SOSYALİZMİN
SORUNLARI…
Aşağıda,
“Giriş Yerine” ve “Önsöz Yerine” başlıklı yazılar yer almaktadır. Bu yazılar, Kasım
2011 tarihinde Ceylan/Akademi Yayıncılık tarafından yayınlanmış olan “SSCB’de
Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler” başlıklı
kitabımda yer almaktadır. “Giriş” ve “Önsöz” yerine yazılmış olan bu yazılar,
konu bağlamında okuyucuya bir ön fikir verecektir. Dolayısıyla yayınlanmasının
yararlı olacağını düşündük.
GİRİŞ YERİNE
Lenin, “Önemli
herhangi bir sorunda, bağımsız olarak
gerekli ölçüde araştırma ve inceleme yapmadıkça gerçeği bulmak olanaksızdır.”
der.
Burada durup
sormalıyız: Yalnızca ve yalnızca diyalektik materyalizmin bakış açısından,
Marksizm-Leninizm’in ilkeleri temelinde sorunları ele aldığını düşünen proletaryanın
savaşçıları, gerçekte, Lenin’in yukarıdaki vurgusunun gereklerine ne kadar
bağlı kalmaktadır? Bağımsız araştırma, inceleme, fikir oluşturup geliştirme
perspektifi ve yeteneği komünist savaşçıları ne kadar yönlendirmektedir?
Lenin’in vurgusunda somutlaşan bilinç ve
donanımı kazanma ve sürekli geliştirme sistematik çabası içerisinde olmadan
bağımsız komünist kişilik (“yeni insan”), ne ölçüde geliştirilebilir ki!!! Her
komünist savaşçının bu soruyu kendisine sorup sonuçlar çıkarması gerekiyor mu
gerekmiyor mu? Bağımlı insan tipi ne kadar komünisttir? Bağımsız düşünme ve
eleştiri gücünden yoksun, “kim ne der” küçük burjuva ruh haliyle yaşayan,
sempati ya da anti-patilere göre tutum belirleyen insan tipi, ne kadar devrimci
proletaryanın “yeni insan tipi”yle bağdaşabilir ki?! Kuşkusuz ki daha önemli
olan şey, gerçek duruşumuzda sorunun sorgulanması, nesnel ve denetlenebilir
yanıtların verilmesi ve gerçek durumun devrimci bir tarzda bilince çıkarılması
ve eylemsel olarak düzeltilmesi ya da aşılmasıdır.
Açık ki,
herhangi bir teorik, politik, vb. sorunun irdelenmesinde ya da sınıf
mücadelesinin öne sürdüğü, aydınlatılmasını ve çözümünü istediği herhangi bir
genel ya da güncel sorunda alınan tavır, ilkeli olmak, bilimsel açıdan
aydınlatılmak zorundadır. Ve burada da komünistlerin tek sorumluluğu sınıfa,
Marksizm-Leninizm’e, tarihe karşıdır. Bilimsel Komünizm’in bunun dışında başka
hiçbir ölçütü ya da ölçütleri bulunmaz. Bu, doğal ve kaçınılmaz olarak,
sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel incelenmesi, donanımın
geliştirilmesi açısından da geçerlidir.
Lenin’in
aşağıdaki perspektifi her komünistin şaşmaz yol göstericisi olmalıdır:
“Partideki
tartışmalı ve baş ağrısı verici sorunları bizzat
incelemek, bu sorunlar üzerinde bizzat
karar vermek isteyen her işçi, her şeyden önce kendi başına bir araştırma
yaparak…gerçeği özümsemelidir. Sadece ve sadece sorunları ve kendi partilerinin
kaderi üzerine düşünen, bunları
dikkatle araştırıp inceleyenler parti üyesi kimliğine ve işçi partisinin
kurucuları olmaya hak kazanırlar.” (Lenin, Tasfiyecilik Üzerine, s. 258,
İla.-italikler Lenin’e ait, Sol Yay.)
“Gerçek nasıl
araştırılmalıdır? Kişi, birbiriyle çelişkin fikir ve savlar kargaşası içinde
yolunu nasıl bulabilir?
“ Her mantıklı
kişi, eğer belli bir konu üzerinde sert bir tartışma fırtınası esiyorsa,
gerçeği bulmak için, tartışmadaki tarafların söyledikleriyle yetinmemesi, gerçekleri ve belgeleri bizzat incelemesi, tanıklardan
elde edilebilecek kanıtlar olup olmadığını ve varsa bu kanıtlara güvenilip
güvenilmeyeceğini görmesi gerektiğini bilir.
“Kuşkusuz bunu
yapmak her zaman kolay değildir. Ele geleni, kulağa rasgeleni, daha ‘açıktan’ haykırılanı falan olduğu gibi kabul
etmek, çok ‘daha kolay’dır. Ancak bunlarla yetinen kişiye herkes ‘akılsız’ der,
kuş beyinli der, kimse ciddiye almaz. Önemli herhangi bir sorunda, bağımsız olarak gerekli ölçüde araştırma
ve inceleme yapmadıkça gerçeği bulmak olanaksızdır. Çalışmaktan korkan kişi
gerçeği bulamaz.
“Bu nedenledir
ki, biz bu tür bir çalışmadan korkmayan, sorunun temeline bizzat inmeye karar
veren, gerçekleri, belgeleri, kanıtları ve
tanıkları bulmaya çalışan işçilere
sesleniyoruz.” (age., s. 249, iLa.)
ÖNSÖZ YERİNE
20. Asır, Ekim
Sosyalist Devrimi ile başlayan ve giderek bir dizi ülkede sosyalizmin zafer
kazandığı bir asır oldu. Tarih ve insanlık, bu devsel atılımlar ve zaferlerle
ilk kez tanışmıştı. Ama 20. Asır yalnızca sosyalizmin devasa zaferleriyle
değil, bir de sosyalizmin ağır yenilgisiyle tanıştı.
Kuşkusuz ki,
söz konusu yenilgi, tarihin helezonik akışı içerisinde sadece geçici bir tarihsel gerilemeyi ifade
etmektedir. Ve tarih, geçmişten geleceğe doğru akmaya devam etmektedir.
Lenin’in dediği gibi, birkaç on yıl geriye gidiş olanaklıdır, “çünkü tarihin bazen geriye doğru dev adımlar
atmadan pürüzsüz ve biteviye ilerlediğine inanmak diyalektik değildir, bilimsel
değildir, teorik açıdan yanlıştır.” Yine Lenin’in vurguladığı gibi, “ Bilim
ise hatalar ve yenilgiler olmadan öğrenilemiyor.”
Sosyalizmin
yenilgisi, tümüyle geçici karakterdedir ve geçici olması da kaçınılmazdır.
Sınıf düşmanını ve bilinçli hainler haline gelmiş dönekleri geçiyoruz. Ancak
sosyalizmin yenilgisini, Marksizm-Leninizm’in, devrim ve sosyalizmin nihai
yenilgisi, kapitalizmin nihai zaferi ve tarihin sonu ilan eden kafalar,
tarihsel ve toplumsal gelişmenin yasalarından, sınıf mücadelesinden bir şey
anlamamış, geçici yenilginin girdabına kapılarak umutsuzluğa teslim olmuş,
iradeleri kırılmış, kendilerini yitirmiş gafillerdir. Neo-liberal emperyalist,
post-modern ve post-Marksist burjuva ve küçük burjuva akıma boyun eğmiş, tutsak
düşmüş, sermaye dünyasının sınırlarına/içine çekilmiş gafillerdir.
Lenin’in dediği
gibi, devrimin, sosyalizmin, komünizmin zaferi
kaçınılmazdır. Büyük Ekim Devrimi ile bu çağ açılmıştır. Yalnızca proleter devrim insanlığı kapitalizmden
dolayı çektiği acılardan kurtarabilir. “Devrimin zorlukları ve olası geçici
başarısızlıkları ya da karşı-devrimin dalgaları ne kadar büyük olursa olsun,
proletaryanın nihai zaferi kaçınılmazdır.” Proleter devrim, çağımızın çözümü güncel olan temel sorunudur. İlk denemelerinde sosyalizmin yenilgisi de
emperyalizm ve proleter devrimler çağının, kapitalizmden komünizme geçiş
çağının olgularından birisidir sadece. Tarih, yenilgilerden geçmeden zafere
erişen devrimlere ise tanık olmamıştır. Ve vurgulamak gerekir ki her yenilgi,
ders çıkarmasını bilenler için yetkin
bir okuldur.
Dünya proleter
sosyalist devrimi, çağımızın, çözümünü dayatan temel ve güncel sorunudur.
Emperyalist küreselleşmenin son atılımıyla sorunun çözümü, kendisini daha keskin
bir tarzda dayatmıştır. Emperyalist kapitalizmin, dünya proletaryasına,
halklara, ezilenlere verebileceği hiçbir şey kalmamıştır. İnsanlığın önündeki
temel sorun, çok açık ve kesin olarak ya modern barbarlık içerisinde yok oluş
ya da sosyalizm ve komünizmin zaferi yoluyla kurtuluştur. Ortası yoktur ve
olmayacak da! “Üçüncü yol”, uluslararası sermayenin ve yedeğindeki her renk ve
tondan akımın ve yeni tip tasfiyeci oportünizmin demagoji ve manipülasyonundan
ibaret sözde bir yoldur.
1956 tarihsel
dönemeci ile başlayarak gelen ve 1989-91 yıkılışıyla tamamlanan SSCB’nin ve
“Doğu Bloku”nun hikayesi, derin derslerle dolu bir tarih kesitini simgeler.
Ancak, 1956 dönemecini yaratan öncüller
olmadan, az ya da çok olgunlaşmadan da 56 dönemeci izah edilemez. SSCB’de ve
Sosyalist Kamp’ta kapitalizmin restorasyonunu, onu hazırlayan tarihsel ve
güncel nesnel ve öznel koşullardan kopuk, salt 56 ile, 20. Parti Kongresi ile
izah etmeye dayanan bir yöntem ve bakış açısı ise diyalektik materyalizme,
Marksizm-Leninizm’e aykırıdır. Ağaç köksüz değildir. Lenin’in dediği gibi,
“eskinin izlerinin devrimden sonra belirli bir süre yeninin embriyonları
karşısında ağır basacağını da biliyoruz. Yeni henüz ortaya çıkmışsa, belli bir
süre eski hep daha güçlü kalır, bu hep böyledir, gerek doğada gerekse de
toplumsal yaşamda.” Özellikle vurgulanması gerekir ki, SSCB’nin tarihsel
deneyimi eskinin yeni karşısındaki gücünü, derinlik ve kapsamını ve direnme
yeteneğini çok çarpıcı bir tarzda ortaya koymuştur. O halde, vurgulanması gereken bir diğer temel olgu da,
56 dönemecini hazırlayan somut tarihsel süreç ve koşulların, nesnel ve
denetlenebilir verilerin ışığında incelenmesidir. Böyle bir inceleme yapılmadan
56 dönemeci de doğru anlaşılamaz. Çünkü modern revizyonist karşı-devrimin ve
yeni tip burjuvazinin doğuşunu hazırlayan, güç biriktirerek iktidara
sıçramasına yol açan tarihsel bir süreç yaşanmadan, bu süreci ifade eden nesnel
ve öznel ön koşullar olmaksızın 56 dönemeci biçimlenemezdi.
1980-90 öncesi
tarihsel kesitte, Uluslararası Komünist Hareket’in ve Türkiye Komünist
Hareketi’nin 56 dönemecini değerlendirirken, ihmal ettiği, küçümseyerek geçtiği
1956 öncesi tarihsel kesitin eleştirel
incelenmesi, zorunludur. Böyle bir çalışmanın esaslı bir tarzda yapılmamış
olması, yapıldığı kadarıyla da yüzeysel kalmış olması iç ve uluslararası
komünist hareketin en büyük zaaflarından birisiydi. Bu zaafiyet hem komünist
hareketin teorik, ideolojik, siyasal ve örgütsel-pratik bakımdan kendisini
eleştirel yenilemesini önlemiş, hem
modern revizyonizmin, orta yolcu oportünizmin değirmenine su taşımış, hem de
proletarya ve halk kitleleri üzerinde revizyonist tahribatın daha derin ve
kapsamlı etki sağlamasına yol vermiştir.
Bu bağlamda,
kitabımızın I. BÖLÜM’ü, 1917 Ekim Devrimi sonrasını, özellikle de 1930-53 ve
53-56 arası tarihsel kesitin eleştirel incelenmesini içermektedir.*
Kitabın II.
BÖLÜM’ü ise 56 dönemecine, bu dönemeçle başlayan kapitalizmin yeni bir yoldan
inşası sürecinin incelenmesine ayrılmıştır.
56-70 arası
tarihsel kesitin temel karakteristik özelliği, modern revizyonist
karşı-devrimin ve yeni tip burjuvazinin ele geçirdiği politik iktidar tekeline
dayanarak kapitalizmin restorasyonunu özellikle de iktisadi alanda adım adım
gerçekleştirmiş olmasıdır.
SSCB’de (ve
öteki sosyalist kamp ülkelerinde) kapitalizmin yeni tipte restorasyonu sorunu
incelenirken, Uluslararası Komünist Hareket’in derinlemesine incelemekte
yetersiz kaldığı sorunlardan birisi de bu noktada somutlaşıyordu. Bu konuda
AEP’in (ve ÇKP’nin) değerlendirmeleri önemli olmakla birlikte yeterince açıklayıcı
ve aydınlatıcı değildi. 70’li yıllarda, Komün Yayınları tarafından basılmış
olan Willi Dickut’un “Sovyetler Birliği’nde Kapitalizmin Restorasyonu” adlı
çalışma, bu konuda yapılmış en önemli çalışmaydı. Keza, 2005 yılında Ceylan
Yayınları tarafından yayınlanmış olan Wıllıam Bıll Bland’ın “ Sovyetler
Birliği’nde Kapitalizmin Restorasyonu” çalışması da çok değerli bir çalışma
niteliği taşımaktadır.
Kuşkusuz ki bu
vb. çalışmalar değerli birer kaynak niteliği oluşturmaktaydı ve
oluşturmaktadır. Ancak bu durum, yine de, kapitalizmin restorasyonunun
incelenmesi ve aydınlatılması bakımından Marksist-Leninist nitelikte bütünlüklü bir çalışmanın yapılmamış
olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. En azından bizim ulaşabildiğimiz
kaynaklar bakımından durum budur.
Kitabımızın
III. BÖLÜM’ünde, modern revizyonizm, modern revizyonist karşı devrim ve
kapitalizmin restorasyonu somutunda uluslararası saflaşmalardaki belli başlı
akımların tarihsel tutumları ve geldikleri yer, çözümlenmektedir. Yanı sıra, bu
bölümde, komünist hareketin zaaflı tutumlarının da eleştirisi yapılmaktadır.
Kitabımızın IV.
BÖLÜM’ü, SSCB’de ve Sosyalist Kamp’taki kapitalizmin restorasyonuna karşı çıkan
ve mücadele eden ASHC (Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti)’nin, söz konusu
tarihi derslere ve mücadele pratiğine karşın neden ayakta kalmayı başaramayarak
yıkıldığı olgusunun incelenmesine ve gerekli derslerin çıkarılmasına
ayrılmıştır.
Kitabımızın V.
BÖLÜM’ü ise, kapitalizmin restorasyonu bağlamında tasfiyeci revizyonist
teorilerin, siyasal akımların ve aydınların temel görüşlerinin eleştirisine
ayrılmıştır. Bu bölüm, belli başlı Troçkist, revizyonist, tasfiyeci oportünist
teori ve tezleri anlamamıza, güncel tartışmalarda ileri sürülen ve üstüne üslük
çok yenilikçi görünen ama bu niteliğe ya da niteliklere sahip olmayan, hem eski hem de çoktan eskimiş anti-Marksist-Leninist düşüncelerin gerçek kaynaklarını ve tarihsel sürekliliğini görmemize ve anlamamıza
hizmet edecektir.
Elinizdeki
yapıt, bütünsel bir çalışma çabasının ürünüdür. Sorunun derinliği ve kapsamı,
ağırlığı ve yarattığı tahribat dikkate alınacak olursa, elinizdeki bu yapıt,
sadece ileri doğru atılmış bir adımdan ibarettir. Kuşku yok ki, kolektif akıl,
bu konuda da daha derin, daha kapsamlı, daha zengin açılımlar yapacaktır. Açık
olan bir şey var ki, “sosyalizmin sorunları” daha çok tartışılacaktır; ki bunun
gerekli, yararlı, geliştirici olacağına inanıyoruz. Burada da önemli olan şey,
meselenin diyalektik materyalist yönteme ve Marksizm-Leninizm’in ilkelerine
bağlı, somut tarihsel koşulların nesnel ve denetlenebilir bilimsel verilere
dayalı tarzda birlikte incelenerek aydınlatılmasıdır. Burada, tartışma ve yeni
bir donanım kazanma çalışmasının teorinin, programın, strateji ve taktiklerin,
önderlik anlayışı ve çalışma tarzının, örgütsel politika, kadro politikası,
yönetme ve yönetilme anlayışının zenginleştirilmesi ile bütünsel birleşmesi
gerekmektedir. Böyle bir çalışmanın; bütünsel araştırma, inceleme, tartışmaları
olgunlaştırma çalışmasının hiç de kolay olmadığını; ilkeli, derin, kapsamlı,
eleştirel ama birleştirici bir niteliksel mücadele yeteneğini gerektirdiğini
biliyoruz. Böyle bir çalışma ve duruşun, hem iç hem de uluslararası alanda
tasfiyecilikle, revizyonizmle, ideolojik liberalleşmeyle, kişi ve önderlik
kültüyle, derin tahribatlar yaratmış olan küçük burjuva bürokratizmiyle
hesaplaşarak gelişmesi gerektiği ise bizce açık ve zorunludur.
Önemsiyoruz ve
özellikle de vurguluyoruz: Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel
incelenerek içselleştirilmesi kaçınılmazdır. Geçmişin eleştirel derslerinin
proletarya ve komünistleri geleceğe taşıyacak tarzda çıkarılması,
pratik-politik bir silaha çevrilmesi yaşamsal önemdedir. Kuşkusuz ki
çıkarılacak dersler teorinin, programın, stratejinin, önderlik anlayışı ve
çalışma tarzının geliştirilmesini, derinleştirilmesini, zenginleştirilmesini de
kapsayacaktır ve kapsamalıdır. Yani söz konusu eleştirel çalışma komünist
hareketin somut tarihsel gerçeğinin eleştirisiyle birleşmek zorundadır. (Ki
biz, sırası gelince, bu konudaki değerlendirmelerimizi ve çalışmalarımızı
kapsamlı bir tarzda ortaya koyacağız.) Böyle bir tartışma asla genel bir
tartışmayla sınırlanamaz, sınırlandırılamaz. Eleştirel değerlendirme
çalışmasının teoride, program, strateji ve taktiklerde, önderlik ve çalışma
tarzında, kadro politikasında yenilenmeyi, zenginleşmeyi kapsaması gerekir.
Böyle bir perspektif ve duruş olmaksızın sosyalizmin sorunlarının tartışılması
anlamsız ve akademist bir yön kaybı olacaktır.
Marksizm-Leninizm
bir bilimdir, bir bilim olarak ele alınmak zorundadır. Marksizm-Leninizm’e
tamamlanmış bir teori, bilim, ideoloji muamelesi yapılamaz. Yapılamayacağını da
sınıflar mücadelesinin tarihsel pratiği kanıtlamıştır. Sosyalizmin geçici yenilgisinin
derin tarihi dersleri de bunu göstermektedir. Bu bağıntıda şunların da altını
çiziyoruz: Marksizm-Leninizm’in gerek liberal
gerekse de dogmatik yorumları, onun
bilimsel yöntemine ve karakterine saldırının, onu bozup gözden düşürmenin iki
değişik formudur. İkisi de bizler için kabul edilemezdir.
Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel
incelenmesinde dogmatizm,
yenilenmeyi, zenginleşmeyi, kendini aşmayı önlerken, liberalizm de onun içeriğinin bozulmasını, içinin boşaltılmasını,
burjuvazinin, küçük burjuvazinin saflarına geçişi ifade etmektedir ya da
edecektir. Her iki sapma da tehlikelidir, ama en önemli tehlike ve tehdit, teorik çalışma ve ideolojik mücadelenin
hedefi olması gereken sapma, yeni tip tasfiyeci oportünizmdir. Teorik
ve pratik gelişmemizi önleyen en önemli tehdit ideolojik liberalizmden gelmektedir. Dogmatizme karşı mücadele ise,
ideolojik liberalleşmeye karşı mücadeleye bağlı olarak ele alınmalıdır ve bu
mücadele de ihmal edilmemelidir.
Yeni tip revizyonizmin, post-Marksizm’in etki
gücünü ifade eden ve tarihsel revizyonizmden beslenen ideolojik, teorik,
politik, örgütsel-pratik tasfiyeciliğin, Marksizm-Leninizm’e ve devrimci
değerlere karşı mücadelesini “dogmatizme”, “teorik-ideolojik tutuculuğa”,
“muhafazakarlığa”, “mezhepçi Marksizme” karşı mücadele, “yaratıcı Marksizm”
sloganlarının ve propaganda-ajitasyonunun ardına gizlenerek sürdürdüğü
koşullarda, ideolojik liberalleşmeye karşı mücadelenin önde olması, açık ve anlaşılır bir durumdur. Bunu reddetmek,
revizyonizme, küçük burjuva bürokratik iktidar zihniyetine ve tasfiyeci
oportünizme daha baştan teslim olmak demektir; sonucu ise yeni tip
liberalleşmede konaklamak olacaktır. Revizyonizm ve tasfiyecilik yerel değil,
genel bir olgudur. Özellikle de 50’lerden bu yana süre gelen tarihsel kesitte
kapsamlı yıkımlar yaratmayı başarmış; “Küreselleşme”yle ve “Doğu Bloku”nun
yıkılışıyla atağa geçmiş bir akımdır. Söz konusu ideolojik liberalizmin
devrimci ve komünist saflardaki güncel türevi ise “post-Marksizm”dir.
İç ve uluslararası
alanda komünist ve devrimci hareketi ideolojik olarak silahsızlandıran yeni tip
ideolojik liberalleşme “muhafazakarlığa karşı mücadele” ve “yaratıcı Marksizm”
sloganlarını oportünizm ve tasfiyeciliğini örtülemenin sis bombaları haline
getirmiştir. Bu olgu bir kez daha gösteriyor ki oportünizm ve tasfiyecilik,
nerde ve hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, tarihsel sürekliliğe ve
uluslararası karaktere sahiptir. En nihayetinde, hangi biçime bürünürse
bürünsün, hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, oportünizm ve tasfiyecilik,
kaçınılmaz olarak doğduğu koşulların ve ortamın özgün karakteristiklerini taşısa da, gerçekte, söz konusu
özgünlükler, onun küresel nitelikleri temelinde birleşerek biçimlenir. Lenin’in
vurguladığı gibi, “Herkes oportünizmin tesadüfi bir şey olmadığını, tek tek
insanların günahı, ihmalkarlığı, ihaneti değil, tüm bir tarihsel dönemin sosyal
ürünü olduğunu biliyor” ya da bilmelidir. Hatırlatmak bile gereksiz: Eleştiri
ve değerlendirmelerimiz niyetlere göre değil şeylerin, savunulan zihniyetlerin,
duruşların nesnel bilimsel anlamları üzerinde yükselerek biçimlenmelidir.
Ayrıca vurgulanmalıdır ki, cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla
döşenmiştir; ki hangi biçimde ortaya çıkarsa çıksın, oportünist iyi niyet
cehenneme götürür. Ve yine Lenin’in vurguladığı gibi, “dürüst” oportünistler, kötü oportünistlerden daha
tehlikelidir. Bu, tarihin de kanıtlamış olduğu bir gerçektir.
Biz bu
kitabımızda, bir bütünlük içerisinde sosyalizmin tarihsel deneyimini
incelemeye, dersler çıkarmaya, tasfiyeci revizyonist akımların ana tezlerini
eleştirmeye çalıştık. Bir dizi revizyonist tasfiyeci teori, analiz ve tezin
Marksist-Leninist hareket üzerindeki etkisi de sır değildir. Ancak vurgulamak
gerekir ki, Marksizm-Leninizm’den sapmayla belirlenen söz konusu etkiler, ne
yenidir ne de herhangi bir yenilik gücüne sahiptir. Aksine, daha öncesi bir
yana, özellikle de son 60-70 yıldan bu yana süregelen tasfiyeci revizyonizmin
teori ve tezlerinin, “dogmatizme”, “muhafazakarlığa”, “teorik-ideolojik
tutuculuğa karşı mücadele”, “yaratıcı Marksizm” vs. adına, herhangi bilimsel
devrimci karaktere sahip olmaksızın propaganda ve ajitasyonundan ibaret
görüşlerdir. Dolayısıyla kitabımızda, başlıca eleştiri ve
değerlendirmelerimizi, söz konusu tasfiyeci revizyonist, sosyal liberal, sosyal
reformcu düşüncelerin öteden beri sözcülüğünü yapagelen ya da söz konusu
akımların düşüncelerini temsil eden ya da bir biçimde yansıtan isimler
üzerinden yaptık. Taklitçileri yerine, aslını incelemek, eleştirmek daha
sağlıklı bir yöntem olsa gerek.
Tarihten ders
çıkarma ve teoriyi yenileme adına Brensteın’e, Kautsky’e, II. Enternasyonal
oportünizmi’ne, Troçkizm’e, Buharinciliğe, Titoculuğa, Kruşçevciliğe,
Brejnevciliğe, Avrupa Komünizmine, orta yolcu oportünizme, Maocu revizyonizme
geri dönmek gerekmiyor.
Tarihten ders
çıkarmak, teori ve pratiği zenginleştirmek adına neo-liberal, post-modern,
post-Marksist burjuva, küçük burjuva tasfiyeci akıntıya boyun eğmek de
gerekmiyor.
Tarihin
cangılında yolunu kaybetmiş ve denek taşında yenik düşmüş, bilimsel ve devrimci
karaktere sahip olmadığı açığa çıkmış ya da düpedüz gerici karaktere sahip
olduğu ayan-beyan ortada olan teorilere, ideolojilere, pratiklere tutunarak
tarihten ders çıkarılamaz.
Uluslararası
Komünist Hareket’in teorik çalışmanın, ideolojik mücadele ve donanımın hakkını
vermeyen tarihi zaaflarını, keza bu zafiyetin bir yansıması olan dogmatik
zaafları da sömüren, böylece “tarihten ders çıkarma” adına, “ideolojik-teorik
yenilenme” adına, yukarıda andığımız akımlar ve teoriler çerçevesinde şekillenen
açılımlar, eleştiriler, değerlendirmeler vs. ortaya çıktığı her yerde tasfiyeci
bir sapma var demektir. Parlak lafların arkasına, keskin komünist söylemin
bayrağı altına, çok yenilikçi görünen değerlendirmelerin ardına gizlenen ve
özellikle de tarihi yeterince bilmeyen ve donanımı yetersiz kesimler ve
devrimciler üzerinde etki yaratabilecek tasfiyeci söylemlere ve içeriğine karşı
etkin bir mücadele geliştirmek ihmal edilemez, yaşamsal, tarihsel bir
yükümlülüktür. Fakat bilinmelidir ki bu durum, iç ve uluslararası komünist
hareketin günahlarının kefaretidir… Doğa boşluk tanımaz. Teori, teorik çalışma,
ideolojik donanım ve ideolojik mücadele alanları da öyle! Tıpkı politik
mücadelede olduğu gibi…
Oportünizm ve
tasfiyecilik hangi kılığa bürünürse bürünsün oportünizm ve tasfiyeciliktir ve
ortaya çıktığı her yerde komünist militanı ve devrimciyi ideolojik olarak silahsızlandırma işlevini oynamıştır ve
oynamaktadır. “Pirincin içindeki siyah
taşlardan korkma beyaz olanlardan kork!”
(Japon atasözü) Komünist ve devrimci militanın bu gerçeği, asla unutmaması
gerekir.
Son bir nokta:
İnsanın, sınıfın, devrimin, sosyalizmin düşmandan beter dostları olacağına,
binlerce düşmanı olsun daha iyidir.
* Elinizdeki
çalışma, büyük bir oranda 2004-06 arası kesitte hazırlanmış, F Tipi tutsaklık
süreçlerinde belli çalışmalarla geliştirilmeye çalışılmış, 2010 yazında F
Tipi’nden tahliye sonrası görece geliştirilerek yayına hazır hale
getirilmiştir. Çalışmanın ana tezleri, öncesi bir yana, 2004-06 arası dönemde
ortaya konulmuştur.
Kasım 2010/ İstanbul
Hasan OZAN