26 Aralık 2022 Pazartesi

STALİN HEDEF TAHTASINA NEDEN YERLEŞTİRİLDİ? XVII. BÖLÜM

Dış görünüş ile şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu.” (Marks)

Perestroyka sırasında Stalin'i Leninci ilkelerden ve sosyalizmden uzaklaşğı için eleştiren üst düzey parti yöneticilerinin, yeni kapitalist sınıfın önde gelen simalarına dönüşmeleri şaşırtıcı değildi.” (Yuriy Yemelyanov, Stalin İktidarın Zirvesinde)

Biz; takdir seslerini dostlarımızın metih ü senalandan değil, düşmanlarımızın kin, garez dalgalarından duyarız!" (Lenin ve Leninizm, Sadrettin Cemal, Şevket Sürreya, Luzovsky, Pierre Paskal, Zinoniev)

I

İkiyüzlü insanlara karşı her zaman emin olabileceğiniz tek şey hiçbir zaman onlara güvenmemektir.”

Troçki gibi Kruşçev de, Gorbaçov da “Stalin’i Leninci ilkelerden ve sosyalizmden uzaklaştığı için” “eleştirdi”ler. Emperyalizmin pek çok ideologu, “sovyetolog”u, psikolojik harpçisi de, Troçki’den aldıkları bu sahte iddianın militan propagandistleri oldular. Bunların üzerinde birleştikleri ana hedef, Leninizm’i yok etmek, proletarya diktatörlüğünü yıkmak, sosyalizmi tasfiye etmek, uluslararası proleter devrimi önlemekti. Bu ideolojik süreklilik, politik saldırganlık, içeriksel birlik, emperyalizmin, kapitalizmin kesintisiz süren ideolojik ve politik saldırılarıyla birbirlerinden beslenerek, birbirini tamamlayarak, Anti-Stalinizm Kutsal İttifakı’nı oluşturdu. Bu anti-komünist kutsal ittifak kendi iç çelişki ve çatışmalarına karşın bir birlik oluşturdu ve bu birlik süreklilik kazandı. Stalin ve “Stalinizm” hepsinin ortak düşmanıydı. Bu anti-komünist, anti-devrimci, anti-demokratik bağlaşmaya daha sonra katılanlar, kaçınılmaz olarak bu ortak stratejinin bileşenlerine dönüştüler. Objektif gerçek budur.

Özellikle Lenin ve Leninizm’e, Ekim Devrimi’ne, sosyalizmin dev kazanımlarına, proleter enternasyonalizmine açıktan karşı çıkma imkanı olmayan sahte “Leninist” kesimler deşifre olmamak için, “Lenin ve Leninizm savunuculuğu”, “Lenin’e, Leninizm’e dönüş” sloganlarının arkasına gizlendiler. Troçki bu anti-komünist, anti-Leninist cephenin öğretmeni ve önderi oldu. Troçki anti-komünist kutsal cephenin komünizm maskeli sac ayağı biçimlendi. Böylece, açık emperyalist ve faşist saldırganlığın etkili olmadığı ya da olamayacağı alanda anti-Stalinist Haçlı seferini örgütledi.

Bu, bugün de böyledir. SSCB’nin yıkılmış/tasfiye edilmiş olması, bu kutsal ittifakı dağıtmadı; onlar yine anti-Stalinisttir ve bir kesimi hala “Leninist” falan geçinmeye devam etmektedir. Burada da Troçki ve Troçkizm baş rol oyuncusudur. Putin, (Leninizm’in, Ekim Devrimi’nin, Stalin’in bu açık düşmanı) ve Rus burjuva milliyetçileri Lenin ve Stalin’e azgınca saldırdığı halde, “Stalinist” ilan edilebilmekte, bir de bu yoldan Leninizm (“Stalinizm”) düşmanlığı yapılmaktadır. Görmesini bilen bir göz için bu, değişik (sağ ve “sol”) fraksiyonlarıyla çıplak burjuvazidir.

Durağan, hareketsiz, eni sonu belli olan bir tarihten, toplumdan, teoriden, tarihsel deneyimden bahsedemeyiz. Sınıflar gerçeği ve mücadelesiyle belirlenen toplumsal ve tarihsel yaşam dinamiktir... O nice tarihsel ve politik dönemeçlerden geçerek gelişir... Bu Troçkist teori ve pratik için de geçerlidir. Troçkizm, katı anti-komünist dogmalarına bağlı kalmakla birlikte, (Troçkist akımın da revizyonistleri vardır, bunu görmezden gelmemek lazım) her bir yeni dönemde değişen koşullara “yanıt” vermekle, ideolojik etki gücünü koruyup geliştirmekle, kendini yeniden üretmekle yükümlüdür. Ne kadar çarpıtırsa çarpıtsın, Troçkizm (ve değişik versiyonları) “küreselleşme”yi, “Bilimsel-teknolojik devrim”i, kapitalist-revizyonist sistemin çözülüşü ile ortaya çıkan koşulları, kendi görüş açısından “analiz” etmek zorundadır. “Anti-kapitalist gözükeceksin ki anti-Stalinizmin etkili olabilsin” diyen burjuvazinin politikasıdır bu.

Çağımızın merkezinde duran proleter devrimdir. “Stalinizmin geri dönüşü”, burjuvazinin ve Troçkistlerin kabusudur. Burjuvazi, Troçkistler, diğer oportünist akımlar, 1989-1991 dönemecinin ardından ortaya çıkan tarihsel konjonktürün (yenilgi ve gericilik döneminin) geçici olduğunu bilmektedirler. Sınıf bilinçli burjuvazi olan Troçkizm bu nesnel tarihsel hakikatın keskin ve gelişkin öncü bölüğünü temsil etmektedir. “Somut koşulların somut tahlili”ni yapamayan bir Troçkizm, dünya proleter devrimine karşı üstlendiği gerici saldırganlığını yerine getiremez. Nitekim pek çok Troçkist akım yeni dönemi tahlil etmektedir. Bunu yaparken, gelişme ve değişmelerin değişik yönleri hakkında kimi doğruları da dile getirebilmektedir ve bu bağlamda da Troçkizmin değişmeyen kırmızı çizgisi anti-komünizm, anti-Leninizm, anti-Sovyetizmdir. Bu sınırı belirleyip yönlendiren şey, proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıfsal uzlaşmaz karşıtlık ve keskin mücadeledir. Yoksa, sözgelimi pek çok burjuva bilim insanı, burjuva ideolog ve entelektüel de sözü geçen konularda sayısız gerçeği inceleyerek ortaya koyabilmektedir. En sınır tanımaz döneminde modern revizyonist akımlar, yeni tip burjuvazi de bunu yapmaktaydı.

Dün Stalin’i suçlayanlar, Kruşçevleri, Brejnevleri “Stalinist”, “neo-Stalinist” ilan edenler, dağılıştan sonra, bu kez aynı ithamları Putin’e, Rus burjuva emperyalist milliyetçi çevrelere karşı yöneltebilmektedir. Hedef belli ve amaç değişmemiştir: Leninizm’i, dünya proleter devrimini gözden düşürmek. Sosyalist inşayı, komünist-enternasyonalist tarihi ve kazanımları tarihin, proletaryanın belleğinden silmek (sonuna dek umudu öldürme, yok etme operasyonu); keza, yeni dönemde de ABD ve Batılı emperyalistlerin dünya hegemonyası ve rekabet mücadelesinde üstünlüğünü koruyarak sürdürmesi için militan savaşı geliştirmek.

Stalinizm” anti-komünist saldırısının, devrim ve sosyalizmin, Lenin ve Stalin’in açık azgın düşmanlarına bile yakıştırılarak (tümüyle bilinçli bir politika) devam ettirilmesi yukarıdaki gerçeklerle bağlıdır ve bu konuda, Batılı emperyalist “dürüst bilim insanları”, “saygın üniversiteler”i, “dürüst ve saygın entelektüelleri”, başta CIA olmak üzere istihbarat örgütleri, “sivil düşünce üretme” kurumları Troçkizmle aynı çizgide, “Stalinizm”e, Leninizm’e saldırmaya devam etmektedir. Yani anti-Stalinci kutsal bağlaşma, kendi içerisindeki bölünme ve parçalanmaya ve rekabete karşın, yeni dönemde, yeni koşulları hesaba katarak, yeniden mevzilenerek mücadelesini sürdürmektedir. Bu eşyanın doğası gereğidir. Aptalca beklentilerle, analizlerle Troçkizm hakkında hayaller yaymak sadece proletaryanın sınıf mücadelesine, komünizm davasına, Leninizm’e zarar verir ve öncelikle de ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalist devletlere hizmet eder...

Büyük devlet şovenizmi ve emperyalist güçlü devlet hırsıyla, hedefiyle yanıp tutuşan Rus burjuvazisinin değişik kliklerinin Stalin adını kendi gerici emellerine, o da onun Leninist ideoloji ve pratiğini teşhir etmeyi bırakmaksızın, zaman zaman kullanması, tıpkı Troçki’nin, tıpkı Kruşçev’in Lenin adını kullanmaya ihtiyaç duymalarıyla aynı içeriktedir. Aslında burada da, Troçkizm ve Rus burjuva milliyetçi çevrelerin anti-Stalinist kutsal bağlaşmasına tanık olmaktayız. Aralarındaki hegemonya ve rekabet mücadelesine karşın, her iki taraf da Leninizm’e, Stalin’e, sosyalizme saldırmada, anti-komünist zehiri proletarya ve halklara içirterek devrimlerden, proleter devrimden vazgeçirmede ortak işlevde birleşmektedir... Bu durumun nesnel gerçeğidir.

II

1989/91 çöküşünden sonra anti-Stalinist bazı çevreler artık gerek kalmadığını düşünerek suratlarında iğreti bir şekilde duran “Lenin”, “Leninizm” savunuculuğu maskesini çıkarıp çöpe attılar. Fakat Troçkizm bunu kolayca göze alamamaktadır.

Dikkat çekmek isteriz:

Leninizm” iddası Troçkizmin sırtında taşıdığı bir yüktür. Troçkistler Lenin’den kurtulmak, Leninizm iddiasını sırtlarından atmak istemekte ama bu yükü/maskeyi attıkları durumda, burjuva sınıf kimliğinin rezil savunucuları oldukları, Ekim Devrimi’nden sonra işledikleri bütün tarihsel suçlar bir çırpıda ortaya çıkacağı için bunu kolayca ve kestirme yoldan yapamamaktadırlar. Troçki’nin, proletarya diktatörlüğüne, sosyalizmin kuruluşuna karşı yürüttüğü karşıdevrimci mücadelesinde Troçkizmi Leninizm, Leninizm’i Troçkizm olarak pazarlayabilmek ve Stalin’in Lenin’le, Leninizm ile bağını kesebilmek için kullanmak zorunda kaldığı “Leninist/Bolşevik” görünme taktiğinin uzun bir tarihsel geçmişi vardır. Troçkizmin uzun ve özgül bir tarihsel süreçte “Leninist” görünme politikası, onların bu yükü sırtlarından cesurca atmasını engellemektedir. Engellemektedir, çünkü Troçki geçici de olsa Bolşevik Parti’ye katılmış, kısa bir süre de olsa Ekim Devrimi’ne, sosyalist devlete hizmet etmiştir. Bolşevik-Leninist otoritenin en yüksek ve aşılmaz liderinin Lenin, Leninizm olması ve üç ay öncesinde de olsa Troçki’nin Lenin ve Bolşevik parti otoritesine (ikili hesaplarla) tabi olması gerçeği var. Bu olguyu sömürmekten vazgeçmek kolay değildir Troçkistler için. Bu olgu ve manevra Troçkizme tarihsel meşruiyet kazandırma, böylece Leninizm düşmanlığını kılıflama olanağı tanıdığı için hep gündemde kaldı. Ancak bugün, Troçkistler, “Stalinizmin çöküşü”nün ardından bu yükten kurtulmak için değişik burjuva manevralara gereksinim duymaktadırlar.

Bazı Troçkist çevreler, kendilerini “Leninist/Bolşevik” olarak tanımlamaktan vazgeçerek açıktan “Biz Troçkistiz” demeye başladılar çoktan. Buna rağmen, onlar kendilerini “Leninist” olarak tanımlamadıkları halde, yine de tarihsel sürecin/zorunluluğun özgün gelişiminin dayattığı ve hep sömüre geldikleri Lenin’den bahsetmek zorunda kalmaktadırlar.

Bazı Troçkist çevreler, açıkça “Leninizm” tanımlamasını ret etmekte, “Lenin’e haksızlık yapmamak, Lenin’i Marks’tan, Marksizmden koparmamak için” Leninizm kavramını kullanmamak gerektiğini vurgulamaktadırlar.

Diğer Troçkist bazı çevreler, eski, bilindik propaganda ve ajitasyona devam etmekte ve daima yaptıkları gibi, Lenin, Leninizm diye bağırırken, Lenin’i, onun tarihsel rolünü, Leninizm’in içeriğini boşaltmaya; Lenin’i, Troçki’nin öğrencisi ve devrimin ancak ikincil figürü olabilmiş bir şahsiyet olarak sunmaya daha fazla önem vererek, böylece Lenin’i önemsizleştirme operasyonuna endeksli propaganda yürütmektedirler. Lenin’i önemsizleştirme operasyonu, Leninizm’i Troçkizm olarak sunma demagojisi yeni değildir kuşkusuz; bunu yapan kişi Troçki’ydi. Revizyonist/kapitalist sistemin dağılmasından sonra artık kendilerini daha rahat hisseden Troçkistler, bugün, bu vurgularını daha göze çarpacak tarzda yapmaktadırlar.

Troçki, Stalin karşısında elini güçlendirmek için “Leninci” olma iddiasını ileri sürmüştü; buna mecburdu.

Kruşçev, Stalin karşısında elini güçlendirebilmek, sosyalizmi, Leninizm’i yıkmak için tıpkı hocası Troçki gibi “Leninist/Bolşevik”, Leninizm savunucusu olma iddiasıyla ortaya çıkmaya mecburdu.

Gorbaçovculuk bile, SSCB ve yedeğindeki kampı dağıtmak için “Leninci” gözükmek zorundaydı. Öyle de yaptı.

Kruşçevcilik Gorbaçovculuğa, Yeltsinciliğe vardı, dağıldı, maskesini çıkarıp attı; artık bu maskeye gerek kalmamıştı. Ama “Stalinizmin sonu” Troçkizmin sonu olmadı; “anti-Stalinizm” (emperyalist dünya sistemini savunma, Leninizm’e ve dünya proleter devrimine karşı savaşma) Troçkizmin varlığının, “meşruiyet”inin zorunlu koşuludur. Çünkü Troçkizm kızıl maskeli burjuvazidir. Çünkü dünya proleter devrimi çağımızın en yakıcı, çözümü pratik-politik bir sorun olarak gündemde durmaktadır. Ve Troçkizm burjuva olarak, kapitalist emperyalizmi uluslararası proleter devrimden korumak için “Lenin” adını sömürmeye devam etme gereksinimi duymaktadır. Onlar ismen bile olsa Lenin’den bahsetmek ve Lenin’i araçsallaştırmak zorunda kalmaktadırlar. Unutmayalım ki, “Leninizm, emperyalizm ve proletarya devrimler çağının Marksizmi”dir. “Leninizm, genel olarak proletarya devrimlerinin, özel olarak proletarya diktatörlüğünün” teorisi ve pratiğidir. Troçkizmi kudurtan bu; Lenin’e açıktan saldırmalarını önleyen şey, ifade ettiğimiz tarihsel ve güncel gerçeklerdir.

Belki yukarıdaki tablo çeşitlendirilebilir ama önemli değil, sorun Troçkist akımların “Leninizm” yükünden kurtulma gereksinimi ve bu gereksinime yanıt verecek sayısız manevralar yapıyor oluşları gerçeğinin kavranmasıdır.

Lenin adını tümden bir yana atarak konuşamayan Troçkizm, açık, yarı açık, dolaylı ideolojik, politik, psikolojik manevralar yaparak dünya proletaryasıyla, Leninizm’le, sosyalizmin tarihsel başarı ve kazanımlarıyla, dünya proleter devrimiyle hesaplaşmasına devam etmektedir. Troçkizmin bu çizgisinden; burjuvazi ve kapitalizmin “gizli” savunuculuğundan vazgeçeceklerini düşünen, bu beklentilerle “Troçkizmle dostluk” peşinde koşanlar kuşkusuz ki yanılıyor. Onların bu beklentileri, Marksist-Leninist ideoloji ve ilkelerden vazgeçiş süreciyle, ideolojik liberalleşmeyle bağlıdır. Bu tasfiyeci oportünist hoşgörü barış içerisinde bir arada yaşama ilkesinde ifadesini bulmaktadır ve bu ilkesizlik, komünist partilerde Troçkizme kayanlarla ideolojik tavizler temelinde bir arada yaşama teori ve pratiğinde somutlaşmaktadır. Bu olgu, küresel-uluslararası alanda Troçkist entrizm taktiğinin pratikleştirilmesine inanılmaz imkanlar sunmaktadır.

Kısaca da olsa Troçki’nin, Troçkizmin “Entrizm taktiği”ne işaret etmek yararlı olacaktır.

Bu taktik ve politika, komünist ve devrimci partilere kendi gerçek kimliğini gizleyerek sızma, partileri içeriden ele geçirme; parti içi görüş ayrılıklarını ve çözümsüzlüğü geliştirme, kışkırtma; kendini Troçkist olarak ifade etmeden Troçkist propaganda yapma; etkili olabilmenin bir biçimi olarak “anti-Stalinist” olacak ya da olan en ufak eğilimleri kullanma; zamanı gelince açıktan Troçkist olarak ortaya çıkma, partiyi ele geçirme, bu olanaklı değilse, partiyi parçalama; bu süreç içerisinde “hepimiz yoldaşız”, “bakın fikir ayrılıklarımız pratik-eylem birliğimizi engellememekte” vbg. uzlaşıcı söylemin, manipülasyonunun etkince kullanılmasında ifadesini bulmaktadır. Geçmeden ekleyelim, Troçkist sızma, içerden ele geçirme, olmadı bölme politikası daha geniş bir bağlama oturmaktadır...

Komünist parti içerisinde barışçıl bir arada yaşama eğilimi, komünist olmaktan değil, Marksizm-Leninizm’den ve komünist parti olmaktan vazgeçişle ya da bu sürecin bir evresi olarak anlamlanmaktadır. Tasfiyeci oportünizmin ve oportünizmin değişik eğilimlerinin “dogmatizme karşı mücadele”, “yaratıcı Marksizm” ve “dogmatizme karşı eleştiri özgürlüğü” sloganları ve bu sloganların ideolojik içeriği, Birlik Devrimi’nin teorisini, program ve stratejisini; sınıfsal temelini, teori ve pratiğini tasfiye etme çizgisini ifade etmektedir. Böylece “eleştiri özgürlüğü”, Marksizm-Leninizm’e karşı özgürce mücadele özgürlüğü, dünya komünist işçi hareketinin tarihsel gerçeklerini, sınıf bakış açısını, dev kazanımlarını ret ve inkar ideolojik saldırganlığını dile getirmektedir.

Keza bu olgunun salt coğrafyamıza özgü olmadığı, aksine devasa bir akım olan uluslararası oportünizmin tasfiyeci ilke ve duruşu olduğu vurgulanmalıdır. Bunu görmek gerekir. Bu işin sağa sola çekilecek yanı yok; anti-Stalinizmi temsil eden değişik tasfiyeci eğilimler, tarihsel oportünist, revizyonist, sosyal reformist akıma, modern revizyonizme ve Troçkizme dayanmakta ve beslenmektedir. Kendilerine özgü hiçbir tezleri vs. yoktur. Burjuvazinin ve revizyonizmin, post-Marksizmin cephaneliğinden aldıkları teorileri, politikaları sanki ilk kez kendileri üretmiş “yaratıcı Marksistler” olarak pazarlamaktadır. Ki bu daha iki yüzlü bir zihniyet ve pratiktir. Berbat bir tasfiyeci çürümedir.

Tasfiyeciler tasfiyecilikte birleşmekte ve birbirlerini idare etmektedir. Bu, onların nesnel sınıfsal (küçük burjuva) karakterleridir. Marksist-Leninist çizgiyle oportünist sapmalar ve çizgiler arasındaki ayrım çizgilerinin üstünü demagojik bir tarzda örtmek tasfiyecilerin maharetidir. Tasfiyecilik, sorunların Leninist ilkeli çözümünün yerine ısrarla çözümsüzlüğü dayatarak yoluna devam etmektedir. İlkeli eleştiriye karşı oportünist alerji, özeleştiri yoksunluğu, kibir, parlak sözlerin ve sloganların arkasına ve gücüne tapınma; bu zaafları mucizevi erdemler görme ve gösterme, dürtülerle, duygularla, hamasetle, romantik abartılı devrimci keskinlikle, “önderlik” etme; teorik-ideolojik kısırlıklarını, yoksunluklarını, yoksulluklarını, yarım Marksist” kavrayışlarını bilgelik olarak lanse etme; hiçbir zaman kavramadıkları, şu veya bu yönünden etkilendikleri ya da şu ya da bu yönünü benimsedikleri, dolayısıyla yenilgi ve aşırı burjuva kuşatma koşullarında, zor dönemlerde uzaklaştıkları Marksizm-Leninizm’in yerine yeni “izm”ler geçirdikleri; teorik bütünlükten uzak, eklektik, sağ ve “sol” teori ve tezlerin iç içe geçtiği bir tasfiyeciliktir bu. Marksist-Leninistler Marksizm-Leninizm üzerinde sıkı sıkıya birleşmelidir. Marksist-Leninistler olağanüstü krizin üstünü örterek küçük burjuva hegemonyalarını korumak için savaşan tasfiyeciliğe karşı, yaşanan ideolojik yıkım sürecine karşı Marksist-Leninist çizgi etrafında sıkıca birleşerek, savunma değil, ideolojik saldırı hattında mücadele etmelidir. Tasfiyeci oportünizm püskürtülmeden, tasfiyecilik tasfiye edilmeden yol açmak, yol almak olanaklı değildir. Ve bu görev, günün en yakıcı görevidir; yoksa nihai olarak ulaşılacak son bellidir. Ya bunu yaparsınız ya da batarsınız. Gerisi boş laftır.

Troçkizmin tarihini inceleyin göreceksiniz ki, kendi Troçkist kimliğini gizleyerek ilerici, devrimci, komünist parti ve çevrelere sızma ve içeriden parçalama, ele geçirme politikası sistematik kullanılan Troçkist politika ve yöntemlerden birisidir. Bu politika ve tarz, Ekim Devrimi’nden sonra, daha Lenin yaşarken Troçki’nin parti, devlet, ordu, dış elçilikleri ele geçirmek için kullandığı bir taktiktir. (Bkz. Troçki’nin “Hayatım” kitabı, keza oğlu Sedov’la ilgili yazdığı kitap -”Oğul, Arkadaş, Savaşçı”) Partiden ve III. Enternasyonal’den atıldıktan sonra komünist partilere ve Komintern’e karşı uyguladığı taktiktir. Yani öyle iddia edildiği gibi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Pabloculuk-Mandelcilik’le, IV. Enternasyonal’le başlatılan bir politika değildir. Dahası bu taktik, entrizm taktiği, Troçkist örgütlerin birbirlerine karşı da kullandığı bir taktiktir. Bu olgu, Troçkizmin aşırı çürümüş burjuva karşı devrimci karakterini ve burjuva sınıfsal niteliğini çarpıcı bir tarzda kanıtlayan olgulardan birisidir. Bu, onların ne menem “Leninist/Bolşevik”, “Devrimci Marksist” olduğuna ışık tutmaktadır. Komünist ve devrimci partilerde Troçkizme kayan ya da Troçkizmi savunur hale gelen her bireyin Troçkist entrizm taktiğinin gereği olarak sızdırılmış kişi olduğunu düşünmek abartılı olur ve sorun bunun ötesinde bir sorundur... Sorun ilkesel-ideolojik-politik-örgütsel olarak gerekli uyanıklığa ve donanıma sahip olarak hareket edebilmektir. Sorun, bu düşüncelerin nesnel karakteridir.

Troçki ve Leninizm adına Troçkist “sol” keskinlik, anti-kapitalizm vurgusu yeni değildir ve bu politikanın devamı kaçınılmazdır; buradaki sınır Leninizm’in sürekli çarpıtılması, Leninist emperyalizm ve anti-kapitalizm teorisinin tasfiye edilmesi, Leninist uluslararası proleter devrim teorisi ve pratiğinin ret edilmesi ve gözden düşürülmesi; yeni Ekim Devrimlerine gidecek yolun saptırılarak önlenmesidir. Onların anti-kapitalizm gevezeliği ve son derece devrimci görünen, Lenin ve Leninizm’i bile sağcı gösteren “sol” keskinliği tümüyle bu çerçeveye tabidir; yani kırmızı çizgileri bellidir. Unutulmaması, bilince çıkarılması, altının çizilmesi gereken gerçek budur. Lenin’in sürekli vurguladığı gibi, "Troçki kıvırır, spekülasyon yapar, soldan olma pozu verir, ve sağa yardım için elinden gelen her şeyi yapar." İlke yoksunluğu, eklektisizm, pragmatizm; Lenin’in ölümüyle birlikte “Leninist/Bolşevik” geçinme; aşırı devrimci “sol” lafazanlık, berbat bir “sol” lafazanlıktan en sağ kulvara savrulma; entrizm; “Stalinizme karşı mücadele” adına her türden anti-komünist akımla işbirliği yapma vb. Troçkizmin ve Troçkist tarihin karakteristikleridir.

Geçmeden ekleyelim, (cesurca olmamasına karşın) Troçkist hareketin Leninizm/Bolşevizm iddiasından vazgeçme yönelimi hayırlıdır. Ancak ne olursa olsun, onlar öyle ya da böyle Lenin’i bir alet olarak kullanmaya muhtaçtırlar... Ne de olsa onlar, kapitalizm ve burjuvazinin “sol kanadı”dırlar; kapitalizm ve burjuvaziye karşı yükümlü oldukları/üstlendikleri görevler vardır; açıktan Lenin’den vazgeçerlerse, “Kahrolsun Leninizm!” derlerse, bu misyonlarını yerine getiremezler. Burjuvazi ve Troçkizmin anti-komünist sınıf bilinçli karşı-devrimci çekirdeği bu gerçeğin bilincindedir. Böyle yaptıkları koşullarda Leninizm’e, Ekim Devrimi gerçeğine ve tarihsel sosyalist ve enternasyonalist kazanımlarına sahip çıkma isteği ve samimiyetiyle mücadele eden çok sayıda devrimciyi saflarına çekemeyeceklerini; tarihsel çizgileriyle, teori ve pratikleri ile manipüle ettikleri kendi tabanlarındaki devrimci insanları da elde tutamayacaklarını çok iyi bilmektedirler.

Devam edelim.

III

Yenilgi ve azgın gericilik dönemi, dünya devrim ve karşı-devrim arasındaki güç dengelerinde ortaya çıkan köklü alt-üst oluşlar, “küreselleşme”nin atılımı ile emperyalist dünya sisteminin alt ve üst yapısıyla ortaya çıkan köklü değişimler üst üste binerek, devasa bir kafa karışıklığına yol açtı. Troçkizm bu ortamdan beslendi. Politik olarak güç kaybetse de ideolojik etkisi göreli arttı. Bu tablo bir yandan “komünizmi komünistsizleştirme”, “Leninizmi Leninsizleştirme”, “yeni komünizm”, “Marks’a dönüş”, giderek “Marks’ta hangi köyün muhtarı” burjuva operasyonunun etkinliğini alabildiğine ivmelerken, öte yandan da şaha kalkan tasfiyeci oportünist nedametle birleşerek, devrimci, Leninci, Stalinci, Jakobence olan her şeye karşı amansız bir kin kusmaya ve saldırganlığa yol açtı... Geçmişte Stalin ve SSCB deneyimini hiç olmazsa ilerici demokratik, devrimci-demokratik açıdan savunanlar dahil, dünya komünist hareketinin geniş bir bölüğü de anti-Stalinist kampa geçerek, “Kahrolsun Stalin!”, “Kahrolsun Stalinizm!” sloganlarını bayraklaştırarak sahnede boy gösterdi. Bu tarihtir. Bu sınıf mücadeleleriyle belirlenen ve biçimlenen tarihtir. Bu kapitalizm ile sosyalizm arasındaki ölüm dirim kavgasının yeni tarihsel dersleridir.

Bu tabloda ortaya çıkan şey, proletaryanın burjuvaziye ve kapitalizme karşı mücadele tarihinde yaşanan en derin, en kapsamlı, en ağır yenilgidir ve doğası gereği, sonuçları da çok yıkıcı biçimlerde ortaya çıktı... Sınıflar mücadelesi tarihi daha çok dersler vermeye devam edecektir... Görevimiz, tarihin dersleriyle silahlanmaktır; tarihi derslerle teori ve pratiğimizi zenginleştirerek geliştirip pratik-politik bir donanıma/silaha çevirmektir... Günümüzde tarihin eleştirel dersleriyle silahlanmada hala en zayıf kalan sınıfın enternasyonal proletarya ve öncüleri olduğunu saptamak abartı olmaz. Bu edilgenlik ve geride kalma, yenilginin ürünü olan ağır irade kırılmasının ifadesidir; aşılması, tarihin, teorinin, deneyimin eleştirel dersleri ışığında yeni tipte bir Bolşevik irade kazanılmasına bağlıdır. Evet, Lenin’in dediği gibi, “yenilen ordular, daha erken, daha hızlı öğrenir.“ ama öğrenmesini, daha hızlı öğrenmesini, Leninistçe öğrenmesini bilmek koşuluyla...; Lenin bunu başarmıştı her seferinde. Bu yenilenme gereksiniminin, yeni tipten Bolşevik irade kazanılmasının felsefeden politik-ekonomiye, sosyalizm ve sınıf mücadelesi öğretisinden, somut tarihsel gerçeğin nesnel ve bilimsel, denetlenebilir verileri üzerinden Leninist yapılanmaya dek uzanan bütünsel, kapsamlı ve derin bağlamı vardır... “Dogmatizme karşı mücadele”, dünya komünist işçi hareketinin önemli görevlerinden birisidir, ihmal edilemez ama vurgunun merkezine burjuva, küçük burjuva liberalleşmeye, ideolojik liberalleşmeye karşı mücadele oturtulmalıdır. Dogmatizme karşı mücadele, ideolojik liberalleşmeye, dünya komünist işçi hareketinin tarihsel kazanımlarının, deneyimlerinin inkarına karşı mücadeleye bağlı olarak ele alınmalıdır; yenilgiden beslenen küresel burjuva ve küçük burjuva ideolojik çakallaşma, oportünist provokasyon, tasfiyecilik ise çözüm değildir. Brensteinci, Kautskyci, Troçkist, Titocu, Kruşçevci, Maocu, “Yeni Sol”cu, postmodernci yenilenme ve “dogmatizme karşı mücadele yolu” devrimci proletaryanın yolu değildir ve olamaz. Bu, yenilgiyi meşrulaştırmanın, irade kaybını en pespaye teorilerle yüceltmenin, burjuva çöplükte otlanmanın, burjuva bataklığa gömülmenin yoludur; bu uğursuz yolu ve yolculuğu “yaratıcı Marksist yenilenme” olarak pazarlayanlar tasfiyeci bataklığın sözcüleri ve temsilcileridir.

Kapitalizmden komünizme geçiş çağında, yenilgilerden geçmeden zafere erişecek, yenilgilere, büyük tarihi geri çekilişlere uğramadan biteviye ileriye doğru, otomatik olarak komünizme doğru gidecek bir sosyalizm mücadelesi ve sosyalist toplum kurma zihniyeti sınıf mücadelesinin, tarihsel gelişmenin gerçeklerine aykırıdır. Eski sosyalist ülkelerin deneyimi, bizlere oldukça çarpıcı, sarsıcı tarihi dersler vermiştir. Önemli olan, son tahlilde, proleter geleceğin kazanılmasıdır, yenilgi ve geri çekiliş uğrakları da sadece geçici olgulardır ve böyle de olacaktır.

Lenin’in şu saptaması, her durumda yolumuzu aydınlatacaktır:

Proleter devrimden, komünist devrimden başka hiçbir şey, insanlığı, emperyalizmin ve emperyalist savaşların soktuğu çıkmazdan kurtaramaz. Devrimin önündeki zorluklar ne kadar büyük olsa da, hangi geçici yenilgilere uğrasa da, karşıdevrimin dalgaları ne kadar yüksek olsa da, proletaryanın nihai zaferi kesindir.”

Bu kısa hatırlatmanın ardından devam edelim.

IV

Sovyet Rusya tarihinin asıl orijinal fikirlerinin ‘ihaneti’ ve ‘yozlaşması’ açısından okunması, çoğu zaman modern tarihçilik tarafından,  yalnızca Bolşeviklerin topluca kriminalize edilmesine derinden bağlı olmakla kalmayıp, ama aynı zamanda Bolşeviklere ilham veren yazarları Terör ve Gulagʹın orijinal teorisyenleri olarak kınayarak, küçümsenerek reddedilir.” (Domenico Losurdo, STALİN: Bir Siyah Efsanenin Tarihi ve Eleştirisi, s. 427)

Peki, modern revizyonistler işe neden tıpkı Troçki, Troçkizm gibi Stalin düşmanlığıyla başladılar? Bu olgunun üstünden yüzeyselce atlayıp geçmek doğru mudur? Anti-Stalinizmi Kruşçev(ler)in kişisel kiniyle, salaklığıyla, oportünist yalpalamaları ve sapmasıyla vb. izah edebilir miyiz?

Elbette ki hayır. Sorun, sınıfsaldır, kökleri tarihe, çağımızın karakterine, sosyalist inşanın sert ve karmaşık gerçeklerine dayanmaktadır. Ortaya çıkan dönemeç ve bu dönemeçte Stalin, “Stalinizm” düşmanlığıyla biçimlenen tarihsel evrim, tümüyle kapitalizm ile sosyalizm arasındaki uzlaşmaz karşıtlıkla belirlenen çağımızın temel karakteristik gerçekleriyle; iki toplumsal sınıf ve sistem arasındaki ölüm kalım mücadelesiyle bağlıydı. Ve bu mücadele, tarihin gündemine giren yeni mücadele biçimleriyle, yeni derslerle, yeni tipte bir restorasyon deneyimiyle de şekillendi.

Revizyonist burjuvazi, özellikle 1945’ler sonrası “Stalin kültü”nü bilinçli tarzda geliştirdi. Dev Stalin sevgisi bu amaçla kullanıldı. Amaçları, Stalin sonrası dönemde Stalin’e, “Stalinizm” kamuflajıyla sosyalizme can alıcı noktadan saldırmak ve iktidarı ele geçirmekti. Stalin’i adeta Tanrı katına yücelterek tapınma kültünü yaratan bürokratik– revizyonist güruhtur. Bu olgu, aynı zamanda özellikle Çarlık Rusya’nın tarihsel gerçeğinin (sosyalizmde kılık değiştirmiş biçimlerde) manevi gücüyle beslendi. Toplumsal maddi gerçekte karşılığını bulmayan hiçbir şey, tutunamaz. Evet, doğrudur, Stalin yaşarken bu külte karşı çıktı ve mücadele etti. (Bu konuda oldukça fazla veri ortaya çıktı.) Ne var ki, bu mücadelenin yeterli olmadığı, burada Stalin’in ve partinin ciddi hataları olduğu da görülmelidir.

Stalin, yüksek otoritesine karşın, lanse edildiği gibi kadir–i mutlak bir güce de sahip değildi. Stalin’i kadir-i mutlak bir diktatör, kişisel diktatörlüğünde sınırsız tanımayan, paşa keyfine göre davranan zorba mı zorba bir lider olarak sunulması, Stalin’i günah keçisi haline getirerek sosyalizmi tasfiye etmek için geliştirildi. Stalin’in kadir-i mutlak bir lider olarak sunulması düpedüz felsefi idealizmdir, nesnel gerçeğin ret ve inkarıdır; tarihi her şeye kadir olağanüstü insanların, bireysel kahramanlar ve “kahramanlar”ın eseri sayan ve savunan burjuva tarih ve toplum teorisidir. Dahası bu bakış açısı, yöntem, analiz burjuva tarih ve toplum teorisinin dahi en geri ve en ilkel biçimidir. Geçmişi daha uzundur, pre-kapitalist dönemden şekillenerek gelen bir tarihsel kültürle de beslenerek şekillenir.

Sorunları bireyselleştirmek, iyi ve kötü figürlere indirgemek, devrimci liderleri şeytanlaştırmak, günah keçileri yaratmak; bu analiz ve manipülasyonun ardına gizlenerek sınıf mücadelesinin tarihsel ve somut gerçeklerini yok saymak, karşıdevrimci girişimleri, saldırı ve yıkımlarını gizlemek, işte bu burjuvazinin ve revizyonist dostlarının politikasıdır.

Jirodenci darbenin hemen ardından “Konvansiyondaki adamlarına moral vermek için yaptığı konuşmada” Meclis Başkanı şöyle diyordu:

“‘Tiran (Robespierre-bn.) yok artık. Niyeti Konvansiyon'dakileri katletmekti, hayatımız pamuk ipliğine bağlıydı...

Kruşçev de benzer açıklamalar yaptı; ”Bizi tasfiye edecekti Tiran Stalin, hayatımız onun elindeydi, ömrünün son yıllarında delirmiş gibiydi” vs.

Ölümleriyle arkalarından alçakça suçlanan, iftiralara uğrayan bu iki devrimci tarihsel figür, hala, gericilik ve sermaye tarafından korku ve kinle anılmaya devam edilmektedir. Bunun tesadüfi olmadığı açıktır.

Jakoben” deyince otomatik olarak aklına “giyotin”, “katliam”, “terör”; “Robespierre” deyince hemen aklına “gaddar, arkadaşlarını giyotine götüren adam” gelen Troçki; Stalin deyince otomatik olarak aklına “gaddar, milyonları öldüren Tiran” vs. gelen Troçki ile Kruşçev, iftiraları ve eylemleriyle aynı karşı-devrim cephenin öncü saldırgan güçleri oldukları bellidir. Jirodenler-Troçki-Kruşçev ve dünya burjuvazisi, aynı tarihsel karşı-devrimci saldırganlığın değişik olgularıdır, maskeli ya da maskesiz farketmez.

V

Kişi kültü” salt Stalin’le, dahası asıl olarak Stalin ile sınırlı değildi. Kişi kültü, parti kültü, devlet kültü, “yanılmaz” yetkililer kültü, önder kültü ile birleşmiş ve kaynaşmıştı. “Önder kültü” bu olgunun perdelenmesinin aracıydı ya da bu işlevi gördü. Bu gelişen bürokratizmin, yeni tipte bürokratik yabancılaşmanın ifadesiydi. Ve bu zaaf, giderek siyasal ve toplumsal bir olguya dönüşmüştü. Gelişen ve “kızıl bürokrat”lardan, teknokratlardan, aydınlardan oluşan bu yeni tip revizyonistler, bürokratlaşma/yozlaşma sürecini bu kültün arkasına ustaca gizleyerek geliştirdiler. Moşe Levin gibi anti-komünistlerin iddia ettiği gibi, “Stalin'in dayattığı ‘Yüce Önder’ “ imgesinden bahsedilemez. Bürokratik yabancılaşma ve yozlaşma sürecini örgütleyenler, bu imgeyi yaratarak Stalin’i ve partiyi, sosyalizmi, Leninizm’i vuran bir silaha dönüştürdüler. Bir zamanlar Robespierre de kendisini putlaştırmakla suçlanmış ve ölümü ile dört bir yanda Robespierre kendini putlaştırdığı/tanrısallaştırdığı suçlamasıyla da lanetlenmişti.

Robespierre aleyhindeki hırs ve diktatörlük ittihamı, 25 Ekim 1792 de, Loiret temsilcisi Louvet tarafından sert bir şekilde ortaya atıldı : ‘Robespierre ... seni, durmadan kendini putlaştırmak istediğinden dolayı ittiham ediyorum; her türlü entirika ve sindirme vasıtalarına başvurarak, Paris vilâyeti seçim kuruluna zulüm ettiğinden dolayı ittiham ediyorum; en son, yüce iktidara doğru yürüdüğünden dolayı ittiham ediyorum .” (A. Soboul, 1789 Fransız İnkılabı Tarihi, s. 291, iba.)

Burjuvazinin Robespierre dönük “kişi kültü eleştirisi” erken yıllarda başlamıştı...

Burada bay Troçki’yi hatırlıyoruz, erken bir tarihten itibaren Lenin’i, sonra da Stalin’i kendini putlaştırmakla/tanrısallaştırmakla, zorbalığın temsilcisi olmakla falan suçlamıştı...

Bu olgu sınıflar gerçeğiyle, sınıflar arası mücadeleyle, devrim ve karşıdevrim arasındaki çatışmayla, onun gelişiminin gereksinmeleriyle bağlıydı. Bu bağlamda bireylerin oturtulduğu yer, üstlendikleri işlevler, hangi nedenlerle ve biçimlerle suçlandığı, tümüyle dile getirdiğimiz maddi-sınıfsal temelle, sınıf çıkarlarıyla, politik mücadelenin gereksinmeleriyle bağlıdır. Ne Robespierre ve Jakoben devrimciler ve Jakoben devrimci iktidar, ne de Leninistler, proletarya diktatörlüğü, Stalin ve Bolşevik önderler “yanlışlık”la, rastlantıyla, öyle kendiliğinden, bilinçsizce, masum mu masum nedenlerle hedef tahtasına konulmadı...

Hitler ile Stalin kültünü karşılaştıran, ikisini de “totaliter diktatörlük” kurmakla suçlayan Deutscher şunları yazıyor;

Bununla birlikte, Nazi ve Stalinist Führerprinzip anlayışı arasında bir fark vardır. Hitler taraftarları, Hitler'i bir yarı-tanrı olarak görüyor ve apaçık bir şekilde yüceltiyorlardı. Çünkü, kahramana tapınma, Nazizm gibi ırkçı bir efsaneye çok uygun düşüyordu. Buna karşılık, Stalin'in putlaştırılması, Marksizm Leninizmin gerçekçiliği ile hiç bir zaman tamamıyle bağdaştırılamamıştı. Stalin'e, bir efsane kahramanı olarak değil, ihtilalin koruyucusu, öğretinin savunucusu ve otoritenin sembo olarak tapılmıştı. Marksizmin önleyici etkisi, kendi şahsi otoritesini, Politbüronun ya da Merkez Komitesinin kollektif otoritesi ile örterek gözden kaybettirmek zorunda bırakmıştı Stalin'i.” (Stalin, C. II. s. 392, iba.)

Kıyaslamayı bir yana bırakıyoruz, aslında yazarın sözleri (“Marksizmin önleyici etkisi, kendi şahsi otoritesini, Politbüronun ya da Merkez Komitesinin kollektif otoritesi ile örterek gözden kaybettirmek zorunda bırakmıştı Stalin'i.”), Stalin’in Marksizm-Leninizm’e bağlı kaldığının, kendi şahsını öne çıkarmaktan uzak olduğunun, partinin ve önderliğinin kolektif çalışmasını daima önde tuttuğunun yarı-dolaylı itirafıdır ya da itirafı olarak okunmalıdır. Bir Marksist-Leninist lider olarak Stalin tüm yaşamı boyunca kendini değil, Lenin’i, kolektif değerleri, kolektif önderliği, parti ve sınıfı öne çıkararak yaşa. “Ben önderim”, “beni önder ilan edin”, “ben stratejik önderim, sizler taktik önderlersiniz; en nihayetinde ben amaç, sizler araçsınız” vs. demedi hiçbir zaman. Onda Troçki’nin aşırı bencilliğinin, aşırı kibrinin, sahnede görünmek ve olmak için ve yalnızca kendisi olmak için yapmadığı şey kalmayan komplocu ve provokatör, tasfiyeci bürokrat Troçki’nin zihniyet ve karakterinin izi, evet, izi bile yok(tu). Öğretmenlerinden birisi olan Troçki’nin yolunda yürüyen Kruşçev ise, Troçki gibi şirret, megamolan birisidir. Kaganoviç’in “Anılar”ında belirttiği gibi, “Kruşçev’in şirret birisi olduğu söylenebilir. Evet, ancak bu Troçkist ve anti-parti şirretliğidir.” İktidarı ele geçirdikten sonra ne oldum delisine dönen megaloman Kruşçev, şirretlikte de Troçki’nin yolunda yürümüştür. Bu arada, Kruşçev’in eski bir Troçkist olduğunu, iktidarı ele geçirdikten sonra Troçki’nin “itibarı”nı iade etmek istediğini ama bunu başaramadığını söyleyen Kaganoviç’in açıklamasını burada hatırlatmak gereksiz değildir.

Stalin, başka bir bölümde göstereceğimiz gibi, bir Leninist/Bolşevik olarak daima Lenin’i, Leninizm’i önde tutmaya özen göstermiş, kendisini Lenin’in bir öğrencisi olarak ifade etmiştir. Partiye teslim olan “muhalefet”in önderleri ve keza kızıl bürokratlar tarafından, Stalin’in çağımızın Lenin’i olduğu gibi övgüleri ise daima reddetmiştir.

Özellikle Stalin, sağlığında ne kadar ilahlaştırılmışsa ölümünden sonra da körü körüne o kadar ‘şeytanlaştırılarak (hem de kimileyin aynı kişilerce!), bütün suçlamaların ve nefretlerin nişan tahtası olmuştur.” (Henri Alleg, Büyük Geri Sıçrama, s. 139)

Kruşçev bunların başında gelenlerden değil miydi? Alleg’in saptaması yerindedir.

Benediktov, Kruşçev hakkında şunları söyler:

Devlet ricalı arasında Hruşçov belki de herkesten daha çok Stalin'in önünde yaltaklanırdı. Stalin'den korku Nikita Sergeyeviç'te hastalıklı, bazen fıkraya benzer biçimler alırdı...”

(V. Litov, Stalin ve Kruşçev Hakkında İvan Aleksanroviç Benediktov, İle Söyleşi, s. Yazılama Yayınevi )

Kruşçev, “kişi kültü”nün en önde gelen aktörlerinden birisiydi.

Birlikte okuyalım.

(Almancadaki ‘Führer’ sözcüğüne denk gelen) ‘vojd’ terimini devreye sokan Kruşçov idi. Kruşçov Ocak 1932’deki Moskova Parti Konferansında yaptığı konuşmayı şu sözlerle bitirmişti:

Her zamankinden daha sıkı bir biçimde Leninist Merkez Komitesi’nin ve Partimizin ‘vojd’u Stalin Yoldaşın etrafında kenetlenen Moskova Bolşevikleri, sevinç ve güven içinde sosyalizm ve dünya proleter devrimi uğruna savaşımda yeni zaferlere doğru yürüyorlar.” (Raboçaya Moskva, 26 Ocak 1932, L. Pistrak, The Grand Tactician: Khrushchev's Rise to Power, Londra, 1961, s. 159)

Ocak 1934’deki 17. Parti Konferansı’nda Stalin’i,

“… bir deha ‘vojd’u.” (XVII S'ezd Vsesoiuznoi Kommunisticheskoi Partii (B.), s. 145, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 160) diye anan sadece Kruşçov olmustu.

O sırada Moskova Parti Sekreteri olan Kruşçov, Ağustos 1936’da Lev Kamenev ve Grigori Zinovyev’in ihanet davalarının duruşması sırasında şöyle diyordu:

Sefil cüceler! Onlar ellerini insanların en büyüğüne,… bilge ‘vojd’umuz Stalin Yoldaşa karşı kaldırdılar… Sen Stalin Yoldaş, Marksizm-Leninizmin yüce bayrağını bütün dünyanın önünde yükseklere kaldırdın ve onu ileriye taşıdın. Stalin Yoldaş, Stalinist Merkez Komitesi’nin sadık destekçisi olan Moskova Bolşevik örgütü Stalinist uyanıklığını daha da arttıracak, Trotskist-Zinovyevist kalıntıların kökünü kazıyacak ve Partinin saflarını ve Partili-olmayan Bolşevikleri Stalinist Merkez Komitesi ve büyük Stalin’in etrafında daha da sıkı bir biçimde birleştirecektir.” (Pravda, 23 Ağustos 1936, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 162)

Kasım 1936’daki Sekizinci Tüm-Birlik Sovyet Kongresi’nde Kruşçov bir kez daha, onay için Kongre’nin önüne getirilmiş olan yeni Sovyet Anayasasının ‘Stalinist Anayasa’ olarak adlandırılmasını önerdi. Çünkü,

‘… o başından sonuna kadar Stalin Yoldaşın kendisi tarafından kaleme alınmıştı.” (Pravda, 30 Kasim 1936, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 161)

O zaman Basbakan olan Viyaçeslav Molotov’un ve Leningrad Parti Sekreteri olan Andrey Jdanov’un, Anayasa taslağının hazırlanmasında Stalin’e özel bir rol biçmediklerini kaydetmek gerekir.

Kruşçov aynı konuşmasında ‘Stalinizm’ terimini de türetecekti:

Bizim Anayasamız, dünyanın altıda birinde zafere ulaşmış olan Marksizm-Leninizm-Stalinizmdir.’ (aynı yerde)

Kruşçov’un Ocak 1937’de Moskova’da, Grigori Piyatakov ile Karl Radek’in ihanet davasının duruşması sırasında 200,000 kişilik bir dinleyici kitlesi karşısında yaptığı konuşmanın havası da aynıydı:

Onlar ellerini Stalin yoldaşa kaldırmak suretiyle, ellerini insanlığın sahip olduğu en değerli şeye kaldırmışlardır. Çünkü Stalin umuttur; O beklentidir; O bütün ilerici insanlığa yol gösteren fenerdir. Stalin bizim bayrağımızdır! Stalin bizim irademizdir! Stalin bizim zaferimizdir!” (Pravda, 31 Ocak 1937), L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 162)

Kruşçov Mart 1939’da Stalin’i,

‘… büyük dahimiz, sevgili Stalinimiz,’ (Visti VTsVK, 3 Mart 1939, L. Pistrak, adigeçen yapit, s. 164) diye tanımlıyor ve Parti’nin Mart 1939’daki 18. Kongresi’nde onun için,

‘… insanlığın en büyük dehası, bize Komünizm yolunda önderlik eden öğretmen ve ‘vojd’, bizim Stalinimiz’ (XVIII S'ezd Vsesoiuznoi Kommunisticheskoi Partii (B.), s. 174, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 164) diyor,

ve Mayıs 1945’de O’nu,

‘ ‘… Zaferin büyük Mareşali’ (Pravda Ukrainy, 13 Mayıs 1945, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 164) diye selamlıyordu.”

Acı olan Kruşçev gibilerinin Bolşevik bir partide yükselerek iktidarı ele geçirecek noktaya gelmiş olmasıdır. Bu, sosyalist inşanın içsel bir temel zaafıdır. Proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşa sürecinde yeni tip bürokratların ve bürokratik katmanların gelişmesini önleyecek teori ve pratiğe; teorinin tarihsel dersler ışığında zenginleştirilmesine, eski ve yetersiz önermelerinin aşılmasına gereksinim vardır. Sınıfların, sınıf mücadelesinin sürdüğü, kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkilerin devam ettiği, burjuva ufkunun dar sınırlarının henüz aşılmadığı koşullarda bürokratik yozlaşmanın, yeni tip bürokratik küçük burjuva katmanların gelişmesinin, giderek iktidarlaşmasının koşulları vardır ve var olacaktır. Geçmiş tarihin sosyalist inşa sürecindeki negatif etkisi, emperyalist kuşatma koşullarının dizginsiz baskısı, iç ve küresel alanda süren ve sürecek olan sınıf mücadelesinin gerçekleri, yukarıda ifade ettiğimiz ve etmediğimiz nesnel nedenlerle birlikte, dünya proletaryasının önünde daima mücadele edilmesi gereken bir tarihsel gerçeğe/engele işaret etmektedir. Bu mücadele salt bir ya da birkaç ülkede proleter devrimin zaferi ve sosyalist inşa pratiği bakımından değil, sosyalist kuşatmanın emperyalist kuşatmanın yerini aldığı koşullarda da çözülmesi gereken bir sorunun altını çizmektedir. Sorun, bir bütün olarak kapitalizmden komünizme (sınıfsız toplum) geçiş sürecinin gündemi, çözülmesi gereken güncel bir sorunu olmaya devam edecektir.

Kuşkusuz ki, emperyalist kuşatmanın yerini sosyalist kuşatmaya bıraktığı koşullarda, bu mücadele çok daha elverişli koşullarda yürütülecektir. Bilimsel-teknolojik devrimlerin ulaştığı düzey, bir veya birkaç ülkede sosyalist inşa koşullarında bürokratik yabancılaşmaya, yeni tip burjuva katmanların yükselmesine karşı mücadeleyi kolaylaştıracaktır. Bolşevik çizgide sosyalist demokrasinin geliştirilmesini, büyük kitlelerin devlet yönetimine katılmasını, özneleşmesini kolaylaştıracak ve etkin bir silaha dönüştürecektir. Ve bu bağlamda, proletarya diktatörlüğünü yıkma, sosyalizmi tasfiye etme, kapitalizmin restorasyonunu ifade etmenin ötesinde bir anlamı olmayan Troçkizmin “bürokrasiye karşı mücadele”, Kruşçevizmin “kişi kültüne karşı mücadele” sloganları ve pratiğinden ancak olumsuz anlamda çıkarılacak dersler vardır. Troçkizm ve Kruşçevizmin çizgisi burjuva karşı devrim çizgisidir; sloganları ve “Stalinizme karşı mücadele” teori ve pratiği ise Lenin ve Leninizm’in yadsınması ve burjuva karşı devrim anlamına gelmektedir. Troçkizmin ve Kruşçevizmin, bu ikizlerin teorisi ve pratiği mahkum edilmeden ise Marksizm-Leninizm savunulamaz ve tarihin dersleri ile silahlanılamaz.


VI

Görkemli başarılar ve kazanımlardan dolayı, sıradan kitlelerin “Stalin’i putlaştırması”nı anlamak mümkündür. Asırlarca sürmüş feodal siyasal, dinsel kültürel hegemonyanın derin etkilerinin sosyalist inşa sürecinde bir çırpıda son bulması zaten olanaklı değildi. Geride kalan tarihte, Çar kutsal, tanrısal bir kültün/putlaştırmanın simgesiydi. Henüz köylülüğün derin etkilerinden arınmamış bir sosyalist toplum olan SSCB’de, bunun karşılığı ya da yansıması, kılık değiştirmiş biçimlerde “Lenin, Stalin kültü”nün gelişmesine tarihsel (ve güncel) temel oluşturmasıydı. Bu bir yere kadar kaçınılmazdır. Bunu anlamamak aptalcadır. Tek başına propagandanın gücüyle bunu aşamazsınız. Henüz yeni kurulan, kurulmakta olan sosyalist maddi temel ve kültürel aydınlanmayla da buna son veremezsiniz; Stalin’in de elinde sihirli bir değnek yoktu. Ve tekrar hatırlatmak gerekir ki, Rusya geri bir köylü ülkeydi ve tek başına sosyalizmi kurmak, tarihin bilinmeyen yollarından yürümek zorunda kalan bir ülkeydi. Sayısız tehlike ve tehditlerle karşı karşıyaydı. Sayısız zor dönemeç Stalin önderliğinde aşıldı... Bu gerçekler de kişi, parti, devlet kültünün gelişmesine uygun bir ortam yaratmaktaydı.

Güç karşısında boyun eğen yaltakçı, yardakçı yaygın bir küçük burjuva kitle mevcuttu.

Yükselmek için yanan ve tutuşan yaygın bir kitle vardı.

Bulunduğu mevkileri kaybetmemek için kendini parçalayan kesimler vardı.

Parti içinde yükselmek, şan, şöhret, ayrıcalık kazanmak ve rahat yaşamak isteyen kesimler vardı.

Bu olgu, tekil değil, kitleseldi.

Bu durum Troçkist-Buharinist “muhalefet” için de elverişli bir imkan ve ortam sunmaktaydı. Tüm bunları yok sayarak “Stalin kültü” üzerine konuşamayız. Bu olguları da tabloya eklemek ve değerlendirmek gerekmektedir. Ama bu maddi ve tarihsel, toplumsal gerçeklere karşın, bu kültün bilinçli, örgütlü, örtülü bir yıkıcı muhalefet politikası olarak geliştirilmesinin öncüsü ve esas sorumlusu yenilgiye uğrayan “muhalefet” ve “kızıl bürokratlar”dı. Zamanla oluşup gelişen yeni tip bürokratik küçük burjuva toplumsal katmanın, giderek kastlaşmanın temsilcilerinin bu bağlamda daha kapsamlı özel bir tarihsel rolü olduğu gerçeğinin altı çizilmelidir. Sorunun özü, yeni tip bürokratikleşmeye dayanmakta, çözüm, sosyalist inşa sürecinde yeni tip bürokratikleşmenin önlenmesinde somutlaşmaktadır. Tarihsel deneyim bunu göstermektedir. Teori ve deneyin reddi ve tasfiyesi değil, Marksist-Leninist teoriye ve tarihsel deneyime militanca sahip çıkarken, hataların, zaafların eleştirel açığa çıkarılması, teorinin zenginleştirilerek geliştirilmesi göreviyle yükümlüyüz.

Kuşkusuz ki, özellikle de “geri kalmış ülkelerde” bu sorunun çözümü zor bir sorun, uzun ve karmaşık, iç ve uluslararası alanda sürecek bir mücadele sürecini gerektirecektir. Yani bu sorunu ne salt kişilerle, ne salt “ulusal koşullarla” ne de salt uluslararası mücadeleyle bağlı çözemeyiz. Aksine sorun, iç ve uluslararası alanda dünya proleter devriminin gelişim sürecine ve gereklerine uygun bir tarihsel mücadeleyle bağlı olarak çözülebilir. Sorunu getirip Stalin’e, Troçki’nin ve ardıllarının alabildiğine çarpıttıkları “tek ülkede sosyalizm” teorisine indirgeyenler, aslında diyalektiği, materyalizmi, tarihi materyalizmi reddetmekte, yerine pozitivist, mekanist, subjektif idealist çizgiyi geçirmekte ya da propagandasını yapmaktadırlar. Ne devlet (sivil ve askeri bürokrasi) ne de bürokratik çarpılmaya, deformasyona uğramış sosyalist devletler gerçeği bir çırpıda ortadan kaldırılamaz. Masa başı keskinlikle, hayali projecilikle vs. bu sorunlar çözülemez. Özellikle de şu bürokratik çarpılmaya uğramış/uğrayacak sosyalist devletler olgusu az gelişmiş devlerde gerçekleşecek proleter devrimlerden sonra daha keskin bir sorun olmaya devam edecektir...

VII

Kişi, parti, devlet kültü (kutsallaştırma, putlaştırma, tapınma) proletarya sosyalizminden bir sapmadır. Nesnel temelleri vardır. Öznel nedenleri vardır. Ama herhalükarda Marksizm-Leninizm’den bir sapmadır. İç ve dış düşmanların bu sapmadan yararlanması eşyanın tabiatı gereğidir. Düşmandan önce de kendimizi eleştirmeliyiz. Sorunu salt “şeytan Stalin”le izah edemeyiz. Sosyalist gelişmenin değişik koşullarında, değişik evrelerinde çeşitli sapmaların ortaya çıkmayacağını, dahası gelişip yıkıcı sonuçlara yol açmayacağını düşünemeyiz. SSCB deneyimi bunu gösteriyor. Burada önemli olan şey, gerekli eleştirel derslerin çıkarılmasıdır...


Stalin kültünü kışkırtan ve geliştirenler, bu kültün ardına gizlenerek her türlü zorbalığa, entrikaya, manipülasyona baş vuran kızıl maskeli Makyavelistler, sırası gelince bu “külte” saldırmaya, kültün sorumlusu olarak da “zorba Stalin”i göstermeye ve suçlamaya başladılar. Bu Troçki’nin vasiyetiydi. Bu vasiyet, özgün bir biçimde Kruşçevci karşı devrim tarafından yerine getirildi... Vasiyet, en tepe noktasında Gorbaçovculukla zafer kazandı.

Stalin’in putlaştırılması”nda partiye tekrar tekrar ihanet eden, ardından “özeleştiri” yapıp partiye geri dönenlerin özel bir rolü olduğu, bunu bir politika tarzına dönüştürdükleri kesindir. Bunlar bu işin bilinçli öncüleriydi. Özellikle “Zafer kongresi” olarak anılan Kongrede (17. Parti Kongresi, 1934) pişmanlık bildiriminin eşliğinde, Stalin’i yere göğe sığdıramayan konuşmalar yapan eski liderlerin (Zinovyev, Kamenev, Preobrajenskiy, Radek, Buharin, Rikov, Tomskiy vb.) rollerinin altı çizilmelidir. (Bkz. Yuriy Jukov, Öteki Stalin, s. 79) Deutscher, 1927’de, 1932’de partiye (”Stalinizm”e) teslim olarak geri dönen Zinovyev ve Kamenev’in, “kişi olarak Stalin önünde diz çökmedikleri”ni yazıyor, ancak “Ama 1933’de bunu yapmışlardı: Bu sefer pişman olduklarını bildirirken Stalin’in yanılmazlığını da yüceltmişler ve onun tek büyük lider olduğunu söylemişlerdi.” (Troçki Kovulan Sosyalist, C. III, s. 250-251, iba.)

Buharin, 1932’de, Izvestiya gazetesinin editörüdür ve o, bu aracı da kişi kültünü geliştirmede etkince kullanmaktaydı.


Revizyonistler, daha Stalin yaşarken, politik iktidarı ele geçirme politikasının gereklerini yerine getirdiler. Stalin’in putlaştılması operasyonu, “Stalinsizleşme” operasyonunun sac ayağıydı. Putlaştırılan canlı özünü kaybederek ölür.

Stalin putunun geliştirilmesi, yüceltilmesi, “Stalinsizleştirme” politikasının ön hazırlıklarından birisiydi. Bu eğilim, nesnel olarak, kapitalist restorasyona elverişli zemin sunmaktaydı. “Kişi kültü” (Stalin adının arkasına gizlenmiş olan) revizyonistlerin giderek sistematik bir tarzda örgütlenen ve geliştirilen bir savaşım tarzına dönüştürüldü. Stalin, defalarca “beni putlaştırma işi düşmanın işidir” derken bu gerçeği vurgulamaktaydı.

Açık kimlikleriyle ortaya çıkmaya cüret edemeyen “Stalin dalkavukları”, bir diğer deyişle gizli revizyonistler, Stalin döneminde, büyük zaferlerin gölgesinde, 1930’lardan başlayarak, kişi kültünü teşvik etti. Özellikle de “kişi kültü” savaştan sonra, hızla toplumsal–siyasal bir kansere dönüştü. Bu kültün merkezinde parti ve devlet kültü durmaktaydı. Bu kültü “kızıl bürokratlar” temsil etmekteydi, Stalin değil. Bu kesimlerin siyasal istikrarı, fiili ayrıcalıkları güvencede değildi. “Stalinizm” hep enselerindeydi. Küçük burjuva özlemlerle, rahat yaşam tutkusuyla, maddi ve toplumsal ayrıcalıklarını resmileştirerek büyütme peşindeydi bu kesimler. Yeni dönemde emperyalist dünyayla tutuşulacak ve çok ağır bedeller ödemeyi de içinde taşıyan sayısız tehlike ve tehdidi göze alıp ileri atılmak istememekteydi bu kesimler. Stalin emperyalist kampla sosyalist kampın arasında savaşı kaçınılmaz görüyordu. Oysa yeni sınıf, henüz sınıf olarak gelişmesini tamamlamasa da, “Barış içinde bir arada yaşamak” istiyordu. Yeni savaşlar, yeni devrimler, bunları istemiyordu. Rahat yaşamak artık onların hakkıydı...

Bu yeni tip küçük burjuvazi, sınıfsal doğası gereği, sınıf atlamak, iktidarlaşmak istiyordu. Önlerindeki en büyük engel de Stalin ve Bolşevik çekirdekti. Henüz gerekli güvencelerden yoksun ama iktidarı dilediğince yönetmek isteyen ve bu hedefe endeksli çalışan yeni tip küçük burjuvazi etkisini büyütmek için “kişi kültü”nü yüceltti. “Kişi kültüne karşı mücadele” sloganı adım adım, ama özellikle Stalin’in ölümünün (1953) hemen ardında başlatıldı. “Putlaştırılan ölür” sözü, yitirilmiş canlı özün dışa vurumudur. Doruğun düşüşün de dönemeci olması bizlere çok derin bir tarih dersi vermektedir. Stalin öldüğünde ya da öldürüldüğünde, SSCB tarihinin en büyük zaferleri ve atılımlarıyla, kazanımlarıyla gücünün doruğuna ulaşmıştı. SSCB büyük ve görkemli gücüyle dünya proleter devriminden ölesiye korkan ve saldırgan Soğuk Savaş stratejisine azgınca sarılan emperyalist dünya için en büyük tehditti. Buna koşut, büyük ve görkemli zaferlerin gölgesinde büyüyen modern revizyonist karşı devrimi örgütleyecek “kızıl” küçük burjuvazi de kendi gücünün daha yüksek gelişme düzeyine yaklaşmıştı. Zıtların birliği ve mücadelesi... Yeni dönemde, yeni dönemin güncel zorunluluklarına da yanıt verecek yeni bir bütünsel atılım, kendi iç zaaflarıyla da hesaplaşacak yeni bir Leninist atılım gerekiyordu... Stalin ancak bu noktada eleştirilebilir ve eleştirilmelidir.

Bu sorun salt Stalin’e, dahası salt partinin öznel zaaflarına bağlanarak izah edilemez. Burada nesnel koşulların rolünü görmek gerekir. Salt irade gücüyle, salt doğru politikalarla, salt doğru şiarlarla bir çırpıda bürokrasiyi ve bürokratik yabancılaşmayı doğuran koşulları ortadan kaldıramazsınız. Geri ve tek başına kalmış bir ülkede, olağan gelişme dönemlerinden oldukça uzak ve olağanüstü koşullarda sosyalizmi inşa etmek zorunda kalan bir ülkede, yeni tip küçük burjuva katmanların doğuşu ve gelişimi, öncelikle bu nesnel koşullarla bağlıdır. Küçük burjuva entelektüel çığırtkanlıkla, ilk bakışta yanıltma gücü de olan ama sınıf mücadelesinin gerçekliğinde karşılığı olmayan parlak ve mükemmel hayali senaryolarla, palavradan “analiz”lerle, “eleştiri”lerle bu sorunları ne çözebilir ne de aşabilirsiniz. Bu nesnel koşulların ve nedenlerin aşılması bilinçli mücadele sürecini gerektirir ve bu, bir süreçtir. Nesnel süreçlerin üzerinden atlayarak geçemezsiniz. Nesnel sorunları bir kılıç darbesiyle kesip atamazsınız. Sosyalist toplumsal inşanın, hele de tarihte bir ilkse burada mükemmel şemalar iş görmez ve kural olarak sosyalist toplumsal inşanın sorunları karmaşıktır. Hiçbir aşamada elinizde bu sorunları çözecek sihirli değnek olmayacaktır. SSCB tarihinin özgün tarihsel evriminde somutlaşan olağanüstü koşulların kızıl bürokrat tipinin doğuş ve gelişmesinde, bürokratik merkezileşmede ve bürokratik merkeziyetçilikte, bürokratik aygıtın yabancılaşmasında ve belli ayrıcalıklar kazanan çevrelerin oluşmasında çok önemli bir yeri vardır. Proletarya demokrasisi olan proletarya diktatörlüğünün demokrasi uygulama yeteneği ve iradesinin en derin ve kapsamlı biçimlerinin gelişmesini ve geliştirilmesini zayıf bırakan, yıpratan nesnel nedenlerin ve süreçlerin görmezden gelinmesine hoş görü göstermek elbette ki olanaklı değildir. Burjuvazi, küçük burjuvazi, bu sınıfların kızıl maskeli aydınları için elbette ki bu gerçeklerin bir önemi yoktur; onların sorunu idealize edilmiş şemalar çizerek Leninizm’i, sosyalizmi, proletaryayı, Stalin’i gözden düşürmek ve mezara gömmektir; proleter sosyalist gelişme sürecindeki nesnel ve öznel yetersizlikleri, zaafları sınırsızca çarpıtarak kullanmak, sömürmektir tıpkı “Juda Troçki” gibi, tıpkı ardılları gibi, tıpkı Kruşçevler gibi.

VIII

Revizyonistler ve burjuva modern revizyonist karşı devrim, “kişi kültü eleştirisi” adı altında, sorunu nesnel gerçekten, tarihsel temelinden; toplumsal, siyasal, ideolojik bağlamlarından kopararak salt Stalin ve Lenin–Stalin çizgisine bağlı kalan komünistlerin “eleştirisi” ile, bir de rakip revizyonist kliklerin tasfiyesi ile sınırlayarak kullandı.

Hatırlatmak gerekir: Yeni tip burjuvazi ve temsilcileri “kişi kültü”, “kişi kültüne karşı mücadele” derken sosyalizmi, proleter sınıf egemenliğini, Leninist ideolojiyi, komünist teori ve pratiği yıkmayı kastediyor ve uyguluyorlardı. İşte bu çizgi “Stalinizme karşı mücadele” sloganında ifadesini buluyordu. Yani anti-Stalinizm bir kılıftı ama işlevli kullandıkları bir kılıftı; ardına gizlenerek gerici, karşıdevrimci hedeflerine ulaşmayı maskeleyen bir kılıftı. Gerçekte yeni tip küçük burjuva sınıfına–bürokrasisine dayanan ve onu ifade eden kültü özünde koruyup daha da geliştirerek, dahası, revizyonist burjuvazinin diktatörlüğünün ve kapitalizmi inşa çizgisinin payandası yaptılar. Kruşçev kendi kültünü yaratmak için çok uğraştı, karşı-devrimi örgütlemede yetenek gösteren ama koskoca ülkeyi yönetmekte çapsız olan bu komünizm kılıklı burjuva, bu ilk misyonu yerine getirdikten sonra, görevi devralan Brejnevci klik tarafından bir tekme darbesiyle koltuğundan atıldı; fakat Kruşçevci modern revizyonist karşı devrimi, Kruşçev’siz Kruşçevizmi uygulamaya; kapitalist restorasyonu temsil eden lider, parti, devlet kültünü ise sürekli kullanmaya devam ettiler.

Thermidorcu karşı devrimi” örgütleyenler, kişi putlaştırmasına karşı mücadeleyi “Leninizm’e dönüş” bayrağı altında gerçekleştirdi. Onlar bu bayrağı, “Stalinizm”e karşı mücadele adına proletarya diktatörlüğünü yıkma, sosyalizmi tasfiye etme, proletarya enternasyonalizmini yok etme, devrimci olan ne varsa ona düşmanlığın teori ve pratiği olarak azgınca kullandılar. Stalin’i mahkum etmeden, Stalin’in Marksist–Leninist çizgisini ve pratiğini ret ve tasfiye etmeden, revizyonist burjuvazinin sosyalizmi tasfiye etmesi, kapitalizmi kurması olanaklı değildi. Troçki kadar Kruşçev de bunu biliyordu. İkisinin “Stalinizm”e karşı birleşmesi, anti-Stalinist Haçlı Seferi’ni örgütlemesi bu gerçekle bağlıdır.

Kruşçevci modern revizyonist karşı devrim, “Stalinizm”e karşı mücadeleyle emperyalist dünyanın, her türden burjuva akımın, sosyal demokrasinin, Troçkizm’in, aktif desteğini almaya çalıştı. Çünkü sosyalizmi tasfiye etmek, devrimci eylem odaklarını söndürmek ve UKH’yı dağıtmak için; uluslararası reformizmi, revizyonizmi iyice diriltmek; kapitalist–emperyalizmi korumak için buna gereksinimi vardı. Nitekim uluslararası sermaye ve yedeğindeki ideolojik–siyasi akımlar, Titocular, Troçkistler, post-modernizmin öncü mevzisi “Frankfurt Okulu”, “Batı Marksizmi”; SSCB’de mahkum edilmiş, yenilgiye uğratılmış çevreler; her türlü açık ve gizli burjuva akım, Kruşçev’i, Kruşçevizm’i, onun “reform”larını, “Stalinizm” düşmanlığını dizginlenemez bir sevinç çığlığıyla karşılayarak, maddi–manevi olarak destekleyerek daha ileri gitmesi için teşvik ettiler. Bunlar Kruşçevist karşı devrimin doğal müttefikleriydi; doğal bağlaşıklarının desteğini örgütlemek yeni tip burjuvazinin işiydi...

Eğer sınıf düşmanlarınız sizi övüyorsa, bunda bir terslik vardır; bu hayra alamet bir durumun ve gelişmenin olmadığını gösterir.

Biz; takdir seslerini dostlarımızın metih ü senalanndan değil, düşmanlarımızın kin, garez dalgalarından duyarız!" (Lenin ve Leninizm, Sadrettin Cemal, Şevket Sürreya, Luzovsky, Pierre Paskal, Zinoniev)

Stalinizm” düşmanlığı ve saldırısından da bu gerçeği okuyabiliriz.

Robespierre, Jaboben diktatörlük, Lenin, Leninizm, Stalin ve “Stalinizm” sınırsız bir kinin, intikamcılığın sistematik saldırısına uğruyorsa, her türlü aşağılık iftiranın hedefi oluyorsa, bu başka bir tabloyu; Jirodenler, Troçkiler, Kruşçevler alkışlanıp destekleniyorsa bu bambaşka bir tabloyu yansıtır... Dünden bugüne birinciler durdurak bilmeksizin “düşmanlarımızın kin, garez dalgalarına” maruz kalıyorlarsa, bu demektir ki, doğru yoldayız... Elbette ki, burjuvazi kendi sınıf çıkarlarının bilincindedir, düşmanını, düşmanlarını doğru seçmiştir. Sınıf düşmanlarımızdan da öğrenmeliyiz; kuşkusuz ki burjuvazinin ortak sınıf çıkarlarını temsil eden ve burjuvazinin teveccühünü, alkışlarını almayı hak eden dostlarından da öğrenmeliyiz. Bu ikincilerin birincilere sınırsız kini ve saldırısının tesadüfi olmadığını görmemek için kör ve sağır olmak gerekir.


Kişi putlaştırmasına”, “Stalinizme” karşı mücadele bayrağı partide, devlette, kitle örgütlerinde Lenin ve Stalin’in çizgisine bağlı olanların temizlenmesi, bir kesimin tarafsızlaştırılarak yedeklenip kullanılması için de gerekliydi. Nitekim süreç böyle gelişti. Köklü, yaygın, her cepheyi kapsayacak tarzda fiziksel imha da dahil kapsamlı tasfiyeler örgütlendi. O aşamadaki güçler dengesi nedeniyle, bir de Stalin’in yakın çalışma arkadaşları olmaları ve özellikle de başlangıçta Kruşcevizme suç ortaklığı yaptıkları için artık “bolşevizmin bir cesedi” (E. Hoca) haline gelmiş Molotov–Kaganoviç–Voroşilov gibilerini Sovyet proletaryası ve halklarını kandırmada kullanmak için 1957’ye dek elde tuttular; kuşkusuz ki, 1957’ye dek tasfiye edilememeleri aynı zamanda, Kruşçevci modern revizyonist karşı devrime karşı direnişin de sonucuydu. Güçler dengesi elverdiğinde ilk fırsatta onlar da tasfiye edildi.

Ki Molotov ve Kaganoviç’in açıklamaları, onların modern revizyonist karşı-devrime karşı ne kadar hazırlıksız olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Bu olgu, Stalin döneminde ortaya çıkmış zaaflarla bağlıdır esasen. Bürokratik bağımlılığın esiri haline gelenlerin, gerçek durumdan yola çıkarak sürece önderlik etmesi de olanaklı değildi(r). Stalin gibi güçlü bir liderin yanı başında devasa işler yapabilecek yeteneklere sahip olan bu ikilinin, kendi başlarına liderlik yeteneği gösterecek, bir ülkeyi yönetecek çapta olmadıkları anlaşılıyor. Dev bir deneyimi temsil etmelerine rağmen, Stalin’siz Bolşevik liderlik donanımına ve siyasi uyanıklığına, bağımsız inisiyatif gücüne sahip olmadıkları anlaşılıyor. Tarihsel pratik bizlere bunu söylemektedir.

Geçmeden eklemek isteriz: Molotov, Kaganoviç, Kruşçevciler tarafından Stalin’i ve Stalin dönemini mahkum etmeleri için ağır baskılara uğradılar. Fakat zaaflarına rağmen bu gerici baskıya karşı koydular. Nedamet getirmediler. Tüm zaaflarına karşın kendi geçmiş tarihlerine bağlı kaldılar. Molotov ve Kaganoviç’in son yıllarda Stalin’in “gözünde düşmüş” olması, ilginç bir olgudur. Bu olgunun onların prestijini sarstığı, parti içerisinde, özellikle de stratejik düzeylerde revizyonistler lehine imkanlar sunduğu anlaşılıyor. Ancak tarihsel deneyim, Stalin’in bu sınanmış lidere karşı tavrının son tahlilde temelde yanlış olduğunu, bu durumun da revizyonist komploculara önemli imkanlar sunduğu anlaşılıyor.

Ayrıca vurgulamak gerekir: Dünya burjuvazisi, bir dizi modern revizyonist ve oportünist akım, Troçkizm’i, Browderizm’i, Titoizm’i alkışladıklarından daha çok Kruşçev modern revizyonizmini alkışlayarak, destekleyip teşvik ederken öte yandan da pek bilinen klasik burjuva kurnazlığıyla, modern revizyonizmin, revizyonist burjuvazinin, kapitalist restorasyonun, sosyal emperyalizmin her türlü çirkef ve başarısızlığının faturasını da sosyalizme, Stalin’e, “Stalinizm”e keserek, “Stalincilikten yeterince kopamamaya” bağlayarak bir de bu cepheden Marksizm–Leninizm’e, Stalin’e saldırarak gözden düşürmeye çalıştılar. Bu kadar da değil, revizyonist/kapitalist kampın dağılışının faturasını bile alçakça bir demagojinin eşliğinde Stalin’e kesmeye devam ettiler. Bu konuda da söz konusu kampın ABD önderliğinde dağılması için Mandeller, IV. Enternasyol, Troçkistler herkesi geride bıraktılar. Pek çok Troçkist akımın “sosyalizm yönelimli”, “bürokratik işçi devleti” olarak gördükleri kampın dağılması için ısrarla yürüttükleri mücadele ne yaman iki yüzlüler olduğunu daha çarpıcı gözler önüne serdi. 1989-1991 karşı devrimi insanlık için hayırlı olmamıştır” lafazanlığı yapan bazı Troçkistler ise, en hafif deyişle, iki yüzlü davranmaktadırlar. Mızrak çuvala sığmayınca bunları söylemeye başladılar.

IX

Ah ben öyle oyuncular gördüm ki sahnede, öyle beğenilen, alkışlanan oyuncular gördüm ki, günaha girmeyeyim ama, değil Hıristiyan, değil Müslüman, insan bile değillerdi. öylesine şişirme, uydurma hallere giriyorlardı ki, dedim bunları tabiatın kaba işçileri yaratmış olmalı, insan yapıyorum derken insanlığın berbat bir kopyasını yapmışlar.” (William Shakespeare, Hamlet)

Burada aklımıza Troçki ve Kruşçev geliyor.

Troçki, Kızıl Ordu’nun başındayken çok alkışlanmıştı; sonra da dünya burjuvazisi tarafından. Kruşçev, dünya burjuvazisi tarafından ne çok alkışlanmıştı. İki şovmenin, bu iki sınıf kardeşinin sonunu da gördük ve onlar tarihin teşhir tahtasına çivili durmaktadırlar... Her ikisi de kara propagandanın da ala temsilcisi oldu...

Tam bir kara propaganda olan “Gizli Rapor”da, Stalin’in kuşkuculuğundan, çevresine güvensizliğinden oldukça sıkça bahsedilir. Bu kuşkuculuğun 40’lı yıllarda ve ölümüne doğru oldukça arttığı belirtilir. Stalin, Robespierre gibi “paranoyak” ve adeta bir “deli” olarak tasvir edilir. Benediktov’un (Stalin’in çevresinde yer alan sosyal demokrat mayalı Kruşçev vb. gibilerden, Bolşevik mayadan yoksun oldukları halde bazı yeteneklerinden dolayı, politikaları belirlemede karar verici konumda olmalarına izin verilmeksizin, Stalin tarafından değerlendirildiklerinden bahsettikten sonra) şu paranoya ve delilik demagojisini anlamamıza hizmet eden açıklamaları da oldukça önem taşımaktadır.

Çeşitli türden ‘anılarda’ iddia edildiği gibi, hayatının son aylarında en yakın çalışma arkadaşlarından korkan Stalin değildi. Asıl ondan ölümüne korkan Hruşçov, Beria, Malenkov ve ötekilerdi, çünkü çok eskide kalmış suçlar için bile er ya da geç hesap sorulacağını biliyorlardı. Stalin’in hayatının son günlerinde neredeyse delirmiş gibi gösterme çabalarının sebebi de budur. Üstelik Stalin daha önce söylediğim gibi eski tüfek partililerin yerine genç kadroları açıkça hazırlıyordu. Bu da, elbette bu eski tüfeklerce kendilerine çekilmiş silah olarak algılanıyordu.” (Age., s. 98)


Stalin, “benden sonra Sovyetler Birliği’ni satarsınız” diyor Kruşçev’e. Gizli Rapor’da ise şunlar yazılı:

Açıkça Stalin’in politbüronun eski üyelerini bitirme planları vardı. Sık sık politbüro üyelerinin yenilenmesi gerektiğinden söz ederdi.”

Merkez Komitesi Prezidyumunu yeni 25 kişinin seçilmesiyle ilgili olarak XIX. Kongreden sonra yaptığı öneri eski politbüro üyelerini uzaklaştırma ve her yönden desteklesinler diye daha az deneyimli üyeleri alma amacını taşıyordu.”

Buradan gelecekte eski politbüro üyelerini yok etmenin bir planı olduğunu ve bu yolla Stalin’in bütün utanç verici hareketlerini, şimdi değerlendirdiğimiz (rapordaki suçlamalar kastediliyor–bn.) hareketlerini örtme planı olduğunu tahmin edebiliriz.” (Agb., s. 74)


Bu saptamalar ve çizilen tablo Stalin’in revizyonist bürokratları temizleme hazırlığının ve yöneliminin itiraflarıdır. Yine Stalin’in bu yönelimi ve Kruşçev’in ve sınıf kardeşlerinin açıklamaları Stalin’in ölümünün bir politik cinayet olabileceğini de güçlendiren bir veridir. Ve tekrar hatırlatmak isteriz, yeni tip burjuvazinin önündeki en büyük engel, zaafları ne olursa olsun, yine Stalin’di. Yukarıdaki itiraflar, Stalin daha hayattayken Stalin’i tasfiye etme planlarının, dahası girişimlerinin olduğunu, saman altında su yürüten revizyonist kliklerin buna uygun bir hazırlık içerisinde olduklarını dolaylı ama açıkça göstermektedir.

Deutscher’in, Stalin döneminde; Bütün bu yıllar boyunca hakim grubun (“Stalinist hizip” -bn.) bazı üyelerinin bu kabusu yok etmek için bir girişimde bulunup bulunmadıkları sorusu akla geliyor. Stalin’e karşı kendi çevresinde hiçbir komploda bulunulmamış olması doğal olamaz.” (Tarihin İronileri, s. 20) derken haklı olarak bir soruya dikkat çeker; ve belli adlar vererek, Kruşçev’in bu konuda bir şey söylemediğini, “böylece Stalin’e karşı Stalinist muhalefetin öyküsü kapalı kalır.”, kaldığını saptar.

Aslında, Deutscher, böylece, Stalin’i tasfiye etmek için Salin’in ölümünden önce komplolar olduğuna dikkat çekmiş olmaktadır. Bu komploların, yalnızca Stalin’den daha çok Stalinci gözükerek “Stalinizm”i tasfiye etmek isteyen Troçkist-Buharinist çetenin adamlarından öte bir meseledir. Bu kategorinin komplolarının açığa çıkarıldığını ve en azından açığa çıkarılabilen öğelerinin tasfiye edildiğini biliyoruz. Asıl sorun, açığa çıkarılamayan ve Stalin’in çevresinde yer alarak elverişli koşullarda ya da koşulları elverişli hale getirmeye çalışan “Stalin’in yakın dostları”nın (“Stalinist hizip”) böyle bir girişiminin olup olmadığıdır. En azından Kruşçevizme giden süreçte bunun olduğunu ama işin bu yanının hala bütün boyutlarıyla açığa çıkmadığını söylemeliyiz.

Raporda, (ölümünün ardından Robespierre hakkında yürütülen dezenformasyon kampanyasını hatırlayalım) Stalin’den bir cani, bir katil, kan dökmekten zevk alan bir vampir; bir narsist, makyavelist, bir canavar; tek başına ülkeyi yöneten ve her türlü keyfi davranışı olan bir diktatör; on binlerce insanı keyfi olarak yok eden bir paranoyak; Hitler’e örnek olan soykırımcı; kendini tanrı katına koymaktan ve bu propagandayı yapmaktan zevk alan bir işkenceci; vahşi işkencelerle sahte itiraflar alan, düzmece davalar düzenleyen bir zorba; binlerce, on binlerce komünisti, yüzlerce SBKP önderini işkenceden geçirip kurşuna dizdiren bir despot olarak bahsedilir. Stalin dönemindeki başarıların Stalin’e rağmen kazanıldığı demagojisi yapılır. Yeni tip burjuvazi, ideolojisi, ahlakı ve önderleriyle kendi niteliklerini, uluslararası sınıf kardeşlerinin nitelik ve alçaklıklarını, “Gizli Rapor”da Stalin’e, proletarya diktatörlüğüne, o dönemin şanlı SBKP’sine atfeder. Raporda, Stalin Hitler’den daha büyük bir cani ve katliamcı olarak lanse edilir. Tabii hainler ve korkaklar çetesi bunu tıpkı Troçki gibi Lenin’i ağızlarından düşürmeden, “Marksizm– Leninizm bayrağını en önde taşıyan sadık Leninistler” demagojisiyle yaptılar. Kruşçev haini, 1964’te revizyonist burjuvazinin öteki kanadı tarafından tasfiye edilene dek bir elinde “Stalinizme karşı mücadele” bayrağını sallarken, öteki elinde de kızıl bayrağı, Lenin bayrağını sallamaya ve ardına gizlenmeye devam etti.

Bu olgu, burjuvazinin, Troçkizmin, modern revizyonist hainlerin aşırı çürümüş karakterini gösterir. Lenin ve Leninizm’in prestiji o kadar yüksek ki, Gorbaçovlar, Yeltsinler bile başlangıçta ısrarla Lenin’den bolca alıntılar yaparak programlarını geniş kitlelere kabul ettirmek zorunluluğu hissettiler.

Bu konuda Gorbaçov’un en yakın danışmanı A. Yakovler’in (yıl 1990!!!) şu açıklaması çarpıcıdır ve her zaman dikkate alınması gereken bir dersin altını çizmektedir.

“ ‘Kamuoyunda belli bir inandırıcılığa sahip olmak için bugün hala Lenin’e başvuruyoruz. Ülkede muhafazakar görüşler hala çok güçlü olduğundan Lenin’e dayanmak gerektiğini düşünüyorum.” (Sovyetler Birliğinde Ne yapmak İstiyoruz?, s. 63, iba.)

Troçkistlerden, Buharincilerden, Kruşçevlerden, Brejnevlerden beri bu hep böyle oldu, Lenin adı ve kamuflajı, karşı devrimci hedeflere ulaşmak için kullanılan bir araç oldu; ve tabii ki daima Lenin’in en aşağılık tarzda çarpıtılmasıyla!

Kruşçev haini, başta ekonomik alan olmak üzere, iç ve dış politikadaki başarısızlıkları ve Stalin düşmanlığına karşı doğan toplumsal tepki (bkz. Brejnev döneminde yazılan “SBKP Tarihi” kitabına) sonucu yıprandı, gözden düştü. Revizyonist burjuvazi atı yenilemek gerektiğini anladı. Kruşçev’siz Kruşçevizm için, Ekim 1964’teki MK toplantısında, bütün görevlerinden alınarak tasfiye edildi. Yapılan şey, Kruşçevizmi (sosyalizmi tasfiye, kapitalizmi kurma, sosyal–emperyalist devlet haline gelme program ve eylemini) kurtarmak için, Kruşçev’i feda etmekti. Yeni inisiyatif odağı artık Brejnev–Suslov-Kosigin kliğiydi. Brejnev–Kosigin liderliğindeki yeni tip burjuvazi, Kruşçev çizgisini rötuşlayarak, kapitalizmi inşa çizgisinde dolu–dizgin ilerledi. “NeoStalinist” olarak lanse edilen Brejnevci klik, “Leninizm’e dönüş”, “kişi putlaştırmasına” karşı mücadele, “dogmatizme”, “Stalinizme” karşı “yaratıcı Marksist” mücadelesini bir an bile elinden bırakmadı. Kuşkusuz ki Brejnevci kliğin “neo-Stalinist”, “Stalinist” olarak lanse edilmesi Troçkist kurnazlığın ve demagojinin ifadesidir sadece. Bu da burjuvazi ve Troçkist cephenin Leninizm’i, Stalin’i, sosyalizmi, enternasyonalizmi, dünya proleter devrimini vurma saldırısının bir diğer söylemiydi.

Bazı kısa hatırlatmalar yapmak yararlı olacaktır.

Kruşçev’le birlikte, iç ve dış gericilik, bir dizi revizyonist, oportünist akım anti-Stalinizm bayrağı altında birleşti.

Kruşçev, Kruşçevizmi kurtarmak için Kruşçevci Brejnevgiller kliği tarafından 1964’de tasfiye edildi. Bu dönem, “Stalinizme karşı mücadele”, Stalin adı pek ağza alınmadan sürdürüldü.

Khruşovun 20. kongredeki konuşması, bütün Sovyet yönetiminin itibarını zedelemiş, saygınlığına gölge düşürmüştü; halk, parti, devlet ve hükümetine olan güvenini kaybetmişti. Milyonlarca insan ‘Eğer Stalin'in politikası bu kadar tehlikeli ve yok ediciydiyse, bunu gördükleri halde diğer Sovyet yöneticileri ve öncelikle de Khruşov'un kendisi buna niye engel olmuyorlardı, onlar neredeydiler?’ sorusunu soruyordu.” (Y. Yemelyanov, Stalin İktidarın Zirvesinde, s. 561)

Brejnev önderliğindeki bürokrat burjuvazinin atı değişmesinde, “Stalin sorunu” karşısında “sessizliğe” bürünmesinde, bazı önemli diğer faktörlerin yanında, en büyük neden Sovyet halkı nezdinde parti ve devletin itibar kaybı, halkın Stalin sevgisi ve halkın yükselen tepkisiydi.

Aşağıdaki saptamalar önemlidir, bazı gerçekleri yansıtmaktadır, birlikte okuyalım:

L.İ. Brejnev ve yeni ekibi göreve geldikten sonra, ‘Stalin meselesi’ hiçbir zaman gündeme alınmadı, bu konuda nesnel ve dengeli araştırma ve yorumlar yapılmadı, konu adeta saklandı, unutturuldu ve gizli tutuldu. Ülkedeki tarih öğretmenleri bile Stalin hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı; sanki bu adam Zeus veya Oziris gibi mitolojik bir varlıktı. Ancak şu da var ki Brejnev ve bazı yöneticiler, savaş döneminde bizzat arkadaşları olan ünlü kumandanlara (Jukov, Ştemenko, Yeremenko, Rokossovskiy, Vasilevskiy, Meretskov vb) hatıralarını yayınlama fırsatı verdiler ve böylece, bu kitaplarda Stalin'in bazı faaliyetleri de anlatılmış oldu. Fakat hepsi bu kadardı; Brejnev döneminde, parti, ‘Stalin dönemi’nin konuşulması ve incelenmesinden, halkın gerçekleri öğrenmesinden korkuyordu. Brejnev döneminde ‘geçmişi kurcalamayalım ve önümüze bakalım’ mantığıyla dengeleri korumaya çalışan yönetim, gerçeklerin partiye zarar vermesinden çekiniyordu ve devlet, perestroykaya kadar Stalin konusunu hep gizli tuttu.

Bu nedenledir ki Sovyet tarih kitaplarında Stalin konusu yüzeysel bir şekilde birkaç kelimeyle geçiştiriliyordu; oysa aynı Stalin'in dönemindeki siyasi olaylar, toplumsal, sosyoekonomik ve kültürel gelişmeler yüzlerce sayfada anlatılıyordu. Yani tarih vardı, Stalin ise yoktu. Stalin resmi tarihten silinmişti, ancak halkın bilincinde, günlük yaşamın kalıp ve alışkanlıklarında, nihayet siyasi ve sosyoekonomik mirasta yaşıyordu. Halbuki Batı ülkelerinde, bunun tam tersine, ‘Sovyetoloji’ uzmanları, Stalin hakkında çok sayıda araştırma yapmışlardı. Batının hakim çevreleri, Stalin konusunun, SSCB'ye karşı yıpratma, ideolojik sabotaj ve propaganda için ne kadar önemli bir malzeme içerdiğini çoktan fark etmişlerdi.” ( Age., s. 561-562, iba.)

1950-1980 arasında Batı ülkelerinde Stalin ve onun dönemi üzerine birçok araştırma yapılmış, kitaplar yayımlanmış ve tezler yazılmıştır. Bazı tarihçiler, profesyonellik çerçevesinde ciddi tespitler yapmışlardır; ancak genelde, ‘Soğuk Savaş’ mantığı ve siyasi amaçlar yüzünden, bu çalışmaların çoğunda, Sovyet tarihi tek taraflı bir şekilde ele alınmış, Stalin ve onun faaliyetleri, oryantalist bir bakış açısıyla, üstelik sırf burjuva demokrasisi gözüyle değerlendirilmiştir. Buna göre, Stalin, Nazi rejimi kadar canavar olan bir totaliter rejimin yöneticisidir. Trotskiy'den tutun da Khruşov'a kadar Stalin'in bütün siyasi karşıtlarının, 1930-1950’li yıllarda mağdur veya idam edilenlerin ya da onların çocuklarının yazdıkları, söyledikleri, görüşleri ve eleştirileri bu çerçevede kullanılmıştır. Böylece ‘Soğuk Savaş’ın amaçları doğrultusunda oluşturulan ‘Stalin imajı’, radyo yayınları ve değişik yollarla, Sovyet insanlarının bilincine belirli oranda yerleştirilmiştir.”

Brejnev’li yıllardan Gorbaçovlara kadar gelen süreçte durum budur. Her gelen klik SSCB ve SBKP tarihini kendine göre yazdı. Fakat “anti-Stalinizm” teoride ve pratikte bütün modern revizyonist kliklerin, yeni tip burjuvazinin politikası ve bayrağı olmaya devam etti. İster gürültülü isterse sessiz olsun, izlenen politika buydu. Kruşçevci burjuva karşı devrimden sonraki süreçte, Stalin’i savunmak suçtu, bu tür çalışmalar yasaklandı, ağır cezalar verildi.

Gorbaçovcu kliğin önderliğinde uygulanan “prestroyka”, “glasnost” politikasıyla “Leninizm’e dönüş” Stalin’i, Stalinciliği mahkum etme kampanyası tavan yaptı.

Yıllar sonra ortaya çıkan bu gayret ve enerjiyi anlamak zordu. Üstelik bütün Sovyet tarihinin suçlusu ve baş belası olarak gösterilen Stalin'i savunmak bir tarafa, nesnel ve doğru şekilde değerlendirmek isteyenler bile susturuluyordu, onları dinleyen ve dikkate alan yoktu. Tarihin gerçekleri bir tarafa atılmış ve yeni bir tarih yazılmaktaydı. Uzun süre adı bile yasaklanmış tarihi bir şahsiyeti yeniden gündeme getirip ona hakaret etmek, bin bir yalan uydurup aşağılamak ve küfretmek tamamen serbestti.

İlginçtir ki Stalin Edebiyat Ödülü almış yazar A. Rıbakov, şimdi Stalin karşh kampanyanın öncüsü olmuştu. Ardından yeni Stalin uzmanı General Volkogonov çık ortaya. Gorbaçev'in ‘daha çok demokrasi, daha çok sosyalizm’ sloganı ise kısa sürede sosyalizmin sonunu getirdi ve kapitalizmin restorasyonu başladı; çünkü parti, Stalin'in bu konuda defalarca uyanda bulunmasına rağmen halktan kopmuştu, zayıf ve halk desteğinden yoksun bir partiyi yıkmak ve yok etmek ise çok kolaydı. Perestroyka sırasında Stalin'i Leninci ilkelerden ve sosyalizmden uzaklaşğı için eleştiren üst düzey parti yöneticilerinin, yeni kapitalist sınıfın önde gelen simalarına dönüşmeleri şaşırtıcı değildi. Stalin yargılanırken, buna paralel bir biçimde, egemen çevrelerin ‘dokunulmazlığı’ da sınırsız ve keyfi bir hakimiyete dönüşüyor, kapitalizm geri dönüyordu. Bu süreç, 1936-1938'deki dava ve duruşmalarda partinin birtakım ünlü lider ve yöneticilerine yöneltilen, kapitalizmin restorasyonu, SSCB'yi bölme, uluslararası emperyalizme taviz verme gibi suçlamaları akla getiriyordu. Artık birçok SBKP yöneticisi, kapitalizmin restorasyonu, SSCB'nin bölünmesi ve bu coğrafyada Batı devletlerinin söz sahibi olması için çaba harcıyordu.” (Age., s. 563-565, iba.)

Stalinizm” düşmanlığından Kruşçevizm, Gorbaçovculuk, Yeltsincilik çıktı. Troçki ve Troçkizmin istediği nihai sonuçta buydu. Batılı emperyalist devletlerin istediği sonuç buydu. Bu hedef ve sonuç, sosyalizme karşı kapitalizmi, dünya proleter devrimine karşı dünya emperyalizmini, Marksizm-Leninizm’e karşı (onlar “Stalinizm” diyorlar) burjuva ideolojisi etrafında birleşenlerin bağlaşmasının temeliydi. Bu olgu, tarihsel deneyim tarafından acı bir şekilde doğrulandı; bunu unutmamak gerekir.

Anti-Stalinist burjuva demokrat bir yazar olan Anthony Barnett’i, 1969’da SBKP içinde Stalin’in itibar iadesine ramak kaldığını ama başarıya ulaşamadığını anlatmaktadır. Anlattığı olay ilginçtir ama böyle bir girişimin nedenleri hakkında nesnel ve denetlenebilir veriler elimizde bulunmamaktadır. Bu girişimin tabandan yükselen toplumsal baskı ve politik tepkilerle bir bağı olmalı ama sorun bunun ötesinde bir girişime işaret ediyor görünüyor. En geçerli görünen şey, bu girişimin, yeni tip burjuvazinin bir kanadından geldiğidir. Bu kanat, güçlenmekte olan toplumsal ve politik tepkileri kullanarak, iç iktidar dalaşında iktidarı kendi çıkarları ekseninde biçimlendirmek istemiş olmalı. Bu konuda yazarın, “Sovyetlerde Özgürlük” kitabından aktarımları dipnotta vereceğiz.

Devam edelim.

Burjuvazi ve revizyonist akımların pek çoğu revizyonist burjuvaziyi ısrarla “Stalinist” vb. olarak lanse etti daima. Onlar bunu yaparken bir yandan Brejnev döneminde hızlanan kapitalizmin inşası çizgisini desteklemeye, öte yandan da Brejnevleri “neoStalinist” göstererek bir taşla birçok kuş vurma taktiğini izlemeye devam ettiler. Troçkistler de aynı koronun içerisinde yer aldıkları gibi, dahası, çığırtkanlıkta daima en önde olmaya da devam ettiler. Troçkist Sungur Savran’ın özelde Gorbaçovculukla ilgili ortaya çıkan tabloya değinirken yazdığı şu sözleri, aynı ihanetçi taktiğin çarpıcı bir kanıtı olarak göz çıkarıyor:

Başka dersler var; ‘Tek ülkede sosyalizm’ programı, bürokratik hakimiyet sistemi ve Stalinizm artık yolun sonuna geldi. Bugün bürokrasi ve onun siyasal/ideolojik hareketi Stalinizm kendi kendini tasfiye ediyor.” ( S.ve T.M.A, C. 5, s. 1693, iba.)

Yani Savran’a göre “Stalinist” dönem Gorbaçovculukla birlikte son buluyor, ama o döneme dek iktidarda olan yeni tip burjuvazi değil, “Stalinizm”dir! Burada revizyonist bürokrat burjuvazi “Stalinist” ilan edilirken, klasik kapitalist biçimlere geçişi savunan ve hazırlayan kesimlere karşı çıkan bürokrat burjuva klikler de ayrıca “neoStalinist” olarak lanse ediliyor. Bu hileli yolla da Marksizm–Leninizm’e, Stalin’e, Stalin döneminin sosyalist yapısına ve Ekim Devrimi’nin dev kazanımlarına karşı iğrenç bir saldırı örgütleniyor. Kruşçev dönemi ile Brejnev dönemi, aynı tarihsel–ideolojik–siyasi sürekliliğin dolaysız ifadesidir. Aralarındaki farklılıklar yeni tip burjuvazinin farklı kliklerin iç çatışmasına bağlı şekillenen sorunlarla ilgiliydi. Bu anti-Stalinist ideolojik ve siyasal saldırılar öyle yüzsüz ki, Gorbaçovların “piyasa ekonomisi” “Stalinist piyasa ekonomisi” olarak propaganda edildi Troçkist vb. güçler tarafından. Makyavelizm onların sınıf doğasıdır; amaca varmak için her yol mübahtır onlar için. Buna da “Marksizm”, “Bolşevizm/Leninizm” diyorlar.


Modern revizyonizmin adım adım iktidarı gasp etmeye hazırlandığı 53– 56 arası dönemde, SSCB’de, Sosyalist Kamp’ta, UKH içinde kokuyu iyi alan burjuva öğeler, oportünist, reformist, revizyonist kesim ve eğilimler dört bir yandan canlanmaya, fırsat kollamaya parti ve devlet iktidarlarını teslim almak için silahlarını kuşanmaya başladılar. 1956 yılında 20. Kongre ile iktidarın revizyonist burjuvazi (komünizm maskeli yeni tip burjuvazi) tarafından gasp edilmesinden sonra, Sosyalist Kamp’ta ve UKH içinde revizyonizm ve her türden burjuva etki ve eğilim atağa kalktı. Devrilmiş gericiliğin kalıntıları, Batı güdümlü burjuva demokrasisi (diktatörlüğü) savunucuları harekete geçti. Polonya’da, özellikle de Macaristan’da karşı devrim Titoizmin, Troçkistlerin ve uluslararası sermayenin enerjik desteğiyle ayaklandı. UKH içinde derin bir ideolojik kargaşa patlak verdi. UKH bileşenlerini oluşturan komünist partilerin ezici bir çoğunluğu modern revizyonist çizginin hegemonyası altına girdi. Emperyalist Batı burjuvazisinin uzantısı olan “Avrupa Komünizmi” hareketi şekillendi...

Stalinizme karşı mücadele” sloganı ve bayrağı anti-komünizmin sloganı ve bayrağıdır. “Stalinizme karşı” mücadele çizgisi izleyenlerin kendisini dünya burjuvazisinin kucağında bulması tesadüfi değildir. Tarihin bu dersini kavramayanların, devrime ve proletaryaya, Marksizm-Leninizm’e inancını kaybetmesi (“irade kırılması”) kapitalizm savunuculuğuna, pek çok örnekte görüldüğü gibi dünya karşı-devrim cephesine savrulması kaçınılmazdır.

Tarihten ders çıkarma” adına ortaya çıkan teorik arayışların anti-Marksizm Leninizm’de, proletarya sosyalizmin tarihinin ret ve inkarında somutlaşarak biçimlenmesi, her komünisti uyarması gerekir. Ders çıkaracaksan, bunu dünya kapitalizminin ve burjuvazisinin çıkarları temelinde değil, oportünist çöplükte değil, uluslararası proleter devrimin ve proletaryanın nihai amacı olan komünizmin gerekleri doğrultusunda ders çıkaracaksın. Ki bu görev, öyle demagojik lafazanlıkla “Marksizmin dogmatikleştirilmesine karşı mücadele.”, “İdeolojik-teorik tutuculuğa karşı mücadele.”, “İdeolojik katılığa karşı mücadele.”, “Marksizmin rönensası” ve “komünist hareketin rönensası”, “Yaratıcı Marksizm”, “21. yy sosyalizmi ve Marksizmi”, “eski ideolojik ayrılıkların önemsizleşerek aşıldığı” gibi sloganların ardına gizlenerek yerine getirilemez.

Bu sloganları ve benzer sloganları Bernstein’den Kruşçevizme, Frankfurt Okulu’ndan Avro-Komünizme, postmodernizmden post-Marksizme kadar bir dizi benzer akım kullanageldi; ve bu vb. sloganlar Bilimsel Komünizme karşı sürekli kullanılan işlevsel bir kamuflaj oldu.

Troçkileri, Kruşçevleri, Brejnevleri “Bolşevik-Leninist” ilan edenler (ki hepsinin de iddiası buydu) ya da “iyi niyetli ama bazı zaafları” olan “komünist”ler ilan edenler zaten teoriyi, tarihi katletmektedirler.

Bugün Lenin’in Bolşevik parti teorisi ve pratiğini inkar edenler, dünkü revizyonistlerin, II. Enternasyonal oportünizminin, Troçkistlerin, Kruşçevlerin, Gorbaçovların ayak izlerine basarak yürüyorlar. Bu koroya yeni katılanlar ve yeni katılmaya hazırlanan tasfiyeci oportünistlerimiz de “Yaratıcı Marksizm”, “Marksizmin rönensası”, “eski ideolojik ayrılıkların önemsizleşerek aşıldığı”, vb. sloganları ardına sığınarak “Leninist parti modelini aştık” propagandasını yapıyorlar. Komünist partiyi, “ezilenlerin öncü feda müfrezesi” ilan ediyorlar. “Ezilenlerin partisi/öncüsü” ajitasyonu ve propagandası ile Kruşçevlerin “tüm halkın partisi” teorisinin gönüllü savunucusu olarak ortaya çıkıyorlar. Bunlar bir de buradan Bolşevizm/Leninizm’den kopuştuklarını açıkça ele veriyorlar. Bolşevizm’in/Leninizm’in parti teorisini “aştık” (tasfiye ettik) demeden tasfiyeciliği yedirebilmek için “model” gibi inceltilmiş ifadelere sığınılıyor.

Niteliğin, komünist bağışıklık sisteminin alabildiğine zayıfladığı, ağır yaralar aldığı bir tarihsel kesitte, bu tür tasfiyeci revizyonist formüllerin, pek çok alıcısının olması anlaşılırdır. İfade ettiğimiz gerçekler, farklı çizgiler ve sapmalar arasında kurulan tasfiyeci küçük burjuva bağlaşmanın altını çizerken, gelinen yeri, gidilen yönü göstermekte ve Leninist parti teorisinden kopulduğunu açıkça kanıtlamaktadır.

Eski ideolojik ayrılıkların aşıldığı” propagandası boşuna yapılmıyor.

Bolşevik parti içi ideolojik ayrıkları onlar gibi düşünmek zorunda değiliz.” propagandası boşuna yapılmıyor.

Birleşmeden önce ve birleşebilmemiz için, en başta sağlam ve kesin sınır çizgileri çekmemiz gerekiyor.diyen Lenin’in bu değerlendirmesini salt Rusya’ya özgü ve geçerli sayan (Lenin’in o bilinen… görüş açısı Rusya açısından iyidir, güzeldir, somut bir ihtiyacı yanıtlar, ama Türkiye açısından şuna emin olun ki ağırlıklı bir değeri yoktur.) propaganda boşuna yapılmıyor.

Böylece Birlik büyük bir şey ve büyük bir slogandır. Fakat işçilerin davasının gereksindiği Marksistlerin birliğidir; Marksistlerle Marksizmin düşmanları ve çarpıtıcıları arasında birlik değil.” (Lenin) sözleri boşu boşuna reddedilmiyor.

Leninist partinin, proletaryanın genelkurmayı değil, “ezilenlerin öncü feda müfrezesi” ilan edilmesi; komünist partinin, partiyle (Bilimsel Sosyalizmle) işçi sınıfı hareketinin pratik-politik olarak birleşmesi değil, ideolojik önderlikle sınırlı bir öncü olarak görülmesi; proletaryanın değil, “ezilenler”in temel alınması, “barış içinde bir arada yaşama” zihniyet ve pratiğinin, bunu temsil eden tasfiyeci revizyonizmin kanıtıdır. Tasfiyeci oportünizm Marksizm-Leninizm’i, komünist partiyi tasfiye yolunda dolu dizgin koşmaktadır. Objektif gerçek budur.

Bunca tarihi tecrübeye karşın, bu anti-Leninist, anti-parti, anti-proleter tasfiyeci gelişmeye karşı tutum almasını bilmeyenler de tarihin teşhir duvarına çivilenecektir. Tarihsel suçlar unutturulamaz. Bu suçların üstü demagoji ve manipülasyonla bir dönem örtülebilir, komünistler geçici yenilgilere de uğrayabilir ama son sözü daima proletarya ve komünistler söyler. Komünist partileri, Troçki gibi, Kruşçev gibi, revizyonist burjuva kızıl bürokratlar gibi kendilerinin tapulu malı sananlar er ya da geç hesap vermek zorunda kalırlar. Stalin’e, “Stalin kültü”ne karşı mücadele adına bilmem hangi sözde eleştirileri yapıp kendi ilkel küçük burjuva elitisizmini, kariyerist önderlik teori ve pratiğini yok sayan, daha doğrusu oportünizmlerini tasfiyeci demagojik ajitasyonla, hamasetle manipüle ederek “militan mücadele” yürütenlerin bu militanlığı, hep nalıncı keseri gibi tasfiyeciliğe çalışmaktadır. İş Stalin’e gelince “kişi kültü”ne saldır ama iş kendi küçük burjuva önder kültü, kast kültü yaratmaya gelince sınır tanımayan tasfiyeci demagojiye sarıl... Bu, iki yüzlülüktür. Kendine tapınma, Troçkizmdir. Kendine tapınma Kruşçevciliktir. Tapınma kültü, nerede ve hangi biçimde doğarsa doğsun Marksizm-Leninizm düşmanlığı, Bolşevik parti teorisi ve pratiğine düşmanlıktır.

Çıkış ve çözüm dün olduğu gibi bugün de anti-komünizmde, anti-Leninizmde, anti-Stalinizmde değil, Marksizm-Leninizm’dedir. Bunu yadsıyanlar dün olduğu gibi bugün de komünist değildirler ve başka bir sınıfın hesabına “komünistsizleşme”yi örgütlemektedirler. Burjuva ideolojisi ile proleter ideoloji, burjuva ve küçük burjuva liberalizmi, küçük burjuva demokrasisi ile proletarya sosyalizmi, devrimci-demokrasi ile komünist hareket arasındaki ayrım çizgilerine reddiye yazanlar bizden değildirler. Bu bilinç ve iradeye ihtiyaç var. Leninist yenilenmeyle geliştirilmesi gereken, pratik-politik bir silaha dönüşmesi gereken böyle bir komünist iradedir. Marksizm-Leninizm’den, dünya komünist işçi hareketinin deneyiminden kopan ve küstahça reddiye yazanlara “güle güle” demesini bilmek gerekir, bilinmiyorsa öğrenmek gerekir. Ya bunu yaparsınız ya da batarsınız. Orta yol yoktur. Kautsky de, Troçki de, Kruşçev de, Gorbaçov da bizlere bu dersi vermektedir. Sınıf düşmanlarından da öğrenmesini bilmek gerekir.

DEVAM EDECEK

* “Parti içindeki Neandertal'ler uyanarak Stalin'in itibarının iadesini sağlamaya çalıştılar ve bunun için onun sekseninci doğum günü olan 21 aralık 1969'u seçtiler. Az daha başaya ulaşıyorlardı. Bir yandan Sovyetler Birliği'nin yaratıcı aydınları bu girişimi önlemek için seferber olurken, diğer yanda da Pravda'da yayınlanmak üzere uzun bir kutlama yazısı hazırlandı ve dizgiye verildi. Fakat bir kere daha Doğu Avrupa'nın görüşü kendini hissettirdi. Macaristan'dan Kadar ve Polanya'dan Gomulka kalkıp Moskova'ya özel ziyaretlerde bulundular ve partilerinin böylesine dehşet verici bir şeye alenen karşı çıkacağı konusunda Kremlin'i uyardılar. Tabii Batı Avrupa'nın Komünist partileri de aynı şekilde davranacaktı.

Yıldönümünden iki ya da üç gün önce Stalin meselesi Politbüro tarafından bir kere daha tartışıldı ve iyi haber alan kaynaklara göre az bir oy farkıyla, Stalin'in 'jübilesi'ni kutlama hazırlıklarının büyük kısmının iptal edilmesine karar verildi.’

Yalnız Ulan Bator'a yıldönümü yazısının iptal edildiğini bildiren mesaj ulaşmadı. Böylece bu yıldönümü yazısı Moğolca olarak yayınlandı; yazının 21 aralık 96 tarihli Pravda'dan alındığı belirtilmişti, oysa Pravda bu konuda susmuştu.”

(Anthony Barnett, Sovyetlerde Özgürlük, s. 96, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 1988)