EMPERYALİST
KÜRESELLEŞME… (ÜÇÜNCÜ YAZIDIR*)
Bugün
de çağımız “mali sermaye ve tekeller çağı” (Lenin) olmaya devam
etmektedir. Ama bir farkla: Bugün mali sermaye, tarihsel gelişiminin yeni bir
evresine ulaşmış ve yeni tipte uluslararasılaşmıştır. Bugünkü tekelci
kapitalizm, dünya pazarını temel alan uluslararası tekelci kapitalizme
dönüşmüştür. 20.yy. başlarındaki tekelci kapitalizmden farklı olarak, sermayenin
hareketi dünya pazarı temeli üzerinde yükselmektedir. Böylece mali sermaye
egemenliği yeni bir temelde, emperyalist tekelci kapitalizmin yeni evresinin
maddi temeli üzerinde daha da güçlenmiş olarak yol almaktadır.
Emperyalist
küreselleşmenin son dalgasıyla mali sermaye egemenliği, ÇUŞ tipi tekelcilikle,
yeni tipte yetkinleşmiştir. Mali sermaye, birikimini, başlıca olarak küresel ölçekte,
dünya pazarını temel alarak gerçekleştirmektedir. Ulusal pazarı geçmiş dönemle kıyaslanmayacak
denli dünya pazarının sadece bir parçası olarak ele almaktadır. Mali
sermaye, bugün daha yüksek bir temel ve düzeyde yeniden yapılanmış,
çok daha fazla uluslararasılaşmış ve
serbestleşmiş olarak
yeryüzünde, esnek birikim model ve saldırısıyla yol almaktadır. Mali sermaye, yapısal değişikliğe uğramış olan dünya
arenasında doludizgin at koşturmaktadır. Küresel alan mali sermayenin dizginsiz
akışı ve hareketi için yeniden düzenlenerek tam bir mali soyguncular cenneti haline getirilmiştir. İşte günümüzde tekelci
kapitalizm ve mali sermaye çağındaki değişikliklerin özü burada
yatmaktadır. Mali sermaye ve mali oligarşi, dünya pazarını “ulusal/yerel pazarı” kabul ederek ve
temel alarak, devasa büyümesini, merkezileşmesini, yoğunlaşmasını;
uluslararasılaşmasını, eşitsiz gelişme, amansız rekabet, kriz ve çatışmalar
koşullarında sürdürmektedir.
Uluslararası
mali sermayenin organik bir bileşeni
olan uluslararası mali tekeller, her türlü para sermayeyi (değişik türden
sosyal fonları, sigorta şirketlerini vb.) organik parçası olarak örgütlemiş ve kontrol
etmektedir. Finansal sermayenin en
önemli birikim arenası artık küresel/uluslararası
arenadır. Kıymetli kağıtlar; devlet tahvilleri, hisse senetleri; borsalar,
döviz ve kur piyasası, repo piyasası, yüksek faizle borç verme, değişik türden
mali fonlar, sosyal fonlar, her türlü mali spekülasyon arenası, uluslararası
mali sermayenin ve mali tekellerin devasa vurgun alanlarıdır. C. Soros türü uluslararası ünlü
spekülatörler işte bu yeni dönemin özgül ürünü ve yeni finansçılar kuşağının
temsilcileridirler.
Bir
veriye göre, dünya çapında en büyük 50 banka ve sigorta şirketi, dünya çapında
20 trilyon dolar olduğu tahmin edilen üretici sermayenin %60’ını kontrol
ediyor. En büyük 10 yatırım fonu dünya çapındaki fon varlığının %60’ını kontrol
ediyor. Bir başka veriye göre, dünyanın en büyük 10 mali kuruluşunun toplam
aktifleri, 1997 sonunda 5 trilyon civarındadır. Bunun anlamını daha iyi
kavrayabilmek için şu olguyu hatırlatmamız yetecektir sanırız: Dünya merkez
bankalarının toplam döviz rezervi, fazla değil bir 6 yıl önce (1990’ların
ikinci yarısı) sadece 600 milyar
dolardı. (2000’de ise 2 trilyon dolara yaklaşmıştır.)
“Küreselleşme
Sürecinde Finansal Sermaye” başlıklı yazısında Doç. Dr. Erinç Yeldan, bizlere şu bilgileri veriyor:
“Günümüzde sadece uluslar arası bankacılık
sistemi kanalıyla işlem gören finans kapital yılda 250 trilyon dolar
civarındadır. Bu rakam, dünya mal ve hizmet üretimi toplamanın 10 misline, mal ve hizmet ticaretinin ise 50 misline
ulaşmaktadır.” (95-96 Petrol-İş Yıllığı, s. 219)
Bankaların
uluslar arası borç stoku 1975’de 256 milyar dolardan, 1994 gelindiğinde, 4,2
trilyon dolara yükselmiştir.
Küresel
mali ve parasal işlevlerin toplam piyasa hacmi 1990’da 5 trilyon dolarken
1992’ye gelindiğinde 35 trilyon dolara çıkmıştır. Bu miktarın 2000 yılında 83
trilyon dolara çıkacağı tahmin edilmektedir. (97-99 Petrol-İş Yıllığı)
Bugün,
sadece dünya döviz piyasalarında günlük işlemler 1,7 trilyon dolar
civarındadır. Oysa bu günlük işlem hacmi, 1986’da sadece 290 milyar dolar,
1990’da 700 milyar dolar, 1999’da 1 trilyon dolardı.
Örneğin, 2000 yılında, dünyanın en büyük 500 uluslararası
tekeli içerisinde 56 banka, 48 sigorta şirketinin bulunması konu hakkında çok
çarpıcı bir tablo sunmaktadır bizlere.
Tahvil
ve hisse senedi piyasalarının işlem hacminin milli gelire oranlarındaki veriler
de emperyalist tefeciliğin olağanüstü gelişimi ve “ekonomilerin malileşmesi”
bakımından çarpıcı veriler sunmaktadır. Tahvil ve hisse senedi piyasalarının
işlem hacminin milli gelire oranı ABD’de, 1980’de %9 iken 1990’da %93’e,
1995’de %164’e ulaşmıştır. Almanya’da bu oran 1980’de %8 iken 1990’da %85’e;
Japonya’da aynı yıllarda %7’den %119’a çıkmıştır. İngiltere’de ise bu oran
1985’de %386 iken 1990’da %690 oranına çıkmıştır. Veriler çoğaltılabilir ama
çok da gerekli değil.
Açık ki, para sermayenin birikim düzeyi ve hareketi, miktarı
tarihte hiçbir zaman görülmemiş ölçekte artmış ve küresel ölçekte
dizginsiz bir akışkanlığa ulaşmıştır. Mali sermaye ve mali sermayenin bir
bileşeni olan para sermaye kendi tarihinin en tepe noktasına çıkmış ve
doruklarda uçmaktadır. Günümüzde uluslararası ölçekte para sermaye hareketlerinin
% 95 veya % 98’nin maddi üretimle
herhangi bir ilişkisi kalmamıştır. Sadece bu olgu bile, tekelci kapitalizmin
çürümesinin, asalaklığının olağanüstü ölçülere ulaştığını çarpıcı bir
tarzda ortaya koymaya yetmektedir. Keza bu olgu, bir diğer ifadeyle, emperyalizmin
üretici güçlerin özgürce gelişiminin önünde gittikçe artan tarzda ne
denli keskin ve tasfiye edilmesi gereken aşırı asalak bir engel olduğunu da çok
çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu veriler, üretici güçlerin özgürce
gelişimini artan keskinlikte tahrip eden, aşırı çürümüş, aşırı asalaklaşmış
emperyalist kapitalizmin ne denli gereksizleştiğini göstermektedir. Bu veriler,
“Gelişmesine küçük tefeci sermayeyle başlayan kapitalizm(in), bu gelişmeyi
muazzam boyutlarda tefeci sermayeyle sona erdir”eceğini (Lenin) gösteriyor.
“Küreselleşme”yle ve “ekonomilerin malileşmesi”yle, finansal
sermayenin hareketlerinin gelişim sürecinde borsaların da önemi hızla artmış, entegre
bir uluslararası borsalar sistemi kurulmuş, borsalar da küreselleşmiştir. 1990-1994
yılları arasında sadece emperyalist ülkelerde 50 yeni borsa daha faaliyete
başlamıştır. Borsalar kar vurgununun verimli bir arenası olmuştur. Emperyalizme
bağımlı ülkelerin borsaları da bu tablonun çarpıcı organik bir parçasıdır.
Örneğin, 2006 yılında dünyanın en çok kazandıran 10 borsasından 9’zunu yeni
sömürge ülkelerin borsaları oluşturmaktaydı.
Bu veri ve değerlendirmeler de mali sermayenin asalak ve
çürümüş karakterini sergilemektedir. Üretimin ve sermayenin ulaştığı yoğunlaşma
düzeyinde, başlıca birikim alanı dünya çapı olan mali sermayenin ve para
sermayenin, artan oranda ve hızla kapitalist maddi üretim alanından uzaklaşarak
spekülasyona yöneldiğini göstermektedir. Yani yerküremiz, emperyalist kapitalizm tarafından küçülmüş bir kentsel kumarhaneye dönüştürülmüştür.
“Küreselleşme”yle emperyalist kapitalizmin malileşme eğilimi ürkütücü düzeylere
ulaşmıştır. Bugün ABD Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya gibi emperyalist
devletler tipik tefeci/rantiyer devletler olarak daha fazla öne çıkmış bulunuyorlar.
Bu olgu ve yansımaları, Lenin’in vurguladığı ve emperyalizmin temel bir
özelliği olarak açıkladığı, “Dünya, bir
avuç tefeci devlete ve bir borçlu devletler çoğunluğuna bölünmüştür”
tezinin, “rantiye devlet” tezinin ne
denli objektif, bilimsel bir tez olduğunu da çarpıcı bir tarzda
kanıtlamaktadır.
Para sermayenin artan oranda kapitalist maddi üretimden
kopması (“ekonomilerin malileşmesi”) emperyalist küreselleşmenin son dalgasının
tipik olgularından birisidir. Son
birkaç on yılın tipik olgularından biri olan “ekonomilerin malileşmesi”nden de
en büyük vurgunu vuran bir kez daha uluslararası tekellerdir, uluslararası mali
sermayedir, para spekülatörleridir. “Küreselleşme”nin en fazla geliştiği alan
“finansal küreselleşme”dir. Yeni tip uluslararası işbölümünde, Soros’un da vurguladığı gibi, “uluslararası mali sistem artık ulusal
temelde düzenlenemez.” (Açık Toplum, Küresel Kapitalizmde Reform, s.13,
iba.); artık dünya pazarını temel
alan bir uluslararası finansal (para) sermaye gerçeğiyle karşı karşıyayız.
“Sınır ötesi yatırım artık ara sıra olan bir faaliyet değildir kurumsal
yatırımcıların geçim kaynağıdır.” (agk., s. 181-182)
Küresel mali (finansal) piyasa(lar) küresel emperyalist
piyasanın organik bir bileşenidir. Küresel mali piyasalar 60’lardan, 70’lerden
beri oluşma sürecine girmişti. 80-90’lar sonrası ise dizginsiz bir biçimde
gelişti. Üretimin ve sermayenin yoğunlaşıp merkezileşmesi ve
uluslararasılaşması süreciyle iç içe gelişti; tarihte görülmemiş ölçekte
küreselleşti. Ulusal pazarların uluslararası pazara, ulusal finansal sermayenin
uluslararası finansal sermayeye tabii olarak, küresel pazarın gerekleri
ekseninde ve temelinde yeniden yapılanması 1950’lerden sonra adım adım gelişti.
1970’lerin başlarında Bretton Woods sisteminin çökmesi ile bu süreç hızlandı.
Ortaya yeni bir “finansal üst yapı” çıktı. Kuşkusuz ki bu “yeni finansal
üstyapı”, uluslararası tekelci kapitalist ekonomik temele
dayanmakta, temeldeki değişme ve gelişmenin üzerinde yükselmekte ve
onun ifade biçimlerinden birisini oluşturmaktadır. Kapitalist ekonomilerin
“malileşmesi” özellikle 90’lardan sonra, hem ulusal hem de küresel ölçekte
ivmelenmiş, yoğunlaşmıştır.
Bilişim ve iletişim teknolojilerindeki sıçramaların küresel
mali piyasaların hızla gelişip şekillenmesinde, genişlemesinde, entegrasyonunda
yaşamsal bir rol oynadığının altı çizilmelidir. “Bilgisayar ve telekomünikasyon
bütün gün gezegen çapında yatırım etkinliğine izin vererek, transfer maliyetini
azaltarak, işlemler için ortak bir dijital ortam yaratarak ve para kurumları arasında
kaynaşma ve birleşmeleri kışkırtarak, mali akışları inanılmaz kadar
hızlandırdı.” (Nick Dyer Witheford, Siber Marx, İleri teknoloji Çağında Sınıf
Mücadelesi, s. 20, Aykırı Yay.) Küresel çapta üretici güçlerin, bilim ve
tekniğin yüksek derecede gelişmesinin sonucudur ki “Bugün dünya pazarının ağı
fiber optik kablolar ve uydu bağlantılarından oluşmuştur.” (age, s. 197) Böylece
paranın “siber göçü”, “siber” vur-kaçı da güvence altına alınmıştır.
Küreselleşmiş para sermayenin hareketi salt P-P’ hareketinde uzmanlaşmış kurum ve
fonlarla sınırlı bir hareket değildir.
P-P', P-M-P’ hareketinde (maddi
üretim sektöründe) yer alan sınai şirketleri de, yanı sıra tarımsal, ticari
şirketleri de kapsayıp girdabına çekmiş bir yöneliştir. “Ekonomilerin malileşmesi”nden ana vurgunu yapan uluslararası mali
sermayedir, uluslararası tekellerdir. Yani küresel mali vurgunu salt ve dar
anlamda finansal oyuncularla sınırlamamak lazım.
Amin’in şu açıklamaları da bu bakımdan aydınlatıcıdır:
“Önde gelen yaklaşık on uluslararası bankadan (yirmi kadar
daha dar kapsamlı bankada bunlara ilave edilebilir), bu bankaların şubeleri ve
üyeleri tarafından yönetilen bir kurumsal yatırımcalar ağından (emeklilik
fonları ve kolektif yatırım fonları da dahildir) ve yine egemen bankalarla ilişkili
sigorta şirketleri ve büyük şirketleri ve büyük şirket gruplarından oluşan
devasa bir oligapolün varlığından söz edilebilir. Bu finansal oligopol en büyük
elli ya da yüz finans, sanayi, tarım, ticaret ve ulaştırma gruplarının da aktif
yöneticisidir.” (agy, agd, s.68)
Amin, aynı yazısında, bir başka yerde de şunları söyler:
“Bugünün kapitalizmi tamamen farklıdır. Bir avuç oligopol
ulusal ve küresel iş dünyasının belli başlı köşelerini tutmuştur. Bunların
hepsi finansal oligopoller değildir; içlerinde sanayi, tarım, ticaret, hizmet
sektörü, finansal etkinlikler gibi alanlarda üretim yapan ‘gruplar’ da
mevcuttur. Sistem küresel çapta ‘malileştiğinden’ finansal yasalarda finansal
bir mantıkla hazırlanmıştır. Tüm bunlar yalnızca bir avuç grubun elindedir: Otuz
kadar devasa grup, bin kadar küçük olanları ve hepsi bu kadar. Her ne kadar bu
kelime kimilerine faşizmin demagoglarını hatırlatıyor olsa da bu durumda
‘plütokrasi’den bahsedilebilir.”
Para
sermayenin sanayi üretiminden artan oranda kopuşunun maddi temelini kar oranlarındaki eğilimli düşüş yasası
oluşturmaktadır. Mali piyasalar, sanayi sektöründen daha karlı bir sektör
durumunda. Doğal olarak para sermaye kar oranlarının yüksek olduğu mali sektöre
yığılmaktadır. Aşırı birikmiş sermaye karlılık oranları nerede yüksekse oraya
kayıyor. Düşen kar oranlarına finans kapital, mali oligarşi bu yolla da
müdahale ediyor. Ama bir olgunun daha vurgulanması ve bilince çıkarılması
gerekir: Kapitalizmin ekonomik kriz döngüsündeki değişme, krizden
çıkıştan sonra ekonomik atılıma (“gönenç”) geçilememesi ya da kısmi ve
istikrarsız bir “gönenç”le şekillenmesi olgusu da para sermayenin bu denli
şişmesinde çok önemli bir sacayağı oluşturmaktadır. Kriz, durgunluk, canlanma,
ardından tekrar kriz, durgunluk, canlanma ama yine atılım evresine geçememe ya
da kısmi bir geçiş olgusu, kapitalist krizin döngüsündeki değişme olgusunu
göstermektedir. Ayrıntılı tahlili ileriki bölüme bırakacağız; ancak bu olgunun,
aşırı birikmiş sermayenin hareketi, genişletilmiş kapitalist
yeniden üretim hareketi üzerinde çok derin etkileri olduğu gerçeğini
bilince çıkarmamızı gerekmektedir.
Yeni
dönemde emperyalist devletler ve ÇUŞ’lar yolu düzleyerek bir dizi avantaj ve
üstünlüğü ele geçirirken, öte yandan da, doğal ve kaçınılmaz olarak, kendi
çelişkilerini ve açmazlarını da daha yüksek bir temel ve düzeyde
üretmek, daha fazla uluslararasılaştırmak zorunda kaldılar. İşte para
sermayenin artan oranda kapitalist maddi üretimden koparak asalaklaşmayı
görülmemiş ölçekte üretmesi, paradan para kazanmanın en geçerli yükselen değer
haline gelmesi söz konusu açmaz ve çelişkilerin tipik ve keskin görünümlerinden
birisini oluşturmaktadır. Para sermaye sektörlerine yatırım yapmak, maddi
üretim alanlarından artan oranda ve oldukça hızlı bir tarzda kopmak, kar
oranlarının mali pazarlarda
yüksek oluşu olgusuyla ilgilidir. Mali sermaye, sanayi üretimindeki düşen
kar oranlarının önüne geçmek, dinmek bilmeyen azami kar hırs ve açlığını
tatmin etmek, aşırı birikmiş sermayenin değersizleşerek çökmesini
önlemek için, kapitalist maddi üretim alanı dışına hızla yöneldi. Spekülatif
işlemler, birleşmeler, özelleştirmeler de işte sermayenin söz konusu
değersizleşmesini önlemek için geliştirilen önlemler dizisi ve aşırı karlı
yatırım alanlarıdır.
Değişik türden bankalar, bankerler,
fonlar, sigorta şirketleri, emlak firmaları, hedge fonlar, borsalar mali
sektörün aktörleridirler. Emperyalist kapitalizmin temel ekonomik yasası ve
temel itici gücü olan azami karı en fazla kapma yarışı, mali sektörde de
birleşmeleri, düşmanca satın almaları ve tasfiye operasyonlarını ateşlemiştir.
Bu hegemonya ve rekabet mücadelesi, mali piyasalarda da, son 15-20 yıllık
süreçte hem yoğunlaşmayı ve hem de merkezileşmeyi alabildiğine geliştirmiştir.
Kapitalist maddi üretim sektöründe yoğunlaşmış uluslararası tekeller de söz
konusu finansallaşmanın doğrudan aktif bir unsurudur. General Motors, Siemens,
Toyota, Fiat, Renault gibi uluslararası tekeller de varlıklarını artan oranda
mali soyguna (P-P') yönlendirmekte, ellerindeki para fonlarını mali piyasalara
sürmekte, maddi üretimden çok spekülasyona yönelmekte, mali piyasalardaki
ağırlıklarını git gide arttırmaktadırlar.
Son birkaç on yıllık süreçte, merkezinde
uluslararası tekellerin durduğu dünya ekonomisinin yeniden yapılanma sürecinde,
mali tekellerin, para-sermayenin hükümdarlarının egemenliği açık bir şekilde
pekişmiş, açık bir üstünlüğe dönüşmüştür. Böylece finansal sermayenin sanayi,
tarım, ticaret sermayesi üzerindeki egemenliği
de sağlamlaşmıştır. Maddi üretim ve hizmet sektörleri artan oranda mali
oligarşinin eline geçmiş ya da ona iyice tabi olmuştur. Zaten banka sermayesi
ile sanayi sermayesinin iç içe geçmesi ve kaynaşmasıyla oluşmuş olan mali
sermaye, böylece, sömürü ve hegemonyasını kendi tarihinin doruklarına çıkartarak
egemenliğini de iyice pekiştirmiştir. ÇUŞ’lar içerisinde en önemli yeri tutan
500 uluslararası tekel içerisinde bankaların ve sigorta şirketlerinin tuttuğu
çok önemli yer, en büyük beş mali tekelin sermayesinin en büyük 50 sanayi
devinin sermayesinden büyük olması finansal sermayenin, mali tekellerin gücünü
gösterdiği gibi, para sermayenin üretim ve ticaret sermayesi üzerindeki
egemenliğinin ne denli güçlenmiş olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu olgu, banka
sermayesi ile sanayi sermayesinin daha güçlü ve yetkin bir şekilde iç içe
geçerek kaynaştığını göstermektedir. Dünya pazarını temel alarak örgütlenmiş,
örümcek ağını andıran bir şubeler ağıyla yeryüzünü kaplamış bankalar vb.
finansal kurumlar, finansal kurumların dışında kalan sanayi, ticaret, hizmet
sektörü, tarım tekellerine krediler vererek, iştiraklar sistemi yoluyla,
birleşme ve satın alma operasyonlarına katılarak bir bütün üretim ve dolaşım
sistemindeki yerlerini pekiştiriyorlar. Çok uluslu kaynaşmalarla finansal
sektör yeniden yapılandırılırken esnek uzmanlaşma yoluyla mali soygun
şirazesinden çıkmış bulunuyor. Yeni tip birikim stratejisi olan esnek birikim
mali tekellere, bankalara daha fütursuzca vb. yön veriyor.
Emperyalist kapitalizmin yönettiği dünya
ekonomisindeki malileşme eğiliminin
en geniş anlamda temeli ve ana nedeni, kapitalist üretim biçiminin
tarihsel bakımdan ömrünü doldurmuş olmasıdır. Bir başka ifadeyle, kabına
sığmayan toplumsal üretici güçlerle, kapitalist üretim ilişkileri arasındaki
uzlaşmaz karşıtlığın alabildiğine keskinleşmiş; kapitalist mülk edinme
biçiminin toplumsal üretici güçlerin özgürce gelişimine müthiş bir şekilde
pranga vurmuş olmasıdır. Bu çelişki, bütün gücüyle çözümünü dayatıyor. Çözümü
geciktiği oranda da emperyalizmin çürümesi, can çekişmesi uzuyor. Çelişkinin
çözümünün proleter devrimin zaferinde yattığı ise kesindir.
Kapitalist üretim biçiminin gelişimi sermayenin organik bileşimini
yükseltir. Sermayenin organik bileşimindeki yükselme, başlangıçta diğerlerinden
daha önce bunu başaran kapitalistlerin kâr oranlarını yükseltse de, kaçınılmaz
bir biçimde kendi karşıtına dönüşerek ilerleyen süreçte genel kâr oranlarının eğilimli
düşmesine yol açar. Kâr oranlarının eğilimli düşmesi yasası, kapitalist üretim
biçiminin nesnel hareket yasalarından birisidir. Bu yasa kapitalizmin içsel
uzlaşmaz çelişkisini, tarihsel
sınırlarını da ortaya koyar/sergiler. (Sermayenin organik bileşimindeki
yükselme, 50'ler sonrasının çarpıcı olgularından birisidir. Tekelci
kapitalizmin uluslararası tekeller tarafından yönetilmeye başlanmasıyla
birlikte bu olgu daha çarpıcı biçim ve düzeyler kazanmıştır.)
Sınai kâr oranlarındaki düşüş, sanayi
sektörüne sermaye yatırımını cazip olmaktan çıkarmakta, bu alanda oluşan
sermaye fazlası spekülatif alana akmaktadır. Kapitalist üretim biçimiyle,
emperyalist dünya sisteminin gerçekleriyle bağlı olan “sermaye fazlası” olgusu, insanlığın üretken kaynaklarının sırf
kapitalistlere yeterli kar getirmediği için asalak alanlara akıtılması anlamına
gelir ve bu, kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçleri boğan bir
cendereye dönüşmüş olduğunun da en çarpıcı göstergelerinden birisidir.
Emperyalist ülkelerden sermaye ihracının sırrı işte burada (“sermaye fazlası”) yatmaktadır. Ama öteki şeylerin yanı sıra,
emperyalist sermaye ihracı, bağımlı ülkelerden kapitalist merkezlere kaynak
transferi, artı-değer ve kar transferi işlevini yerine getirerek sermaye
birikimini de yoğunlaştırır. 1945-1975 arası uygulanan eski kapitalist birikim
tarzının tasfiyesi ile (kapitalist ekonomilerin “liberalizasyonu” ile) yapılan
temel şey, bütün ekonomilerin kapılarının emperyalist sermayenin özgürce,
kuralsızca giriş çıkışına elverişli hale getirilmesi olmuştur.
İşte emperyalist metropollerde aşırı
birikmiş, yüksek kâr oranları arayışı içerisinde olan sermaye, yukarıdaki nedenle
bağlı olarak ekonomileri malileştiriyor, kendisi malileşiyor, birikimini daha
ziyade artan oranda örgütlü spekülasyon ve kumarla kazanıyor, değersizleşerek
çökme tehlikesini böylece önlüyor, önlemeye çalışıyor. Kuşkusuz ki,
“küreselleşme” de kapitalist emperyalizmin onulmaz yaralarına çare olamamıştır.
Son dünya finansal ve ekonomik krizlerinin patlak vermesinden de görülebileceği
gibi, kapitalizm var oldukça hem finansal krizler hem de genel ekonomik krizler
kaçınılmazdır; dahası, bu krizler, “küreselleşme” ile küreselleşerek daha derin
ve kapsamlı yıkımlara da yol açmaktadır…
Emperyalist ekonomilerin giderek artan
oranda malileşmesinin bir nedeni de,
emperyalist ekonomilerin düşük büyüme oranlarından, kronik durgunluk eğiliminden kurtulamaması veya çıkamamasıdır. Kronik kapasite kullanımı eksikliği,
kronik işsizlik, kronik durgunluk, kronik sermaye fazlası, adeta kronik yapısal
bunalım ile ekonomilerin malileşmesi birbirini bütünlüyor/tamamlıyor.
Emperyalizm tarihinin en yüksek noktasına
çıkmış olan sermaye ihracı, sermaye
ihraç eden ülkelerdeki durgunluğun, düşük
büyüme oranlarının bir diğer temel nedenidir.
Maddi üretim sektörlerinde düşen kâr
oranlarının sermayeyi mali piyasalara yönlendirmiş olması, metropollerdeki kronik
durgunluk eğiliminin, düşen ve düşük ve istikrarsız büyüme oranlarının bir
diğer temel nedenidir.
Bu olgular, hem emperyalist merkezlerde
hem de küresel çapta dünya ekonomilerinin büyüme ve gelişme hızını
istikrarsızlaştırmakta, zayıflatmakta; finansallaşmayı yoğunlaştırmakta, rantiyeciliği,
tefeciliği yükselen değer yapmakta; durgunluğu büyütmekte, kronikleştirmekte,
gerek kapitalist devir, gerekse de ekonomik kriz devresi/döngüsü üzerinde
derin etkiler ve değişiklikler
yaratmaktadır.
Kapitalist üretim biçiminin maddi temelini para-sermaye değil,
kapitalist meta üretimi oluşturur. Kapitalizmde meta üretimi, genel ve
egemen hale gelir. Kapitalist üretim pazar
için üretimdir. Her iktisadi-toplumsal formasyonun bir maddi temeli vardır. Kapitalizmde bu temel; metadır, meta üretimidir. Kapitalizmde para sermaye üretiminin de maddi temelini
kapitalist üretim oluşturur. Kapitalist üretim tarzının doğuş ve gelişme
süreci P-M-P' hareketinin, bu temele bağlı olarak, kapitalist
para sermayenin de (P-P' hareketinin) doğuş ve gelişme sürecidir. Böyle bir
maddi temel olmaksızın, kapitalist para sermayeden ve P-P' hareketinden de
bahsedilemez.
Emperyalizmin doğuşundan (20. asrın başı)
sonra bugün, üretim çok daha yüksek bir düzeyde toplumsallaşmıştır. Tarihte
görülmemiş ölçekte toplumsal zenginlik de birikmiştir. Bilim ve teknoloji kendi tarihi gelişiminin
doruklarına çıkmıştır. Ve bugün insanlık, adım başında çözebilecek durumda
olduğu sorunlarla, kapitalizmin yarattığı devasa sorunlarla yüz yüze.
Kapitalizm bu sorunların çözümünü engelliyor. Çünkü artan toplumsal zenginlik,
gelişen bilim ve teknoloji, artan bir hızla ve oranda bir avuç azınlığın
ellerinde birikiyor. Çünkü temel üretim araçları, üretim toplumsal
yapıldığı/olduğu halde bir avuç kapitalistin elinde bulunmaktadır. Bir tarafta
dağ gibi zenginlik, servet, lüks, refah birikirken, diğer tarafta yoksulluk,
sefalet, açlık, işsizlik, fiziksel ve ahlaki çöküş, doğanın yıkımı sınırsız ve
dizginsiz bir deryaya dönüşmüş bulunuyor. Bir avuç zenginin elinde toplumsal
zenginliğin birikmesi, diğer uçta yoksulluğun birikmesinin nedenidir. Ve bu
gelişme yasası, kapitalizmin mutlak
ve genel yasası olarak, bugün, uluslararası
tekelci kapitalizm kesitinde gücünü çarpıcı biçimlerde ortaya koymaktadır.
Yukarıda, kapitalist üretim biçiminin
temelinin para sermaye olmadığını vurguladık. Kapitalist sermaye, ödenmemiş
emekten oluşur. Artı-değer gaspı kapitalist sermaye birikiminin ana kaynağıdır.
Dolayısıyla sermaye, birikmiş artı değerdir. Ve artı değer, kapitalist üretim
sürecinde yaratılır, dolaşım aracılığıyla pazarda realize edilir. Demek ki artı-değeri yaratan sektör, para-sermaye
sektörü değil, kapitalist maddi üretim sektörüdür. Kapitalist maddi üretim
sektöründe (P-M-P') yaratılan artı-değer; kârın, faizin, rantın ana kaynağını oluşturur. Artı-değer, burjuvazi
içerisinde kar, faiz, rant olarak dağılır. O halde para sermayenin de kaynağı artı değerdir. Para sermaye artı-değer yaratmaz ama artı-değerden pay alarak, gasp ederek oluşur,
gelişir, semirir. Ve o, maddi üretime akan kısmı hariç, tümüyle tefeci,
rantiyer, asalak karaktere sahiptir. “Ekonomilerin malileşmesi” eğiliminden
hareketle, emperyalizmin finansal emperyalizme dönüştüğü, böylece Lenin’in
emperyalizm teorisinin eskiyip aşıldığı iddiası burjuva liberal tasfiyeci
oportünist bir bakış açısından ibarettir. Aslında bu yaklaşım, kapitalist
üretim tarzının son bulduğu, modern meta üretiminin kapitalizmin maddi temeli
olmaktan çıktığı, artı değer üretiminin son bulduğu gibi saçma bir savunuya
tekabül etmektedir. Artı değer üretmeyen bir kapitalizm teorisinin ise
Marksizm-Leninizm’le, bilimle, tarihsel ve güncel gerçeklerle hiçbir bağı
bulunmamaktadır.
H. OZAN 15/3/2013
* “Pratik için Teorik Merak” adlı
tartışma yayın organına gönderilmiş ama yayınlanmamış olan 3. yazımı sitemde
yayınlıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder