Translate

14 Ağustos 2014 Perşembe

EMPERYALİST KÜRESELLEŞME… (ÜÇÜNCÜ YAZIDIR*)



EMPERYALİST KÜRESELLEŞME(ÜÇÜNCÜ YAZIDIR*)
Bugün de çağımız “mali sermaye ve tekeller çağı” (Lenin) olmaya devam etmektedir. Ama bir farkla: Bugün mali sermaye, tarihsel gelişiminin yeni bir evresine ulaşmış ve yeni tipte uluslararasılaşmıştır. Bugünkü tekelci kapitalizm, dünya pazarını temel alan uluslararası tekelci kapitalizme dönüşmüştür. 20.yy. başlarındaki tekelci kapitalizmden farklı olarak, sermayenin hareketi dünya pazarı temeli üzerinde yükselmektedir. Böylece mali sermaye egemenliği yeni bir temelde, emperyalist tekelci kapitalizmin yeni evresinin maddi temeli üzerinde daha da güçlenmiş olarak yol almaktadır.
Emperyalist küreselleşmenin son dalgasıyla mali sermaye egemenliği, ÇUŞ tipi tekelcilikle, yeni tipte yetkinleşmiştir. Mali sermaye, birikimini, başlıca olarak küresel ölçekte, dünya pazarını temel alarak gerçekleştirmektedir. Ulusal pazarı geçmiş dönemle kıyaslanmayacak denli dünya pazarının sadece bir parçası olarak ele almaktadır. Mali sermaye, bugün daha yüksek bir temel ve düzeyde yeniden yapılanmış, çok daha fazla uluslararasılaşmış ve serbestleşmiş olarak yeryüzünde, esnek birikim model ve saldırısıyla yol almaktadır. Mali sermaye, yapısal değişikliğe uğramış olan dünya arenasında doludizgin at koşturmaktadır. Küresel alan mali sermayenin dizginsiz akışı ve hareketi için yeniden düzenlenerek tam bir mali soyguncular cenneti haline getirilmiştir. İşte günümüzde tekelci kapitalizm ve mali sermaye çağındaki değişikliklerin özü burada yatmaktadır. Mali sermaye ve mali oligarşi, dünya pazarını “ulusal/yerel pazarı” kabul ederek ve temel alarak, devasa büyümesini, merkezileşmesini, yoğunlaşmasını; uluslararasılaşmasını, eşitsiz gelişme, amansız rekabet, kriz ve çatışmalar koşullarında sürdürmektedir.
Uluslararası mali sermayenin organik bir bileşeni olan uluslararası mali tekeller, her türlü para sermayeyi (değişik türden sosyal fonları, sigorta şirketlerini vb.) organik parçası olarak örgütlemiş ve kontrol etmektedir. Finansal sermayenin en önemli birikim arenası artık küresel/uluslararası arenadır. Kıymetli kağıtlar; devlet tahvilleri, hisse senetleri; borsalar, döviz ve kur piyasası, repo piyasası, yüksek faizle borç verme, değişik türden mali fonlar, sosyal fonlar, her türlü mali spekülasyon arenası, uluslararası mali sermayenin ve mali tekellerin devasa vurgun alanlarıdır. C. Soros türü uluslararası ünlü spekülatörler işte bu yeni dönemin özgül ürünü ve yeni finansçılar kuşağının temsilcileridirler.
Bir veriye göre, dünya çapında en büyük 50 banka ve sigorta şirketi, dünya çapında 20 trilyon dolar olduğu tahmin edilen üretici sermayenin %60’ını kontrol ediyor. En büyük 10 yatırım fonu dünya çapındaki fon varlığının %60’ını kontrol ediyor. Bir başka veriye göre, dünyanın en büyük 10 mali kuruluşunun toplam aktifleri, 1997 sonunda 5 trilyon civarındadır. Bunun anlamını daha iyi kavrayabilmek için şu olguyu hatırlatmamız yetecektir sanırız: Dünya merkez bankalarının toplam döviz rezervi, fazla değil bir 6 yıl önce (1990’ların ikinci yarısı) sadece 600 milyar dolardı. (2000’de ise 2 trilyon dolara yaklaşmıştır.)
“Küreselleşme Sürecinde Finansal Sermaye” başlıklı yazısında Doç. Dr. Erinç Yeldan, bizlere şu bilgileri veriyor:
Günümüzde sadece uluslar arası bankacılık sistemi kanalıyla işlem gören finans kapital yılda 250 trilyon dolar civarındadır. Bu rakam, dünya mal ve hizmet üretimi toplamanın 10 misline, mal ve hizmet ticaretinin ise 50 misline ulaşmaktadır.” (95-96 Petrol-İş Yıllığı, s. 219)
Bankaların uluslar arası borç stoku 1975’de 256 milyar dolardan, 1994 gelindiğinde, 4,2 trilyon dolara yükselmiştir.
Küresel mali ve parasal işlevlerin toplam piyasa hacmi 1990’da 5 trilyon dolarken 1992’ye gelindiğinde 35 trilyon dolara çıkmıştır. Bu miktarın 2000 yılında 83 trilyon dolara çıkacağı tahmin edilmektedir. (97-99 Petrol-İş Yıllığı)
Bugün, sadece dünya döviz piyasalarında günlük işlemler 1,7 trilyon dolar civarındadır. Oysa bu günlük işlem hacmi, 1986’da sadece 290 milyar dolar, 1990’da 700 milyar dolar, 1999’da 1 trilyon dolardı.
 Örneğin, 2000 yılında, dünyanın en büyük 500 uluslararası tekeli içerisinde 56 banka, 48 sigorta şirketinin bulunması konu hakkında çok çarpıcı bir tablo sunmaktadır bizlere.
Tahvil ve hisse senedi piyasalarının işlem hacminin milli gelire oranlarındaki veriler de emperyalist tefeciliğin olağanüstü gelişimi ve “ekonomilerin malileşmesi” bakımından çarpıcı veriler sunmaktadır. Tahvil ve hisse senedi piyasalarının işlem hacminin milli gelire oranı ABD’de, 1980’de %9 iken 1990’da %93’e, 1995’de %164’e ulaşmıştır. Almanya’da bu oran 1980’de %8 iken 1990’da %85’e; Japonya’da aynı yıllarda %7’den %119’a çıkmıştır. İngiltere’de ise bu oran 1985’de %386 iken 1990’da %690 oranına çıkmıştır. Veriler çoğaltılabilir ama çok da gerekli değil.
Açık ki, para sermayenin birikim düzeyi ve hareketi, miktarı tarihte hiçbir zaman görülmemiş ölçekte artmış ve küresel ölçekte dizginsiz bir akışkanlığa ulaşmıştır. Mali sermaye ve mali sermayenin bir bileşeni olan para sermaye kendi tarihinin en tepe noktasına çıkmış ve doruklarda uçmaktadır. Günümüzde uluslararası ölçekte para sermaye hareketlerinin % 95 veya % 98’nin maddi üretimle herhangi bir ilişkisi kalmamıştır. Sadece bu olgu bile, tekelci kapitalizmin çürümesinin, asalaklığının olağanüstü ölçülere ulaştığını çarpıcı bir tarzda ortaya koymaya yetmektedir. Keza bu olgu, bir diğer ifadeyle, emperyalizmin üretici güçlerin özgürce gelişiminin önünde gittikçe artan tarzda ne denli keskin ve tasfiye edilmesi gereken aşırı asalak bir engel olduğunu da çok çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu veriler, üretici güçlerin özgürce gelişimini artan keskinlikte tahrip eden, aşırı çürümüş, aşırı asalaklaşmış emperyalist kapitalizmin ne denli gereksizleştiğini göstermektedir. Bu veriler, “Gelişmesine küçük tefeci sermayeyle başlayan kapitalizm(in), bu gelişmeyi muazzam boyutlarda tefeci sermayeyle sona erdir”eceğini (Lenin) gösteriyor.
“Küreselleşme”yle ve “ekonomilerin malileşmesi”yle, finansal sermayenin hareketlerinin gelişim sürecinde borsaların da önemi hızla artmış, entegre bir uluslararası borsalar sistemi kurulmuş, borsalar da küreselleşmiştir. 1990-1994 yılları arasında sadece emperyalist ülkelerde 50 yeni borsa daha faaliyete başlamıştır. Borsalar kar vurgununun verimli bir arenası olmuştur. Emperyalizme bağımlı ülkelerin borsaları da bu tablonun çarpıcı organik bir parçasıdır. Örneğin, 2006 yılında dünyanın en çok kazandıran 10 borsasından 9’zunu yeni sömürge ülkelerin borsaları oluşturmaktaydı.
Bu veri ve değerlendirmeler de mali sermayenin asalak ve çürümüş karakterini sergilemektedir. Üretimin ve sermayenin ulaştığı yoğunlaşma düzeyinde, başlıca birikim alanı dünya çapı olan mali sermayenin ve para sermayenin, artan oranda ve hızla kapitalist maddi üretim alanından uzaklaşarak spekülasyona yöneldiğini göstermektedir. Yani yerküremiz, emperyalist kapitalizm tarafından küçülmüş bir kentsel kumarhaneye dönüştürülmüştür. “Küreselleşme”yle emperyalist kapitalizmin malileşme eğilimi ürkütücü düzeylere ulaşmıştır. Bugün ABD Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya gibi emperyalist devletler tipik tefeci/rantiyer devletler olarak daha fazla öne çıkmış bulunuyorlar. Bu olgu ve yansımaları, Lenin’in vurguladığı ve emperyalizmin temel bir özelliği olarak açıkladığı, “Dünya, bir avuç tefeci devlete ve bir borçlu devletler çoğunluğuna bölünmüştür” tezinin, “rantiye devlet” tezinin ne denli objektif, bilimsel bir tez olduğunu da çarpıcı bir tarzda kanıtlamaktadır.
Para sermayenin artan oranda kapitalist maddi üretimden kopması (“ekonomilerin malileşmesi”) emperyalist küreselleşmenin son dalgasının tipik olgularından birisidir. Son birkaç on yılın tipik olgularından biri olan “ekonomilerin malileşmesi”nden de en büyük vurgunu vuran bir kez daha uluslararası tekellerdir, uluslararası mali sermayedir, para spekülatörleridir. “Küreselleşme”nin en fazla geliştiği alan “finansal küreselleşme”dir. Yeni tip uluslararası işbölümünde, Soros’un da vurguladığı gibi, “uluslararası mali sistem artık ulusal temelde düzenlenemez.” (Açık Toplum, Küresel Kapitalizmde Reform, s.13, iba.); artık dünya pazarını temel alan bir uluslararası finansal (para) sermaye gerçeğiyle karşı karşıyayız. “Sınır ötesi yatırım artık ara sıra olan bir faaliyet değildir kurumsal yatırımcıların geçim kaynağıdır.” (agk., s. 181-182)
Küresel mali (finansal) piyasa(lar) küresel emperyalist piyasanın organik bir bileşenidir. Küresel mali piyasalar 60’lardan, 70’lerden beri oluşma sürecine girmişti. 80-90’lar sonrası ise dizginsiz bir biçimde gelişti. Üretimin ve sermayenin yoğunlaşıp merkezileşmesi ve uluslararasılaşması süreciyle iç içe gelişti; tarihte görülmemiş ölçekte küreselleşti. Ulusal pazarların uluslararası pazara, ulusal finansal sermayenin uluslararası finansal sermayeye tabii olarak, küresel pazarın gerekleri ekseninde ve temelinde yeniden yapılanması 1950’lerden sonra adım adım gelişti. 1970’lerin başlarında Bretton Woods sisteminin çökmesi ile bu süreç hızlandı. Ortaya yeni bir “finansal üst yapı” çıktı. Kuşkusuz ki bu “yeni finansal üstyapı”, uluslararası tekelci kapitalist ekonomik temele dayanmakta, temeldeki değişme ve gelişmenin üzerinde yükselmekte ve onun ifade biçimlerinden birisini oluşturmaktadır. Kapitalist ekonomilerin “malileşmesi” özellikle 90’lardan sonra, hem ulusal hem de küresel ölçekte ivmelenmiş, yoğunlaşmıştır.
Bilişim ve iletişim teknolojilerindeki sıçramaların küresel mali piyasaların hızla gelişip şekillenmesinde, genişlemesinde, entegrasyonunda yaşamsal bir rol oynadığının altı çizilmelidir. “Bilgisayar ve telekomünikasyon bütün gün gezegen çapında yatırım etkinliğine izin vererek, transfer maliyetini azaltarak, işlemler için ortak bir dijital ortam yaratarak ve para kurumları arasında kaynaşma ve birleşmeleri kışkırtarak, mali akışları inanılmaz kadar hızlandırdı.” (Nick Dyer Witheford, Siber Marx, İleri teknoloji Çağında Sınıf Mücadelesi, s. 20, Aykırı Yay.) Küresel çapta üretici güçlerin, bilim ve tekniğin yüksek derecede gelişmesinin sonucudur ki “Bugün dünya pazarının ağı fiber optik kablolar ve uydu bağlantılarından oluşmuştur.” (age, s. 197) Böylece paranın “siber göçü”, “siber” vur-kaçı da güvence altına alınmıştır.
Küreselleşmiş para sermayenin hareketi salt P-P’ hareketinde uzmanlaşmış kurum ve fonlarla sınırlı bir hareket değildir. P-P', P-M-P’  hareketinde (maddi üretim sektöründe) yer alan sınai şirketleri de, yanı sıra tarımsal, ticari şirketleri de kapsayıp girdabına çekmiş bir yöneliştir. “Ekonomilerin malileşmesi”nden ana vurgunu yapan uluslararası mali sermayedir, uluslararası tekellerdir. Yani küresel mali vurgunu salt ve dar anlamda finansal oyuncularla sınırlamamak lazım.
Amin’in şu açıklamaları da bu bakımdan aydınlatıcıdır:
“Önde gelen yaklaşık on uluslararası bankadan (yirmi kadar daha dar kapsamlı bankada bunlara ilave edilebilir), bu bankaların şubeleri ve üyeleri tarafından yönetilen bir kurumsal yatırımcalar ağından (emeklilik fonları ve kolektif yatırım fonları da dahildir) ve yine egemen bankalarla ilişkili sigorta şirketleri ve büyük şirketleri ve büyük şirket gruplarından oluşan devasa bir oligapolün varlığından söz edilebilir. Bu finansal oligopol en büyük elli ya da yüz finans, sanayi, tarım, ticaret ve ulaştırma gruplarının da aktif yöneticisidir.” (agy, agd, s.68)
Amin, aynı yazısında, bir başka yerde de şunları söyler:
“Bugünün kapitalizmi tamamen farklıdır. Bir avuç oligopol ulusal ve küresel iş dünyasının belli başlı köşelerini tutmuştur. Bunların hepsi finansal oligopoller değildir; içlerinde sanayi, tarım, ticaret, hizmet sektörü, finansal etkinlikler gibi alanlarda üretim yapan ‘gruplar’ da mevcuttur. Sistem küresel çapta ‘malileştiğinden’ finansal yasalarda finansal bir mantıkla hazırlanmıştır. Tüm bunlar yalnızca bir avuç grubun elindedir: Otuz kadar devasa grup, bin kadar küçük olanları ve hepsi bu kadar. Her ne kadar bu kelime kimilerine faşizmin demagoglarını hatırlatıyor olsa da bu durumda ‘plütokrasi’den bahsedilebilir.”
Para sermayenin sanayi üretiminden artan oranda kopuşunun maddi temelini kar oranlarındaki eğilimli düşüş yasası oluşturmaktadır. Mali piyasalar, sanayi sektöründen daha karlı bir sektör durumunda. Doğal olarak para sermaye kar oranlarının yüksek olduğu mali sektöre yığılmaktadır. Aşırı birikmiş sermaye karlılık oranları nerede yüksekse oraya kayıyor. Düşen kar oranlarına finans kapital, mali oligarşi bu yolla da müdahale ediyor. Ama bir olgunun daha vurgulanması ve bilince çıkarılması gerekir: Kapitalizmin ekonomik kriz döngüsündeki değişme, krizden çıkıştan sonra ekonomik atılıma (“gönenç”) geçilememesi ya da kısmi ve istikrarsız bir “gönenç”le şekillenmesi olgusu da para sermayenin bu denli şişmesinde çok önemli bir sacayağı oluşturmaktadır. Kriz, durgunluk, canlanma, ardından tekrar kriz, durgunluk, canlanma ama yine atılım evresine geçememe ya da kısmi bir geçiş olgusu, kapitalist krizin döngüsündeki değişme olgusunu göstermektedir. Ayrıntılı tahlili ileriki bölüme bırakacağız; ancak bu olgunun, aşırı birikmiş sermayenin hareketi, genişletilmiş kapitalist yeniden üretim hareketi üzerinde çok derin etkileri olduğu gerçeğini bilince çıkarmamızı gerekmektedir.
Yeni dönemde emperyalist devletler ve ÇUŞ’lar yolu düzleyerek bir dizi avantaj ve üstünlüğü ele geçirirken, öte yandan da, doğal ve kaçınılmaz olarak, kendi çelişkilerini ve açmazlarını da daha yüksek bir temel ve düzeyde üretmek, daha fazla uluslararasılaştırmak zorunda kaldılar. İşte para sermayenin artan oranda kapitalist maddi üretimden koparak asalaklaşmayı görülmemiş ölçekte üretmesi, paradan para kazanmanın en geçerli yükselen değer haline gelmesi söz konusu açmaz ve çelişkilerin tipik ve keskin görünümlerinden birisini oluşturmaktadır. Para sermaye sektörlerine yatırım yapmak, maddi üretim alanlarından artan oranda ve oldukça hızlı bir tarzda kopmak, kar oranlarının mali  pazarlarda yüksek oluşu olgusuyla ilgilidir. Mali sermaye, sanayi üretimindeki düşen kar oranlarının önüne geçmek, dinmek bilmeyen azami kar hırs ve açlığını tatmin etmek, aşırı birikmiş sermayenin değersizleşerek çökmesini önlemek için, kapitalist maddi üretim alanı dışına hızla yöneldi. Spekülatif işlemler, birleşmeler, özelleştirmeler de işte sermayenin söz konusu değersizleşmesini önlemek için geliştirilen önlemler dizisi ve aşırı karlı yatırım alanlarıdır. 
Değişik türden bankalar, bankerler, fonlar, sigorta şirketleri, emlak firmaları, hedge fonlar, borsalar mali sektörün aktörleridirler. Emperyalist kapitalizmin temel ekonomik yasası ve temel itici gücü olan azami karı en fazla kapma yarışı, mali sektörde de birleşmeleri, düşmanca satın almaları ve tasfiye operasyonlarını ateşlemiştir. Bu hegemonya ve rekabet mücadelesi, mali piyasalarda da, son 15-20 yıllık süreçte hem yoğunlaşmayı ve hem de merkezileşmeyi alabildiğine geliştirmiştir. Kapitalist maddi üretim sektöründe yoğunlaşmış uluslararası tekeller de söz konusu finansallaşmanın doğrudan aktif bir unsurudur. General Motors, Siemens, Toyota, Fiat, Renault gibi uluslararası tekeller de varlıklarını artan oranda mali soyguna (P-P') yönlendirmekte, ellerindeki para fonlarını mali piyasalara sürmekte, maddi üretimden çok spekülasyona yönelmekte, mali piyasalardaki ağırlıklarını git gide arttırmaktadırlar.
Son birkaç on yıllık süreçte, merkezinde uluslararası tekellerin durduğu dünya ekonomisinin yeniden yapılanma sürecinde, mali tekellerin, para-sermayenin hükümdarlarının egemenliği açık bir şekilde pekişmiş, açık bir üstünlüğe dönüşmüştür. Böylece finansal sermayenin sanayi, tarım, ticaret sermayesi üzerindeki egemenliği de sağlamlaşmıştır. Maddi üretim ve hizmet sektörleri artan oranda mali oligarşinin eline geçmiş ya da ona iyice tabi olmuştur. Zaten banka sermayesi ile sanayi sermayesinin iç içe geçmesi ve kaynaşmasıyla oluşmuş olan mali sermaye, böylece, sömürü ve hegemonyasını kendi tarihinin doruklarına çıkartarak egemenliğini de iyice pekiştirmiştir. ÇUŞ’lar içerisinde en önemli yeri tutan 500 uluslararası tekel içerisinde bankaların ve sigorta şirketlerinin tuttuğu çok önemli yer, en büyük beş mali tekelin sermayesinin en büyük 50 sanayi devinin sermayesinden büyük olması finansal sermayenin, mali tekellerin gücünü gösterdiği gibi, para sermayenin üretim ve ticaret sermayesi üzerindeki egemenliğinin ne denli güçlenmiş olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu olgu, banka sermayesi ile sanayi sermayesinin daha güçlü ve yetkin bir şekilde iç içe geçerek kaynaştığını göstermektedir. Dünya pazarını temel alarak örgütlenmiş, örümcek ağını andıran bir şubeler ağıyla yeryüzünü kaplamış bankalar vb. finansal kurumlar, finansal kurumların dışında kalan sanayi, ticaret, hizmet sektörü, tarım tekellerine krediler vererek, iştiraklar sistemi yoluyla, birleşme ve satın alma operasyonlarına katılarak bir bütün üretim ve dolaşım sistemindeki yerlerini pekiştiriyorlar. Çok uluslu kaynaşmalarla finansal sektör yeniden yapılandırılırken esnek uzmanlaşma yoluyla mali soygun şirazesinden çıkmış bulunuyor. Yeni tip birikim stratejisi olan esnek birikim mali tekellere, bankalara daha fütursuzca vb. yön veriyor.
Emperyalist kapitalizmin yönettiği dünya ekonomisindeki malileşme eğiliminin en geniş anlamda temeli ve ana nedeni, kapitalist üretim biçiminin tarihsel bakımdan ömrünü doldurmuş olmasıdır. Bir başka ifadeyle, kabına sığmayan toplumsal üretici güçlerle, kapitalist üretim ilişkileri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın alabildiğine keskinleşmiş; kapitalist mülk edinme biçiminin toplumsal üretici güçlerin özgürce gelişimine müthiş bir şekilde pranga vurmuş olmasıdır. Bu çelişki, bütün gücüyle çözümünü dayatıyor. Çözümü geciktiği oranda da emperyalizmin çürümesi, can çekişmesi uzuyor. Çelişkinin çözümünün proleter devrimin zaferinde yattığı ise kesindir.
Kapitalist üretim biçiminin gelişimi sermayenin organik bileşimini yükseltir. Sermayenin organik bileşimindeki yükselme, başlangıçta diğerlerinden daha önce bunu başaran kapitalistlerin kâr oranlarını yükseltse de, kaçınılmaz bir biçimde kendi karşıtına dönüşerek ilerleyen süreçte genel kâr oranlarının eğilimli düşmesine yol açar. Kâr oranlarının eğilimli düşmesi yasası, kapitalist üretim biçiminin nesnel hareket yasalarından birisidir. Bu yasa kapitalizmin içsel uzlaşmaz çelişkisini, tarihsel sınırlarını da ortaya koyar/sergiler. (Sermayenin organik bileşimindeki yükselme, 50'ler sonrasının çarpıcı olgularından birisidir. Tekelci kapitalizmin uluslararası tekeller tarafından yönetilmeye başlanmasıyla birlikte bu olgu daha çarpıcı biçim ve düzeyler kazanmıştır.)
Sınai kâr oranlarındaki düşüş, sanayi sektörüne sermaye yatırımını cazip olmaktan çıkarmakta, bu alanda oluşan sermaye fazlası spekülatif alana akmaktadır. Kapitalist üretim biçimiyle, emperyalist dünya sisteminin gerçekleriyle bağlı olan “sermaye fazlası” olgusu, insanlığın üretken kaynaklarının sırf kapitalistlere yeterli kar getirmediği için asalak alanlara akıtılması anlamına gelir ve bu, kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçleri boğan bir cendereye dönüşmüş olduğunun da en çarpıcı göstergelerinden birisidir.
Emperyalist ülkelerden sermaye ihracının sırrı işte burada (“sermaye fazlası”)  yatmaktadır. Ama öteki şeylerin yanı sıra, emperyalist sermaye ihracı, bağımlı ülkelerden kapitalist merkezlere kaynak transferi, artı-değer ve kar transferi işlevini yerine getirerek sermaye birikimini de yoğunlaştırır. 1945-1975 arası uygulanan eski kapitalist birikim tarzının tasfiyesi ile (kapitalist ekonomilerin “liberalizasyonu” ile) yapılan temel şey, bütün ekonomilerin kapılarının emperyalist sermayenin özgürce, kuralsızca giriş çıkışına elverişli hale getirilmesi olmuştur.
İşte emperyalist metropollerde aşırı birikmiş, yüksek kâr oranları arayışı içerisinde olan sermaye, yukarıdaki nedenle bağlı olarak ekonomileri malileştiriyor, kendisi malileşiyor, birikimini daha ziyade artan oranda örgütlü spekülasyon ve kumarla kazanıyor, değersizleşerek çökme tehlikesini böylece önlüyor, önlemeye çalışıyor. Kuşkusuz ki, “küreselleşme” de kapitalist emperyalizmin onulmaz yaralarına çare olamamıştır. Son dünya finansal ve ekonomik krizlerinin patlak vermesinden de görülebileceği gibi, kapitalizm var oldukça hem finansal krizler hem de genel ekonomik krizler kaçınılmazdır; dahası, bu krizler, “küreselleşme” ile küreselleşerek daha derin ve kapsamlı yıkımlara da yol açmaktadır…
Emperyalist ekonomilerin giderek artan oranda malileşmesinin bir nedeni de, emperyalist ekonomilerin düşük büyüme oranlarından, kronik durgunluk eğiliminden kurtulamaması veya çıkamamasıdır. Kronik kapasite kullanımı eksikliği, kronik işsizlik, kronik durgunluk, kronik sermaye fazlası, adeta kronik yapısal bunalım ile ekonomilerin malileşmesi birbirini bütünlüyor/tamamlıyor.
Emperyalizm tarihinin en yüksek noktasına çıkmış olan sermaye ihracı, sermaye ihraç eden ülkelerdeki durgunluğun, düşük büyüme oranlarının bir diğer temel nedenidir.
Maddi üretim sektörlerinde düşen kâr oranlarının sermayeyi mali piyasalara yönlendirmiş olması, metropollerdeki kronik durgunluk eğiliminin, düşen ve düşük ve istikrarsız büyüme oranlarının bir diğer temel nedenidir.
Bu olgular, hem emperyalist merkezlerde hem de küresel çapta dünya ekonomilerinin büyüme ve gelişme hızını istikrarsızlaştırmakta, zayıflatmakta; finansallaşmayı yoğunlaştırmakta, rantiyeciliği, tefeciliği yükselen değer yapmakta; durgunluğu büyütmekte, kronikleştirmekte, gerek kapitalist devir, gerekse de ekonomik kriz devresi/döngüsü üzerinde derin etkiler ve değişiklikler yaratmaktadır.
Kapitalist üretim biçiminin maddi temelini para-sermaye değil, kapitalist meta üretimi oluşturur. Kapitalizmde meta üretimi, genel ve egemen hale gelir. Kapitalist üretim pazar için üretimdir. Her iktisadi-toplumsal formasyonun bir maddi temeli vardır. Kapitalizmde bu temel; metadır, meta üretimidir. Kapitalizmde para sermaye üretiminin de maddi temelini kapitalist üretim oluşturur. Kapitalist üretim tarzının doğuş ve gelişme süreci P-M-P' hareketinin, bu temele bağlı olarak, kapitalist para sermayenin de (P-P' hareketinin) doğuş ve gelişme sürecidir. Böyle bir maddi temel olmaksızın, kapitalist para sermayeden ve P-P' hareketinden de bahsedilemez.
Emperyalizmin doğuşundan (20. asrın başı) sonra bugün, üretim çok daha yüksek bir düzeyde toplumsallaşmıştır. Tarihte görülmemiş ölçekte toplumsal zenginlik de birikmiştir.  Bilim ve teknoloji kendi tarihi gelişiminin doruklarına çıkmıştır. Ve bugün insanlık, adım başında çözebilecek durumda olduğu sorunlarla, kapitalizmin yarattığı devasa sorunlarla yüz yüze. Kapitalizm bu sorunların çözümünü engelliyor. Çünkü artan toplumsal zenginlik, gelişen bilim ve teknoloji, artan bir hızla ve oranda bir avuç azınlığın ellerinde birikiyor. Çünkü temel üretim araçları, üretim toplumsal yapıldığı/olduğu halde bir avuç kapitalistin elinde bulunmaktadır. Bir tarafta dağ gibi zenginlik, servet, lüks, refah birikirken, diğer tarafta yoksulluk, sefalet, açlık, işsizlik, fiziksel ve ahlaki çöküş, doğanın yıkımı sınırsız ve dizginsiz bir deryaya dönüşmüş bulunuyor. Bir avuç zenginin elinde toplumsal zenginliğin birikmesi, diğer uçta yoksulluğun birikmesinin nedenidir. Ve bu gelişme yasası, kapitalizmin mutlak ve genel yasası olarak, bugün, uluslararası tekelci kapitalizm kesitinde gücünü çarpıcı biçimlerde ortaya koymaktadır.
Yukarıda, kapitalist üretim biçiminin temelinin para sermaye olmadığını vurguladık. Kapitalist sermaye, ödenmemiş emekten oluşur. Artı-değer gaspı kapitalist sermaye birikiminin ana kaynağıdır. Dolayısıyla sermaye, birikmiş artı değerdir. Ve artı değer, kapitalist üretim sürecinde yaratılır, dolaşım aracılığıyla pazarda realize edilir. Demek ki artı-değeri yaratan sektör, para-sermaye sektörü değil, kapitalist maddi üretim sektörüdür. Kapitalist maddi üretim sektöründe (P-M-P') yaratılan artı-değer; kârın, faizin, rantın ana kaynağını oluşturur. Artı-değer, burjuvazi içerisinde kar, faiz, rant olarak dağılır. O halde para sermayenin de kaynağı artı değerdir. Para sermaye artı-değer yaratmaz ama artı-değerden pay alarak, gasp ederek oluşur, gelişir, semirir. Ve o, maddi üretime akan kısmı hariç, tümüyle tefeci, rantiyer, asalak karaktere sahiptir. “Ekonomilerin malileşmesi” eğiliminden hareketle, emperyalizmin finansal emperyalizme dönüştüğü, böylece Lenin’in emperyalizm teorisinin eskiyip aşıldığı iddiası burjuva liberal tasfiyeci oportünist bir bakış açısından ibarettir. Aslında bu yaklaşım, kapitalist üretim tarzının son bulduğu, modern meta üretiminin kapitalizmin maddi temeli olmaktan çıktığı, artı değer üretiminin son bulduğu gibi saçma bir savunuya tekabül etmektedir. Artı değer üretmeyen bir kapitalizm teorisinin ise Marksizm-Leninizm’le, bilimle, tarihsel ve güncel gerçeklerle hiçbir bağı bulunmamaktadır.
                                                                                                           H. OZAN 15/3/2013

* “Pratik için Teorik Merak” adlı tartışma yayın organına gönderilmiş ama yayınlanmamış olan 3. yazımı sitemde yayınlıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder