“KÜRESELLEŞME”
BİR “EVRE” DEĞİLDİR*
“Küreselleşme”, yani sermayenin hareketinin
uluslararasılaşması kapitalist üretim
tarzının bir yasasıdır. Kapitalizm geliştiği ölçüde uluslararasılaşma
yasası da daha etkin işlevselleşerek üretim ve sermayeyi artan oranda
küreselleştirir. Dolayısıyla “küreselleşme” yeni bir evre olarak tanımlanamaz.
“Küreselleşme” bir “evre” değil, kapitalizmin bir gelişme yasası, temel bir
özelliğidir. Emperyalizmin tarihi de
küreselleşmenin/uluslararasılaşmanın tarihidir. Ama ulusal pazarı temel
alan tekellerden dünya pazarını temel alan tekellere geçiş, böylece
tekelleşmenin daha yüksek bir gelişme düzeyine yükselmesi bir olgudur ve
emperyalizmin/tekelci kapitalizmin yeni
bir iç evresini oluşturmaktadır. Bu bağlamda bir emperyalizm evresinden bir
de “emperyalist küreselleşme evresi”nden bahsedilemez. Vurgulanmalıdır: Uluslararası tekellere dayanan
emperyalizmden de önce emperyalist küreselleşme vardı. Uluslararası tekellere dayanan emperyalizmle birlikte
“küreselleşme” daha yüksek bir temelde, P-M-P’ hareketinin
uluslararasılaşmasıyla daha yüksek bir gelişme düzeyine yükselmiştir. ÇUŞ’larla
belirlenen küreselleşmenin ayırt edici özelliği budur. Yani emperyalizmin yeni evresi, “emperyalist küreselleşme” değil
emperyalizmin uluslararası emperyalist tekeller tarafından yönetiliyor
oluşudur. (Bkz. Hasan Ozan, Emperyalist Küreselleşme Ve Dünya Devrimi,
Değişen Ne?, Ceylan/Akademi Yay.) “Küreselleşme”
kapitalizmin ve onun üst ve son aşaması, sosyalist devrimin ön günü olan emperyalizmin de bir yönelimidir. “Küreselleşme”yi
salt kapitalizmin ve emperyalizmin şu
veya bu dönemine özgü bir nitelik ya da sadece şu veya bu dönemine tekabül eden
bir evresi olarak ele alamayız. Ki Pratik İçin Teorik Merak’ın ilk
sayısında yer alan diyelim ki “sunuş” yazısı “emperyalist küreselleşme”yi bir
“evre” olarak sunmakla ağır bir zafiyet gösteriyor.
Evet,
kapitalist dünya ekonomisi ve emperyalist dünya sistemi tüm çelişki ve
çatışmalarıyla birlikte tarihte ilk kez bu denli küreselleşmiş, bütünleşmiştir.
Ama bu, “küreselleşme”yi bir evre olarak sunmak, anlamak, formüle etmek için
bir neden vs. oluşturmaz, oluşturamaz. “Küreselleşme”, yani sermayenin
uluslararasılaşması kapitalist üretim tarzının bir gelişme yasası, temel
karakteristik niteliklerinden birisidir veya Marx’ın bir diğer vurgusuna göre
“Dünya pazarının yaratılması”, “kapitalist üretimin üç temel olgusu”ndan
“birisidir.” (Kapital) Bu bağlamda
kapitalist uluslararasılaşma kapitalizmin bir eğilimi olmanın ötesinde bir
gelişme yasasıdır.
Genel olarak kapitalizmin özel olarak da emperyalizmin
tarihi kapitalist küreselleşmenin tarihidir de. Eğer bu doğruysa, o zaman
“küreselleşme” bir evre olarak ele alınamaz ve tanımlanamaz. Demek ki
kapitalist küreselleşme, keza emperyalist küreselleşme emperyalizmin bir evresi/aşaması
olamaz; bu olgu kapitalizmin ve kapitalist emperyalizmin bir temel özelliğidir.
Bu tarihi süreçte kapitalist uluslararasılaşma mekanik bir hareket, kesintisiz
bir gelişme, otomatik yükseliş süreci olarak gerçekleşmemiştir. Böyle bir
yaklaşım diyalektiğe de materyalizme de aykırı düşer ve hiçbir bilimsel özellik
göstermez. Aksine bu süreç istikrarsızlıklarla, yükseliş ve geri çekilişlerle
şekillenmiştir. Kapitalist küreselleşmenin tarihi, genel olarak ve genel bir
tarihsel doğrultu olarak basitten karmaşığa, geri düzeyden ileri düzeylere
doğru akar ve gelişirken, kendi içerisinde zikzaklar vs. çizerek ilerlemiştir.
Ve bu, anlaşılır bir durumdur. Doğası gereği, “küreselleşmenin” evrimi, somut
tarihsel koşulları içerisinde, göreli anlamı içerisinde, kapitalizmin eşitsiz,
kaotik ve çelişik eğilim ve çatışmaları vs. içerisinde kavranmalıdır. Ancak her
durumda kapitalist uluslararasılaşma kapitalizmin nesnel doğasına içselleşmiş bir olgudur; sermaye birikimin
doğasında vardır. Marx’ın dediği gibi, “Dünya piyasası yaratma eğilimi doğrudan
doğruya sermayenin kavramında verilidir.” “Kapitalist üretim tarzı…dünya
piyasasının yaratılmasının tarihsel bir aracıdır.” (Grundrısse) “Bizzat dünya pazarı, bu üretim tarzı için temel
teşkil eder…bu üretim tarzının, gitgide büyüyen bir ölçekte üretimde bulunma
yolunda kendi özünde bulunan zorunluluk, sürekli olarak dünya pazarını
genişletme eğilimini yaratır.” (Kapital) Ticari kapitalizmden sanayi kapitalizmine,
tekelci kapitalizmden uluslararası tekellerin yönettiği tekelci kapitalizme dek
geçen tarihsel gelişme sürecinden ve “küresel” atılımlardan bu gerçeği çarpıcı
bir tarzda görmekteyiz.
Açık ki tek başına kapitalist uluslararasılaşmayı
(küreselleşmeyi) bir evre ya da aşama olarak tanımlamak Marksizm-Leninizm’e aykırıdır.
Kapitalist uluslararasılaşma, evre/aşama
olarak tanımlanamaz. Ama hemen eklemek ve vurgulamak gerekir ki, üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve
merkezileşmesi yasası, nesnel bir yasadır. Tekelci kapitalizmin (emperyalizm),
tekellerin doğuşu ve yükselişi ve giderek ekonomik yaşamın baştanbaşa temeli
haline gelişi bu yasanın ürünüdür. Tekellerin dünya pazarını temel alan
tekeller haline gelişi bu yasanın hareketinin sonucudur. Ve adı üstünde bu bir
yasadır. Bu yasa, nesneldir. İradeyle ne yaratılabilir ne de yok edilebilir; en
fazlasından, iradeyle bu yasa tanınır, toplumsal bilincin toplumsal varlık
üzerindeki aktif etkisi kapsamında sürece müdahale edilerek, süreç
hızlandırılabilir ya da yavaşlatılabilir. Ama işte hepsi bu kadar! Nitekim
emperyalist tekeller, emperyalist devletler ve uluslararası emperyalist mali
kuruluşlar eliyle süreci lehlerinde hızlandıracak ve kolaylaştıracak tarzda
enerjik iradi müdahalede bulunmuşlardır ve bulunmaktadırlar.
Emperyalist küreselleşme emperyalizmin yeni evresi/aşaması
olarak kavranamaz. “Emperyalist
küreselleşme” bir aşama falan oluşturmaz. Emperyalizmin tarihi de
“küreselleşme”nin ve daha fazla küreselleşmenin tarihidir.
Kapitalist küreselleşme (uluslararasılaşma),
kapitalizmin doğasında olan ve kapitalist üretim biçiminin diyalektik
hareketine bağlı gelişen bir süreçtir. Kapitalizmin bu gelişme yasası,
kapitalizmin emperyalizm aşamasında da işlemeye devam etmektedir. Kapitalizmin
ve emperyalizmin uluslararasılaşması ise, üretimin ve sermayenin artan oranda
yoğunlaşması ve merkezileşmesi yasası temelinde yükselmektedir. Yeni evre, “emperyalist küreselleşme”
değildir, yeni evreyi oluşturan şey, emperyalist küreselleşmenin gelişiminin
ulusal pazarı temel/esas alan tekelci kapitalizmden dünya pazarını temel alan
tekelci kapitalizme geçilmiş olmasıdır. Ve bu gelişme ve evre, emperyalist
küreselleşmenin ivmelenen gelişmesi temeline dayanmaktadır. Yani, kapitalist
küreselleşme ile evre bir ve aynı
şey değildir ve olamaz da! Zaten
kapitalizme içsel olan kapitalist küreselleşme, yeni evreyi hazırlamış,
kapitalist küreselleşmenin ulaştığı gelişme düzeyi yeni evreyi yaratmıştır.
“Küreselleşme”yi bir evre/aşama olarak lanse eden akım, hangi renge bürünürse
bürünsün (Negrici “İmparatorluk” teorisi de dahil) “postmodernizm”dir.
“Marksizm”, “Marksizm-Leninizm” iddiasıyla ortaya çıktığı oranda
“postMarksizm”dir. Bu vb. teori ve tezler devrimci harekette ortaya çıktığı
ölçüde de yeni tip burjuva liberal ideolojik cereyandan etkilenmeyi ifade
etmektedir. Marksist-Leninist Komünistler böylesine yanlış, teoriye ve somut
tarihsel gerçeğe tümüyle aykırı anti-bilimsel tezleri kabul edemez.
Teorik olarak
yanlış olan bu tez ve formül, aynı zamanda başkaca yanlışları da
koşullamaktadır. (Ki konunun değişik yanlarını daha sonraki yazılarımızda ele
almaya devam edeceğiz.) Örneğin emperyalist küreselleşme, diyelim ki 100 yıllık
tekelci kapitalizmin bir olgusudur. Ama emperyalist küreselleşmenin gelişim
düzeyi 60’lar, 70’ler, 80’ler öncesi henüz bugünkü ÇUŞ’lu evreyi
yaratmamıştı/ulaşmamıştı; tekelleşmenin daha yüksek bir yeni evresi haline
gelecek kadar olgunlaşmamıştı. Ama 80’lerde, 90’larda bu gelişme ÇUŞ’lu tekelci
kapitalizm olarak (yeni bir evre olarak) olgunlaştı ve emperyalizmin yeni bir
iç evresini oluşturdu. 1970’lerin ikinci yarısından sonra emperyalist
küreselleşmenin nesnel gereksinimleri kendini yakıcı bir tarzda dayattı. Doğal
olarak bunu ilk anlayanlar emperyalist tekellerdi. Gelişmenin önü emperyalist
burjuvazi tarafından hızla açıldı vb. Kısacası
emperyalizmin yeni evresi, “emperyalist küreselleşme” değil emperyalizmin uluslararası emperyalist
tekeller tarafından yönetiliyor oluşudur.
II
Başka
bir bakış açısı ve eleştiriye göre, uluslararası tekellerin yönettiği
emperyalist kapitalizmi tekelci kapitalizmin bir “evre”si olarak tanımlamak,
anlamak yanlıştır. O halde üzerinde durmakta yarar vardır: Emperyalist tekelci
kapitalizmin “yeni bir evreye” ulaştığı tezi nasıl kavranmalıdır? “Yeni evre”
tezi eleştirilirken ileri sürülen gerekçelerin en önemlileri üzerinde durmak
istiyoruz.
1)Bugün
uluslararası kapitalist tekeller tarafından yönetilen ve öncülüğünü esas olarak
500 tekelin yaptığı sürecin “ekonomik ve toplumsal düzen değişikliği” anlamına gelmediği
vurgulanmalıdır. Dolayısıyla “yeni evre”yi bu anlamda bir değişiklik olarak
anlamak teoriye, somut tarihsel gerçeğe aykırıdır. Yani emperyalizmin, bu
anlamda, yeni bir evresinden ya da aşamasından bahsedemeyiz.
2)
Biz, “emperyalist küreselleşmenin” değil ama uluslararası emperyalist tekellerin yönettiği emperyalizmi,
emperyalizmin yeni bir evresi olduğunu düşünüyoruz. Ama bu evreyi,
kapitalizmden sonra gelen yeni bir ekonomik ve toplumsal düzen aşaması olarak
görmüyoruz. Dolayısıyla bu yeniliği bu
anlamda “niteliksel” bir değişme/evre olarak tanımlamıyoruz. Böyle bir
tezin revizyonist ve tasfiyeci bir tez olacağını, “post-modernizm”in
teorik-ideolojik pozisyonlarına savrularak konumlanmayı üreteceğine inanıyoruz.
Ancak,
günümüz emperyalizmini inceler ve sonuçlar çıkarırken revizyonizme kaymama haklı
kaygısının bizleri, emperyalizmdeki değişiklikleri görmeye, bilince çıkarmaya,
teorik zenginleşme yolundan yürümeye karşı tutucu, dogmatik, doktriner bir
pozisyona itmemesi gerektiğine de dikkat çekmek isteriz.
Tekelleşmenin
niteliksel düzeyi bağlamında, P-M-P’ hareketinin ulaştığı gelişme aşaması
bakımından “yeni evre/aşama” tanımlamasını reddetmek de yanlıştır. Doktriner
kalıplara göre davranmamak gerekir. Burada şu olgulara dikkat çekmekte yarar
görmekteyiz: a) “Yeni evre” denince akla hemen “yeni bir ekonomik ve toplumsal
değişme”, emperyalizmden sonra gelen,
emperyalizm olmaktan çıkmış, sosyalizmle emperyalizm arasına girmiş yeni
bir düzen, “niteliksel” bir “yeni evre” fikri gelmemelidir. b) Emperyalizmin
kendi içsel evriminin ürünü olabilecek gelişme aşamalarının olabileceği; emperyalizmin
emperyalizm olmaktan çıkmadığı halde tekelleşmenin gelişimi bağlamında iç aşamalarının
da olabileceği bilince çıkarılmalıdır. Örneğin Lenin, serbest rekabetçi
kapitalizmin tekelci kapitalizme (emperyalizme) dönüşmesinden sonra emperyalist
tekelci kapitalizmin tekelci devlet
kapitalizmine dönüştüğünü, tekelci devlet kapitalizminin “emperyalizminin
en son gelişme evresi” olduğunu
vurguluyor ama tekelci devlet kapitalizmini serbest rekabetçi kapitalizmden
tekelci kapitalizme geçiş gibi “yeni bir ekonomik ve toplumsal düzen” değişikliği
olarak tanımlamıyor.
Günümüz
emperyalizmi, uluslararası emperyalist
tekellerin (ÇUŞ) yönettiği bir emperyalizmdir. Ve dünya ekonomisi buna göre
yeniden yapılanmıştır. Kanımızca emperyalist kapitalizmde ortaya çıkmış
yeniliği, değişmeyi ifade eden ve en önemli, ayırt edici özelliği dile getiren
olgu, bu olgudur.
Uluslararası
tekeller, hangi biçimler altında ortaya çıkarsa çıksın (örneğin ÇUŞ gibi), dünya pazarını temel alan tekellerdir. Yalnızca
örgütlenmesi bakımından değil (ki bu çok yüzeysel bir bakış olur) tüm faaliyetleri uluslararasılaşmış tekellerdir.
Üretimi, ticareti, dağıtımı vb. dünya ölçeğinde örgütleyen tekellerdir. Sermaye
birikimini, kapitalist genişletilmiş yeniden üretimi, dünya pazarını temel
alarak gerçekleştiren tekellerdir. Ulusal pazarlarını uluslararası pazara tabi
kılarak örgütlenmiş tekellerdir.
Açık
ki burada, ulusal pazarı temel alarak uluslararası sömürü yapan, uluslararası
yatırımlarını ulusal pazarlarının yan bir etkinliği, tamamlayıcı bileşeni
olarak örgütleyen, gerçekleştiren emperyalist tekellerden (ki bunu göreli
anlamı içerisinde kavramak gerekir) sermaye birikimini başlıca olarak dünya
pazarını temel alarak gerçekleştiren emperyalist tekellere geçilmiştir. Bir
diğer anlatımla, üretim ve sermayenin esas olarak ulusal ölçekte yoğunlaştığı
tekelci kapitalizmden üretim ve sermayenin, üretimin ve dolaşımın uluslararası
biçim ve düzeyde yoğunlaştığı uluslararası tekelci kapitalizme geçilmiştir.
Emperyalizmin doğuşu ve gelişimi sürecinde bir dünya pazarı zaten vardı. Ulusal
ekonomiler artan oranda uluslararasılaşıyordu. ÇUŞ’ların yönettiği emperyalizm
öncesi sermayenin dünya pazarındaki hareketi belirleyici ya da ağırlıklı olarak
M’-P’, P-P’ hareketi olarak zaten uluslararasılaşmıştı. Ama ÇUŞ’lu tekelci
evreyle birlikte artık tüm olarak sermayenin hareketi, yani P-M-P’ hareketi uluslararasılaşmıştır. İşte
bu olgu, emperyalizmdeki en temel
değişikliği oluşturmaktadır. Ve bu değişme niteliksel bir değişmedir. Bu yenilik/ayırt edici özellik, diyelim
ki kapitalizmin nesnel ekonomik gelişme yasalarından biri olan üretimin ve
sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi, uluslararasılaşması yasası temelinde
oluşmuştur. Ve bu bir yasadır “eğilim” olarak da tanımlanamaz. Nasıl ki
üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi yasası tekelleri
yaratmışsa, böylece serbest rekabetçi kapitalizm emperyalizme dönüşmüşse,
emperyalizmin ikinci yarısındaki (kuşkusuz kökleri birinci yarısının içindedir)
üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi ve bu yasanın artan
oranda dünya pazarı temeli üzerinde ivmelenmesi de kaçınılmaz olarak uluslararası
tekelleri yaratmıştır. Böylece, zaten uluslararası
karaktere sahip olan ulusal tekelci kapitalizm gelişerek uluslararası
tekelci kapitalizme dönüşmüştür. Birincisinde
gerçekleşen değişme ve yenilik, yeni bir ekonomik ve toplumsal düzene geçişle
belirlenmektedir. İkincisinde
gerçekleşen şey ise, yeni bir
ekonomik ve toplumsal düzene geçişe tekabül etmemektedir. Ama esas olarak ulusal
pazarı temel alan/ekonomik örgütlenmesi esasen “iç pazara” dayanan sermayenin
devreliği, sermaye birikimi, artı değer gaspı yerini esas olarak uluslararası
(dünya) pazarı temel alan bir tekelci kapitalizme geçişle, uluslararası tekellerin yönettiği bir düzeye sıçramayla belirlenip
şekillenmiştir. Bu, yeni bir düzeydir. Bu yeni düzey, basit bir niceliksel
değişme değil, bir niteliksel değişmedir. Bu niteliksel değişme, emperyalizm
sonrası gelen yeni bir ekonomik-toplumsal nitelik değil, tekelci kapitalizmin
iç evriminin ürünü olan, emperyalizm içinde, tekelci kapitalizmin bir
düzeyinden daha yüksek bir düzeyine geçişle belirlenen ve gerçekleşen bir
nitelik değişimidir; böylece bu çerçevedeki niteliksel değişme yeni bir
evredir/aşamadır. Bu evre, tekelleşmenin düzeyi bakımından daha yüksek bir
tekelleşmeyle belirlenmektedir. Bu yeni evre, emperyalist kapitalizmin
kendinden sonra gelen yeni bir aşaması değil, kendi iç gelişiminin daha yüksek
bir aşamasıdır. Açık ki, ulusal pazarı temel alan tekellerden dünya pazarını
temel alan tekellere geçişle biçimlenen ve temelde uluslararası tekellerin yönettiği emperyalizm emperyalizmin tarihinde bir ilktir. Emperyalist kapitalizmin
tekelci kapitalist örgütlenmesinin yeni
bir temele dayanan sıçramasıdır; tekelci kapitalizmin sıçramalı ulaştığı
yeni bir düzeyidir. Hem bunu saptayıp, hem de bunun yeni bir tekelleşme evresi
(ya da tekelci kapitalizmin yeni bir evresi) olarak tanımlamamak açık ki teorik
tutuculukla ve doktrinerlikle belirlenen teorik ve pratik bir duruştur. Burada
“evre” olan şey, “küreselleşme” değil, ÇUŞ’ların damgasını bastığı emperyalist
tekelci kapitalizmdir. Bunu uluslararası tekellerin yönettiği tekelci devlet
kapitalizmi olarak da tanımlayabiliriz. Bu gelişmenin temelinde, toplumsal
üretici güçlerin daha fazla uluslarasılaşması, küresel ölçekte gelişimi
yatmaktadır. Yani bu gelişme nesnel bir temele dayanmaktadır. Burada nesnel bir
gelişme düzeyine dayanan uluslararasılaşma olgusu ile bu gelişmenin düz bir
çizgide ya da otomatik değil de, konjoktürel faktörlerin (ekonomik kriz, savaş
vb.) baskısı altında gelişimini birbirine karıştırmamak gerekir. Bu bağıntıda
“küreselleşme”nin gelişmesi, gerilemesi, kesintiye uğraması vs. tümüyle
olanaklıdır. Zaten küreselleşmenin gelişmesi eğilimli olarak gerçekleşir. Yani kapitalizmin uluslararasılaşması yasası ile bu yasanın eğilimli gerçekleşmesi bir birliğe
sahiptir, burada otomatik bir gelişme aramamak gerekir.
3) Lenin
emperyalizmin, tekelci kapitalizmden tekelci devlet kapitalizmi aşamasına geçtiğini,
böylece, tekelci devlet kapitalizminin emperyalizmin en son gelişme
aşaması/evresi olduğunu söylüyor. Ama bunu söylerken tekelci kapitalizmdeki bu
değişmeyi “ekonomik-toplumsal düzen
değişikliği”ne tekabül eden bir nitelik değişmesi olarak tanımlamıyor.
İlkinde, tekelci kapitalizm, emperyalizmin en yüksek ve son aşamasıdır,
ikincisinde tekelci devlet kapitalizmi emperyalizmin en yüksek ve son
aşamasıdır. Demek ki, serbest rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme
geçişe tekabül eden bir derin düzen değişikliği, bu nitelikte bir düzen
değişikliği/değişimi olmadan da tekelci kapitalizm kendi tarihsel evrimi
sürecinde nitelik değişmeleri yaşayabilmekte, bu değişiklik “sistem içi” bir
“evre” olarak değerlendirilebilmektedir. Ama birinci durumda da emperyalizm
tekelci kapitalizmdir, ikinci durumda da tekelci kapitalizm olmaya devam
etmektedir.
4) Evet,
“emperyalist küreselleşme” kendi başına yeni
bir evre, ilk kez gündemleşen ekonomik ve toplumsal bir yeni düzen vs
olarak tanımlanamaz. ÇUŞ’lar dünyasında
somutlaşan “küreselleşme”, emperyalist kapitalizm tarihsel aşamasında ortaya
çıkan ikinci bir emperyalist küreselleşme dalgasıdır. Dünya çapında toplumsal üretici güçlerin daha yüksek bir maddi temel üzerinde
uluslararasılaşmasıyla uluslararası karaktere sahip ulusal tekellerden,
doğrudan dünya pazarını temel alan uluslararası tekellere geçiş/ yükseliş,
tekelci kapitalizmin daha düşük bir niteliğinden daha yüksek bir tekelci
niteliğe geçişi ifade etmektedir. Bu, bir olgudur. Bu durumda bu evre ya da
aşamadan geriye, ilk aşamaya geri dönüşün olamayacağını da belirtmek gerekir.
III
Denebilir
ki ekonomik kriz, emperyalist savaş gibi koşullarda uluslararasılaşma
gerileyecektir ve böylece sermaye kendi güvenilir limanı ulusal pazarına
kaçacaktır. Böylece uluslararasılaşma gerileyecek, “ayırdedici bir özellik
olmaktan” çıkacak; böylece yasa eğilime dönüşecek, uluslararasılaşmanın yeniden
atağa geçtiği koşullarda eğilim de yeniden yasaya dönüşecektir, vb. İ. Okçuoğlu
yoldaş böyle düşünmektedir. Ki biz, tıpkı emperyalist küreselleşmeyi
emperyalizmin evresi olarak sunan teorik yaklaşımı da Okçuoğlu yoldaşın
yazısında yer alan teorik yaklaşımı da savunan teori ve tezleri Mayıs 2011
tarihinde yayınlanmış olan kitabımızda da eleştirmiştik.
Konu
bağlamında biz, şöyle düşünmekteyiz:
“Bu gelişme, nesnel bir değişmedir. Tekelci
kapitalizmin ulaştığı gelişme düzeyinden, kapitalist emperyalizmin daha geri
bir düzeyine dönüş artık nesnel olarak da mümkün değildir. Örneğin, 3. Dünya
Emperyalist Genel Paylaşım Savaşı’nın patlak verdiğini ve üretici güçlerin
derin bir yıkıma uğradığı bir an’ı düşünelim ya da tekelci kapitalizmin genel
ekonomik krizinin patlak vererek emperyalist sistemi derinden hırpaladığı vb.
koşulları düşünelim; tüm bu vb. durumlarda ya da koşullarda yıkımdan çıkmaya
çalışacak herhangi bir emperyalist devlet ya da ÇUŞ, yeniden toparlanma ve
çıkış sürecine (ulusal pazardaki çabaları vs. ne olursa olsun) doğal ve
kaçınılmaz olarak, işe ulusal pazarda başlasa da, çıkışı küresel çapta
gerçekleştirmek zorundadır. Yani çıta, ulusal değil uluslararası
düzeydir; küresel alandır.” Burada daima akılda tutulması gereken şey, üretici
güçlerin küresel ölçekte ulaştığı gelişme düzeyidir. Bu gelişme nesneldir,
savaş, ekonomik kriz gibi faktörler üretici güçleri derin tahrip etse de,
yeniden toparlanma süreci, söz konusu tarihsel birikim üzerinden başlayarak
ilerleyecektir…
Emperyalist
küreselleşmeyi salt ya da adeta tekellerin iradesine ve niyetlerine bağımlı bir
olgu olarak ele almak yanlış olduğu kadar, aynı şeyi salt ekonomik gelişme
yasalarına bağlı olarak ele almak da yanlıştır. Sorunun temelinde kapitalist
üretim tarzının nesnel gelişme yasaları durmaktadır. Kapitalizmin krizleri,
emperyalist savaşlar, devrimler gibi faktörlerin baskı ve etkisi ile “küreselleşme” ciddi ölçüde gerileyebilir,
vb. İzlenen ekonomik politikalarla “küreselleşme” süreci hızlandırılabilir ya
da yavaşlatılabilir. Kapitalizmin özellikle de emperyalist kapitalizmin
tarihsel deneyimlerinden bunu biliyor ve görüyoruz. Lenin’in dediği gibi,
“Evrimci bilimsel yöntemin son sözünü oluşturan Marksist diyalektik, konunun
yalıtık, tek yönlü, çarpıtılmış ve saptırılmış değerlendirilmesini yasaklar.” (Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, s.185)
Keza yine Lenin’in vurguladığı gibi, bilim, o arada toplum bilim, “tekil
durumlarla değil, kitlesel görüngülerle” ilgilenir, bu bir kuraldır. Bu
uyarıların ışığında soruna baktığımızda, “küreselleşme”nin (kapitalizmin
uluslararasılaşmasının) bir bütün olarak kapitalist üretim tarzının tüm
tarihine damgasını basan “kitlesel”, “küresel”, genel, temel bir “görüngü”
olduğunu görürüz. Birkaç asırlık kapitalizmin tarihinde uluslararasılaşmanın
durakladığı, hız kestiği, gerilediği kesitlerin yanı sıra, esas olarak da genel
bir gelişme yönelimi olarak basitten karmaşığa doğru helezonik bir gelişme
süreci olarak pratikleştiğini görürüz.
Genel olarak
kapitalizmin özel olarak da emperyalizmin tarihi kapitalist küreselleşmenin
tarihidir de. Üretimin ve sermayenin yoğunlaşması, merkezileşmesi,
uluslararasılaşması kapitalist üretim tarzının temel gelişme yasalarından
birisidir. Bu yasa, salt serbest rekabetçi kapitalizme ya da salt emperyalist
tekelci kapitalizme ya da salt emperyalizmin tarihinin şu veya bu kesitine
uygun bir yasa olamaz. Bu yasa, genel olarak kapitalizmin, özel olarak da
emperyalist kapitalizmin gelişme tarihi içerisinde eğilimli olarak
gerçekleşmiştir. Bu tarihi süreçte kapitalist uluslararasılaşma mekanik bir
hareket olarak tepkime göstermemiştir. Aksine bu süreç istikrarsızlıklarla
şekillenmiş, ama genel olarak geri düzeyden ileri düzeylere doğru yükselerek
gelişmiştir. Ancak her durumda kapitalist uluslararasılaşma kapitalizmin nesnel
doğasına içselleşmiştir; sermayenin hareketinin doğasında vardır. Tekrar
pahasına vurgulanmalıdır: “Dünya piyasası yaratma eğilimi doğrudan doğruya
sermayenin kavramında verilidir.” (Grundrısse) “Kapitalist üretim tarzı…dünya
piyasasının yaratılmasının tarihsel bir aracıdır.” (Grundrısse) “Bizzat dünya
pazarı, bu üretim tarzı için temel teşkil eder…bu üretim tarzının, gitgide
büyüyen bir ölçekte üretimde bulunma yolunda kendi özünde bulunan zorunluluk,
sürekli olarak dünya pazarını genişletme eğilimini yaratır.” (Kapital). Ticari kapitalizmden sanayi kapitalizmine,
tekelci kapitalizmden tekelci devlet kapitalizmine, oradan uluslararası
tekellerin yönettiği tekelci kapitalizme dek geçen tarihsel “küresel”
atılımlardan bu gerçeği çarpıcı bir tarzda görmekteyiz.
Kapitalist
uluslararasılaşmayı “mutlaka dalga” tanımlamalarını kullanmadan da
anlatabiliriz. Ama sorun bu değildir ki! “Küreselleşme”yi, dalgalar olarak
anlatmak, uluslararasılaşmadaki atılımları vurgulamak, dönemeçleri yakalamak ve
anlatmak bakımından önemlidir ya da açıklayıcıdır. Böyle bir açıklama yöntemi
“kapitalizmin temel gelişme yasası olan eşitsiz gelişme yasası(nı) göz ardı”
etmez. Zaten “küreselleşme”nin gelişimi de eşitsizdir, eşitsiz olacaktır;
sermayenin gerek serbest rekabetçi, gerekse de tekelci kapitalizm döneminde
gelişimi düz bir çizgide gelişmemiş ve gerçekleşmemiştir. Marx’ın dediği gibi
“Ama kapitalist üretimde her şey çelişik görünür ve gerçekte öyledir.” (Artı Değer Teorileri, Birinci Kitap, s. 206)
Kapitalizmin derinlemesine ve genişlemesine gelişimi, üretimin ve sermayenin
yoğunlaşması, merkezileşmesi, uluslararasılaşması ve bu sürecin daha ileri
biçimlere doğru evrimi bir yasadır ama bu süreç de eşitsiz, dengesiz gelişmiş
ve “eğilimli” gerçekleşmiştir. Hep birlikte düşünelim: 113 yıllık tarih
emperyalizmin tarihidir. Bu tarihte 1960-70’ler öncesi tekelciliğin başlıca
biçimi uluslararası sömürü yapan ulusal tekellerdi. Bugün ise, tekelciliğin
başat biçimi uluslararası tekellerdir. Peki, tüm bu süreçte kapitalizmin
özellikle emperyalizm aşamasında şiddetlenmiş olan eşitsiz gelişme yasası yürürlükte
değil miydi? Evet, yürürlükteydi. Güzel! O halde bir yanda eşitsiz gelişme,
diğer yanda “küreselleşme” aynı üretim tarzı üzerinde, bütün çelişki ve
çatışmalarıyla birlikte işlemekteydi de. Ve “küreselleşme” ile emperyalist
kapitalizmin bütün çelişki ve çatışmaları da küreselleşmiş ve artan oranda
küreselleşmiştir. Demek ki ortada bir çelişki ya da eşitsiz gelişme yasasını
göz ardı eden bir durum yok. “Küreselleşme” kapitalist üretim tarzının bir
yasasıdır. “Küreselleşme”nin dalgaları vurgusunun önem taşıyan yanı şudur:
Belli dönemeçleri vurgulamak gerekir. Örneğin siz “Oysa hiçbir şekilde kanıt
sıkıntısı çekmeden küreselleşmenin, yani sermayenin uluslararasılaşmasının
gerilediği dönemlerin olduğunu” söylerseniz, örneğin siz küreselleşmenin
bugünkü seviyesinin ancak “1900’lerdeki seviyesi”nde ya da gerisinde olduğunu
ya da 1870-1914’ün gerisinde olduğunu söylerseniz, ortada çok önemli bir sorun
var demektir. Okçuoğlu yoldaşın bu bağıntıda özetleyerek sunduğu veriler
önemlidir. Yoldaşın “küreselleşme”yi “evre olarak sunan yaklaşımı eleştirisi
doğrudur ama bir yere kadar. Çünkü bugün küreselleşme değil ama ÇUŞ’ların yönettiği emperyalizm
koşullarında tekelci gelişmenin yeni bir evresinde olduğumuz bir gerçektir.
Kapitalizmin tarihi zaten küreselleşmenin tarihidir ama “küreselleşme”nin belli
dönemeçlerini vurgulamak bakımından dalgalar saptaması önemlidir. Önemlidir
çünkü örneğin ben, “kıyamet” de kopsa, artık emperyalist tekelci kapitalizmin uluslararası
tekelci kapitalizmden ulusal tekelci kapitalizm dönemine (diyelim ki 1920-30-40-50’lere)
geri dönüş olmayacağını düşünüyorum. Yani P-M-P’ hareketi dünya pazarı temeline dayanarak devam edecektir. Dolayısıyla
sermayenin hareketinin ifadesi olan doğrudan yatırımlar, “portföy yatırımlar”,
ticaret bu temel üzerinde hareket edecektir. Dalgalar vurgusunun anlam ve önemi
burada ortaya çıkmaktadır. Bunun maddi temeli toplumsal üretici güçlerin
küreselleşmiş olmasıdır. ÇUŞ’larla belirlenen kapitalist uluslararasılaşma
dalgası bir gerçektir ve kapitalizmin küreselleşme tarihinde yeni bir durumdur.
1945-70 arası kesit ile 70-80 sonrası kesit birbirini takip eden iki
küreselleşme dalgasını içermektedir. Birbirine bağlı olan bu süreç kendi
içerisinde farklı, ayırt edici karakteristikler taşımaktadır.
Konjonktürel olarak üretimin ve
sermayenin uluslararasılaşmasında ekonomik krizler, emperyalist savaşlar,
devrimler gibi nedenlerle ciddi gerilemeler olabilir ve bu anlaşılır bir
durumdur da. Ama tarihsel olarak
baktığımızda uluslararasılaşma kapitalizmin doğuşu ve gelişmesinden, bir dünya
pazarı yaratmasından bu yana, başından beri eşitsiz de olsa, ciddi zikzaklar
çizmiş de olsa daima uluslararasılaşarak, daha fazla uluslararasılaşarak
bugünlere gelmiştir. Hatırlatmak bile gereksizdir ki, kapitalizmin eşitsiz ve
dengesiz gelişmesi yasası, kapitalizmin “mutlak
yasasıdır” ve bu yasa emperyalizmle birlikte özellikle de keskinleşmiştir.
Eşitsiz gelişme, uluslararasılaşmayı da eşitsiz kılmıştır ve kılmaktadır. Ve
bugün ne 19. asrın sonları, ne 20. asrın ilk yarısı ne de 1980’ler öncesi gibi
değildir. Uluslararası düzeyde üretim ve sermayedeki yoğunlaşma ve merkezileşme
demek üretici güçlerin küresel ölçekte
gelişimi ve daha fazla gelişimi,
üretimin toplumsallaşmasında ve daha fazla toplumsallaşmasında nesnel bir
gelişme demektir. Bir diğer vurguyla, emperyalist kapitalizmde üretici
güçlerin ulaştığı düzey, uluslararası
tekelleri yaratacak kadar ileri bir gelişme derecesini yaratmıştır. Uluslararası
emperyalist tekeller bu nesnel gelişmenin ürünüdürler. Üretici güçleri bu düzeyin altına çekemezsiniz. Savaş ve ekonomik
kriz gibi olgular üretici güçleri ciddi bir şekilde yıkabilir; kapitalist
uluslararasılaşma ciddi bir şekilde gerileyebilir. Ama tekellerin yeni bir
hamlesi başladığında eğer uygunsa diyelim ki, işe ulusal pazarda başlasalar da,
çıkışı küresel ölçekte gerçekleştirmek zorundadırlar. Bunu yadsımak, temel
tarihsel eğilimlere göre değil de konjonktürsel olana göre temel saptamalarda
bulunmak, ana tezler ileri sürmek demektir; ki bu yöntem diyalektik materyalist
yönteme, somut tarihsel gerçeğe ve teoriye aykırıdır. Dolayısıyla her mantıklı
görünen şey doğru değildir ve parıldayan her şey de altın değildir. Evet, “küreselleşme”,
yani sermayenin hareketinin uluslararasılaşması kapitalist üretim biçiminin bir yasasıdır. Kapitalizm geliştiği
ölçüde uluslararasılaşma yasası da daha etkin işlevleşerek üretim ve sermayeyi
artan oranda küreselleştirir. O halde küreselleşmeyi kapitalizmin,
emperyalizmin nesnel bir gelişme yasası, bir özelliği, bir yönelimi olarak
görmek yerine “evre” ilan etmek ne kadar yanlışsa “küreselleşme”yi eğilim ve
yasa bağıntısında eğip bükmek de o kadar yanlıştır.
Eğilimin kimi zaman yasaya, yasanın kimi zaman eğilime
dönüşmesini gerekçe göstererek “küreselleşme”nin bir evre olup olmadığını ele
almak pek sağlıklı bir bakış açısı değildir. Sürecin “eğilim”li olarak gelişmesi
ile uluslararasılaşmanın bir yasa olarak “küreselleşme”yi belirlemesi birbirine
karıştırılmamalıdır.
Marx Grudrısse’de yaptığı bir tartışmada,
“Serbest rekabet, sermayenin kendi kendisiyle bir diğer sermaye biçiminde
ilişkiye girmesidir. Yani sermayenin sermaye olarak gerçek işleyiş tarzıdır.” dedikten
sonra, devamla şunları yazar: “Ancak serbest rekabet geliştikçe ve ancak bu
gelişme ölçüsündedir ki sermayenin-tarihi gelişiminin emekleme çağında sadece
birer eğilim olarak kendilerini gösteren- organik yasaları, ilk kez birer yasa
olarak vazedilirler; sermayeye dayalı üretim ilk kez kendi tutarlı biçimleri
içerisinde ortaya çıkar, çünkü serbest rekabetin gelişmesi, sermayeye dayalı
üretim tarzının özgürce gelişimidir; sermayenin koşullarının ve bu koşulları
sürekli yeniden –üreten süreç olarak sermayenin kendisinin özgürce gelişimidir.”
(Age., s. 625)
Buradan hareketle
şunu diyoruz: Üretimin
ve sermayenin uluslararasılaşması/küreselleşmesi yasası, kapitalizmin emekleme
döneminde (“çağında”) kendisini “sadece birer eğilim olarak” gösterebiliyordu.
Ama o “çağ” özellikle de sanayi kapitalizmi ile birlikte artık tarih oldu. Sanayi
devrimi ile kapitalist üretim biçimi kendi maddi-teknik temeline oturdu. Kapitalist üretim tarzının diğer
yasaları gibi uluslararasılaşması yasası da bir eğilim olmaktan çıkarak geri
dönüşsüz, yerleşik, belirleyici ve kendi etkisini derinlemesine ve
genişlemesine göstermeye başladı. Dolayısıyla “küreselleşme yasası”nın bir
eğilime dönüşüp dönüşemeyeceği bağlamında “küreselleşme” tartışması anlamlı bir
tartışma olmayacaktır. Dahası bu yaklaşım yanlıştır. Örneğin Okçuoğlu (ve başka
yazarlar), bugüne ait verileri 1900’lerin ilk çeyreğindeki verileri ile
karşılaştırarak dünya ticaretinin vb.
bazı önemli verilerinin uluslararasılaşma oranlarını kıyaslayarak,
“küreselleşme”nin “geri dönüşsüz” olmadığını saptıyor(lar). Kanımızca sorunu
buradan ele almak ya da benzer kıyaslamalarla tartışmak pek sağlıklı olmadığı
gibi, dahası yanıltıcıdır.
Tarihsel
kıyaslamalar ve veriler önemlidir, ilkesel ve yöntemsel bakımdan yadsınamaz.
Ama tek koşulla; günümüzün somut gerçeğini karartmaması, içerisinden geçtiğimiz
somut tarihsel gerçeğin anlaşılmasını önlememesi ya da bizleri yüzeyselliğe
çekmemesi koşuluyla!
Bu bağlamda
şunları vurgulamak yararsız olmasa gerek: 1900’lerin ilk çeyreğinden farklı
olarak bugün, üretken sermaye de uluslararasılaşmıştır. Üretim uluslararası
ölçekte örgütlenmiştir. Böylece her sermaye biçimi (üretken sermaye, ticari
sermaye, para sermaye) ya da sanayi sermayesinin bu üç biçimi uluslararasılaşmıştır.
Bir diğer vurguyla, P-M-P’ hareketi uluslararasılaşmıştır. Uluslararası
tekellerin damgasını bastığı emperyalist kapitalizm bunun ifadesi. Oysa Lenin
döneminde uluslararası tekeller emperyalist tekelci kapitalizmin ikincil
biçimleriydi sadece… Genişletilmiş kapitalist yeniden üretim süreci dünya
pazarı temeline dayanarak ya da bu temel üzerinde yükselerek gerçekleşmektedir.
Bu gelişmenin temelinde yatan şey üretici güçlerin ulusal sınırları aşarak uluslararası
ölçekte örgütlenmesidir ya da üretici güçlerin 20 asrın diyelim ki birinci
yarısı döneminden çok daha yüksek bir gelişme düzeyine yükselerek dünya
ekonomisini yeniden yapılandırmıştır (ki bu temel üzerinde ve bu temelle
birlikte üstyapılar da yeniden yapılanmıştır). Bu, üretimin toplumsallaşmasında
dev bir ilerleme, kapitalizmin tarihinde ilk kez ortaya çıkan devasa bir
ilerlemedir. Üçüncü bilimsel teknik devrim üretici güçlerin bu devasa uluslararası
gelişmesinin maddi-teknik temelini oluşturmuştur. Böylece zaten sosyalist
devrimin ön günü olan emperyalist kapitalizm, bir diğer ifadeyle toplumsal
üretici güçlerin özgürce gelişimini önleyen kapitalist üretim ilişkileri ile
uluslararasılaşmış toplumsal üretici güçler arasındaki uzlaşmaz karşıtlık
alabildiğine keskinleşmiş ve çelişkinin biricik çözümü olan sosyalist dünya
devriminin nesnel ekonomik ve toplumsal koşulları alabildiğine olgunlaşmıştır…
Bu tabloyu
yansıtan ya da ifade eden günümüzün “küreselleşme”si ile 20. asrın ilk
çeyreğini ifade eden “küreselleşme” arasında çok önemli bazı temel farklar
olduğu açıktır. O halde oranlar kıyaslaması tek başına bize bir şey anlatmaz ya
da bizleri tek yanlılığa ve yüzeyselliğe sürükler.
20 Mayıs 2013
Hasan OZAN
* “Pratik için Teorik Merak” isimli
tartışma yayın organına gönderilmiş ama yayınlanmamış olan 4. yazımdır.