22 Nisan 2019 Pazartesi

Bir muhalifin pişmanlığı: Alexander Zinoviev Stalin ve SSCB'nin dağılması üzerine” *

Alexander Zinoviev (1922-2006) bir Rus filozofu, sosyolog, matematikçi ve yazardı, Sonradan anti- Sovyetliği ve anti- Stalinistliği için özür dileyen, Sovyetler Birliği'nde olağanüstü bir muhalif olayıdır.

Gençliğinde, 1939'da Joseph Stalin'e suikast tertipine karıştığı iddiasıyla tutuklandı. Zinoviev, Moskova Devlet Üniversitesi Mantık bolumu bölümü baş profesörü olarak, "muhalif" şöhreti kazandı.

Alexander Zinovyev anti Stalinizmi ve Stalin'e karşı suikast düzenlemeye yönelik tutuklanmasıyla ilgili olarak şunları söyledi;

“Ben zaten daha on yedi yaşında onaylanmış anti-Stalinistdim... Stalin'i öldürme fikri düşüncelerimi ve duygularımı doldurdu …. Saldırının 'teknik' olasılıklarını inceledik …. Hatta pratik yaptık. Eğer 1939'da beni ölüme mahküm etselerdi, kararları adil olurdu. Stalin'i öldürmek için bir plan yapmıştım; Bu bir suç değilmiydi? Stalin hala hayatta iken, şeyleri farklı gördüm, ama bu yüzyıla geri baktığım zaman, Stalin'in bu yüzyılın en büyük kişiliği, en büyük politik dahisi olduğunu söyleyebilirim. Birisi hakkında bilimsel bir tavır benimsemek, kişinin kişisel tutumundan oldukça farklıdır.”

2005 yılında ki, bir röportajda, Stalin'in suikastı hedefleyen bir komplonun üyesi olduğu sürece, 1939'daki tutuklanmasının haklı olduğunu söyledi. 

1978'de Sovyetler Birliği'ni terk etti - 1999'a kadar Batı Avrupa'da yaşadı.

Hem SSCB de sosyalist sistemde ve hemde Batı Avrupa nin kapitalist sisteminde yaşama fırsatına sahip olan, Zinovyev, Sovyetler Birliğinde (1989-1991) karşı devrimci olaylarından sonra düşüncelerinde bir U-dönüşü yaptı. O, önceki anti Sovyet duruşu için derinden pişman oldu ve hatta bunun için Rus halkından onu affetmesini istedi.

Kitaplarından birinde şunları söylüyordu:

“… Komünizm Rusya için çok organikti ve Rusların yaşam tarzına ve psikolojisine öylesine güçlü bir şekilde girmişti ki Komünizmin yıkımı, Rusya'nın ve Rus halkının tarihi bir insan olarak yok edilmesine eşdeğerdi. […] Bir anlamda, [Batılı soğuk savaşçıları] komünizmi hedef aldılar, fakat Rusya'yı öldürdüler ”. (Alexander Zinoviev, Russkaya tragediya (aslen 2002 yılında yayınlandı), AZ, Nesostoyavshiisya proekt , Moskova: Astrel '2009, s.409).

Yaşamının çoğu boyunca nefret ettiği Joseph Stalin'e gelince, 1993'te şöyle demişti:

“Onu insanlık tarihindeki en büyük kişilerden biri olarak görüyorum. Rusya'nın tarihinde o, benim görüşüme göre, hatta Lenin de daha büyükdü. Stalin'in ölümüne kadar anti-Stalinistim, ama onu her zaman çok zeki bir kişilik olarak gördüm . ”

Zinovyev bir komünist ya da bir Marksist-Leninist değildi. Ancak SSCB'de sosyalizmin yıkılmasından sonra, sosyalist sistemin başarılarının sadık bir destekçisi oldu. Problemlerine ve verimsizliğine rağmen , sosyalist sistemin kapitalizmin barbarlığından çok daha insani olduğunu fark etti.

Fransız Figaro dergisinde (1999) yaptığı röportajdan bazı ilginç yorumlar:

Soru: Yani, komünizm ile mücadele Rusya'yı yok etmek için bir komploydu?

ZINOVIEV: Kesinlikle. Bunu söylüyorum çünkü utanç verici bulduğum bu eylemin bir zamanlar istemsiz bir suç ortağıydım. Batı Rus felaketini istedi ve programladı. Belgeleri okudum ve Rusya’nın yıkımına doğru ideolojik mücadele kılığında giren araştırmaya katıldım. Bu, benim halkımı ve ülkemi yok edenlerin kampında artık kalamayacağım derecede dayanılmaz bir hale geldi. Batı benim için bir yabancı değil, ama ben onu bir düşman imparatorluğu olarak görüyorum. 

* * *

“Doğu Avrupa'da komünizmin çöküşünden sonra, Batıda vatandaşların sosyal hakları üzerine büyük bir saldırı başlatıldı. Bugün çoğu Avrupa ülkesinde iktidarda olan sosyalistler, sosyal güvenlik sisteminin parçalanması, kapitalist ülkelerde sosyalist olan her şeyi yok etme siyasetini takip ediyorlar. Batıda artık sıradan vatandaşları koruyabilecek bir politik güç yok. Siyasi partilerin varlığı salt bir formalite. Zaman geçtikçe (aralarında) daha az ve daha az farklılık gösterecekler. Balkanlar'daki savaş, demokratik olmanın dışında her şeydi. Bununla birlikte, savaş, bu tür girişimlere tarihsel olarak karşı olan sosyalistler tarafından gerçekleştirildi. Bazı ülkelerde iktidarda olan çevreciler, NATO bombalamalarının neden olduğu çevresel felaketi memnuniyetle karşıladılar. Hatta, bombaları yükleyen askerlerin özel koruyucu tulum giymelerine rağmen, tükenmiş uranyumu içeren bombaların çevre için tehlikeli olmadıklarını iddia etmeye bile cesaret ediyorlardı. Böylece demokrasi, Batı'nın sosyal yapısından yavaş yavaş yok oluyor. Totalitarizm her yere yayılıyor çünkü uluslarüstü yapı yasalarını bireysel devletler üzerine dayatıyor. Bu demokratik üstyapı emir verir, yaptırımlar uygular, ambargolar düzenler, bombalar atar, açlığa sebep olur. Clinton bile buna itaat ediyor. Mali totalitarizm, siyasal iktidarı zaptetti. Duygular ve merhamet, soğuk mali totalitarizme yabancıdır. Mali diktatörlükle kıyaslandığında, politik diktatörlük insancıldır. En acımasız diktatörlüklerde direnme mümkündü. Bankalara karşı isyan imkansız. ”

Batılı bir vatandaş, komünist propaganda döneminde bir Sovyet vatandaşından çok daha fazla beyni yıkanıyor. İdeolojide temel şey fikirler değil, onların dağıtım mekanizmalarıdır. Örneğin Batı medyasının kudreti, Vatikan'ın gücünün zirvesindeyken propaganda mekanizmasından karşılaştırılamaycak kadar çok daha büyüktür. Ve sadece sinema, edebiyat, felsefe değil - kültürün yaygınlaşmasında kullanılan tüm etki ve mekanizma kolları, en geniş anlamıyla, bu yönde çalışır. En ufak bir dürtüde, bu alanda çalışan herkes, benzer uyumla karşılık veriyorki, tüm emirlerin tek bir iktidar kaynağından geldiğini düşünmemek imkansız”.

“Sovyetler Birliği'nde aktif nüfusun% 10-12'si ülkedeki yönetim ve idare alanında çalıştı . ABD'de bu sayı % 16 ila% 20'dir. Ancak SSCB planlı ekonomisi ve bürokratik aygıtların yükü nedeniyle eleştirildi.

Komünist Parti Merkez Komitesinde iki bin kişi çalıştı. Komünist Parti aygıtı 150 bin işçiye ulaştı. Bugün Batı'da, sanayi ve bankacılık sektörlerinde daha fazla insanın çalıştırıldığı ,düzinelerce, hatta yüzlerce işletme bulursunuz .

Sovyet Komünist Partisi'nin bürokratik yapısı Batı nın büyük uluslarası şirketlerinin personeli ile karşılaştırıldığında, önemsiz derecede küçükdü.

Çeviri ve derleme
Erdoğan A
10 Ekim 2018

Kaynak
In Defense of Communism ©.

Bu yazı Marksist Leninist Değerlendirmeler sitesinden alınmıştır.

13 Nisan 2019 Cumartesi

31 MART YEREL SEÇİMLERİ ÜZERİNE

31 MART YEREL SEÇİMLERİ ÜZERİNE
31 Mart yerel seçimleri, azgın faşist terör, dizginsiz demagoji ve manipülasyon ortamında gerçekleşti. AKP-MHP iktidar bloğu (‘’Cumhur İttifakı’’) seçimleri kaybetmemek için elindeki tüm resmi ve gayri-resmi olanakları fütursuzca kullandı… ‘’Beka’’ ajitasyonunun merkeze alındığı dinci ve faşist siyasi kampanya tepesinde dinci faşist cuntanın durduğu diktatörlüğün kaybetme korkusunu ve tehlikesini yansıtmaktaydı. 31 Mart yerel seçimleri süreci, genel bir seçim havasında gerçekleşti. ‘’Cumhur ittifakı’’ seçimleri dinsel faşist karaktere sahip yeni politik iktidarı/rejimi sağlamlaştırma operasyonu olarak ele aldı. Ancak dinci faşist blok bu hedefine ulaşamadı, aksine seçim sonuçları faşist diktanın ve AKP ‘nin siyasal istikrarını temellerine dek sarstı. AKP’nin daha da perçinlediği AKP-Ergenekon-MHP ittifakı da durumu kurtarmaya yetmedi. Uzun bir zamandan beridir süre gelen AKP-MHP-Ergenekon ittifakı önümüzdeki süreçte yeni darbeler almaya adaydır. Bu seçim sürecinde ‘’Cumhur ittifakı’’nın toplam oyu % 50’nin altına düşmüştür. Yani iki partinin toplam oy oranı Erdoğan denen, Allah’ı, dini, imanı, Kabesi para-iktidar-yalan-terör olan unsurun ‘’Balkon Konuşması’’nda dile getirdiği ‘’biz % 52’yiz’’ propagandası tümüyle sahtedir. AKP’nin oy oranı ise daha fazla düşmüştür. Önümüzdeki dönemde somut veriler daha net açığa çıkacaktır...
AKP-MHP bloğunun oy oranları gerilemiş, başta ekonomik ve siyasal bakımdan belirleyici metropoller olmak üzere bir dizi ilde oy kaybı artmıştır. AKP-MHP bloğu10 ili kaybetmiştir; İstanbul, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Bilecik, Bolu ve Kırşehir AKP’den; Adana ve Mersin ise MHP’den CHP’ye geçmiştir. 2014’te 48 ili alan AKP, bu seçimlerde ancak 39 ili alabildi. Yenilgiyi hazmedemeyen Erdoğan-Bahçeli ikilisi özellikle Türkiye’nin en büyük metropolü İstanbul’u dünyanın gözü önünde gaspetmeye çalışmaktadır; dahası, seçimleri iptal etme peşindeler. AKP-MHP-Ergenekon ittifakının 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden yenilgiyle çıkınca seçimleri iptal ederek düzmece 1 Kasım seçimlerini gerçekleştirdiklerini biliyoruz… ‘’İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder’’ diyen (üstelik en büyük 10 ilden 6’sını da yitirmiş olan) Erdoğan da, 31 Mart seçimleri öncesi ‘’Cumhur İttifakı’’nın başarılı olmadığı koşullarda yerel seçim sonuçlarının bir referandum olarak görüleceği, ‘’Tek adam rejimi’’nin meşruluğunun tartışmalı hale geleceği, Kürtler ve muhalefet tarafından bu durumun vuruş noktası olarak değerlendirileceği uyarısı da haklıydı, haklıdır. Fakat vurgulamak gerekir; Erdoğan rejimi zaten gayri meşrudur, darbeyle iktidarda kalan ve Bahçeli’nin dahil olduğu faşist bir cunta yönetimidir. Bu olgu özellikle vurgulanmalıdır.
Genel bir tablo çizmek gerekirse;
1) İşbirlikçi burjuvazi seçimlere başlıca olarak AKP-MHP (‘’Cumhur ittifakı’’) ve CHP-İyi Parti (‘’Millet ittifakı) tarafından temsil edilen iki ayrı blok halinde katıldı. Bu bloklar karşısında seçimlere katılan üçüncü gü ise HDP ve HDP etrafında şekillenen cephe oluşturmuştu.
Genel seçim havasında yürütülen 31 Mart yerel seçim sürecinin gündemini belirleyen güç, HDP olmuştur. HDP izlediği taktiksel politikayla oyun kurucu rolünü oynamıştır. HDP’nin Batıda dinsel faşist iktidarı geriletme, Kürdistan’da kayyımları defetme taktiği başarıyla uygulanmıştır. Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’daki seçim sonuçlarından da bu gerçeği net bir şekilde görmekteyiz.
2) HDP’in seçim politikasının sac ayaklarından biri olan Kürdistan’da kayyımları defetme politikası başarılı olmuştur. Dizginsiz faşist teröre, demagoji ve manipülasyona, her türlü hile ve hak gaspına karşın Kürt ulusu kendi iradesine sahip çıkmıştır. Seçim sonuçları bir kez daha sömürgeci faşist diktatörlüğünün Kürdistan’daki varlığının gayrı-meşru karakterini sergilemiştir. Kürdü yok sayarak Türkiye yönetilemez. Kürtleri baş düşman ilan eden ve Kürt ulusal mücadelesini ezmeye çalışan bütün burjuva partilerin ve burjuva hükümetlerin zaman içerisinde tükenmesinden de bu gerçeği görmekteyiz.
Kuzey Kürdistan’daki bu sonuçlar, Kürt ulusal sorununun bölgesel ve uluslararası önemini bir kez daha açığa çıkarmış ve çözümünü de daha fazla dayatmış, küresel meşruiyetini perçinlemiştir.
Başta Muş olmak üzere göz göre göre açık zorbalıkla gaspedilen bir dizi yerde belediye seçim sonuçlarına HDP tarafından yapılan itirazların YSK tarafından reddedilmesi faşist diktatörlüğün Kürtlere karşı yürüttüğü kirli, haksız, sömürgeci savaşın ifadesi ve devamıdır. KHK’lı olduğu gerekçesiyle, YSK tarafından seçimlere katılması onaylanan ya da bir sakınca görülmeyen seçilmiş HDP’li başkanların mazbatalarının yine YSK tarafından iptal edilmesi, seçimlerde ancak ikinci olabilen AKP-MHP adaylarına verilmesi devletin-rejimin-’Cumhur ittifakı’nın açık faşist karakterini çarpıcı bir şekilde yansıtmaktadır. Bir kez daha açığa çıktığı gibi YSK, tıpkı Anadolu Ajansı (AA) gibi Erdoğan diktasının uzantısıdır. Bu gerçek referandum ve 24 Haziran seçim sonuçlarında da geniş kesimler nezdinde açığa çıkmıştı ama bu kez Erdoğan’ın aşağılık tezgahı diktatörlüğün ayaklarına dolandı. AKP-YSK-AA saldırganlığı ve komplosunun hiçbir yasa, kural, ahlak tanımadığı gerçeği Türk halkının nezdinde de giderek daha fazla açığa çıkmıştır. Bu seçimlerde özellikle İstanbul üzerinde dönen gasp tezgahı ve saldırısı bu açıdan da sarsıcı olmuştur... Kürdistan’da her türlü zorbalığa, adaletsizliğe, hileye, gaspa vb. evet diyenler, onaylayanlar, sessizce suç ortaklığı yapanların bir kısmı Batıda bundan azade kalamayacaklarını da artan oranda göreceklerdir.
Resmi olmayan sonuçlara göre HDP Kürdistan’da 3'ü Büyükşehir olmak üzere 8 ili kazanmıştır. HDP Kars’ta ilk kez seçimleri kazanmıştır. Iğdır’da bütün gerici ve faşist partiler HDP’nin kazanmaması için birleştikleri halde HDP seçimi kazanmıştır. HDP, resmi olmayan sonuçlara göre, 60’a yakın il ve ilçede belediye kazanmıştır. Bitlis’in Adilcevaz ilçesinde AKP hile yoluyla sadece 2 oyla, Malazgirt’te ise 3 oyla seçimi kazanmıştır, doğrusu gaspetmiştir. Her yerde olduğu gibi HDP’nin Adilcevaz ilçesindeki, Malazgirt’teki itirazı da reddedilmiştir. Buldan’ın dediği gibi ‘’Özellikle halkımızın iradesinin gasp edildiği yerler var. Şırnak, Beytüşebbap, Uludere, Muş, Malazgirt, Viranşehir ve Tatvan gibi yerlerde halkımızın oyları resmen gasp edilmiştir.’’ ‘’ Aynı şey batıda İstanbul’da hayata geçirilmek isteniyor.’’
Buldan Şırnak’la ilgili olarak ise şunları ifade etmiştir;
‘’Şırnak’ta taşınan seçmenlerle ‘Şırnak’ı HDP’nin elinden aldık’ demenin akla ziyan olduğunu söylemek isteriz. Dışarıdan 12 bin seçmen Şırnak’a götüreceksiniz, 142 belgesi ile oy kullandırtacaksınız ondan sonra da ‘biz Şırnak’ı HDP’den aldık’ diyeceksiniz. Hayır siz Şırnak’ı kazanmadınız, Şırnak’ı gasp ettiniz!’’
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Azad Barış’ın dediği gibi, ‘’ Özellikle Şırnak’ta tanklarla, zırhlı araçlarla sandık başına götürülme sahnelerini tüm Türkiye ve dünya izlemiştir. Siirt ve Şırnak gibi birçok kentte otobüslerle dışarıdan taşınan polisler canlı yayınlarda görülmüştür.’’
Kürdistan’daki seçim sonuçları, sermaye devletinin ve İslamcı faşist rejimin siyasi krizinin keskinleşerek süreceğini, Kürdistan’daki gayri-meşru, işgalci konumunun daha fazla deşifre olmaya devam edeceğini, Kürt halkının boyun eğmeyeceğini göstermektedir.
Azgın faşist terör ve kuşatma, keyfi kitlesel tutuklamalar ve kamuoyuna da yansımış olan seçim hileleri ve oy gaspı HDP’nin bazı yerleri kaybetmesinde öncelikle etkili olan nedenlerdir. Buna karşın yurtsever hareketin ve HDP’nin kendi gerçeğine özeleştirel yaklaşarak sorunları ele alması gerektiği de açıktır. Bu bakımdan HDP eşbaşkanlarınca yapılan şu açıklama önemlidir;
"Elbette ki, partimizin bu seçimlerde kayıpları da olmuştur. En kısa zamanda kaybettiğimiz yerleri yetkili kurullarımızda değerlendirip, eksiklerimizi ve yanlışlarımızı saptayarak gerekli açıklamaları da yapacağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Özeleştirel yaklaşım en temel ilkelerimizdendir. Halkımızın bize verdiği iradeyi sonuna kadar savunacak, eksiklerimizden çıkaracağımız derslerle kendimizi de kentlerimizi de hep birlikte yöneteceğiz. ‘’
3) HDP’nin Batıda AKP-MHP faşist iktidar bloğunu geriletme politikası da başarılı olmuştur. Seçim sonuçlarından da görülebileceği gibi iktidardaki faşist blok politik ve psikolojik bakımdan ağır bir darbe yemiştir. Başta AKP olmak üzere AKP-MHP iktidar bloğunun İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya, Aydın, Muğla gibi illerde kaybetmesi HDP’nin sayesinde gerçekleşmiştir.
Devlet saldırısının kumanda mevkinde olan ve devleti yöneten Erdoğan diktatörlüğünün, AKP-MHP-Ergenekon ittifakının zayıflatılması, geriletilmesi, siyasal meşruiyetinin iyice tartışılır hale getirilmesinin ifadesi olan HDP’nin bu taktiği işlevli olmuştur.
Merkezi bir eylem ve güç birliği kurmanın ifadesi olmayan, fiili bir duruş olarak Batıda AKP- MHP-Ergenekon bloğunun darbelenmesi taktiğinin önemli kazanımları olmuştur. Söz konusu taktik esneklik ‘’terörist’’, ‘’bölücü terörist’’, ‘’vatan hainleri’’ vs. demagojisinin etki gücünün kırılmasına hizmet etmiştir. Bu taktik, HDP’nin şovenizmin ve Türk milliyetçiliğinin etkisi altında olan, öncelikle de CHP’nin etkilediği emekçi kitleler olmak üzere, seküler geniş kitlelere yakınlaşma ve onları etkileme olanağı kazandırmıştır. Ayrıca HDP ekseni bu süreçte, Millet İttifakı adına Akşener’in partisinden aday gösterilen her yerde kendi adaylarıyla seçimlere katılmıştır. Keza CHP’nin de kurtuluş seçeneği olmayacağını dillendirmiştir.
Gezi Ayaklanması; anayasa değişikliği sürecinde fiili olarak oluşan ‘’Hayır’’ bloğu ve aynı süreçte ‘‘Hayır’’dan yana tutum alan MHP tabanının büyük kesiminini oluşturan kitlelerin bile vatan hainliğiyle, teröristlikle, bölücülükle, Kandil’le işbirliği yapmakla suçlanması, tüm bu özgül deneyimler HDP’nin, devrimci hareketin teröristlikle, bölücülükle suçlanmasının etki gücünü kıran bir etki yaratmıştır. Bu durum faşizm ve gericiliğin etkisi altında olan geniş emekçi kesimleri devrimci ve demokratik propaganda ve ajitasyona daha açık hale getirmiştir. Söz konusu etki gücü dindar taban bakımından da bir ölçekte geçerlidir.
‘’Vatan hainleri’’, ‘’teröristler’’, ‘’bölücüler’’, ‘’dış güçlerin uzantıları’’, ‘’FETÖ’’cüler vb. gibi gerici ve faşist propaganda ve ajitasyon başta Türk halkı olmak üzere toplumun geniş katmanlarını etkilemekteydi. Ancak AKP sayesinde bu tabu ve korku giderek kırılmaya başlamıştır. Çünkü Erdoğan diktatörlüğünün kendi çıkarlarına dokunan her kesimi vatan hainliğiyle, teröristlikle suçlaması geniş kitlelerin kendi öz deneyimleriyle çarpık da bu vb. söylemlere eleştirel yaklaşmasına, bu tür suçlamaların perde arkasını sorgulamasına vs. hizmet etmektedir. Kuşkusuz ki başta Kürt hareketi olmak üzere politik özgürlük talebine sahip çıkan ve mücadelesini veren ilerici demokratik, devrimci-demokratik ve komünist güçlerin verdikleri mücadelenin zaman içinde bu bakımdan yarattığı aydınlanmanın da rolü özelde vurgulanmalıdır...
CHP-İP bloğu, gerici ve faşist doğası gereği HDP ile seçim ittifakı kurmamıştır. Bu partiler, başta Kürt sorunu olmak üzere siyasal özgürlük mücadelesine ve taleplerine karşı daima düşmanca bir duruş sergileyegelmişlerdir. AKP-MHP-Ergenekon çizgisi ise HDP’nin taktik ve duruşundan olağanüstü rahatsız olmuş, bir yandan burjuva muhalefeti açıktan tehdit ederken öte yandan da saldırılarının merkezine Kürt halkını, HDP’yi, demokrasi ve devrim mücadelesi veren güçleri koymuştur.
Politika güçle yapılır. Politik gündemi az ya da çok etkileyebilecek maddi bir gücün yoksa ‘’seçim taktiğimiz’’ gibi şatafatlı hamasete karşın hayatın kenarında durmaya, seyirci kalmaya, gerilemeye mahkum kalırsın. HDP’nin seçim taktiğinin etkili olmasının tek nedeni olmamakla birlikte başta gelen nedeni Kürt ulusal hareketinin güç ve etkisidir...
Teorinin, programın, genel ilkelerin güncel siyasetin yerine ikame edilmesi ile siyaset yapılamaz. Onlar birer bayraktır. Daima yükseklerde tutulmalıdır. Siyasette ilke bozmaya tekabül etmedikçe gerekli taktik esneklikler gerçekleştirilebilmelidir. Karşı devrim içindeki parçalanmalar devrimin dolaylı yedekleridir ama bunu değerlendirebilmek ise siyasal güç olmaya bağlıdır. Bu seçimler bağlamında söz konusu dolaylı yedeklerden yararlanma manevrası somut bir olguya dönüşmüştür. Bu gerçeğin kaydedilmesi gerekir.
4) Seçimlerin kaybedeni öncelikle Erdoğan cuntasıdır. AKP-MHP bağlaşmasının kazananı ise MHP olmuştur. MHP, 2014’te AKP’nin kazandığı Amasya, Bayburt, Çankırı, Erzincan, Karaman, Kastamonu ve Kütahya’ AKP’den almıştır. 2014’de 8 kentte belediyeyi alan MHP, bu kez sayıyı 12’ye çıkarmıştır. Erdoğan bundan sonra MHP’ye daha çok bağımlı hale gelmiştir. Böylece MHP-Ergenekon-ulusalcı bağlaşması iktidar içerisindeki ağırlığını arttırmıştır. MHP üzerinden Erdoğan ve AKP’sine ‘’blans ayarı’’ çekmede eli oldukça güçlenmiştir. Çillerler, Ağarlar Erdoğan’ın arkasında boşu boşuna saf tutmamışlardı.
Seçimlerden darbe alarak çıkan dinci faşist AKP’nin iç çelişki ve çatışmaları da giderek keskinleşecektir. Gül önderliğinde Babacan-Davutoğlu aracılığıyla yürütülen ‘’yeni parti’’ kurma çabası bu olgunun yansıma biçimlerinden birisidir. AKP’li bazı milletvekillerin, yandaş medyadaki bazı ‘’önemli’’ kalemlerin İstanbul seçim sonuçlarına dönük açıklamaları ve yazıları da bunu göstermektedir. İstanbul’da yapılan kamuoyu yoklamalarında AKP tabanının büyük bir çoğunluğunun seçimlerin iptal edilerek yeni bir seçim yapılmasına karşı olması da bu bakımdan ciddi bir veridir. Son olarak Gül’ün İstanbul’u merkeze alarak dolaylı ama açık bir şekilde Erdoğan’ı ve AKP’sini çifte standart uygulamakla eleştirel uyarması da bir diğer veri olarak tabloya eklenmelidir.
Eli zayıflamış olan Erdoğan liderliğindeki diktatörlüğün baskı ve saldırıları da önümüzdeki süreçte yoğunlaşarak devam edecektir. Erdoğan liderliğindeki faşist diktatörlük iç ve uluslararası sermayenin ‘’yapısal ekonomik reformlar’’ talebine hızla yanıt vermek dışında başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Ekonomik krizin bütün yükünü proletarya ve halkların, ezilenlerin sırtına yıkma saldırısı katmerleşerek sürecektir. Bu durum da işçi sınıfının ve geniş emekçi kitlelerin kendiliğinden hareketinin tabanını geliştirecek, kitlesel mücadelenin gelişmesini kışkırtacak ve hızlandıracaktır.
‘’Saray rejimi’’, hele de Türkiye koşullarında, kriz üretme kapasitesi yüksek bir politik rejim karakteri taşıyor. ‘’Yeni Türkiye’’nin tablosu da bu gerçeği göstermektedir. Bu rejim, olağanüstü hal rejimidir; kriz yönetimi rejimidir. Olağanüstü hal ve kriz yönetiminin olağanlaştırılmış halidir. TC’nin yapısal ve güncel krizine sermayenin çözüm rejimidir. Bu durumun kindar, dindar, ırkçı, fetihçi İslamcı sermayenin özgül çıkarlarıyla örtüşmesi bu gereği ortadan kaldırmıyor, aksine, perçinliyor. Sermayenin krize çözüm rejimi kriz ve yeni krizler üretmenin aracına dönüşmüş olarak burjuvazinin ve dinci faşist rejimin temellerini artan oranda kemirmeye de devam edecektir. Bu rejimin kendiliğinden yıkılmasını da beklemek, liberal hayaller yaymak ise proletarya ve halkları aldatma, manipüle etme rolü oynuyor. 31 Mart seçimlerinin sonuçlarından yola çıkarak Erdoğan diktatörlüğünün yıkılmasının erken bir vakitte gerçekleşeceği düşlerine karşı mücadele etmek gerekir. Eğer bir erken düşme olacaksa bunu da ancak halkların mücadelesi gerçekleştirecektir.
Erdoğan diktatörlüğü kendiliğinden yıkılmayacaktır. Seçimle gelen Erdoğan kliği seçimle gitmeyecek ya da gitmemek için sonuna dek en kirli ve karanlık manevralara başvuracak, baskı ve saldırıları yoğunlaştıracaktır. Onun yıkılması proletarya ve halkların mücadelesiyle, baş kaldırısıyla gerçekleşecektir. Sömürgeci faşist diktatörlüğün zayıf halkası Erdoğan kliğidir. Faşizmi yıkma mücadelesinde bu zayıf halkaya saldırmak ve kırmak yaşamsal önemdedir.
Sermayenin, Erdoğan rejiminin, gerici ve faşist partilerin ‘’seçimsiz 4,5 yıl’’ projesi tutmayacaktır. Devlet krizini de içeren siyasal kriz, Erdoğan rejiminin ciddi gerileme süreci, ekonomik kriz, Türkiye ve Ortadoğu’da süren Kürt ulusal demokratik hareketinin güçlü direnişi vb. gibi gerçekler bizlere bunu söylemektedir. Bu süreçte başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerin kendilerine bağımlı olan TC üzerindeki baskısı da artacaktır. Erdoğan rejiminin Ortadoğu’da Rusya ve ABD eksenleri arasındaki çelişkilere oynama kabiliyeti de oldukça daralacaktır.
5) Seçim sonuçları, dinci faşist cuntanın, rejimin, ittifak güçlerinin darbe yemesi işçi sınıfı ve ezilen halklar bakımından korku duvarlarının aşılması, umudun canlanması, öz güvenin yükselmesi bakımından olumlu bir rol oynamıştır, oynayacaktır da. Bu tablonun geliştirilmesi için diktatörlüğün hilelerine, gasplarına, baskısına vb. karşı en büyük kararlılıkla sokaklar yoluyla direnilmeli, dahası mücadeleyi sıçratmak bakımından bu imkanı değerlendirmeliyiz. Bu konuda CHP’ye vs. güvenilemez ve asla da güvenilmemelidir...
6) Bu sonuçlar, İslamcı faşist politik rejimin kökleşmesi, oturması sürecini zayıflatan, iç ve uluslararası arenada istikrar kazanmasını önleyen bir rol oynayacaktır.
7) Seçim sonuçları politik kriz sürecini keskinleştirecektir. Gelişmekte olan ve giderek daha da derinleşecek olan ekonomik kriz koşullarında egemen sınıfın, devletinin, politik rejimin istikrarı daha da sarsılacaktır.
Önümüzdeki süreçte hem ekonomik hem de siyasi krizin derinlik ve genişlik kazanacağı özellikle vurgulanmalıdır. İşçi sınıfı ve halklarda birikmiş toplumsal ve politik öfkenin patlaması için bugün koşullar dünden daha uygun. Bu bağlamda ana sorun devrimci ve komünist öncülerin etkisizliği, varlık yokluk sorunu yaşıyor oluşları ve kendilerini yenileyecek niteliğe sahip olmamalarıdır. Boş ajitasyonun ise karın doyurmadığı ve doyurmayacağı ise biliniyor...
8) Yerel seçimler bir kez daha HDP’nin ataerkil cinsiyetçi sınıfsal sisteme karşı mücadeleci, aydınlık duruşunu, kadınlarla birlikte gelececeği kurma samimi iradesini kanıtlamıştır.
AK Parti'nin tüm adaylar içerisindeki kadın aday oranı 2.1, CHP'nin 4.9, MHP'nin 1.8 , İyi Parti’nin yüzde 3.2, Saadet Partisi’nin yüzde 0.7’dir *.
Bu oranlar toplumun yarısını oluşturan kadınların nasıl hiçe sayıldığını, sadece oy deposu olarak görüldüğünü de kanıtlamaktadır.
HDP’nin Kadın Meclisi SözcüDirayet Dilan Taşdemir, HDP Genel Merkezinde düzenlediği basın toplantısında 31 Mart seçimlerini (ve gündemdeki diğer gelişmeleri) değerlendirirken yaptığı şu açıklama HDP’nin bir kadın partisi olma karakterini de yansıtmaktadır;
‘’HDP kendisini bütün kurumlarında eşit temsiliyeti esas alan, kendisini kadın partisi olarak tanımlayan bir partidir. Bu söylemin bir gerekliliğini biz bir kez daha onurla söyleyebiliriz ki bu seçim sürecinde de gösterdik. 319 adayın 172'si yani yüzde 45 kadın eşbaşkan adayı gösterdik. Bu rakam tüm partilerin oranını toplamından katbekat fazla. Kadın eşbaşkan adaylarımız çok ciddi bir performans gösterdiler, kadın stratejisine yönelik dil geliştirdiler. Alanda büyük bir emek verdiler. Eril erkek akıl ve düşüncesinin geliştiği siyaset biçimi dışında kadınlar kent yönetimine siyaset yapma biçimine ciddi bir nitelik de kazandırdılar. Dolayısıyla bu kazanılan başarıda kadın eşbaşkanlarımızın ciddi bir emeği olduğunu da söyleyebiliriz. Kazanılan 70’e yakın belediyelerimizin hemen hemen hepsinde kadınların eşit temsiliyet ve eşbaşkanlık sistemini sağladığımızı söyleyebiliriz.’’
31 Mart yerel seçimlerinde HDP’den seçilen belediye başkanlarının % 46'sı kadınlar oluşturmaktadır.
Yerel seçimler de demokratik ve sosyalist kadın çalışmasının yaşamsal önemini göstermiştir.
8) CHP’nin ‘’Yeni baharlar’’ ajitasyonu bir aldatmacadan ibarettir. Teşhir edilmelidir.
9- Erdoğan diktatörlüğünün köşeye sıkıştığı için ‘’fabrika ayarlarına döneceği’’, ‘’demokratik açılımlar’’ yapacağı, ’’demokratik reformlar dönemi’’ başlayacağı beklentisi liberal gerici bir beklentiden ibarettir.
10) HDP’nin belirgin olan burjuva liberal söylemden vazgeçmesi, sosyal ve politik gerçekleri adlı adınca nitelemesi, propaganda ve ajitasyon çalışmasını böylece yürütmesi gerekmektedir.
11) Belli özgül durum ve dönemeçlerde uygulanabilecek taktik manevralar ve tutumlar (31 Mart seçimlerinde olduğu gibi) ilkesel düzeye, strateji katına çıkarılmaması gerekir. HDP içerisinde yer alan Kürt burjuvazisinin eğilimlerini ifade eden liberal politikalara karşı uyanık olmak olmazsa olmaz koşuldur.
Anti-faşist bir mücadele odağı olarak HDP’nin sokak muhalefetini esas alması, ‘’parlamenter mücadele’’yi sokak muhalefetinin bir yan aracı olarak pratikleştirmesi zorunludur. Bu bakımdan HDP’nin Türkiye halklarına karşı özeleştiri borcu vardır.
TC’de herhangi bir anayasa, yasa, hukuk, parlamento, güçler ayrılığı gibi biçimsel fromlar falan da kalmamıştır. Yasama, yürütme, yargı vb. demek Erdoğan cuntası, Erdoğan diktatörlüğü demektir. Bu gerçeğin propaganda, ajitasyon, örgütlenme, eylem hattında; siyasi teşhir kampanyalarında dinamik bir tarzda ısrarla vurgulanması gerekmektedir.
Açık ve net bir biçimde ısrarla semaye, devlet, rejim, Erdoğan gerçeğinin iç içe olduğu, emperyalist sistemin, büyük sermayenin Erdoğan diktatörlüğünün arkasında olduğu vurgulanmalıdır. Sermayeyi, burjuva devleti masum gösterecek her söylem ve tutum gericidir.
12) Seçim süreçleri her seferinde sanayi kentlerinin, özellikle de en büyük sanayi kentlerinin yaşamsal önemini bir kez daha açığa çıkardı. Büyük sanayi kentleri kazanılmadan gelecek kazanılamaz. Ve kuşkusuz ki bu bağlamda da belirleyici olan proletaryanın kazanılmasıdır; proletarya ve kent yoksullarının kazanılmasıdır… Örneğin İstanbul demek Türkiye ve Kürdistan demektir; sürekli göç almış ve almaya devam eden bir numaralı kent olarak coğrafyamızın her ilinden, her ilçesinden insanların bu kentte yaşadığını görebilirsiniz…
13) İşbirlikçi sermaye devletinin ve ‘’Cumhur ittifakı’’nın baskılarına, kayyım tehditine, yeni saldırgan yasal değişikliklerle yerel yönetimlerin (lumpen, mafyatik, megolaman, terörist) dinci faşist Erdoğan’a bağlanmasına karşı sokakları temel alarak adalet ve demokrasi, eşitlik ve Kürt ulusunun demokratik hakları taleplerini yükselterek direnmek ve mücadeleyi geliştirmek gerekir. Böyle bir mücadele geniş emekçi kesimlerin desteğini alacaktır…
Yerel seçim sonuçları, her bakımdan mücadelelerin zeminini güçlendirmiştir.
Emperyalizme, faşizm ve gericiliğe karşı en geniş kesimlerin birleşik cephesinin geliştirilmesinin güncel politik önemine ise girmeye bile gerek yoktur… Doğu ve Batının birleşik cephesinin inşaası ve geliştirilmesi mücadelesi için her olanağın en etkili bir tarzda harekete geçirilmesi gerekmektedir. Sokakların yeniden fethedilmesi gerekiyor. Sömürgeci faşist diktatörlüğün planlarını bozacak, saldırganlığını geriletecek, giderek yıkılmasını sağlayacak temel mücadele her cephede kitlesel, kitleselliği giderek artacak, genişleyecek, derinleşecek demokratik mücadeledir. Adalet ve özgürlük, ekmek talebi sayısız biçimler altında ortaya çıkarak aynı ırmağa doğru akıyor. HDK’nın işlevselleştirilmesi, özeleştirel davranılması, dersleriyle donanılması gerekiyor. HDK-HDP dışında kalan çevrelerle birleşik bir mücadele platformun oluşturulması için her olanağın zorlanması, her olanağın geliştirilmesi gerekiyor.
14) Seçim süreci bir kez daha göstermiştir ki, siyasal özgürlüğün kazanılması Türkiye ve Kürdistan’ın en yakıcı tarihsel ve politik görevidir. Politik özgürlük sorunu devrim ve karşı devrim arasındaki çarpışmasının merkezinde durmaktadır. Komünistler sosyalist/komünist hedeflerine bağlı kılarak, demokratik ve sosyalist görevleri birlikte ele alarak siyasal özgürlüklerin kazanılması mücadelesini yükseltmelidir. Siyasal özgürlüğün kazanılması sorunu coğrafyamızda bir devrim sorunudur. Sosyal reforumcu kazanımlar devrimin yan ürünleri olabilir yalnızca.
* ‘’31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere sayılı günler kala siyasi partilerin aday listeleri de netleşiyor. Eşitlik Adalet Kadın Platformu, “Partiler sınıfta kaldı: Yerel yönetimlerde kadının adı yok” başlığıyla yerel seçimlerde partilerin kadın aday sayılarını ve oranlarını paylaştı.
Bugüne kadar hazırlanan listelere göre AK Parti 75 ilde 1, CHP 51 ilde 2, MHP ise 31 ilde 2 kadın aday gösterdi. İYİ Parti ve Saadet Partisi ise hiçbir ilde kadın aday göstermezken, HDP her il ve ilçede kadınları eş başkan adayları olarak listelerine ekledi.
AK PARTİ ADAYLARININ YÜZDE 2.1’İ KADIN
AK Parti’nin açıkladığı 75 il içerisindeki tek kadın adayı Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı Fatma Şahin oldu. Açıklanan 634 ilçe belediye başkanı adayından ise yalnızca 14’ü kadın oldu. Bu sayılarla birlikte açıklanan toplam 709 adaydan 2.1’i kadınlardan oluştu.
CHP’NİN KADIN ADAY ORANI İSE 4.9
CHP’nin 51 ilde açıkladığı kadın belediye başkan adayları Aydın’da Özlem Çerçioğlu ve Amasya’da Arife Serpil Saraçoğlu oldu. Açıklanan 785 ilçe belediye başkan adayı içindeki toplam kadın sayısı ise 39. Yeni tüzüğünde kadın kotasını yüzde 33’e çıkaran CHP’nin açıkladığı 836 belediye başkanının 41 tanesi, yani sadece yüzde 4.9’u kadın adaylardan oluştu.
SAADET VE İYİ PARTİ’NİN İL MERKEZLERİNDE KADIN ADAYI YOK
Açıkladığı 31 il adayı içerisinde yalnızca iki kadına yer veren MHP’nin 744 ilçe belediye başkan adayı içindeki kadın sayısı ise 12 oldu. MHP’nin toplam adaylar içindeki kadınların oranı da 1.8’de kaldı.
İYİ Parti’nin 29 ilde açıkladığı belediye başkan adayları arasında kadın aday yer almazken açıklanan 93 ilçe belediye başkan adayı içindeki kadın sayısı da 4 ile sınırlı kaldı. Toplama bakıldığında 122 belediye başkanının 4 tanesi, yani sadece yüzde 3.2’si kadın.
İl merkezlerinde kadın aday göstermeyen Saadet Partisi’nin açıklanan 239 ilçe belediye başkan adayı içindeki kadın sayısı 2. SAADET’in 261 belediye başkanının 2 tanesi, yani sadece yüzde 0.7’si kadınlardan oluştu.
HDP HER İL VE İLÇEDE KADINLARI EŞ BAŞKAN ADAYI GÖSTERDİ
HDP’nin aday listesi ise diğer partilerden oldukça farklı bir tablo çiziyor. Parti, aday gösterdiği her il ve ilçede kadınları eş başkan adayı olarak listelerine ekledi.’’ (Gazete Duvar, 01 Şubat 2019)