NE KADAR HAZIRIZ?*
Dinci faşist
açık terörcü bir rejim gerçeğiyle karşı karşıyayız. Emperyalizmin işbirlikçisi
Türk egemen sınıfları, tüm çelişki ve çatışmalarına karşın arkasında uluslararası
sermayenin desteğiyle içerde ve dışarıda saldırgan, yayılmacı bir duruşla
politik program ve hedefleri doğrultusunda ayakta kalmaya, ilerlemeye
çalışıyor. Sömürgeci faşist diktatörlüğün başında dinci faşist bir cunta
oturuyor. Faşist diktatörlüğün dinselleştirilmesi, darbe, cunta, iktidarını
kaybetmemek için her türlü saldırganlığı göze almış ve uygulayan bir AKP
iktidarı gerçeği çarpıcı bir şekilde karşımızda duruyor. Devletin ve cuntanın ölüm
makinesi, yalan makinesi 24 saat her saniye çalışıyor. “Ulusalcı” faşistlerle
dinci faşistler “devletin bekası” için topyekün savaşın arkasında birleşmiş
durumda. Düzen ve devlet partileri devlet politikası olarak pratikleştirilen
politikanın ardına dizilmiş… Sürmekte olan topyekün savaşın arkasında ABD’nin,
AB’nin, NATO’nun desteği var. Bu gerçeğin de altı çizilmelidir. Özelde “Büyük”
ya da “Genişletilmiş Ortadoğu”da emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesi
keskinleşerek sürüyor ve faşist diktatörlük bölge ülkeleri, komşu halklar için
de giderek daha büyüyen bir tehdit ve saldırı gücü haline geliyor…
Peki bu tablo
içerisinde/karşısında ne kadar hazırız? Darbe, cunta, topyekün savaş, fiili
olağanüstü hal, sıkıyönetim, savaş hali vb. saptamalarımız politik ve örgütsel
çalışma ve duruşumuza ne kadar yön
veriyor acaba? İç, bölgesel, uluslararası alana dek uzanan son derece karmaşık
çelişkiler girdabında başta Kürt halkı olmak üzere halklarımıza dayatılan
gerici-faşist iç savaş tehdidine, olası bir askeri darbe tehdidine, olası bir
Suriye vb. müdahalesine, tüm bu yıkıcı girişim ve yönelimlere ve sonuçlarına
karşı ne kadar hazırlıklıyız? Bu saldırıları göğüslemeye, proletarya ve
halkları seferber etmeye, pratik-politik
olarak ne kadar hazırlıklıyız? Sözgelimi 7 Haziran seçimlerinin iptal edilmesi
deneyimi, ardı sıra başlatılan topyekün savaş sürecinin deneyimleri bizlere,
devrimci hareketimize ne söylüyor? Ya da Gezi/Haziran ayaklanmasından bu yana
geçen süreç hazırlıklı olduğumuzu mu gösteriyor? Ya da köklü bir şekilde işin
gereklerine sistematik ve bütüncül yöneldiğimizi mi gösteriyor? Sorular
çoğaltılabilir ama gerekmiyor. Fakat hepimizin bu soruları kendisine sorması ve
yanıtlaması gerekiyor. Yurtsever Kürt hareketini dışta tutarsak gerçek tablomuz
nedir?
Gelişen mücadele
ve devrim gelişen karşı devrim demektir. Gelişen devrim daha birleşik ve üst
saldırı biçimleri kullanan bir karşı devrim yaratarak ilerler… 12 Mart, daha da
önemlisi 12 Eylül askeri faşist darbesini hatırlayalım… Ortadoğu çapında
yayılan Kürt ulusal demokratik devrimini, devrimimizi ve ona karşı geliştirilen
saldırıyı düşünelim…
Kuşkusuz ki
çabalar, yönelimler vardır ama söz konusu olan bu değil, söz konusu olan kelimenin
gerçek anlamında bütüncül bir perspektifle pratikte
anlamını bulan ve bulacak olan duruş ve düzeydir… Ajitatif, hamasete dayanan ya
da kağıt üstünde kalan sözlerden, söylemlerden, kararlardan bahsetmiyoruz; ki
“öncülük”, “önderlik” üzerine bol ve boş laf üretmek Türkiye devrimci
hareketinin karakteristik zaaflarından biridir… Her devrimcinin bu gerçekleri
eleştirel sorgulaması, açık, net sorularını sorması, yanıtlarını vermesi
gerekir. Özellikle de şu 12 Eylül askeri faşist darbesi karşısında hazırlıksız
yakalanma deneyimini bir an olsun akıllardan çıkarmamalıyız.
Geniş ölçekli
tasfiyeye uğramış, yaşadığı krizi ve sınıf düşmanının darbeleri altında esasen
tasfiyeciliğin ürünü olarak, göstermelik bir illegal-yasadışı “temel”i bir yana
bırakacak olursak, legalize olmuş; sınıfla, geniş emekçi kitlelerle ciddi bir
bağı olmayan yapılar durumuna düşmüş, hatta kendi kitlesini bile büyük bir
oranda örgütleme yeteneği dahi gösteremeyen bir devrimci hareket gerçeğiyle
karşı karşıya olduğumuzu belirtmemiz acaba çok mu büyük bir haksızlık olacak?!
Peki, buradan
ne çıkar? Tek şey: “Öncülük”, “önderlik” üzerine lafazanlık yapmaktansa hızla
tarihsel ve güncel yapısal zaaflarla hesaplaşmak. Yaratıcı, inisiyatifli,
üretici bir yeniden yapılanmayla, tarihin çağrısına kulak vermek… Şu veya bu
başarının, kazanımların gerçek durumun üstünü örtmesine izin vermemek, bu
zaaflarla da hesaplaşmak gerekir; ki bu karakteristik devrimci hareketimizin
temel zaaflarından biri olageldi daima; bugün de değişen bir şey yok. Devrim ve
sosyalizm davası ve kavgası karşısında “öncülük” vs. adına malını pazarlamaya
çalışan küçük esnaf kurnazlığı ve manipülasyonun sonu daima çürüme ve yenilgidir. Dar pratikçi,
idare-i maslahatçı küçük esnaf kafası ile büyük devrimci ve komünist hedeflere
ulaşmak zaten olanaklı değildir. Ve bu kafa/zihniyet ne yazık ki hala
aşılamamış, kendini sayısız biçimlerde üreten ve etkili olmaya devam eden bir
zihniyet, tarz, gelenek, kültür olarak devrimci ve komünist gelişmenin ana
engellerinden biri olmaya devam etmektedir. Ancak mutlaka aşılması gereken bir durum…
Sona doğru
gelirken vurgulamak isteriz: Legal mevzileri terk etmeden son damlasına kadar
savunurken özellikle sürekliliği
güvence altına alacak, ilke ve esnekliği birleştiren, stratejik ve taktik
gelişme hattının gereksinmelerine yanıt veren, legal ve illegal çalışmayı
ustaca birleştiren, diktatörlüğün teknolojik kontrol ve denetim mekanizmasını
etkisini kıracak ya da olabildiğince etkisizleştirecek illegal ve yasadışı temelin yetkin bir tarzda inşasına
temel bir önem vermek gerekmektedir. Keza “öz
savunma” aygıtının sayısız biçimde kurulması ve geliştirilmesi, güvenlikli çalışma sanatında
yetkinleştirilmesi bugün ve bugünden sonra çok daha ivedi ve zaten gecikilmiş
bir görevdir. Çalışma tarzının her bakımdan, evet, her bakımdan yenilenmesi
gerekiyor. Devrimci ve komünist yenilenme kuşkusuz ki salt bu görevlerle
sınırlanamaz, aksine, o kapsamlı bir sorundur… Biz burada sadece sorunun bazı
acil yanlarına özel olarak dikkat çekmekle yetindik.
İrfan AZADKILIÇ