16 Ekim 2023 Pazartesi

FİLİSTİN’İN GAZABI, İSRAİL’İN SOYKIRIMCI “DEMİR KILIÇLAR” HAREKATI

 

FİLİSTİN’İN GAZABI, İSRAİL’İN SOYKIRIMCI “DEMİR KILIÇLAR” HAREKATI



I

Filistin birleşik direniş hareketinin İsrail sınırlarının 20 kilometre içlerine dek uzanan 7 Ekim tarihli askeri operasyonu, İsrail burjuva devleti, Arap gerici devletleri ve emperyalist devletler cephesinde büyük bir şok yarattı. Bu son derece organize, kapsamlı ve güçlü askeri vuruş, Amerikan emperyalizmi, AB emperyalizmi ve İsrail yandaşları tarafından yürütülen kirli psikolojik savaşa karşın, başta Ortadoğu olmak üzere halklar nezdinde ciddi bir sevinç ve coşku yarattı. Bu başarılı ve etkili vuruş, İsrail devletini, istihbaratını, ordusunu, Netanyahu hükümetini madaraya çevirdi. O aşılmaz duvarlar, “Demir Kubbe”ler, yenilmez, her şeye kadir İsrail devleti propagandası ağır bir darbe aldı. Ve şok darbesinin altında sersemleyen, paniğe kapılan soykırımcı sömürgeci İsrail devleti, savaş makinesini harekete geçirdi. İsrail siyonizmi, başta yasaklı kimyasal silahlar olmak üzere yıkıcılıkta sınır tanımayan intikam saldırıları başlattı... Her dönem olduğu gibi bir kez daha İsrail burjuva devletinin soykırımcı karakteri ve saldırganlığı, ABD, AB emperyalizmi tarafından “terörizme karşı mücadele” kamuflajıyla alkışlandı.

Gerek dünya çapında gerekse de Ortadoğu’da gerici ve faşist terörün kaynağı olan emperyalizm, kapitalizm, siyonist İsrail devleti, sınır tanımaz ikiyüzlülükle Filistin ulusal direnişini, Filistin halkını bir kez daha “terörist” olmakla yaftaladı. Filistin vuruşuyla birlikte Amerikan emperyalizmi, İsrail siyonizmi tarafından örgütlenen kapsamlı bir karşı kirli psikolojik hareket de devreye girdi. Hedef belli: Filistin ulusal davasını, Filistin ulusal direnişini gözden düşürmek...

II

İsrail devleti savaşta olduklarını açıkladı. Evet bu savaş on yıllardan beri sürmektedir. Savaşın bir tarafını sömürgeci İsrail sermaye devleti, diğer tarafını ise mazlum Filistin halkı temsil etmektedir. Başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere Batılı emperyalist devletlerin sınırsız desteğine sahip İsrail siyonist devleti, savaşın haksız, sömürgeci, soykırımcı tarafını, Filistin halkı ise ulusal özgürlük talebine dayanan, haklı ve meşru savaş yürüten tarafını temsil etmektedir.

İsrail sermaye devleti “savaştayız” açıklamasıyla, “teröristler”le değil, Filistin halkının meşru, haklı savaşı ile karşı karşıya olduğunu itiraf etmiş oldu. Açık ki, Filistin direniş hareketinin son askeri vuruşu da dahil, Filistin ulusal mücadelesi “terörizm” olarak değerlendirilemez ve mahkum edilemez. Filistin ulusu ve ulusal direniş hareketi soykırımcı sömürgeci İsrail devletine karşı başkaldırı, silahlı mücadele hakkını kullanmıştır ve hakkın kullanılması “terörizm” değildir. Filistin’i sömürgeleştirme, “Büyük İsrail devleti”ni (sözde “Allah tarafından vaat edilmiş topraklar”, Nil’den Fırat’a...) kurma, bölgesel çapta emperyalist yayılma ve hegemonya kurma stratejisi ve saldırısı ile haksız, kirli, gayrimeşru savaşın odağı olan İsrail sermaye devleti, doğal ve kaçınılmaz olarak Filistin ulusal direnişinin askeri hedefidir. Soykırımcı İsrail burjuva devleti, Filistin halkının ulusal demokratik hakları için on yıllardır sürdüğü direniş ve ayaklanmaları daima terörle, soykırımlarla yanıtladı. Koskoca bir tarihsel sürece tekabül eden soykırımcı, sömürgeci haksız savaşı göz ardı ederek Filistin halkının meşru ve haklı savaşını ve bu çizginin askeri ifadesi olan savunma ve saldırı eylemlerinin “terörizm” olarak lanse edilmesi Filistin’deki soykırım savaşını meşrulaştırma amacını gütmektedir. Mandel’a önderliğindeki ulusal demokratik hareketin, yakın tarihte de PKK ve Kürt ulusal devriminin ve Öcalan’ın “terörist” ilan edilmesi örneklerinden de görüleceği gibi, “terörizm” yaftası emperyalizm ve gericiliğin elinde halklara karşı yürütülen gerici savaşın argümanıdır.

Terörizm” propagandası Hitler faşizminin kullandığı, ABD ve diğer emperyalist devletler, İsrail siyonist devleti tarafından iştahla devralarak fütursuzca kullanageldiği faşist propagandadır. Filistin ulusu kendi ulusal devletini kurma hakkına, bu hakkı koparıp almak için ulusal direniş ve ayaklanma, silahlı mücadele hakkına, haklarına sahiptir ve bu mücadele tümüyle haklı, meşru, desteklenmesi gereken bir mücadeledir. Ulusal özgürlük talebi ve ulusal direniş Filistin halkının kayıtsız şartsız hakkıdır ve terörizm, İsrail siyonizminin gerçeğidir.

Bu perspektif ve bağlamdan koparılmış bir tarzda sadece “sivilleri katlettiği” gerekçesiyle İsrail devletini kınayanlar, gerçekte Filistin davası ve direnişi gerçeğini, İsrail devletinin soykırımcı tarihsel politikasını, Filistin işgalini gözlerden gizlemekte, böylece emperyalizm ve siyonizme yedeklenmektedir. Sivillerin hedef haline getirilmesi, katledilmesi elbette ki protesto edilecektir ve edilmelidir ama Filistin sorunu ve direnişinin taleplerini ve İsrail sömürgeciliğinin gerçeğini atlayarak yapılan açıklamalar ve “analiz”ler manipülatiftir. Temelde karşı çıkılması gereken emperyalizm ve siyonizmin boyunduruğu ve sömürgeci savaştır; İsrail’in soykırımcı kitlesel katliamları ve saldırıları bu temelle bağlıdır. Bu gerçeği görmezden gelerek oportünistçe açıklamalar yapmak tutarlı demokratizmi de yadsımak demektir.

Hatırlatmak isteriz ki; bütün emperyalist devletler, bütün burjuva devletler hedeflerine ulaşmak için savaştıkları ülkelerin ve halkların iradesini kırmak, teslim olmalarını sağlamak için özellikle halkı (yani sivilleri) hedef alır, kitlesel katleder, alt yapıyı çökertir, aç bırakır vb. Bütün sömürgeci devletler bu politikayı sistematik tarzda uygulamıştır. İsrail sermaye devletinin sömürgeci savaşı somutunda da bu realiteyi çıplak gözle görmekteyiz. 7 Ekim askeri vuruşunu gerekçe gösteren İsrail, Gazzeyi alt ve üst yapısıyla yok etmektedir. Yasaklı ve kullanılması insanlık suçu, savaş suçu sayılan kimyasal silahları da kullanmaktadır. Gazze’de yaşayan iki milyon insanı yurdundan dışarı sürmek, Gazze’yi insansızlaştırmak, Gazze’yi İsrail askeri garnizonuna çevirme politikası izlemektedir... Türkiye’de on binlerce sivili yok eden, milyonlarca Kürdü köylerinden, kasabalarından, ilçelerinden süren sömürgeci Türk burjuva devletinin gerçeği de bunun kanıtıdır. Erdoğancı dinci faşist rejim tıpkı İsrail’in Gazze’de yaptığı gibi Rojava’da (da) kimyasal silahlar kullanmakta, “altyapısıyla ve üst yapısıyla” Rojava’yı yok etmekte, sivil nüfusu vurmanın yanı sıra, başta Kürtler olmak üzere sivillerin bölgeyi boşaltmasını dayatmakta, dinci faşist güçleri yerleşimci olarak oralarda konumlandırmakta, her türlü askeri imha saldırısını gerçekleştirmektedir. Yani kısacası, bütün gerici ve emperyalist, sömürgeci savaşlarda, uluslararası alanda yasaklandığı ve savaş suçu sayıldığı halde kimyasal silahların kullanılmakta, siviller katledilmektedir.

Soykırımcı İsrail devletine ve Filistin ulusal direniş hareketine “itidal” çağrısı yapan tüm burjuva devletler, siyasal İslamcı rejimler ve hareketler, Erdoğan gibi dinci faşist teröristler, gerçekte Filistin ulusal davasına ve mücadelesine karşı, İsrail siyonist devletini koruyup kollamaktadırlar. Yapılacak çağrı “itidal” çağrısı değil, bir bütün olarak Filistin halkının ayağa kalkması, bölge ve dünya halklarının eylemleriyle Filistin ulusal davasını sahiplenmesi; başta İsrail siyonizmi ve Amerikan emperyalizmi olmak üzere AB emperyalizmine ve Filistin davasını satan Arap burjuva devletlerine karşı her cephede mücadelenin geliştirilmesi; İsrail devleti ile olan bütün ekonomik, siyasi, askeri ve diplomatik ilişkilerin derhal kesilmesi, Filistin ulusunun tüm ulusal haklarının tanınması çağrısı olmalıdır.

III

Filistin direniş hareketinin “El Aksa Tufanı” adını taşıyan askeri operasyonunda Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC, kuruluşu 1967, kurucu lideri George Habaş), Filistin Demokratik Halk Cephesi (FDHK) gibi Filistin direniş tarihinde uzun geçmişleri ve ağırlıkları olan, son derece deneyimli siyasi ve askeri örgütler de yer almıştır. Toplam (İslamcı ve solcu) 14 direniş örgütünü kapsayan birleşik askeri vuruş, unutulmaya, yalnızlığa terkedilmiş, gündemden düşürülmüş Filistin davasını yeniden uluslararası gündeme ve Arap halklarının gündemine taşıdı.

ABD önderliğinde örgütlenen Arap devletleri ile İsrail ilişkilerini “normalleştirme” (“Abraham Anlaşması) hareketinin de bu operasyonla ağır bir darbe aldığını söyleyebiliriz. Filistin direniş hareketinin bu darbesi, “normalleşme” kervanına dahil olmak üzere olan dipten doruğa çürümüş şeriatçı Suudi Arabistan devletinin de suratına inen ağır bir tokat oldu. Bugün için Filistin direnişi belki (Filistin ulusal davasının üzerinde tepinerek) başlatılmış “normalleşme”yi başlı başına önleyemecek ama işbirlikçi rejimlerin hain karakterini Arap halkları nezdinde teşhir ettiği ve edeceği gibi Filistin direnişine desteği de büyüteceği açıktır. Filistin davasını ve direnişini desteklemek için dünya çapında başlayan ve genişleyeceği açık olan protestolar bu gerçeğin yansısıdır.

Filistin sorunu, tarihsel karakteri ve ulusal direniş ile dünya çapında yarattığı devrimci etkinin yanı sıra, Ortadoğu’da devrim ocağı oldu daima. Ve Filistin ulusal kurtuluş hareketi dünya çapında enternasyonal destek ve dayanışmayla şekillendi. Türkiye devrimci hareketi de içinde olmak üzere pek çok devrimci örgüt ve militan, Filistin kamplarında Filistin örgütlerinin askeri eğitiminden geçti. Fakat bir dizi gelişmenin baskısı altında (1989/91 çöküşünün rolü, Filistin ulusal hareketini parçalamak, etkisizleştirmek için HAMAS’ın önünün açılması, FKÖ’nün emperyalizm ve İsrail siyonizmiyle uzlaşmaya girerek geri adım atması vb. vb.) Filistin ulusal davasına önderlik eden Filistin devrimci hareketi zayıflayarak geriledi ve doğan bu boşlukta İslamcı örgütler öne çıktı ve hegemonyayı ele geçirmeyi başardı. Hatırlatmak isteriz; Filistin ulusal kurtuluş hareketi devrimci sol çizgide olduğu sürece siyasal İslamcı akımların ana gövdesi tarafından desteklenmediği gibi hep teşhir edilmiştir.

Bu olgu, ulusal demokratik devrimci Filistin hareketinin gerilemesi, Filistin davasının niteliksel bakımdan zayıflamasıyla tamamlandı. İsrail ne BM kararlarını taktı ne de Oslo’da, 1993 tarihinde imzalanan “Oslo Anlaşması; bu durum FKÖ’nün imzaladığı anlaşmanın da lafta kalmasına yol açtı. Bu pozisyona karşı FKÖ tarafından gerekli mücadelenin geliştirilmemesi ve giderek Filistin burjuvazisinin temsilcisi olarak öne çıkan (ve her türlü burjuva çirkefin öncüsü, önderi olarak nam salan) Abbas’ın ve yönetiminin İsrail işbirlikçisi, hatta kuklası haline gelmesi ile Filistin davası ağır bir yara aldı. Bu olgular, devrimci Filistin hareketine karşı bilerek önü açılan İslamcı HAMAS’ın gelişmesine büyük bir katkı yaptı. (ki bu tek yanlı bir süreç değildi, gelişimi sürecinin daha ilk evresinde HAMAS’ın pek çok lideri de suikastlar aracılığıyla katledildi.)

Laik, seküler geniş bir sol çevre tarafından HAMAS’ın İslamcı gerici ideolojisi ve şeriata dayanan bir iktidar kurma siyasal hedefi nedeniyle, Filistin ulusal kurtuluş hareketine karşı mesafeli durmayı bir politika tarzı haline getiren tutum ve duruşlar üzerinde de durmakta yarar görmekteyiz.

Gönül ister ki, Filistin ulusal davasının önderliği komünist olsun, olmadı mı, devrimci-demokratik olsun. Ama günümüzün gerçeği çok farklı. Ortada somut bir durum var: Filistin direniş hareketinin liderliği HAMAS tarafından ele geçirilmiştir. Filistin halkı HAMAS’ı İslamcı olmaktan çok sömürgeciliğe karşı savaştığı için desteklemektedir. Filistin halkın çoğunun HAMAS’çı olmadığına dikkat çekmek isteriz.

Peki bu durum Filistin ulusal direnişini gericileştirdi mi? Hayır, Filistin ulusal kurtuluş hareketi demokratik-ilerici karakterini korumaya devam etmektedir. Filistin ulusal direnişinin ilerici mi gerici mi olduğu ya da gericileşip gericileşmediği salt HAMAS’a bakarak kavranamaz. Meseleyi bu dar sınırlara hapsederek politik tutum belirlemek doğru değildir. Kuşkusuz ki andığımız siyasal tutumu yönlendiren saiklerden bir tanesi de Afganistan’daki Taliban deneyimi, “Irak ve Şam İslam Devleti” (IŞİD) deneyimi, IŞİD hareketinin Ortadoğu çapındaki vahşetidir...

Bunu anlayabiliyoruz, fakat ortada bir Filistin ulusal davası var ve bu haklı, meşru davaya on yıllarca önderlik eden Filistin ulusal devrimci hareketiydi. Yani Filistin ulusal davası ne HAMAS’la başladı ne HAMAS’la sonlanacak. Filistin ulusal özgürlük davası kapsamı ve derinliği itibariyle siyasal İslamcılığın dar dünyasıyla da sınırlı, ona sığacak bir dava ve direniş değildir...

Burada vurgulamak isteriz ki, sömürgeleştirilen ulusların ve ezilen bağımlı ulusların ulusal özgürlük mücadelesi haklıdır, meşrudur. Bu, Filistin ulusu ve halkı, Filistin ulusal kurtuluş davası için de geçerlidir. Bu dava ve kavganın ulusal demokratik, ilerici karakterini unutarak, HAMAS karşıtlığı üzerinden Filistin ulusal direniş hareketinden uzak durmak yanlıştır. Koskoca Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinin tarihsel ve politik birikimini ve kesintisiz süregelmiş ulusal direnişini HAMAS nedeniyle unutmak, karşı tavır almak doğru değildir. Filistin ulusal davası HAMAS vesilesi ile HAMAS’a terkedilemez. HAMAS’ı desteklemeyebilirsiniz ama Filistin ulusal direnişi devam etmektedir. Bu direniş, son askeri saldırı ve vuruş deneyiminde de görüldüğü gibi, nesnel olarak Amerikan emperyalizmine, ABD önderliğindeki emperyalist Batı dünyasına, İsrail apartheit rejimine, işbirlikçi Arap devletlerine, hain Abbas yönetimine darbeler indiren bir direniş ve eylemdir. HAMAS vesilesiyle Filistin ulusal direnişini ve son vuruşunu “gerici” ve “terör eylemi” ilan edemezsiniz. Biz HAMAS’ı değil, Filistin halkının ulusal kurtuluş mücadelesini desteklemekteyiz. Doğru tutum budur. Bu tutum HAMAS ideolojisinin ve şeriat hedefinin sergilenmesiyle birlikte olmak zorundadır. Ayrıca Filistin halkının uzun vadede HAMAS hegemonyasını aşamayacağına inanmak, kılıflanmış ya da kılıflanmamış tarzda bu propaganda ve ajitasyonu yapmak doğru değildir ve ağır bir zafiyetin ifadesi olarak da eleştirilmelidir. Emperyalist ve siyonist güçler durup dururken Filistin haklı davasını ve ulusal direnişini gözlerden gizlemek için bütün dikkati HAMAS’ın İslamcı karakterine çekmiyorlar; yürüttükleri propagandayla, ortada Filistin, Filistin ulusal sorunu, ulusal direnişi yok “İslamcı terörist HAMAS” var demagoji ve manipülasyonu yapmaktadırlar. Aslında bu gerici psikolojik savaş, özelde solcuları avlama, manipüle etme, yedekleme halkları aldatma hesabı üzerinde yükseliyor; buna laik, seküler, burjuva demokrasisinden yana olan geniş kitleler de dahildir kuşkusuz.

HAMAS’ın gerçeği çelişkili bir gerçektir. Bir yandan siyasal İslamcı bir hareket olarak ideolojik olarak gericidir ama öte yandan da Filistin ulusal davası içinde öne çıkarak, bu direnişi üstlenme ve geliştirme yönelişiyle nesnel olarak ilerici bir rol oynamaktadır. Siyasal özgürlüğü reddetmesine karşın bu böyledir. Bu olgu, Filistin ulusal davasının ve mücadelesinin nesnel karakteriyle bağlıdır ve HAMAS bu nesnel temelin varlığı nedeniyle, bu temele dayanmak zorunda kaldığı için Filistin ulusal direnişinde yer almaktadır; ne zaman ki HAMAS şu veya bu emperyalist devletin uzantısı haline gelerek emperyalizmi ve bölge gericiliğini güçlendiren ve geliştiren bir çizgiye (eyleminin içeriği) oturur, o zaman bu hareket politik olarak desteklenemez, desteklenemez çünkü bu durumda Filistin ulusal direnişi haklı bir çizgiden sapmış emperyalizmi güçlendiren bir harekete dönüşmüş olacaktır... Bugünkü durum böyle değildir. Hiç olmazsa bu aşamada HAMAS ile IŞİD arasına eşit işareti konulamaz. Gerici siyasal İslamcı hareketlere karşı duyulan haklı tepkiyle tek yanlı politik tutum takınmak doğru değildir. Bu tutum önünü açtıkları, kullandıkları gerici ve faşist siyasal İslamcı hareketlere karşı gelişen tepkiyi manipüle eden, Filistin ulusal davası ve direnişine karşı hile yolunu kullanarak halkların anti-emperyalist, anti-sömürgeci mücadelesini boğmaya, Filistin direnişine desteği engellemeye çalışan Amerikan emperyalizmine ve müttefiklerine, İsrail siyonizminin demagojisine hizmet eder. Bugün için Filistin halkının ulusal direnişi belki de ağırlıklı olarak dinsel giysiler içerisinde ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni Filistin ulusal direnişi nezdinde ortaya çıkmış devrimci önderlik boşluğudur. Vurgulamak isteriz; yaşam ve mücadele mekanik ölçütlerle anlaşılamaz...

IV

Diğer bir sorun, HAMAS’ın ve 14 siyasi örgütün son askeri operasyonunun “sivilleri hedef” aldığı vesilesi ile mahkum edilmesidir.

HAMAS ideolojisi itibari ile sivilleri gözetme politikasına sahip olmamakla birlikte, keza zaman zaman sivilleri hedefleyen yöntemler kullanmakla birlikte, pratikte sivilleri vurma eylem çizgisini izlememektedir. Bunu görmemek, emperyalist, siyonist ve gerici liberal çevrelerin, sosyal reformist akımların psikolojik harekatına daha baştan teslim olmaktır. (Fakat bu, yarın öbür gün HAMAS’ın bu yöntemi eylem çizgisine dönüştürmeyeceği anlamına da gelmez.)

Emperyalizm, siyonizm ve gericilik Filistin ulusal direniş hareketini “sivilleri vurmak”la mahkum ederek İsrail’in sömürgeci faşist soykırım saldırılarını ve politikasını haklı çıkarmak için yoğun bir kampanya yürütmektedir. Ayrıca vurgulamak gerekir ki, sivilleri kitlesel biçimde vurmak, katletmek terörist İsrail devletinin sistematik politikasıdır. Keza Filistin cephesinden gelebilecek İsrailli sivillere zarar verebilecek savunma ve saldırı eylemlerinin de öncelikle sorumlusu ve suçlusu bizzat İsrail devletidir. Bakın şirazesinden çıkmış İsrail devleti Gazze’de yaşayan 2 milyonu aşkın Filistinliyi gece gündüz demeden katlediyor, elektiriksiz, susuz, ilaçsız ve aç bırakıyor, onları Gazze’den silmek istiyor; tam bir soykırım harekatıyla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Ve bu politika emperyalizmin desteğinde İsrail siyonist devletinin on yıllardan beri izlediği politikadır. Dolayısıyla meseleyi HAMAS’ın İslamcılığına ve sivillerin vurulmasına endeksleyerek tartışmak ve negatif tutum almak, meseleyi tarihsel bağlamından, somut gerçeğinden kopararak tek yanlı tutumlarla analiz ve propaganda yapmaktan başka bir şey değildir.

Filistin birleşik örgütlerinin askeri harekatı sırasında gerçekleştiği iddia edilen şeylerin (bir kadının çıplak teşhiri, sivil olduğu söylenen cesetlere saldırı, tecavüz iddiaları, kafa kesme görüntüleri vb.) hiç olmazsa büyük bölümünün ne kadar doğru olup olmadığını bilmiyoruz; anında servis edilen bu vb. görüntüleri nesnel ve denetlenebilir veriler üzerinde değerlendirme şansımız bulunmamaktadır. Ortadoğu ve Filistin İsrail uzmanı Faik Bulut (ki Faik Bulut, 1972'de Lübnan'daki Filistin Kurtuluş Örgütü kampında kalırken, Şubat 1973'te bu kamplara yapılan İsrail askeri operasyonu ile kaçırılarak İsrail'de 7 yıl 2 ay tutuklu kaldı.) ortaya atılan iddiaların, görüntülerin % 90’nının sahte ve yalan olduğunu vurgulamaktadır. Kaldı ki daha bugünden açığa çıkan iki örnek var; birinci örnek sosyal medyaya servis edilen kafası kesik bir insan görüntüsüdür. Bu görüntünün Suriye’de IŞİD’li caniler tarafından kafası kesilen bir insana ait olduğu açığa çıktı. Unutmayalım, IŞİD denen katliam ve terör örgütü ABD ve Batılı emperyalistler tarafından beslenip büyütülerek Ortadoğu’ya sürüldü. İsrail devleti ve istihbaratı da IŞİD’i destekledi. IŞİD, ABD’nin (ve diğer Batılı emperyalist devletlerin) Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme politikasının aracı olarak silahlandırılıp ortalığa salındı. İkincisi çıplak teşhir edilerek öldürüldüğü iddia edilen kadın örneğidir. Annesinin de açıkladığı gibi bu kadın öldürülmemiş ve bir hastahanede tedavi altında bulunmaktadır. Bu iki nokta Tele 1’de Emre Kongar’la program yapan Merdan Yanardağ tarafından da doğrulandı. Yanardağ aynı zamanda çıplak teşhir edildiği söylenen kadının teşhir edilmediğini, yaralanınca ilk bulunan araca atılarak hastahaneye kaldırıldığı bilgisini de verdi. Kaldı ki eğer böyle insanlık dışı bir eylem olmuşsa elbette ki protesto edilmelidir.

Filistin direnişçilerinin, İsrail hapishanelerinde tutulan savaş esirleri ile değiştirmek için bir koz olarak İsrail’li sivilleri (ve askerleri) tutsak aldığı anlaşılıyor.

Devam edelim.

Emperyalist psikolojik hareketin yakın örneğine Amerikan emperyalizminin Saddam rejimini deviren Irak işgali harekatı sırasında da misliyle tanık olmuştuk. Sahtekarca “Irak’ı özgürleştirme” adı verilen sömürgeci işgal harekatını dünya ve ABD kamuoyu nezdinde meşrulaştırmak amacıyla sınır tanımayan sahte, manüpilatif ve sahte videoların, görüntülerin (video, fotoğraf vb.) servis edildiğini biliyoruz. Olmayan kimyasal silahlar varmış gibi gösterildi. ABD sahillerinde çekildiği ortaya çıkan petrole bulanmış, acı çeken Karabatak kuşu görüntüsünün nasıl servis edildiğini, bu benzeri yöntemlerle dünya kamuoyunun nasıl yönlendirildiğini hepimiz hatırlıyor olmalıyız.

Bazı şeyler zaman içerisinde netleşecektir. Bu perspektif ve duyarlılığa dikkat etmeden, medyaya servis edilen ya da düşen bu vb. görüntüleri çekincesiz, otomatikmen doğruymuş gibi propagandasını yapmak ve bunu öne çıkarmak bizce yanlıştır. Emperyalistlerin, İsrail siyonizminin, faşist Netanyahu hükümetinin kirli psikolojik savaşta ustalaşmış, her duruma uygun görüntüleri de anında servis edecek güçler olduğunu unutmamamız ve gerçek durumu anlayıncaya kadar ihtiyatlı davranmamız doğru olacaktır. Kirli, haksız, sömürgeci psikolojik saldırı ve operasyonların Kürt ulusal devrimine karşı nasıl kullanıldığı deneyimine sahip olan bir coğrafyanın emekçi karaktere sahip solcularının bu bağlamda siyasi uyanıklığı elde bırakmamasının önemli olduğunu sanıyoruz.

Ayrıca bir olgunun altını çizmekte yarar vardır; Gazze ve Batı Şeria ile İsrail arasındaki sınırlara yerleştirilmiş “siviller” sivil değil, İsrailli militer işgalcilerdir. Bunlar tepeden tırnağa silahlı, İsrail toplumunun en ırkçı, dinci, faşist saldırgan ve seçilerek silahlandırılmış işgalci güçlerdir. Bu “yerleşimci”ler, sınırlarda konuşlandırılmıştır. Özellikle de Batı Şeria’da Filistin toprakları içlerinde çok sayıda yerde işgalci güçler olarak yerleşmiş bulunmaktadırlar. Bu para-militer faşist kuvvetler sürekli Filistinli katliamı yapmakta, işgal bölgelerini durmaksızın genişletmektedir. Bu kesimler ve Netanyahu, aşırı dinci faşist partiler, ilerici demokrat İsrailli aydınlar tarafından da güçlü tarzda teşhir edilmektedir. Bu kesimleri normal sivil saymak olanaklı değildir ve bu konumlarından dolayı askeri hedef haline gelmeleri kaçınılmazdır ve bunun da sorumlusu İsrail devletidir. Yerleşim bölgelerini sürekli yeni topraklar işgal ederek genişletme politikası, İsrail sömürgeciliğinin politikasının sac ayaklarından birisidir... Dolayısıyla bu kesimlerin gördükleri ya da görecekleri zarar “sivillerin gördüğü zarar” kategorisinde de değerlendirilemez. “Aksa Tufanı” harekatında bu bakımdan durumun ne olduğunu bilmiyoruz. Fakat askeri operasyon alanı içerisinde bu tür yerleşimciler bulunmaktadır. Ve bunlar militarist faşist birliklerdir.

İsrail’de her yurttaş askerdir. Bu İsrail devletinin politikasıdır. İsrail siyonist apartheit devletinin bu politikası sivilleri doğrudan Filistin direniş hareketinin hedefi haline getiren son derece tehlikeli bir politikadır. Ki, Filistin direniş örgütleri de İsrail devletini askeri devlet, her İsrailliyi de asker olarak görmektedir...

Bir diğer nokta, açığa çıktı ki, sivil gibi görünen, yarı-çıplak, yataklarından alınarak tutsak edilmiş insanların önemli bir kesimini İsrail askerleri oluşturmaktadır. Bunu da görmezden gelmemek gerekir.

İsrail Komünist Partisi (MAKİ) ve sol partilerin oluşturduğu “Barış ve Eşitlik İçin Demokratik Cephe” (Hadash) ittifakı, sivil saldırıları kınarken, ana darbeyi İsrail devlet politikalarına ve Netanyahu Hükümeti’ne indirmiştir. “Sivil katliamı” söylemini öne çıkararak ya da esas alarak yapılan değerlendirmelere baktığımızda, bu parti ve ittifakın açıklamalarından öğrenilecek çok şey olduğunu hatırlatmak isteriz.

Açıklamada, "aşırı sağcı Netanyahu hükümetinin canice işgal politikası" ikircimsiz mahkum edilmektedir.

"İsrail'deki faşist sağ hükümetin işgali sürdürme amacıyla işlediği suçlar, durdurulması gereken bölgesel bir savaşa yol açıyor" değerlendirmesi yapılmaktadır.

Şiddet ve gerilimin pek çok masum insanın hayatına mâl olacak şekilde keskin ve tehlikeli bir şekilde tırmanmasının tüm sorumluluğunun faşist sağ hükümette olduğu” vurgulanmaktadır.

Yerleşimciler “pogrom* (soykırım) yapmakla suçlanmaktadır:

Yerleşimcilerin hükümetin himayesinde işgal altındaki topraklarda çılgına döndüğü, Mescid-i Aksa'ya saygısızlık ettiği ve Huwara'da yeni bir pogrom gerçekleştirdiği şoke edici bir hafta geçirdik. Sonunda çok ciddi bir gerilimle uyandık. Bu, sağcı hükümetin ilk günden bu yana körüklediği savaşta tüm bölgeyi tehlikeye atıyor. “

Devamla yüksek sesle çözüm çizgisi dile getiriliyor:

Çatışmayı yönetmenin ya da askeri yöntemlerle çözmenin mümkün olmadığı görülüyor. Tek çözüm var: İşgali sona erdirmek için çabalamak ve Filistin halkının meşru taleplerini ve haklarını tanımak. “

"İşgalin sona ermesi ve adil bir barışın tesisi, bu ülkedeki iki halkın ortak çıkarıdır.”

13 Ekim itibari ile Habertürk’te İsrailli ünlü bir gazetecinin (Haaretz gazetesi yazarı Gıdeon Levy) açıklamalarını (röportaj) dinledik. Gazeteci ve yazar Levy’in açıklama ve perspektifi gerek Türkiye’de gerekse de dünya çapında HAMAS ve HAMAS’ın öne çıkararak Filistin halkının ve ulusal direniş hareketinin teşhir edilmesine karşı bir ibret dersi sunmaktadır. Kraldan daha kralcı kesilen “solcu”larımızın tutumlarına bakınca en hafif deyişle, nasıl saçmaladıklarını daha iyi görmekteyiz.

Yazarın makalesinin** tam metnini yazımızın eki olarak yayınlıyoruz. İsrail’in Gazze’yi topyekün yerle bir etme tehditi karşısında Levy şunları yazmaktadır:

Şimdi hem İsrailli kurbanlar için hem de Gazze için acı acı ağlamalıyız. Tek bir gün bile özgürlüğü tatmamış olan Gazze için; nüfusunun çoğu İsrail’in sürdüğü mültecilerden oluşan Gazze için ağlamalıyız…”

Tüm bunların arkasında İsrail’in kibri yatıyor: İstediğimiz her şeyi yapabiliriz, yaptığımız şeylerin bedelini ise asla ödemeyiz ya da cezalandırılmayız diye düşünüyoruz. Sanki istediğimiz her şeyi yaparız da, hiç rahatsız edilmeden hayatlarımıza devam ederiz diye düşünüyoruz.

Filistinli insanları tutukluyor, öldürüyor, taciz ediyor, mülksüzleştiriyoruz, aynı zamanda da Filistinlilere pogrom düzenlemekle meşgul İsrailli yerleşimcileri koruyoruz. Filistin topraklarındaki Hz. Yusuf Türbesini, Othniel’in Mezarı’nı, Yuşa Sunağı’nı ve tabii ki Tapınak Tepesi’ni istediğimiz gibi ziyaret ediyoruz – hatta sadece Sukot bayramında 5.000’den fazla Yahudi bu yerleri ziyaret etmiştir.”

Masum insanlara ateş edeceğiz, insanların gözlerini çıkaracağız ve yüzlerini parçalayacağız, onları kovacağız, süreceğiz, el koyacağız, soyacağız, insanları yataklarından kaldıracağız, etnik temizlik yapacağız ve tabii ki Gazze Şeridi’ne yönelik inanılmaz kuşatmayı sürdüreceğiz ve her şey yoluna girecek öyle mi?”

Yeterli motivasyonla dünyanın en sofistike ve pahalı engelinin bile duman atan eski bir buldozerle aşılabileceği ortaya çıkmış oldu. Bu kibirli bariyer, milyarlar akıtılmasına, tüm ünlü uzmanlara ve besili müteahhitlerin iddialarına rağmen artık bisiklet ve motosikletle aşılabiliyor.

İsrail devletinin ve hükümetinin izlediği politikayı eleştirmeye devam eden yazar;

Birkaç yüz silahlı Filistinli o korkunç seti aştı ve hiçbir İsraillinin hayal bile edemeyeceği bir şekilde İsrail’i işgal etti. Birkaç yüz kişi, acımasız bir bedel ödemeden 2 milyon Filistinliyi sonsuza kadar hapsetmenin imkânsız olduğunu kanıtlamış oldu.

Cumartesi günü duman atan yaşlı Filistin buldozeri dünyanın en akıllı bariyerini delip geçerken, İsrail’in kibrini ve rehavetini de parçalamıştır. Aynı zamanda Gazze’ye ara sıra intihar uçaklarıyla saldırmanın (ve bu uçakları dünyanın yarısına satmanın) güvenliği sağlamak için yeterli olduğu fikrini de paramparça etmiş oldu.

Cumartesi günü İsrail daha önce hiç görmediği olaylara şahit oldu. Şehirlerinde devriye gezen Filistin araçları, Gazze kapılarından giren bisikletliler… Bu olaylar kibri yerle bir etmektedir. Gazze’deki Filistinliler bir anlık özgürlük için her türlü bedeli ödemeye hazır olduklarına karar vermiştir. Peki, bu konuda gerçekten bir umutları var mı? Hayır… Peki, İsrail dersini alacak mı? Yine, hayır.”

Dikkat edelim; olayın sıcaklığında yazılan bu satırlar, “siviller katledildi” çığırtkanlığının arkasına sığınarak Filistin direniş hareketini teşhir edenlere de bir yanıttır. Yazar, Filistinlilerin vahşetinden değil, İsrail vahşetinden bahsediyor...

Devam edelim.

Evet, ilke olarak, sivilleri hedef alan her türlü baskı ve saldırıyı kınıyoruz. “Aksa Tufanı” operasyonunda önemli sayıda sivil de hedef haline gelmiştir (Festival’in basılması), fakat hiç olmazsa bugün için pek çok şey hakkında gerçek durumun bilgisine sahip değiliz. Bu tabloyu açıklamak, kamuoyu nezdinde gerçek durumu ortaya koymak söz konusu operasyonu örgütleyen “Ortak Operasyon Evi”nin ve örgütlerin zorunlu sorumluluğudur.

Bir diğer iddia, Filistin birleşik harekatının “Aksa Tufanı” operasyonuna İsrail’in bilerek göz yumduğu iddiasıdır. Levy’in yukarıdaki aktardığımız satırlarını bir kez daha buraya aktarmayalım ama bu bağıntıda dönüp bir kez daha okuyalım. Diğer pek çok şey gibi bu iddia da Filistin direniş hareketini gözden düşürmek amaçlı ortaya atılan bir iddiadır. Bu iddia, “yenilmez İsrail gücü”, “uçan kuştan haberi olan İsrail”, “ayakkabı numaralarını bile biliyoruz” diyen İsrail’i kadir-i mutlak bir devlet olarak lanse eden psikolojik hareketin ürünüdür. Bu iddia, halkların, öncü kuvvetlerinin bu ve eylem gücü daha yüksek, kapsam ve derinliği daha etkili olan eylemleri gerçekleştiremeyeceği varsayımına da dayanmaktadır. Oysa tarihsel deneyimler bu propaganda ve yönlendirmenin burjuvazi, emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından örgütlendiğini açıkça ortaya koymuştur. Bu gerçeği bir de incelediğimiz olguda görmekteyiz.

Bu iddia, burjuva devletlerin, orduların, istihbarat örgütlerinin, bu ara İsrail devleti ve “güvenlik kurumları”nın hata yapmayacağı, zaaf göstermeyecekleri propagandasına tekabül etmektedir aynı zamanda. Oysa tarih bunun örnekleriyle doludur...

İsrail istihbaratı bir askeri saldırı örgütlendiği bilgisine bir biçimde sahip olmuş olabilir; CİA, MOSSAD gibi istihbarat örgütlerinin yanı sıra, Mısır, Suudi Arabistan, Türk devleti gibi devletler başta olmak üzere, bir dizi Arap burjuva devletinin de, keza başta HAMAS olmak üzere Filistin hareketine sızmadığını düşünmek politik saflık olur. Çarpışan düşman cepheler gerçeğinde sızma, devşirme, ikili oynayan ajanlar gibi yöntemler kullanılır ve kullanılagelmiştir. Mutlak olarak sızmayı engellemek ise zaten olanaklı değildir...

Muhtemelen bir operasyon örgütleneceği istihbaratı İsrail devlet kurumlarının ve faşist sömürgeci Netanyahu’nun önüne gitmiştir. Bunu bir olasılık olarak reddetmeyelim ama bundan yola çıkarak bin türlü komplo teorisi kurmamak, “analiz”ler geliştirmemek gerekir. Orta yerde İsrail devletini, ordusunu, istihbaratını, Netanyahu Hükümeti’ni rezili-rüsva eden, itibarına ve “yenilmezlik” iddiasına ağır mı ağır darbe indiren bir askeri harekat var. Bu öyle bir darbedir ki, “terör saldırılarına karşı” kendini güvenlikte gören, kendi devletine, ordusu ve istihbaratına büyük güven duyan İsrail halkını da derin sarstı ve hele de olayın ilk şoku aşıldığında başlı başlına İsrail devletinin halk nezdinde sorgulanacağına, sorgulama eğiliminin gelişeceğine tanık olacağız. Bu, tam da İsrail sermaye devletinin istemediği, özenle kaçındığı tarihsel-politik gerçeğidir. İsrail devleti ve hükümetinin buna bile bile izin verdiği iddiası inandırıcı değildir ve olamaz. Dedik ki tarihte, savaşlarda sayısız devlet, ordu, hükümet zaaf gösterdikleri için yenilmiştir, fırsatları kaçırmıştır, yıkılmıştır vs. vb. Dolayısıyla soruna buradan baktığımızda İsrail devleti eğer belli bir istihbarat almışsa, durumu doğru değerlendirememiş, o çok bilinen yüksek egosuna, çirkin ırkçı kibirine yenik düşmüş, “saldırı”nın bu denli kapsamlı ve etkin olacağını hesaplamamış ve gafil avlanmıştır.

Ya da Filistin birleşik direniş harekatı, dar illegal, tecrit, çok sınırlı bir kesime dayalı yaptığı etkin hazırlıkla, yanıltma taktikleriyle İsrail’in ulaşamadığı bir pozisyonda durmayı bilerek operasyonunu güvenceye almıştır vb.

Tarihin öyle önemli dönemeçleri olabilir ki, ellerinde istihbarat olduğu halde burjuva devletler büyük hesapları gereği, çok önemli saldırılara alan açılabilir, saldırı kolaylaştırılabilir. Bunu imkansız görmek hem teorik olarak yanlıştır hem de tarihsel deneyime aykırıdır. Örneğin Amerika Birleşik Devleti, açığa çıktığı gibi Japonya’nın Pearl Harbor üssüne, savaş gemilerine saldıracağı istihbaratına sahip olduğu halde bu saldırıyı engellememiştir. Amerikanın hedefi, bu saldırıyı kullanarak özellikle de iç kamuoyunu II. Dünya Savaşı’na girmeye “ikna” etmekti (meşrulaştırma operasyonu). Bundan dolayı Japonya’nın saldırısına bilerek ve isteyerek göz yummuştur...

Fakat ABD ve İsrail devletinin “Ortadoğu haritasını değiştirebilmek için” böylesine etkin, kapsamlı, başarılı bir eyleme izin verdiği iddiası olgular tarafından desteklenmemektedir.

Bir diğer nokta: Emperyalist, siyonist, faşist propaganda aygıtı İsrail sömürgeci devletinin baskı ve katliamlarına, soykırımına karşı mücadele eden veya protesto eden her hareketi “anti-Semitizm” (Yahudi düşmanlığı) olarak damgalamaktadır. Anti-Semitizm ırkçı bir ideoloji ve politikadır. Her koşulda karşı çıkılması gereken bir ideoloji ve politikadır. Irkçılık ise, emperyalizmin, Siyonist İsrail sömürgeci devletinin politikasıdır ve Türk sermaye sınıfının ve faşist diktatörlüğünün gerçeğidir de bu...

Anti-Semitik” eğilimler bir olgudur. 1950’ler sonrası dünyamızda bu eğilimlerin gelişmesinin suçlusu ve sorumlusu da emperyalizm ve sömürgeci İsrail devletidir. Bu gerici kuvvetler, özelde Hitler faşizminin anti-semitizm ve soykırım politikasını kullanarak, Yahudilerin yaşadığı korkunç tarihsel haksızlığa ikiyüzlüce sığınarak, Hitler faşizminin ırkçılığını, militarist yayılmacılığını, soykırımcılığını miras alarak devam ettiren İsrail sermaye sınıfının suçlarını meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Ayrıca hatırlatmak isteriz; Hitleri besleyip büyütüp SSCB’nin üstüne süren, Yahudi soykırımına da güç sağlayan ABD, İngiltere, Fransa gibi devletlerdi. Bu devletler Hitler faşizmine sunduğu maddi ve manevi destek ve kışkırtmayla savaş suçu işledikleri gibi, Hitlerci soykırımın suç ortaklarıdır tıpkı 1915’de Osmanlı döneminde soykırımla yok edilen Ermeni halkı gerçeğinde olduğu gibi. Geçerken hatırlatalım; Türk burjuvazisi ve devleti soykırım politikası ve deneyimiyle, İsrail burjuvazisi ve devletinden birkaç adım öndedir...

V

Yahudi halkı da dünyanın diğer halkları gibi bir halktır. Yahudi işçi sınıf ve emekçileri de emperyalizm ve Yahudi burjuvazisinin sömürü ve baskısı altındadır... Yahudi halkı da her halk kadar saygıyı hak eder. Yahudi düşmanlığı (anti-semitizm) tümüyle gericidir. Halkların kardeşliği, ulusların ve dillerin eşitliği, Yahudi halkının da kendi ulusal devletine sahip olma hakkı tartışılamaz. Dolayısıyla anti-Semitizmi bir politika olarak benimseyen faşist ve neo-faşist harekete, keza siyasal İslamcı gericiliğe karşıyız. Gerici ve faşist versiyonlarıyla siyasal İslamcı akımların dinsel kisve altında ortaya çıkan politikası anti-Semitizmdir aynı zamanda. Her cephede bu politikaya karşı mücadele etmek devrimcilerin ve tutarlı demokratların görevidir...

İsrail ulusal devleti bir olgudur. Her ulus gibi İsrail ulusunun da kendi ulusal devletine sahip olma hakkı vardır. Bu devletin daha baştan Filistin topraklarını işgal ederek kurulmuş olmasına karşın, tarihin somut bir gerçeği olarak karşımızda durmaktadır. Bunu kabul etmemek saçma ve gericidir. Siyonizm İsrail burjuva devletinin ideolojisidir. İsrail devleti sömürgeci bir devlettir... Bu devleti yıkmak demokratik ve sosyalist bir devlet kurmak Yahudi proletaryası ve halkının görevidir.

İsrail halkının ve demokrat aydınlarının bir bölümü İsrail sermaye devletinin ve dinci faşist Netanyahu hükümetinin ırkçı, soykırımcı politikalarına karşı mücadele etmektedir... Bu da bir olgudur. İsrail halkının tüm bölükleri ile kayıtsız şartsız İsrail siyonizmini destekledikleri inkarcı bir değerlendirmedir... Irkçılıkla, şovenizmle, militarizmle, dincilikle oldukça zehirlenmiş olmasına karşın, İsrail halkı içerisinde de bir sorgulama eğilimi gelişmekte, on yıllardır izlenen saldırgan politikalarla sorunun çözülmek bir yana, daha da büyüdüğü şöyle ya da böyle görülmeye başlanmıştır. Zaman zaman güçlenen barış talebiyle on binleri kapsayan gösterilere dönüşebilen kitle hareketi deneyiminden bu olguyu görebiliriz... Keza emekliye ayrılan pek çok İsrail generalinin, istihbaratçısının “Filistin sorununu bu politikalarımızla çözemeyiz, İsrail halkına güvenli bir gelecek sunamayız” açıklamaları da bu bakımdan önemsenmelidir...

İsrail devletinde yaşayan ve toplam nüfusun % 20’sini meydan getiren Arap halkı ile Yahudi emekçilerinin ortak mücadelesi eğilimi İsrail gibi bir devlette çok daha değerlidir. Bu eğilim mevcut ve önemli olan da bu eğilimin gelişmesi, Filistin halkının meşru ve haklı talepleri ile birleşerek devrimci doğrultuda geliştirilmesidir...

Filistin ve Yahudi halklarının birleşik cephesinin yaratılıp geliştirilememesi oldukça büyük bir dezavantajdır.

İsrail Siyonist devletine karşı bölge halklarının birleşik mücadelesinin geliştirilmesi göz çıkaran bir ihtiyaçtır... İsrail sömürgeci devleti her geçen yıl, komşu halklar ve devletler için büyümeye devam eden açık bir tehdittir. İsrail burjuva devleti, Ortadoğu’nun bağrına saplanmış zehirli bir hançerdir. İsrail yalnızca Amerikan emperyalizminin ve Batılı emperyalist devletlerin Ortadoğu’daki üssü ve jandarması, sıçrama tahtası, bölgeyi dizayn etmede pasif rolü olan bir devlet değildir, aynı zamanda güçlü ekonomisi, teknolojisi, ordusu ve istihbarat yapılanmasıyla bölgesel, yayılmacı saldırgan bir devlettir. Dahası İsrail devleti teknolojisi ve istihbaratı ile dünyanın dört bir yanında devrimci harekete karşı savaşan burjuva devletlerin yakın bir müttefiğidir. İsrail siyonizmine karşı mücadelenin hem bölgesel hem de küresel alanda halkların birleşik mücadelesi ekseninde geliştirilmesi gerektiği de açıktır ve bu mücadele emperyalizme karşı mücadeleyle etle tırnak gibi iç içedir.

Filistin halkının mücadelesi durmayacaktır. Ortadoğu’nun yakıcı temel sorunlarından birisi olarak hep kendisini dayatacaktır... Filistin halkı kendi ulusal devletini kurma hakkına, ulusal özgürlüğünü kazanma hakkına, İsrail apartheid rejimini ve sömürgeciliğini yıkma hakkına, bu amaçla silahlı mücadele geliştirme hakkına kayıtsız şartsız sahiptir. Filistin ulusal direnişi ve devrimi sonuna dek desteklenmelidir.

Uzun bir tarihsel geçmişi olan Filistin sorunun çözümü zor bir sorundur ve bu çözümün karşısında bir tüm olarak emperyalist dünya, başta da ABD, AB var. Bölgedeki İslamcı Arap rejimleri de emperyalizm ve siyonizmin suç ortaklarıdır. Çok büyük ulusal ön yargılar Filistin ve İsrail halkları cephesini kasıp kavurmaktadır. Birkaç bin yıl öncesine uzanan dinsel anlatımlarla kamufle edilen tarihsel ön yargıların da güçlü etkisiyle birlikte Filistin, Yahudi ve Arap halkları arasında demirden bir perde kurulmuştur. Bunları yıkmak kolay değildir ve bunu başarmak ancak halkların birleşik devrimci cephesini kurmakla, iç ve dış gericiliğe karşı devrimci bir savaşı geliştirip başarıya ulaştırmakla, özellikle de Yahudi halkının Filistin sorununda göstereceği devrimci mücadelesinin gücüyle, bu mücadelenin kendi öz deneyimleriyle Filistin halkı nezdinde kabul görmesiyle çözülebilir ya da çözümün yolu açılabilir. Devrimci-demokratik, giderek sosyalist bir Ortadoğu federasyonu hedefine kilitlenmiş çözüm önerisi çizgisinde savaşı büyütmek önemlidir...

Ve ekleyelim: İsrail’in gerçekte hiçbir zaman kabul etmediği Filistin toprakları üzerinde kurulacak “iki devletli çözüm” politikası her zaman hükümsüz kalmıştır. İsrail burjuvazisi “Büyük İsrail devleti” politikasının yol göstericiliğinde savaşmaya devam edecektir. “Filistin ve İsrail barış süreci” bir hayalden ibarettir ya da tutmamış, çökmüş bir politikadır. BM’nin İsrail’in “1967 sınırlarına” çekilmesi kararı da İsrail tarafından kabul edilmediği gibi süreklileşmiş işgallerle, nüfus yerleştirme sömürgeci saldırısıyla İsrail toprakları genişletilmeye devam edilmektedir.

Bağımsız ve özgür Filistin devleti kurulmadan Filistin ulusal sorunu var olmaya, kan akmaya devam edecektir. Filistin ulusu kendi bağımsız ulusal devletini kurmadan ve Filistin devletinin meşruiyeti ve güvenliği uluslararası güvenceye kavuşmadan “Filistin İsrail barışı” sağlanamaz. “Filistin ve İsrail barışı”nın ön koşulu budur.

VI

Son gelişmelerin bölgesel bir savaşa dönüşme olasılığı potansiyel olarak vardır. Beklenmedik bir gelişme ya da gerçekleşmesi olanaklı gelişmeler bölgesel bir savaşı tetikleyebilir. Bölgesel bir savaş halkların aleyhinedir... Fakat şimdilik belli başlı emperyalist devletler, işbirlikçi Arap burjuva devletleri İsrail Filistin savaşının bölgesel bir savaşa dönüşmesini pek istemedikleri gözüküyor... Gelişmenin yönünü yalnızca emperyalist ve siyonist hesaplar değil aynı zamanda hakların tepkisi, mücadelesi çizecektir.

VII

Filistin sorunu dar anlamda bir Filistin sorunu, İsrail-Filistin sorunu değildir, aksine Ortadoğu çapında, dünya çapında bir sorundur. Ve bu sorun, bölgesel ve uluslararası güç dengeleri ve gelişmenin yönüyle doğrudan bağlıdır... “Aksa Tufanı” harekatıyla birlikte neredeyse bütün devletlerin (kendi ekonomik, siyasi, askeri çıkarları doğrultusunda) tutum açıklamak zorunda kalması da bu olguyla bağlıdır. Üç kıtanın birleştiği, önemli ticaret yollarının geçtiği bir kavşakta olan ve dünya ekonomisinin bağımlı olduğu dünya petrol rezervlerinin %67’nin bulunduğu, devasa doğal gaz yataklarıyla yaşamsal bir bölgedir Ortadoğu. Son olarak Doğu Akdeniz’de keşfedilen devasa doğal gaz rezervleri ile bölgenin önemi daha da artmıştır. Ortadoğu, “Büyük Ortadoğu” hala emperyalist hegemonya ve rekabetin en önemli merkezi olmaya devam etmektedir...

İlk uygarlığın doğduğu ve ilk uygarlıkların geliştiği, 3 büyük tek tanrılı dinin merkezi olan bu coğrafya her zaman için büyük güçlerin iştahını kabartmış ve kabartmaya da devam etmektedir. Filistin sorunu, Kürt sorunu gibi büyük sorunlar bu karmaşık coğrafyanın bir gerçeği olarak olağanüstü zorluklarla iç içedir, iç içe olması da kaçınılmazdır...

VIII

Filistin halkı yalnız değildir; önümüzdeki süreçte halkların desteğinin eylemli tarzda büyüyeceği açıktır. İsrail’in Gazze’deki soykırım canavarlığına karşı halkların, ilerici aydınların tepkisiz kalacağını düşünmek saçma olur.

Türkiye’de de meydan iliklerine dek çürümüş profesyonel siyasi sahtekarlığın, gaddarlığın temsilcisi olan din taciri Erdoğan ve rejimine; ve devletin ve Erdoğan’ın koruyucu kanatları altında olan İslamcı ikiyüzlülere bırakılmamalıdır. Türk İslam gericiliği ve onunla geçmişten beri ittifak ilişkileri içinde olagelen Kürt İslam gericiliğinin Filistin davası ve ulusal mücadelesi karşısındaki tutumu aşırı bir ikiyüzlülükle şekillendiği gibi, dahası devrimci önderliği nedeniyle düşmancaydı. Bugün İslamcı HAMAS’ın varlığı nedeniyle içtenlikten uzak, sadece dinci ideolojisi nedeniyle, sırf İslamcı gerici etki büyüyüp gelişsin diye, Türk egemen sınıflarının bölgesel emperyal yayılmacı politikasının aracı olarak destek açıklamaları yapılmakta, Kürt soykırımının suç ortağı HÜDA-PAR gibi kontra örgütler gösteriler gerçekleştirmektedir. Bu topraklarda Denizlerin, 68 kuşağının 6. Filo askerlerini İstanbul’da denize dökerken aynı zamanda Türk ırkçısı olan İslamcılarının, NATO gladiosu denetiminde Amerika, NATO ve İsrail siyonizminin çıkarları için nasıl da anti-emperyalist göstericilere ağzı kanlı sırtlan sürüsü gibi saldırdığı henüz unutulmuş değildir...

Bitirmeden, bir-iki nokta daha üzerinde durmak istiyoruz.

İsrail’in soykırımına, sivilleri yok etmesine, kimyasal silahlar kullanmasına, Filistin’in ulusal haklarının yok sayılmasına karşı olduklarını söyleyen Türk milliyetçileri ve siyasal İslamcıları aşağılık bir ikiyüzlülük sergilemektedirler. Sıra Kürt ulusuna, Kürt ulusal direnişine gelince, bu sınır tanımayan aşağılık ikiyüzlülük çırılçıplak ortaya çıkmaktadır. Kürt soykırımını, sivil hedeflerin vurulmasını, kimyasal silahlar kullanılmasını normal sayan, “altyapısı ve üst yapısıyla” Rojava’yı yok etmeye yönelen Türk sömürgeci devletinin saldırganlığını fütursuzca savunan bu güruh, her ağızlarını açtıklarında alçakça bir kin ve nefret kusmaktadır. İş Kürt sorununa ve mücadelesine gelince, sınır tanımayan bir ahlaksızlıkla dinci faşist diktatörlüğün arkasında sıraya dizilen bu güruh Türk işçi ve emekçilerini ırkçılıkla, şovenizmle, militarizmle, dincilikle zehirlemede en önde yer almaktadırlar. “En iyi Filistinli ölü Filistinlidir” diyen İsrail devleti ve dinci faşist hareketi ve milliyetçileri gibi Türk şovenist milliyetçileri ve dincileri de “en iyi Kürt ölü Kürttür” politikasını savunmaktadır. Bunların hepsi Amerikancıdır, NATO’cudur, İsrail soykırımcı devletinin, ırkçı, soykırımcı Türk sermaye devletinin dostu ve halkların düşmanlarıdır... Siz bakmayın arada bir ABD vs. aleytarı atıp tutmalarına.

IX

Ortadoğu’nun temel sorunu emperyalist boyunduruğun ve yerli işbirlikçi devletlerin yıkılması sorunudur...

Bu yaşamsal bölgede Filistin ve Kürt sorunu yakıcılığıyla öne çıkmış iki sorundur. İki ulus da sömürgeci baskı ve saldırı altında bulunmakta, emperyalizm ve bölge gericiliğinin adeta birleşik karşı saldırısıyla yok sayılmaktadır...

Bu mazlum iki halkın, halkların ortak mücadelesi çizgisinde ortaklaşarak birleşik mücadele geliştirmesi ortak gereksinimleridir...

Fakat bu bağlamda ciddi problemler mevcut. Bu sorunları incelemek ayrı bir yazının konusudur. Biz burada, kısaca, Kürt yurtsever hareketinin Filistin ulusal direniş konusunda yansıyan mesafeli duruşuna dikkat çekmek istiyoruz.

Kürt yurtsever hareketi son 21 yıldır Erdoğancı faşist sömürgeciliğe karşı savaşmaktadır. Erdoğan siyasi İslamcı geleneği temsil etmektedir. Din tüccarı olarak neoliberal saldırganlıkta ve sömürgeci baskı ve saldırıda hiçbir sınır tanımamaktadır.

Kürt yurtsever hareketi IŞİD gerçeği ile yüz yüze kaldı, IŞİD’le savaştı ve yendi. Ama IŞİD ve diğer terörist gerici ve dinci faşist çeteler hala güncel bir tehdit olmaya devam etmektedir...

İslamcı bölge devletlerinin Kürt politikası düşmanca olmaya devam etmektedir. Arap burjuva devletleri Kürt düşmanlığında Erdoğancı dinci faşist rejimle birlikte hareket etmektedir.

Kürt ulusal devrimi (bir ölçekte Rojava’yı dışta tutacak olursak) Arap halklarından gerekli, yeterli destek ve dayanışmayı alamadı ya da görmedi.

Kürt yurtsever hareketi, belli bir yere kadar anlaşılabilir nedenlerle, İsrail devletini karşısına almak istememektedir.

Keza Kürdistan’da siyasal İslamcılığın önemli bir etkisi var ve Türk burjuva devleti ve İslamcı faşist rejim siyasal İslam kartına oynamaya devam etmektedir. Dinci faşist, İsrail dostu Erdoğan, Türk devletinin ve kontur-gerillasının uzantısı HÜDAPAR aracılığıyla da Kürdistan ulusal hareketine özel hesaplarla saldırmaktadır.

Bu olguları ve bu olguların Kürt yurtsever hareketinin üzerindeki baskısını görmezden gelemeyiz.

Filistin direniş hareketinin siyasal İslamcı HAMAS’ın önderliği altında olması bir diğer gerçeği oluşturmaktadır.

Kuşkusuz ki, özel ve çok önemli bir faktör olarak Rojava’da ABD faktörü hesaba katılmalıdır. Taktiksel olsa da ABD ile kurulan siyasi ve askeri ilişkilerin yarattığı büyük baskı da yurtsever hareketin tutarlı, hızlı bir tutum takınma eşliğinde sürece ağırlık koymasını frenlemiştir. Bunu yok sayamayaz, görmezden gelerek bir değerlendirme yapamayız.

Bu olguların bir etkileşim içerisinde PKK’nin birleşik Filistin direniş güçlerinin meşru, haklı askeri harekatına (“Aksa Tufanı”) karşı mesafeli davranmasına yol açtığını, gecikerek tutum belirlemesini etkilediğini sanıyoruz. HDP de hızlı tutum takınmadı, eğer yanılmıyorsak HDP tutumunu iki gün sonra açıkladı.

Oysa her iki ulusun yürüttüğü kavga ulusal özgürlük kavgasıdır... Yurtsever hareket ikircimsiz ve en önde Filistin direnişine sahip çıkarak ve bunu Kürdistan ve Rojava’daki soykırımcı Türk burjuva devletine karşı mücadeleyle birleştirerek sürece hızla inisiyatif koymalıydı.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığının gecikmeli de olsa 12 Ekim günü basına düşen (ANF’de yer alan) açıklamasında Kürt Özgürlük Hareketinin her zaman meşru Filistin davasının yanında olduğu ve olacağı vurgulanıyor. Açıklamada “Aksa Tufanı” operasyonu da eleştiriliyor. Bu operasyon HAMAS’a ait gösteriliyor ve hem Hamas’ın hem de İsrail’in saldırıları kınanırken sorunun barışçıl demokratik çizgide, Öcalan’ın paradigması çerçevesinde çözülmesi gerektiği vurgulanıyor.

Açıklamada “Aksa Tufanı” askeri operasyonunun, (içerisinde HAMAS’ın da yer aldığı) Filistin direniş hareketinin ortak eylemi olduğu gerçeği dile getirilmekten kaçınılıyor; operasyon HAMAS’ın operasyonu olarak sunuluyor. Oysa bu tutum yanlıştır. (Dikkat edilirse, Batılı emperyalist dünya ve İsrail siyonizmi siyasal İslamcı karakterinden dolayı HAMAS vurgusu üzerinden psikolojik harekatı örgütlemektedir. Emperyalizm ve gericiliğin bu kampanya HAMAS nezdinde Filistin ulusal direniş hareketini gözden düşürmeyi hedeflemektedir. Dolayısıyla takınılacak politik tutumda bu gerçek unutulamaz ya da görmezden gelinemez.) Bu bir.

İkincisi, “6 Ekim 2023 tarihi itibariyle Hamas’ın gerçekleştirdiği saldırılar ve akabinde İsrail devletinin başta Gazze Şeridi olmak üzere Filistinlilere yönelik başlattığı saldırılarda hem İsrail hem de Filistin halkından binlerce insan yaşamını yitirmiştir. (Ki bu doğrudur-bn.) Karşılıklı olarak gerçekleşen saldırılar tam bir katliamla sonuçlanmıştır.” (İba.) açıklaması ile ezen ve ezilen, sömürgeci tarafla sömürgeleştirilmiş bir ulusun şiddetinin eşitlenmesi, her iki tarafın katliam yapan güçler olarak yansıtılması kesinlikle doğru değildir. Ve bu durum PKK’nin nesnel gerçeğiyle de çelişkilidir. Filistin direniş hareketinin operasyonunda onlarca sivil de ölmüştür ve tutum eleştirilmelidir, fakat her zamanki gibi katliam yapan ırkçı, soykırımcı İsrail devletidir; operasyonun hemen akabinde İsrail’in dört bir yandan kimyasal silahlar da dahil gerçekleştirdiği barbarca saldırı ve katliam gerçeği karşısında HAMAS’ın katliamından bahsedilemez, daha doğrusu Filistin direnişci güçleri aynı kategoride ele alınamaz. Filistin direniş hareketinin hedefi siviller değil, sömürgeci devlet olmuştur. Söz konusu askeri eylem kör terör eylemi de değildir.

Ezilen sömürge bir ulus ile ezen, sömürgeci bir devletin şiddetinin aynı kefeye koyulamayacağı, ikisi arasında temel bir ayrım çizmek gerektiği, ezilen, sömürge bir ulusun silahlı mücadele ve devrimci zor hakkını kullanmasının meşru, sömürgeci ulusun devletinin saldırı ve şiddetinin ise gayrimeşru ve haksız olduğu gerçeğinin altı çizilmeliydi. Bu perspektifin ve ilkesel duruşun “gözden yitmesi” ciddi bir zaaftır. Bu pozisyon ve bu ayrım Türkiye ve Kürdistan gerçeği (İran, Suriye) için de olduğu gibi geçerlidir. Yani sorunun çevresinde dolanmak, ortacılık kokan bir açıklama yerine açık ve net bir tutum takınılması gerektiği açıktır...

Bir kısım Kürt milliyetçisi tarafından Filistin direnişine ve 7 Ekim meşru, haklı askeri eylemine karşı gösterilen, dahası aşırıya varan saçma sapan ve saldırgan tutumlar, açıklamalar dikkat çekmektedir. Hatırlatmak gereksizdir, sömürgeci İsrail devleti Kürt halkının dostu değil, düşmanıdır tıpkı Amerikan emperyalizmi gibi. Kürt sorunu bağlamında da suçlu olan Filistin halkı ve ulusal direnişi, siyasi İslamın etkisinde kalan Arap halkları değil, emperyalizm ve bölge gericiliğidir. İsrail’in “Kürt dostu” olduğu, “Kürtleri desteklediği” propagandasına aldanmamak gerekir... Her burjuva devlet gibi, (buna Türk devleti de dahildir) İsrail apartheid devleti de kendi çıkarları temelinde, bölgede olan tüm çelişki ve çatışmalara oynayacak, sayısız türden manevralar yapacaktır. Bu Kürt sorunu için de geçerlidir. At izinin it izine, it izinin at izine karıştığı Ortadoğu cangılında bu olguya daha fazla dikkat etmek gerektiği açıktır... Bu bakımdan yurtsever hareketin Filistin ulusal davasının meşruluğuna sahip çıkan açıklaması eleştirdiğimiz ilkel Kürt milliyetçisi eğilime karşı önemli bir duruştur.

Sömürgeci İsrail devleti ne dün ne de bugün Kürt halkının dostu değildi ve değildir. İsrail, aralarındaki bir dizi çelişki ve dalaşa karşın Erdoğancı dinci faşist diktatörlüğü desteklemektedir, bakmayın siz Erdoğan’ın zaman zaman yaptığı demagojik çıkışlara. İsrail’le Türk burjuva devleti arasındaki ekonomik, siyasi, askeri, diplomatik ilişkilerin geliştirilmesinde en büyük atılım Erdoğan döneminde gerçekleşti. Aralarındaki rekabete karşın iki sömürgeci devletin kurduğu ittifak ve işbirliği Kürt halkı da içinde olmak üzere bölge halklarına karşı kurulmuş bir ittifaktır...

* “Pogrom veyahut kıyın; dinsel, etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet hareketleridir. Bu şiddet hareketleri genellikle evleri, iş yerlerini veya ibadet yerlerini tahrip etmek, insanları dövmek, yaralamak, tecavüz etmek veya öldürmekten oluşur. Vikipedi


** Gideon Levy / Haaretz

(Makalenin tamamı)

Tüm bunların arkasında İsrail’in kibri yatıyor: İstediğimiz her şeyi yapabiliriz, yaptığımız şeylerin bedelini ise asla ödemeyiz ya da cezalandırılmayız diye düşünüyoruz. Sanki istediğimiz her şeyi yaparız da, hiç rahatsız edilmeden hayatlarımıza devam ederiz diye düşünüyoruz.

Filistinli insanları tutukluyor, öldürüyor, taciz ediyor, mülksüzleştiriyoruz, aynı zamanda da Filistinlilere pogrom düzenlemekle meşgul İsrailli yerleşimcileri koruyoruz. Filistin topraklarındaki Hz. Yusuf Türbesini, Othniel’in Mezarı’nı, Yuşa Sunağı’nı ve tabii ki Tapınak Tepesi’ni istediğimiz gibi ziyaret ediyoruz – hatta sadece Sukot bayramında 5.000’den fazla Yahudi bu yerleri ziyaret etmiştir.

Masum insanlara ateş edeceğiz, insanların gözlerini çıkaracağız ve yüzlerini parçalayacağız, onları kovacağız, süreceğiz, el koyacağız, soyacağız, insanları yataklarından kaldıracağız, etnik temizlik yapacağız ve tabii ki Gazze Şeridi’ne yönelik inanılmaz kuşatmayı sürdüreceğiz ve her şey yoluna girecek öyle mi?

Gazze’nin etrafına korkunç bir set inşa edeceğiz (sadece yeraltı duvarı 3 milyar şekele yani 765 milyon dolara mal olduğunu hatırlayalım) ve bu korkunç set sayesinde güvende olacağız öyle mi? Ordudaki 8200 siber-istihbarat biriminin dahi personeline ve her şeyi bilen Shin Bet güvenlik servisi ajanlarına güveneceğiz, elbette. Ve eminim ki bizi zamanında uyaracaklar.

Yalnızca aşırı sağcı milletvekili Zvi Sukkot ve İsrailli yerleşimcileri korumak amacıyla Gazze sınırından Batı Şeria’daki Hawara sınırına ordunun yarısını transfer edeceğiz; sonra da hem Hawara’da hem de Gazze’ye açılan Erez sınır kapısında her şey yoluna girecek, öyle mi?

Yeterli motivasyonla dünyanın en sofistike ve pahalı engelinin bile duman atan eski bir buldozerle aşılabileceği ortaya çıkmış oldu. Bu kibirli bariyer, milyarlar akıtılmasına, tüm ünlü uzmanlara ve besili müteahhitlerin iddialarına rağmen artık bisiklet ve motosikletle aşılabiliyor.

Gazze’ye doğru ilerlemeye devam edeceğimizi, on binlerce insana İsrail’de (elbette iyi hal şartına bağlı olarak) çalışma izni şeklinde birkaç kırıntı dağıtarak kurtulabileceğimizi; insanları hapiste, gözaltında tutabileceğimizi düşündük. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile barış yapacaktık ve pek çok İsraillinin arzu ettiği gibi Filistinliler haritadan silinene kadar zaten unutulup gidilecekti.

Çoğu siyasi tutuklu olan binlerce Filistinli mahkûmu, bazı durumlarda hiçbir şekilde yargılanmada alı koymaya devam edecektik. Ve onlarca yıl hapiste kaldıktan sonra bile serbest bırakılmalarını tartışmayı kabul etmeyecektik.

Bu insanlara mahkûmların ancak zor ve güç kullanarak özgürlüğe kavuşabileceklerini söylemeye devam edecektik. Tüm bunlarla uğraşmak istemediğimiz için diplomatik bir çözüm girişimini küstahça reddetmeye devam edeceğimizi ve her şeyin sonsuza kadar bu şekilde devam edeceğini düşünüyorduk.

Bunun böyle olmadığı bir kez daha kanıtlatmış oldu. Birkaç yüz silahlı Filistinli o korkunç seti aştı ve hiçbir İsraillinin hayal bile edemeyeceği bir şekilde İsrail’i işgal etti. Birkaç yüz kişi, acımasız bir bedel ödemeden 2 milyon Filistinliyi sonsuza kadar hapsetmenin imkânsız olduğunu kanıtlamış oldu.

Cumartesi günü duman atan yaşlı Filistin buldozeri dünyanın en akıllı bariyerini delip geçerken, İsrail’in kibrini ve rehavetini de parçalamıştır. Aynı zamanda Gazze’ye ara sıra intihar uçaklarıyla saldırmanın (ve bu uçakları dünyanın yarısına satmanın) güvenliği sağlamak için yeterli olduğu fikrini de paramparça etmiş oldu.

Cumartesi günü İsrail daha önce hiç görmediği olaylara şahit oldu. Şehirlerinde devriye gezen Filistin araçları, Gazze kapılarından giren bisikletliler… Bu olaylar kibri yerle bir etmektedir. Gazze’deki Filistinliler bir anlık özgürlük için her türlü bedeli ödemeye hazır olduklarına karar vermiştir. Peki, bu konuda gerçekten bir umutları var mı? Hayır… Peki, İsrail dersini alacak mı? Yine, hayır.

İsrailliler cumartesi günü Gazze’deki tüm mahalleleri yok etmekten, Şeridi tamamen işgal etmekten ve Gazze’yi “daha önce hiç cezalandırılmadığı şekilde” cezalandırmaktan bahsediyorlardı. Fakat İsrail 1948’den bu yana Gazze’yi cezalandırmayı bir an bile bırakmadı!

75 yıllık istismarın ardından, bir kez daha mümkün olan en kötü senaryo Gazze’yi bekliyor. “Gazze’yi dümdüz etme” tehditleri tek bir şeyi kanıtlıyor: Hiçbir şey öğrenmemişiz! İsrail bir kez daha ağır bir bedel ödüyor olsa da kibrini korumaya devam edecektir.

Başbakan Benjamin Netanyahu yaşananlarda en büyük bir sorumluluğu taşıyor. Bu sorumluluğun bedelini ödemek zorunda ancak bu mesele onunla başlamadı ve o gittikten sonra da bitmeyecek…

Şimdi hem İsrailli kurbanlar için hem de Gazze için acı acı ağlamalıyız. Tek bir gün bile özgürlüğü tatmamış olan Gazze için; nüfusunun çoğu İsrail’in sürdüğü mültecilerden oluşan Gazze için ağlamalıyız…

Orijinali Haaretz’de yayınlanan makale, Hasan Ayer tarafından Serbestiyet için tercüme edilmiştir.