22 Mayıs 2020 Cuma

18 MAYIS VE İBRAHİM KAYPAKKAYA… II. BÖLÜM

18 MAYIS VE İBRAHİM KAYPAKKAYA…

II. BÖLÜM

MLKP’nin komünist hareketin geçmişini değerlendirme kararı Birlik Kongresi Belgeleri’nde yer almaktadır. Belgeler, Birlik Devrimi’nin üzerinde gerçekleştiği teori, program, strateji, taktikler, çalışma tarzı vbg konularda ortaya çıkan iradeyi somutlaştıran belgelerdi(r).

Birliğe gidiş sürecinde komünist hareketin geçmişini değerlendirme sorunu komünistler arası önemli düşünce ayrılıklarından birisiydi*. Her ne kadar kongrede komünist hareketin 1979 öncesi (geçmişi) küçük burjuva sınıfsal niteliğe sahip olduğu kararlaştırılmışsa da, bu karar son derece zayıf bir çoğunlukla onaylanmıştı. Komünist hareketin geçmişi üzerine süren ideolojik mücadele sürecindeki dar grupçu yaklaşım ve tutumlar komünistler arasında ciddi güvensizliklere yol açmıştı. Birinci birlik girişiminin başarısızlığa uğramasında bu sorunun öncelikli etkisi olmuştu. Son tahlilde sorun, açık tartışmalar ve ideolojik mücadele sürecinde ve Birlik Kongresi’nde yapılan oylamayla çözülmüştü.

Kongre iradesi, komünist hareketin 79 öncesi sürecini küçük burjuva bir geçmiş olarak değerlendirdi. Eleştiri ve tartışmalar süreci proleter demokrasinin gereklerine göre şekillenmişti. Kim neye inanıyorsa o düşüncelerinin mücadelesini özgürce vermişti. Kuşkusuz ki o sürecin özgün koşulları ve karmaşık sorunları vardı, sorunun çözülmesi sürecinde eleştirilecek ve eleştirilmiş olan çeşitli tutumlar vardı; sözgelimi TKP ML Yeniden İnşa Örgütü ile birliğin daha sonraya bırakılması bu sorunlardan birisiydi. Bu durum rastlantıyla ortaya çıkmamıştı; ilkel ve dar grupçu zihniyetin derin etkileri burada belirleyici yere sahipti. Böyle de olsa, Birlik Devrimi komünist hareketin tarihinde temel bir dönemeç, niteliksel bakımdan bir sıçrama; proletaryanın asgari ve azami amaçları, proleter dünya devriminin çıkarları ve gerekleri temelinde tarihe daha üst düzeyde müdahale sıçramasıydı; kuşkusuz ki belirleyici olan da buydu...

Kongre komünist hareketin geçmişini küçük burjuva sınıfsal karaktere sahip, devrimci-demokrasi ile belirlenen bir süreç olarak kararlaştırırken, öte yandan da İbrahim Kaypakkaya ve TKP ML’sini, 71 devrimci hareketi içerisinde Marksizm Leninizm’den en fazla etkilenmiş hareket olarak tarif etmişti. Bu etkinin (çeşitli hata ve eksikliklerine karşın) Kürt ulusal sorununun, Kemalizmin, Şefik Hüsnü TKP’sinin değerlendirilmesinde ve modern revizyonizme karşı tutum almada somutlaştığını vurgulamıştı.

Geçmeden okuyucuya açıklamak isteriz ki, bu satırların yazarı komünist hareketin geçmişinin küçük burjuva sınıfsal karaktere sahip, devrimci demokrasiyle kopuşamamış bir geçmiş olduğu sonucuna daha 1985 yılında ulaşmıştı ve Kaypakkaya hareketinin ise 71 devrimci hareketi içerisinde Marksizm Leninizm’den en güçlü etkilenmiş hareket olduğunu, bu bağlamda küçük burjuva karaktere sahip diğer iki örgütten, THKO ve THKP-C’den daha farklı ve ileri konumda olduğunu savunagelmiştir.

Devam edecek olursak;

Geçmişin değerlendirilmesi konusunda Marksist Leninist Komünist Hareket’in duruşu eleştirel ele alınmalı ve gerekli dersler çıkarılmalıdır.

Ortada Birlik Devrimi’nden bu yana 26 yılı bulan bir tarih var. Bu tarihte geçmişin değerlendirilmesi konusunda ciddi zaaflar sergilenmiştir.

İlkin geçmiş geçmişte kalmış değildir; geçmiş sadece geçmişe ait değildir. Sorun dün, bugün, gelecek bütünselliği içerisinde ele alınmak zorundadır. Bu bağlamda 71 devrimci hareketinin teorik ve pratik çıkış ve duruşunun devrimci kazanımlarıyla birlikte ele alınması ve eleştirel incelenmesi, geçmişten gelecek için eleştiriler dersler çıkarmayla birleşen ideolojik ve siyasi eğitimin konusu yapılması gerekmekteydi ve gerekmektedir.

Denebilir ki ‘’biz zaten o geçmişle kopuştuk, aştık’’ vb. İlk anda kulağa hoş gelen bu sözler son derece yüzeysel ve geri bir bakış açısını yansıtmaktadır. Bu kafa hem gerçek durumun anlaşılmasını hem de böylece zihniyet ve duruşta yansıyan ciddi zaafların kavranmasını önler.

Kanımızca yukarıda dile getirdiğimiz perspektif bugüne dek yeterince bilince çıkarılabilmiş ve güçlü bir donanıma dönüştürülebilmiş değildir. Çeşitli zamanlarda, özellikle 71 devrimci hareketinin liderlerinin katledilişlerinin yıldönümlerinde yapılan değerlendirmeler derinlikten, bütünlükten yoksun, başta savma karakter taşımıştır. Keza 71 devrimci hareketinin devrimci kazanımlarına sahip çıkarken 71 hareketi liderlerinin idealize edilmesi de dikkat çeken bir diğer yönelim olmuştur. Oysa yapılması gereken şey, 71 devrimci hareketinin tarihte çığır açan sıçramasına, söz ile eylemin birliğine dayanan pratiği ve devrimci kahramanlığına, feda ruhuna sahip çıkarken teorik-ideolojik, siyasal platformlarını, tarihsel arka planıyla birlikte eleştirel ele almak ve çıkarılacak kapsamlı dersleri ideolojik ve pratik bir silaha çevirmek, güncel politik çalışmaları geliştirmenin aracı yapmaktır.

Peki bu tablo rastlantıyla mı ortaya çıktı ve çıkmaktadır? Kuşkusuz ki hayır! Her sorunda olduğu gibi bu sorun da tarihsel temelleriyle birlikte ideoloji-siyasi perspektiften ele alınmak, teorik temeller dahil politik nedenler birlikte incelenmek ve eleştirilmek zorundadır. Bu bağlamın komünist harekette uzun yıllardır etkin olan küçük burjuva halkçı oportünist sapmanın karakteristikleriyle birlikte ele alınması, eleştirel incelenmesi gerekmektedir. Bu görev yerine getirilmediği müddetçe yapılacak ‘’eleştiri’’ eleştiri değildir, aksine oportünist uzlaşıcıkla, küçük burjuva yakınmacılıkla belirlenen bir ilkellik olacaktır.

Tasfiyeci bürokratik oportünizm tarafından kızıl laflarla cilananarak uzun yıllardan beri savunagelen ezilenlerin Marksizmi, ezilenlerin partisi, ezilenlerin temel alınması esası; proletaryaya önderliğin ideolojik önderlik düzeyine indirgenmesi; komünist partisinin proletaryanın öncü partisi olarak değil, halkın, ezilenlerin ‘’öncü feda bölüğü’’ olarak değerlendirilmesi; ‘’devrimci romantizm’’ vurgusu, önderlerin idealize edilmesi, ayrıcalıklı pozisyonlar talep edilmesi vb. gibi konularda somutlaşan yöneliminden sorunun esasını yakalayabiliriz. 71 devrimci hareketinin çelişkili ve eklektik, yüzeysel bir tarzda ele alınmasının bu gerçeklerle birlikte incelenmesi ve bilince çıkarılması gerekmektedir.

Tasfiyeci yönelimi, sapmayı karakterize eden teori ve tezlerin kaynağı 71 devrimci hareketinin küçük burjuva demokratik halkçı teori ve pratiklerine dayanmaktadır. Keza halkçılıkla belirlenen 74-80 devrimci hareketinin karakteristik teori ve tezlerinden de bu gerçeği görebiliriz. Ki bu konularda bloğumuzda bir dizi kapsamlı (ve bu yazı çerçevesinde giremediğimiz nedenler ve faktörler de içinde olmak üzere) eleştiri yazısı yayınlanmıştır**.

Bu gerçekler, ‘’biz zaten devrimci-demokrasiden kopmuştuk, Birlik Devrimi ile bu kopuşu derinleştirmiştik’’ vbg. değerlendirmelerin ve propagandanın ne denli yetersiz ve gerçeklerden uzak ve manipülatif olduğunu görmemiz bakımında çarpıcıdır. Gerçek şu ki, komünist hareketin devrimci-demokrasiden kopuşarak komünist karakter kazandığı doğru olmakla birlikte, bu, komünist hareketin devrimci-demokrasinin etkilerinden azade olduğu, olacağı anlamına gelmez. Yukarıda işaret ettiğimiz gerçekler bu olgunun kanıtıdır. Komünist bir parti, gelişme sürecinde kendini yenileyemediğinde, sorunları çözemediğinde, ağır yenilgiler aldığında, artçı konumlara düştüğünde vb. koşullarda, küçük burjuva devrimci-demokrasisinin teori ve politikaları yeniden etkinlik kazanabilir, giderek egemen hale gelebilir. SSCB’nin, UKH’nın ve yanı sıra kendi öz deneyimlerimizden de bu gerçeği çarpıcı bir tarzda görmekteyiz. Açık ki, biz zaten aştık, vs. gibi analizler, söylemler kabul edilemez. Böyle bir yanaşım, metafizik ve idealist karakterdedir. Böyle bir bakış açısı ve yanaşım, diyalektiğe, materyalizme, Marksizm Leninizm’e, tarihsel tecrübeye ters düşer. Gerek kitaplarımızda, gerekse de blogumuzda yayınladığımız makalelerde komünist harekettin nasıl adım adım halkçı demokrasinin ideolojik ve siyasi yörüngesine girdiğini açık ve net bir şekilde ortaya koymuştuk...

Yukarıda kısacık da olsa anımsattığımız tasfiyeci yönelimin, 71 devrimci hareketinin ve 74 sonrası yeniden toparlanma ve yükselme sürecine giren devrimci-demokrasinin halkçı teori ve pratiklerinin komünist hareket üzerindeki güçlü kalıntı ve etkileriyle bağlı olduğu kesindir. Bu tablo, komünist hareketin devrimci-demokrasi ile kopuşmakla birlikte kopuşun yeterince güçlü oturmadığı ve süreklilik içerisinde kendi özgün temelleri üzerinde derinleşerek ilerleyemediği anlamına gelmektedir. Bu vb. olgular, ilk anda görülmeyebilir. Ancak elverişli nesnel ve öznel koşullar ortaya çıkmaya ve olgunlaşmaya başlayınca içsel zaaflar sayısız biçimlerde açığa çıkarak gelişmeye ve komünist öncünün niteliksel bozulmasına yol açmaya başlar. Bizde de yaşanan budur. Üstelik Birlik Devrimi gibi yüksek niteliksel sıçramanın ardından buralara gelinmiş olması daha hazindir.

12 Eylül yenilgisi, emperyalist küreselleşmenin atılımı; 89-91 sürecinde revizyonist-kapitalist sistem ve kampın çözülerek dağılışı, ASHC’nin yıkılması, UKH’nın dağılışı; dünya devriminin dibe vuruşu süreçlerinin ve bu bağlamda ortaya çıkan nesnel durumdaki değişme ve gelişmelerin yeterince anlaşılamaması ya da yüzeysel anlaşılması; bu yüzeyselliğin başlangıçta açıktan bir etkisi görünmese bile, niteliksel zayıflama ve gerilemelerle birlikte ortaya çıkmaya başlaması, bu koşullarda, tasfiyeci ve halkçı zaafların kendisini dışa vurarak, eşyanın doğası gereği kendini üreterek geliştirmesi gerçeğini kendi öz deneyimlerimizden de görüyoruz… Özellikle 2000’lerde komünist hareketin Birlik Devrimi atılımının zihniyetinden, teorik ve siyasal çizgisinden uzaklaşması gerçeği de bu bağlamlar üzerinde incelenerek anlaşılabilir. Örneğin gelmişiz 2020 yılına hala sosyalizmin sorunlarını, deneylerini vb. tartışmaya çalışıyoruz ve olmadık saçmalıklar, her türlü anti-Marksist-Leninist düşünceler, sapmalar, çizgisel yönelimler ortalıkta cirit atıyor. Bu tablo başarılı önderlikle, parti tarzıyla, Birlik Devrimi’nin zihniyetiyle vs. izah edilemez herhalde! Burada göz çıkaran bir başarısızlık, artçılık, iradesizlik, idare-i maslahatçılık olduğu çok açık ve kesindir.

Geleneksel olarak Türkiye komünist hareketinin teorik temelleri hep zayıf kalmış ve çok zikzaglar çizilmiştir. Geride, istikrarsız bir tarih var ve Birlik Devrimi’nin kendi özgün temelleri ve zihniyeti derinleştirilip geliştirilemediği için de yoldan sapılmıştır. 1950’lerden başlayarak gelen tarihsel kesitte bu zaafların UKH’yı da şekillendirdiğini, sorunun salt Türkiye komünist hareketine özgü bir şekillenme olmadığını ise hatırlatıp geçiyoruz şimdilik. Teorik temellerin zayıf oluşu, teorinin, teorik çalışmanın ihmal edilmesi, sınıf mücadelesinde pratiğin önünün güçlü bir şekilde açılmasını önlemiştir. Program, strateji ve taktiklerde, çalışma tarzında derinleşmeyi sürekli sınırlamıştır. Yenilenme sürecini istikrarsızlaştırmıştır. Politik ve örgütsel gelişmenin tutarlı bir yönelim ve duruşla gelişmesini darbelemiştir. Yüzeysellik komünist öncünün yakasını bırakmamıştır. Bu durum partinin uzun süredir içerisine sürüklendiği ideolojik (politik ve örgütsel) bunalımın aşılamamasında da temel bir yere sahip olagelmiştir. Kuşkusuz ki bu sorunun uluslararası tarihsel arka planı ve içsel zayıflıklarıyla köklü bağları vardı ve vardır...

Birlik Kongresi çizgisinden uzaklaşma, kaçınılmaz olarak, Birlik Kongresi’yle görece daha da geliştirilerek ortaya koyulan teorik, ideolojik ve siyasal bütünlüğün yıkılmasına da yol açmıştır. Bütünsellik yerini eklektisizme bırakmıştır. Teorik temellerin zayıflığı, teorik çalışmanın ihmal edilmesi; kongrelerde yapılan gerçekte pratiğimize yön vermeyen özeleştirel açıklamalardan da görülebileceği gibi (teoriye ancak ‘’üçüncü derece önem verildiği’’ özeleştirisi) bu olgular bilince çıkarılıp pratik olarak düzeltilmediği müddetçe ilkeli ve köklü bir yenilenme de başarılamayacaktır.

Bu özet mi özet tablodan da görülebileceği gibi komünist öncünün küçük burjuva zihniyet tarafından yolundan saptırılması, tarihimizle, içerisinden geçtiğimiz tarihsel süreçle, bu tarihin 71 devrimci çıkışında ve 74-80 arası dönemdeki halkçılıkta somutlaşan zaaflarıyla; devrimci hareketin ve komünist hareketin aldığı yenilgilerle; dünya çapında alınan yenilgi sürecinin yıkıcı etkisinin kendisini yenileyemeyen, geride kalan öncü nezdinde geç bir süreçte etki sağlamasıyla ilgilidir.

Birlik Devrimi, iç ve küresel tasfiyeci dalgaya karşı ilkeli bir tutum almayı başarmıştı. Partinin seçilen adı da bu olgunun çarpıcı ifadesiydi. Bu seçiş Birlik Kongresi’nin ideolojik-siyasi çizgisinin ifadesiydi. Ancak birliğin ardından, ilk yıllarda, tüm hata ve eksikliklerine ve zaaflarına karşın, doğru olan parti duruşu ve yönelimi giderek bozulmaya başladı. Atılım süreci devam ettirilemedi. Erken başarı beklentileri boşa çıktı. Hayal kırıklığı gelişti. Alınan politik ve örgütsel yenilgilerin de özel etkisiyle, geri olan ileri olanın yerine geçmeyi başardı. Böylece Marksizm Leninizm’den, proletaryadan kesilen umutlar, yerini halkçılığa ve postMarksizme bırakmaya başladı. Bu süreçte öncünün en az istikrarlı, ilkelere bağlılığı zayıf kesimleri küçük burjuva tasfiyeciliğin öncülüğüne soyunmaya götürdü. Böylece öncü giderek yolundan saptı…

Kısacası, devrimci-demokratik hareketin ve komünist hareketin geçmişi, içerisinden geçilen tarihsel ve politik sürecin gerekleri ve gereksinmeleriyle birlikte incelenmelidir. Deneyimler ve dersler, çok yönlü donanım geliştirmenin aracı olarak değerlendirilmelidir. Bu görevler öyle çala kalem yerine getirilemez. Politik-pratik mücadelenin gereksinmelerine, ideolojik donanımın geliştirilmesine, anti-Marksist Leninist ideolojik ve siyasal akımların gerçeklerinin ortaya konulmasına dayanan bir gelişme çizgisinde yürünmelidir. Komünist hareket, tarihin her döneminde hem pratik-politik olarak hem de teorik-ideolojik olarak, devrimci-demokrasiyle arasındaki kalın sınır çizgilerini ortaya koymalıdır. Bu, komünist olmanın gereğidir. Bu, öncülük misyon ve iddiasının bir gereğidir. Bu bağlamda Lenin’in Narodnizme, legal Marksizme, Menşevizme, küçük burjuva maceracılığına, II. Enternasyonal oportünizmine, sosyal şövenizme, Troçkizme vb. vb. karşı yürüttüğü sistematik mücadeleden öğrenmemiz gerektiği açıktır. Küçük burjuva devrimciliğine özenmek, örnek alamaya yönelmek, sınır çizgilerini bulanıklaştırmak yerine, komünist hareketle devrimci-demokrasinin hem tarihsel hem de güncel ana akımlarıyla araya teori ve pratikte kalın bir sınır çizgisi çekilmeye ilkesel ve güncel önem verilmelidir. Bu görevi yerine getirmek yerine, onlara özenmek, taklit etmeye çalışmak, komünist öncüyü kendisi olmaktan çıkararak başka bir şeye dönüştürür.

Sınıflar mücadelesinin hareketli gerçeği kesintisiz yenilenmeyi gerektirir. Bu durumda devrim ve sosyalizm mücadelesinin gereksinimlerine yanıt veremeyen öncü kuvvetlerin giderek gerilemesi ve kendisi olmaktan çıkması kaçınılmaz bir süreçtir. Bu gerçekleri anlama, kavrama, teorik ve pratik çalışmanın içsel bütünlüğüne dayanarak Leninist eleştiri ve özeleştiri yolundan yürümek yerine, kısmi, yüzeysel, köksüz, tek yanlı, kendinden memnun, abartılı ve ‘’stratejik önderlik’in hikmeti sorgulanamaz, kendinden menkul değerlendirmeleriyle yol almaya çalışmak kaçınılmaz olarak yaşadığımız ideolojik, siyasal ve örgütsel yabancılaşma ve yıkımın yolunu döşer ve döşemiştir. Kendi öz tarihsel politik gelişme sürecimizin deneylerinde de bu durum açıktır. Komünist öncü, geçmişe dönerek sorunlarını çözemez ve bu açıktır. Gözler geleceğe dikilmeli ve güncel iç ve uluslararası mücadelenin gerekleri teorik ve pratik olarak yanıtlanmalıdır. Marksizm Leninizm’e bağlı kalmadan, Birlik Kongresi çizgisine bağlı kalmadan ve bu çizgiyi ilkeli bir şekilde geliştirmeden de ne geleceğe yürünebilir ne de güncel mücadelenin gereksinmeleri yanıtlanabilir. Olsa olsa pragmatizme, oportünizme, revizyonizme, reformizme, postMarksizme sapılır...

Üzerinde durmak istediğimiz ikinci sorun İbrahim Kaypakkaya yoldaşın şehit düştüğü 18 Mayıs gününün baştan savma hatırlanmasıdır. Yazılan pekçok yazı da yüzeysel, çala kalem yazılardır. 71 devrimci hareketinin devrimci mirası, tek yanlı olmamak koşuluyla bütünsel bir şekilde ele alınmak zorundadır. Bu miras çala kalem değil, etkin ve zengin bir şekilde verilmelidir. Bu veriş tarzı içerisinde İbrahim yoldaşın güçlü katkıları, ideolojik ve siyasal bakımdan köklü kopuşları temsil eden değerleri (başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere ulusal sorun, Kemalizm, modern revizyonizm ve kapitalizmin restorasyonu, Şefik Hüsnü TKP’sinin oportünist karakterinin değerlendirmesi, keza Türkiye’nin yakın tarihine dair analizleri) hata ve eksiklerini unutmadan özel olarak işlenmelidir ve genç kuşaklar başta olmak üzere parti ve sınıfın ve kitlelerin ileri katmanları bu bilinçle, donanımla aydınlatılmalıdır. Türkiye devrimci hareketinin ve ilerici demokratik hareketin uzun yıllardır özellikle de Kürt sorunu ve Kemalizm değerlendirmelerinde ortaya koyduğu teori ve politikaların gerçeklerden uzak, sosyal şöven, egemen ulusun küçük burjuva milliyetçi ideolojik etkisi altında kalmaya devam ettiği gerçeği dikkate alındığında İbrahim yoldaşın yaptığı açılımların değeri daha iyi kavranabilir… Kürt ulusal demokratik hareketinin ve ulusal devrimin gelişmesi, Ortadoğu ve uluslararası alanda yarattığı devrimci etki vb. gerek Kemalizmden kopuşun gerekse de Kürt sorunundaki Kaypakkaya’nın kopuşlarının vurucu gerçeğini daha iyi anlamaya hizmet etmektedir ve etmelidir.

Ayrıca gerek birlik sürecinde yansımış olan güven eksikliği ve daha da önemlisi partide ve parti tabanında geçmişi Marksist Leninist gören ciddi bir kitlenin varlığı da düşünüldüğünde bu konuda duyarlı, yapıcı, geliştirici bir duruşun sergilenmesi gerektiği de açıktı. Ancak buna gerekli önemin verildiği söylenemez. Kuşkusuz ki öncünün resmi görüşü neyse, sorunlar bu görüşlere bağlı olarak işlenmelidir. Fakat bu durum gerçek durumu gözetmeden tek yanlı, yüzeysel ve keyfi davranmayı asla gerektirmez ve haklı çıkarmaz. 71 devrimci hareketi ve liderlerini anmada, anma etkinlikleri düzenlemede, yıl dönümlerinde zengin analiz yazılarını yazmada, özelde bu aktiviteler sürecinde İbrahim yoldaşa ve kurulmasına önderlik yaptığı yapıda somutlaşan ideolojik ve siyasi birikime, eleştirel bir şekilde sahip çıkmada doğru, gerekli, yeterli yerin verilmesi, gerekli duyarlılığın gösterilmesi gerekmektedir. Bu perspektif ve duruşa bağlı kalmak aynı zamanda hem ideolojik mücadelenin gerekleriyle bağlıdır hem de devraldığımız mirasın sahiplenmesi bakımından bütünsel bir zenginliğe sahip bir parti görevidir. Bu görevin hakkıyla yerine getirilmediği gerçeği özeleştirel ortaya koyulmalıdır. Birlik Kongresi, birliği gerçekleştiren komünist öncellerin şehitlerini partinin onur üyeleri ilan etmişti. İbrahim yoldaş, öncünün onur üyesidir. Yıldönümleri de içinde olmak üzere İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın hakkı da verilmelidir.

‘’Kesintisiz Devrim ve İktidar Sorunu’’ adlı kitabımızda dile getirdiğimiz eleştiriyi buraya aktarmak gereksiz olmasa gerek;

‘’Bu bağlamda, İbrahim Kaypakkaya’nın Kürt sorunundaki gelişkin çizgisi, M. Suphi’lerin TKP’sine sahip çıkarken Şefik Hüsnü TKP’sini oportünist, Kemalizm kuyrukçusu olarak mahkum etmesi ve Kemalizm konusundaki kopuşu devrimci hareketin tarihinde özel, temel, yaşamsal bir değer taşımaktaydı. O, bu koyuşlarıyla 71 devrimci hareketinin önderlerinin çok ama çok ilerisinde durmaktaydı. İbrahim yoldaşın gerek sosyalizm maskeli reformcu sol cenahta, gerekse de devrimci hareketin ağırlıklı bölümü tarafından görmezden gelinmesinde bu sorunların çok özel bir yerinin olduğunu özellikle vurgulamak isteriz. Kaypakkaya’nın Kemalizm, Kürt sorunu, TKP değerlendirmesi, “Sovyet” modern revizyonizmine, sosyal emperyalizme karşı devrimci sosyalist değerlendirmelerinin, bu dört temel konuda hakkının teslim edilmemesi, dahası, üstünün örtülmesi, unutturulmak istenmesi, sessizlikle boğulması, mecbur kalınınca dil ucuyla dile getirilmesi, utanç verici bir oportünizm ve tasfiyeciliktir. Ama güneş, balçıkla sıvanamaz!
Keza, kendi tarihimiz bakımından, bu gerçekleri işlemede, Kaypakkaya gerçeğinin bu kazanımlarını savunmada gerek genelde gerekse de ama öncelikle de öz kuvvetlerimizin donanımı bakımından işlemede çok ama çok zayıf kaldığımız ise bir diğer gerçektir. Bu dört konuda Birlik Devriminin İ. Kaypakkaya’nın hakkını teslim ettiğini, karar altına aldığını biliyoruz oysa. Kuşkusuz ki, eleştirel aşılması gereken bir zaafımızdan bahsediyoruz. Bu durum, hatanın da ötesinde bir zaafımızı ifade etmektedir. Örneğin, Kaypakkaya yoldaşın şehit düşüşünün yıl dönümlerinde çıkan yazılarımız bile çalakalem çıkabilmektedir. Örneğin, yeni kazanılan ve yetişen yoldaşların, İbrahim Kaypakkaya’dan çok Deniz Gezmiş’i tanımaları (o da yüzeysel bir tanıyış!) bir rastlantı değildir. Herhalde bunun sorumluluğu genç nesillere ait değildir. Bu zaaflı tutumun mutlaka özeleştirel aşılması gerekmektedir. Deniz Gezmiş de Mahir Çayan da 71 devrimci hareketinin tarihsel kahramanlarındandır. Ortak değerlerimizdir. Yeni ve eski nesiller bu değerlere de sahip çıkmakla yükümlüdürler. Sorun bu değildir. Sorun burada da değildir. Ama Deniz Gezmiş’in, Mahir Çayan’ın (yaşamlarını ortaya koyarak eylemiyle fiilen kopuşsalar da) Kemalizm konusundaki bildiğimiz düşünceleri kabul edilecek düşünceler değildir. İbrahim Kaypakkaya’nın yukarıda vurguladığımız dört temel konudaki tutumu, çok temel bir kopuşu, 71 devrimci önderlerinin çok ilerisine geçerek geliştirdiği görüşlerdir. Tarih, diğer önderlerden farklı olarak Kaypakkaya yoldaşın bu konulardaki kopuşunun derin ideolojik ve politik değerini yeterince aydınlatmış ve hakkını teslim etmiştir. Bu hakkın teslim edilişi gündemleşmeli ve vurgulanmalıdır.’’ (Age., ‘’E. TÜRKİYE VE KÜRDİSTAN DEVRİMİ DÜNYA DEVRİMİNİN ORGANİK BİLEŞENİDİR’’ ALT BAŞLIĞI, s. 164-165, Sınırsız Kitap, Ankara 2014)

*Genç yoldaşların Birlik Devrimi sürecini ve deneyimlerini eleştirel incelemesini öneriyoruz. Birliğe gidiş süreci ve deneyimleri hakkında gerekli ve yeterli donanıma sahip olmamak ağır bir zaaf ve yetersizlik olduğu gibi komünist partide uzun yıllardır süregelen ideolojik ayrılıkların ve eleştirilerin de kavranmasını önleyecektir.
Keza Birlik Kongresi Belgeleri’nin PDF hali öncünün kendi sitesinde mutlaka yer almalıdır. Bu belgelere ulaşmanın oldukça zor olduğu bilindiğine göre bu konuda tutarlı davranılmalıdır.

Hasan OZAN İLTEMUR

18 Mayıs 2020 Pazartesi

18 MAYIS VE İBRAHİM KAYPAKKAYA… I. BÖLÜM

18 MAYIS VE İBRAHİM KAYPAKKAYA…

I. BÖLÜM

18 Mayıs 1973 İbrahim Kaypakkaya’nın Amed işkencehanelerinde katledildiği gündür. Kaypakkaya devrime, sosyalizme derin bağlılığıyla faşizm ve gericiliği inlerinde yenerek bayraklaşan bir liderdir. Kaypakkaya işkencede ser verip sır vermemenin adıdır kuşkusuz ama O, nitelikleriyle, katkılarıyla, bıraktığı mirasla Türkiye devrimci hareketinde özgül bir yere sahip devrimci liderdir. Dolayısıyla Kaypakkaya adını işkencede direniş destanı yaratmasıyla sınırlamak tarihsel ve politik gerçeğin ya anlaşılamamasının ya da tahrif edilmesinin ifadesidir.

İbrahim Kaypakkaya yoldaş ve liderliğini yaptığı TKP ML, 71 devrimci hareketinin 50 yıllık oportünist, revizyonist, reformist çizgi ve gelenekten kopuşun ana damarlarından birisidir. Söz konusu devrimci kopuş başlıca olarak üç ana akımda somutlaşmıştı; THKO, THKP-C, TKP ML TİKKO. Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin 71 devrimci çıkışı aynı zamanda bir tarihe başkaldırı, geçmişten bir kopuş, devrimci kahramanlık/devrimci romantizm çağını temsil ediyordu.

71 devrimci çıkışı yenilgiyle sonuçlansa bile bu yenilgi öncü kuvvetler nezdinde direnilerek alınan bir yenilgiydi. Dolayısıyla devrimci hareket moral üstünlüğünü koruyarak 1974’de yeniden başlayan antifaşist yükseliş sürecinde hızla toparlanmaya yönelebilmiştir.

71 devrimci hareketi Marksizm Leninizm’den güçlü bir şekilde etkilenmiş olmakla birlikte devrimci-demokrasinin sınırlarını henüz aşamamıştı. THKO ve THKP-C Latin Amerika devrimciliğinin fokoculuğu temelinde yükselirken, TKP ML ise Maoizm’i ve Çin devriminin gelişme çizgisini temel almaktaydı.

Böyle olmakla birlikte 71 devrimci hareketi içerisinde İbrahim yoldaşın liderliğindeki TKP ML, Marksizm Leninizm’den daha güçlü etkilenmiş bir hareketi temsil ediyordu. Ulusal sorun, Kemalizm, Şefik Hüsnü TKP’sinin değerlendirilmesi, Kruşçev-Brejnev modern revizyonizmiyle kopuşuyla, gerek Türkiye’nin yakın tarihini değerlendirmesiyle gerekse de coğrafyamızın bazı toplumsal maddi gerçeklerini anlama çabası ve yönelimiyle bu olguyu kanıtlamaktadır.

Kürt ulusal sorunu konusunda egemen ulus milliyetçiliğinden, sosyal şövenizmden köklü kopuşu gerçekleştiren İbrahim Kaypakkaya olmuştur. Bu devrimci harekette bir milattır.

Kemalizm ile köklü kopuşu gerçekleştiren İbrahim Kaypakkaya olmuştur. Bu da bir diğer milattır.

Şefik Hüsnü ile revizyonizm ve reformizm yoluna girerek komünist niteliğini kaybeden TKP’nin oportünist, sosyal şöven, reformist, Kemalizm kuyrukçuluğu ile şekillenen çizgisinden köklü kopuşu gerçekleştiren de İbrahim Kaypakkayadır.

SSCB’de, Kruşçev liderliğinde 1956’da başlayan modern revizyonist karşı devrime, kapitalizmin restorasyonuna ve yeni tip kapitalizme geçiş sürecine karşı tutum alan ve mahkum eden de İbrahim Kaypakkaya’dır.

Bu dört bağlamda da İbrahim yoldaş esas olarak Marksist Leninist bir teori ve pratik ortaya koymuştur. Küçük burjuva devrimci-demokrasi ile kopuşamamakla birlikte O ve hareketi, 71 devrimci hareketi içerisinde en ileri teorik ve politik perspektifi temsil etmeyi başarmıştır.

71 devrimci hareketinin diğer iki (THKO ve THKP-C) ana akımı, Kürt sorununda, Kemalizm sorununda, Şefik Hüsnü TKP’sinin değerlendirmesinde ve sovyet modern revizyonizmini kavramada TKP ML’nin epeyce gerisinde kalmıştır.

Bu iki akım Türk burjuvazisinin milliyetçi, şöven ideolojisi olan Kemalizmi radikal devrimci demokrasi olarak değerlendirmeye devam etmişlerdir.

Kürt sorunu konusunda devrimci bir tutumları olmakla birlikte, Kaypakkaya’nın programatik çizgisinin derinliğinden, genişliğinden, tutarlılığından yoksundurlar.

Kemalizmin güçlü ideolojik etkisi her iki akımın Kürt ulusal sorununda daha ileri bir ideolojik-siyasi çizgi geliştirmesini önlemiştir.

Her iki akım, Kruşçev-Brejnev modern revizyonizminin barışçıl geçiş, barış içinde bir arada yaşama, dünya devrimini yadsıyan vb. teori ve tezlerine karşı çıkmakla birlikte SSCB’de başlamış ve gelişmiş olan kapitalizmin yeni tip restorasyonu realitesini anlayamamış, dünya komünist hareketindeki ideolojik-siyasi saflaşmayı kavrayamamış, var olan çizgisel ayrılığı, sosyalist ülkeler arasında düşünce ayrılıkları olarak görmeye ve anlatmaya devam etmişlerdir.

Oportünist Şefik Hüsnü TKP’sini komünist olarak değerlendirmeye devam etmişlerdir.

Bu gerçeklere karşın Türkiye devrimci hareketinin 74 sonrası yeniden toparlanma ve yükseliş yıllarında olduğu gibi bugün de İbrahim Kaypakkaya’nın hakkı verilebilmiş değildir ve esasen O’nun işkencedeki destansı direnişiyle sınırlı bir değerlendirme ile yetinilmiştir. Aslında devrimci hareketimizin İbrahim Kaypakkaya’yı görmezden gelme, sessizlikle geçiştirme tutumu tipiktir. Kuşkusuz ki bu tutum ve duruş rastlantısal değildir. Temelinde küçük burjuva sınıfsal karakter yatmaktadır. Dar grupçu, sekter biçimlenme bu bağlamda da temel bir yerde durmaktadır.

Bir olgunun daha altı çizilmelidir; 71 devrimci hareketi içerisinde Perinçekgiller familyasının (Aydınlık/Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi-TİİKP) ideolojik ve siyasal çizgisinin oportünist, sosyal şöven, Kemalizm kuyrukçuluğuyla belirlenen karakterini kavramada hiçbir akım İbrahim Kaypakkaya kadar bir derinliğe ve donanıma sahip olamamıştır. Denizler ve Mahirler Perinçek-Aydınlık çevresine karşı uzlaşmaz ve militan bir tutuma ve eleştirel yaklaşıma sahip olmakla birlikte, onların Kemalizm ve Kürt sorunundaki ve Şefik Hüsnü TKP’sinin değerlendirilmesindeki yetersizlikleri ve zaafları bu bağlamda onların derinleşmesini önlemiştir. Kaypakkaya’nın başlangıçta Aydınlık çevresi içerisinde olması, TKP ML’yi Perinçek çizgisiyle hesaplaşarak, kopuşarak kurması bu bağlamda temel bir yere sahip olduğu belirtilmelidir.

Kaypakkaya ve TKP ML’si özellikle de Kemalizm, Kürt ulusal sorunundaki köklü devrimci kopuşu nedenleriyle Türk burjuvazisinin özel hedefi olmuştur. Burjuvazi, burjuva liberal, Kemalist aydınların Kaypakkaya hareketinin içeriğini boşaltarak sistem içerisine çekme siyasal operasyonuna konu olmamıştır. Bu gerçek, gerek İbrahim yoldaşın katledilmesinde gerekse de İbrahim Kaypakkaya’nın popüler bir figür haline gelememesinde özel bir yere sahiptir. Sözgelimi, devrimci içeriğini boşaltarak, devrimci çizgisini unutturarak Deniz gibi bir devrimci önderin sinema vbg araçlarla popüler hale getirilmesi çabası dikkat çekicidir. Bu bağlamda Denizlerin üzerindeki Kemalizmin etkisi kullanılmış, demagojik ve manipülatif operasyonlara tabi tutulmuştur. Bu yönelimlere karşın Deniz Gezmiş, burjuvazinin, liberallerin, Kemalistlerin hedeflerine yedeklenememiştir; çünkü Deniz bir devrimcidir, silahlı devrim için ayağa kalkan, hayatını ortaya koyan, idam sephasına devrimci sloganlarla giden, Kemalist devlet tarafından katledilen bir devrimci liderdir… Yaşadıklarında olmadık baskılara, zulme maruz bıraktıkları devrimci liderleri ölümlerinden sonra devrimci içeriklerini boşaltarak ‘’zararsız azizler’’ derekesine düşürmek sömürücü sınıfların klasik taktiklerinden biri olduğunu ise hepimiz biliyoruz.

Komünistlerin kendi pratiklerini, güncel gerçeklerini eleştirel gözden geçirmesi ve yaşadığımız sürecin önemli dönemeçlerinde takınılan tutumları, zaafları görebilmesi için şu gerçeklerin de altı özenle çizilmelidir;

1- 71 devrimci hareketinin liderleri en zor koşullarda liderliğin gerekleri gereği, ‘’önderliğin güvenliği’’ adına örgütlerini, kitlesini bir başına bırakıp kapağı yurtdışına atarak yaşamlarına devam etmeyi akıllarına bile getirmemiş ve buna tenezzül etmemiştir. En önde savaşarak, idam sephasında, çatışmalarda, işkencehanelerde şehit düşmüşlerdir. Onlar bu can bedeli mücadele ile parti ve örgütlerine, devrimci harekete adanmış devrimciliğin ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini de göstermişlerdir.

2- 71 devrimci hareketinin liderleri adanmış devrimcilik üzerine gevezelik yapmak yerine liderliğin gereği olarak işkencede, mahkemede örgütleri adına siyasal savunma yaparak kendilerini arı-duru yiğitçe ortaya koymuşlardır. Devrimci ve komünist harekete de değerli bir devrimci miras bırakmışlardır*.


* İbrahim Kaypakkaya’nın savunmasından kesitler;

‘’TKP/M-L ve ona bağlı TİKKO örgütlerinin kimler tarafından kurulduğunu ve yönetildiğini bilmiyorum. Yalnız bu örgütlerin saflarına katıldığımı ve onların illegal üyesi ve taraflısı olduğumu saklamıyorum ve bu örgütlerin üyesi olmaktan büyük bir kıvanç duyuyorum.’’

‘’Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiç bir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içersinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım” dedi. Başka bir diyeceği olmadığını söyledi ve birlikte tutulan işbu ifade zaptı, okunup imzalandı (21 Nisan 1973, TKP/M-L, TİKKO, TMLGB Davası, Klasör No 3, Dosya No 1, Sıra No. 4).’’

DEVAM EDECEK

Hasan OZAN İLTEMUR