ÇARPITILAN RAKAMLAR VE RAKAMLARIN DİLİ...
‘’İki ideoloji arasındaki savaş . Bolşevizm'in lanet olası kararı: bu asosyal bir suçtur. Komünizm gelecek için ürkütücü bir tehlikedir... Bu bir yok etme savaşıdır. Olayları bu şekilde görmezsek, düşmanı yine yeneceğiz ama otuz yıl içinde Komünist düşman bize bir kez daha karşı çıkacak. Düşmanımızı korumak için savaşmıyoruz .... Rusya'ya karşı savaş : Bolşevik komiserlerin ve Komünist aydınların yok edilmesi.'’’ (Barbarossa Harekatı başlamadan önce, 30 Mart 1941'de Hitler'in generallerine yaptığı konuşmadan) (Aktaran )
XII
Büyük Temizlik Operasyonu ve Çarpıtılan Tarihsel Gerçekler;
Tarihsel gelişme kendi keyfimize ve mükemmel teorilerimize, ölçütlerimize göre gelişmez. Proletarya da içerisinden geçtiği tarihsel gelişmenin gerçeklerine göre davranmak zorundadır. Proletaryanın teorisi ve pratiği sosyalist inşa sürecinde de yeni deneyimlerle sınanır ve zenginleşerek ilerler. Dolayısıyla proletarya, ancak içerisinde yaşadığı somut tarihsel gelişmenin gereklerine ve gereksinmelerine yanıt vererek yolu açar. Tarihsel-toplumsal gelişmeyi belirleyen ve yön veren ahlaksal ve hümanist değerler ve öğretiler değildir. Aksine ahlaksal gelişmeye yön veren tarihsel ve toplumsal gelişmenin yasalarıdır ve mutlak değişmez bir insan ahlakı da yoktur. İnsani değerler ve ahlaksal değerler her bir tarihsel evrede niteliksel bakımdan yeniden ve yeniden yapılanır. Ve bu yeniden şekillenme egemen sınıfın damgasını taşır. Bu değişmenin temelinde de üretim biçimleri ve üretim tarzlarının tarihsel gelişme ve sıçramaları bulunur. Burjuva hümanist değerler ve ahlak ölçütleriyle tarihi, sözgelimi proletarya diktatörlüğünü ve sosyalist inşayı, ‘’Stalinizm’’i değerlendirmek, doğal ve kaçınılmaz olarak, burjuvazinin ideolojik hegemonyasına tabii olmaya götürür; nitekim tarihsel deneyimin gösterdiği gibi, sayısız ilerici, devrimci akım bu kulvardan sosyal reformizme, tasfiyeciliğe, anti-Stalinizme, burjuva bataklığa sürüklenmiş ve batmıştır. Bu olgu, kapitalist/revizyonist kampın çöküşüyle birlikte açılan tarihsel kesitte kendi doruğuna varmıştır.
Sosyalist inşa sürecine yön veren çelişkilerin çözümü proletarya önderliğinde komünizme dek sürecek olan kesintisiz devrimin görevidir. Ve proletarya bu geçiş sürecinde kendi sınıfsal kimliğine ve amaçlarına, böylece kendi ahlaksal ve moral değerlerine göre davranmak zorundadır. Ki bu sorun romantizmle, ütopizmle, ahlakçılıkla, sınıflar üstü demokrasi ve insan hakları çığırtkanlığıyla çözülmez. Bu olgu, SSCB tarihsel deneyimi tarafından kanıtlanmıştır. Somut tarihsel gelişmenin nesnel gereksinmelerini dikkate alınarak açılan yolu, idealize edilmiş ölçütlerimize, istenebilir gelişme yoluna uygun değil diye reddetmek bilimi, Marksizm-Leninizm’i, sosyalizmi reddetmek demektir. Teorinin temellerini yadsıyarak sözde teoriyi geliştirmek proletarya sosyalizmini burjuva ve küçük burjuva sosyalizmine dönüştürür. Zaaflar var diye bir tarihsel deneyime reddiye çağrısı burjuvazinin çağrısı ve proletaryaya karşı mücadelesinden ibarettir. Kendi krizlerini Marksizm-Leninizm’in krizi olarak lanse edenler, bu temelden koparak sözde yeni açılımlar peşinde koşmakta ve özelde 30’lu yılların mücadelesini sınırsızca çarpıtmaktadırlar. 30’lu yıllar sosyalist inşanın yeni bir evresini, yeni bir dönemecini oluşturmaktaydı. Bu daha önce geçilmemiş yollardan yürümek ve yeni bir sınavdan daha geçmek demekti. Parti ve devletteki niteliksel arınmadan kaçınılmazdı, aksine bir zorunluluktu. Belirlenen politikalar, alınan kapsamlı tedbirler bu bağlamda son derece anlamlıydı. Bunları, ‘’kitle terörü’’, ‘’vahşet’’ vs. olarak değerlendiren ve propaganda edenler en hafif deyişle burjuva yanılsamaların kurbanlarıdır sadece.
Devam edecek olursak;
SBKP (B) MK, 1933 yılında, partiye üyelik alımlarını dondurur. Çünkü partinin üye kitlesi aşırı derecede şişmiştir. Partinin niteliği zayıflamıştır. Partinin oportünist, kariyerist, bürokrat, hain, çıkarcı küçük burjuva unsurlardan arınması gerekmektedir. 1 Aralık 1934’te Kirov Leningrad’da Smolny’de tabancayla alçakça katledilir. Bu cinayet parti için yüksek alarm işlevini görür. “Bu dönemin çok önemli olaylarından biri de, 1933’ten itibaren Parti saflarının tesadüfî ve yabancı unsurlardan temizlenmesi, özellikle Kirov yoldaşın alçakça katlinden sonra Parti üye kayıtlarının dikkatle tahkiki ve eski Parti kartlarının yenilenmesiydi.” (Bkz Stalin ESERLER, C. 15, s. 372) Partinin niteliğinin düşmesine, sağlıksız unsurlarla şişmesine yol açan ve iç ve dış düşmanların daha kolay sızmasına hizmet eden bu duruma son vermek için parti, arınmaya karar verir. “Arkasından 1937 yılına kadar tüm üyelerin yüzde 25’ini oluşturan 800 bin üye partiden atılır, bu adım partinin tam bir temizliğine kadar devam ettirildi.”
Şu veri ve değerlendirmeleri de Ludo Martens’ten aktaralım;
‘’1917'de Partinin 30.000 üyesi vardı. 1921'de neredeyse 600.000 vardı. 1929'da 1.500.000 kişi vardı. 1932'de 2.500.000 idi. Her büyük alım dalgasından sonra, liderlik sıralama yapmak zorunda kaldı. İlk doğrulama kampanyası 1921'de Lenin'in önderliğinde gerçekleştirildi. O anda, kırsal kesimdeki Parti üyelerinin yüzde 45'i, tüm Parti'de yüzde 25'i dışlandı. Bu şimdiye kadar yapılmış en büyük tasfiye kampanyasıydı. Üyelerin dörtte biri en temel kriterleri karşılamadı.
1929'da, üyelerin yüzde 11'i ikinci bir doğrulama kampanyası sırasında Parti'den ayrıldı.
1933'te yeni bir tasfiye oldu. Dört ay süreceği düşünülüyordu. Aslında, iki yıl sürdü. Parti yapıları, kontrol mekanizmaları ve merkezi liderliğin fiili kontrolü o kadar eksikti ki, bir doğrulama kampanyası planlamak ve yürütmek bile mümkün değildi. Sonunda, üyelerin yüzde 18'i ihraç edilecekti.
1932-1933 doğrulama kampanyası sırasında, liderlik, sadece talimatlarının yerine getirilmesini sağlamakta zorlandığını değil, aynı zamanda Partinin kırsal kesimdeki yönetiminin de oldukça yetersiz olduğunu belirtti. Kimin üye olup, kimin olmadığını kimse bilmiyordu. 250.000 kayıp ve çalıntı kart vardı ve 60.000'den fazla boş kart kayboldu.
O sırada durum o kadar kritikti ki, merkezi liderlik, kampanyaya kişisel olarak dahil olmayan bölgesel liderleri sınır dışı (sanırım partiden çıkarma ve sürgüne gönderme olacak-bn) etmekle tehdit etti.’’ (Age., iba.)
Evet, o yıllar ‘’kritik yıllar’’dı. Ortada bir ölüm-kalım mücadelesi vardı. Stalin önderliğindeki partinin dev tarihsel inisiyatifi bu kritik dönemeçte ya yolu açacaktı ya da ezilecekti. Bu temel tarihsel gerçeği yok sayarak yapılan dönem değerlendirmelerinin ve ‘’Temizlik kampanyası’’na dönük eleştirilerin gerici ideolojik saldırılara dönüşmesi kaçınılmazdır. ‘’Stalinist diktatörlük’’ün tarihi değiştiren dev tarihsel atılımlarında dayandığı ana güç, proleter ve emekçi kitlelerdi; en geniş kitlelerin sosyalist inşa içerisine çekilerek yeni dünyanın inşasıydı. Fiziksel terör bütün bir inşa süreci içerisinde tali ve geçici bir yer tutar. SSCB tarihinin sırf teröre, katliamlara, toplama kamplarına, yargısız infazlara, vahşete indirgenmesi emperyalizm ve gericiliğin propagandasıdır. SSCB’de ekonomik, politik, ideolojik ve kültürel devrim onlarca milyonun ileri atılımıyla zafer kazandı. Yoksa iddia edildiği gibi on milyonların yok edilmesiyle değil. Yok edilen burjuvazidir. Bu yok edilişin esası da fiziksel imha değil, burjuvazinin mülksüzleştilmesi eyleminden oluşmaktaydı.
30’lu yıllar son sömürücü sınıf olan kulakların sınıf olarak tasfiye edildiği, küçük meta ekonomisinin yerini modern büyük ölçekli kolektif tarıma bıraktığı, dışarıda emperyalist savaş tehlikesinin yükseldiği ve SSCB etrafında faşist kuşatmanın yoğunlaştığı bir tarih kesitiydi. Stalin önderliğindeki parti ve proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin devasa atılımlarına karşı devrilmiş gericiliğin kalıntıları ve kulaklar ve parti içerisindeki oportünist kliklerin direnişinin uluslararası gericiliğin organik aktif destek ve yönlendirilmesiyle birleşerek ölümüne bir karşı saldırıya geçtiği ve canhıraş direndiği bir tarih kesitiydi. 5. kolun örgütlendiği, gerici teröre başvurduğu bir dönemdi. Karşı-devrimci terörün devrimci terörle (kızıl terör) ezilmesi gerekiyordu. Bu, doğal ve kaçınılmazdı. Nitekim ezildi de; bir yanda kulaklar sınıf olarak tasfiye edildi, öte yandan da parti sağlıksız unsurlardan büyük bir oranda arındı. Ve yeni süreçte alınan tedbirlerden biri de “yeni üyelerin Partiye toptan alınmaması”ydı.
Kirov’un katledilmesinden sonra Politbüro üyesi V.V. Kuibşev, ardından MK üyesi, NKVD Başkanı I. Menzhinski katledilir.
“1935 yılında şiddetli bir mücadele başladı. Mahkeme dosyalarında yüzden fazla üst düzeyde devlet ve parti yöneticisinin suikastlar ve diğer terör olayları aracılığıyla öldürüldükleri ve binin üzerinde sabotaj eylemi kayıtlara geçmiştir.” Parti ve devlet karşı saldırıya geçer ve büyük bir temizlik kampanyası örgütlenir. “Sovyetler Birliği’nde, 1935-38 yılları arasında 140 bin insan mahkemeye çıkartılmıştır. Bunların 40 bini Parti üyesiydi. Diğer bir anlatımla, partiden atılan 800 bin üye içinde her 20 kişiden biri mahkemeye çıkartılmıştır.’’ (Age.)
Devam etmeden hatırlatalım, ne demişti Mahir Sayın, ''Tasfiye partiden çıkarma değil fiziken yok etme anlamına gelmektedir onun (Stalin-bn.)için. '' Bu propaganda gerçeklerden uzak burjuva, sosyal demokrat, Troçkist propagandadan ibarettir. Sayıngiller cephesine yön veren ve suç ortaklığına soyunmalarını sağlayan söz konusu iftiralar, tarih çarpıtıcılığıdır. ‘’Sonradan görmüş’’lerin daha tehlikeli olduğu söylenir, bunda çok ciddi bir hakikat payı vardır. Bunların en derin hayal kırıklığı içerisinde sarıldıkları teoriler, tezler, propagandalar zaten öteden beri burjuvazinin ve yedeğindeki ‘’anti-Stalinist’’ akımların sofralarında yer alan ‘’zengin’’ menüden ibarettir. Sonradan görme/gelme Perestroykacılarımızın ve glasnostçularımızın dünya komünist ve işçi hareketine reddiye yazmalarının, ‘’Kahrolsun insanlıktan nasibini almamış Stalinizm!’’ haykırışları açık bir çözülüş, çürüme, döneklikle belirlenen bir tarihsel gerici eylemin dile gelişidir. Hepsi bu!
“ ‘Stalinist terör dalgasının’ ne kadar yalan olduğunun anlaşılması için, o zamanlar SSCB’de 180 milyon insanın yaşadığını bilmek gerekir. Mahkemeye çıkartılanların nüfusa oranı ancak yüzde 0,6’dır. Öte yandan daha önceleri, sömürücü sınıfın halkın yüzde 3’ünü oluşturduğu, göz önüne alındığı zaman-ki bu yaklaşık 6 milyondur; bu duruşmaların o dönem komploları organize eden, eski sömürücü sınıfa ve onların temsilcilerine karşı yöneldiği, kolayca anlaşılabilir.
“Mahkemeye çıkartılanların yaklaşık yüzde 80’i üst düzeyde parti, devlet ve Kızıl Ordu yöneticileriydi, yine 2 bini Sovyet Cumhuriyetleri’nde üst düzey yetkililerdi.” (Stalin Üzerine Gerçekler, Hazırlayan: Alman Komünist Partisi (Marksist-Leninist), s. 40, Yediveren Yay.) 36-38 arası üç büyük davada ve bir de Kızıl Ordu’nun başında olan ve yargılanan Tuhaçevsky’i olmak üzere (Tuhaçevsky’in davası askeri mahkemede görülmüş ve kamuoyuna kapalı yapılan tek dava olmuştur) dört büyük mahkemede alınan karar gereği, “66 sanıktan 50’si kurşuna dizilmeye mahkum edilmiş, diğerleri ise ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlar”dır. (Age., s. 41)
Bir de Y. Jukov’u dinleyelim:
“Hatırlayalım, Yejov’un Haziran plenumunda açıkladığı verilere göre, Mayıs 1936 itibariyle, sadece dört yıllık tasfiyeler ve parti üyelik kartı değiştirme sürecinde partiden 200 bin kişi ihraç edilmişti. Malenkov ise, MK değerlendirme toplantısında farklı bir rakam vermişti. 306 bin. Başka bir deyişle, 2 milyonun biraz üzerinde üye ve aday üyeden oluşan parti, yüzde 10-15 düzeyinde ‘temizlenmişti’ ve ihraçların çoğu, tüzük ihlali gibi salt formalite sayılabilecek nedenlerle ilgiliydi; üyelik aidatlarının zamanında ödenmeyişi, ‘pasiflik’, yani toplantılara ve etkinliklere katılmama. Burada asıl ilginç olan rakam, ihraç edilmiş 306 bin kişi arasında yer alan ve sıradan nedenlerle partiden atılmış ilçe düzeyindeki sekreter sayısıydı: 1.610
“İhraç edilen 306 bin kişi içinde, ciddi, yani açıkça siyasi nedenlerle ‘temizlenmiş’ olanlarla ilgili veriler şöyledir: ‘casuslar ve yardakçıları’: 50 kişi; ‘Troçkistler ve Zinovyevciler’: 306 kişi; ‘düzenbazlar ve sahtekarlar’: 723 kişi; kökenlerini veya geçmişlerini gizli tutan eski Beyaz Ordu mensupları ve kulaklar: 1.666 kişi. Fakat bu gayet doğal oranlar, Haziran plenumunun hemen ardından, yani yeni anayasa tasarısı yayınlandıktan sonra, açıkça fark edilir şekilde değişmeye başladı. Sonraki iki buçuk ay içinde, partiden atılan ‘sol’cuların sayısı aniden yirmi misli arttı ve 6.844’e yükseldi. Lakin bu ani artış bununla da bitmedi. Eylül sonu itibari ile, ‘talimat’ onaylandığı sırada, ihraç edilen Trotskiyciler ve Zinovyevcilerin sayısı artık 9.602’ye yükselmişti.” ( age., s. 265-66)
Tablonun bir bölümü bu. Burjuva ve Troçkist propaganda ve ideolojik saldırıların sahte niteliği açık.
Söz konusu olan ‘’kitle terörü’’, ‘’halka terör’’ değil, burjuvaziye ve temsilcilerine dönük politik bir kampanyadır. Söz konusu mahkemeler ise, özellikle partiye, devlete, ekonomi yönetimlerine sızmış anti-komünist öğelerin, 5. kolun tasfiyesidir. Anti-Stalinist Georg Fülberth de ‘’Terör, 1936’dan 1939’a kadar SBKP’ye de yöneldi’’ (Büyük Deneme, Komünist Hareketin ve Sosyalist Devletlerin Tarihi, s.104, Doruk Yayınları) derken bu gerçeği bir bakıma onaylar. Bu harekat, tümüyle meşru ve yasal bir harekattı. Proletarya diktatörlüğü proletaryanın örgütlenmiş zorudur ve bu zor, devrilmiş gericiliğe, emperyalizm işbirlikçilerine, 5. kola dönük diktatörlüktür. Lenin’in dediği gibi, demokrasi, adalet proletarya içindir, sosyalizmde burjuvaziye ve kalıntılarına karşı demokrasi değil, diktatörlük uygulanır. Lenin’in arkasına gizlenerek Stalin önderliğine saldıranlar gerçekte iki yüzlü bir manevra yapmaktadırlar. Burjuvazi ve kızıl maskeli karşı devrimciler de içerisinde olmak üzere demokrasi, insan hakları, adalet çiğneniyor derken toplumun onda dokuzu için geçerli demokrasiden onda birine uygulanan diktatörlükten bahsetmektedirler. Bu gerçek ters yüz edilerek burjuva çıkarlar ve politika ışığında sosyalist sistem ve devlet zorbalık ve kanlı diktatörlük ilan edilmektedir. Bu dil, burjuvazinin dilidir. Troçkist-Zinoyevci merkez, Buharinci merkez, ‘’birleşik muhalefet’’in ortak merkezi, emperyalist dünya, Troçkizm bundan dolayıdır ki, Marksizm-Leninizm’e, ‘’Stalinizm’’e saldırıyor, kapkara bir tablo çiziyor. Sonradan hidayete erişenler de burjuva ideolojik saldırıları ‘’olgunlaşma’’, ‘’tarihten ders çıkarma’’, ‘’21. yüzyılın Marksizmini inşa etme’’, ‘’yeniden yapılanma’’ vs. adı altında pazarlamaktadır.
Yazı dizimiz boyunca ortaya koyduğumuz veriler ve gerçekler, burjuva ve Troçkist, Kruşçevci, post-Marksist propagandanın ikiyüzlülüğünü yeterince ortaya koymaktadır. Partiden tasfiye edilenlerin büyük bölümü üyeliğin gereklerini yerine getirmedikleri için tasfiye edilmiştir. Tutuklanan ve mahkum edilenlerin, hapishane ve toplama kamplarına gönderilenlerin büyük çoğunluğunu ise adli suçlulardı, oysa burjuvazi ve bağlaşıkları adli (hırsızlık, dolandırıcılık, cinsel saldırı vbg.) suçluluları da ‘’siyasi mahkum’’ statüsünde göstererek bile bile manipülasyon yapmaktadır. Üstelik gerçek rakamları yok sayarak, şişirme rakamlarla anti-komünist propagandayı geliştirmektedir. Üstelik sosyalist cezalar da (kurşuna dizme hariç) ağır cezalar değildi. Getty’in, Hobswan’ın, Furr’un ve başka yazarların çalışmalarında bu olgu anlatılmaktadır. 1917-1953 arası dönemde kurşuna dizilenler ise, en ağır adli ve siyasi suçları işlemiş dar bir kesimdir. Ki idam cezaları çoğu zaman uygulanmamıştır. İdam cezaları görece hafif ya da farklı cezalara çevrilmiştir. Mahkumlar yok edilmek için değil, eğitim ve üretici çalışmayı birleştiren ve yeniden kazanma hedefiyle bağlı olarak hapishanelere, toplama kamplarına gönderilmiştir. Hapishanelerde olan mahkumlar sayısız sosyal haktan yararlanmaya devam etmiştir.
Sosyalist inşa sürecinde olağanüstü dönemlerde devletin, yürütme organının olağanüstü yasalar çıkarması ve uygulaması doğaldır. Burjuvazi, Troçkistler, burjuva revizyonistler burjuva devletlere bu ‘’hak’’kı tanırken, iş sosyalist devlete, Stalin’e gelince bu hak ve uygulamayı ‘’zorbalık’’, ‘’kitle terörü’’ vs. ilan etmektedirler.
Konu babında bir kaç veri ve değerlendirmeyi daha aktarmak yararlı olacaktır.
J. Arch Getty, (Bolşevikleri, SSCB ve Stalin'i değerlendirmesine temel oluşturan ''Geleneğin Ayak Direyişi'' bağlamında yaptığı anti-bilimsel değerlendirmeleri geçiyoruz) konu babında şunları söyler;
''Bu noktadan başlayıp 1938 sonunda bitmek üzere, Sovyet gizli polisi sıradan yurttaşlara karşı bir kitle terörü yürüttü. Bu kitle operasyonu, 1937-1938 Büyük Temizlik sürecindeki idamların yaklaşık yarısını oluşturdu. Kasım 1938'de sona erdiği döneme kadar, 767.798 kişi troykalarca alelacele yargılandı; içlerinde 386. 798'i idama, geri kalanlarıysa GULAG kamplarında hapse mahkum edildi. Süreç, barbarca nitelik ve ölçüde (bizzat Stalin'ce onaylanmış) fiziksel işkencelere, üretilmiş komplolara, sahte suçlamalara ve kitlesel idamlara tanık oldu. Aslında, 1937-1938 operasyonu, kanlı 20. yüzyılın büyük katliamları arasında sayılmalıdır.'' (Stalinizm Hükmederken, Bolşevikler, Boyarlar ve Geleneğin Ayak Direyişi, s. İletişim)
Hep aynı terane, neymiş ''Stalin ve Stalinizm'' ''20. yüzyılın büyük katliamları''ndan birisini yapmış! Var mı burada nesnellik, bilimsellik kriterleri? Var mı burada tarihsel bağlam? Var mı burada kapitalizm ve sosyalizm arasında iç ve uluslararası arenada süren sert ve karmaşık mücadele gerçeği? Var mı burada somut şartların somut tahliline dayanan sınıf bakış açısı? Yok! Sorun ‘’Stalinizm’’ olunca atış serbesttir. Ah şu Stalin olmasaydı, ah şu kör olası ''Stalinizm'' olmasaydı, ah keşke şu sosyalizm olmasaydı, işte o zaman dünya gül gibi geçinip gidecekti...
Bu söylemine karşın, Getty'in kitabı ve incelemeleri, bazı bakımlardan sorunları anlamak için incelenmeye değer kitaplardandır. Yorumları bir yana Getty, ‘’Stalin Anayasası’’ sürecinde Stalin’in demokratikleşme mücadelesine dair önemli veriler de ortaya koymaktadır. Anayasa üzerine süren sert mücadele parti ve devlet içerisinde sürmekte olan sınıf mücadelesinin bir yansıması ve sosyalist demokrasiden sapmalara karşı Stalin önderliğindeki Bolşevik çekirdeğin mücadelesinin net kanıtıdır. Stalin ve Bolşevik çekirdeğin yaptığı ve yapmak istediği şey, somut koşullara bağlı olarak sosyalist demokrasiyi geliştirme mücadelesiydi, yoksa bazı çevrelerin göstermek istediği gibi ne burjuva parlamentarizme dönüş ne de şeytan Stalin’in ‘’Batıya mesaj vermek için geliştirdiği taktik manevra’’ydı.
Furr, Getty’in, son kitabında, üzerinde sınırsız demagoji ve manipülasyon aracı olarak kullanılan şu ‘’kota’’ meselesi hakkında bir gerçeği vurguladığını açıklıyor.
“[Sovyet tarihi] alanının gizemlerinden biri de, ‘limit’ kelimesinin, nasıl olup da sürekli olarak doldurulması gereken ‘kota’ şeklinde çevrildiğidir” (Getty, 2013b, 340 n. 109).
'Limit' kavramını sürekli ‘kota’ olarak çevirenlerden biri Oleg Khevniuk, diğeri ise Timothy Snyder’dır. Öyle görünüyor ki, anti-komünist yazarlar Stalin’i onursuz ve zalim göstermek için ‘kota’lara başvurmuşlardır.'' (Aktaran G. Furr,
O dönem belirlenen şey, kota değil, limittir. Limit, ''bir şeyin nicelik yönünden ulaşabileceği en son sınır, nokta ya da yer.''dir. (TDK Sözlük) Bu limitler aşırılıkların önüne geçmek, sınırların keyfi olarak aşılmasını önlemek için belirlenmiştir. Bu limitler, ortaya çıkan keyfiliklerin görülmesi; yerel bürokrasiyi ve keza toplumsal hoşnutsuzluğu kışkırtarak hazırlanmakta olan askeri darbeye toplumsal-siyasal destek oluşturmak için geliştirilen tasfiye eylemlerine sınır çekmek, açığa çıkarmayı kolaylaştırmak ve dizginlemek için kararlaştırılmıştır. Limit doldurulması gereken kota değil, içerisinde kalınması, aşılmaması, doldurulmasının zorunlu olmadığı en üst sınırdır. Şunu unutmamak gerekir ki, parti ve devletin karşı-devrimci öğeler, kategoriler hakkında tahmini bir düşüncesi vardı ve ortaya çıkan yeni verilerle her bir aşamada durum değerlendirilmesi yapılarak sorunlar çözülüyordu. Öyle iddia edildiği gibi herkes karşı devrimci, ''vatan haini'' görülmüyordu. ''Kota''yı doldurmayanlar kurşuna falan dizilmiyordu. Aksine aşırı tutuklamalar hemen dikkat çekiyor ve özel soruşturmalarla anormalliklerin önüne geçiliyordu. Kızıl terörün hedefi kara terördü ve kara terörü (beyaz terörü) uygulayan organik yapılardı. Tekrar hatırlatalım, “1935 yılında şiddetli bir mücadele başladı. Mahkeme dosyalarında yüzden fazla üst düzeyde devlet ve parti yöneticisinin suikastlar ve diğer terör olayları aracılığıyla öldürüldükleri ve binin üzerinde sabotaj eylemi kayıtlara geçmiştir.” Açık ki bu mahkemelerin ve kızıl terörün hedefinde karşı devrimci eylemleri örgütleyen organik yapılar ve kadroları vardı. Aslında parti ve devletin, kapsamlı sızmalar ve sobataj eylemlerinin ve arkasındaki kuvvetlerin üzerine gecikmeli olarak gittiği de söylenebilir.
İnanacak olursak, ortada bir şey yokken ''sapık'' Stalin ve partisi ''kanlı kitle terörü'' uygulamıştır. Oysa gerçekler bambaşkadır. Proletarya diktatörlüğünü zayıflatmak, giderek yıkmak için çok kapsamlı operasyonların yürütüldüğü açığa çıkmıştır. SBKP Tarihi, bu bakımdan da tabloyu çarpıcı bir tarzda ortaya koymuştur. Lenin, “işçi demokrasisi, burjuva demokrasisinden milyon kez demokratiktir,” derken, bu demokrasinin burjuvaziye, devrilmiş gericiliğe, 5. kola özgürlük değil, diktatörlük olacağını açıkça vurgulamıştı. Dolayısıyla burjuva partilere ve proletarya diktatörlüğüne baş kaldıranlara demokrasi değil diktatörlük uygulanır. Hitler'in ''Rusya'ya karşı savaş : Bolşevik komiserlerin ve Komünist aydınların yok edilmesi.’’ stratejisi ile Troçkistlerin ''Stalinist liderleri, Stalinist diktatörlüğü yok etmek'', ''Stalinist partiyi ve bürokrasiyi yıkmak'' stratejisi aynı stratejinin iki yanıdır ve aynı hedefte birleşmektedir. Biliniyor, Nazizm SSCB'yi ve Stalin önderliğindeki iktidarı yıkmak için her aracı kullanarak savaşmıştır. ''Stalinizm''i ''politik devrim''le yıkmayı belirleyen Troçkizm vbg. akımlar da her türlü araç ve mücadele biçimiyle tümüyle gerici bir yıkıcı mücadele yürütmüştür. İkisinin de hedefi ve politikası komünizm/Bolşevizm/''Stalinizm''dir. Sorun bu kadar nettir. “Bolşevizm faşizmin doğal müttefikidir” diyen emperyalist propaganda ile ''Stalinizm faşizmin müttefikidir'', ''faşizm Nazizmin ikiz kardeşidir'' diyen Troçkist ve anarşist propaganda ikiz kardeştir. ''Stalinizm'' faşizmi ezerken Troçkizm ''Stalinist bürokratik totaliter'' devlet karşısında ezilmiş ve yenilmiştir. Yani hem faşizmi, hem de Troçkizmi ezen ve yenilgiye uğratan Stalin önderliğindeki sosyalizm ve devlettir.
Dünya burjuvazisi gibi faşizm de Troçki de hedeflerine ulaşmak bir yana, proleter ideoloji ve demir yumruk altında ezilmiştir. Yani bir kez daha sorun bu kadar nettir. Kulak sınıfının direnişiyle de bunun için birleşilmiştir. 5. kol bu amaçla örgütlenmiştir. Lenin, devrilmiş gericilik kaybettiği cenneti geri almak için bin kez daha büyük bir hırsla, enerjiyle proletarya diktatörlüğünü yıkmak için mücadele edecektir derken, bu sözleri şaka olsun diye söylememişti. SSCB'nin tarihsel deneyimi bu gerçeği çarpıcı biçimde ortaya çıkardı. Yani sorun Stalin'in gaddarlığı, kan dökmekten zevk alması, kişisel intikam peşinde koşması, temelsiz komplolar düzenlemesi vs. falan değildi. Gerçek tabloyu kavramaya hizmet edeceği için, Ludo Martinez'in kitabında genişçe aktarımlar yaptığı (ki bu tanıklık değişik yazarların kitaplarında da yer almaktadır) ABD'li mühendis Littlepage'nin ve diğer Amerikalı mühendis John Scott'ın açıklamalarını sabırla okuyalım;
‘’Elbette birçok burjuva yazar, sistematik sabotaj suçlamalarının tamamen uydurulmuş olduğunu, bunların tek rolü siyasi muhalifleri ortadan kaldırmak olan komplolar olduğunu iddia etti. Ancak 1928 ile 1937 yılları arasında çoğu sabote edilmiş Ural ve Sibirya madenlerinde lider kadro olarak çalışan bir ABD'li mühendis vardı. Bu apolitik teknisyen John Littlepage'in tanıklığı birçok açıdan ilginçtir.
Littlepage , 1928'de Sovyet madenlerine varır varmaz, Sovyet rejiminin düşmanları tarafından tercih edilen mücadele yöntemi olan endüstriyel sabotajın kapsamının nasıl farkına vardığını anlattı. Bu nedenle Bolşevik liderliğe karşı savaşan geniş bir üs vardı ve eğer bazı iyi konumlanmış Parti kadroları sabotajcıları cesaretlendiriyor ya da basitçe koruyorsa, rejimi ciddi şekilde zayıflatabilirlerdi. İşte Littlepage'in açıklaması.
“ ‘1928'de bir gün Kochbar altın madenlerinde bir elektrik santraline girdim. Yanından geçerken elimdekini büyük bir dizel motorun ana yataklarından birine düşürdüm ve yağda kumlu bir şey hissettim. Motoru hemen durdurdum ve petrol rezervuarından oraya ancak tasarım gereği yerleştirilebilecek yaklaşık iki pint kuvars kumu çıkardık. Kochkar'daki yeni öğütme tesislerinde birkaç kez daha, hız düşürücü gibi ekipmanların içinde, tamamen kapalı olan ve yalnızca el kapakları çıkarılarak ulaşılabilen kum bulduk.
“Bu tür küçük endüstriyel sabotajlar Sovyet endüstrisinin tüm dallarında o kadar yaygındı ki, Rus mühendisler bu konuda çok az şey yapabilirler ve ilk karşılaştığımda kendi endişeme şaşırdılar...
"Bana soruldu, neden bu betimlemenin sabote edilmesi Sovyet Rusya'da bu kadar yaygın ve diğer ülkelerin çoğunda bu kadar nadirdir? Rusların endüstriyel yıkım için tuhaf bir eğilimi var mı?
“Bu tür soruları soran insanlar, Rusya'daki yetkililerin bir dizi açık ya da örtülü iç savaşla savaştığını ve halen devam ettiğini fark etmemişler. Başlangıçta, Çarlık rejiminin aristokrasisine, bankerlerine, toprak sahiplerine ve tüccarlarına karşı savaştılar ve onları mülksüzleştirdiler…
“Elbette her şey onların iyiliği için, diyor komünistler. Ancak bu insanların çoğu olayları bu şekilde göremiyor ve Devlet endüstrilerinde çalışmaya geri döndükten sonra bile Komünistlerin ve onların fikirlerinin acımasız düşmanları olarak kalmaya devam ediyor. Bu gruplardan, komünistlerden o kadar hoşlanmayan, ellerinden gelse işletmelerinden herhangi birine seve seve zarar verecek kadar çok sayıda hoşnutsuz işçi çıktı.'
John D. Littlepage ve Demaree Bess, Sovyet Altınının Peşinde (Londra: George E. Harrap & Co., 1939), s. 188-189. ‘’
‘’Urallarda
sabotaj
Littlepage , Ural bölgesindeki Kalata madenlerinde çalışırken, mühendisler ve Parti kadroları tarafından kasıtlı sabotajlarla karşı karşıya kaldı. Bu eylemlerin Bolşevik rejimini zayıflatmak için kasıtlı bir girişim olduğu ve bu tür bariz sabotajların ancak Ural Bölgesi'ndeki en yüksek yetkililerin onayı ile gerçekleşebileceği ona açıktı. İşte onun önemli özeti:
`Koşulların, o zamanlar Rusya'nın en umut verici maden üretim bölgesi olan ve üretim için mevcut fonların aslan payı için seçilmiş olan Ural Dağı bölgesindeki bakır madenlerinde özellikle kötü olduğu bildirildi. Bu alanda kullanılmak üzere düzinelerce Amerikalı maden mühendisi görevlendirilmiş ve aynı şekilde yüzlerce Amerikalı ustabaşı da eğitim amacıyla madenlere ve değirmenlere getirilmişti. Urallardaki büyük bakır madenlerinin her birine dört ya da beş Amerikalı maden mühendisi ve aynı zamanda Amerikalı metalürjistler atanmıştı.
“Bu adamların hepsi özenle seçilmişti; Amerika Birleşik Devletleri'nde mükemmel kayıtları vardı. Ancak, çok az istisna dışında, Rusya'da elde ettikleri sonuçlarda hayal kırıklığı yarattılar. Serebrovsky'ye altının yanı sıra bakır ve kurşun madenlerinin kontrolü verildiğinde, bu ithal edilen uzmanların neden gerektiği gibi üretim yapmadıklarını öğrenmek istedi; ve Ocak 1931'de beni bir Amerikalı metalürjist ve bir Rus Komünist yöneticiyle birlikte Ural madenlerindeki koşulları araştırmak ve neyin yanlış olduğunu ve nasıl düzeltileceğini bulmaya çalışmak için gönderdi ....
“Her şeyden önce, Amerikalı mühendislerin ve metalürjistlerin hiçbir şekilde işbirliği yapmadıklarını keşfettik; onlara yetkin tercümanlar sağlamak için hiçbir girişimde bulunulmamıştı .... Atandıkları mülkleri dikkatlice araştırdılar ve uygulandıkları takdirde hemen yararlı olabilecek kullanım önerileri hazırladılar. Ama bu tavsiyeler ya hiç Rusçaya çevrilmemişti ya da güvercin yuvalarına saplanıp bir daha asla ortaya çıkmamıştı...
“Kullanılan madencilik yöntemleri o kadar açık ki yanlıştı ki, birinci sınıf bir mühendislik öğrencisi onların hatalarının çoğuna dikkat çekebilirdi. Kontrol edilemeyecek kadar geniş alanlar açılıyor ve uygun kereste ve dolgu yapılmadan cevher çıkartılıyordu. Uygun hazırlıklar tamamlanmadan üretimi hızlandırmak amacıyla en iyi madenlerden bazıları ağır hasar gördü ve bazı cevher kütleleri kurtarılamayacak kadar kaybolmanın eşiğindeydi ....
‘Kalata'da bulduğumuz durumu asla unutmayacağım. Burada, Kuzey Urallarda, altı maden, bir yüzdürme yoğunlaştırıcı ve yüksek ve yankı fırınlı bir izabe tesisinden oluşan Rusya'daki en önemli bakır özelliklerinden biriydi. Çok yüksek maaşlar alan birinci sınıf yedi Amerikalı maden mühendisi bir süre önce bu yere atanmıştı. Bunlardan herhangi biri, kendisine fırsat verilseydi, bu mülkü birkaç hafta içinde iyi çalışır duruma getirebilirdi.
“Ama bizim komisyonumuz geldiğinde, bürokrasiyle tamamen bağlıydılar. Önerileri göz ardı edildi; kendilerine özel bir görev verilmedi; dil bilmedikleri ve yetkin tercümanların eksikliği nedeniyle fikirlerini Rus mühendislerine aktaramadılar .... Kalata'daki madenlerde ve değirmenlerde teknik olarak neyin yanlış olduğunu ve üretimin neden küçük bir parçası olduğunu biliyorlardı. Mevcut ekipman ve personel miktarı ile olması gerekirdi .
`Komisyonumuz Urallardaki bütün büyük bakır madenlerini fiilen ziyaret etti ve onları kapsamlı bir şekilde teftiş etti ....
‘(I) tarif ettiğim içler acısı koşullara rağmen, Sovyet gazetelerinde Ural bakır madenlerindeki 'yıkıcılar' hakkında çok az haber olmuştu. Bu ilginç bir durumdu, çünkü Komünistler o zamanlar sanayideki karışıklığın ve düzensizliğin çoğunu kasıtlı sabotajlara atfetmeye alışmışlardı. Ancak bakır madenlerini kontrol eden Urallardaki komünistler, onlar hakkında şaşırtıcı bir şekilde sessiz kaldılar.
1931 Temmuz'unda, Serebrovsky komisyonumuz tarafından hazırlanan koşullar raporunu inceledikten sonra , bu büyük mülkle bir şeyler yapıp yapamayacağımızı görmek için beni başmühendis olarak Kalata'ya geri göndermeye karar verdi. Benimle birlikte, madencilik konusunda özel bir bilgisi olmayan, ancak tam yetki verilen ve görünüşe göre beni serbest bırakması talimatı verilen bir Rus Komünist yöneticisini gönderdi ....
“Yedi Amerikalı mühendis, bürokrasiyi ortadan kaldırmak ve onlara çalışma şansı vermek için gerçekten yeterli yetkiye sahip olduğumuzu keşfettiklerinde önemli ölçüde aydınlandılar. Amerikan madencilik geleneğinde, işçileriyle birlikte madenlere girdiler. Çok geçmeden işler hızla yoluna girdi ve beş ay içinde üretim yüzde 90 arttı.
Komünist yönetici ciddi bir adamdı; ne yaptığımızı ve nasıl yaptığımızı anlamak için çok uğraştı. Ancak bu madenlerdeki Rus mühendisler, neredeyse istisnasız, somurtkan ve engelleyiciydi. Önerdiğimiz her iyileştirmeye itiraz ettiler. Bu tür şeylere alışık değildim; Çalıştığım altın madenlerindeki Rus mühendisler hiç böyle davranmamışlardı.’’
‘’Kazakistan'da sabotaj
Littlepage bu kadar çok maden bölgesini ziyaret ettiğinden, bu acı sınıf mücadelesinin, endüstriyel sabotajın Sovyetler Birliği'nin her yerinde geliştiğini fark edebildi.
Tasfiye yılı olan 1932 ile 1937 arasında Kazakistan'da gördüklerini işte böyle anlattı.
“İtiraflarına göre, 'soruşturma komisyonu' benimkinden madene dolaşan ve destekçileri sıralayan komploculardan oluşuyordu. Komploya katılmaya ikna edildikten sonra, Ridder'daki mühendisler mayınları yıkmak için benim yazılı talimatlarımı temel aldılar. Benim uyarıda bulunduğum yöntemleri kasten uygulamaya koymuşlardı ve bu şekilde mayınları yıkıma yaklaştırmışlardı.'
age , s. 112--114.
‘Asla siyasi fikirlerin ve yöntemlerin inceliklerini takip etmedim .... (Fakat) Stalin ve arkadaşlarının, huysuz komünist devrimcilerin sahip oldukları en tehlikeli düşmanlar olduğu keşfine uzun zamandır alıştıklarına kesinlikle inanıyorum. ..
“Deneyimlerim, pek çok abartılı ve tuhaf laflardan arındırıldığında, Komünistler arasındaki ‘dışarıların’ ‘içerileri’ devirmek için komplo kurdukları ve yeraltı komplolarına başvurdukları şeklindeki basit iddiaya varan resmi açıklamayı doğrulamaktadır. ve endüstriyel sabotaj, çünkü Sovyet sistemi siyasi bir mücadele yürütmek için tüm meşru araçları boğdu.
“Bu Komünist kan davası o kadar büyük bir olaya dönüştü ki, birçok komünist olmayan buna sürüklendi ve bir tarafı ya da diğerini seçmek zorunda kaldı .... Her türden huysuz küçük insanlar her türlü yeraltı muhalefetini destekleyecek bir ruh halindeydiler. hareket, sadece durdukları gibi şeylerden memnun olmadıkları için.'
Ocak 1937 Davası sırasında, eski Troçkist Pyatakov, endüstriyel sabotajdan sorumlu en yüksek rütbeli kişi olarak mahkum edildi. Aslında Littlepage, Pyatakov'un gizli faaliyetlere karıştığını görme fırsatı buldu . İşte yazdıkları:
`1931 baharında ..., Serebrovsky ... bana o sırada Ağır Sanayi Komiser Yardımcısı olan Yuri Piatakoff yönetiminde büyük bir satın alma komisyonunun Berlin'e yönlendirildiğini söyledi.
Ben ... komisyonla aynı zamanda Berlin'e geldim ....
Diğer şeylerin yanı sıra, komisyon, yüz ila bin beygir gücü arasında değişen birkaç düzine mayın asansörü için teklif vermişti. Normalde bu vinçler, I- veya H-kirişlerden oluşan bir temel üzerine yerleştirilmiş tamburlar, şaftlar, kirişler, dişliler vb.'den oluşur.
Pyatakov, duruşması sırasında mahkemeye şu beyanlarda bulundu:
`1931'de resmi iş için Berlin'deydim .... 1931 yazının ortasında Ivan Nikitich Smirnov Berlin'de bana Troçkistlerin Sovyet hükümetine ve Parti liderliğine karşı mücadelesinin yeni bir güçle yenilendiğini söyledi. --- Smirnov --- Troçki'nin talimatı üzerine ona yeni bir satır veren Troçki'nin oğlu Sedov ile Berlin'de bir röportaj yapmıştı ....
`Smirnov ... Sedov'un beni görmeyi çok istediğini bana iletti ....
“Bu görüşmeyi kabul ettim ....
`Sedov ... bir Troçkist merkezin kurulduğunu ya da zaten oluşturulduğunu söyledi .... Zinovyevcilerle birleşik örgütü yeniden kurma olasılığı duyuluyordu.
Sedov ayrıca Tomsky, Buharin ve Rykov'un şahsında Sağcıların da silahlarını bırakmadıklarını, sadece geçici olarak sakinlediklerini ve onlarla da gerekli bağlantıların kurulması gerektiğini bildiğini söyledi. ....
Sedov , benden tek bir şeyin istendiğini, yani Borsig ve Demag adlı iki Alman firmasına mümkün olduğu kadar çok sipariş vermem gerektiğini ve kendisinin, Sedov'un, onlardan gerekli meblağları almayı, akılda tutarak, onlardan alacağını söyledi. Fiyatlar konusunda özellikle titiz olmayacağım. Bunun deşifre edilmesi halinde, Sovyet siparişlerinde yapılacak fiyatlara yapılacak ilavelerin , karşı-devrimci amaçları için tamamen veya kısmen Troçki'nin eline geçeceği açıktı .'
SSCB Adalet Halk Komiserliği , Anti-Sovyet Troçkist Merkez Davasında Mahkeme İşlemleri Raporu (Moskova, 1937), s. 21–27.
‘Piatakoff'un itirafındaki bu pasaj, bence , 1931'de Berlin'de, Piatakoff'la çalışan Ruslar , mayınlı vinçlerin satın alınmasını onaylamam için beni ikna etmeye çalıştıkları için şüphelerim uyandığında neler olup bittiğinin makul bir açıklamasıdır. sadece çok pahalı olmakla kalmaz, aynı zamanda amaçlanan madenlerde işe yaramaz olurdu. Bu adamların sıradan rüşvetçiler olduğuna inanmakta güçlük çekmiştim... Ama onlar Devrimden önce deneyimli siyasi komploculardı ve sözde amaçları uğruna aynı derecede riskler almışlardı.'
Littlepage ve Bess, op. cit. , P. 102. ‘’
‘’Magnitogorsk'ta sabotaj
Magnitogorsk'ta çalışan başka bir Amerikalı mühendis John Scott da benzer olayları Uralların Arkasında adlı kitabında kaydetmiştir . 1937 Tasfiyesini anlatırken, sorumlu kişilerin ciddi, bazen cezai bir ihmali olduğunu yazdı. Magnitogorsk'taki makineler, işçi olmuş eski kulaklar tarafından kasıtlı olarak sabote edildi. Bir burjuva mühendisi olan Scott , tasfiyeyi şu şekilde analiz etti:
“Magnitogorsk'ta siyasi suçlarla suçlanan ve tutuklanan birçok kişi sadece hırsız, zimmete para geçiren ve hayduttu...”
Scott, op. cit. , P. 184.
Tasfiye, 1937'de Magnitogorsk'u büyük bir güçle vurdu. Binlercesi tutuklandı...
‘Ekim Devrimi, eski aristokrasinin, eski Çarlık ordusunun ve çeşitli Beyaz orduların subaylarının, savaş öncesi devlet memurlarının, her türden iş adamlarının, küçük toprak ağalarının ve kulakların düşmanlığını kazandı. Bütün bu insanların Sovyet iktidarından nefret etmek için yeterli nedenleri vardı, çünkü Sovyet iktidarı onları daha önce sahip oldukları bir şeyden mahrum bırakmıştı. Dahili olarak tehlikeli olmalarının yanı sıra, bu erkekler ve kadınlar, zeki yabancı ajanların birlikte çalışması için potansiyel olarak iyi malzemelerdi ....
`Coğrafi koşullar öyleydi ki, Sovyetler Birliği'nde ne tür bir hükümet iktidarda olursa olsun, Japonya ve İtalya gibi fakir, yoğun nüfuslu ülkeler ve Almanya gibi saldırgan güçler, ajanlarıyla birlikte, ülkeye sızma girişimlerinde her şeyi yapacaklardı. örgütlerini kurmak ve nüfuzlarını savunmak için .... Bu ajanlar tasfiyeleri besledi ....
“Tasfiye sırasında çok sayıda casus, sabotajcı ve beşinci köşe yazarı sürgüne gönderildi veya kurşuna dizildi; ama daha birçok masum erkek ve kadına acı çektirildi.'
age , s. 188-189.’’ (
Devam edelim.
“Sovyetler Birliği’nin Dağılmasının En Temel Nedeni” hakkında yaptığı değerlendirmede Çin Sosyal Bilimler Akademisi Başkan Yardımcısı Li Shenming şunları söyler:
“Karşı devrimcilerin bertaraf edilmesi kampanyasının çapının genişletilmesi son derece talihsiz bir trajediydi. Öte yandan bu kampanyanın kendisi zorunluydu. Batı’da ve eski Sovyetler Birliği’nde Stalin’in dönemde öldürülen kurbanların sayısının 20 milyon, 25 milyon ve hatta 45 milyon olduğunu iddia eden bazı kişilerin kasıtlı abartmalarına karşı uyanık olmalıyız. Zira Kruşçev tarafından hazırlattırılan ve İçişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen rapor taslağına göre 1921 ila 1938 arasında karşı-devrimci suçlar nedeniyle ölüm cezasına çarptırılan toplam sayısı 640.000 idi. (Wu 2007, 120)
“KGB’nin 1990 yılında yayınladığı istatistiklere göre 3.77 milyon kişi siyasi nedenlerle mahkum olmuş, bunlardan 780.000’i ölüm cezasına çarptırılmıştı (Wu 2007, 117-21). Yeltsin tarafından imzalanan ‘Politik Baskıların Kurbanlarının İtibarlarının İadesi’ Yasasının kriterlerine göre dahi bunların önemli bir bölümü haksız değildi, dolayısıyla itibarlarının iadesi yapılmamıştır. (Wu 2007, 176).” (Çevirisi Cem Kızıler tarafından yapılmış SBKP Dosyası, ‘Önsöz’ünden)
SBKP eski başkanı Oleg Shenin’in, Brüksel’de 2-4 Mayıs 2007 tarihinde yapılan uluslararası bir toplantıya sunduğu metin/yaptığı konuşmadan ilgili bölümü de aşağıya aktarıyoruz:
“VII.3 Kruşcevden başlayıp Gorbaceve kadar giden afaki anti-Sovyet propagandada ‘baskı ve yıldırmalar’ temaları kullanılmaktaydı. Bu propaganda gerçekte 1920ler ve 30’ larda parti içinde faal olan anti-Leninist grupların aklanmasına yol açtı; bu gruplar sonunda terör yöntemleri kullanmaktan vazgeçmiş ve ideolojik mücadele yöntemleri ile sistemi aşındırma yolunu seçmişlerdi . Bu propaganda aynı zamanda Devrimden hemen sonra Beyaz teröre karışmış insanların aklanmasına da yol açmıştı. Bu sözde eleştiri kampanyası sadece resmen belgelenen rakamlar göre 1918-21 arasında 17 kat daha fazla kurbanlar verilmesine yol açmış olan beyaz terör ile kızıl terörü aynı kefeye koyuyordu. Doğrular ile yanlışlar bilinçli olarak birbirine karışıtırılıyordu .
“Çok iyi bilinen olgular genel kamuoyundan gizleniyordu: 1921 ila 1954 arasında Alman faşist saldırısında ve beyaz terör ve dış müdahale güçleri dahil olmak üzere tüm yargı cezasına çarptırılanlar 3.8 milyon idi. 1917 ila 1990 arasında yaklaşık 828.000 kişi ölüm cezasına çarptırılmıştı. Ve bu olaylar 50 yıl içinde üç devrim iki dünya savaşı; 1 iç savaş ve birkaç bölgesel savaş yaşamış olan bir ülkede cereyan etmişti! İki nesil Sovyet halkına bu gerçekler anlatılmak yerine onlara GULAG korkusu bilinçli olarak verildi.” (SBKP Dosyası, Çeviren Cem Kızıler, iba.)
“Ülkenin yarısının hapsedildiğine', milyonlarcasının öldürüldüğüne ilişkin mitleri ifşa eden bu tür istatistikler daha sonraki propagandaya uygun bulunmadı ve bugünküne de uygun olmamaya devam ediyor. Kimse bilimsel olgunun gerçekliğini çürütemez. Bu nedenle gerçek basitçe gizlendi ve üzeri 'canavarca baskılar' hakkındaki masallarla kaplandı.
Son olarak, iki istatistiği tarafsız bir biçimde karşılaştıralım. Stalin yönetiminde, otuz yıl boyunca 4 milyon kişi baskıya maruz kaldı ve bunların 800 bini öldürüldü. ‘Demokrasi’ 1991’de Sovyetler Birliği’ni yıktığında Rusya’nın nüfusu 15 milyon azaldı. Kaosu derinleştirmekten başka bir şey yapmayan ‘kapitalizmin inşası’nın bedelini, ülke kitlesel kırımlarla, feci nüfus düşüşleri ile ödedi. Bu süreçte nüfusun yok olan kısmı II. Dünya Savaşı’ndaki kayıplara yakındı. Stalin döneminde mahkeme kararı ile idam edilen 800 bin kişinin sistemin masum kurbanları olduklarına ilişkin kanıt olsa bile, kimse mevcut sistemin bunun yirmi katı kadar insan kaybına neden olduğunu, binlerce değil milyonlarca yurttaşın ülkesini yağmaladığını inkar edemez. Eğer ‘totaliter’ ve aşırı derecede gaddar bir Stalinist sistem ilan ediyorsanız, bu durumda mevcut sistem hangi unvanları hak ediyor? Daha önceki bir makalemizde ona bir isim vermiştik: ‘Toplu imha sistemi’… ‘’ (Zuganov)
Henrı Alleg, Büyük Geri Sıçrama isimli kitabında revizyonist/kapitalist sistemin çökerken yarattığı yıkımı, büyük yağmayı ve sefaleti çarpıcı bir şekilde anlatır ve Amerikalı bir işadamının ifadesini kullanarak ‘’ ‘bütün zamanların en büyük hold-up’ı’’ (s. 31) olduğunu söyler. Hatırlayalım, ‘’Stalinizm’’e karşı mücadelenin önderliğini yapan Gorbaçov, ‘’ ‘perestroyka’yı, alkışlar arasında, ‘daha az değil, daha çok sosyalizm’ diye tanıtmıştı.’’ ‘’Stalinizm değil, Leninizm’’ diye tanıtmıştı. Tıpkı Kruşçevcilik gibi Leninizm’i savunma kamuflajına bürünerek Stalin’e saldırdığı gibi Gorbaçovcular da Lenin’den alıntılar yaparak önderlik ettikleri karşı devrim içinde karşı devrimi yedirmeye çalışıyordu. Yeni tip burjuvazinin önderliğinde açık kapitalist sisteme (‘’vahşi kapitalizm’’) geçerken de kullanılan başlıca slogan ‘’Kahrolsun Stalinizm!’’di. Tıpkı Troçkistler ve dünya burjuvazisi gibi Kruşçevcilikle başlayan tarihsel kopuş süreci ve tüm çürümesi ‘’Stalinizm’’e, ‘’neo-Stalinizm’’e fatura edilerek çıplak kapitalizme geçiş meşrulaştırılmaya çalışıldı. ‘’Stalinizm’’ daima burjuvazinin, Hitlerizmin, Troçkizmin, küçük burjuva liberalizmin günah keçisi oldu.
Unutmayalım ki, SSCB’nin dağılışını sevinçle karşılayan ve kutlayan yalnızca emperyalizm değildi, Troçkistler, sosyal demokratlar, Euro-komünistler, ‘’küreselleşme’’ciler, post-Marksistler, anti-komünist sosyal reformist çevreler, hep birlikte zafer çığlıkları atarak ortak bir sevinçle bu kutlamaları yapmışlardı. Yani hep birlikte tarihin gördüğü en büyük yağma harekatını, ‘’Toplu imha sistemi’’ni ‘’Kahrolsun Stalinizm!’’ sloganı eşliğinde zafer çığlıklarıyla kutlamışlardı. Onlara göre özgürlük kazanmış, ‘’Stalinizm’’ kaybetmişti. Çöküş ve yıkılışı herkesten çok alkışlayan Troçkistler tıpkı Kruşçev döneminde olduğu gibi Troçki’nin de itibarının iade edilmesini bekliyorlardı ama Gorbaçovlar, Yeltsinler buna cesaret edemediler, çünkü Troçki ve Troçkizm’in SSCB’ye karşı işlediği suçlar o kadar ağırdır ki bunu göze alamadılar. En kritik sorunlarla ilgili arşiv bilgilerini de gizli tutmaya devam ettiler.
Başka verilere de göz atalım şu milyonların katledilmesi hikayesinde.
''15) 9 milyon değil 454.000
İkinci soru kaç politik, kaç adi hükümlü olduğuydu. Bu soru hapistekilerle birlikte çalışma kampları ve çalışma kolonilerinde bulunanları da kapsıyor (kolonilerde kısmi bir serbestliğin olduğu bilinse de). Aşağıdaki tablo American Historical Review dergisinde yayınlandı ve ceza sisteminin merkezi yönetime bağlandığı 1934’ten Stalin’in ölüm yılı olan 1953’e kadar geçen yirmi yılı kapsıyor.
(Tablo için bakınız yazarın internette yer alan makalesine)
Yukarıdaki tablodan bir dizi sonuç çıkarılabilir. Öncelikle, bu sayıları Robert Conquest’inkilerle kıyaslayabiliriz. Bu adam, örneğin 1939’da çalışma kamplarında 9 milyon siyasi hükümlü bulunduğunu ve ayrıca 3 milyonun da 1937–39 arasında hapishanelerde öldüğünü yazıyordu. Conquest’in burada sadece siyasi hükümlülerden bahsettiğini unutmayalım. Bunun yanında, siyasi hükümlülerden çok daha fazla adi hükümlü olmalıydı. Conquest’e göre 1950’de 12 milyon siyasi tutuklu vardı! Gerçek ortaya çıkınca, Conquest’in sahtekârlığının boyutu ortaya çıkmış oldu. Söylediği sayılardan hiçbiri gerçeğe yaklaşmıyordu bile. 1939’de, kamp, hapishane ve kolonilerdekiler birlikte toplam 2 milyon hükümlü vardı. Conquest’in söylediği gibi 9 milyon değil, 454.000 siyasi hükümlü vardı. 1937–1939 arasında çalışma kamplarında ölenlerin sayısı 3 milyon değil 160.000’di. 1950’de çalışma kamplarında 12 milyon değil 578.000 siyasi hükümlü vardı! Unutmayalım ki bu Conquest halen antikomünist sağ propagandanın temel referanslarından birisidir ve sağcı sözde aydınlar arasında tanrısal bir konumdadır. Kamplarda 60 milyon kişinin öldüğünü söyleyen Soljenitsin’in sayıları hakkında ise yorum yapmaya bile gerek yok. Bu zırvaları ancak bir deli ortaya atabilir '' (BELGE: “Sovyetler Birliği Hakkında Söylenen Yalanlar” (İsveç Komünist Partisi[eski KPML(r)] üyesi Mario Sousa Kaynak: stalinkaynak.com (Şubat 2006) )
Furr, haklı olarak şu gerçeğin altını çizer;
''1968 yılında İngiliz yazar Robert Conquest, Büyük Terör: Stalin’in 1930’lardaki Tasfiyesi adıyla bir kitap yayınlamıştır. Conquest, iddialarını, kaynak sorgulaması yapmadan, sanki kesin doğruymuş gibi alıntıladığı kitap ve makalelere dayandırmaktadır.
Stalin dönemini araştıran birçok ana akım tarihçi, kendilerini bu önsel (a priori) ilkelerle koşullandırmıştır. Bu ilkeler, ne sorgulanmış ne de bunları doğrulamaya yönelik bir girişimde bulunulmuştur. Bu eleştiriler, hangi kanıt ve açıklamaların kabul edilebilir olduğunu belirler. Onların amacı, ana akım tarih yazımında, sadece Stalin ve SSCB’yi 'kötü gösteren' tarihsel açıklamaların yer almasını garantiye almaktır. Bu açıklamalar, SSCB’yi totaliter ve 'terör'le yönetilen bir 'diktatörlük' olarak ele alan görüşle uygunluk içindedir ve bu dönemin 'Büyük Terör' dönemi olarak kavramlaştırılmasını pekiştirirler.'' (G. Furr)
Revizyonist/kapitalist kampın çöküşünden sonra ise tarihin tanık olduğu en büyük yağmayı örgütleyen vahşi kapitalizmin temsilcileri, aydınları, yağmadan pay almak isteyen ve popüler hale gelmek isteyenler dahil Batı emperyalizminin enerjik desteğinde topyekün ''Stalinizm'' karşıtı kampanyayı en aşağılık biçimlerde geliştirdiler. Önüne gelen Stalin'in yüz milyonları yok ettiğini ilan etmeye başladı ve Lenin'in de ''Stalinizm'' gibi milyonları yok ettiğini, bunun sorumluluğunun Marks'a, Marksizme ait olduğunu söylemeye başladılar. Evet, işe Stalin'le başlayacaksın, sonrası mı, sonrası zaten gelir...
''Saygın Batı üniversite''lerinde yetişmiş, ''saygın tarihçi'' kabul edilen katı bir anti-Stalinist/antikomünist olan (''Stalinizm'') ''sol''cu M. Lewin de konu hakkında şunları söyler;
''Temizlik Hareketlerinin Çapı
1937-1938 yıllarındaki temizlik hareketlerinin eksiksiz bir tarihi hiçbir zaman yazılamayabilir. Ama muhayyilenin sınırlarını zorlayan bu olguyu kavramak istiyorsak, değişik verileri incelememiz gerekir. İşe, farklı kaynaklara, hesaplara, rakamlara ve tarihlere dayandıkları için bazen yorumlanması güç olan, ama gene de makul bir kestirimde bulunmaya olanak veren çeşitli kuruluşların tahminleriyle başlayacağız. Temizlik hareketlerinin ana evresi olan 1937-1938 yıllarıyla ilgili olarak. 1963’te Merkez Komitesi Prezidyumu tarafından atanan, I.M. Shvernik başkanlığındaki özel bir komisyonun hazırladığı bir metinden yararlanabiliriz
Bazı kaynaklara göre, 1937-1938 yıllarında 1.372. 392 kişi tutuklanmış ve bunlardan 681 .6 9 2 ’si kurşuna dizilmişti. Kruşçev’in 1957'de Merkez Komitesi plenumuna verdiği rakamlar bundan biraz farklıydı: Tutuklananlann sayısı bir buçuk milyonun üzerinde, kurşuna dizilenler ise 680.692 kişiydi (aradaki fark, KGB istatistikçilerinin kullandıkları ölçütlerden kaynaklanıyordu). 1930-1953 dönemine ilişkin kaynaklar ise, tutuklananların sayısını 3.778 . 0 0 0 , kurşuna dizilenlerinkini 786.000 olarak vermektedir.' -s.140
Diğer veriler sadece, ‘idari baskı’yla ilgilidir (bunlar yargı dışı organlarca uygulanan baskılardır: NKVD'nin Moskova’daki ‘özel meclisi’ ve daha alt idari kademelerdeki muadilleri ile 1937-1938’deki tahribatın büyük bölümünden sorumlu olan, daha önce bahsettiğimiz ‘troykalar’). Bu troykalar neredeyse sınırsız yetkiye sahip olmuşlardı ve yukarıda bahsettiğimiz gibi, kotalarını yükseltmesi için Kremlin’e baskı yapıyorlardı. NKVD'nin Temmuz 1934’te kurulan özel meclisi olağanüstü çalışkan bir organdı: 1934’te 78.989. 1935’te 267.076, 1936’da 274.607, 1937'de 790 .665, 1938 ’de 554 .258 kişiyi mahkûm etti. ‘Bu kadar iyi’ bir iş çıkarabilmesinin nedeni, usule ilişkin ayrıntılara takılmıyor olmasıydı. Çoğu durumda, sanık duruşmada hazır bile bulunmuyordu. Bir dava on dakika içinde görülebiliyor ve sanığın beş yıldan yirmi beş yıla kadar kamp cezasına çarptırılması, halta derhal idam edilmesi kararının alınmasıyla sonuçlanabiliyordu. Kurbanların çoğu ‘karşıdevrimci’ faaliyetlerde bulunmakla suçlanıyordu; duruşmaların bu kadar kısa sürmesinin ve idamların bu kadar çok olmasının nedeni buydu
Bir başka kaynak da, bizzat NKVD araştırmacılarının ürettikleri verilerdir. Daha önce sözünü ettiğimiz, 2 Temmuz 1937 tarihli ‘tarihsel’ Merkez Komitesi kararnamesi, NKVD'ye ‘düşman gruplar’ı yok etme talimatını vermişti. Tutuklama kotaları önceden belirlenmiş ve aynen buğday tedarik kampanyalarında olduğu gibi, gerçekleştirilmek üzere idari bölgelere iletilmişti. Bu kotalar suç kategorilerine bölünmüş ve verilecek hükümler peşinen saptanmıştı. 1. Kategori, bölgelere göre dağılımıyla birlikte, tutuklanacak ve idam edilecek 72.950 kişiyi kapsıyordu. 2. Kategori’de kamplara gönderilecek 186,000 kişi yer alıyordu. Bu amaçla yeni ormancılık kampları açılacak, ama bunlar Çok geçmeden aşırı kalabalıklaşacaktı. Uygulanan prosedür gerçekten Kafkaeskti: Düşman sayısı bir kotayla önceden belirleniyor, ama bu rakamın üzerine çıkmaya izin veriliyordu. Geriye sadece suçluların adını belirlemek kalıyordu. Yıllara göre tutuklanan kişi sayıları şöyledir: 1 Ocak 1937’de 820.881, 1 Ocak 1938’de 996 .367 , 1 Ocak 1939’da 1.317.195 kişi. Bunlardan çalışma kamplarına gönderilenlerin sayısı 1937‘de 539.923, 1938’de 600.724 idi. 1938’de Gulag nüfusu doruk noktasına çıktı. Bundan sonra, Stalin’in emriyle başlatılan, Beria’nın sorumluluğundaki bir 'düzeltme kampanyası' çerçevesinde, ceza infaz kampları ve kolonilerindeki 837.000 tutuklu, davaları gözden geçirilerek salıverildi. Ama 1939'da baskı yeniden şahlandı: 1 Ocak 1940'ta kamp ve kolonilerin toplam nüfusu 1.979.729 kişiyi buldu; bunların çoğu adi suçlulardan oluşuyordu. Ceza yasasının 'karşıdevrimcilik'le ilgili maddelerinden hüküm giymiş siyasi tuıuklular, 420.000 kişiyle toplam tutuklu sayısının % 28,7'sini oluşturuyordu. Kampların nüfusunu, yeni ilhak edilen topraklardaki hapishanelerden nakledilen tutuklular da yükseltmişti. Bunlara bir de, ilhakların ardından tutuklanan kişileri eklememiz gerekir. Hırsızlık ve işyerini izinsiz terk suçlarının cezalandırılmasını öngören 1940 ve 1941 tarihli kararnamelerin uygulanması da, tutuklu sayısının artmasında etkili olmuştu.'
‘Yeni çizgi’ bağlamında, yüz binlerce kişi Gulag’dan salıverildi, ama bunlar esas olarak siyasi tutuklular değil adi suçlulardı.4 XVIII. Parti Kongresinden sonra, bazı temizlik kurbanların itibarları iade edildi. Ne var ki, bu göstermelik operasyon, temizliklerin çapına kıyasla sınırlı sayıda kişiyi kapsıyordu: Stalin’in, adaleti yeniden tesis eden ve suçluları cezalandıran kişi olarak görünebilmesi için ne kadar gerekiyorsa o kadar. Bu ‘iyilikseverlik’ bir süre sonra, bu kez, parti üyelerine ve masum yurttaşlara saldırmakta fazla ileri gitmekle suçlanan pek çok NKVD ajanının tutuklanıp bir kısmının katledilmesi şeklini alacaktı. Bu ajanların 22.000-26.000’i kamplarda ya da mezarlıklarda kurbanlarıyla buluşacaktı. Bu grupta en kötülerin yer alıp almadığını kimse bilmiyor. Gene de, operasyon pek çok kişinin içini rahatlatmış olmalıydı. Khlevniuk’a göre, 1939 yılı içinde yönetim çevrelerinin özgüveni yerine gelmişti: Maaşlar artırılmış ve tutuklamalar daha sıkı kurallara bağlanmıştı. Dahası, kent ve bölge düzeyindeki bazı parti yöneticileri doğru yoldan saptıkları gerekçesiyle beş para etmez Çekacılar'la birlikte tasfiye ediliyor olsa da, Yezhov’un azlinden sonra NKVD’nin kendini hissedilir biçimde geri çekmesi, parti kadrolarını güvenlik aygıtı karşısında yeniden mevzi kazandıklarına ikna etmişti. 1937-1938 yıllarında yaşanan cinnet bir daha asla bu ölçekte tekrarlanmayacak, daha mütevazı bir düzeyde devam edecekti. 1939’da parti bir milyon yeni üye kaydetti ve görünürde her şey 'normale' döndü. Kitle teröründeki bu ani gerileme -yukarıda belirttiğimiz gibi, bunun sinyali bütün suçu üstlenen Yezhov’un tasfiyesiyle verilmişti- asla bir geri çekilme olarak kabul edilmedi. Sonraki dönemde, bunun kamufle edilmesi için türlü çeşitli ayak oyunlarına girişildi. Sabotajcıların yanı sıra sabotajcılarla mücadelede aşırıya kaçmaktan suçlu bulunanların büyük bölümünün tasfiye edildiği iddia ediliyordu. Gene de 'halk düşmanları''na karşı propaganda, kâh tantanayla kâh sinsice devam etti, zira rejim, tüm düşmanların buharlaşıp gittiğinin düşünülmesini istemiyordu. Devletin terör aygıtının ve bu aygıtın faaliyetlerinin üstü hâlâ bir sır perdesiyle örtülüydü; bunlar, diğer her şeyden haberdar olan en tepedeki görevlilerden bile saklanıyordu. Politbüro bir 'düzeltme' dayatıyordu, ama bunu gizli olarak yapması ve yaptığım inkâr etmesi tavrını anlamsızlaştırıyordu.
Devlet Başkanlığı arşivlerindeki artık kullanıma açılmış olan bazı belgeler, perdenin bir ucunu aralar. 5. 9 Ocak 1938 tarihli oturumun tutanaklarına göre, Politbüro Vişinski’den, ailesinden biri karşıdevrimci bir suçtan tutuklanan insanların işlerinden uzaklaştırılmasının bundan böyle kabul edilemeyeceğini Başsavcılığa bildirmesini istedi. Bu, pek çok kişinin çektiği dile gelmez acılara son veren, 'liberalleşme' yönünde bir adımdı. Ama söz konusu akrabanın 'itibarı iade edilse' bile -yani devlet hatasını kabul etse bile - kimse rejimin bunu kabullendiğini öğrenmemeliydi. Bir örnek: 3 Aralık 1939’da Yüksek Mahkeme Stalin ve Molotov’a, 'karşıdevrimci' suçlara ilişkin hükümlerin adli bir prosedür çerçevesinde gözden geçirilmesini -ç o k sevindirici bir değişiklik!- fakat bunların yapısı basitleştirilmiş bir mahkeme tarafından ele alınmasını önerdi. Bir başka deyişle, mahkemeler hata işlendiğini saptasalar bile, halkın dikkatini bu davalara çekmemek için ne gerekiyorsa yapılacaktı. Aynı doğrultuda, SSCB Başsavcısı Pankratov 13 Aralık 1939'da Stalin ve Molotov’a, akrabaların, cezaları infaz edilmiş kurbanlarla ilgili mahkeme kararlarının gözden geçirildiğinden haberdar edilmemelerini önerdi.'' (Sovyet Yüzyılı, s. 140-146)
''Ben, 1921’den 1953 ortasına kadârki döneme ait kullanılabilir istatistiksel malzemeyi (ayrıntılar Ek l ’de bulunabilir) sentezlemekle yetineceğim. Bu 33 yıl süresince esas olarak siyasi nedenlerle tutuklananların ( 'karşıdevrimci suçlar'la itham edilenlerin ) toplam sayısı 4.060.306 ’dır. Bunların 799.455'i ölüme mahkum edilmiş, 2.634.397'si kamplara, kolonilere ve hapishanelere gönderilmiş, 423.512si belli bir yerde ikametten men (vysyffea) ya da belli bir yere sürgün (ssy lka ) edilmiştir; 215.942 kişi ise 'Diğer' kategorisine girmektedir. 1930’dan itibaren tutuklamaların sayısı muazzam bir artış gösterdiğinden, 1921-1929 dönemine ait rakamlar ile sadece Stalin dönemine ait toplam rakamı birbirinden ayırmakta mahsur yoktur. 1 9 2 9 ’da toplam tutuklama sayısı, bir önceki yıla göre artış göstererek 54. 2 2 1 ’e yükselmiş ve tutuklananlann 2.109 ’u için idam kararı verilmiştir. Ama bu rakamların, aniden 282. 9 2 6 ’ya yükselen (20. 2 0 1 ’i için idam kararı) ertesi yılın rakamlarıyla kıyaslanması mümkün değildir. Elimizde, Kruşçev döneminin KGB’si tarafından hesaplanan, 1930-1953 dönem ine ait başka veriler de vardır: Bu verilere göre 3.777.380 kişi 'karşıdevrimci suçlar'dan tutuklanmıştır ve çoğu 1937-1938 yıllarındaki temizlik hareketleri sırasında olmak üzere, verilen idam kararlarının sayısı 700.000 civarlarındadır.'' (Age., s. 162, iba.)
''Stalin'in diğer kurbanlarının ayrıntılı bir hesabını çıkarmak daha zor olmakla birlikte, gene de güvenilir veriler mevcuttur. 1930-1932 arasında 'kulak' olarak kabul edilen 1.800.000 köylü, gizli polisin denetimi altındaki 'kulaklar için yeniden iskân alanlarına (kulaç kaya ssylka) gönderilmişti. 1932 başında, bunların sadece 1.300.000’i gönderildiği yerde bulunuyordu: Kalan yanın milyon köylü ölmüş, firar etmiş ya da hakkında verilen hükmün gözden geçirilmesinden sonra salıverilmişti. 1932 -1 9 4 0 arasında, söz konusu 'kulak yerleşmelerinde 230.000 doğum. 389.521 ölüm ve 235.120'sini yakalanıp yerleşmelere geri döndürülenlerin oluşturduğu 629.042 firar gerçekleşmişti. 1 9 3 5 ’ten itibaren, doğum oranlan ölüm oranlarını geçti: 1 9 3 2 - 1 9 3 4 arasın d a 4 9 .1 6 8 doğum ve 271 .3 6 7 ölüm olurken, 1935-1940 arasında 108.154 ölüme karşılık 181.090 doğum gerçekleşti.12
Ayrıntılara girmeden, kulakların büyük çoğunluğunun ölmediğini ekleyelim. Çoğu köylerinden kaçtı ve ülkenin dört bir yanına dağılarak Rusların ya da UkraynalIların arasına karıştı. Sürekli olarak işgücü sıkıntısı çeken ve fazla sorgu sual etmeden herkesi işe almaya hazır olan büyük beş yıllık plan projelerinde işe alındılar. Sürgünlere yavaş yavaş hakları geri verildi ve dosyaları kapandı. Bazdan orduya girdi, başkalarının itibarlan iade edildi. 1948’e gelindiğinde, 'polis gözetimi altındaki kulakları yeniden iskân' kolonileri kapatılmıştı.'' (Age., s. 163-164, iba.)
Lewin, ''tarafsız, objektif'' görünme kaygısıyla davranan bir yazar, Soljenitgiller familyasının nesnellikten yoksun soğuk savaş propagandasıyla kendisini ayırdığını vurgular. Bir ölçekte de olsa buna dikkat gösterir. Çünkü kara propagandanın iftiralarının deşifre olmaya başladığını ya da etkisini yitirmeye başladığının bilincindedir. Stalin'i, ''Stalinizm''i Lenin'in ve Ekim Devrimi'nin karşısında bir yere yerleştirir vs. Buna karşın ona yön veren ''Soğuk savaş paradigması''dır. ''Stalinizm''e karşı mücadele konseptinin bütün gereklerini yerine getirmeyi ihmal etmez. Stalin ve sosyalist inşa söz konusu olduğu her yerde demagoji, manipülasyon yapmaktan, her adımda kuşku, güvensizlik yaymada tereddüt etmez. Stalin ve parti tarafından alınan her kararı kendi sübjektif dünyasında kurgulayarak verileri çarpıtır ve ''Stalinizm''i Hitler faşizminden aşağı olmayan bir gaddarlık olarak lanse eder. Belgelerden ve ''belgeler''den aktardığı verileri çarpıtmaktan, tek yanlı yorumlamaktan geri durmaz. Aslında o, tipik bir ''sol'' kılıklı soğuk savaş aydını, soğuk savaşın ideolojik saldırıları geliştiren kulvarın entelektüellerinden birisidir. Kitabının girişinde vb. yerlerde farklı bir intiba yaratmasına karşın, gerçek durumu farklıdır.
Entrikacı, kurnaz, zalim, kıskanç, kindar, planlı davranarak Lenin'e karşı mücadele eden, Lenin'in hasmı, entrikayla iktidarı ele geçirip sahte komplolarla kişisel diktatörlüğünü kuran, rakiplerinden ve muhalefet edenlerden intikam alan Stalin imajını yaratmaya özel bir önem verir. Dev bir tarihsel mücadeleyi, bir ölüm kalım savaşını kişiselleştirerek entrikacılığa indirger.
''Kamplar ve NKVD'nin Sanayi İmparatorluğu'' alt başlığı bölümünde Hitler'in toplama kamplarından bin beter bir tablo çizer. Bunu yapan ilk kişi de Lewin değildir. Emperyalist dünya sistemi tarihin gördüğü en yıkıcı, en kapsamlı ve en derin ekonomik krizi (1929-1933) yaşarken dünya ekonomik krizini yaşamayan ve Stalin döneminde de hiçbir ekonomik kriz yaşamayan ve dev adımlarla ilerleyen, işsizliği tanımayan SSCB gerçeği, sosyalist inşanın sanayi ve tarımdaki dev atılımı gerçeği, Lewingiller familyasının ''Gulag'' propagandasına en canlı tarihsel yanıttır. Nazizmin köle işçilik ve soykırıma ve direnişçileri yok etmeye dayanan toplama kampları ve hapishaneler politikasını SSCB'ye mal etme ya da ondan beter gaddarlık olarak lanse etme demagojisi tarihin gördüğü en büyük yalanlardan bir tanesidir. Faşist ve emperyalist kuşatma altında devasa inşa sürecinde olan, çok keskin bir sınıf mücadelesinin sürdüğü koşullarda SSCB hapishane ve ''toplama kampları''nda her şeyin sorunsuz olduğu, haksız ve sosyalist yasallıkla bağdaşmayan baskıların olmadığını iddia etmiyoruz, fakat bu durumu Stalin'e, sosyalizme, sosyalizmin karakterine bağlayarak lanse etme politikası sahtedir. Ayrıca sayısız veri, yıllara göre de SSCB hapishane ve kamplarında olan ve ölen insan sayısıyla ilgili burjuva propagandanın son derece çarpıttığı rakamları ortaya çıkarmıştır. Üretici güçlerin ve kültürün sınırlı geliştiği, tarihi otokrasiyle belirlenen geri bir köylü ülkede zafer kazanan sosyalist devrim ve sosyalist kuruluş sürecinde proletarya ve halkların yönetmeyi adım adım öğrendiği, Çarlık döneminden gelen eğitimli ve uzman kuşaktan geniş çaplı yararlandığı koşullarda bir dizi yaygın ama giderek aşılan zaafların ortaya çıktığı bir gerçektir. Yaşanan şey, tarihte bir ilkti, pekçok şey denenerek, sınanarak çözülmüştür. Bu gerçekler yokmuş gibi idealize edici şemalar çizerek, mükemmel teoriler üreterek soruna tarihin bakış açısından ve mesafesinden değil de kendi küçücük dünyalarından bakanların, ödenen ağır bedelleri de, bu bedellerin bir bileşeni olan aşırılıkları da kavrama olanağı zaten yoktur. Burada sorun sürecin bütün çelişkileri, karmaşıklığı içerisinde, sınıflar mücadelesi gerçeği, iç ve uluslararası güç dengeleri ve gelişme yönüyle birlikte ele alınmasının zorunluluğu ve gerekleridir. Bu perspektif kaybedildiğinde geriye ''gaddar'' vs. Stalin ve sosyalizmi kalır yalnızca. Burjuva propaganda da bunu hedeflemekte ve istemektedir zaten. ''Stalinizm'' sosyalizmdir ve sosyalizm de totaliter diktatörlüktür vs.
Lewin'in diline dikkat edin, ''1937-1938 yıllarındaki temizlik hareketlerinin eksiksiz bir tarihi hiçbir zaman yazılamayabilir.'' ''Ama muhayyilenin sınırlarını zorlayan bu olgu'', ''İşe, farklı kaynaklara, hesaplara, rakamlara ve tarihlere dayandıkları için bazen yorumlanması güç olan, ama gene de makul bir kestirimde bulunmaya olanak veren çeşitli kuruluşların tahminleri'', yani öyle karanlık bir tarih var ki... intibasını yaratma çabası var burada.
''Bu kotalar suç kategorilerine bölünmüş ve verilecek hükümler peşinen saptanmıştı.'', oysa ortada kota belirleme gibi bir uygulama hiç olmamıştır. ''‘Yeni çizgi’ bağlamında, yüz binlerce kişi Gulag’dan salıverildi, ama bunlar esas olarak siyasi tutuklular değil adi suçlulardı.'', oysa onbinlerce siyasinin davası yeniden incelenerek serbest bırakılmıştır ve bu bir yöntem olarak daima kullanılmıştır. Stalin ve parti yerel parti örgütlerinin, bürokrasinin aşırılıklarını görmeye başlamış ve bu gerçeği de kamuoyuna açıklamıştı.
''XVIII. Parti Kongresinden sonra, bazı temizlik kurbanların itibarları iade edildi. Ne var ki, bu göstermelik operasyon, temizliklerin çapına kıyasla sınırlı sayıda kişiyi kapsıyordu: Stalin’in, adaleti yeniden tesis eden ve suçluları cezalandıran kişi olarak görünebilmesi için ne kadar gerekiyorsa o kadar.'' ''Bazı'' değil, kapsamlı bir düzeltme gerçekleştirildi. Parti ve devletin bu süreçteki köklü zaafları, nedenleriyle birlikte kamuoyuna da açıklandı. Yazarın yazdığı her cümle ''entrikacı Stalin'', ''karanlık sosyalizm'' vs. mesajı yüklü.
''Bu ‘iyilikseverlik’ bir süre sonra, bu kez, parti üyelerine ve masum yurttaşlara saldırmakta fazla ileri gitmekle suçlanan pek çok NKVD ajanının tutuklanıp bir kısmının katledilmesi şeklini alacaktı. Bu ajanların 22.000-26.000’i kamplarda ya da mezarlıklarda kurbanlarıyla buluşacaktı. Bu grupta en kötülerin yer alıp almadığını kimse bilmiyor. Gene de, operasyon pek çok kişinin içini rahatlatmış olmalıydı.'' Yürütülen ikinci bir kampanya ile, sosyalist yasallığı ihlal eden, suçsuz insanları cezalandıran, kitlelerde parti ve devlete karşı kitlesel hoşnutsuzluğu örgütlemeye çalışan yapılar ve elemanları temizlenmiştir. Yazar her yerde olduğu gibi burada da izlenen doğru ve devrimci politikayı gözden düşürmeye çalışıyor.
''Düşman sayısı bir kotayla önceden belirleniyor, ama bu rakamın üzerine çıkmaya izin veriliyordu.'' Yalan. Kota uygulaması yok. Aksine Stalin ve önderliğindeki çekirdeğe baskı uygulayarak dizginsiz haksız uygulamaların önünü açmaya çalışan dar kafalılara, şöhret ve kariyer sahibi olmak isteyenlere, bürokraside klüklerini güçlendirmeye çalışan ''klanlar''a, bir askeri darbe için koşulları hazırlamaya vb çalışanlara karşı sert bir mücadele geliştirilmiş ve bu baskı giderek geri püskürtülmüştür. Aslında manipülatif ve hileli propagandasında yazar, satır aralarında gerçek durumu ele veren ve kendisiyle çelişkiye düşmesine neden olan gerçekleri de değişik biçimlerde ifade etmiştir.
''Bundan sonra, Stalin’in emriyle başlatılan, Beria’nın sorumluluğundaki bir 'düzeltme kampanyası' çerçevesinde, ceza infaz kampları ve kolonilerindeki 837.000 tutuklu, davaları gözden geçirilerek salıverildi. Ama'', eh yazar amasız yapamıyor, düzeltilen her sorun, atılan her adım onu rahatsız ediyor ve teşhir ve kuşku yayıyor.
''Gene de 'halk düşmanları''na karşı propaganda, kâh tantanayla kâh sinsice devam etti, zira rejim, tüm düşmanların buharlaşıp gittiğinin düşünülmesini istemiyordu.'' Arınmaya karşın halk düşmanları vardı ve geniş kitlelerin siyasal uyanıklığı ve eğitimi için gerçeklerin dile getirilmesi gerekiyordu. Yazar bundan rahatsız ve ''sinsilik'' üzerine kalem oynatırken kendi sinsi propagandasını ve yöntemlerini ele vermiş oluyor.
''Devletin terör aygıtının ve bu aygıtın faaliyetlerinin üstü hâlâ bir sır perdesiyle örtülüydü; bunlar, diğer her şeyden haberdar olan en tepedeki görevlilerden bile saklanıyordu.'' diyen yazar, ''sır perdesi'' gibi gizem yaratan ya da gizemli kavramlarla oynayarak aynı psikolojik harekata devam ediyor burada da.
''Politbüro bir 'düzeltme' dayatıyordu, ama bunu gizli olarak yapması ve yaptığım inkâr etmesi tavrını anlamsızlaştırıyordu'' ''Bu, pek çok kişinin çektiği dile gelmez acılara son veren, 'liberalleşme' yönünde bir adımdı. Ama söz konusu akrabanın 'itibarı iade edilse' bile -yani devlet hatasını kabul etse bile - kimse rejimin bunu kabullendiğini öğrenmemeliydi.'' ''Bir başka deyişle, mahkemeler hata işlendiğini saptasalar bile, halkın dikkatini bu davalara çekmemek için ne gerekiyorsa yapılacaktı.'' Açık bir sahtekarlık örneği bu sözler. Aksine parti ve devlette görevli ve parti politikalarını uygularken ya da uygulama adına sosyalist yasallığı ihlal edenlerin açığa çıkarılması ve buna bağlı yapılan düzeltme ve düzenlemeler kamuoyuna açıkça bildirilmiştir. Yani burada gizlemek bir yana özeleştiri ve kitlelerin, parti ve devletin eğitimi, zaaflarından arınması için özel bir duruş var. Ama yazar burjuva ideolojik saldırının ve psikolojik harekatın gerektirdiği işlevi üstlendiği için (ister inansın isterse inanmasın) atılan her olumlu, yapıcı adımı da kötü gösterme, itibardan düşürme vs. yolunu izliyor.
Bunlar bir yana, yazarın değerlendirmelerinde yer alan veri ve bilgilerin bir kısmı önemlidir.
Örneğin, milyonların katledilmediğini görebiliyoruz.
Örneğin, temizlik döneminde parti politikalarını tahrif edenlerin, haksız yere tutuklamalara ve idamlara yönelenlerin, haksız yere insanların ceza almasına yol açanların Stalin ve parti önderliğinde açığa çıkarılarak hesap sorulduğunu görebiliyoruz.
Örneğin kulak sınıfını oluşturan zengin köylülerin ''Ayrıntılara girmeden, kulakların büyük çoğunluğunun ölmediğini ekleyelim.'' sözlerinden burjuva, Troçkist vb. propagandanın yansıttığı gibi ''insanlıktan nasibini almamış Stalinist rejim'' tarafından topyekün idam ve kurşuna dizmeyle yok edilmediğini öğreniyoruz. Daha doğrusu bu olgu, bir de Lewin aracılığıyla teyit olmuş oluyor.
Bazı bakımlardan ''Soğuk savaş'' propagandasıyla arasına sınır çekmeye, tarihçi kimliğinin gerektirdiği objektif olmaya bir ölçüde bağlı kalmaya çalışan ve ''1942-45 yıllan Stalin’in uyguladığı teröre ara verdiği tek zamandı.'' (age., s 55) diyen Eric Hobsbaw'a göre ise '''varsayımlar ne olursa olsun* doğrudan ve dolaylı kurbanların sayısının yedi değil' sekiz basamaklı sayılarla ifade edilmesi gerekir.'' ( Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, s. ) demektedir.
''Üç şey, bu varsayımı temel alan bir siyaseti caniyane bir anlamsızlığa götürdü.'' diyen Hobsbaw;
''SBKP(b)’nin Onyedinci Kongresi, Stalin’e yönelik güçlü bir muhalefeti açığa çıkardı. Bu muhalefetin onun iktidarına ('onun' değil, sosyalist devlete ve sosyalizme karşı tehditten bahsedilmelidir-bn.) yönelik gerçek bir tehdit oluşturup oluşturmadığını asla bilemeyeceğiz, (neden? Olgular bu gerçeği doğrulamıştır. ABD Büyükelçisi Davis'in değerlendirmelerini hatırlayalım! bn.) çünkü 1934 ile 1939 arasında dört ya da beş milyon parti üyesi ve görevlisi siyasal gerekçelerle tutuklandı, dört ya da beş yüz bini yargısız idam edildi ve 1939 baharında toplanan bir sonraki (onsekizinci) Parti Kongresi’nde, 1934’teki onyedinci kongrede hazır bulunan 1827 delegenin yaklaşık otuz yedisi hayatta kalabilmişti (Kerblay, 1983, s. 245). Bu teröre görülmemiş derecede insanlık dışı ('görülmemiş derecede insanlık dışı'! Vurgusu sahtedir ama mesela I. ve II. Emperyalist savaşları ve Hitler'in toplama ve imha kamplarını hatırlayalım. bn.) bir özellik kazandıran, ne göreneksel ne de başka türlü hiçbir sınır tanımamış olmasıydı. Bütün bunların, büyük bir hedefin ona ulaşmak için gerekli her türlü aracı haklı çıkardığı inancıyla (bu muhtemelen Mao Zedung’un da inancıydı) ya da bir kuşağa dayatılan fedakârlıkların, ne kadar büyük olursa olsun, sonsuz gelecek kuşakların sağlayacakları kazanımlar karşısında hiç önemli olmadığı inancıyla pek ilgisi yoktu. (Stalin ve partinin böyle bir makyavelizmi ve ahlaksızlığı yoktu. Bu değerler burjuvazinin tarihidir ve ahlakıdır. bn) Bu, topyekün savaş ilkesinin bütün zamanlara uygulanmasıydı. Leninizm, belki de öteki Marksistlerin Lenin’e ‘Bilanquist’ ya da ‘Jakoben’ olarak kuşkuyla bakmalarına yol açan güçlü iradeciliği yüzünden, Lenin’in Clausevvitz’e duyduğu hayranlığın da gösterdiği gibi, Bolşevik siyasetin bütün sözlüğü için geçerli olmasa da, esas olarak askeri terimlerle düşünüyordu. ‘Kim kimin yanında?’ (Hayır, söz konusu olan, hangi sınıf, hangi siyaset, sınıfsal ittifaklar, hedefler meselesidir-bn.) Lenin’in temel düsturu buydu: kazananın hepsini aldığı, kaybedenin hepsini kaybettiği bir sıfır-toplam oyunu olarak mücadele. Bildiğimiz gibi, liberal devletler bile (‘’bile’’ mi? Bile değil, bu onların sınıfsal karakteri ve makyavelist politikası ve vahşetidir. bn.) her iki dünya savaşını bu ruhla başlattılar, ‘düşman’ halkına ve Birinci Dünya Savaşı’nda kendi silahlı kuvvetlerine bile çektirmeye hazır oldukları acılarda mutlak olarak hiçbir sınır tanımadılar. Aslında, a priori gerekçelerle tanımlanan bütün halk bloklarının kurban edilmesi bile, savaşın bir parçası haline geldi: örneğin İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon kökenli bütün ABD yurttaşlarının ya da Britanya’daki bütün Alman ve Avusturyalıların, aralarında potansiyel düşman ajanları olabileceği gerekçesiyle enterne edilmeleri gibi. Bu, ondokuzuncu yüzyılda uygarlıkta görülen ilerlemenin, bu kitap boyunca karanlık bir tehdit gibi sürüp giden bir barbarlık rönesansına sapmasıydı ''
''Rusya’nın demir onyıllarının insani maliyetini yeterince hesaplamak belki de asla mümkün olmayacak, çünkü varolduğu ya da ele geçirilebildiği ölçüde resmi infaz ve Gulag nüfusu istatistikleri bile bütün kayıpları kapsayamaz. Bu durumda çok değişik hesaplamalar bunları yapanların varsayımlarına bağlı kalmaktadır. 'Uğursuz bir paradoksla,' denilmektedir, 'bu dönemde Sovyet hayvancılığında meydana gelen kayıplar hakkında, idam edilen rejim muhaliflerinin sayısından çok daha iyi bilgilere sahibiz' (Kerblay, 1983, s. 26). 1937 nüfus sayımının gizlenmesi bile tek başına muazzam bir engel oluşturmaktadır. Gene de, varsayımlar ne olursa olsun* doğrudan ve dolaylı kurbanların sayısının yedi değil' sekiz basamaklı sayılarla ifade edilmesi gerekir. Bu koşullarda, yirmi milyon ya da daha büyük bir sayı yerine on milyona yakın 'ılımlı' bir sayıyı seçmemiz ya da seçmememizin fazla önemi yoktur: hepsi utanç vericidir ve mazeret kabul etmez. Şunu da yorumsuz olarak eklemeliyim ki, 1937’de SSCB’nin toplam nüfusunun 164 milyon ya da îkinci Beş Yıllık Plan’ın (1933-38) demogirafik öngörülerinden 16.7 milyon daha az olduğu söylenmekteydi.'' (Age., 450-541-452, iba.)
Eric Hobsbaw'a yön veren şey, ''Anti-Stalinist paradigma''dır. Stalin değerlendirmesinde bu olgu belirgin bir yere oturmaktadır. Aslında Stalin dönemine ilişkin alabildiğine çarpıtılmış tek yanlı açık propagandanın yanı sıra, imalarla, belirsiz laf kalabalığıyla, her adımda güvensizlik kışkırtan ifadelerle de ideolojik saldırılar örgütlemek/perçinlemek ''Stalinizm'' karşıtlarının bir yöntemidir. Bu yöntemleri Lewin, Hobsbaw gibi aydınların değerlendirmelerinde de görebiliriz. ''Şunu da yorumsuz olarak eklemeliyim ki,'' gibi. Demografi ve nüfus sayımı üzerine söylenenler gibi. ''Gene de, varsayımlar ne olursa olsun* doğrudan ve dolaylı kurbanların sayısının yedi değil' sekiz basamaklı sayılarla ifade edilmesi gerekir.'' sözlerinde olduğu gibi. ''Rusya’nın demir onyıllarının insani maliyetini yeterince hesaplamak belki de asla mümkün olmayacak'' gibi.
Kıvılcım Çağla’nın ‘’Gulag Efsanesi ve gerçekler“ başlıklı makalesinden de kısa bir özet aktarmak yararlı olacaktır:
''Daha 1989’da Gorbaçovcu Politbüro Stalin döneminin 'kurbanlarının' sayısını belirlemek için Bilimler Akademisi tarihçilerinden Prof. Zemskov, Prof. Dugin ve Prof. Hevnyuk’a görev vermiş ve arşivlere göndermişti. Bu tarihçiler kesinlikle komünist değillerdi. Onların bulgularına göre 1921-1953 yılları arasındaki tüm dönem boyunca siyasal denebilecek suçlardan dolayı yaklaşık 4 milyon kişi çeşitli cezalar almıştı, bunlardan yaklaşık 800 bini idam edilmişti. Toplam kamp ve hapishane nüfusu en yüksek olduğu 1950 yılında bile 2.7 milyonu geçmemişti. Ancak bu sonuç on milyonlarca kurban isteyen kapitalist restorasyoncuları tatmin etmemiş ve bu nedenle araştırma sonuçlarının fazla yayılmaması sağlanmıştı.“ (http://haber.sol.org.tr)
Hatırlatalım; yüksek nüfusun hapishanelerde olduğu 1950 yılında ceza alanların sadece % 25'i siyasi tutuklu ve mahkum statüsündeydi. Gerisi adliydi.
Burjuva ve Troçkist, Kruşçevci vb. propaganda aygıtı ve elemanları, Stalin'in şeytani planlarla sahte mahkemeler ve kitlesel katliamlar yaptığını iddia ederken, temizlik sürecinde parti politikasını tahrif eden ve aşırı haksızlıklara yol açan suçlulara karşı geliştirdiği mücadeleyi de ''Stalin'i ve Stalinizm''i aklama operasyonu olarak ilan ederler. Bu propagandaya burjuvazinin ve burjuva iktidarların iki yüzlü, entrikacı karakteri yön vermektedir. Burjuvanın, burjuva aydının, Troçkizm kılıklı burjuvanın sınıfsal karakteri böyle olduğu için komünizme, Marksizm-Leninizm'e, komünist önderlere karşı mücadele yürütürken kendi karakter bozukluklarınının gözlüğünden bakarak yargılarlar. Bu olgu Soljenitsin gibi faşist bir burjuva için de sözde komünist, ''Bolşevik-Leninist'' Troçki, Kruşçev gibi burjuvalar için de geçerlidir. Busch, SSCB'nin yıkılışını ''Bu sadece demokrasinin zaferi değil, aynı zamanda bizim zaferimizdir (Amerika'nın-HA), CİA'nın zaferidir'' derken Troçkistler de bu bizim zaferimizdir, Troçkizmin zaferidir, ''Stalinizm''in tarihe gömülmesidir vs. propagandasını yapmaktaydılar. Ki Batı emperyalizmiyle Troçkizm arasındaki ilişki, Troçkizmin daima Batılı emperyalist devletlerin hizmetkarı olmasında somutlaşmıştır. Bu olguyu, Troçkizm ile Batılı belli başlı emperyalist devletlerin politikalarının çarpıcı çakışmasında; bu çakışmanın ve işbirliğinin Troçkizm tarafından sahte solcu ajitasyon ve teorisi ile örtmesinde somutlaşmaktadır.
''Gulag'' demagojisine, biraz daha yakından bakalım.
Yuriy Jukov'un ''Öteki Stalin'' kitabına ''Önsöz'' yazan Yuriy Yemelyanov'u birlikte okuyalım;
''Ağustos 1938’de, politbüro, NKVD’nin faaliyetlerini soruşturmaya girişti. 1938 Kasımında, Yezhov, yasal ilkelerin yoğun ihlaliyle suçlanarak tutuklandı. Eikhe ve yürütülen sürgün ve idam kampanyasında aktif olarak yer alan diğer sekreterler de tutuklandılar.
Aynı süreçte, Yezhovshina sırasında tutuklanan binlerce insan serbest bırakıldı. Bunların arasında, Büyük Yurtseverlik Savaşı’nda önemli bir rol oynayan K. K. Rokossovsky de dâhil, birtakım Sovyet generalleri de vardı.
Yezhovshina, yaşattığı ağır kayıplara rağmen, Sovyetler Birliği’ni ölümcül bir biçimde zayıflatamadı. Birincisi, 1937-1938’de tutuklanan ve idam edilenlerin arasında, gerçek casuslar ve sosyalizm düşmanları da vardı. Batı Avrupa ülkelerinden farklı olarak, Sovyetler Birliği, Hitler’in zaferler kazanmasına olanak veren ‘beşinci kol’dan kurtulmayı becermişti. Alman generalleri, savaşın ilk aylarında, SSCB içindeki ajan sayılarının azlığından dolayı, Kızıl Ordu ve Sovyet savunma sanayisi hakkındaki gerçek bilgilerinin zayıflığından yakınıyorlardı. 1942’de Almanlar tarafından esir alınan ve daha sonra onlarla işbirliği yapan General Vlasov hariç tutulursa, Hitler, Sovyet yüksek yönetim kademesinden destek bulma konusunda başarısız oldu.
İkincisi, tek dertleri ellerindeki gücü korumak olan kariyer peşindeki politikacıların birçoğu, 1937-1938 iç çekişmeleri sırasında makamlarını, hürriyetlerini ve hayatlarını kaybettiler. Onların yerleri sonuçta başkaları tarafından dolduruldu. Yuri Zhukov, 1937-1938 olaylarının sonuçlarından birisinin, Sovyet yönetiminin zirvesinde, daha iyi eğitimli ve modern iktisat konusunda daha deneyimli figürlerin belirmesi olduğunu teslim etmektedir. Tukhachevsky komplosuna karışan mareşal ve subayların yerine daha iyi askeri eğitim almış genç subaylar geçti. 1937-1938’de tutuklananların yerine gelen yeni parti kadroları kendilerini içtenlikle komünizm davasına adadılar; bu unsurlar, politik açıdan, daha evvelki kadroların birçoğundan daha iyi eğitimliydiler. Partinin, Sovyet ekonomisinin ve Kızıl Ordu’nun yeni önderliği, Büyük Yurtseverlik Savaşı’nda değerini kanıtladı.
Ve sonuncusu –fakat önem açısından değil- 30’lardaki gelişmeler, Sovyet halkını Stalin’in ve onun politikalarının etrafında birleştirdi. Belirtmek gerekir ki, 30’ların yoğun karşılıklı misillemeleri, asıl olarak, Sovyet halkının sadece küçük bir kesimini oluşturan sosyal tabakaya dokundu. Aynı süreçte, sosyalist demokrasinin ilkelerini ortaya koyan ve sosyalist kuruculuğun kazanımlarını somutlaştıran Stalin anayasasının benimsenmesi, Sovyet halkının büyük çoğunluğunun, yeni sosyalist düzenin açık avantajlarının farkına varmasına yol açtı. Sovyet halkının bu düzene içten bağlılığı, onun Büyük Yurtseverlik Savaşı’nda sergilediği kahramanca mücadeleyle kanıtlanmıştır.''
DEVAM EDECEK
*5. BÖLÜM DEVAM EDECEK