EMPERYALİZM
ve “KÜRESELLEŞME”
Aşağıda
yayınlamakta olduğum metin, Mayıs 2011 tarihinde Ceylan-Akademi Yayıncılık
tarafından yayınlanmış olan “Emperyalist Küreselleşme ve Dünya Devrimi, Değişen
Ne?” başlıklı kitabımın “Önsöz Yerine” başlıklı bölümüdür.
EMPERYALİST KÜRESELLEŞME VE DÜNYA
DEVRİMİ
DEĞİŞEN
NE?
ÖNSÖZ
YERİNE
Elinizdeki yapıt, “küreselleşme”
olgusunu incelemekte ve konu bağlamında bir dizi tasfiyeci teori ve tezin
eleştirisini içermektedir.*
Son çeyrek yüzyılda, özellikle de
1989-91 sürecinde, SSCB’nin ve “Doğu Bloku”nun (revizyonist/kapitalist sistem
ve kampın) çözülerek dağılışıyla birlikte “küreselleşme” propagandası
yerküremizi bir baştan bir başa istila etti. Bu süreç, “neoliberal” emperyalist
propaganda ile “postmodern” ve “postMarksist” propagandanın bütünleşik bir ideolojik saldırı dalgası
biçiminde sökün etti.
Kuşkusuz ki, bu saldırının merkezinde,
proletaryanın kurtuluş hareketinin teorisi olan Marksizm-Leninizm bulunmaktaydı. “Elveda proletarya”,
“elveda devrim”, “elveda sosyalizm”, “elveda Marksizm-Leninizm” çığlıklarının
“tarihin sonu”, “ideolojilerin sonu”, “öznenin sonu”, kapitalizmin “nihai
zaferi”nin ilan edilişinin eşliğinde gündemleşmesi, söz konusu olgunun tipik
kanıtıydı ve kanıtlarıdır.
Merkezinde uluslararası tekellerin
durduğu emperyalist kapitalizmde
ortaya çıkan çok önemli değişme ve gelişmeler; 1980’lerin
ortalarında açık hale gelen küresel ölçekte dünya devrim dalgasının geri
çekilişi; sözde sosyalist sistem ve kampın “tek bir kurşun atmaksızın”
çözülerek dağılışı; keza böylece yenilgi ve gericilik sürecinin keskinleşerek
derinleşmesi; tasfiyeci oportünizmin
şaha kalkarak modaya dönüşmesi gibi etkenler, uluslararası sermayenin
Marksizm-Leninizm’e, dünya devrimine, sosyalizme, proletarya ve halklara karşı
doludizgin saldırılarını yoğunlaştırması için son derece elverişli koşulları
sundu.
Uluslararası sermayenin “neoliberal”
emperyalist saldırganlığı, tam da bu elverişli koşullarda dizginlerinden
boşandı…
Birkaç olgunun özetle hatırlatılması
gerekirse:
1960’ların ikinci yarısından
itibaren, metropollerden başlayarak emperyalist dünya sisteminde kar oranları
eğilimli düşmeye başladı. 1970’lerden başlayarak, emperyalist küreselleşme
sürecinin ikinci dalgası ivmelendi. Emperyalist kapitalizmin genel bunalımı ve
yapısal krizi keskinleşmeye başladı. 1974-75’de kapitalizmin genel ekonomik
krizi patlak verdi. Emperyalist kapitalizmin teknik temeli yenilendi. Eski tip
kapitalist birikim stratejisi ve uluslararası işbölümü tasfiye edildi. Yerini,
sözde “serbest piyasa ekonomisi”yle ve “liberal özgürlükler”le belirlenen yeni bir uluslararası yapılanmaya
bıraktı. Emperyalist dünya ekonomisi yeniden
yapılandı. Bilimsel ve teknolojik atılımlar (mikroçip temelli teknolojiler;
enformasyon, komünikasyon, ulaştırma, biyogenetik ve giderek nano teknolojik
sıçramalar) devasa düzeylere sıçradı. Lenin zamanında emperyalist tekelciliğin
ikincil biçimleri, rüşeym halinde gelişen olgular olan uluslararası tekeller,
1950’ler sonrası öne çıkmaya, özellikle de 1980-90’larla beraber, hegemonyasını
sağlamlaştırarak, emperyalist tekelciliğin
başat biçimi haline geldi. Yeni
tip sermaye birikim stratejisi ve yeni
tip uluslararası işbölümüne damgasını
basan da uluslararası tekellerdi (ÇUŞ). Sermaye yoğun,
teknoloji yoğun üretim emperyalist
merkezlerde, emek yoğun üretim ve
sektörler bağımlı ülkelerde yoğunlaştı. Emperyalist dünya
ekonomisindeki eşitsizlik çok daha keskinleşti. Uluslararası tekellerin
emperyalizmiyle dünyamız, tarihte görülmemiş ölçeklere yükselen bir mali
kölelik dönemine de girdi.
“Ekonomilerin malileşmesi”, para
sermayenin artan oranda maddi üretim sektöründen koparak mali piyasalara
yığılması; kronik sermaye fazlası, kronik durgunluk eğilimi, kronik yapısal
bunalım, kronik kitlesel küresel işsizlik; kapitalist ekonomik kriz devresinde
ortaya çıkan değişme ve ekonomik krizlerin daha sık patlak vermesi, 1970’ler sonrası emperyalist kapitalizmin
çarpıcı gerçekleri oldu.
“Küreselleşme” ile dünyamız küçülmüş
küresel bir köye, daha doğru bir anlatımla ise küçülmüş küresel bir kente dönüştü.
Uluslararası tekeller, yeryüzünü
baştanbaşa istila etti. Emperyalist sermaye ihracının önündeki engeller
temizlendi. Yeni-sömürge ülkeler, yeni tipten yeni sömürge ülkelere, bir tür
açık sömürgelere dönüştürüldü. Uluslararası tekeller, IMF, DB, DTÖ, G-7, Davos
vbg. küresel emperyalist kurum ve kurumlaşmaların inisiyatifiyle, yeni tip
uluslararası iş bölümüne ve esnek kapitalist birikim stratejisine dayanarak,
bağımlı ülkelerin yeraltı ve yerüstü maddi ve toplumsal zenginliklerini doğrudan ele geçirmeye başladı.
Bu süreçte burjuva “ulus devlet” de,
“küreselleşme”nin gerekleri ve gereksinmeleri ekseninde, yeniden yapılandı.
Emperyalizmin anavatanlarında “ulus devlet”
tekellerin devletinden uluslararası
tekellerin devletine dönüştü. Tekelci emperyalist devletler, içerde tipik
iç savaş aygıtları, dışarıda açık emperyalist yayılmacı ve saldırgan devletler
olarak reorganize edildi.
Emperyalizme bağımlı ülkelerde “ulus
devlet”ler uluslararası tekellerin taşeron devletleri olarak yeniden yapılandırıldılar.
ÇUŞ’lar işbirlikçi burjuva devletlerin açık
ortakları haline geldiler. İşbirlikçi devletler adeta uluslararası
tekellerin açık uzantıları olarak yeniden yapılandırıldılar. Emperyalist
devletler ve ÇUŞ’lar işbirlikçi sermaye oligarşileriyle birlikte, yeni yönetim
teknikleriyle, kurumlar, kurumlaşmalar ağıyla, yeni tip uluslararası hukuki
çerçeve de şekillendirerek, işbirlikçi “ulus devlet”leri ele geçirdiler.
Emperyalizme bağımlı “ulus devlet”ler, yeni dönemin gerekleri temelinde, bir
yandan ekonomik işlevleri itibari ile, öte yandan da tipik iç savaş aygıtları,
asker-polis-istihbarat aygıt(lar)ı olarak yeniden şekillendirildiler.
Gerek “merkez”de, gerekse de bağımlı
“çevrede” “refah kapitalizmi”, “sosyal devlet”, “ulusal kalkınmacı”lık,
“Keynesyen devlet” modeli bir tarafa atıldı. Her iki merkezde de “ulus devlet”,
bu yeni dönemde, açıkça, “ben sermayenin devletiyim/diktatörlüğüyüm” diye bas bas bağırmaya başladı.
“Yönetişim”in araçlarından olan “Sivil Toplum Kurumları” (STK), bu süreçte,
uluslararası tekellerin denetim ve güdümünde işlevli roller oynadılar.
Emperyalist küreselleşmenin birinci
ve özellikle ikinci dalgasının
atılımı sürecinde proletaryanın yapısında da önemli değişikler gerçekleşti. Emeğin maddi koşullarında, sosyal bileşiminde, üretim sürecindeki görevlerinde yapısal değişikler gündemleşti. Sermayenin organik bileşimi çarpıcı bir tarzda yükseldi. “Emeğin sermayeye
gerçek bağımlılığı” süreci küreselleşerek derinleşti. Kafa emeğinin üretim
sürecindeki stratejik rolü daha
keskin biçimler aldı. Kalifiye iş gücünün, “çekirdek işgücü”nün “evrensel
emek”in ağırlığı, üretim sürecindeki rolü arttı. Kapitalist hizmet sektörü
maddi üretim sektörünün önüne geçti. “Beyaz yakalı” işçiler hem mutlak hem de
göreli olarak “mavi yakalı” işçilerin önüne geçti. Proletaryanın bazı
katmanları zayıflar ve gerilerken yeni katmanları oluştu ve gelişti ya da
giderek öne çıktı. Esnek teknoloji, esnek üretim, esnek pazar, esnek işgücü,
esnek yönetim tarzı, kısacası esnek
kapitalist birikim stratejisi, proletaryayı çok katmanlı, çok katlı,
geçmişe göre çok daha parçalanmış bir sınıf haline getirdi. İşsizlik, kronik
kitlesel küresel bir işsizliğe dönüştü/yükseldi. Dünya proletaryası hem mutlak
hem de göreli olarak gelişmeye ve büyümeye devam etti ve etmektedir.
Kuşkusuz ki tüm bu süreç, dünya
proletaryanın ve halkların ekonomik, sosyal, siyasal, sendikal kazanım ve
haklarının uluslararası sermaye tarafından tırpanlanması ile iç içe gelişti…
Emperyalist küreselleşmenin son
atılım sürecinin “Doğu Bloku”nun dağılışıyla birleşmesi, uluslararası
sermayenin yeni tipten ideolojik
hegemonyasına eşi bulunmaz bir olanak sundu. SSCB’nin ve “Doğu Bloku”nun
dağılışı, “sosyalizmin nihai yenilgisi” ve “artık geri dönüşü olmayan bir yol”
olarak lanse edildi. Aynı süreçte, Kruşçevci kızıl maskeli karşı-devrime ve
kapitalizmin restorasyonuna karşı durmayı başararak ayakta kalan tek sosyalist
ülke olan Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti de yenilerek tasfiye edildi.
Keza Çin emperyalist dünya kapitalizmiyle açık bütünleşme yoluna girdi.
Revizyonist/kapitalist kampın tasfiyesi ile dünya pazarı, tek bir kapitalist
pazar olarak yeniden bütünleşti. Tüm bunlar, sosyalizmin başarısızlığının,
tarihin gidişinden bir sapma olduğunun vs. kanıtı olarak sunuldu.
Kapitalist/revizyonist kampın çökmesi,
emperyalizmin genel bunalımının dördüncü aşamasına geçilmesinin ya da
başlamasının da tarihsel dönemecini oluşturdu...
Yine bu süreçte, güçler dengesi dünya
karşı-devrim cephesi lehine dönüştüğü için sosyal demokrasi, yüzündeki “sosyal
kapitalizm”, “refah devleti” vs. maskesini çıkarıp bir yana atarak, burjuva
liberal akıma/partilere dönüştü. Modern revizyonist partiler, burjuva sosyal
liberal partilere dönüştü. Küçük burjuva reforumcu partiler, kapitalizm
savunucusu açık oportünist partiler olarak arenaya çıktılar. Komünist hareketin
ve devrimci-demokrasinin ana gövdesi devrimci ve komünist konumlarından
uzaklaşmaya, tasfiyeci oportünizmin girdabına kapılmaya başladı. Teoride
revizyonizme, politikada reformizme, örgütlenmede legalizme kapaklanma egemen eğilim
haline geldi. Yenilgi ve gericiliğin
ürünü olan tasfiyecilik şaha kalktı. Dizginlerinden boşanmış azgın gericilik ve
karşı-devrimin devrimci-demokrat ve komünist hareket, proletarya ve halklar
üzerinde dinmek bilmeyen ideolojik, politik, psikolojik, fiziki baskı ve
saldırısının ürünü olan tasfiyeci oportünizm, doğası gereği, devrimci
programdan, strateji ve taktikten, illegal
ve yasa-dışı örgütten, her
devrimin genel ve temel yasası olan şiddete dayanan devrim teori ve pratiğinden kopuşun; ret ve inkarın somutlaşmış ifadesi olarak, dönemin modasına dönüştü.
Bu vb. faktörler, hep bir arada, her
biri kendi özgün konumundan sosyalizmin prestijinin dibe vurmasına yol açtı.
Kapitalist/revizyonist sistem ve
kampın çöküşü, bir yandan dünya devrim güçleri ile karşı devrim cephesi
arasındaki güçler dengesini, iyice dünya devrim cephesi aleyhine çevirdi. Diğer
yandan, emperyalistler arası güçler dengesi yerinden oynadı. Başını Alman
emperyalizminin çektiği Batı Avrupalı emperyalist güçler ile Asya pasifik’te Japon
emperyalizmi, Amerikan emperyalizmine karşı rekabet merkezleri olarak öne
çıkmaya başladılar. Böylece, SSCB’nin ve “Doğu Bloku”nun yıkılışıyla dünyanın
tek patronu (“tek kutuplu dünya”) haline gelen Amerikan emperyalizmi, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasının gücünü
daha etkin göstermeye başlamasıyla, yeni rekabet merkezleriyle de yüz yüze
gelmek zorunda kaldı. Putin’le birlikte Rusya toparlanmaya başladı. Rusya ve
Çin de birer emperyalist rekabet merkezi olarak yükselmeye başladılar…
Bu kaba ve eksik tablo, uluslararası
sermayenin, yeni dönemde, son derece elverişli tarihsel konjonktürü bir
manivela gibi kullanarak “neo-liberal” emperyalist saldırganlık yolunda nasıl
olurda bu denli fütursuzca davranabildiğini de açıklamaktadır…
Dönemin modası, devrime, sosyalizm ve
komünizme, Marksizm-Leninizm’e, o arada Marks’ın kapitalizm, Lenin’in
emperyalizm teorisine saldırmak modasıydı. Yönetenler yönetilenlerin, yenenler
yenilenlerin saflarından devşirdikleri sayısız aydını vb. yeni tip emperyalist
Haçlı Seferberliği’nde ideolojik vurucu güç olarak da kullandı. Yenilgi ve doludizgin gericiliğin
ürünü olan tasfiyeci oportünist dalga, bu bakımdan uluslararası tekellerin
rezervine yığılacak sayısız “sol”cu unsurun kitlesel olarak tekeller tarafından
seferber edilmesine olağanüstü olanaklar sundu…
Kruşçevci modern revizyonizmle başlayarak gelen modern revizyonist karşı-devrim ve kapitalizmin yeni
bir yoldan restorasyonu süreci, küresel çapta proletarya ve halkların, devrimci ve komünist hareketin ideolojik bakımdan silahsızlandırılma süreci de oldu. Bu süreç devrimci, ilerici, komünist saflarda derin bir ideolojik-siyasi kargaşanın
geliştirildiği bir süreç oldu. Yine bu süreç, sosyalist kampın ortaya
çıkışı ile sosyalizm ve dünya devrim cephesi lehine dönen
güçler dengesinin, giderek adım adım, dünya
karşı-devrim cephesi lehine dönmeye başladığı bir tarihsel süreci de besledi.
Marksizm-Leninizm’in yerine modern
revizyonizmin, proletarya egemenliğinin yerine yeni tip (revizyonist)
burjuvazinin egemenliğinin, sosyalizmin yerine sosyalizm maskeli yeni tip
kapitalizmin geçirilmesi ve tüm bunların proletarya egemenliği,
Marksizm-Leninizm, sosyalizm olarak lanse edilmesi; her türlü revizyonist
burjuva teorinin vb. Marksizm-Leninizm olarak pazarlanması ile, uluslararası
sermayeye eşi bulunmaz bir tarihsel fırsat sunuldu… Böylece, başında Amerikan
emperyalizminin bulunduğu dünya sermaye cephesi, bu tarihsel fırsatı, modern
revizyonizmin ve yeni tip burjuvazinin, kapitalizmin restorasyonunun, sosyal
emperyalizmin hazırladığı ve sunduğu olanaklara da dayanarak “neo-liberal”
emperyalist saldırı dalgasını daha etkin ve yetkin bir tarzda kullanmasını
bildi.
Bu olgu kavranmaksızın, geride kalan
son üç on yılda uluslararası
tekellerin saldırısının neden bu denli başarılı olduğu da bilince çıkarılamaz…
“Neoliberalizm”, uluslararası
tekellerin ideolojik-siyasi-ekonomik formu ve yeni tip saldırı programıdır.
“Postmodernizm” uluslararası tekellerin ideolojik formu olan neoliberalizmin
ideolojik izdüşümlerinden/biçimlerinden birisidir. “PostMarksizm” de
“neoliberalizm”in “postmodernizm” olarak ortaya çıkan ya da “postmodernizm”in
kendisini oluşturduğu/ifade ettiği formlarından birisini oluşturmaktadır. Bu
cepheden gelen ideolojik saldırılara göre, “küreselleşme” ile çağımız
değişmiştir. Yeni bir çağda ve yeni bir üretim tarzında yaşıyoruz artık. Artık
insanlık tarihin sonuna gelmiş, tarihin sonunda yer alan bir çağa ve toplum
biçimine geçilmiştir... “Küreselleşme” bunun ifadesidir vs.
“Yönetici sınıf, yönetilen sınıfın en
önde gelen kafalarını ne kadar bünyesi içerisinde eritebilirse, egemenliği o
denli sağlam ve o denli tehlikeli hale gelir.” (Marx) Bu olguyu, son birkaç on
yılın tarihsel deneyiminden de çarpıcı bir tarzda görmekteyiz. Yenilginin ve
umut yitiminin anaforunda işçi sınıfının, halkların saflarından
“küreselleşme”nin saflarına kitlesel bir biçimde iltihak eden ya da kazanılan
sayısız lider, aydın, kadro, tüm yetenek ve birikimlerini aşırı derecede
çürümekte ve ölüm döşeğinde can çekişmekte olan emperyalist kapitalizmi
aklamaya, kutsamaya; onu tarihin sonu ve pırıl pırıl bir yeni toplum biçimi
olarak sunmaya çalıştı.
Teslimiyet, döneklik, tükenmişlik
“elveda devrim, sosyalizm, proletarya ve Marksizm-Leninizm”, “yenilgiden ders
çıkarma” bayrağı altında da bukalemun
gibi gizlenmeye çalışıldı. Sözde Marksizm, Marksizm-Leninizm, sözde sosyalizm
ve devrim adına ortaya çıkmaya devam eden postmodern ve postMarksist yeni tip
tasfiyeciler ve onların ideolojik yörüngesine kapılmış güçler, proletaryanın
yerine “ezilenler”i ve Marksizm-Leninizm’in yerine “ezilenlerin Marksizmi”ni
geçirmeye; sosyalist/komünist/devrimci birlik adına “Marksizm” ve “sosyalizm”
tabanı üzerinde üzerinde duran sosyal reformist kuvvetlerin birliğini
çıkarmaya, devrimci ve komünist hareketi asimile edebilmek için bu bataklığa
çekmeye ve bayraklaştırmaya başladı. Artık eski ideolojik ayrılıkların
önemsizleştiği veya aşıldığı gerici propagandası fütursuzca yapıldı. Devrime ve
sosyalizme bağlı kalmaya devam edenler ise “dogmatik”, “muhafazakar”,
“dinazor”, “anakronik” ilan edildi.
Uluslararası tekellerin emperyalizmi
ve yedeğindeki sayısız akımın tüm çabalarına karşın, üzerinden fazla bir zaman
geçmeden, “küreselleşme”nin bildiğimiz emperyalist kapitalizm olduğu, çağımızın
emperyalizm ve proleter devrimler çağı olduğu gerçeği giderek, bir kez daha,
belirginleşmeye başladı. Yenilgi ve doludizgin gericilik yılları adım adım
dağılmaya ve “Marx haklıymış!”, “Bir başka dünya olanaklı!” haykırışları
yeniden yükselmeye başladı. Dünya devrim dalgasının geçici yenilgisinin
sersemlettiği ezilen, sömürülen, toplumsal adaletsizliğin pençesinde kıvranan
enternasyonal proletarya ve halklar ve ezilenler yeniden toparlanmaya
başlayarak, kavga arenasına çıkmaya başladı… Bugün bütün yeryüzü hareketli…
Umut yeniden yükseliyor…
“Küreselleşme” ile emperyalist
kapitalizmin tüm çelişkileri de daha fazla küreselleşmiştir. Bugün, uluslararası
proleter devrimin nesnel koşulları, dünden daha güçlü bir tarzda
olgunlaşmıştır. Emperyalizmi yok oluşa götürecek belli başlı çelişkiler çok
daha keskinleşmiştir. Emperyalist kapitalizm, insanlığı, ya barbarlık
içerisinde yok oluş ya da proleter devrim, sosyalizm ve komünizm yolunda
kurtuluş seçeneği dışındaki her türlü seçeneğe kesinkes, çok daha keskin bir şekilde
kapalı ve bağlı hale getirmiştir. Ve enternasyonal proletarya, bugün dünden çok
daha güçlü bir biçimde, ancak insanlığı kendisiyle birlikte kurtararak
kendisini kurtarabilecek sınıf duruma gelmiştir. İnsanlık ve eko-sistem, ancak
ve kesin olarak proletarya önderliğinde yok oluştan kurtulabilir. Doğa ve
insanlık, tarihin hiçbir döneminde bu denli derin ve kapsamlı bir şekilde
“şeyleşme”miş, metalaşmamıştır. “Küreselleşme” ile kapitalist sömürü dünyasının
proletarya ve halklara, ezilenlere yıkım ve daha fazla yıkımdan başka bir
seçenek sunmadığı ve sunamayacağı çok daha keskin bir tarzda açığa çıkmıştır…
Ana sorun, çözümünü dünden çok daha
keskin ve güçlü bir şekilde dayatan pratik-siyasal sorun, olgunlaşmış olan
uluslararası proleter devrimin nesnel koşulları ile onun öznel koşulları arasındaki uçurumun
bir an önce giderilmesidir… Ve elbette ki enternasyonal proletarya, bu sorunu
da, tarihin dersleriyle de silahlanarak, çözecektir; bundan kuşku duyulamaz…
Bilinir, tarih düz bir çizgide
gelişmez. Tarihin gelişimi hem diyalektiktir hem de materyalist. Büyük
yenilgilerden, tarihi geri çekilişlerden geçmeden ilerleyen bir tarihe ve sınıf
mücadelesine tarih ve insanlık ne tanık olmuştur ne de tanık olacaktır. Asla
unutmamız gerekir ki, “Savaşan kaybedebilir, savaşmayan ise çoktan
kaybetmiştir.” (Che Guevara) Ve yenilgi okulu, yenmesini öğrenecekler için iyi bir okuldur. “Ne kadar nahoş olsa
da, olguları açıkça görmek, adlı adınca çağırmak, işçilere doğruyu söylemek
zorundayız.” (Lenin) Proletarya ve komünistler, gerek Kruşçevci modern
revizyonist karşı devrimle açılan tarih kesitinde, gerekse de son çeyrek asırda
emperyalist küreselleşmenin atılımı sürecinde yenildiler. Ama savaşarak
yenildiler. Yenilgiler bir son değil yeni bir başlangıçtır. Bilinir, “En büyük
yenilgi pes etmektir; kazanmanın en kesin yolu bir kez daha denemektir.”
(Thomas Alvo Edison) Marx’ın vurguladığı gibi, “Eğer savaşıma kesin başarı
olasılıkları olmadan girilmesiydi, tarih yapmak elbette çok kolay olurdu.”
Proletarya ve halkların geçici
yenilgisiyle sermaye dünyasının saflarına geçenler, “tarihin sonu” saldırısının
bayrağı altında saflara girerek devrime, sosyalizm ve komünizme karşı savaşan
iblislere dönüştüler. Fakat tarih bilincine ve toplumsal gelişmenin nesnel
yasalarının bilincine sahip, yüzlerini ikircimsiz proletarya ve halklardan yana
dönmüş komünist ve devrimci-demokratik güçler, savaşmaya, büyük gelecek kavga
günlerine hazırlanmaya devam ettiler…
Dante’nin sözlerinden esinlenerek,
“Sen yolunda yürü ve bırak ne derse desinler” diye haykıran Karl Marx’ın
çağrısı, dün olduğu gibi bugün de yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor ve etmeye
devam edecektir.
Dünya burjuvazisinin ve onun doğrudan
ya da dolaylı bağlaşıklarının dizginsiz baskı, saldırı ve sayısız renge
bürünmüş yıkıcı faaliyeti, geleceğin proletaryanın, Marksizm-Leninizm’in,
sosyalizm ve komünizmin olmasını engelleyemeyecektir. Narsist bireyciliğin
girdabında kendilerini “Alem-i cihan” sanan “Etrak-i biidrak”ların
yırtınmalarına beş paralık değer vermeksizin proletarya ve halklar yoluna devam
edecektir ve etmektedir. Proletarya ve halklar, ezilenler, kendi öz tarihsel
deneyimleriyle gittikçe daha fazla “Ormanda aslan da olur tilki de” gerçeğini
anlamaktadır. Harama hile katanların geleceği yoktur. Ama sadece harama hile
katanların değil, “kümese bekçi olan tilkiler”in
de geleceği yoktur ve olmayacaktır. A. Einstein’in çarpıcı bir tarzda ifade
ettiği gibi, “Delilik, aynı şeyi yapıp farklı sonuçlar beklemektir.” Mücadele
ve tarih, proletarya ve halkları eğitmekte ve onları gelen büyük kavgalara
hazırlamaktadır. Komünist ve devrimci hareket, proletarya ve halklar, eski ve
yıkılması gereken dünyanın kir ve pasından ancak en ağır bedelleri ödemeyi göze
alan bir mücadele kararlılığıyla, kavganın ateşinde arınabilirler… Ve elbette
ki devrimci proletarya bunu da başaracaktır.
Elinizdeki yapıt, diyalektik
materyalist yönteme, Marksist-Leninist teoriye ilkeli bir sadakatle, “küreselleşme”
sorunsalını inceleyerek çözümlemektedir. Keza, bir dizi revizyonist,
oportünist, reformist “post”lu teori ve tezin eleştirisi de yapılmaktadır.
“Küreselleşme” saldırısı ile güncelleştirilmiş bir dizi tasfiyeci kapitalizm,
emperyalizm, proletarya teori ve tezlerinin tarihsel
temelleri de gösterilerek, “postmodern” pazarlama teknikleriyle yeni olarak
pazarlanmasına karşın, pek de yeni olmadığı gerçeği deşifre edilmektedir. Dünya
proletaryasının önder ve öğretmenlerinden Lenin’in vurguladığı gibi, ideolojik
mücadelede savunma ölümdür. Marksizm-Leninizm’in ustalarının vurguladığı gibi,
ilkelerde tavizsiz ve katı, taktiklerde esnek olmalı; taktiksel esneklik adına
da ilke bozmaya tekabül eden oportünizme karşı da en yüksek ideolojik ve
ilkesel uyanıklık ve mücadele kudreti gösterilmelidir.
Emperyalist-kapitalist
sistemin bağrında oluşan,
gelişen ve çarpıcı biçimler alan
değişmeler, doğal olarak, yalnızca ve yalnızca diyalektik materyalizmin,
Marksist-Leninist teorinin ışığında incelenmeli ve gerekli yeni sonuçlar
çıkarılmalıdır. Teorinin geliştirilmesi
ve küresel ölçekte süren sınıf mücadelesinin hizmetinde güçlü bir silaha dönüştürülmesi ancak bu yoldan olanaklı olabilir.
Emperyalist dünya sisteminde ortaya çıkan ve çarpıcı biçimler alan olgular,
eğer Marksizm-Leninizm’in ışığında, onun diyalektik yöntemi ve materyalist
yorumlanışı rehberliğinde ele alınarak çözümlenmezse, eşyanın doğası gereği,
tasfiyeciliğe saplanmak kaçınılmaz bir sonuç olacaktır. Bu bağlamda,
proletaryanın sınanmış bilimsel devrimci ilke ve yöntemine, bakış açısı ve
perspektifine ilkeli bir sadakat temelinde sorunun incelenmesi,
aydınlatılması, gerekli teorik ve politik sonuçların çıkarılması, bir komünist
için, bir komünist partisi için olmazsa olmazı oluşturur ve oluşturmaktadır.
Emperyalist dünya sisteminin bağrında ortaya
çıkan yeni olgular, kapitalist emperyalizmin nesnel karaktere
sahip gelişme yasalarına dayanmakta, bu yasalar temeli üzerinde yükselerek
şekillenmektedir. Hiçbir şey, yoktan var edilemez; çünkü yoktan (hiçten) yok
(hiçlik) doğar. Bu bağlamda, doğada, toplumda, düşüncede öncüller olmadan
olgular oluşamaz ve keskin biçimler alarak çarpıcı düzeylerde ortaya çıkamaz.
Bu saptama, aşağıda ayrıntılı bir tarzda ele alacağımız emperyalist
küreselleşme ve tekelci kapitalizmin ulaştığı yeni gelişme aşaması için de
kuşkusuz ki, geçerli ve yol gösterici bir saptamadır.
Teoriye
göre olgular, tarihsel ve güncel hareketi, değişmesi ve gelişmesi içerisinde
incelenmeli, bilince çıkarılmalı ve bilimsel bakımdan tanımlanmalıdır. Kapitalist
emperyalizm, donmuş, statik, değişme ve gelişmelerin dışında bir olgu olarak
ele alınamaz. Tersi bir yöntem ve bakış açısı, felsefi olarak metafiziğe ve
idealizme dayanan dogmatizmi, sübjektivizmi ifade eder. Dogmatizm, tarihsel ve
toplumsal hareketi, o arada, kapitalist emperyalizmde ortaya çıkan değişme ve
gelişmeleri anlama yeteneğinde değildir ve olamaz. Dogmatizmin metafizik
yöntemi ve idealist konumlanışı, doğası gereği, teorik/ideolojik tutuculuğu,
yaşamın dışına düşmeyi koşullar ve üretir. Böylece, devrim ve sosyalizm
mücadelesinde, politik iktidar kavgasında devrimci politik önderlik iddiası iktidarsızlıkla belirlenen boş bir
iddia, hoş bir seda olarak kalır. Özellikle son çeyrek asırda ortaya çıkan ve
uluslararası bir akım olan neotasfiyeci oportünizme karşı mücadelenin panzehiri, dogmatizm değildir. Aksine dogmatizm,
her alanda olduğu gibi, nesnel karakteri gereği, tasfiyeci akımın değirmenine
de su taşır, taşımıştır ve taşıyacaktır.
Kuşku
yok ki, 80’ler, 90’lar dünyasında küresel ölçekte devrim ve sosyalizm kavgası
bakımından başlıca tehlike, emperyalist “küreselleşmeci yeni liberal”
ideoloji ve kapitalist emperyalizme yedeklenmiş olan ve doğası gereği de
yedeklenmesi kaçınılmaz olan “sol” giysilere bürünmüş yeni tasfiyeci
oportünizmdir. Elbette ki, yeni tasfiyeci akıma karşı mücadele emperyalist
ideolojiye ve ideolojinin günümüzdeki biçimi olan emperyalist burjuva “liberal”
ideolojiye karşı mücadelenin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Lenin dediği gibi, oportünizme karşı mücadele emperyalizme karşı mücadeleden ayrılmaz;
oportünizme karşı dövüşmeden emperyalizme karşı mücadele boş bir sözden ibaret
kalır; oportünizme karşı mücadele etmeden emperyalizme karşı mücadeleden
bahsedenler işçi sınıfının düşmanlarıdır. Oportünizmin bu türü, 80’ler özellikle
de 89-91 olayları ile ortaya çıkan bilinen sürecin, yenilgi ve gericilik yıllarının ürünü ve devrimci olan ne varsa onun ret ve inkarı, burjuvazinin,
kapitalizmin safına geçişle,
proletarya ve halklara ihanetle
belirlenen şahlanmış bir
oportünizm ve inkarcılık türüdür.
İç ve uluslararası arenada ideolojik vuruşların kilitleneceği başlıca hedef,
emperyalist ideoloji ve bu ideolojinin günümüzde aldığı biçim olan “neoliberal”
saldırılardır (ve buna bağlı olarak yeni tasfiyeci “sol” liberal oportünizmdir).
Emperyalizmin
devrim ve sosyalizme, insanlığın tarihsel olarak biriktirdiği ilerici olan her
şeye karşı ortaçağı da yardıma çağırarak doludizgin geliştirdiği burjuva
ideolojik ve siyasi saldırıların etkili olmasında kullandığı başlıca araçlardan
birisi ve başta geleni de yeni tasfiyeci akımdır. Bu ön hatırlatma, dogmatizme
karşı mücadelenin öne çıkarılmasının yanlışlığına işaret etmek ve tasfiyeci
oportünizme karşı mücadelenin yanında sadece
ikincil derecede önem taşıyan ama ihmal edilmemesi gereken bir mücadele
olarak ele alınması gerekliliğini vurgulamak içindir.
Son
çeyrek yüzyıldaki yeni tasfiyeci akımın esin kaynağı, uluslararası
burjuvazidir, emperyalist dünya sistemidir, ivmelenen emperyalist
küreselleşmedir ve uluslararası proleter devrim dalgasının, devrim ve sosyalizm
kavgasının geçici
yenilgisidir. “Tarihin sonu”, “ideolojilerin sonu”, “büyük anlatıların
sonu”, “Yeni Dünya Düzeni”, “küreselleşme”, “post-kapitalizm”, “neoliberalizm”
“postmodernizm”, “postmarksizm” savunuculuğu, “Marksizm-Leninizm’in öldüğü”,
“sosyalizmin öldüğü”, “kapitalizmin ve liberal demokrasinin nihai olarak savaşı
kazandığı” vb teori ve tezleri yeni tasfiyeci akımın sayısız biçimler alan,
bukalemun gibi renkten renge giren, bir yılan gibi kıvrılan teori ve pratiğinin
ortak arka planı ve argümanlarıdır.
Yeni
tasfiyeci oportünizmin tarihsel kökleri
ve ana tezleri ise, hiç de yeni değildir. Yeni tasfiyeci
oportünizmin tarihsel kökleri Bresteincılığa, Hobsonculuğa, Hilferdingciliğe,
Kuatskyciliğe, II. Enternasyonal oportünizmine, değişik türevleriyle
Browderizm’den, Titoizm’den modern revizyonizmin diğer türlerine (Sovyetik
biçimde ortaya çıkan Rus modern revizyonizmine, “Avrupa Komünizmi”ne, Üç
Dünyacı Çin modern revizyonizmine) dek uzamaktadır.
Türkiye’de
ise, bu tarihsel kökler, söz konusu uluslararası tarihsel kökler gerçeğinin
yanı sıra, Osmanlı Sosyalist Fırkası’na, Şefik Hüsnü oportünizmine, modern
revizyonist TKP’ye, TİP revizyonizmine, ATÜT’çü sivil toplumcu akıma,
Kıvılcımlı ve Mihriciliğe vb. dek uzanmaktadır. Aralarındaki tüm önemli
farklılıklarına karşın, günümüz TKP’si, ÖDP’si, SDP’si, EMEP’i, vbg. partiler
de ilerici politik konumlarına karşın, yeni tasfiyeci akımın ürünü ve
temsilcisi olan partilerdir.
Öncesi
bir yana, dünün PDA revizyonizmine dayanan bugünün İP’i, daha uç burjuva
milliyetçi, şovenist, Kemalist ve sosyal faşizan eğilimler gösteren İP’ine
kadar uzanan cephe, yeni tasfiyeci akımın renkli tipik unsurları olarak
karşımızda durmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, yeni tasfiyeci
akımın esasen “sol” liberal ağırlık ve belirleyiciliğine karşın, bir de onun
ters yüz edilmiş biçimi olan “sol” maskeli burjuva milliyetçiliği ve ateşli
Kemalizm savunuculuğu olarak şekillenen bölükleriyle de devrim, sosyalizm ve
komünizm davası ve kavgası karşısında yıkılması gereken gerici-tasfiyeci bir
barikat oluşturmaktadır.
60’lı, 70’li yılların devrimci
yükselişinden etkilenerek devrim ve sosyalizmin ve sosyal reformizmin saflarına
katılmış, sonra saf değiştirmiş yeni tasfiyeci akımın gürültülü ama sığ akan
sularında kulaç atan ve “bir daha o günlere dönmemeyi” öğütleyen “sol” liberal küçük
burjuva aydın tabakası da gözden, gezden, arpacıktan; vuruş mesafesinden
çıkarılmamalıdır. Bu kesimlere karşı yürütülecek ideolojik-siyasi mücadele
burjuva liberalizmine, yeni tasfiyeci akıma karşı yürütülecek ideolojik ve
siyasi mücadelenin bir bileşeni olarak ele alınmalıdır.
*Bu çalışma, gerek 2005-2006
sürecinde, gerekse 2006-2008’de Edirne ve 2009-2010 Tekirdağ F Tipi
cezaevlerinde tutsaklığım süreçlerinde, gerekse de 2010’da tahliye sonrası
dışarıdayken konu bağlamında yapılmış çalışmaların sentezinden oluşmuştur.
Elinizdeki çalışmanın ana tezleri, 2005-2006 sürecinde ortaya konulmuştur. Bu
açıklama, okuyucuya karşı sorumluluk gereği sunulan bir bilgi notudur.
Haziran 2010 İstanbul
HASAN
OZAN