


ORTAK VE BENZER BAZI ÖZELLİKLER

İki ayrı çağ ve iki ayrı dünya, iki ayrı sınıf: Feodalizm ve kapitalizm, burjuvazi ve proletarya, burjuva demokratik devrimler çağı ve proletarya devrimler çağı... Böyle de olsa, tarihte devrimci sınıflara, devrimlere karşı gerici, karşı devrimci sınıfların ve devrilmiş gericiliklerin, devrimin zaferinden sonra giderek karşı devrimle birleşen fraksiyonların bazı temel karakteristikleri ve kullandıkları “mücadele tarzı” benzerdir. Ve her bir tarihsel çağın ve her bir ülkenin somut tarihsel koşulları içerisinde yeni biçimler gelişir; tarihsel gelişmeye yeni zenginlikler katar. Devrimci burjuva Fransa ve proleter sosyalist SSCB, bu iki ülke devrimlerinin deneyimleri tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Tarihteki ilkler her zaman önemlidir ve kolay kolay unutulmaz; tekrar tekrar bu ilklere başvurulur, incelenir, tartışılır ve her sınıf kendi sınıfsal karakterine uygun olarak “ilkler”i değerlendirir...

Yazı dizimizin bu bölümünde, Fransız Thermidor darbesi somutunda, burjuvazinin ve devrilmiş gericiliğin kullandığı bazı temel mücadele biçimlerini incelemek istiyoruz. Göreceğiz ki, aynı ya da benzer mücadele biçimleri ve duruşlar, SSCB’yi yok etmenin aracı olarak da kullanılmıştır ve kendi tarihsel gerçeği içerisinde ikincisinin deneyimi çok daha karmaşık ve kapsamlıdır...

Gerek Fransız burjuva devriminin zaferi ve gelişim seyrinden gerekse de Rusya’da gerçekleşen ve gelişen Şubat ve Ekim devrimlerinin ve sosyalist inşa sürecinin deneyimlerinden biliyoruz: Egemen sınıflar yitirdikleri cenneti geri almak için her türlü mücadele biçimini, üstelik bin kat daha büyük bir güçle kullanırlar... Ve onlar bu mücadelelerinde yalnız değillerdir; arkalarında uluslararası gericiliğin maddi ve manevi desteği vardır...

Bu gerçekleri görmezden gelerek, sorunu ulusal ölçekle sınırlandıran “analiz”ler peşinde koşanların, her iki devrimin karakteristiklerini anlaması olanaklı değildir.

Jakoben diktatörlük dönemi (1793-1794) Robespierre önderliğinde devrimci terör/yıldırı/tehdiş rejiminin kurulduğu tarihsel kesittir.

Robespierre, bir hayli aydınlatıcı olan şu sözleri yazarken tümüyle haklıdır:

Devrimci yönetim kuramı, onu getiren devrim kadar yenidir. Onu, ne bu devrimi, daha önceden farketmeyen politika yazarlarının kitaplarında arayalım, ne de zorbaların yasalarında.” (Devrim Yazıları, s. 70)

Devrimci yönetim kuramı”nın genel çizgileri Jakoben diktatörlüğü deneyiminde açığa çıktı. Ellerinde hazır reçeteler yoktu. Tarihe başvuruları sorunu çözmeleri için sadece yardımcı bir araçtı. Deneyim yoktu. Kendi deneyimlerinden öğrendiler. Jakobenler, Kralcı gericiliğe, Orta çağ gericiliğine, Jiroden gericiliğe, Jirodenleşenlerin gericiliğine karşı keskin mücadeleler içerisinde kendi kuram ve pratiğini geliştirdiler.

Kısa bir dikkat çekiş.

Herhangi bir yerde, SSCB gerçeğine girmeden, Fransa burjuva devrimi üzerine bir Troçkistle yapacağınız tartışmada, Robespierre’nin bu sözlerini hatırlattığınızda, muhtemelen, bu sözlere derin anlamlar yükleyecek; pek mantıklı açıklamalar yapacaktır. Ama Robespierre’nin sözlerini Stalin söylemiş gibi aktarırsanız, hemen gözlerine kan bürüyecek ve Stalin’in, “Stalinizm”in bu sözlerle kendi “cani, barbar, terörist” vs. politikasını nasıl gizlemeye çalıştığını falan anlatacaktır.

Geçiyoruz.

SSCB’de, 1917-1956 sosyalist inşa dönemidir. 1930’lu yıllar, özellikle de 1936-1938 dönemi, kızıl terör/yıldırı dönemidir. Sürecin önderi Stalin ve Bolşevik Parti’dir.

Lenin şunları yazarken bir büyük tarihsel gerçeği vurgulamaktadır:

Çok zorlukları aşmamız gerekecek, çok özveride bulunacak ve çok hata yapacağız çünkü bu, kitaplarda hiçbir şey bulunmayan, tarihte örneği olmayan yeni bir eserdir. Elbette bu tarihteki en büyük ve en zor geçiştir, fakat başka türlü bu dev geçiş gerçekleştirilemez.” (Seçme Eserler, C. 7, s. 282, iba.)

Lenin’in büyük bir açıklıkla vurguladığı şey, “tarihte örneği olmayan”tarihteki en büyük ve en zor geçiş” olan sosyalist inşa, Lenin’den sonra, Leninist çizgi ekseninde Stalin önderliğinde başarıldı. Çok zorluklar aşıldı. Çok büyük bedeller ödendi. Çok ciddi hatalar, zaaflar sergilendi. Faturası ağır oldu ama bu deneyim, çağımıza damgasını vurdu...

Burjuva ve küçük burjuva oportünist kafa ne birinci (1793-1794) ne de ikinci (1917-1956) deneyimi kavrayamaz. Kavramadığı için de ağır yenilgi ve azgın gericilik yıllarında, “yenilenme” adına devrimci ve komünist geçmişe reddiye yazar, her fırsatta pişmanlığını dile getirir, bir daha asla o yola girmeyin çağrısı yapar... Devrimci dönemlerde devrimci, gericilik yıllarında pişmanlık bildirme teori ve pratiği, burjuva, küçük burjuva aydının karakteristiğidir. Özellikle revizyonist/kapitalist bloğun çöküşünden bu yana, tarihte görülmemiş ölçüde “anti-Stalinizm”e, postmodernizme, post-Marksizme, sivil toplumculuğa, sosyal reformizme kapağı atanların, geçirdikleri evrimden bu gerçeği berrakça görmekteyiz. Kapitalist/revizyonist sistemin çöküşüyle “Elveda Ekim Devrimi!”, “Elveda Leninizm ve sosyalizm!”, “Elveda proletarya!” diyenler, “bizden” değildirler. Bunu yalnızca açıkça yapanlar değil, dahası daha büyük tehlikeyi oluşturan “Leninizm” maskeliler de “bizden” değildirler. Bu ikincilere karşı ideolojik ve örgütsel uyanıklığın ve ideolojik mücadelenin geliştirilmesi yaşamsal önemdedir...

Tarihte ilksel doğumlar daima daha sancılıdır. İlkler, sert çatışmalar, çelişkiler içerisinde yol alır, yol açar; tarihsel deneyim yokluğu ya da ilk deneyim olması; krizler, yenilgiler ya da geçici geri çekilişler onun doğasında vardır. Deneme, sınama, anlama, eleştirel dersler çıkarma gibi süreçlerin eşliğinde yol alınır. Çok ciddi zaaflar, yüzeysellikler, yetersizlikler ortaya çıkar. Deneyimin olmadığı, teorinin de tarihsel deneyimin eleştirisine dayanarak yolu henüz aydınlatamadığı koşullarda, yalpalamalar, ağır zaaflar, aşırılıklar vb. ortaya çıkması anlaşılırdır. Zayıflıklardan, zaaflardan azade bir devrim, hele de ilk doğumu ifade eden devrimler düşünmek bilimsel değildir, teorik olarak da yanlıştır. Romantik ve dogmatik kafayla bu gerçekler kavranamaz. Ek olarak vurgulamak gerekir, “devrimci romantizm”le de söz konusu tarihsel gerçekler, teorinin aydınlattığı olgular bilince çıkarılamaz. Marksist-Leninist teori ve pratikte “devrimci romantizm”e yer yoktur. “Devrimci romantizm”i Marksizm-Leninizm’in yerine geçirme operasyonu komünist hareketin reddidir ya da sonu retle noktalanır. Marksizm-Leninizm, aynı zamanda küçük burjuva sınıfsal karaktere sahip “devrimci romantizm”le de ilkeli ve köklü hesaplaşarak ütopik sosyalizmden Bilimsel Sosyalizm’e/Bilimsel Komünizm’e sıçramıştır. Ağzından “devrimci romantizm”, “ezilenler” kelimeleri düşmeyenlerin bu gerçekler üzerinde düşünerek ve anti-Marksist Leninist sapmaları, çizgileri eleştirmesi lazım. Robespierre’lerin romantik devrimciler olduğunu da hatırlatmak isteriz. Komünistler, herhangi bir komünist parti, “devrimci romantizm”in devrimci-demokratik mirasını eleştirel devralırken, o yolda değil, yalnızca ve mutlak olarak kendi yolunda, proleter sosyalizmin yolunda yürür. Bu konudaki zihniyet ve pratiğimize Lenin’in Rus devrimci romantikleri olan Narodnikleri değerlendirmesi yol göstermelidir

Devam edelim.

Her iki devrim de kendi çağlarına damgasını vurmuştur. Birincisi burjuva demokratik devrimler çağına, ikincisi emperyalizm ve proleter devrimler çağına.

Her ne kadar Fransız burjuva devriminden önce, Hollanda (1568), İngiliz (1640-1651), Amerika burjuva devrimleri (1776) gerçekleşmişse de, Feodal Orta Çağ’a karşı en ileri giden devrim Fransız burjuva devrimidir. Fransız burjuva devriminin başta Avrupa olmak üzere dünyada yarattığı devrimci etki ve alt üst oluşlar söz konusu devrimlerden çok daha büyük olmuştur. Fransız burjuva devrimi, feodalizmden kapitalizme geçiş çağının en büyük, en köktenci devrimidir.

Ekim Devrimi, yeni bir çağı, proletarya devrimleri çağını açmış ilk büyük proleter devrimdir. Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği çağ, kapitalizmden komünizme geçiş çağıdır. Bu devrimin 20. asrı belirleyen karakteri ve etkisi üzerinde durmak gereksiz; bu olgu, yazı dizimizde ana unsurlarıyla işlenmişti.

Fransız burjuva devriminin (öncesini geçiyoruz) Jakobenci evresinde devrimci-demokratik diktatörlüğü yıkmak için yaygın suikastlara, sabotajlara, beyaz teröre, gerici ayaklanmalara başvuruldu. İç ve dış gericilik devlet ve rejime kapsamlı sızdı. Jakobenler iş başına geldiğinde, 83 ilin 60’ında, başını Kralcıların (“Eski rejim”) ve Jirodenlerin (büyük burjuvazinin) çektiği ayaklanmalar vardı. Devrilmiş feodal gericilik devrimi ezmek, büyük burjuvazi devrimi sonlandırmak için baş kaldırmıştı. Beyaz terörü ve gerici iç savaşı örgütleyenler, kıtasal gericiliğin desteğini arkasına almış güçler, devrilmiş gericilik ve Jirodenci büyük burjuvaziydi. Jirodenci/Thermidorcu burjuvazi ile Avrupa orta çağı arasındaki keskin çelişkilere ve mücadelelere karşın durum buydu.

SSCB’de de proletarya diktatörlüğüne ve partiye, önderlerine karşı yaygın suikastlara ve sabotajlara başvuruldu. Kulak isyanları ve askeri darbe girişimi örgütlendi. Jakoben terörü döneminde olduğu gibi, kızıl terör de ciddi bir şekilde yolundan saptırıldı. “Jirodenci Thermidorcu” Troçkist klik ve Troçki önderliğinde birleşmiş olan blok; iç ve dış gericilik parti ve devlete derinlemesine ve yaygın sızdı. Tıpkı Fransız devriminde devrilmiş gericiliğin Avrupa gericiliğine dayanması gerçeğinde olduğu gibi, gerek devrilmiş gericilik, gerekse de Troçki önderliğindeki “Thermidorcu gericilik” de, sırtını emperyalizme, faşist kampa yaslayarak sosyalizmi yıkmaya çalıştı.

Fransa’da Thermidor darbesi, burjuva devrimin varabileceği en ileri sınırlara ulaştıktan sonra burjuva bir karşı devrim olarak başarıya ulaştı.

Lenin ve Stalin dönemlerinde SSCB’de ise, “Thermidor” gericiliğinin anti-komünist terörü ve darbesi (proleter iktidarı yıkma eylemi) başarıya ulaşamayarak ezildi.

Fransız burjuva devrimine karşı orta çağ Avrupası ile sürekli bir bağlaşma içerisinde hareket eden devrilmiş gericilik (feodal aristokrasi, Kilise, Krallık) devrimci gelişme süreci içerisinde yenildi. Sürecin, kapitalizmin çağsal ve ulusal gereklerine ve gereksinmelerine bağlı olarak geliştiği; ve bu sürecin oldukça sancılı geçtiği biliniyor... Gerek Burbon hanedanlığına gerekse de Orleanys hanedanlığına dayanan kralcı rejimlerin yeniden kurulması (restorasyon dönemleri) Fransa’yı, feodalizm çağına geri götürememişti ve bu, nesnel olarak da mümkün değildi... 1848 devrimleri de dahil, çağdaş Fransa tarihinde feodalizm ile kapitalizm, feodal aristokrasi ile “uygar” burjuvazi, kent ile kır arasındaki mücadele karmaşık biçimler alarak sürmüştür; bu mücadeleler, iniş ve çıkışları, ileri sıçrama ve geri çekilme evreleri iç içe geçerek, ama nesnel doğrultusu değişmeden, kendi tarihsel yatağında akmaya devam etmiştir... Bu bakımdan Marx’ın analizleri son derece aydınlatıcıdır...

Bu mücadeleye, Şubat Devrimi’nin ve Ekim Devrimi’nin zaferinden başlayarak gelişen süreçte, tüm SSCB tarihi boyunca, kendine özgü tarihsel temeller üzerinde, değişik formlarda, yaşandığına şahit olmaktayız: Devrilmiş gericiliğin ayaklanmaları, emperyalist devletlerin işgali, özellikle kulak sınıfının direniş ve ayaklanmaları, faşizmin saldırıları, Beşinci Kol’un örgütlenmesi, Kruşçevci modern revizyonist karşı devrimin zaferiyle başlayan sosyalizmden kapitalizme geri dönüş süreci... Ve hatırlatmak gerekir ki, Jakoben diktatörlüğe karşı Thermidor karşı devrimi, ardı sıra gelen Bonapartizim ve daha sonra gelen restorasyon dönemlerinde, feodalizme ve feodal aristokrasi çağına geri dönüş nesnel olarak mümkün değildi; fakat SSCB’de, “Leninizm” ve “Sovyetizm” maskesi giymiş bir “Thermidor darbesi ve karşı devrimi” başarıya ulaşsaydı, bu kapitalizme geri dönüş, burjuva sınıf egemenliğinin yeniden kuruluşu demek olacaktı. Çağımızda, kapitalizmden komünizme geçiş çağında, şu veya bu ülkede ya da ülkeler grubunda proleter sınıf egemenliği kurulsa da, nesnel olarak kapitalizmin restorasyonu mümkündür. Mümkündür, çünkü, komünizmin alt evresi, henüz kendi özgün bağımsız maddi temelleri üzerinde yükselen bir komünizm, yani komünizmin üst evresi (sınıfsız toplum) olmayan bir geçiş toplumudur sosyalizm. Bu süreçte, bir dizi iç ve dış faktörün etkisiyle, kapitalizmin restorasyonu olanaklıdır. Burjuva devrimler, az ya da çok olgunlaşmış kapitalist üretim ilişkileri koşullarında zafer kazanır ve artık başlıca görevi, kapitalist ekonomik temele dayanarak üstyapıyı kurmak ve kapitalist üretim ilişkilerini özgürce geliştirmektir. Oysa sosyalist üretim ilişkileri, kapitalizmin bağrında doğarak gelişemez; proletarya politik egemenliğini kurduktan sonra, sosyalist devlete (ve üstyapıya) dayanarak sosyalist üretim ilişkilerini geliştirebilir...

Ve sosyalist inşa sürecinin hiçbir aşamasında sınıf mücadelesi, kapitalizmle sosyalizm arasındaki mücadele salt ulusal ölçekle, iç mücadelelerle sınırlı değildir ve olamaz da; aksine iç ve dış gericiliğin, açık anti-komünist karşı devrimden komünizm maskeli anti-komünizme dek uzanan mücadeleler, daima dış gericilikle, uluslararası sermaye ile birleşik bir mücadele, biçim ve yöntemleri farklılaşsa da, birbirini tamamlayan bir birleşik karşı devrimci harekat olarak şekillenir; SSCB deneyimi bu olgunun çağımızdaki temel örneğidir. 1789 Fransız burjuva devrimi ve Jakobenlerin deneyimi benzer gerçeği kanıtlamıştı.

Dış gericilikten bağımsız salt iç gericilikle sınırlı bir karşı devrimci mücadeleyi düşünmek, dünya devrim deneyimlerinden bir şey öğrenmemek; çağımız gerçeğini, kapitalizmden komünizme geçiş çağı hakkında bir şey kavramamak anlamına gelmektedir. Burada salt teoriden, teorik analizden bahsetmiyoruz; aksine tarihsel deneyime dayanan bir teorik ve siyasal analizden ve sentezden bahsediyoruz. Teorinin kaynağı pratiktir, tarihsel pratiktir; bu pratik, teoriye yol göstererek teoriyi zenginleştirmekte ve süreçleri anlamamızı sağlamaktadır. Teori pratikte sınanmış, teorinin aydınlattığı, teorinin anası olan pratik tarafından doğrulanmış bir olgudur SSCB (ve sosyalist kamp) deneyimi. “Tek ülkede sosyalizm”i, “enternasyonalizm düşmanlığı, milliyetçi gericilik” olarak lanse eden Troçkizmin sefaletini bir de buradan görmekteyiz; çağımız gerçeğinde kapitalizm ve sosyalizm, proletarya ve burjuvazi arasındaki mücadele uluslararası karaktere sahiptir ve doğası gerçeği, “tek ülkede sosyalizm” ve sosyalist inşa, dört bir yanı ve karakteriyle enternasyonalist karakterde bir mücadeledir. Bir ya da birkaç ülkede kurulacak sosyalizm, her adımında, her saatinde iç ve uluslararası burjuvazinin baskı, kuşatma ve saldırılarıyla amansızca mücadele etmek zorundadır. Sürecin ve inşanın karşısında yalnızca uluslararası burjuvazinin bir bileşeni olan “ulusal burjuvazi” değil, bir bütün olarak “küresel burjuvazi” durmaktadır. Açık ki, iç ve dış burjuvaziye, onların birleşik cephesine karşı yürütülen sosyalist mücadeleyi “milliyetçilik”, “gericilik”, “Stalinist bürokratik karşı-devrim” ilan etmek, bayağılıkta sınır tanımayan, sosyalizmi dünya burjuvazisinin önderliğinde yıkma saldırısıdır. Troçkizm ve emperyalist dünya sistemi, dünya burjuvazisi arasındaki işbirliğinin temelini sosyalist inşaya, sosyalist kuruluşa, Marksizm-Leninizm’e karşı düşmanlık oluşturmaktadır. “Tek ülkede sosyalizm”i (ve dünya proleter devrim teori ve pratiğini) demagojik biçimde yadsıyan ve berbat bir burjuva saldırının aracına dönüştüren Troçki, belli ki, proletarya enternasyonalizmi ve Leninizm’i reddeden gerici burjuva çizginin temsilcisidir. Hayatı da, en azından 1920’lerin sonlarından itibaren, bu görevi yerine getirmekle geçmiştir. Troçki’nin ölümünden sonra Troçkizmin ve Troçkist hareketin teori ve pratiğinin özü de bundan ibarettir. Troçkizmi sadece “Leninizm düşmanlığı”yla sınırlamak ama “devrimci-demokrat” göstermek onun anti-komünist, devrim düşmanı karakterini anlamamak, Troçkizmin değirmenine su taşımak teori ve pratiğini temsil etmektedir. Troçkizm, “Jiroden”ci, “Thermidor”cu karşı devrimin teori ve pratiğidir. Ve Kruşçevizm, aynı zamanda, Troçki’nin (ve karşı-devrimci bloğun) çizgisinin özüde (proletarya diktatörlüğünü ve sosyalizmi tasfiye, kapitalizmin restorasyonu, dünya proleter devrimine saldırı) temsil etmektedir.

Jakoben diktatörlüğü yıkmak isteyen devrilmiş gericilik ile, devrimin daha başından itibaren yalpalayan ve giderek Jakoben diktatörlüğü yıkmanın öncüsü haline gelen büyük burjuvazi (Jirodenler), bu harekatı devrilmiş gericiliğin ve Avrupa gericiliğinin desteğinde gerçekleştirdi. Bu bağlamda büyük burjuvazinin dikkat etmek zorunda kaldığı şey, iktidarı yeniden kralcı gericiliğe teslim etmemek olmuştur. Bu çerçevede işine geldiği ölçüde ve yerde, geçici, göreli esneklikle radikal gelişmelerle uzlaşmış ya da boyun eğer görünmüştür. Gücünden emin hale geldiğinde ise, en şiddetli beyaz terörle, gerici iç savaş yoluyla Jakoben diktatörlüğü yıkmıştır. Devrimin zaferi ile devrim büyük burjuvazinin en büyük korkusu haline gelmiş, bu korku, onu, giderek siyasi iktidarı Napolyon Bonaparte’nin ellerine teslim etmeye götürmüştür.

SSCB’de, Lenin ve Stalin döneminde, gerek iç gerekse de dış gericilik proletarya diktatörlüğünü yıkamamıştır. Ama mücadeleden de asla vazgeçmemiştir. Aksi iddia, tarihsel sürecin, Ekim Devrimi ve sosyalist inşanın karakterine aykırı olurdu; bu, düşünülemez bile...

Somut tarihsel koşulları hiçe sayan, tarihsiz, köksüz, maddi temelleri olmayan, salt kurgulara, “saf” kavramlara, hayal alemine, entelektüel gevezeliğe dayanan analizlerin beş paralık değeri yoktur. Tıpkı Jakobenlerin “Stalinist terör”ü örneğinde olduğu gibi, proleter Jakobenizmin terörünü “Stalinizm”in dehşeti, vahşeti üzerinden hikaye edenlerin, tarih dışı, sınıf dışı, sınıflar mücadelesi dışı kurgular aleminde SSCB gerçeğini de kavraması olanaklı değildir. Ki sınıf bilinçli uluslararası burjuvazi ve Troçkizm gibi işbirlikçileri ise bilinçli bir sınıf kini ve pratiği ile tarihi demagojiyle izah edegelmişlerdir.

Devrim ve karşı-devrimler arasındaki sert çatışma her iki devrimin de ortak karakteristiğidir. Her iki devrimin temel sorunu da politik iktidar sorunuydu. Ne de olsa sınıflar gerçeğine dayanan bir dünyada, uzlaşmaz karşıtlıklarıyla bölünmüş sınıflar mücadelesi dünyasında yaşıyoruz. Jiroden-Jakoben, Menşevizm-Bolşevizm, Bolşevizm-Troçkizm, Bolşevizm-Buharinizm gibi ayrışmalar devrimci süreçlerin doğasında vardır. Gerek Jakoben diktatörlük, gerekse proletarya diktatörlükleri döneminin deneyimleri bu gerçeği kanıtlamaktadır. Kuşkusuz ki, her bir çağın ve ülkenin somut gerçeğini anlamadan benzerlikleri ve tarihsel paralellikleri temel almak yöntemi proleter sınıfa ait değildir... Her devrim kendi çağsal ve somut gerçeği içerisinde incelenmek zorundadır. Her devrimin kendine özgü siyasal karakteri vardır ve sınıf mücadelesinin gelişim sürecindeki politik ayrışmalar kendi somut tarihsel özgünlükleriyle birlikte incelenmelidir... Bu bakımdan Bolşevizm’in, Ekim Devrimi’nin, sosyalist inşanın gerçekleri kendi koşullarına bağlıdır ve çok daha zengin bir tarihi ifade etmektedir.

Jakoben diktatörlüğün de proletarya diktatörlüğünün de devrimci terörü tarihsel ve politik olarak haklı ve meşrudur. Gerek Jakoben diktatörlüğe ve gerekse de proletarya diktatörlüğüne karşı başvurulan gerici terör ise tümüyle haksız, karşı-devrimci, gayri-meşrudur; iki ayrı çağın nesnel gerçekliği ayrı da olsa gerçek budur. Karşı devrimci zorun devrimci zorla, karşı devrimci terörün devrimci terörle ezilmesi, tarihsel gelişmenin gerçeğidir. Bu olguların ve bu olguların temelinde yatan nesnel gelişme yasalarının yerine liberal, romantik, ütopik analizleri geçirenlerin burjuvazinin yamağı haline gelmesi kaçınılmazdır. S. Savran, M. Sayın gibilerin sapla samanı karıştırması, çifte standarda dayanan tarih ve teori çarpıtıcılığı rastlantısal değildir yani... Bu bir zihniyettir, tarihsel ve sınıfsal karaktere sahiptir; sorun tek tek kişilerin ötesindedir; söz konusu olan uzlaşmaz sınıf karşıtlığıyla parçalanmış dünya sisteminin ve sınıf mücadelesinin hangi cephesinde yer alındığı sorunudur...

Devrimi ezmek ve devrimci diktatörlüğü yıkmak için, gerek Jakoben diktatörlük gerekse de “Leninist”, “Stalinist” diktatörlük (proletarya diktatörlüğü) döneminde, iç ve dış gericiliğin organik işbirliğine gittikleri, komplolar örgütledikleri biliniyor; bu olgu, iki tarihsel deneyimin ortak ve benzer özelliklerindendir. Komplolar, sınıflı toplumların tarihsel deneyimleriyle sabit olduğu gibi, gerek devrim ve karşı devrimler arasındaki mücadelelerde, gerekse de karşı devrimin kendi iç mücadelelerinde her zaman başvurulan bir yöntem olmuştur. Tarihi komplolara indirgemekle, komplonun sınıf mücadelesinin bir biçimi, etkin bir parçası olduğunu söylemek iki farklı şeydir. Birinci kavrayış idealizmdir, ikinci kavrayış materyalizm ve onun diyalektiğidir. Robespierre ile Stalin’i şeytanlaştırarak onların devrimci tarihlerini komplolara indirgemek, burjuva liberal kavrayış ve propagandanın gerici karakteriyle bağlıdır.

Fransa’da iktidarını kaybeden Kralcılık ve etrafındaki gericilik, bir yandan açık karşı devrimci savaş yürütürken, diğer yandan da burjuva diktatörlüğün her cephesine kapsamlı sızmayı başarmıştı. İktidara gelen burjuvazinin kendi devleti örgütlerken Eski rejim”in yönetme yeteneğine ve deneyimine sahip birçok aristokrat kadrosunu, ordu da dahil, görevlendirmek zorunda kalması bu kapsamlı sızmalarda önemli bir rol oynamıştır. Devrime önderlik eden burjuvazi, dört dörtlük bir burjuva bilinçle donanmış, yönetme yeteneği kazanmış, olgunlaşmış bir sınıf değildir henüz. Burjuvazi, egemen sınıf olarak örgütlendikten sonra, özellikle sert mücadeleler içerisinde bu gelişkin sınıf bilincini ve yönetme yeteneğini kazandı ve giderek kendi kadrolarını oluşturdu. Buna rağmen eski sınıfın eğitimli önemli sayıda kişisi, burjuvaziyle işbirliği yaparak yeni dönemin inşasında önemli roller oynadı. En nihayetinde burjuvazi, eğitimli, yetenekli kadroları gökten zembille indirecek değildi. Bazıları ise, burjuva yönetimi kabul eder gözükerek iktidar mekanizmaları içerisinde örgütlendi. Keza devrimi bir an önce sonlandırmak isteyen büyük burjuvazi Jakoben diktatörlüğü yıkmak için açık isyanlar örgütlerken, öte yandan da “Jakoben” görünen yaygın bir ağla (tepesi de dahil) diktatörlüğün her noktasına sız. Bu iki gerici sınıf (feodal ve burjuva sınıf) arasındaki sınıf çatışmasına karşın, açık ya da gizli kapaklı işlerle devrimci diktatörlüğe karşı derin ve yaygın bir komplolar örgütlediler.

Şu değerlendirmeleri birlikte okuyalım:

Ekim ayından itibaren, Robespierre'in ruhsal evreni amansız komplolarla doluydu: Kötülük ve erdem ‘rakip ruhlar’dı. Artık, Cumhuriyet'in iç ve dış düşmanlarını bir birlik halinde görüyordu. Bir noktada, Fransa'daki gerçek karşıdevrimci fraksiyonların, Devrim'in başından beri Avusturya ve Anglo-Prusya gizli planlarına bağlı olduğunu savundu. 1793'te, askeri yenilgiden yiyecek ayaklanmalarına kadar her şeyin ortak noktası, her türlü kılığa bürünen ‘sahte vatanseverler’le birlik halindeki Pitt'ti. Robespierre bu inançlarında hiç de yalnız değildi.” (Aksi belirtilmedikçe bütün alıntılar şu kitaptan alınmıştır: Peter McPhee, Robespierre Devrimci Bir Yaşam, Türkiye İşbankası Kültür Yayınları I. Basım: Ocak 2015, İstanbul )

Robespierre, kariyerist emelleri ve kişisel diktatörlüğü için değil, Fransız burjuva devriminin ve yoksullar başta olmak üzere Fransız emekçilerinin çıkarlarını korumak için devrilmiş gericiliğin ve Jirodenlerin komplolarının da üstüne gitmişti. Ve onun gördüğü şey, bir hayal değil, gerçek bir ihanetler dizisi ve örgütlü geliştirilen komplolardı. Sorunu Robespierre’nin (ya da Stalin’in) “paranoyak”lığına, “kişisel hırslar”ına, “kindar”lığına vs. bağlayarak izah etmeye kalkmak bayağılıktan öte bir anlam taşımaz.

Fransa'nın uzun zamandır süren, hangi nedenden olursa olsun sığınacak yer arayan tüm yabancılar için bir iltica yeri olma geleneğinin sınanması için daima bir savaş gerekiyordu ve siyasi mülteciler de bundan nasibini aldı. 1793 Anayasasının, ‘Fransız halkı, özgürlük davası yüzünden sürgün edilenlere iltica hakkı tanır’ yazan 120. maddesi, Anayasanın diğer maddeleriyle beraber askıya alınmıştı.”

Bu uygulama olağanüstü rejimin ve çıkarılan yasaların bir parçaydı; Fransa’ya yoğun bir iltica akını vardı ve ilticacı kesim içerisinde karşı devrimin, Monarşist Avrupa’nın ajanlarından oluşan güçlü ve yaygın bir ağ vardı.

Robespierre önceleri, Avrupa'nın her tarafından gelen siyasi mültecileri hoş karşılıyordu ama 1793 sonlarında, düşman yabancı devletler ‘kendi hizmetlerindeki bütün uyanık alçakları Fransa'ya kustu’ sonucuna vardı. ‘Ajanları hala ordularımıza sızıyor ... yönetimlerimizde, bölge meclislerimizde tartışıyorlar; kulüplerimize sızdılar; ulusal temsil organımızın kutsal mekanında bile kurulup oturuyorlar; böylece karşıdevrimi yönetiyorlar ve hep yönetecekler.’ Bunun birçok istisnası vardı, örneğin devrim yanlısı Belçikalılara diğer yabancılar kadar sert davranılmıyordu; Robespierre Liege'deki ve diğer yerlerdeki devrimci hareketleri Fransız Devrimi'nin bir uzantısı gibi görüyordu daima. Ama yabancıların gizli planlarından yılmıştı.”

Diğer devrimci önlemler hakkında olduğu gibi, bu önlem hakkında da, “hani nerede demokrasi”, “iltica yasası nasıl askıya alınır”, bu demokrasi düşmanlığıdır” vs. çığlığı atanlara verilecek yanıt şudur: Zaten Jakoben diktatörlük devrimci demokrasiyi; karşı devrime karşı demokrasinin şiddetini uyguluyordu. Ayrıca biliyoruz ki, devrim ile karşı-devrim arasındaki sert mücadeleler sürecinde, hayati nitelikte keskin dönemeçlerde demokrasinin sınırları daralır, normalleşme döneminde genişler... Bu tarihsel ve politik gerçeği reddetmek, insanı ve partileri gericiliğin kollarına taşır.

Emperyalizm ve gericilik yıkıldığında, kapitalist kuşatmanın yerini sosyalist kuşatma aldığında, sosyalist ülkelerin kudreti büyüdüğünde, daha yüksek bir öz güven içerisinde, demokratik hak ve özgürlüklerin sınırları da genişler. Tek başına emperyalist kuşatma altında olduğu, beyaz teröre karşı kızıl terör uygulandığı halde, SSCB’de “Stalinist Anayasa” ile haklar hem niteliksel hem de niceliksel bakımdan geliştirilmiştir. (Okuyuculara önerimiz, “Stalinist Anayasa”yı incelemeleridir.) Yani yaşamın dışında değil, bilakis içinde sınırları mutlaklaştırılacak, tapınılacak, diktatörlükle karşı karşıya konulacak bir demokrasiden bahsedilemez. “Savaş Komünizmi” dönemini hatırlayalım... II. Emperyalist Savaş ve Hitlerin SSCB’yi işgalini hatırlayalım...

Olağanüstü dönemlerde burjuva diktatörlüklerin olağanüstü yasalarla ya da düpedüz yasasız hareket ettiği biliniyor. Proletarya diktatörlükleri de zorunlu durumlarda olağanüstü yasalarla yönetim sistemini düzenlemekle yükümlüdürler. Fransız burjuva demokratik devrimi ve Ekim sosyalist devrimi ve kesintisiz sosyalist inşa deneyimleri olağanüstü durumlarda devrimci iktidarların nasıl davranmaları gerektiğini göstermiştir. Olağanüstü yönetim tarzları, her ülkenin somut tarihsel koşulları içerisinde şekillenir. Bu konuda bir dayatma yapılamaz. Yanıt, her ülkenin proletaryası tarafından verilecektir. Uluslararası deneyimler son derece değerlidir ama bu bağlam, salt o deneyimlere dayanarak çözülebilecek bir bağlam değildir; kendi gerçekliğini kavrayamayan, kendi deneyiminden eleştirel öğrenemeyen hiçbir devrim ise başarılı olamaz...

Demokrasi gibi, her şey, iç ve uluslararası sınıfsal güç dengeleriyle, sınıf savaşımının keskinliğiyle; dinamik somut tarihsel koşullarla bağlıdır. Bu olguyu baştan reddederek “demokrasi” üzerine yapılacak lafazanlık hiçbir şeyi açıklamaz. Tıpkı Jakoben diktatörlük ve proletarya diktatörlüğü gerçeğinde olduğu gibi. Açıklamaz ama insanı berbat ve gerici demagojiye tutsak eder.

14 Mart 1793'te Robespierre daha şiddetli bir ‘komplo’ sınavında, rakip hiziplerin iddialarıyla yok edilmeye çalışılan Devrimci Mahkeme'yi savundu. Peki, komplocular hainliklerini gizlemek için ikiyüzlülüğe ve vatanlarını sevdiklerini ifade eden sahte açıklamalara başvurursa bunun kanıtı nasıl bulunabilir ve kullanılabilirdi? Bilinen bir şey varsa, Lafayette ve Dumouriez gibi generallerin karşıdevrimci olduklarıydı, çünkü düşmana katılmışlardı, fakat onların dokungaçlarının Cumhuriyet'in içinde ne kadar geniş alanlara yayıldığı nasıl bilinebilirdi? Robespierre ve diğerleri, Brissot ve Jirondenlerin Ekim ayındaki duruşmalarının ortamında, MÖ birinci yüzyıl Roma'sında Catilina liderliğindeki aristokrat bir hizbin iktidarı ele geçirme girişimi* ve Cicero'nun aldığı ani ve şiddetli önlemler arasında zengin tarihsel benzerlikler buluyordu. Cicero'nun metni, yani Robespierre'in Louis-le-Grand'daki kuşağının aldığı klasik dönem eğitiminin demirbaşı, Catilina komplocularının sapkınlığını ve düzenbazlığını vurguluyordu.”

Demokratik cumhuriyeti savunma” propagandası ve sloganı arkasına gizlenmiş çok sayıda gerici klik vardı devrimci Fransa’da. Bunlar “Konvansiyon” dahil her yerdeydiler. Hedeflerine varmak için uygun fırsat yakalamak için Jakoben” görünme taktiği izlemekteydiler. Jakoben diktatörlüğünün aldığı olağanüstü tedbirleri etkisizleştirmek için sistematik mücadele yürütmekteydiler. Monarşist ve meşruti monarşist kanatlarıyla monarşist büyük burjuvazi ve devrilmiş gericiliğin karşı devrim mücadelesini açık biçimlerini görmek yetmiyor; bu cephenin gizli çalışma yoluyla kuvvetlerini büyütmesi, hazırlık ve güç biriktirme, savunma ve saldırı hattında her türlü hileye başvurması, “komplocular(ın) hainliklerini gizlemek için ikiyüzlülüğe ve vatanlarını sevdiklerini ifade eden sahte açıklamalara başvurması”, her kılığa girmesi eşyanın tabiatı gereğiydi. Gecikerek de olsa, Robespierre ve yakın yoldaşları bu gerçeği (kapsamlı komploları) daha derinden gördüler. SSCB deneyiminde de aynı gerçeği görmekteyiz. “Leninist”, “Stalinist” kılıklarla sosyalist devlete ve partiye sızanların kapsamlı ve etkin komplolarına tanık olmaktayız... Eğer (gecikerek de olsa) açığa çıkarılıp tasfiye edilmeseydiler, daha o günde SSCB’nin yerinde yeller esecekti. SSCB’yi yıkmak isteyenler, üstelik bunu, “Ekim Devrimi’nin kazanımlarını koruma, Leninist politikayı hayata geçirme” adına yapacaklardı. Bu olguyu Kruşçevci modern revizyonist/anti-komünist karşı devrim gerçeğinden de biliyoruz...

Jironden vekillerin Federalist ayaklanmadaki rolü, Paris'te tutuklu bulunanları, amaçlarının Cumhuriyet'i hem içten hem dıştan krizde olduğu bir anda devirmek olduğu suçlamasıyla karşı karşıya bırakmıştı.” Ki bu bir gerçekti; öyle iddia edildiği gibi, Jakobenlerin sahte icadı değildi.

Cumhuriyetin krize girdiği ya da krizin yoğunlaştığı anda Jakoben diktatörlüğü yıkmak için harekete geçme politikasına, yalnızca Fransız Jakoben diktatörlüğün deneyiminde tanık olmuyoruz, aksine, krize bel bağlayarak proletarya diktatörlüğünü yıkma politikasına SSCB’de de tanık olmaktayız. Bu, gerek Lenin, gerekse de Stalin döneminin deneyimleriyle sabittir. Bu konuda “Aç tavuk kendisini darı ambarında görürür.” atasözünde olduğu gibi bu olgunun en çarpıcı örneğini Troçki’de görmekteyiz. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, Isaac Deutscher’in yazdığı Stalin (iki cilt) ve Troçki (üç cilt) biyografilerini okumak bile tek başına okuyucuya fikir verecektir.

Robespierre artık, 1789'da başlamış bir komplonun varlığından emindi. Tüm Devrim boyunca, güvendiği herkesin ödünlerle yahut ihanetle bu güvene hıyanet ettiğini görmüştü. İlk başta Louis'ye ve Mirabeau'ya yönelik umutlarından, Dumouriez ve Lafayette gibi generallerin düşmana katılmasına, Petion ve Brissot'ta tanık olduğu monarşiyle uzlaşmalara ve hepsinden kötüsü, Danton'la Desmoulins'in geriye kaymasına kadar, 1790'dan sonraki yıllar halkın davasına karşı uzun bir ihanet zinciri haline gelmişti. Devam eden askeri kriz hem ‘Hoşgörülüler’i (Dantoncular-bn.) hem ‘Ultralar’ı (Herbetçiler-bn.) en ciddi komplo suçlamasıyla karşı karşıya bıraktı ve bu kişiler bir şekilde, koalisyon ordularından daha tehlikeli bir ‘yabancı plan’ın içine sokuldu. Bu planın dokunaçları bizzat Konvansiyon'un, hatta Komitelerin içine kadar girmemiş miydi? Danton ve Chabot'yla, banka kredilerinden, ordu levazımlarından ve gizli diplomasi kaynaklarından avlanan yabancılar arasında, tehlikeli ittifak iddialarını inanılır kılmaya rahatlıkla yetecek kadar çok bağlantının kanıtı vardı.

Herbetçilerin ve özellikle Dantoncuların “en ciddi komplo suçlamasıyla karşı karşıya” kalmasında ve “koalisyon ordularından daha tehlikeli” addedilmesinde, ”yabancı”larla işbirliği yapmalarında anormal olan hiçbir şey yoktur. Jakoben diktatörlüğü yıkma çizgisi izleyenlerin giderek karşı-devrimin desteğine sığınmasını, ittifaklar geliştirmesini, olanaklı olmayan bir şeymiş gibi sunulması burjuva bir taktiktir. Kaleyi içeriden fethetmeye çalışanların daha tehlikeli görülmesi, iç cephesini sağlamlaştıramayan bir devrimin, devrimci bir ordunun yenilgiye mahkum olması gerçeğiyle bağlıdır. Dört bir yandan kuşatılmışsın ve azgın saldırılar altındasın ve bu saldırı içeriden müttefiklerin saldırısı ile iç içedir. Bu bağlaşmayı yıkmadan, iç cepheyi sağlamlaştırmadan dış gericiliğin saldırılarını da püskürtemezsin. Tablo bu olunca, ilk yaşamsal görev, iç cepheyi sağlamlaştırmak olacaktır.... Bu gerçeği SSCB deneyiminde de kapsamlı bir şekilde bilmekteyiz. “Stalinizmi yıkma” adına SSCB’yi yok etmeye çalışanların kendilerini “Leninist” vs. gösterdiklerini, komplolarını komünistlerden daha keskin komünist görünerek örgütlediklerini, emperyalist, gerici devletlerle ittifaklar kurduklarını ayrıntılı bir şekilde biliyoruz... Eğer kır burjuvazisi tasfiye edilmemiş, Beşinci Kol açığa çıkarılmamış olsaydı, SSCB’nin başına gelecek felaketleri tasvir etmek bile olağanüstü zorlaşacaktı.

Robespierre “psikopat”, “paranoyak” olduğu ya da sırf kişisel diktatörlük kurmak hırsıyla yanıp tutuştuğu için (olmadığı iddia edilen) komplolar, ihanetler görmüyordu. Yargılamalar, sahte ve düzmece değildi. Bunlar tarihsel gerçeklerdi.

Robespierre ve Konvansiyon, militan kadınların baskısıyla da karşı karşıyaydı. Robespierre'in Konvansiyon başkanı olduğu 26 Ağustos'ta Claire Lacombe, Mayıs'ta kurulmuş Devrimci Cumhuriyetçi Kadın Yurttaşlar Derneği adına bir dilekçe sundu. Dernek, yeni bir Anayasa'nın yapılmasını, eski soyluların bütün görevlerden dışlanmasını, devlet yönetiminin tümüyle temizlenmesini ve olağanüstü mahkemeler kurulmasını talep ediyordu.

Kısa bir dikkat çekiş; Robespierre ve yoldaşları, dar kişisel hesapları için değil, geniş kitlelerin talep ve baskısı ve desteği ile devrimci terör yöntemine başvurdular. Bu, devrimci kamuoyunun ve kitlelerin talebiydi. Fransız burjuva devrimi bir kadın hareketiyle (keza 1871 Paris Komünü, Rusya 1917 Şubat devrimi) başladı ve kadın hareketi aynı zamanda Jakoben diktatörlüğün radikal davranması hareketi olarak biçimlendi. Devrimin gereksinmelerini kavrayan ve harekete geçen halkçı demokratik kadın hareketi, “düzmece iddialara” dayanmakla, “demokrasiye” son vermekle,demokrasiyi terörle ezmekle”, “Tiran”lıkla vs. itham edilen Jakobenlerin arkasında oldu. “Kullanışlı yalanlar” silahı gericiliğin sürekli kullandığı bir silahtır. İster Fransız burjuva devrimi ve Jakoben diktatörlük, ister 1830 Lyon ayaklanması, ister 1848 Paris Haziran ayaklanması, ister 1871 Paris Komünü olsun... Burjuvazinin ve gericiliğin devrimlere, proletaryaya, devrimci olan her şeye karşı saldırısında kullandığı bir silahtır “kullanışlı yalanlar”. Makyavel, Troçki, Goobbels, “Soğuk Savaş Yalanları” ... hatırlatmaya bile gerek yok...

SSCB’de de en geniş kitlelerin ve kadınların desteği “Stalinist diktatörlüğün” arkasındaydı. Milyonların sokaklara çıkarak “Hainlere ölüm!” haykırışları, bir dizi yazarın da belirttiği gibi, “Stalinist”lerin “idari tedbirleri”yle, “Stalinist zorbalıkla” gerçekleşmemişti; aksine önce tabandan başlayan ve tepeden de desteklenen bir kitle hareketiydi. Bu hareketi, “Stalinizmin zorbalığı”na ve “ödü kopan kitleler”in mecburen harekete geçmek zorunda kaldığı sahte iddiasına dayandıranlar, tarihsel gerçekleri çarpıtmaktadır. Sovyet proletaryası ve halkı dünyanın en politik halkıydı. Birkaç büyük devrimin deneyiminden geçmişti. Uzun yıllar “Muhalefet”in gerçeklerine, evrimine, sahte pişmanlık açıklamalarına tanık olmuştu; tüm bu süreçte tartışmalar kamuoyu önünde özgürce yapılmıştı; işçi ve emekçi kitleler kendi ülkelerinin kaderi hakkında söz sahibiydi. SSCB halkına aptal muamelesi yapanların işi getirip “Stalinist zorbalık altında gıkı çıkmayan köleleştirilmiş halk”a ve “korkuları”na bağlamaları dünyanın tanık olduğu en büyük yalanlardan birisidir. Bu iddia ve propaganda, burjuvazinin, Troçki’nin ve diğer burjuva kliklerin manipülatif ve kin dolu saldırısından ibarettir. Ayrıca özel olarak belirtmek gerekir ki, kamuoyuna açık yapılan mahkemelerde sanıkların açıklamaları da basında (radyo yayınları da dahil) olduğu gibi veriliyordu. Burjuva, Troçkist ve modern revizyonist alçaklık bu gerçekleri dünya proletaryası ve halklarından gizleyerek karşı propagandayı geliştirdiler.

Komplolar yoktu, düzmece iddialar vardı” vs. propagandası Jakoben devrimciliğe saldıranların sahte propagandasıydı.

"Monarşiyi yeniden kurmaya, ulusal temsili ve cumhuriyet hükümetini yok etmeye yönelik bir komplo’yla suçlandılar. Danton, davadaki tanıklar arasında bulunan başka bir Dağlı olan Cambon'u görünce alay ederek, ‘Bizim komplocu olduğumuzu mu düşünüyorsun?’ dedi, ‘Bakın, gülüyor! O buna inanmıyor. Onun güldüğünü yazın.’ Ama Robespierre'in kuşkularını apaçık doğrulamaya yeterli kanıt vardı. Robespierre'in doktoru Souberbielle Devrimci Mahkeme'nin üyelerindendi. Daha sonraları Marie-Antoinette'i ölüme gönderdiğinden pişman olduğunu söyleyecek ve ‘arkadaşım Danton'un duruşması sırasında onun gözlerine bakmaya cesaret edemedim,’ diye hatırlayacaktı, ‘çünkü onu mahkum etmeye kararlıydım, onun Cumhuriyet'i devirmeyi planladığı konusunda mutlak kanıtlarım vardı. ‘ " (iba.)

Burjuva ve anti-komünist propagandaya inanacak olursak, Danton ve kliği, “Robespierre’nin ve Jakoben diktatörlüğün masum” bir “kurbanı”ydı ve hakkındaki iddialar “sahte”ydi; Danton ve arkadaşları “Robespierre’nin komplosuna kurban” edilmişti. Oysa tarihi gerçekler bambaşkaydı; burjuvazinin o tarihi gerçekleri farklı sunmaya gereksinimi vardı... Tıpkı SSCB ve Stalin gerçeğinde olduğu gibi.

Günlerin 9 Thermidor’a hızla aktığı günlerde Robespierre, mecliste bir konuşma yapar. Konuşma gerici bir komplonun varlığı üzerinedir.

Birlikte okuyalım.

PARİS, TEMMUZ 1794

Yüce Varlık Festivali ve 22 Prairial Yasası Robespierre'in, erdem aşılamayla bunu köstekleyeceklerin acımasızca sindirilme ve cezalandırılmasını birbirine bağlama konusunda son umutsuzca girişimleriydi. Yasanın geçmesinden iki gün sonra, 12 Haziran 1794'te yaptığı konuşmada, geçmişteki ve halihazırdaki, hatta Dağ grubuyla (Jakobenler-bn.) birlikte Konvansiyon sıralarında oturan komploculardan söz etti. Bourdon de l'Oise, ‘Robespierre'i ispata davet ediyorum ...’ diyerek araya girince Robespierre kaçamak ama tehditkar konuştu:

Onların isimlerini gerek duyduğumda söyleyeceğim. Günün her anında, hatta gecenin her anında, Dağ sıralarında oturan iyi niyetlilerin kafasına en yanlış fikirleri, en acımasız iftiraları sokmak için çalışan komplocular var ... Her şeyi biliyorsanız, yurttaşlar, bizi vatanın düşmanlarına yeterince sertlik gösterme konusunda ... zayıflıkla suçlamanın pek haksızlık olmayacağını da biliyorsunuzdur.”

Devrimin ve diktatörlüğün lideri, yaptığı konuşma ile kendilerini devirmek için hazırlanmış Thermidorcuların komplosunu ifşa eder ve daha sert tedbirlerle komplonun üzerine gidileceği mesajını verir. Bu konuşmadan iki gün önce çıkarılan “22 Prairial Yasası”, ki Jakoben diktatörlük döneminde çıkarılan en sert olağanüstü yasadır ve karşı devrimci komplonun üstüne en sert şekilde gitmeyi hedeflemektedir.. Robespierre’nin konuşmasıyla komplocuların saflarında panik baş gösterir. Hızla harekete geçmedikleri durumda kaçınılmaz sonlarını gören komplocu klikler seferber olur... Komplocular bu bilinçle Robespierre önderliğindeki diktatörlüğü yıkma çalışması yoğunlaştırır.

Paris'in işyerleri, sokakları ve toplanma yerleri, geleceğe yönelik iyimserlikle bugünden duyulan korkunun kuvvetli bir karışımıyla kaynıyordu. Robespierre'in Konvansiyon'da, önemli Komitelerde, Paris Komünü'nde ve Jakoben Kulübü'ndeki müttefikleri, Fleurus haberi ( 26 Haziran 1794’te kazanılan savaş-bn.) geldiğinde bile Cumhuriyet'in güvende olduğundan emin değildi: Daha ezilecek iç düşmanlar vardı ve en azından bazılarına göre, ahlaki yeniden doğuş daha sadece başlangıcındaydı. Çoğu kişi Robespierre'e hala ‘Dürüst Adam’ olarak güveniyordu. 4 Messidor (22 Haziran) tarihinde, iki yılını Paris'te geçirmiş, William Augustus Miles adında liberal bir İngiliz Londra'daki bir tanıdığına, bu ‘olağanüstü adam ... altının erişemeyeceği biri,’ diye yazıyordu. ‘Robespierre'in yurttaşları onun dürüstlüğüne inanmış’: ‘Suikasta kurban gidebilir yahut alelacele mahkum edilebilir fakat asla normal bir işlemle yok edilemez ...’ "

Robespierre, S. Just ve yoldaşları, Thermidorcuların komplo hazırlığının, derin ve yaygın sızmalarının farkındadırlar. Marat gibi (ki Marat’ın katledilmesi devrimci terörün geliştirilmesinde önemli bir dönemeçtir) Robespierre de bir suikastla öldürülmek istenmektedir. Kuşkusuz yalnızca Robespierre değil... Devrimci iktidar güven içinde değildir. Devrimci iktidar içerisindeki çelişkiler de artmaktadır. Jakoben diktatörlük içerisinde Jirodenleşen ama kendini “Leninist”, “Stalinist” pardon “Jakoben” olarak lanse eden kesimler de güçlenmektedir. Bu kesim devrimci-demokrat iktidarı yıkmayı amaçlayan komplonun içerisindedir. Jakoben diktatörlüğün daralmış olan siyasal ve toplumsal desteği bu bakımdan gerici darbeyi hazırlayan kuvvetlere elverişli bir durum yaratmaktaydı.

Robespierre herkes gibi, talihsizlikleri komplolara bağlayan açıklamalara kanmaya (bu saptama doğru değildir-bn.) hazırdı. 1794 yazında algıladığı kötü niyet öylesine büyük boyutlardaydı ki, Robespierre 13 Messidor (1 Temmuz) tarihinde, komplonun çok muazzam olduğunu, kendisinin bunu tarif etmeye sadece bir başlangıç yapabileceğini ve hepsini tanımlayamayacağını söyledi. Jakoben Kulübü'nde, siyasi gerginlikler ve kendi konumu hakkında yaptığı heyecanlı bir konuşmada, ‘aristokrasiyi ulusun adaletinden kurtarmak için’ Hoşgörülüler fraksiyonunu diriltmeye çalışanların varlığından yakındı. ‘Tanrı'nın İnayeti beni katillerin elinden kapıp kurtarılmaya layık gördüyse bu bana, kalan anlarımı yararlı kullanma görevi vermek içindir.’ İftiralar hiç peşini bırakmıyordu: ‘Senin nerede bulunduğunu söylesem titrersin’; kuşkusuz ki, Carnot'nun attığı taşa bir göndermeydi. Robespierre, ‘vatanseverleri ve Konvansiyon üyelerini katletmek için’ Devrimci Mahkeme'yi ayarlamakla, aşk macerasını gizlemek için Cecile Renault'nun çevresindekileri giyotine göndermekle suçlanıyordu. Ama bir Kulüp üyesi kalkıp ona destek için ‘Robespierre, bütün Fransızlar senin yanında’ diye bağırınca ‘Bana partizan da, övgü de lazım değil;’ diye yanıtladı, ‘benim savunmam vicdanımdadır.’ "

Her türlü iftiranın hedefidir Robespierre. “Aşk maceraları” üzerine yapılan açıklamalar da aynı komplonun bir parçasıdır.

Genel Güvenlik Komitesi'nin üyeleri, yeni bir polis bürosu kurarak yetkilerine tecavüz eden Robespierre'le St-Just'u hiç affetmemişlerdi. Bunu Robespierre'e ödettiler. Robespierre hayranı ve kendini onun peyamberi ilan etmiş olan Catherine Thfot'un soruşturması sırasında kadını düşman İngilizlerin bir piyonu gibi gösterip Robespierre'i bu kadınla ilişkilendirerek gözden düşürdüler.”

Robespierre ve yoldaşları karşı devrimin kapsamlı bir tarzda en tepesi de dahil iktidara ve dayanaklarına sızdığını, kendilerini devirmek için fırsat kolladığını biliyordu; “komplonun çok muazzam olduğunu, kendisinin bunu tarif etmeye sadece bir başlangıç yapabileceğini ve hepsini tanımlayamayacağını” açıklaması bunu kanıtlar. Bu konuşmanın yapıldığı tarih,13 Messidor (1 Temmuz) “dur. Evet 9 Thermidor yaklaşıyordu. Israrla körüklenen iftira fırtınası, onu ve iktidarı gözden düşürmek için örgütlenen Thermidor darbesine meşruiyet kazandırma operasyonunun önemli bir sac ayağıydı. Aynı hikayeye SSCB’nin iç ve dış düşmanlarının politikasında da şahit olmaktayız... Uğramadığı iftira kalmayan büyük Stalin’i anımsatmaya gerek var mı!

Robespierre, 26 Temmuz (8 Thermidor) tarihinde Konvansiyon'da yapacağı çığır açıcı konuşmasını hazırlıyordu; ki bir gün sonra (9 Thermidor) Jakoben iktidarı darbeyle yıkılacaktır.

Kriz ortamında, Robespierre tekrar tekrar, "gizli bir suç örgütü var" dedi ama komploların Konvansiyon'a ve hatta hükümet Komitelerine sızdığı yolunda muğlak iddialar dışında, sadece üç vekilin (Finans Komitesi'nin önemli üyeleri Cambon, Mallarme ve Ramel'in) adını verdi.

Genel Güvenlik Komitesi'nin üyelerinden Jean-Henri Voulland 9 Thermidor (27 Temmuz) tarihinde, güneydeki memleketi Uzes kasabasına yazdığı mektupta diyordu ki:

Robespierre'in dün Konvansiyon'un ortasına düşüveren konuşması çok acılı bir izlenim yarattı. ... iki komiteden hiç kimse bugüne kadar ne Cumhuriyet'e, ne de kendini Cumhuriyet'e adamış birine karşı herhangi bir komploya falan girmiş değil. Bir tek Robespierre aldanmış ve onu mahvetmek yahut suçlamak için gizli bir plan tezgahlandığını sanıyor ... 31

Oysa bu sözlerin yazıldığı gün Thermidor darbesi gerçekleşti ve bir gün sonra Robespierre ve 20 yoldaşı yargılanmadan giyotine gönderildi. Komplocular hedefine ulaşmıştı, hem de “demokrasi için Tiranlığın devrildiği” propagandası eşliğinde... Gerçek bu, ama bugün bile ısrarla öyle bir “komplo yoktu” propagandası yapılarak burjuvazinin tarihsel suçları gizlenmeye devam edilmektedir. Hala bugün bile Troçkist-Zinovyevist-Buharinistlerin-Thaçevskylerin, Yagodaların, Yejovların merkezinde olduğu komplolar gizlenmekte ve Stalin günah keçisi ilan edilmektedir...

XVI. Louis'nin 1791 Haziran'ında beceremediği ülkeden kaçma girişiminden sonra Robespierre ve diğer Jakobenler, Fransa'nın içindeki tehlikeli karşıdevrimci muhalefetin daha geniş bir yabancı komplosunun bir parçası olduğu yolundaki korkuya kapılmaya her zaman hazırdılar. Bu komploların tüm boyutlarıyla gerçekleştiği çok enderse de, bu korkuları destekleyecek kanıtlar daima vardı. Şimdi de 8 Thermidor tarihinde Robespierre, bu kez Konvansiyon'un içinde başka bir komplonun varlığında diretmişti. Fakat en azından bu kez tümüyle haklıydı.”

Yazar şu bilgileri vermeye devam eder:

Öldürmek yahut öldürülmek için nedenleri olan dört önemli vekil grubu vardı. Bunların birincisi, Robespierre aşırılığa kaçmakla suçlu olanlardan söz edince hepsi korkudan ürperen Carrier, Fouche, Tallien, Freron ve Dubois-Crance gibi, görevli gönderilip geri çağırılmış vekillerdi. İkinci grup, Komitelerde Hebertçilerle yakın olmuş kişilerden oluşuyordu ki bunların arasında Collot, Billaud, Amar ve Vadier vardı. Amar ve Vadier ayrıca Genel Güvenlik Komitesi'nin, Vadier'in Thfot olayındaki rolünden belli olan yan meşguliyetinden ötürü de tedirginlik duyuyordu. Aynı şekilde, Danton'a bağlı üçüncü bir grup, Lecointre, Thuriot, Legendre ve Bourdon de l'Oise de Robespierre'in gevşeklikle ilgili sözlerinden ister istemez tedirgin olmuştu. Son olarak, bir hafta önceki feci toplantıyı hatırlayan Kamu Güvenliği Komitesi'ndeki Lindet, Prieur de la Côte-d'Or ve Carnot gibi ‘teknokratlar’, onun konuşmalarında bir tehdit iması hissetmişlerdi. Robespierre'in konuşması, bu dört grubun üstüne bir de çok etkili bir isim olan Cambon'u harekete geçmek zorunda hissedenler listesine eklemişti

Robespierre'in muhalefet etmekle ihaneti artık açıkça birbirinden ayırt edemediği bu zamanda hiç kimse güvende değildi. Ona karşı çıkanlar birlik içinde davranmak zorundaydı. Öylesine çok fraksiyon ve korku vardı ki, hiç kimse bu korkuyu bitirmenin Robespierre'i günah keçisi haline getirmekten başka bir yolunu bilmiyordu. Jakoben vekil Marc-Antoine Baudot sonraları, ‘9 Thermidor mücadelesi prensipler değil, öldürme meselesiydi,’ diye hatırlayacaktı, ‘Robespierre'in ölümü bir zorunluluk haline gelmişti’ .

Jakoben vekil Marc-Antoine Baudot sonraları, ‘9 Thermidor mücadelesi prensipler değil, öldürme meselesiydi,’ “ derken gerçek durumu, devrimle karşı devrim arasındaki uzlaşmaz mücadeleyi ve karşı devrimin Jakoben diktatörlüğü ve liderini günah keçisi haline getirerek Thermidor darbesini gerçekleştirdiğini gizlemektedir. “Öldürme meselesi” bir sonuçtu, ayrılıklar “prensipler” ayrılığıydı...

Bütün karşı devrimci klikler devrimi bir an önce sonlandırmak* için bir araya gelmişti. Dün Robespierre’yi ilahlaştıranlar, kışkırtanlar, kitlesel katliamlarla Robespierre ve iktidarı itibarsızlaştırmaya çalışanlar, bu “günah keçisi” operasyonunun da en önde gelen şahsiyetleriydi... “Bunlar ‘ahlaksız adamlar’dı, ‘dilleri değişen adamlar, bugün söylediğini yarın inkar edenler... adaletin kılıcı hepsinin üstüne inecek’ " derken Robespierre, bir tarihsel gerçeğin altını çizmekteydi; onlar, “adaletin kılıcı” üstlerine inmesin diye, Thermidor darbesini gerçekleştirdiler. Thermidor karşı devrimi, büyük burjuvazinin darbesiydi. Bu darbeyle, iktidar tekelini kaybetmiş büyük burjuvazi, politik iktidarı yeniden ele geçirmeyi başardı.


Robespierre “terörist”, “manyak”, “kindar”, “kadın düşkünü” olmakla, “kendisini putlaştırmakla”, “on binleri haksız yere katletmekle”, “düzmece mahkemeler” gerçekleştirmekle, “her tarafta komplocu gören paranoyak”, “sonradan görme” olmakla, “çapsızlık”la, aklınıza gelen her şeyle suçlandı. Tıpkı Stalin ve proletarya diktatörlüğü somutunda olduğu gibi. Burjuvazinin kini ve intikamcılığı, iftiraları sınırsızdır o gün olduğu gibi bugün de... Troçkizm de onların ayak izinde. Troçki bir yalan, demagoji, manipülasyon fırtınası olarak çalışmıştı.

Tıpkı Jakoben diktatörlüğü ve Robespierre’yi Jirodenci bir darbeyle yıkmayı örgütleyen değişik klikler nasıl “birlik içinde davranmak zorunday”dıysa, bu çıkar birliği onları tek cephede ve ortak hedefte birleştirdiyse, aynı olgu, Lenin ve Stalin döneminde de gerçekleşti. Oportünist klikler, Leninizm’e, proletarya diktatörlüğüne, sosyalizmin inşasına karşı birleşti; değişik türden ittifaklar kombenizasyonundan geçerek, nihayet bir ucu emperyalist devletlere, faşizme uzanan, bir ucu devrilmiş gericiliğe ve Jirodenleşerek sosyalizm düşmanı haline gelen “geçici yol arkadaşları”na dayanan bir karşı devrimci ittifaka dönüşerek Stalin önderliğindeki parti ve sosyalist iktidarı yıkma saldırısına dönüştü.

Tıpkı Robespierre gibi Stalin de (üstelik daha beter) benzer iftiraların hedefi oldu. Bu konuda Troçki, üstlendiği özel misyonla, her türlü yıkıcı karşı devrimci çalışmanın ve iftiraların yalan fabrikasına, “altın çocuğu”na dönüştü.

Robespierre’nin not defterinden şunlar yazılıyor:

" ‘Tek vücut olan ‘ bir azim ve irade/ister ... Bu azim ve iradenin cumhuriyetçi olması için, cumhuriyetçi bakanlar, cumhuriyetçi bir hükümet ister. Memleket içindeki tehlikeler burjuvalardan gelmektedir; burjuvaları yenmek için, halkla birleşmek ister... Halk, Convention ile birlik olmalı, Convention da halkı kullanmalıdır.” (Aktaran Albert Sobul, 1789 Fransız İnkılabı, s. 352)

İç ve dış gericiliğe karşı “yekvücut” olmadan karşı devrimin zafer kazanması engellenebilir miydi? Bu olanaklı mı? Karşı devrim cephesini oluşturanlarla “tek irade” kurmak mümkün mü? Eğer Jakobenler, “demokrasi” adına Kralcılarla, Jirodenlerle, sonradan dönmelerle birlikte iktidar kursaydı, bu durumda, karşı devrimi, iç savaşı, beyaz terörü örgütleyen ve devrimin kazanımlarını yok etmeye çalışan politik-askeri kuvvetlerin, devrimi ezmesi kaçınılmaz olmayacak mıydı? Bu, devrimin kazanımlarının yok edilmesi, proleter ve emekçi kitlelerin azgın bir sömürü ve terörle yaşamının cehenneme dönüştürülmesi için altın tepsi içerisinde karşı devrime sunulan hediye olmayacak mıydı?

Eğer öyleyse, bu durumda, Jakobenlerin “devrimci-demokratik cumhuriyet” kurmak için cumhuriyete düşman olan bütün kesimleri iktidardan dışlaması ve devrimci terörle ezmesi, haklı, meşru, devrimci ise, bu durumda “demokrasi” adına “Stalinistler”e, pardon, Jakobenlere karşı saldırıya geçmek, iftira atmak, komplolar kurmak, iç ve dış gericilikle birleşmek haklı olabilir mi?! Eğer değilse, bu durumda “Stalinistler”den, pardon, Jakobenlerin deneyiminden öğrenmek gerekmez mi? Eğer öğrenmek gerekiyorsa, bu durumda, “Stalinist diktatörlük”ten, pardon pardon, Jakoben diktatörlüğün dersleriyle donanarak da sınıf mücadelesinde yer almak gerekmez mi? Gerekiyorsa, bu durumda, “demokrasi”, “parlamenter demokrasi”, “sosyalist demokrasi” kılığına bürünmüş anti-devrimci, anti-komünist burjuva ve gerici propagandaya ve tarih çarpıtıcılığı karşı tutum almak gerekmez mi? Bu gerçeklerin yok sayılmasının burjuvazinin ve müttefiklerinin çizgisi olduğu açık değil mi?

Bu soruları SSCB tarihsel deneyimi, “Stalinist 30’lu yıllar” için de sorabiliriz...

Jakoben terörünü değişik açılardan okuyabilir ve yorumlayabiliriz. Biz, bu konuda, özet bir değerlendirmesinde A. Sobul’a başvuralım.Şu halde, Tethiş hareketi, aslında, âsilere ve hainlere karşı kullanılan milli ve inkılâpçı bir savunma vásıtası olmuştur. İç savaş gibi, iç savaşın bir yüzünden başka bir şey olmayan Tethiş de, ya aristokrat olduğu için, ya da kaderlerini aristokrasinin kaderine bağladığı için sosyal bakımdan kaynaşması imkânsız unsurları milletin içinden çıkarıp attı. Hükümet Komitelerine ‘ortak eylem kuvveti’ni verdi: bu kuvvet sayesinde Komitelere devlet otoritesini diriltmek ve kamu selâmeti kuralını herkese zorla kabul ettirmek imkânını sağladı. Bundan başka, Tethiş hareketi, sınıf egoizmlerini bir an susturmak suretile, milli tesanüt duygusunu geliştirmeğe yardım etti. Hele, savaş çabası ve milletin selâmeti için lüzumlu olan güdümlü iktisadı zorla kabul ettirmek imkanını verdi. Tethiş hareketi, bu manasile, bir zafer etkeni oldu-” ( Albert Sobul, 1789 Fransız İnkılabı, s. 428)

Jakoben diktatörlüğün kazanımları tarihe mal olmuştur. Burjuva devrimin en büyük, en köklü kazanımları Jakobenci diktatörlük tarafından kazanıldı. Jakoben diktatörlüğün son tahlilde yenilgisine rağmen bu böyledir. Jakobenler öyle bir tarih yaptılar ki, ne Lenin’i “menfur Robespierre”, Stalin’i ise “menfurların menfuru Robespierre” ilan eden Troçki ne de birkaç yüzyıldır Jakobenlere nefret kusan burjuvazi ve gericilik unutturabiliyor.

Bu bölümde, kısaca, Thermidor darbesi karşısında Babeuf’un tutumuna da işaret etmek yararlı olacaktır.

François Nöel Babeuf, başlangıçta Thermidor darbesini destekler. Babeuf, “9 Thermidor’daki değişikliğin, terörün kötüye kullanışlarına son vererek devrimi yeni bir atılıma götüreceğini düşünmüştü gerçi; ne var ki, düşlerinin dağılması için iki aydan az bir zaman yetmişti.”

Babeuf bu yanılgısını kamuoyu önünde açıkça kabul eder.

«Robespierre sisteminin Canavarca yapıyıkmak için- kimi insanların yanı sıra- başlarda şiddetle gürlediğimde, tam t bir noktada halk için uğursuz bir başka yapının kurulmasına yardımcı olduğumu bilmekten uzaktım; yazılan ve söylenen görüşler için hoşgörü ve özgürlük isterken de, Cumhuriyetin temellerini yıkmak amacıyla bütün bunlardan yararlanılacağını görmekten de uzaktaydım.” (Server Tanilli, Dünyayı Değiştiren On Yıl, s. 149-150)

Babeuf’un özeleştirisi, Thermidor gericiliğinin demagoji ve manipülasyonunun etki gücünü göstermektedir. Thermidor, sözde “terör”e karşı “demokrasi”, “özgürlük” sloganları arkasında darbeyi örgütledi ve gerçekleştirdi. “Cumhuriyetin temellerini yıkmak amacıyla bütün bunlardan yararlanılacağını” kavramayanlar da bu gerici darbenin peşine takılmıştı başlangıçta. Bu deneyim, emperyalistlerin, sosyal demokrasinin, Troçkistlerin “Kahrolsun Tiran Stalinizm”, “demokrasi” ve “sosyalist demokrasi” isterük sloganlarının arkasına nasıl gizlenerek Stalin önderliğindeki sosyalist demokrasiyi, Sovyet cumhuriyetini (proletarya diktatörlüğü) yıkmaya çalıştıklarına da ışık tutmaktadır. Bu anti-komünist kampanyanın, özellikle de “komünizm”, “Leninizm” maskeli olanının pek çok insanı etkilediğini, saflarına çektiğini biliyoruz. Karşı cepheye geçenlerin bir kısmı zaman içerisinde komünizm saflarına geçerken, daha yaygın kesimlerin ise devşirilerek kullanıldığını biliyoruz.

Babeuf burjuva demokratik devrimin önderlerindendi ve giderek “Babeufçu komünizm” (ilkel komünizm) teorisini geliştiren, pratikte buna uygun davranan büyük bir devrimciydi. Babeuf, 1794-1795 yılında, Jirodenci diktatörlüğe, Direktuvar yönetimine (1795-1799) karşı “halkı başkaldıya çağıran ilk kişi oldu.” 1796 yılında örgütlediği ayaklanma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. “Eşitlik İçin Tertip” (“Eşitler Cumhuriyeti”) hareketi mensupları (ayaklanma, bir hain -subay- tarafından bildirilir) yaygın bir terör eşliğinde tutuklanırlar.

Babeuf ve yoldaşları, bu yiğit devrimci savaşçılar, “özel olarak kurulan yüksek bir mahkemede yargılanır”lar. Mahkemeye “demir kafesler içinde götürülür”ler. Mahkeme 1797 Şubatında başlar ve üç ay sürer. Mahkeme ağır cezalar verir (27 Mayıs 1797) Babeufçulara, Babeuf ve Darthe’nin payına ölüm cezası düşer ve karar o gün akşam yerine getirilir. İki devrimci savaşçı, mahkeme ölüm kararını açıkladığında, mahkeme salonunda, daha önce aldıkları karara bağlı olarak, birbirlerini hançerleyerek canlarına kıymaya çalışırlar... Bu tutumun anlamı şudur: Eğer ölmemiz gerekiyorsa, buna siz değil, biz karar veririz. Ölümümüz sizin elinizde olmayacak. Bu iradeyi teslim alamayacaksınız. Bu, düşman arenasında, düşmana karşı verilen devrimci bir yanıttı. Bu yöntem, Babeuflardan önce de devrimci Jakobenler tarafından kullanılan bir yöntem olmuştu.

DEVAM EDECEK

NOT: Önümüzdeki bölümde, gerek Jakoben diktatörlük gerekse de “Stalinist diktatörlük” dönemlerinde ortaya çıkan “aşırılıklar”, “haksızlıklar” üzerinde duracağız.