DİNCİ
FAŞİST CUNTA, ASKERİ DARBE, POLİTİK GELİŞMELERİN DOĞRULTUSU
15
Temmuz darbesinin üzerinden bir aydan fazla bir zaman geçti ancak konu hakkında
yazılıp çizilmeye devam ediliyor. Belli ki bu hamur daha çok su kaldırmaya
devam edecek. Başarısızlıkla sonuçlanan askeri darbe girişiminin perde arkası pek
çok bakımdan zamanla aydınlanacak. At izinin it izine, it izinin at izine
karıştığı bir süreç devam edecek gibi. Emperyalizm, işbirlikçi sermaye, dinci
faşist Erdoğan cuntası, burjuva partiler cephesi vb. her biri kendi konumundan
sorunun aydınlanmasına değil de proletarya ve halkların aldatılmasına, manipüle
edilmesine dayanan ideolojik saldırılarına, psikolojik savaşıma bütün
güçleriyle devam edeceklerdir. Erdoğan cuntası liderliğinde birleşmiş gerici ve
faşist partiler, gündemi, insanlık tarihi boyunca bütün kötülüklerin kaynağı
olduğunu ileri sürdükleri "FETÖ" ile doldurarak sınırsız bir demagoji
ve manipülasyon yaparak gerçekleri çarpıtmaya, yok saymaya; Saray cuntasının kapsamlı
ekonomik, siyasi, askeri, kültürel saldırılarını gizlemeye çalışıyorlar. El
birliğiyle sistemi, egemen sınıfı, politik rejimi, AKP İktidarını/dinci faşist
cuntayı, vahşi devlet terörünü aklamaya, suç ortaklıklarını örtmeye
çalışıyorlar. Kuşkusuz ki bu işte en maharetli olan da Hitler-Mussolini taslağı
Saray cuntasıdır...
Garip
ve kanlı askeri faşist darbe girişimi, rastlantılarla ortaya çıkmadı ya da
yaygınca ifade edildiği gibi Erdoğan cuntasının tezgâhı/komplosu falan değildi.
Bu topraklarda askeri faşist bir darbe Erdoğan cuntasını hedef alarak
gerçekleştirildi ama başarısızlıkla sonuçlandı. Gerçek budur. Askeri faşist
darbe iç ve uluslar arası bağlamlarıyla birlikte ordu içerisinde Erdoğan
karşıtlığı ekseninde birleşmiş geniş bir bağlaşmanın girişimiydi. Darbe
girişiminin başını “FETÖ”cüler çekse de ya da en etkin gücü onlar oluştursa da
darbeciler salt “FETÖ”cülerden oluşmamaktaydı. “Yurtta Sulh” cuntasının
bildirgesinden de bu gerçeği görebiliriz. Bildirge, kimi çevrelerin ileri
sürdükleri gibi salt Erdoğan cuntasına karşı yönelmiş ve büyümekte olan
toplumsal ve siyasal öfkeyi yedeklemek için yazılmamıştır, aynı zamanda darbeyi
örgütleyen cuntanın ittifak güçlerini de yansıtıyordu. Sözgelimi, “Bir Darbe
Girişiminin Anatomisi” başlıklı yazısında Metin Gürcan bu gerçeğe şöyle işaret
ediyor: “FETÖ’cü olmayan aşırı laiklik hassasiyeti olan ve Hükümet
karşıtı subaylar: Gözaltına alınan isimlerden ve sıkıyönetim
listelerine baktığımda bu listelerde ‘Sert laik’ ve ‘Sıkı Atatürkçü’ subayların
da olduğunu görüyorum.”
Görülen
o ki, darbeciler, içerden parçalanarak, bazı kesimler tarafsızlaştırılarak ve
erken (elverişsiz) koşullarda harekete geçmeye zorlanarak başarısızlığa mahkûm
edilmiştir. Devlet ve ordu aygıtı içerisinde amansız bir iktidar savaşı veren
kliklerin, birbirlerinin hareket tarzından ve yönelimlerinden haberdar
olduklarına kuşku yoktur; yok enişteden öğrendim, yok periler haber verdi, yok
teyzemden öğrendim, yok kandırıldık türünden açıklamalar demagojik ve
manipülatiftir. Kaldı ki mücadele yürüten bu kliklerin birbirlerinin içine
sızdığı da kesindir. Bu savaşımdan, ağır yara alsa da, şimdilik Erdoğan cuntası
karlı çıkmıştır. Meclisin bombalanması, “külliye”nin bombalanması, sözde
Erdoğan’ı almak için Marmaris’e gönderilen timin başarısız olması, Erdoğan’ın
İstanbul’a gelirken sözde F-16’lar tarafından taciz edildiği gibi iddialar
dinci faşist Erdoğan cuntasının planlı, amaçlı, içerden manipülasyonu ile
gerçekleştirilmiş, Saray cuntasının “demokrasi” havariliği propagandasına,
psikolojik savaşımına elverişli gerekçeler üretmek için gerçekleşmiş saldırılar
ve propagandalardır. Ancak askeri darbe girişimi ne içerde ne de dışarıda
Erdoğan cuntasına bir itibar kazandırmamış, aksine Saray cuntası teşhir olmaya
ve edilmeye devam edilmiştir. Erdoğan’ın gece gündüz yırtınarak “demokrasi”
saldırıya uğradı neden beni en yüksek düzeylerde ziyarete gelmiyorsunuz vs. sızlanmasından
ve uluslar arası basında yazılan çizilenlerden de bu gerçeği görebilmekteyiz.
15-16 Temmuz darbesinin sorumluluğu gerek içerde, gerekse de uluslar arası
arenada Saray cuntasının sırtında kalmıştır, kalmaya da devam edecektir.
Sergilenen “milli birlik ve beraberlik” tiyatrosu ise geri kitlelerin ve safdil
liberallerin dışında kimseyi kandıramamaktadır.
Başarısızlıkla
noktalanan askeri darbe girişimi gerekçe gösterilerek Erdoğan cuntası etrafında
kurulan gerici ve faşist partilerin “Milliyetçi
Cephe” koalisyonu, estirilmeye çalışılan “bahar” havasına rağmen uzun
sürmeyecektir. İç, bölgesel, uluslar arası güçler dengesinin baskısı altında bu
cephe çözülecek, giderek parçalanacaktır. “Devletin bekası” adına kurulmuş söz
konusu “Milliyetçi Cephe” bloğu, devrim ve politik özgürlük kavgasının, karşı
devrimin iç çelişki ve çatışmalarının, dinci faşist cuntanın mutlak iktidar
tekeli kurma politikasının gerekleri ve basıncı altında dağılacaktır. Saray
cuntasının liderliğinde Ağarlardan, Çillerlerden, mafya şeflerinden, Perinçeklerden,
CHP’den, MHP’ye vb. kadar uzanan bu gerici ve faşist koalisyon dayanıksızdır ve
çökmeye mahkûmdur. Aşırı çürümüş, bütün kurum ve kuruluşlarıyla içerden
çözülmüş, derin kriz içinde debelenen, güven adına zerre kadar bir
ilişkilenişin kalmadığı, herkesin birbirini ihbar ettiği, birbirinin kuyusunu
kazdığı ve kazmaya da devam edeceği bir tablo içerisinde “devletin bekası” da
bu cephenin içerden parçalanmasını engelleyemeyecektir. Yaşanan siyasi kriz ve
aşırı çürüme devleti, temel kurumlarını, gerici ve faşist partileri pençesine
almış durumda. İç çelişki ve çatışmaların büyümesi ve keskinleşmesi sürecinde
dipten doruğa çürümüş, kokuşmuş olan devlet ve burjuva partilerin sayısız yeni
pislikleri ortaya saçılacaktır. Sınır tanımayan faşist sansür ve terör ise bunu
engelleyemeyecektir. Vurgulamak gerekir ki burjuva
dünyada dostluklar yoktur, çıkarlar vardır. Bugün dost olanlar yarın
düşman, dün düşman olanlar bugün dost vb. olabilirler. İşte Ergenekon süreci,
işte FETÖ süreci…
7
Haziran seçimlerinden sonra kurulan Milliyetçi
Cephe Koalisyonu, devletin ve burjuva partilerin Kürt düşmanlığı ve siyasal
özgürlük düşmanlığı ekseninde, topyekûn
kirli, haksız, sömürgeci savaş
temelinde kurulmuştu. O zaman da bu cephenin başını Erdoğan kliği çekiyordu. 15
Temmuz askeri darbesi başarısızlığa uğrayınca aynı temel bağlaşma Erdoğan
cuntasının liderliğinde devam ettirilmektedir. Bu ittifak, kimsenin kimseye
güven duymadığı, her an birilerinin başka birilerinin kuyusunu kazmaya
dönüştüğü, dönüşeceği bir ittifak karakteristiği taşımaktadır. “Cemaat”la
iktidar dalaşına başladığı kesitten beri Ergenekoncuların, ulusalcıların vasisi
kesilen Erdoğan cuntasının gitgide daha fazla mecbur hale geldiği Ergenekoncu
kliklerle daha ne kadar yol alabileceği, dün Ergenekonun savcısı olduğunu
gümbür gümbür ilan eden birilerinin yarın ilk fırsatta Ergenekoncuların ağır
darbelerine maruz kalmayacağının hiçbir gerekçesi bulunmamaktadır. Ayrıca
kendilerini kutsal, dokunulmaz, devletin sahibi gören kahraman ilan edilen
generallerin ve askerlerin günlerce TV’lere yansıyan işkence edilmiş, onuru
kırılmış, tecavüze uğramış, çıplak görüntülerinin orduda yarattığı travmanın
etkisini de gözden kaçırmamakta yarar var. Hep devrimcilere, Kürtlere,
Alevilere, emekçilere reva görülen söz konusu uygulamaların ve görüntülerin
milyonlarca insanın aklına ve yüreğine şöyle ya da böyle işlendiği de
unutulmamalıdır. Ki sıradan kitleler, on milyonlar yeni deneyimlerden geçiyor
ve geçecek ve bu deneyimlerin mücadeleyi geliştirmek bakımından etki gücü ise
ilerde ortaya çıkacaktır.
Gerek
28 Şubat “postmodern” darbesi, gerek dinci faşist Erdoğan darbesi, gerekse de
“Yurtta Sulh Konseyi” askeri darbesi Türkiye’de darbelerin artık tarih olduğu
sahte propagandasının da yüzündeki maskeyi çekip bir yana atmıştır… Süreç
içerisinde yeni sivil ya da askeri faşist darbeler de gündeme gelebilir; askeri
(ve sivil) bürokrasi içerisinde birden fazla cunta bugün de varlığını korumaktadır…
İşbirlikçi devletin çözülerek temellerine kadar sarsıldığı kaotik bir süreçten
geçiyoruz ve mutlak iktidar tekeli uğruna yanıp tutuşan Erdoğan cuntasının
“devleti sıfırdan kurma” harekâtı, başta ordu olmak üzere devlet cephesinde
yeni darbe girişimlerini de gündem getirebilir ya da getirecektir. Emperyalizme
bağımlı kapitalist yapı askeri darbeler de içerisinde olmak üzere darbeler
üretmeye devam edecektir. Sistemin, egemen sınıfın tıkandığı, gelişen devrimin
ve siyasal özgürlük kavgasının atılıma geçtiği her dönemde askeri darbe tehdidi
gündemde olmaya devam edecektir. Askeri darbeler egemen sınıfların kötü
niyetinden değil, sistemin ekonomik, toplumsal, siyasal gerçeklerinden; eski
biçimlerde yönetemedikleri koşullarda seçeneklerden biri olarak gündemleşir…
Askeri
darbe, ordu içerisinde emir komuta zinciri korunamadığı, son dönemde iç
ittifakları parçalandığı, emir-komuta zincirinde yer alan bazı komutanların
ikili oynamasından ya da saf değiştirmesinden, askeri darbenin MİT tarafından
manipüle edilmesinden, bu manipülasyonun, şimdilik gizli kalan ama bir ucu
ABD’ye uzanan, diğer ucu darbeci cephenin iç ittifaklarına dek uzanan
pazarlıklarla, uzlaşmalarla, anlaşmalarla erken ve zamansız bir girişime
dönüştüğü ya da dönüştürüldüğü, Batılı emperyalist dünyanın aktif desteğini alamadığı,
keza toplumsal ve siyasal karşılığı yeterince bulunmadığı için başarısızlığa
uğradı. Darbenin başarısızlığa uğramasının esas nedeni sokağa çağrılan/çıkan “sağ
muhafazakar” kitleler olmadı, bu, sadece bir faktör oldu; darbenin başarısızlığa uğrayacağı açığa çıkınca göreli olarak geniş bir
kitle sokaklara çıkmaya başladı. Buna karşın, darbeye karşı sokakların meşru
olduğu algısı bakımından kitlelerin sokaklara çıkması, meşru müdafaa ve direnme
bilinç ve deneyiminin kitlelerin geri kesimlerinde de gelişmesi bakımından
önemsenmesi gereken politik bir deneyimdir. Kutsal devlet, kahraman ordumuz,
her Türk asker doğar demagojisinin darbe alması bakımından da bu deneyim bir
ilkti geri kitleler nezdinde. Şu veya bu düzeyde ordu ve polis, MİT arasındaki
ağır silahlarla gerçekleşen çatışmalar ve ortaya çıkan kayıplar, devlet
kurumlarının birbirini hiçbir yasa ve kural tanımadan tasfiye etme yönelimi,
kutsal devlet algısına dolaylı olarak ağır bir darbe indirmektedir.
Kaydedilmesi gereken olgulardan birisi de budur. Sözde “darbeye karşı
demokrasinin zaferi” olarak lanse edilmesine rağmen, gerçekte, olan-biten
şeylerin bir demokrasi mücadelesi olmadığı ve Saray cuntasının OHAL ve
KHK’larla darbecilerin yapmak istedikleri şeyleri fazlasıyla yerine getirdiği
de bir gerçektir. Ki Türkiye iyiden iyiye OHAL’li açık hava cezaevine
çevrilmiştir.
Darbeyi
önleyen şeyin, başta ordu gelmek üzere gerici ve faşist partilerin “demokrasiye
inanç”, “meşruiyet duygusu” olduğu propagandası burjuva liberal gerici bir
psikolojik savaş argümanından ibarettir. Geniş kitlelerde askeri darbelere
karşı bir tepki olduğu, askeri darbelerin sorunları çözmek yerine giderek daha
da ağırlaştırdığı inancı mevcuttur. 10 yılda bir yapılan darbelerin geniş
kitleler nezdinde yeterince meşruiyet bulamadığı ya da giderek ağır bir darbe
aldığı bir gerçektir. Bu olgu, politik mücadelede değerlendirilmesi gereken
değerli bir olgudur. Ama 15 Temmuz askeri darbesinin başarısızlığa uğramasının
esas nedeni, kitlelerdeki askeri darbe karşıtlığı değildi, değildir…
Bir bilgi notu olarak ekleyelim: Andy-Ar Başkanı Faruk Acar’ın, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından, 19 Temmuz’da gerçekleştirdikleri anket sonuçlarına göre Erdoğan'ın davetiyle sokağa çıkanların “oranı yüzde 65.7.” “CHP'lilerin yüzde 37.7'si, MHP'lilerin yüzde 65'i ve HDP'lilerin ise yüzde 58'i sokağa çıktıklarını” söylemişlerdir.
15
Temmuz askeri darbesinin başarısızlığa uğrayacağı anlaşılınca ABD, AB “seçilmiş
hükümetten yana” olduklarını açıklamaya başladılar. Bu güçler başlangıçta
askeri darbeye karşı çıkmadılar, bekle
gör tavrı takındılar. Eğer darbe başarıya ulaşsaydı ABD ve AB’nin darbeyi
destekleyen bir tutum takınacaklarından kuşku yoktu. Erdoğan cuntası ile ABD ve
AB’nin çelişkileri, Saray cuntasının Batılı devletleri uzun süreden beri
rahatsız eden bazı politikaları, Erdoğan’ın artık gitmesi gerektiği
değerlendirmeleri onların duruşuna yön vermekteydi… 15 Temmuz darbesi, Batılı
emperyalistlerin pasif desteğine
sahipti. Darbe, bir bütün olarak ABD’nin değil ama ABD içerisinde belli askeri
ve politik çevrelerin desteğine sahipti. Darbenin ABD’den, AB’den, NATO’dan
bağımsız gerçekleştiği “analiz”leri ise doğru değildir. “FETÖ”nün varlığı bile
tek başına bunu göstermeye yetmektedir. Seçilmiş hükümete destek açıklamasından
sonra, üst düzeyde ziyaretlerin yapılmamış olması, keza, Batılı emperyalist
siyasi ve askeri çevrelerin görüşlerini yansıtan etkili yayın organlarında
Erdoğan cuntasının teşhirinin sürmesinden de bu olguyu görebilmekteyiz.
Dinci
faşist elebaşı, askeri darbeyi, daha ilk açıklamasında büyük bir şevkle
“Allah’ın lütfu” olarak ilan etmişti. Nitekim Türkiye çapında Olağanüstü Hal
edildi ve kararnamelerle yönetme dönemine girildi. 7 Haziran seçimlerinin iptal
edilmesi, Suruç katliamı, düzmece ve düzenlenmiş 1 Kasım seçimleri süreci zaten
dinci faşist darbeyle Saray cuntasının kurulduğu, topyekün savaşın başlatıldığı bir süreç olmuştu. “Politik
rejim fiilen değişmiştir, şimdi yapılması gereken yeni yasal-hukuki çerçeveyi
oluşturmaktır” ilan ve açıklamasıyla, gerçekleştirilen sivil faşist dinci
darbenin gerçeği çarpıcı bir şekilde
dile getirilmişti. Artık her şeyi Erdoğan yönetmeye başlamıştı bütün örtüleri
bir kenara atarak. Darbeyi “Allah’ın” bir nimeti olarak propaganda eden Erdoğan cuntası politik iktidar tekelini
doludizgin sağlamlaştırma yolunda ilerliyor. Kürtlerin, demokrasi güçlerinin,
HDP’nin dışlanması üzerinde CHP’si, MHP’si vb. çevrelerle ve çetelerle
ittifakını yenileyen Saray cuntası, dış politikada da yeni manevralar yaparak politik
hedefleri doğrultusunda kararlılıkla ilerliyor ve ilerleyecek. Cerablus’un
dinci faşist terörist çetelerle birlikte Saray cuntası tarafından işgal edilmesinden
de bunu görmekteyiz.
Dinci
faşist cunta, darbe propagandası ile kendisi dışındaki herkesi ya da her aykırı
sesi “darbeci”, “paralelci”, “terörist”, “bölücü terörist”, “vatan haini” vb.
ilan ederek ekonomik, siyasi, askeri, kültürel saldırılarını yoğunlaştırarak ilerleyecektir.
Erdoğan kliği, bir “Erdoğan” devleti, dinci ırkçı hegemonyacı kutsal devlet,
kutsal, eleştirilemez milli şef rejimi inşa etmeye çalışıyor. Tek parti
diktatörlüğü ve milli şef çizgisinde “neoliberal” dinci Kemalizmi uyguluyor ve
geliştiriliyor. “Cemaat” ile çatışmasından bu yana geçen süreç içerisinde
sayısız dinci tarikatı devlet kademelerine yerleştirmiş olan Erdoğan cuntası,
bu yolda da fütursuzca yürümektedir. Yasamayı, yürütmeyi, yargıyı, istihbaratı,
paramiliter dinci faşist şirket ve kuvvetleri “ilahi milli şef”in tekelinde
birleştirip yönetmeyi, polis ordusunu daha da geliştirmeyi hedefleyen dinsel
faşizmi ve saldırganlığı pekiştirmeyi; OHAL rejimini fütursuzca kullanarak kamuya
ait işletmeleri, toprakları yandaşa haraç-mezat satmayı; dinci faşist
paramiliter güçleri içerde ve dışarıda güçlendirmeyi; bir zamanlar Koç’un
“bizim demokrasiye değil, Fujimero türü ılımlı bir diktatörlüğe ihtiyacımız
var” dediği politik rejimi inşa etmeye çalışmaktadır. Önümüzdeki süreçte de 15
Temmuz’u bir milat haline dönüştürerek yukarıdaki esaslar üzerinde işbirlikçi
devlet aygıtını yeniden yapılandırmaya ısrarla devam edilecektir. Gezi/Haziran
ayaklanmasıyla cami ve sokakları iktidar tekeli ve siyasal hedefleri için
şiddet aracı olarak kullanmaya başlayan Erdoğan kliği 15 Temmuz darbesini
fırsat bilerek dinci faşist militan kitle harekâtı ve şiddeti için de iyice
gaza bastı. Bu olgunun da ayrıca incelenmesi gerekmektedir…
Gerek
Erdoğan darbesi/cuntası, gerekse de başarısızlıkla noktalanan “Yurtta Sulh”
darbesi Türkiye’de yaşanan derin politik
krizin ürünüydü, ürünüdür. Egemen sınıflar eski biçimlerde yönetemez hale
gelince yeni politik yönetim biçimlerine başvurma gereği duymaktadırlar. Sivil
ve askeri darbeler, OHAL rejimi bu gerçeğin ifadeleridir. Ekonominin durgunluk
içerisindeki kırılgan yapısı; Kürt ulusal devriminin başarıyla Ortadoğu çapında
yayılması; Türkiye’de işçi sınıfının ve halkların yayılan politik özgürlük
istemi ve mücadelesi; 7 Haziran genel seçimlerinde Batıda somut olarak ortaya
çıkan özgürlük istem ve dinamizmi; Kürt mücadelesinin batıda özgürlük isteyen
geniş kitlelerin mücadelesi ile birleşmeye başlaması; dinci faşist
diktatörlüğün dış politikasının çöküşü, bölgesel çapta ortaya çıkan ve T.C.
devletini köşeye sıkıştıran güç dengelerindeki gelişmeler, işbirlikçi devletin
içerden bölünüşü egemen sınıfı, diktatörlüğü, AKP iktidarını yıpratarak köşeye
sıkıştırmıştır. Dinci faşist sermayenin iç iktidar dalaşının devlet içi silahlı
çatışmaya dek sıçraması, derinleşen politik krizin yansıma biçimlerindendir.
İşbirlikçi Türk burjuva devletinin çözülüşü, polisin, yargının, meclisin vb. kurumlarının
ve generaller çetesinin itibarının yerlerde sürünüşü, polis rejiminin inşası
vb. asla rastlantısal değildir. Politik rejim ve devlet, en güçlü olduğu bir
dönemde değil, aksine, en zayıf
döneminde bulunmaktadır. Tamda bu dönemde egemen sınıfların ve devletin en
büyük şansı Batıda güçlü bir devrimci ve komünist hareketin olmamasıdır…
Geri
kitlelerin “bayrak, vatan, ezan” adına sokaklara çıkışı elbette ki bir
demokrasi bayramı ya da şöleni değildi ama önemliydi. Önemliydi zira devleti,
orduyu kutsal sayan, kafa tutulmaz gören geri geniş kitleler, özellikle askeri
darbenin başarısızlığa uğrayacağını anlayınca da olsa sokağa çıkmayı meşru
görme, tankların önüne, üstüne çıkmayı, kışlaları kuşatmayı bir hak olarak görme
pratiği geri ve gericiliğin yarattığı bilinçlerinde nesnel olarak bir kırılma,
bir iç yarılma yarattı ya da yaratacaktır. Keza askeri darbede rol alan
generallerin özellikle Kürdistan’da görev almış, kahraman olarak kutsanmış
kirli, haksız, sömürgeci savaşı yürüten kesimler olması; Kürdistan’ı yerle bir
eden F-16’ların Batıyı, Ankara’yı vurması, Kürdistan’ı vurunca “iyi olmuş”
diyen ırkçı milliyetçiliğin etkisindeki geniş kitlelerin aynı uçaklar/ordu Batıyı
vurunca “ama bu nasıl olur!” tepkilerinin, yaşanan bu öz deneyim üzerinde yeni
bir sorgulama geliştirmesi ya da bu sorgulamanın geliştirilmesi için önemli bir
olanak sunmuştur. Dinci faşist ittifakın parçalanması, din tüccarlarının kirli
çamaşırlarının ortalığa saçılması, işin silahlı çatışmaya dek varması da, tıpkı
işaret ettiğimiz diğer olgular gibi, geniş kitleleri devrimci propaganda ve ajitasyona
daha açık hale getirmiştir. Yeter ki devrimci hareketimiz bunu
değerlendirebilsin…
Darbeyi
altın fırsata dönüştürmeye abanan Saray cuntası, asker ve sivil bürokrasi
içerisinde yüz bin civarında insanı “FETÖ”cü olmakla itham ederek tasfiye etti
ve bu operasyon devam edecektir. Kendi konumunu sağlamlaştırma, mutlak iktidar
tekeli kurma politika ve operasyonu AKP’nin içi de dâhil olmak üzere muhalif
her sese karşı bir operasyon olarak gelişip güçlenecektir. Saray cuntası devlet
içerisinde az-çok konumunu sağlamlaştırdığını düşünür hale geldiğinde asıl
saldırı dalgasının proletarya ve emekçileri, Kürt ulusal hareketini, devrimci,
ilerici, komünist hareketi hedef alacağını ve dahası aldığını, bunun daha
bugünden başladığını ve fütursuzca geliştirildiğini görmekteyiz ve göreceğiz. Kararnamelerle
çıkartılan sayısız baskı ve hak gaspı yasalarından da bunu görmekteyiz. OHAL’in
kısa sürede kalkabileceği hayaline de asla kapılmamalıyız. Dinci faşist Saray
cuntası “uzlaşma” manevrasıyla CHP’yi de tepe tepe kullandıktan sonra tekmeyi
basacaktır. Ki CHP, darbeye karşı “milli birlik” ruhuyla Saray cuntasının gönüllü payandası olarak kapağı çoktan Saraya
atmıştır bile… MHP’nin Erdoğan destekçiliği ve yardakçılığına ise değinmeye
bile gerek yoktur…
Hali
hazırda CİA güdümlü uluslar arası planda ABD stratejisi ve Siyonizmin çıkarları
temelinde özel misyonlar üstlenmiş misyoner “Cemaat” ağır darbeler almış olsa
da yedi canlı olduğunu ve uzun vadede AKP’den daha dirençli bir
yapısı olduğu görülecektir. Ayrıca Erdoğan cuntasının yürüttüğü tüm
operasyonlara karşın FETÖ’nün illegal örgüt yapısının çökertilemediğini,
dahası, Saray cuntasının gözü dönük kitlesel tasfiye siyasetinin illegal-yasadışı
cemaat örgütlenmesini çökertmede başarısızlıkla sonuçlanmasını beklemeliyiz;
hatta uzun vadede “Cemaat”in bu savaşımdan güçlenerek çıkmasına bile
yarayacağını söyleyebiliriz. “Ne istediniz de vermedik” diyen Erdoğan
cuntasının tüm günahları FETÖ’ye yıkarak sorumluluktan sıyrılamayacağı ise açık
ve kesindir. Şu da bir soru olarak hala orta yerde duruyor: Gerçekte Erdoğan
cuntası emperyalizmin ve Siyonizmin önemli bir misyoner aracı olan cemaat
yapılanmasının temel yapısını, illegal/yasadışı örgütsel iskeletini açığa
çıkarmak ve çökertmek istiyor mu?! Biz, “blans ayarı” çekmenin, kendisi için
tehdit oluşturmanın önlenmesi dışında Erdoğan kliğinin böyle bir politikasının
olduğunu da sanmıyoruz.
Devleti
ele geçirme ve yeniden yapılandırma operasyonu, geniş bir kesimin devletten
tasfiyesi, kaçınılmaz olarak Erdoğan karşıtı geniş bir cephenin ortaya
çıkmasına ve direnişin büyümesine yol açacaktır. Bu durum bir yandan burjuva
kamp içerisindeki çelişki ve çatışmaları keskinleştirecek, dolaylı bir yedek olarak
politik özgürlük ve devrim mücadelesi veren ve verecek güçlere hizmet edecek,
diğer yandan fiili devlet başkanlığı rejimi altında fırsat bu fırsattır
denilerek geliştirilen ve geliştirilecek ekonomik ve siyasi saldırılara karşı geniş
kitlelerin ekmek ve özgürlük kavgasının giderek gelişmesine yol açacaktır.
Askeri
darbenin ertesinde “demokrasi şöleni” adı altında sokağa dökülen ve günlerce
sokaklarda tutulan dinci faşist çetelerin, cihadist İslamcı çetelerin ve tarikatların,
İŞİDSEVERLERİN iç savaş provası yapması
(ve yaptırılması), “idam isterük” haykırışları, askerleri linç etmesi,
asker kellesi kesmesi, linç ederek askerleri öldürmesi, işkence etmesi, tecavüz
etmesi, adeta Suudi Arabistan’ı aratmayan görüntülerin dört bir yanı kaplaması,
Alevi mahallelerine saldırıya geçilmesi, içki içenlerin, modern giyinenlerin
saldırıya uğraması, “Allah-u Ekber” nidalarıyla “laiklere ölüm” sloganlarının
atılması, camilerin gerici kitle seferberliğinin ana üsleri olarak kullanılması
ilerici, antifaşist, laik geniş kitleler üzerinde derin bir travma etkisi
yarattı. Yapılan şey, aynı zamanda dinci faşist Saray cuntasının iç savaş
provasıydı. Dinci faşist paramiliter güçler, mafyatik çeteler, lumpen kesimler
fırsattan istifade edilerek sokaklara çekilmiştir. Bu deneyim, dinci faşizmin
etkisi altında kalan kitlelerin dışındaki geniş bir kesimde çok yakıcı bir can güvenliği sorununu, gelecek korkusunu
büyüterek keskinleştirmiş ve öz savunma sorununu
yakıcı bir şekilde gündeme getirmiştir. Bu deneyim diğer yandan özgürlükçü bir laisizm ve siyasal özgürlük talebinin giderek
daha yakıcı bir talebe dönüşmesine yolu açmış ya da bunu ivmelemiştir. Devrimci
kitle çalışmasının bu gerçekleri çok yakıcı bir şekilde hesaba katması ve
örgütlü mücadelede güçlü bir manivela olarak kullanması gerekmektedir.
Türkiye’de olan biten şeyler salt dar anlamda
Türkiye’nin iç yaşamıyla ilgili olmadığı açık ve kesindir. Emperyalist dünya
sisteminin bir parçası olan kapitalizmin orta derecede geliştiği Türkiye
sistemi, küresel arenada, Avrasya cephesinde, “Büyük Ortadoğu”da yaşanan
değişme ve gelişmelerle bir bütünlük içerisinde okunursa anlaşılabilir.
Çözülmekte ve gerilemekte olan Amerikan imparatorluğu, çok kutuplu dünya
gerçeğinin giderek daha belirginleşmesi, küresel arenada kıran kırana sürmekte
olan emperyalist hegemonya ve rekabet mücadeleleri, sürmekte olan Ortadoğu’nun
yeniden paylaşılması, yapılandırılması mücadelesi… Söz konusu olan şey, kimi
“analistler”in ileri sürdüğü gibi Türkiye’nin Batı bloğundan koparak
Çin-Rusya-İran bloğuna geçişi değildir kuşkusuz. Fakat Avrupa ile Asya arasında
bir köprü olan Türkiye’nin tamda bu savaşın ortasında olduğu da kesindir…
Türkiye’de
baş tehlike “Cemaat” değildir. Asıl darbeyi dinci faşist Saray cuntasına yönlendirmek gerekir. FETÖ’ye karşı
mücadele işbirlikçi faşist diktatörlüğe, Saray cuntasına karşı mücadelenin bir
parçası olarak ele alınmalıdır. Darbe girişimi kullanılarak OHAL ve KHK’larla
ülke yönetiliyor ve yönetilecek. En ufak demokratik muhalefet devlet terörüyle
ezilmeye çalışılacak. IŞİD/DAİŞ terörü de devlet ve Saray cuntası tarafından
kullanılmaya devam edilecektir. Antep katliamı da bunu kanıtıdır…
Meşru
mücadele hattında, meşru müdafaa ve direniş çizgisinde en küçük demokratik
hak ve özgürlükler savunulmalıdır. Daha da önemlisi, öncelikle proletarya ve
halkların ileri kesimlerini meşru
zeminde, meşru müdafaa hattında birleştirip seferber edecek bir siyasi duruş ve
yönelim enerjik bir tarzda geliştirilmelidir. HDK/HDP etrafında ya da birlikte
geniş bir antifaşist cephenin daha etkin geliştirilmesine gereksinim
bulunmaktadır. Daha sistemli ve kapsamlı hale gelen ve gelecek olan faşist
devlet terörüne, sivil faşist teröre, dinci faşist teröre karşı esnek
ittifaklar politikasıyla, CHP’nin tabanında da Erdoğan cuntasına ve onunla
ittifak yapan Kılıçdaroğlu yönetimine karşı büyümekte olan siyasal tepkiyi de
örgütleyecek birleşik direniş hattından yürümek gerekir. 7 Haziran
seçimlerinden bu yana ortaya çıkan verilerden daha açık görüleceği gibi,
yaşamın her alanında meşru müdafaa ve savunma sistemi hızla kurulup
yaygınlaştırılmalıdır. 15 Temmuz darbesi ile çarpıcı bir tarzda ortaya çıkan
cihadist çete ve tarikatların, mafya ve ülkücü çetelerin sokaklarda
gerici-faşist iç savaş provası yapması geniş kitlelerde yaygın bir şekilde
şeriatçı faşizm korkusu ve can güvenliği kaygısını ivmelemiştir. Kitlelerin
ileri kesimlerinde teçhizatlanma ve öz savunma örgütlerini kurma eğilimini
açığa çıkarmıştır. Bu istemler yanıtlanmalı ve geliştirilmelidir.
Toplumsal
ve politik bölünmenin Türk-Kürt, Sünni-Alevi, Şeriat-Laiklik eksenlerinde
kışkırtılmasına karşı ulusların ve dillerin eşitliği, halkların kardeşliği,
demokratik barış, din ve vicdan özgürlüğü, özgürlükçü laiklik, politik özgürlük
ve adalet eksenine oturmuş aktif politika tarzını geliştirmek bugün dünden daha
yakıcı bir göreve dönüşmüş durumdadır. Gezinin demokratik ve birleştirici,
milyonlara dayanan pratiği ve mücadeleci ruhu, çevre ve kent sorunlarının
önemini içselleştirmiş duruşu; 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan Türkiye ve
Kürdistan’da milyonların özgürlük talebi etrafındaki birliği ilke ve esnekliği
birleştiren duruşu konjonktürde özgün bir tarzda yeniden
bayraklaştırılmalıdır. İçerde devlet
terörüne ve dinci faşist Saray cuntasına karşı politik özgürlük, barış, adalet;
dışarıda, bölge ve dünya haklarıyla kardeşlik, komşu devletlerle iç işlerine
müdahale etmeme, eşitlik ilkesi ve barışçıl demokratik politikalar ekseninde ilişkilenme
üzerinden yayılmacı, hegemonyacı, işgalci; içerde ve dışarıda gerici savaşçı
politikalara karşı mücadele yürütmek gerekmektedir. Kuşkusuz ki tüm bunlar
komünist bir hareket bakımından onun asgari ve azami programına, devrim ve
sosyalizm amaçlarına bağlı bir tarzda ele alınmalıdır.
İllegal/yasadışı bir devrimci örgütlenmenin
ve öz savunma araçlarına sahip güçlü
bir yapılanmanın yaşamsal önemi bir kez daha çarpıcı bir şekilde açığa
çıkmıştır. Tasfiyecilikle büyük bir oranda tasfiye olmuş, legalize olmuş devrimci ve komünist
hareketin kendisiyle hızla hesaplaşarak söz konusu temelleri acilen inşa etmesi
yaşamsal önemdedir. Ciddi bir devrimci savaşımın, hazırlık ve yönelimin ilk
temel güvencesi illegal-yasadışı güçlü bir temelin varlığıdır. Politik
çalışmaların sürekliliğinin garantisi olan illegal/yasadışı temel olmaksızın ve
sürekli yetkinleştirmeksizin legal olanaklar ve haklar da korunamaz, etkin ve
yaratıcı bir tarzda kullanılamaz. Silahlı devrim perspektif ve hedefinden bir
milim kopmaksızın her biçimiyle alabildiğine yaygın, kitlelerin ileri
unsurlarını kapsayan öz savunma aygıtının da başlıca güvencesi illegal ve
yasadışı güçlü bir örgütsel aygıtın süreklilik içerisinde yetkinleştirilerek geliştirilmesi
olduğunu hatırlatmak bile gereksizdir.
İRFAN AZADKILIÇ