Sartre’a karşı Foucault: Fransa’da radikal solun CIA destekli tasfiyesi*
İlker Kocael
Gabriel
Rockhill’in bu yazısı
28 Şubat 2017’de The Philosophical Salon’da yayınlandı.
Felsefeci ve siyaset kuramcısı olan Rockhill, Sorbonne
Üniversitesi’nde Eleştirel Kuram Atölyesi’ni yönetiyor.
Yazıyı İlker Kocael çevirdi.
Gabriel
Rockhill
Entelektüellerin
siyasi güce ya çok az sahip olduğu ya da hiç sahip olmadığı
farz edilegelmiştir. Fildişi kulelerine tünemiş, gerçek dünyadan
kopmuş, uzmanlaştıkları çok küçük bir alan içinde anlamsız
akademik tartışmalara gark olmuş ya da çetrefilli teorilerin
içine gömülmüş diye düşünülen entelektüeller, yalnızca
siyasi gerçeklikten kopuk bir biçimde resmedilmezler, bu gerçekliğe
anlamlı bir katkı verme kabiliyetlerine de şüpheyle bakılır.
Ancak ABD’nin Merkezî İstihbarat Teşkilatı (CIA) aynı fikirde
değil.
Gerçek şu
ki darbelerden, suikast planlarından, yabancı hükûmetlerin el
altından manipüle edilmesinden sorumlu olan CIA yalnızca teorinin
gücüne inanmakla kalmamış; bazılarının şimdiye kadar üretilen
en çetrefilli ve derin teori olarak gördüğü teoriyi hatmetmeleri
için bir grup ajanı görevlendirmiş ve bu iş için önemli
miktarda kaynak ayırmış. 1985’te yazılan ilginç bir araştırma
makalesi Bilgiye Erişim Özgürlüğü Yasası kapsamında küçük
değişikliklerle yayımlandı ve CIA ajanlarının Michel Foucault,
Jacques Lacan ve Roland Barthes’ın isimleriyle özdeşleşen
karmaşık, uluslararası çapta yankı uyandıran Fransız Kuramı’nı
(French Theory) mercek altına aldığı ortaya çıktı.
Fransız
entelijansiyasının öncüleri ile ilgili aldıkları notları sıkı
bir biçimde çalışmak için Paris kafelerinde toplaşan Amerikan
ajanları imajı; bu entelektüeller topluluğuna ayaktakımı
tarafından asla kavranamayacak uhrevî bir bilgelik atfedenleri ya
da onları tam tersi gerçek dünya üzerinde asla etkisi olmayacak
anlaşılmaz şeyler söyleyen şarlatanlar olarak görenleri
şaşırtabilir. Halbuki CIA’in küresel kültür savaşlarına
yaptığı süregelen yatırıma aşina olanlar için bu çok da
şaşırtıcı bir durum değil. Frances Stonor Saunders, Giles
Scott-Smith, Hugh Wilford (ve Radical History & the Politics of
Art’ta yazdığım yazılar ile ben) gibi araştırmacıların
ortaya koyduğu gibi, CIA öncü akımlara destek de dahil olmak
üzere bu savaşların bizzat içindedir.
CIA’de kültürel aktiviteler bölümü eski sorumlusu Thomas W. Braden, İstihbarat Servisi’nin kültürel saldırı konusundaki gücünü 1967’de içeriden birisi olarak şöyle açıklamıştı: “Paris’te (CIA tarafından desteklenen) Boston Senfoni Orkestrası’nın John Foster Dulles ya da Dwight D. Eisenhower’ın yüz konuşma ile kazanabileceğinden daha fazla övgü toplaması sonrasında yaşadığım müthiş sevinci unutamıyorum.”
CIA’de kültürel aktiviteler bölümü eski sorumlusu Thomas W. Braden, İstihbarat Servisi’nin kültürel saldırı konusundaki gücünü 1967’de içeriden birisi olarak şöyle açıklamıştı: “Paris’te (CIA tarafından desteklenen) Boston Senfoni Orkestrası’nın John Foster Dulles ya da Dwight D. Eisenhower’ın yüz konuşma ile kazanabileceğinden daha fazla övgü toplaması sonrasında yaşadığım müthiş sevinci unutamıyorum.”
Bu kuşkusuz
çok küçük bir operasyondu. Aslında, Wilford’un haklı bir
şekilde ileri sürdüğü gibi, merkezi Paris’te bulunan ve
kültürel Soğuk Savaş sırasında CIA’in paravan örgüt olarak
kullandığı sonradan ortaya çıkan Kültürel Özgürlük Kongresi
(CCF), inanılmaz geniş bir yelpazede sanatsal ve düşünsel
etkinliklerin dünya tarihindeki en önemli hamilerden biriydi. Otuz
beş ülkede ofisi vardı, onlarca prestijli dergi yayımladı, kitap
endüstrisinde yer aldı, yüksek profilli uluslararası konferanslar
ve sergiler düzenledi, performans ve konserler koordine etti, çok
çeşitli kültür ödülleri ve ödeneklere –ve tabii Farfield
Vakfı gibi paravan kuruluşlara- önemli miktarlarda kaynak sağladı.
Paris’teki
hücre: CIA ajanı ve CCF’nin başı Michael Josselson (ortada)
John Clinton Hunt ve Melvin Lasky (sağda) ile bir çalışma
yemeğinde.
Amerikan
çıkarlarını korumada birer silah olarak kültür ve teori
İstihbarat
Servisi; kültür ve teoriyi dünyada ABD çıkarlarını korumak
için konuşlandırılan en önemli silahlardan biri olarak görüyor.
1985 yılında basılan ve yakın zamanda kamuya erişimi açılan
“Fransa: Solcu Entelektüellerin Çekilmesi” başlıklı
araştırma yazısı, -şüphesiz manipüle etme amacıyla- Fransız
entelijansiyasını ve onun siyaset yapımına etkide bulunan
trendlerin belirlenmesinde oynadığı önemli rolü inceliyor.
Raporda öncelikle Fransız entelektüel tarihinde sağ ve solun
ideolojik açıdan nispî dengesinden söz ediliyor, sonrasında
savaş sonrası Komünistlerin faşizme direnişi ve savaşın
kazanılmasında oynadıkları rol dolayısıyla –İstihbarat
Servisi’ni son derece rahatsız edecek bir biçimde- solun
entelektüel alanı tekeli altına aldığının altı çiziliyor.
Nazi ölüm kamplarına verdiği destek; yabancı düşmanlığına,
eşitsizliğe ve faşizme dayalı gündemi dolayısıyla sağın
halkın gözünden düşmesine rağmen (CIA böyle söylüyor),
raporu hazırlayan isimsiz ajanlar gözle görülür bir keyifle
yaklaşık olarak 1970’lerin başından itibaren sağın geri
döndüğünden bahsediyorlar.
Daha açık
olmak gerekirse, gizli kültürel savaşçılar, entelijansiyanın
şimşeklerini ABD’den SSCB’ye çeviren “çifte hareket”ten
övgüyle bahsediyorlar. Sol cephede, Stalinizm ve Marksizm’den
yavaş yavaş soğuma emareleri ortaya çıkmıştı, radikal
entelektüeller kamusal tartışmalardan ellerini eteklerini
çekmişti. Ayrıca sosyalizm ve sosyalist partilerden uzaklaşan bir
teorik hareketlenme ile karşı karşıyaydık. Daha sağda, “Yeni
Filozoflar” ya da “Yeni Sağın entelektüelleri” diye
adlandırılan ideolojik fırsatçılar Marksizm’e karşı geniş
çaplı bir saldırı kampanyası başlatmışlardı.
Dünya
çapında işleyen istihbarat örgütünün kolları bazı yerlerde
demokratik olarak seçilmiş liderleri alaşağı ederken, faşist
diktatörlere istihbarat ve maddi kaynak sağlarken ve sağ grupların
ölüm mangalarını desteklerken; Paris’teki merkezî
entelijansiya taburu, teori dünyasında sağa doğru yönelimin, ABD
dış politikasına ne şekilde katkı sağlayabileceği ile ilgili
veri toplamakla meşguldü. Savaş sonrası dönemin sol eğilimli
entelektüelleri ABD emperyalizmini açık bir biçimde
eleştiriyorlardı. Jean-Paul Sartre’ın meşhur Marksist
eleştirmen sıfatıyla –ve özellikle Libération’un kurucusu
olarak- medya alanında sahip olduğu güç ve özellikle CIA Paris
istasyon şefi ve birçok gizli CIA görevlisinin ifşasında
oynadığı önemli rol, Servis tarafından yakından izleniyordu ve
çok ciddi bir sorun olarak değerlendiriliyordu.
Marksizm
karşıtı Fransız düşünür Raymond Aron (solda) ve eşi Suzanne
gizli CIA görevlileri Michael Josselson ve Denis de Rougemont
(sağda) ile tatilde.
Stalin
faktörü ve entelektüel gericiler
Tersine,
yükselen neoliberal çağın Sovyet ve Marksizm karşıtı
atmosferi, halkın dikkatini başka yöne çekti ve CIA’in kirli
savaşı için mükemmel bir kılıf sağladı: söz gelimi, artık
herhangi birinin “ABD’nin Orta Amerika politikalarına karşı
entelektüel elitten ciddi bir muhalefet devşirmesi çok zordu.”
Önde gelen Latin Amerika tarihçilerinden Greg Grandin, Son
Kolonyal Kıyım
kitabında bu durumu mükemmel bir şekilde özetliyordu: “1954’te
Guatemala’ya, 1965’te Dominik Cumhuriyeti’ne, 1973’te
Şili’ye, 1980’lerde El Salvador ve Nikaragua’ya felaket
getiren ve birçok insanın canına mal olan müdahalelerinin
dışında, ABD sessiz ama istikrarlı bir biçimde katil terör
devletlerine ayaklanmaları bastırmaları için finansal, ayni ve
ahlakî yardımlarda bulundu. Ancak Stalin’in işlediği suçların
boyutu; -ne kadar ikna edici, delillere dayalı da olsa- kirli
hikâyelerin bugün demokrasi olarak bildiğimiz şeyi savunmada
ABD’nin oynadığı örnek role dayanan dünya görüşünün
temellerini sarsmasını engelliyordu.”
André
Glucksmann (solda) ve Bernard-Henri Lévy.
İşte bu
bağlamda, maskeli ağır toplar; Bernard-Henri Lévy, André
Glucksmann ve Jean-François Revel gibi yeni nesil Marksizm karşıtı
düşünürlerin (isimsiz ajanların yazdığına göre Sartre,
Barthes, Lacan ve Louis Althusser’den müteşekkil) “Komünist
bilginlerin son takımı”na yönelttikleri eleştirileri övdüler
ve desteklediler. Söz konusu Marksizm karşıtı kişiler
gençliklerinde solla haşır neşir oldukları için; hayal
kırıklığına dayalı bir anlatı kurma açısından uygun
kişilerdi: bu anlatılarda bireylerin siyasi alanda yaşadıkları
sözde olgunlaşma ile zamanın ilerleyişi birbirine karıştırılıyor,
bireysel yaşam ve tarih sanki bir “olgunlaşma” meselesiymiş
gibi ele alınıyor ve eşitlik temelinde toplumsal dönüşümün
–hem kişisel hem de tarihsel açıdan- geçmişte kaldığı kabul
ediliyordu. Bu dayatmacı ve ukala bozgun yemişlik tavrı yalnızca
–özellikle gençlerin başı çektiği- yeni hareketlerin gözden
düşmesine sebep olmuyor, aynı zamanda karşı-devrimci baskının
nispî başarısını sanki tarihin doğal akışıymış gibi
sunmaya çalışıyordu.
Alternatif
sol projelere doğrudan destek
Bahsettiğim
entelektüel gericiler kadar Marksizm karşıtı olmayan teorisyenler
de dönüştürücü eşitlikçilikten uzaklaşan bir atmosfer
yaratılmasına, toplumsal seferberliğin sönümlenmesine ve
köktenci siyasetten boşaltılmış bir “eleştirel
değerlendirme”nin yükselmesine önemli katkılarda bulundular.
Bu, CIA’in, Avrupa ve diğer yerlerde kültürel solu tasfiye etme
çabalarına dayalı genel stratejisini anlamak için olağanüstü
derecede önemli. Tümden ortadan kaldıramayacağını anladığında,
dünyanın en güçlü istihbarat servisi; sol kültürü, kararlı
kapitalizm karşıtlığından ve dönüştürücü siyaset
anlayışından, ABD dış ve iç politikasına daha ılımlı
muhalefet edecek merkez-sol reformcu bir pozisyona doğru çekmeye
çalıştı. Saunders’in ayrıntılı bir şekilde ortaya koyduğu
gibi, İstihbarat Servisi, savaş sonrası dönemde McCarthy’ci
Kongre’yi atlayarak, kültürel üretici ve tüketicileri
tereddütsüz eşitlikçi soldan uzak tutacak alternatif sol
projelere doğrudan destek verdi. Eşitlikçi solu bölerek ve gözden
düşürerek, aynı zamanda genel anlamda solu da bölme amacını
güttü. Merkez soldan geriye ne kaldıysa, o da gücünü ve halk
desteğini büyük ölçüde yitirdi (sağ cephenin güç siyasetinin
ekmeğine yağ sürmesi dolayısıyla da potansiyel olarak gözden
düştü; bu durum solda kurumlaşmış partileri zehirlemeye hâlâ
devam ediyor).
İstihbarat
Servisi’nin dönüşme hikâyelerine verdiği önemi ve –French
theory araştırma makalesinde de sıkça geçen bir leitmotif olan-
“reforme edilmiş Marksistler”e beslediği muhabbeti işte bu
bilgiler doğrultusunda değerlendirmeliyiz. “Marksizmin asıl
altını oyan” diye yazıyordu köstebekler, “kendilerini
Marksizmi sosyal bilimlere uygulayan gerçek Marksistler olarak
tanıtan ancak tüm geleneği yeniden ele alıp reddedenler oldu.”
Burada özellikle Annales Okulu’nun tarihyazımı ve
yapısalcılığının –özellikle Claude Lévi-Strauss ve
Foucault’nun- “sosyal bilimlerde Marksist etkinin eleştirel bir
müdahale ile yıkımına” yaptığı derin katkıdan
bahsediyorlar. “Fransa’nın en derin ve etkili düşünürü”
olarak bahsedilen Foucault; özellikle “18. yüzyıl Aydınlanması
ve Devrim çağından kalma rasyonalist toplumsal teorinin kanlı
sonuçlarını” hatırlattıkları için Yeni Sağ
entelektüellerini övmesi ile yazarların beğenisini kazanıyor.
Herhangi birinin siyasi görüşünü ya da etkisini yalnız bir
tavır ya da sebep olduğu sonuçla değerlendirmek yanlış olsa da,
Foucault’nun devrim karşıtı solculuğunun ve Gulag şantajını
–başka bir deyişle, derin toplumsal ve kültürel dönüşümü
amaçlayan yaygın radikal hareketlerin yalnızca en tehlikeli
gelenekleri canlandıracağı iddiası- daim kılmasının, ajanların
yürüttüğü psikolojik savaş stratejisi ile müthiş uyum içinde
olduğunu söylemek mümkün.
CIA’in French theory okuması o halde bizi İngilizce konuşulan dünyada bu teorinin alımlanması sırasında edindiği şık radikal cila üzerine yeniden düşünmeye sevk etmeli. (Çoğu zaman kendi teleolojik varsayımının farkında olmayan) Aşama aşama ilerleyen tarih anlayışına göre; Foucault, Derrida ve diğer önemli Fransız teorisyenlerinin eserleri sezgisel bir biçimde, sosyalist, Marksist ya da anarşist literatürde yer alan eleştirilerin fersah fersah ötesinde bir tür derin ve incelikli bir eleştiriyle eşlendi. İngilizce konuşulan dünyada French theory’nin alımlanması, John McCumber’ın da isabetli bir şekilde belirttiği gibi; İngiliz-Amerikan felsefesinin McCarthy destekli gelenekleriyle iç içe geçmiş siyasi tarafsızlığına, mantık ve dilin tehlikesiz teknik ayrıntılarına gömülme tavrına ya da doğrudan ideolojik konformizmine karşı bir direnç kutbu oluşturarak önemli siyasi sonuçlara yol açtı.
CIA’in French theory okuması o halde bizi İngilizce konuşulan dünyada bu teorinin alımlanması sırasında edindiği şık radikal cila üzerine yeniden düşünmeye sevk etmeli. (Çoğu zaman kendi teleolojik varsayımının farkında olmayan) Aşama aşama ilerleyen tarih anlayışına göre; Foucault, Derrida ve diğer önemli Fransız teorisyenlerinin eserleri sezgisel bir biçimde, sosyalist, Marksist ya da anarşist literatürde yer alan eleştirilerin fersah fersah ötesinde bir tür derin ve incelikli bir eleştiriyle eşlendi. İngilizce konuşulan dünyada French theory’nin alımlanması, John McCumber’ın da isabetli bir şekilde belirttiği gibi; İngiliz-Amerikan felsefesinin McCarthy destekli gelenekleriyle iç içe geçmiş siyasi tarafsızlığına, mantık ve dilin tehlikesiz teknik ayrıntılarına gömülme tavrına ya da doğrudan ideolojik konformizmine karşı bir direnç kutbu oluşturarak önemli siyasi sonuçlara yol açtı.
Ne var ki,
Cornelius Castoriadis’in radikal eleştiri geleneği adı verdiği
şeye –kapitalizm ve emperyalizme direnme anlamında- sırtını
dönen kişilerin teorik çıkarımları, şüphesiz ki dönüştürücü
siyasetten ideolojik anlamda uzaklaşmanın yolunu açtı. Ajanın
söylediklerine göre, post-Marksist French theory CIA’in solun
biraz daha sağa doğru çekilmesine, emperyalizm ve kapitalizm
karşıtlığının gözden düşürülmesine ve nihayetinde emperyal
projelerin entelijansiyadan gelecek ciddi eleştirel bir tutumla
karşı karşıya kalmadan izlenebileceği entelektüel bir atmosfer
yaratılmasına dayalı kültürel programına doğrudan katkı
sağladı.
Entelektüellerin
gücü yabana atılmamalı
CIA’in
psikolojik savaş programı üzerine yapılan araştırmalar
dolayısıyla biliyoruz ki, CIA yalnızca bireyleri takip edip
onların üzerinde güç kullanmadı, aynı zamanda kültürel üretim
ve dağıtım kurumlarını anlama ve dönüştürme konusunda çok
istekliydi. French theory üzerine yapılan çalışma;
üniversitelerin, yayınevlerinin ve medyanın müşterek siyasi
ethos’un oluşumu ve pekiştirilmesinde bu kurumların oynadığı
yapısal rolün önemine işaret ediyor. Bu türden analizler ve
belgenin geri kalanında söylenenler, bizi akademinin mevcut
durumunu eleştirel bir gözle değerlendirmeye sevk etmeli. Örneğin
raporun yazarları akademik kadroların güvencesizleştirilmesinin
köktenci solun yıkımında ne türden bir rol oynadığından
bahsediyor. Eğer sıkı solcular işlerini yapmak için ihtiyaç
duydukları maddi koşullardan yoksunsa, ya da iş bulmak, yayın
yapmak ya da dinleyici bulmak için öyle ya da böyle koşullara
uyum sağlamaya zorlanıyorsak, dirençli bir sol çevrenin akademide
barınabilmesi için gerekli yapısal şartlar zayıflamış
demektir. Yüksek öğrenimin meslek sahibi yapma misyonu edinmesi bu
amaç için kullanılan diğer bir yöntem, çünkü bu türden bir
eğitim insanları yalnızca teknolojik ve bilimsel bilgi ile
doldurup kapitalist çarkın küçük bir parçası haline getirmeyi
amaçlıyor. Eğitimin toplumsal eleştiri araçlarına sahip özerk
bireyler yaratma amacından ne kadar da uzak! CIA’in teorisyen ağır
topları bu yüzden Fransız hükûmetinin “öğrencileri işletme
ve teknik derslere yönlendirme” çabasını övgüyle karşılıyor.
Ayrıca Grasset gibi en önemli yayınevlerini, kitlesel medyayı,
post-sosyalist ve eşitlik karşıtı platformları öne çıkaran
Amerikan kültürüne gösterilen rağbeti bu açıdan övüyor.
Bu rapordan
ne tür dersler çıkarabiliriz, özellikle eleştirel
entelijansiyaya sürekli saldıran bir siyasi atmosferde yaşadığımız
düşünülürse? Öncelikle şunu unutmamalıyız ki, eğer birileri
entelektüellerin güçsüz olduğunu ve dolayısıyla bizim siyasi
eğilimlerimizin bir fark yaratmadığını söylerse, ona günümüz
siyasetinin en fazla güce sahip kurumlarından birinin onunla aynı
fikirde olmadığını söyleyin. Merkezî İstihbarat Teşkilatı,
adıyla da ironik bir biçimde ima ettiği gibi (Ç.N.
“intelligence”), zekânın ve teorinin gücüne inanıyor, ve biz
de bunu çok ciddiye almalıyız. Entelektüel çalışmaların
“gerçek dünyada” neredeyse hiç bir etkisinin olmadığını
yanlış bir biçimde varsayarsak, teorik çalışmaların pratik
sonuçlarını es geçmekle kalmaz, aynı zamanda yürütülen siyasi
projeleri dikkate almayarak hiç farkında olmadan bu projelerin
kültürel taşıyıcısı durumuna düşebiliriz. Fransız
ulus-devleti ve kültürel aygıtı diğer ülkelerle
karşılaştırıldığında entelektüellere çok daha fazla söz
hakkı tanıyor olsa da, CIA’in başka yerlerde teorik ve kültürel
üretimlerin dökümünü yapma ve onları manipüle etme çabası
hepimiz için önemli bir uyarı olmalı.
İkincisi,
günümüzün güç sahiplerinin çıkarı; eleştirel zekâsı
köreltilmiş ve tahrip edilmiş bir entelijansiyayı –işletme ve
teknoloji/bilim yönelimli kurumları palazlandırarak, sol
politikayı bilim karşıtlığıyla eşleyerek, bilimin sözde
siyasi yansızlık gerektirdiğini vaaz ederek, medyayı konformist
laf kalabalığı dolu yayınlarla doldurarak, sıkı solcuları
büyük akademik kurumlar ve medyadan uzak tutarak, köktenci
eşitliğe ve ekolojik temellere dayalı dönüşüm çağrılarını
itibarsızlaştırarak- besleme yönünde. İdeal olarak; nötralize
olmuş, hareket alanını kısıtlanmış, bitkinleşmiş, yenilgiyi
kabul etmiş ve köktenci bir mobilizasyon sağlamış solu pasif bir
biçimde eleştiren bir sola dayalı entelektüel kültürü
desteklemeye çalışıyorlar. O yüzden (ABD akademisinde de
kalabalık bir grubun öncülüğünde) köktenci sola karşı
yükselen entelektüel muhalefeti gözden geçirmemiz gerek, bu
tehlikeli bir siyasi tavır olabilir: bu tavır CIA’in dünya
çapında yürüttüğü emperyalist ajanda ile koşut değil mi?
Üçüncü
olarak, kararlı solcu kültüre yönelik kurumsal saldırılarla
başa çıkmak için, eğitimin güvencesizleştirilmesine ve onun
meslek edindirme misyonuyla sınırlandırılmasına dur demek gerek.
Kamusal alanda gerçekten eleştirel tartışmaların yapılması,
başka türden bir dünyanın mümkün olduğunu söyleyenlere bir
platformun sağlanması önemli olduğu kadar gerekli. Alternatif
medyaya, farklı tipte eğitim modellerine, karşı-kurumlara ve
köktenci topluluklara katkı sağlamak ve onların gelişmelerine
vesile olmak için de bir araya gelmeliyiz. Gizli kültürel
savaşçıların yok etmek istediği şeyleri desteklemek hayati önem
taşıyor: geniş kurumsal olanaklara, halk desteğine, hâkim
medyada görünürlüğe ve yaygın mobilizasyon gücüne sahip bir
köktenci sol kültür.
Son olarak,
tüm dünyadaki entelektüeller olarak gücümüzün farkına varmalı
ve bu doğrultuda eşitliğe ve ekolojik prensiplere olduğu kadar
kapitalizm ve emperyalizm karşıtlığına dayalı sistemli ve
köktenci bir eleştiri geliştirmek için elimizden geleni
yapmalıyız. Herhangi birimizin sınıfta ya da kamusal alanda
takındığı tutum, tartışma kurallarının ve siyasi olanakların
belirlenmesinde büyük önem taşıyor. Ajanların kültürel
strateji olarak benimsediği –emperyalizm ve kapitalizm karşıtı
solu izole ederek ve onları reformcularla çarpıştırarak- böl ve
kutuplaştır politikasının tam tersine, -Keeanga-Yamahtta
Taylor’ın da yakın zamanda söylediği gibi- bir araya gelmeli ve
gerçek eleştirel bir entelijansiya oluşturmada birlikte çalışmanın
önemini kabul etmeliyiz. Entelektüellerin güçsüzlüğünü
tekrar tekrar söyleyip bu durumdan sızlanmak yerine; birlikte
çalışarak ve kültürel sol dünyası için gerekli kurumları
müşterek bir biçimde oluşturma kabiliyetimizi ortaya koyarak
iktidarın yüzüne hakikati söyleme gücünü kazanmalıyız. Çünkü
ancak bu türden bir dünyada, ve bu dünyanın üreteceği eleştirel
düşünce atmosferinde, hakikat duyulur olur ve nihayetinde güç
yapılarının kendisi değişir.
*medyascope.tv
› 2019/08/14 › sartrea-karsi-foucault-fr…, alınmıştır.