Translate

8 Kasım 2021 Pazartesi

TROÇKİZM BALTASI, MAHİR SAYIN, SAVRAN... V. BÖLÜM*

 

TROÇKİZM BALTASI, MAHİR SAYIN, SAVRAN... V. BÖLÜM*

''Çıkış kaynağı hakkındaki şüpheler ne olursa olsun, soğuk savaşın, 1947 yılı boyunca, 'Britanya’da ve yurtdışında anti-komünist propagandayı yaymak' amacıyla, Dışişleri bünyesinde, Enformasyon Araştırma Departmanı (IRD) olarak bilinen özel bir departman oluşturan İşçi Partisi hükümeti tarafından İngiltere’de kurumsallaştırılmış olduğu konusunda hiçbir şüpheye yer yoktur.''

''Mayhew bu toplantıda görüşlerini şu şekilde sundu: kampanya mümkün olduğu kadar sosyal demokratların yararına sonuç vermeliydi, ama, diyordu, 'statükonun savunucuları olarak görünmemeliyiz ve bundan kaçınmak için Rus komünizmine olduğu kadar kapitalizme ve emperyalizme de saldırmalıyız.'

''Bu olaydan sonra, IRD dışişleri konularına yoğunlaştı, 1948 Ekim’inde, 'Stalinist tiranlık ve çalışma kampları' temalı bir saldırı kampanyası başlatıldı. Bu ve benzer 'enformasyonlar' gazetecilere ve yayıncılara özel zarflarda yollanıyordu, böylece bunların kaynağı konusunda hiçbir şüpheleri olmuyordu.' Ancak bu dokümanların resmi politikayı temsil etmediği ve gerekli yerlerde kullanıldıktan sonra ihtiyaç kalmayınca yok edilmeleri özenle belirtiliyordu.''

(Ernie Trory, Soğuk Savaşın Kökenleri, iba.)


Büyük Temizlik Operasyonu ve Çarpıtılan Tarihsel Gerçekler;

XI

Burjuva emperyalist, burjuva revizyonist ve Troçkist propagandaya göre SSCB işçi ve halkları “Temizlik operasyonu” ile birlikte her an yok edilme korku ve yılgınlığı içinde yaşıyormuş!

Burada, bir de Stalin döneminde Tarım Bakanlığı yapmış olan Benediktov’a kulak kabartmak yararlı olacaktır ki Benediktov, tıpkı Molotov gibi zamanın tanığı olarak konuşmaktadır ve döneminin de önemli devlet yöneticilerinden birisidir.

O dönem hakkında ne derse desinler, o zamanki atmosferi, düzeni belirleyen şey korku, baskı ve terör değildi. Aksine, uzun yüzyıllardan beri ilk kez kendilerini hayatın efendileri olarak hisseden, ülkeleri, partileriyle samimi olarak gurur duyan, yöneticilerine derin bir inanç besleyen halk kitlelerinin devrimci coşkusunun güçlü dalgasıydı.” (Stalin ve Hruşçov Hakkında- İvan Aleksandroviç Benediktov İle Söyleşi, iba., s. 26)

Ana gerçek, üstü ısrarla örtülmek istenen temel gerçek de budur zaten. Ekim Devrimi'nin zaferinden başlayarak Marksizm-Leninizm'e, sosyalizme, dünya proleter devrimine karşı geliştirilmiş ve özellikle de 1945 sonrası daha yüksek bir aşamaya sıçramış olan emperyalizmin Soğuk Savaş stratejisi, dünya burjuvazisinin topyekün saldırısını ifade etmiştir. ''Stalinizm'' düşmanlığı bu tarihsel gerçekle bağlıdır.

Bu konuda, sosyalizmin ve Stalin’in düşmanlarının ağzından bazı veri ve değerlendirmeleri yazımıza aktarmak istiyoruz. “Perestroyka’nın mimarlarından”, “Gorbaçov’un ekonomi alanında sağ kolu” Abel Aganbegyan, şunları açıklar:

Stalincilik 1930–40 arasında, halkımızın çoğunluğunun gözü kapalı coşkusuna ve genç kadrolarımızın en iyi, en dürüstlerinin sınırsız bağlılıklarına dayanıyordu.''

Stalincilik, mülksüz işçinin her gün kendisini hor görenlerle hesaplaşma hayalini temsil etmektedir…Böyle bir Stalincilik Bürokrasiye duyulan kinin ifadesidir.'' (iba., s. 43-44)

Bir tarihçi: ‘Stalin’i yıkarken o dönemin bütün başarılarını ve yaptıklarını da yıkıyorsunuz. Her şeyi bir kişinin adına indirgemekle insanların anısına zarar veriyorsunuz. Anlamıyorsunuz ve siz halkın nasıl bir coşkuyla sosyalizmi kurduğunu ve Stalin adını söyleyerek ülkeyi savunduğunu görmediniz.'' (J.M. Chauvıer, Sovyetler Birliği Ekonomik ve Sosyal Gelişmeler, s. 63, iba., BDS Yayınları)


Bir de sosyalizmin ve Stalin’in son derece bilinçli düşmanı, kapitalizm ve emperyalizmin sadık savunucusu Yakovlev’in kaleminden dile gelen şu satırlara bakın:

O dönem çelişkilerle doluydu. Bu dönemin bir kısmını Yaroslav’da yaşadım. Obkum’un üç ya da dört sekreterini tutukladılar. Ama kentte, bölgede yaşayanlar korku duymuyorlardı. Çelişkili görünebilir ama ben Partideki kariyerime Stalin henüz iktidardayken başladım. 1950’den 1953’e kadar Yaroslav bölgesinde, Oblast Komitesine üye seçildim. Çok gençtim. Parti bölge toplantılarında öylesine eleştiriler yapılırdı, öylesine kılı kırk yarılırdı ki! Elbette Politbüroya hiç dokunmadan. Gayet tabii ki, iktidarın tepesi eleştirilmezdi. Kimse bunu aklından geçirmedi: Stalin’e hürmet edilirdi.” (Aleksandr Yakovlev, Sovyetler Birliği’nde Ne Yapmak İstiyoruz?, s. 38, iba.)

Öte yandan çok derin dostluk ruhu ve yardımlaşma vardı. Bir gün evimiz tutuşup kül olduğu zaman, köyümüzün tüm mujikleri toplanıp duvarları yeniden yükselmemize yardım ettiler. Öyle bir güven ortamı vardı ki, kimse evinin kapısını kilitlemezdi. Kapılar ardına kadar açık bırakılırdı. Her akşam bir komşu sizi rızkını paylaşmaya çağırırdı…” (age., s. 42–43)

Gerçekler inatçıdır. Yakovlev, Stalin döneminin tablosunun bir kısmını, işte böyle itiraf etmek zorunda kalıyor.

Yaşamı anti-Stalinizm'le geçmiş, kendi açıklamasıyla Stalin'e karşı suikast hazırlığı içerisinde yer almış ve tutuklanmış bilim insanı A. Zinovyev, SSCB'nin yıkılışının ardından yaşanan faciayı görerek geçmişini sorgular ve özeleştiri verir. ''Stalinizm'' dönemini bizzat yaşamış olan A. Zinovyev'in şu sözleri de sosyalist inşanın gerçeğini dile getirmesi bakımından önemlidir;

''Günümüzde sözde 'köylülüğü yıkıma uğratmış' olan kolektivizasyonu mahkum etmek pek modadır. Ama Zinovyev annesine bireysel çifçiliğe dönmeyi arzulayıp arzulamadığını sorduğunu hatırlar. Annesi ona 'hayır' demişti. Neden? Zinovyev’in hatırladığına göre onun cevabı şu anlama geliyordu: 'Çünkü kolektivizasyonun köylülere getirdiği bütün zorluklara rağmen, köylüleri ağır çalışmadan ve devrimden önce köyleri düzenli aralıklarla vuran kıtlık tehdidinden kurtardı. Köyde çok sayıda yeni meslekler ve bunlarla birlikte kültür ve eğitim gelişti. Bu şaşkınlık verici bir çelişkidir: maddi ve diğer sıkıntıların beraberinde büyük kültürel yaşama katılma imkanı.' ” 


''A. Zinovyev ait olduğu eski kuşağın coşkusunu hatırlıyor ve onun SSCB’nin mezar kazıcılarından ne kadar farklı olduğunu vurguluyordu: 'Benim emsallerim için yüzlerce yıllık kölelikten kurtulmanın çok büyük bir değeri vardı. Çok şeyler yaşadık: korkunç yaşam koşulları, tutuklamalar ve savaşın zorlukları. Ama yine de o günlerdeki yaşantımı başka hiçbir yaşantıyla değişmezdim. Emsallerim olan milyonlarca insan o günlerde kendilerini özgür hissettiler ve büyük Y’le Yurttaş olduklarını bildiler. Muazzam bir bilgi birikimi kazandık; bütün ülke okuyordu. Rusya dünyanın en okumayazma bilmez ülkesinden en eğitimli ülkesi haline o günlerde dönüştü. İnsanlığın en ileri kültürel kazanımlarına erişmemize imkan verildi. Günlük yaşamamızdaki yoksulluğun karşılığı buydu. Pantolonlarımız yırtık ve yamalıydı, ayakkabımızın bağcığı yoktu, ama kafalarımız boş değildi, ki bu bizim gözümüzde dünyanın bütün maddi hazinelerinden çok daha değerliydi.' ”

''A. Zinovyev 1930′lar ve 50′ler arasındaki Sovyet toplumunun özelliklerini şöyle tanımlar: '1917 Devriminden sonra Rusya’da yaratılan Komünist toplumsal yapı, halka kolektivizmi getirdi, temel ihtiyaçlarını sağladı, yeteneklerini geliştirerek, kendi emekleriyle ve bir kolektif içinde saygın bir davranış tarzı benimseyerek hayat koşullarını iyileştirme imkanı verdi. Ölümsüz tartışmada -'sahip olmak mı, olmak mı?'- milyonlarca insan 'sahip olmak'ın ancak asgari olarak sağlandığı koşullarda 'olmak'ı  tercih etti. Ruslar küçük-burjuva denilen aşağı değerlerden üstün olan yüksek değerlere dayalı bir toplum yaratmaya çalıştılar. Bu değerler arasında ahlaki ve tinsel mükemmeliyetçilik, kolektife hizmet etme, toplum uğruna kendini feda etme, özünden kısma gibi değerler başta geliyordu. Birçok insan bu sistemi samimi olarak benimsedi. Onlar sayesinde kahramanca işler başarıldı ve tarihte örneği olmayan sonuçlar elde edildi. Maddi yoksunluk içinde yaşayan ama okuyan, düşünen, tartışan ve yazan bir eğitimli ve yaratıcı insanlar katmanı oluştu. Bunlar şan yada kariyer için yırtınmayan insanlardı. En yakın çevreleri içinde gördükleri saygıdan tatmin olan insanlardı.”

''Stalin’i canavar olarak gösterme girişimlerine şöyle cevap veriyordu: 'Stalin hakkında yazılan ve söylenenlerin hemen hepsi gerçek dışı! Tarihsel rolü gözden kaçırılıyor. Stalin, Lenin’le birlikte 20. yüzyılın en büyük siyasal ve toplumsal eylem adamıydı. 19. yüzyılın Napolyon’un ve Marks’ın çağı olması gibi, 20. yüzyıl Lenin ve Stalin çağıydı.' '' (Stalin Arşivi çeviri birimi (Ekim 2006), iba., kaynak: Northstar Compass, Ağustos 2006)


O dönem hakkında ne derse desinler, o zamanki atmosferi, düzeni belirleyen şey korku, baskı ve terör değildi. Aksine, uzun yüzyıllardan beri ilk kez kendilerini hayatın efendileri olarak hisseden, ülkeleri, partileriyle samimi olarak gurur duyan, yöneticilerine derin bir inanç besleyen halk kitlelerinin devrimci coşkusunun güçlü dalgasıydı.” diyen Benediktov burada, pırıl pırıl ve kirletilemeyen tarihsel gerçeğin altını çizmektedir yalnızca. Oysa tarihsel gerçekleri yok sayan karşı-devrimci psikolojik harbe göre Stalin kan dökmekten zevk alan bir despottu ve toplum/SSCB korku içinde felç olmuştu! Tabii ki bu propaganda anti-komünist, Troçkist burjuva cephenin sahte propagandasından ibareti(r). Korku içerisinde titreyenler emperyalizm ve ülke içerisindeki karşı devrimci güçlerdi ve onların korku içerisinde titremesi de kaçınılmazdı.

Burjuvazinin, Troçkizmin nesnel gerçeğe bağlı kalma, tarihsel bağlamı, tarihsel süreci, neden sonuç ilişkisini nesnel ve bilimsel bir perspektifle incelemek gibi bir derdi yoktur ve olmamıştır. Makyavelizmle belirlenen burjuva ideolojik saldırı ve psikolojik savaşa karşı her cephede savaşı geliştirmek kesintisiz devrimci bir görevdir. Sözde bilim insanlarının, ''Batının saygın üniversiteleri''nin, ''saygın''entelektüellerinin, tarihçilerinin, dönek solcu takımının SSCB'nin, Stalin'in tarihini baştan aşağı tahrif ederek yazma çabaları sınır tanımayan ikiyüzlülükle şekillenmiştir. Bu olgu hep akılda tutulmalıdır. Ekonomik, politik iktidar tekelini elinde tutan, düşünceleri egemen düşünceler olan, ellerindeki sınırsız imkanlarla ideolojik saldırıları örgütleyip yöneten burjuvazinin bu gücünün her şeyi çarpıtma ve pazarlama gücünün çok yüksek olduğunu biliyoruz. Bu olguyu hayatın her alanında görebiliriz.

Emperyalizmin, faşizmin, sosyal demokrasinin, Troçkizmin, Kruşçevciliğin, öteki modern revizyonist akımların, postmodernizmin, post-Marksizmin, prestroykacıların SSCB ve Stalin hakkındaki yalanlarına inanır hale gelerek sözde ''Yaratıcı Marksizm'', ''21. yüzyılın Marksizmi-sosyalizmi'', ''yeniden yapılanma'' vs. adına pek yenilikçi açılımlar peşinde koşanların gideceği yer de bu anti-komünist cephedir, en hafif deyişle tipik bir Marksizm-Leninizm düşmanlığı saflarıdır. Bu sahtekarlığın, teori ve tarih çarpıtıcılığının yalanlarına, sahte varsayımlarına, niyet okumalarına, halüsyonlarına, şarlantanlığına inanmak için hiçbir neden yoktur. Hem devrimcilik ve komünistlik iddiasında bulunmak hem de anti-komünist cephenin yalanlarını, tahrifatlarını baş tacı yapmak devrimcilikle, komünistlikle bağdaşmaz.

Objektif değerlendirme yetisine ve donanımına sahip, ilkelere katı bağlılığı olmayanların rüzgarın tersten estiği tarihsel kesitlerde burjuvaziye yedeklenmesi, burjuva saflara geçişi tarihsel deneyimler tarafından defalarca kanıtlanmış bir olgudur. Bu deneyimler, Truva Atı rolünü oynayanlara karşı daha özel bir dikkatin gösterilmesi gerektiğini de göstermiştir. Unutulmamalıdır ki devrimci ve komünist bir partide ortaya çıkan burjuva, küçük burjuva bir akım, sapma kendisini Marksistlikle, Marksist-Leninist olmakla tanımlar ama, şu Stalin yok mu şu Stalin der ve işin teorisini yapararak Leninizm'e saldırır. Sosyalizm teorisi iyidir de ama şu Stalin var ya şu Stalin... Marksizm doğrudur ama şu Stalin yok mu şu Stalin... O Marksizmden kopmuştur, o Lenin'den kopmuştur, o bir canidir cani... SSCB'yi kana ve ateşe buladı. Hitler'in iktidara gelmesinin, faşist diktatörlük kurmasının sorumlusu Stalin'dir. II. Emperyalist Dünya Savaşı'nın çıkmasının sorumlusu Stalin'dir vs. vb.

Bu propaganda ve psikolojik harekat özellikle 1945'ler sonrası CİA tarafından geliştirilmiş ve koordine edilmiştir. Hatırlatmak gereksiz olmaz, ABD, Nazi savaş suçlusu ünlü Alman istihbarat subayı Reinhart Gehlen'i kurtararak ABD'ye kaçırmış ve Gehlen CİA'nın kuruluşunda, yetkinleştirilmesinde özel ve temel bir rol oynamıştır. Kuşkusuz ki kurtarılan yalnızca Nazi savaş suçlusu Gehlen değildi...

ABD, CİA, ''Soğuk Savaş'' stratejisine bağlanmış propaganda çalışmasında SSCB'ye, Marksizm-Leninizm'e karşı yürütülecek anti-komünist savaşın, ''Stalinizm''e karşı mücadele adına yürütülmesini belirlemiştir. Marksizmi, komünizmi küçümseme tavrına düşmeden, keskin bir emperyalizm karşıtlığı da sergilenerek ''Stalinizm''in gözden düşürülmesine yaşamsal bir önem vermiştir. VE başta Troçkizm olmak üzere ''sol'' kılıklı aydın kuşağı Truva Atı olarak tepe tepe kullanılmıştır. Robert Conquest'lar, Soljenitsinler gibileri açık anti-komünist kampanyanın popüler isimleri olarak kullanılmıştır. Öte yandan da söz konusu kampanya özellikle ''sol'', ''Marksist'', ''komünist'', ''Bolşevik-Leninist'' kılıklı anti-komünistler aracılığıyla daha etkili geliştirilmiştir. Bu amaçla, milyonların katledildiğinin sözde kanıtı olan saçma-sapan iddialar, rakamlar ileri sürülmüş/üretilmiş, ''yargısız infazlar'', ''göstermelik yargılamalar'', ''Gulag''lar, korku ve vahşet imparatorluğu vs. propagandası her saniye yapılmıştır. Böylece (Sayın'ının da paylaştığı) ''insanlıktan nasibini almamış'' SSCB, Stalin, ''Stalinizm'' kanısı yaratmak için küresel seferberlik örgütlenmiştir. Buna göre, mücadele vahşetle uygarlık, diktatörlük ile demokrasi arasındaymış gibi lanse edilmiştir. Bu aşağılık burjuva ve Troçkist propagandaya göre Batı emperyalizmi uygarlığı, demokrasiyi, insan haklarını, barışı temsil ederken SSCB, ''Stalinizm'' vahşeti, savaşı, diktatörlüğü, ''insanlıktan nasibini almamış''lığı temsil etmektedir. 30'lu yıllardaki yargı süreçlerinin sahte olduğu, ortada herhangi bir komplo, askeri darbe hazırlığı, 5. kol vs. olmadığı propagandası da bu bağlamla ilişkilidir ve ''Stalinist vahşet''in kanıtıdır falan. Bu saldırılar küresel alanda bütün hızıyla sürmektedir. revizyonist/kapitalist kampın dağılmasından sonra Rusya kaynaklı anti-Stalinist kampanya ise, yeni koşullara uygun olarak azgınca devam etmektedir. Sözgelimi ''Bugün Rusya'daki ders kitaplarında, 'büyük terör' olarak adlandırılan o yıllarda, baskıya maruz kalanların sayısı 40 milyon olarak gösteriliyor.'' ''Rusya merkezli insan hakları örgütü Memorial, Stalin Kurbanlarını Anma Günü dolayısıyla her yıl çeşitli etkinlikler düzenliyor.'' (Dünya Bülteni)


Burjuvazinin ve Troçkizmin, Kruşçevciliğin dizginsiz bir kinle andıkları ve saldırdıkları 30’lu yıllardaki “Temizlik kampanyası” sürecinde Stalin’in duruşunu aydınlatan Benediktov ise, şunları söyler;

Sabotajcılıkla suçlanan insanların kaderi konusunda Stalin o zamanki Politbüro’da liberal olarak ün yapmıştıKural olarak, suçlananların tarafında olur ve aklanmalarını sağlamaya çalışırdı, ancak tabii ki istisnalar da olurdu. Stalingrad parti oblast komitesi eski birinci sekreteri Çuyanov anılarında bütün bunları çok güzel yazdı. Ayrıca bizzat ben de birkaç kez Stalin’in bu konuda 'şahin' sayılan Kaganoviç ve Andreyev ile çatışmalarına tanık oldum. Stalin bu konudaki sözlerinin özeti, halk düşmanları ile mücadelede bile yasallık zemininden çıkmamak gerektiği idi.” (age., s. 32, iba.)

Benediktov’la röportajı yapan gazeteci Litov şu soruyu sorar:

Affedersiniz ama Stalin’in dürüst insanlara yapılan haksızlıklarda parmağının olmadığı yolundaki sözleriniz ikna edici değil. Eğer öyle olsaydı bile, bu durumda birincisi, bütün halkın önünde dürüstçe ve açıkça işlenen kanunsuzlukları itiraf etmeliydi; ikincisi, adaletsizce cezalandırılanları rehabilite etmeli ve üçüncü olarak, bundan sonra benzer kanunsuzlukların olmaması için önlem almalıydı. Fakat bunlar hiç yapılmadı…”

Benediktov, Litov’u şöyle yanıtlar:

Siz herhalde konuya pek vakıf değilsiniz. Birincisi ve ikincisi hakkında, VKP (b)-SBKP’in o zamanki adı- MK Ocak 1938 plenumu dürüst komünistlere ve partisizlere karşı işlenen kanunsuz eylemleri açıkça kabul etti ve bu konuda bütün merkezi gazetelerde yayınlanan özel bir karar aldı. 1939 yılında yapılan VKP (b) 18. kongresinde de yine aynı şekilde, bütün ülkenin önünde temelsiz baskıların verdiği zarardan açıkça söz edildi.

Ocak 1938 MK plenumundan hemen sonra, suçsuz yere baskı görmüş binlerce insan ve bunların arasında bulunan önde gelen komutanlar hapis yerlerinden geri dönmeye başladılar. Hepsine resmen itibarları iade edildi, bazılarından ise Stalin şahsen özür diledi.” (age., s. 40-41, iba.)

Litov’un bir başka sorusunu yanıtlayan Benediktov’un şu yanıtı da Stalin’in kitlesel arınma kampanyasındaki duruşuna ışık tutmaktadır:

Yaygın kanıya rağmen, o yıllarda bütün sorunlar, bunların içinde önde gelen parti, devlet ve ordu görevlilerinin atanmaları ve görevden alınmaları da, Politbüro’da kolektif tarzda kararlaştırılıyordu. Bizzat Politbüro toplantılarında sık sık tartışmalar, kavgalar ateşleniyor, temel parti sorunları çerçevesinde farklı, çoğu zaman birbirine tamamen ters görüşler ifade ediliyordu. Sessiz ve itirazsız hemfikirlilik yoktu, Stalin ve yanındakilerin buna tahammülü yoktu. Bunu söylemeye tam hakkım var çünkü Politbüro toplantılarında birçok kez bulundum.

Evet, kural olarak Stalin’in görüşü kazanıyordu. Ama bunun sebebi onun sorunları daha nesnel, daha çok yönlü olarak düşünmesi, başkalarından daha uzağı ve derini görmesiydi. İnsan doğası; yavaş yavaş buna alıştılar ve en az direnç çizgisini izleyerek görüşlerini sonuna dek savunmaktan vazgeçtiler. Stalin burada ortaya çıkan tehlikenin farkındaydı….30’lu yılların sonlarında Politbüro’nun çalışmasındaki kolektiflik yeterince net bir biçimde kendini gösteriyordu: Doğrusu nadir olarak Stalin’in oylamada azınlıkta kaldığı durumlar oluyordu. Bu özellikle temizlikle ilgili durumlardı, bu noktada Stalin, daha önce söylediğim gibi, Politbüro’nun bir dizi öteki üyelerine göre daha ‘yumuşak’ konumlar alıyordu.” (age., s. 44-45, iba.)

Benediktov“Temizlik kampanyası”nda binlerce, on binlerce insanın haksızlığa uğradığını açıkça belirtir. İkinci bir kampanyanın da birincisini takip ettiğini, bu ikinci kampanyanın ise “kanunsuzluk yapan ve görevini kötüye kullananlara karşı” olduğunu vurgular. Molotov, Kaganoviç, Y. Jukov da bu gerçeği vurgular. Benediktov’un şu açıklaması da tabloyu anlamamıza hizmet etmektedir:

Kuşkusuz Stalin’in temizlikler esnasında meydana gelen keyfilik ve kanunsuzluklardan haberi vardı ve işlenen aşırılıkların düzeltilmesi, dürüst insanların hapisten kurtulması için somut önlemler aldı. Bu arada o zamanlar iftiracı ve ihbarcılara nazik davranılmıyordu. Bunların çoğu birçoğu açığa çıkarılıp kendileri de kurbanlarını gönderdikleri kampları boyladılar. Paradoks şurada ki, bunlardan Hruşçovcu ‘buzların çözülmesi’ döneminde serbest bırakılan birçoğu herkesten daha gürültülü bir biçimde Stalin’in kanunsuzluklarından dem vurmaya başladı ve hatta bu konuda anılar yayınlamayı bile akıl ettiler.” (age., s. 40, iba.)


Litov’un üçüncü sorusunu da yanıtlayan Benediktov, SBKP’nin 1939 yılında yapılan 18. Parti Kongresi’in artık kitlesel arınma yöntemini terk ettiğini söyler. Ki Benediktov, “Şahsen ben, bunun yanlış bir karar olduğunu düşünüyorum.” der ve “kitlesel baskıların partiye verdiği zarardan kaygılanan Stalin”in “öteki uca kaydığı”nı ve bunun için “bariz bir şekilde acele” ettiğini vurgular ve partinin kitlesel temizlik yöntemini terk etmesinin partiye ve devlete pahalıya mal olduğunu belirtir.

Burjuva, Troçkist ve revizyonist propagandaya göre “Temizlik hareketi” kamuoyundan gizlenerek gerçekleştirilmiştir.  Bu yalan rüzgârı dili kafasından daha çok çalışanlar da dâhil olmak üzere geniş bir kesimi etkileyebilmiştir. Zamanın tanığı olarak Benediktov bunu yalanlar ve mahkemelerin halka ve dünyaya açık yapıldığını söyler.

'Despotik’ 30’lu yıllarda siyasal davaların stenografları açıkça yayınlanıyordu ve bunlarda resmi görüşler ve versiyonlara ters giden sözler olmasına rağmen herkes bunlara gerçekten ulaşabiliyordu. ‘Açıklık’, ve ‘glastnos’ yanlısı Hruşçov zamanında ise bütün bunlar hizmet içi ve gizli fonlara kondu. Acaba bunlar resmi olarak sunulan ve yorumlanan ‘olguların’ ‘barizliği’ne ters düştüğü için olmasın?” (age., s. 48, iba.) vurgusuyla da Kruşçev modern revizyonizmi etrafında kenetlenen uluslararası sermayenin, Troçkistlerin vb. maskesinin düşmesine katkıda bulunur.

Konu hakkında Molotov da şunları söyler:

-Doğru dedi Molotov. Bizde her şey halka açık olmuştu. Sadece askerlerin davası kapalı yürütüldü. Savunma sırları nedeniyle. Sovyet rejimi düşmanlarının olayları anlatmadaki hayal gücü de çok geniş. Halka açık bir duruşma dünya gazetecilerinin önünde 12 gün sürer, hepsi de çok tanınmış olan yirmi bir kişi yargılanır. Düşmanlarımız da salondadır.”  (Molotov Anlatıyor, s. 435, iba.)


 “…Bugün o davaları ayaklar altına almaya uğraşıyorlar, tutanakları yayınlamıyorlar. Oysa hepsi yayımlanmıştı. Salonda yabancı gazeteciler, burjuva basını-sol ve Hitlerci- diplomatlar, hatta büyük elçiler vardı…” (age., s. 433, iba.)

Benediktov, ilerici bilim insanlarının, sanatçıların, aydınların emperyalizm ve faşizmin sahte propagandasına boyun eğmediklerini, “Stalin ve arkadaşlarının çizgisini destekledikleri”ni, “Siyasette ‘güce dayanan yöntemlere’ pek itibar etmeyen Einstein’in bile temizlikleri mahkûm eden çağrıya imza etmeyi reddet”iğini söyler. Devamla, “Batılı entelijensiyanın ilerici ve hümanist ideallere sadakatini kanıtlamış olan en iyi kesiminin ‘Stalin’in caniliklerin”nin ifşası yönündeki çığırtkan kampanyadan uzak durduğu, bir olgudur. Tersinden bakınca da, bu ideallere ihanet etmiş, faşizm ve gericilikle işbirliğine kadar alçalmış ikiyüzlüler ve çığırtkanlar ‘Stalinist terör’ hakkında herkesten daha çok gırtlak paraladılar. Bu da üzerinde düşünmek için iyi bir sebeptir…” (age., s. 48, iba.) der çok haklı olarak.

Şu ''gırtlak paralama''yla ilgili G. Furr, ''Öteki Stalin'' kitabının yazarı Zhukov'un şu alıntısını aktarır;

''9. Bu makale, bir Stalin’e “itibarını iade etme” teşebbüsü değildir. Yuri Zhukov’un şu yazdıklarına aynen katılıyorum:

 'Size tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki, Stalin’e itibarının iade edilmesine karşıyım; çünkü genel olarak iadei itibar kavramına karşıyım. Tarihteki hiçbir şeyin ve hiç kimsenin itibarı iade edilemez –bizim yapmamız gereken şey, her şeyi açığa çıkarmak ve gerçeği söylemektir. Öte yandan, Khrushchev’in zamanından beri, Stalin’in baskısının kurbanları olarak duyduklarınız, hep sadece, kendileri de bu uygulamalara katılanlar ya da onlara yardımcı olanlar veya karşı çıkmayanlardır.' (Zhukov, KP, 21 Kasım 2012)'' (Stalin ve Demokratik Reform Mücadelesi, iba., Çeviren: S. Yalçın)

Furr'un ''Büyük öneme sahip Sovyet belgelerinin birçoğuna, sadece özel izne sahip akademisyenler ulaşabilmektedir.'' açıklamasının da altı çizilmelidir.


Enver Hoca’nın vurguladığı gibi “Tüm hainler halka açık olarak yargılandılar. Suçlulukları o zaman da çürütülemez kanıtlarla ve en inandırıcı bir biçimde kanıtlandı.”  (Enver Hoca Stalin’i Anlatıyor, s. 12, Yurt Yay.)


Anti-Stalinist bakış açısına, emperyalist ve Troçkist iftiralara dayanmasına karşın Georg Fülberth de temizlik harekâtının “halka açık mahkemeler”de yapıldığını ifade etmek zorunda kalmıştır. (Büyük Deneme Komünist Hareketin ve Sosyalist Devletlerin Tarihi, s. 105, Doruk Yay.)


Ekim Devrimi Kautskistler, II. Enternasyonalciler, Menşevikler tarafından ''Leninist bürokratik karşı devrim''le, sonra Stalin de ''bürokratik karşı devrim''le itham edilmişti ve edilmektedir. Troçkizm de ''Stalinizme'', ''Stalinist bürokratik karşı devrime karşı mücadele'' ve ''Stalinist bürokratik kanlı diktatörlüğü yeni bir devrimle yıkma'' programı, startejisi ve taktikleriyle bu görevi üstlenmişti. Bunlar tesadüf değil ve bu saldırılar burjuva gericilik tarafından daima desteklenmiştir.

Her nedense (!) emperyalizm ve II. Enternasyonalciler, Troçkizm, Kruşçevcilik Ekim Devrimi'ne, Marksizm-Leninizm'e, sosyalist inşaya, proletarya diktatörlüğüne, SBKP'ye, ''Stalinizm''e karşı aynı cephede birleşebilmiştir. Nedense (!) bu kuvvetlerin derdi hep ''Stalinizm''i, ''Stalinist diktatör''lüğü, ''Stalinist ideoloji''yi yeryüzünden silmek olmuş! Saldırıların aynı hedefe kilitlenmesi, her türlü iftiranın aynı cephede birleşmiş olması herhalde (!) tesadüftür.

Kruşçevci saldırı SSCB'yi destekleyen geniş aydın tabakası içerisinde de etkili olmuştur. Kuşkusuz ki bu saldırı her zaman olduğu gibi öncelikle burjuva, küçük burjuva aydın kesiminde etkili olmuştur. Örneğin Fransız Komünist Partisi’nde uzun yıllar yöneticilik yapmış olan Garaudy (ki bir revizyonisttir), şunları yazar:

Kruşçev’in XX. Kongre’ye verdiği gizli rapor ile Stalinciliğin kınanmasını izleyen ilk aylarda yayınlanan ve fizikçi Saharov tarafından toplanan raporlardaki belirtilere bakılacak olursa, 1936’dan 1939’a kadar bir buçuk milyondan fazla parti üyesi;-yaklaşık olarak bütün üyelerin yarıya yakın bir kısmı- hapsedilmiş, 1936 yılından itibaren de on milyondan fazla, Sovyet vatandaşı hapishanelerde ya da kamplarda ölmüştür.” (Sosyalizmin Büyük Dönemeci, s. 90, Milliyet Yay.)

Garaudy'ın kanıtlarına güvendiği Saharov kimdir? Kısacası, emperyalist dünyanın bir uzantısı... Garaudy gibilere emperyalistlerin, Troçkistlerin, Kruşçevcilerin demagoji ve manipülasyonu yön vermekteydi. 36-39 arası SBKP’nin üyelerinin yarısına yakınının hapsedildiği açık bir yalan olduğu gibi on milyon insanın toplama kamplarında öldüğü de bir diğer aşağılık yalandır. Konu hakkında düşünebilmek için, II. Dünya Savaşı yıllarında SSCB’nin verdiği toplam şehit sayısının 26 milyon olduğunu hatırlamakta yarar var… Benediktov da “Sovyet iktidarının düşmanlar”nın “toplamı herhalde birkaç milyondu, elbette halkın içinde bariz bir azınlığı oluşturuyordu” sözleriyle gerçeğe işaret eder. Ve çok iyi biliniyor ki proletarya diktatörlüğünün hedefi, halk değil söz konusu karşı devrimci gericilikti.

Benediktov haklı olarak sözlerine şöyle devam eder: “Ancak işgal ettikleri makamların önemi, daha yüksek entelektüel, eğitim, bilgi düzeylerini dikkate alınca, bunları sosyalizme potansiyel tehdit olarak hesaba katmamak suç işlemek olurdu, ciddi bir siyasetçi için affedilemez bir düşüncesizlik olurdu. Düşmanlığını gizlemeyen kapitalist kuşatma ve yaklaşan faşizmle ölümüne kapışma koşullarında, ülkenin önderliği, ülkeyi içerden gelmesi olası darbelerden korumak, potansiyel ‘beşinci kolu’ silahsızlandırmak ve parti, devlet, ordu yönetim saflarında maksimum birliği sağlamak için kararlı, büyük ölçekli önlemler almak zorundaydı tabii.” (age., s. 35-36)


Vurgulamak gerekir ki, proletarya diktatörlüğü söz konusu karşı-devrimci gericiliğin organikaktif kesimlerini hedef alarak yargılamış, sadece somut suçlar işlemiş olan kesiminin bir bölümünü kurşuna dizmiş, daha geniş kesimlerine ise hapis cezası vermekle yetinmiştir. Sosyalizme ve sosyalist demokrasi rejimine boyun eğen ve eğmek zorunda kalan daha geniş bir kesimi ise, sosyalizm sağlamlaştığı için, Stalin anayasasıyla birlikte eşit yurttaşlık haklarından yararlanmıştır. “Stalinci anayasa” ile geçmişte oy kullanmaktan mahrum edilmiş eski sömürücü sınıfların bireylerine de seçimlerde oy kullanma hakkı tanınarak, eski kısıtlamaya da son verilmiştir. ''Stalin Anayasası'' tarihin gördüğü en demokratik anayasaydı. Bu demokrasi proleter demokrasiydi. Bu demokrasi burjuvazi ve toprak ağalarının devrimci şiddete dayalı tasfiye edilmesinde, temel üretim araçlarının tüm halkın mülkiyetine dönüştürülmesinde, sosyalist sanayi ve tarımın kurulmasında, böylece sosyalist teknik-maddi temele dayanan, kentlerin ve kırların işçi ve emekçilerinin demokrasisiydi. Bu demokrasi, devrilmiş gericiliğe, iç ve uluslararası gericilikle birleşerek sosyalizme, sosyalist demokrasiye karşı mücadele eden gericiliğe diktatörlüktü. Oysa burjuva demokrasisi, toplumun onda birinin onda dokuz üzerindeki diktatörlüğüydü, burjuvazi için demokrasi, proletarya (ve emekçi kitleler) için diktatörlüktü. Temel üretim araçlarını özel mülkünde tutan, proletaryayı ücretli köle haline getiren egemen sınıfın diktatörlüğüydü.

Emperyalizmin, sosyal demokrasinin, devrilmiş gericiliğin, Troçki önderliğindeki 5. kolun (''birleşik sol muhalefet'') proleter demokrasiden öcü gibi korkmaları anlaşılırdır. Çünkü bu demokrasi onlar için diktatörlüktü, diktatörlük olacaktı. Öyle de oldu. Baştan aşağı suça batmışlardı, askeri bir darbeyle proletarya diktatörlüğünü tasfiye etme, bunu başaramadıkları koşullarda emperyalist ve faşist askeri müdahalede koşullarında (ki askeri işgal karşısında SSCB'nin kısa sürede zaten yenileceğini düşünüyorlardı) SSCB'nin yenilgisini kolaylaştırma hedefiyle çalışıyorlardı. Bu politikaları uygulayanların kendi hedeflerine ulaşmak için her şeyi yaptıkları, en ağır suçları işledikleri koşullarda sosyalist demokrasi/diktatörlük karşısında her an korku içerisinde yaşamaları da anlaşılırdır.

SSCB'de demokrasinin D'sinin olmadığı, ''Stalinist tiranlık'' tarafından milyonların, on milyonların kanının döküldüğü sahtekarlığını açığa çıkaran en önemli olgulardan birisi de 36 Anayasasının hazırlık ve onay sürecidir.

Dönemin doğrudan tanığı olan Anna Strongu birlikte okuyalım;

''Sadece hükümetlerin değil, sendikaların ve gönüllü toplumların da dünyadaki tüm geçmiş anayasalarını ayrıntılı bir şekilde incelemek için bir buçuk yıl harcadılar. Hazırladıkları taslak daha sonra Sovyet halkı tarafından 36.500.000 kişinin katıldığı yarım milyondan fazla toplantıda aylarca tartışıldı. Yapılan popüler tartışmalar sonucunda Anayasa Komisyonu'na ulaşan değişiklik önerisi sayısı 154.000'dir. Stalin'in kendisinin on binlerce halkın mektubunu okuduğu biliniyor.

Stalin'in kişisel olarak tartıştığı bir düzine veya daha fazla değişiklik arasında, demokratik ifadeyi kolaylaştıranları onayladı ve demokrasiyi sınırlayanları onaylamadı. Örneğin bazı insanlar, farklı kurucu cumhuriyetlere Sovyetler Birliği'nden ayrılma hakkının verilmemesi gerektiğini hissettiler; Stalin, muhtemelen ayrılmak istemeyecekleri halde, bunu yapma haklarının bir demokrasi iddiası olarak anayasal olarak güvence altına alınması gerektiğini söyledi. Oldukça fazla sayıda insan, siyaseti gereğinden fazla etkilediklerini okuyan rahiplerin siyasi haklarını reddetmek istedi. Stalin, Sovyet halkının artık kendi aklını bilecek kadar olgun olduğunu savunarak, 'Sınırsız genel oy hakkını getirmenin zamanı geldi' dedi.

Bugün bizim için anayasal biçimlerden, hatta bunların nasıl çalıştığı sorusundan daha önemli olan, Stalin'in konuşmasındaki çok önemli bir nottu. Avrupa'da büyüyen Nazi tehdidine doğrudan bir meydan okumayla sona erdi. 25 Kasım 1936'da , Hitlerizme herhangi bir Avrupa hükümeti tarafından ciddi şekilde karşı çıkılmadan önce konuşan Stalin, yeni Sovyet Anayasasını 'Faşizme karşı bir iddianame, Sosyalizm ve Demokrasinin yenilmez olduğunu söyleyen bir iddianame' olarak nitelendirdi.

Anayasa Kongresi'nden bu yana geçen yıllarda, Stalin'in kendi kişiliği daha yaygın olarak bilinmeye başladı. Onun resmi ve sloganları Sovyetler Birliği'nde o kadar öne çıktı ki, yabancılar bu ‘putperestliği’ zorlama ve samimiyetsiz buldular. Tanıdığım Sovyet halkının çoğu, ülkelerini kuran ve başarıya götüren adam olarak Stalin'e gerçekten muazzam bir bağlılık hissediyor. Hatta seçim gününden hemen önce, kendi bölgelerinden daha az heyecan verici aday yerine doğrudan Stalin'in aday olduğu bölgede oy kullanma şansına sahip olmak için geçici bir ikamet değişikliği yapan insanlar bile tanıyorum.’’ (Anna Strong, Stalin, iba.)


Hatırlayalım, burjuvazi ve Troçkizm’in anti-komünist propagandasına göre, 30’lu yıllar tam cinnet yıllarıydı, milyonlar yok edildi ve herkes korku içerisinde sırasının gelmesini bekliyordu falan.

‘’Stalinist Anayasa’’nın kentlerin ve kırların en ücra köşesine kadar özgürce tartışılması, toplumun kolektif aklıyla hazırlanıp onaylanması bu propagandanın aşağılık karakterini sergilemektedir. Yalnızca anayasa mı, hayır, SSCB’nin ekonomik ve toplumsal yaşamını ve gelişimini belirleyen 5 yıllık planları da kent ve kırlarda, fabrikalarda, işletmelerde, başta sendikalar olmak üzere, kitle örgütlerinde, kolhoz ve sovhozlarda; yaşamın her alanında on milyonların eleştiri ve tartışma özgürlüğü ekseninde tartışılarak belirlenmekteydi. Kuşkusuz ki burjuvazi ve Troçkizm için bu olguların bir önemi yok, onlar için her şartta ‘’Stalinizm’’ barbarlıktır, kan içiciliğidir falan.

Bir de yeni anayasanın oluşturulması sürecini SSCB’deki gelişmelerin canlı tanığı Jack T. Murphy’ten hep birlikte dinleyelim:

Stalin, kolektif çalışmada büyük bir önder olduğunu bir kez daha kanıtladı. Bir Anayasa tasarısı hazırlamakla görevlendirilen geniş bir komisyona başkanlık etti. Bu komisyonda Molotov, Jdanov, Kaganoviç ve daha birçokları gibi ülkenin önde gelen en yetenekli önderleri bulunuyordu. Tasarının hazırlanması tamamlandığında tarihin en büyük tartışması başladı. Sovyetler Birliği’ni oluşturan bütün milliyetlerin dillerinde yayınlanan tasarı, 60 milyon nüsha dağıtıldı. Tasarının tamamı, toplam tirajları 37 milyon olan 10 bin gazetede yayınlandı. Bütün radyo istasyonlarında okundu ve 36 milyon insanın katıldığı 527 bin mitingde tartışıldı. Önerilen değişikliklerin sayısı 134 bindi. Anayasa, fabrika ve imalathanelerde, kooperatif derneklerinde ve klüplerde, çiftliklerde, atölyelerde ve madenlerde tartışıldı ve incelendi. Komisyon, gerek tek tek bireylerden, gerek örgütlerden gelen bütün değişiklik önerilerini inceledi. Tasarının son biçimi, 5 Aralık 1936’da Sovyetlerin olağanüstü bir kongresine sunuldu.” (Stalin, s. 230, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 3. Baskı )

Tablo bu. Bu tablo dünya burjuvazisinin, devrilmiş gericiliğin, Troçkizm’in sahtekarlığını, yalanlarını açık seçik ortaya koymaktadır. Sosyalist demokrasinin on milyonların demokrasisi olduğunu kanıtlamaktadır. Aşırılıklar, bürokratikleşme zaafları ile sosyalist inşanın iç içe geçmesi altını çizdiğimiz temel diyalektik tarihsel gerçeği değiştirmemekteydi. Belirleyici olan zaaflar değil, üstün başarılar ve kazanımlardı. On milyonların devsel atılımı ile sosyalizmin inşasıydı.

Bu bağlamda, sosyalist demokrasiyi geliştirme bağlamında, parti ve devlet bürokrasisinden, oportünist kliklerden gelen aşırı baskıya karşı Stalin önderliğindeki çekirdeğin mücadelesini, kimi kez azınlıkta kalışını, hatta dahası, çok önemli bazı sorunlarda Stalin’in azınlıkta kalışının öyküsünü, eleştirel bakışı yitirmeden ve yazarının burjuva demokratik kimliğini ve kendince yorumlarını atlamadan “Öteki Stalin” kitabından, J. Arch Getty'in kitaplarından, Grover Furr'un kitaplarından inceleyebiliriz. Ki, Jukov, arşiv belgelerine dayanan ama Sovyet tarihinine eleştirel yaklaşan ender tarihçilerden birisidir.

Şu bilgi ve verileri de aşağı aktarmayı yararlı görüyoruz:


“… 01.03.1936 tarihi itibariyle, çoğu bütün ülkede Üç Başak Yasası diye bilinen 07.08.1932 tarihli yasaya göre ceza almış 768.989 kişinin mahkümiyetleri ve ek olarak, 5 yıl süreyle seçimlere  katılmalarını engelleyen hak mahrumiyetleri de kaldırılmıştı. “ ( s. 187)

Bu kararları alan ve uygulayan ''Kan dökmekten, kitle katliamları yapmaktan zevk'' aldığı söylenen Stalin önderliğindeki parti ve ''Canavar Stalinist bürokratik totaliter diktatörlük''tür.


Vurgulamak gerekir ki, ''Beria dönemi'', aşırıya kaçan baskıları düzeltmenin, yasaların ihlaline karşı etkili mücadele vermenin dönemidir. Bu durum Stalin önderliğindeki çekirdeğin etkin ve güçlü müdahalesinin ürünüydü. Jukov’un kitabı da bunu doğruluyor. Kruşçev haini, tüm “Stalinizm” düşmanlığına ve her şeyi çarpıtmasına karşın, ''Anılar'' kitabında, dolaylı ama açıkça, hem “Temizlik” sürecinde en ılımlı olanın, aşırılıkların üstüne gidenin Stalin olduğunu, hem de baskıların Beria ile azaldığını itiraf etmek durumunda kalıyor. Keza Kruşçev’in kurulmasına önderlik ettiği (ve sunduğu raporu da “Stalinizme karşı mücadele” silahına çevirdiği) “Pospelov Komisyonu raporuna” göre de “tutuklanmalar önemli ölçüde azaldı; 1939-1940 yıllarındaki tutuklanma sayısı 1937-1938 yıllarına oranla yüzde 90 azaldı. 1939-1940 yıllarındaki idam sayısı 1937-1938 yıllarındakinin %1’i kadardı.” (Grover Furr, Hruşçov’un Yalanları, s. 87)  


Devam edelim.


1956’da Hruşçov, Stalin’in, parti önderleri üzerinde baskı kurmuş olduğu iddiasına odaklandı ve 17. Parti Kongresi’nin delegelerinin yarısı ile Merkez Komitesi’nin yüzde 70’inin öldürülmüş olduğunu iddia etti. Stalin biyografisini yazan Ken Cameron ‘Hruşçov’un verdiği rakamların doğru olduğuna inanmanın zor’ olduğu sonucuna ulaştı. (Yakın zamanda açılan Sovyet arşivlerini kullanan araştırmacılar 1921 ile 1953 yılları arasında toplam 799. 455 kişinin idam edildiğini belirledi. Bu sayı Robert Canpuest, Roy Medveyev ve diğer antisovyetik araştırmacıların iddia ettiği milyonların çok altındadır.)” (Roger Keeran, Thomas Kenny, İhanete Uğrayan Sosyalizm Sovyetler Birliği’nin Çöküşünün Arka Planı, s. 50, iba., Yazılama Yay.)


Yukarıdaki yazarların (ve başka yazarların) belirttiği bu; ancak yukarıdaki alıntıyı okurken, ifade edilen rakamların 1921-53 arası kesitte, iç savaşlar, emperyalist işgal ve 1941'de faşist işgal süreci ile birlikte “okunması”nda yarar vardır. Bu tarihi gerçekleri görmezden gelerek yapılan yorumlar zaten objektif ve bilimsel olmaktan uzaktır. Ayrıca eklemek isteriz ki, bu rakamların ne ölçüde objektif rakamlar olduğunu denetlemek de zordur. SSCB’ye ve SBKP’ye ait orijinal arşivler daha derin incelendikçe gerçek durum daha açık ortaya çıkacaktır. Ancak her halükarda emperyalist, faşist, Troçkist, modern revizyonist vb. kuvvet ve akımların açıklamalarına inanmak için hiç ama hiçbir neden bulunmamaktadır. Bunu unutmamakta yarar vardır. Ayrıca bu konu gittikçe daha çok aydınlanmaya başlamıştır. Arşiv bilgilerine ulaşıldıkça Troçkist, emperyalist, modern revizyonist demagojinin gerçek yüzü daha fazla aydınlanmaya başlamıştır.

DEVAM EDECEK

*Beşinci Bölüm devam edecek






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder