1 Aralık 2022 Perşembe

KRUŞÇEV’E SORULAN SORU: “NEDEN STALİN YAŞARKEN KARŞI ÇIKMADINIZ?”

 

Ağacın kurdu içinde olur.”

Seninle aynı fikirde olmadıklarını söyleyenlerden korkma, seninle aynı fikirde olmayıpta bunu söyleyecek cesareti olmayanlardan kork.”

Karşı karşıya gelince seni öven, arkandan iftira edenle bağlantılarını kes.”

Dalkavuk, gizli düşmandır.”

Konuşmalarıyla dalkavukluk yapan insan iftira atmaktan da çekinmez.”

Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa o yerde güneş batıyor demektir.”

Yaşayarak öğrenmek, bedeli en yüksek öğrenme biçimidir.”

TARİHİN İRONİSİ ve ANTİ-STALİNİST KUTSAL İTTİFAK

Ne güzel ve ne güçlü ifade etmiş William Shakespeare:

Buzlar kadar el değmedik, karlar gibi temiz de olsan, çamur atılmaktan kurtulamayacaksın.” (Hamlet)

Peki ne demişti Stalin?

“– Savaş sırasında Stalin şöyle demişti: ‘Biliyorum, ölümümden sonra mezarımın üstüne yığınla pislik atacaklar. Ama tarihin rüzgarı onları temizleyecek.” (Molotov Anlatıyor, s. 353)

Şu sözleri okurken Kruşçev’i hatırlayalım.

“‘Tiran (Robespierre-bn.) yok artık. Niyeti Konvansiyon'dakileri katletmekti, hayatımız pamuk ipliğine bağlıydı...

Neden hatırlamayalım ki, Kruşçev de aynı açıklamaları yapmıştı “Tiran Stalin” hakkında...

Kruşçevgiller familyası, Stalin yaşarken O’na ve Marksist–Leninist çizgisine karşı çıkma cüretini hiçbir zaman gösterememişlerdi. Burjuvazi ve oportünistler Stalin’den ve O’nun demir yumruğundan ve bu iradenin arkasındaki işçi–emekçi kitlesinden ölesiye korkuyorlar. Bu gerçek onları, derin çalışmaya, perde arkasında entrika çevirmeye, “yatırımlar”ını Stalin sonrası döneme yapmaya yöneltmişti. Salin’in ölümü ya da öldürülmesi ile bu gerçek açığa çıktı.

Neden Stalin yaşarken karşı çıkmadınız, bu görüşlerinizin mücadelesini vermediniz” sorusunu Kruşçevci MK ve Kruşçev haini şöyle yanıtlar:

O zamanki şartlarda bu mümkün değildi… Sovyet insanları Stalin’i devamlı, düşmanın vuruşlarına karşı SSCB’yi korumak için, sosyalizm davası için mücadele eden bir insan olarak biliyorlardı…. Bu koşullarda Stalin’e karşı her çıkış, halk tarafından kavranamazdı ve burada söz konusu olan, asla kişisel cesaret eksikliği değildir. Açık ki, bu atmosfer altında Stalin’e karşı çıkan hiç kimse halktan destek alamazdı.” (Aktaran, Candan Badem, Molotov’un Savunması, Molotov’un Trajedisi”, 30 Haziran 1956 tarihinde Pravda da yayınlanan MK Kararı)

Bu yanıt, temel gerçekleri, Stalin ile Sovyet işçi sınıfı, Sovyet halkı arasındaki devrimci sarsılmaz bağı kavramak için son derece aydınlatıcıdır. Bu yanıt, çarpıcı bir itiraftır. Bu itiraf, Stalin (ve Bolşevik Parti, proletarya diktatörlüğü) hakkında “soykırım”cılıktan “köleleştirilmiş” bir “halka” kadar uzanan Troçkist, faşist, modern revizyonist, burjuva iddia ve iftiraların yüzündeki maskeyi yaman düşürmektedir.

Hatırlayalım.

Bir zamanlar memleketine Robespierre'e büyük övgülerle dolu mektuplar yazmış Tarn-et-Garonne'lu Jironden vekil Julien Mazade artık başka görüşleri dile getirebileceğini hissetmişti: ‘Tiran yok artık. Niyeti Konvansiyon'dakileri katletmekti, hayatımız pamuk ipliğine bağlıydı ... Asla bir kişiye bağlanmayın. Vatanın ilkelerinden başka hiçbir şeyi idolleştirmeyin.’ Vienne vekillerinden Thibaudeau onaylıyordu; ‘Yeni Cromwell'i devirenler vicdan azabıyla kıvranan bir korkaklar ittifakı değil’, ‘vatanlarından başka bir şey düşünmeyen ... halkın yiğit savunucuları ‘ydı.”

Kruşçev de aynı ya da benzer açıklamalar yaptı...

Bütün alt tiranlar kendilerini yüz karası bir durumdan kurtarmak için onu seçtiler ve kendi yaptıkları sayısız kasaplıkları ve zulümleri onun emirlerine bağladılar.’ “

Yukarıdaki sözler Robespierre’lerin idamının hemen arkasından başlatılan karşı devrimci kampanyanın gerçeklerinden birisini dile getirmektedir... Buna, anti-Stalinist, anti-Leninist, anti-Sovyet karşı devrim gerçeğinde de, üstelik en rezil, en saldırgan biçimlerde tanık olduk.

Tarih sınıf mücadelesinin dev “laboratuvar”ıdır. En büyük öğretmen tarihtir; onun eğitici dersleriyle silahlanamayanların “öncülük” vs. adına iddiaları çürüme üreten lafazanlıktan ibarettir. Bu gerçeği “Stalinizm” sorununda da görmekteyiz.

Kruşçevci modern revizyonist karşı-devrimi örgütleyenler aynı zamanda “Stalin dalkavukluğu”nu yapan insanlardı. Bunlar, ilk fırsatta Stalin ve “Stalinizm” düşmanlığı yaptılar. Bu tarihin çarpıcı bir dersidir. Bu dalkavukluk, küçük burjuva yeni tip bürokratik çürümeye dayanan ama kendisini “Stalinist” olarak gösteren ve üstelik ülke yönetiminde birinci derece önem taşıyan erkte mevzi kapmış dalkavukluk tipidir. Bu kategorinin öne çıkan unsurları-temsilcileri, birkaç devrimin, sosyalist inşanın büyük fırtınalarından geçmiş, parti içerisindeki mücadelenin neden ve sonuçlarını, deneyimlerini bilen; iç savaştan, Beşinci Kol’un açığa çıkarılması deneyimine kadar uzanan tarihsel sürecin değişik ve büyük deneyimlerden geçmişti. Dolayısıyla açıktan ortaya çıkmadan “zamanının gelmesini bekleyen”, beklemesini bilen; buna göre hazırlık, güç biriktirme, mevzi tutma, manevralar yapma, mevzilerini büyütme politik hattında yürüyen bir zihniyet ve duruşu temsil etmekteydi. Ve bu kesimler, Troçki dalkavuklarının, emperyalizm dalkavuklarının, vb. açık ya da komünizm maskeli burjuva saldırı ve bu saldırıların bileşeni olan dalkavuklar ordusunun görünen ve görünmeyen aktif desteğine de sahipti...


Dalkavukluk yalnız muhalefette değil, iktidara gelen ve gelecek devrimci bir sınıfın kaçınamadığı ama ilkeli ve sistematik bir mücadele edilmesi gereken bir burjuva kimliktir. İlk ihanetin dalkavukluk yapan çevrelerden başlaması tesadüfi değildir... Stalin’in dalkavukluktan ve dalkavuklardan nefret etmesine ve bunlara karşı mücadele etmesine karşın, “kızıl dalkavuklar”dan kurtulamadığı açıktır. “Kızıl dalkavuk”luğun üstatlarının, öyle sıradan insanlar, yetenek ve iradeden yoksun tipler olmadığını, gelişkin yeteneklere sahip olduğunu, inşa sürecinin çeşitli zor dönemlerinde önemli roller oynadığını anlamak bu bağlamda önem taşımaktadır... Bu gerçeği kavramadan da bu kategori ve temsilcilerinin nasıl olur da erkin etkili noktalarına kadar yükselebildiklerini ve giderek etkili olabildiklerini anlayamayız. Ajitatif, romantik, olgucu, akademik, mekanik vs. “analiz”lerle bu sorunun bilince çıkarılması olanaklı değildir. Daha bugünden her düzeyde tanık olduğumuz şu yağcı, yardakçı, yaltakçı, ortacı, çıkarcı mı çıkarcı, zeytin yağı gibi üstte kalmasını bilen (kuşkusuz ki komünizm maskeli) karakter yoksunu insan tipini gördükçe, bu mide bulandırıcı tipin, kategorilerin, ekiplerin vb. yarattığı ve yaratacağı yıkımları bir yanından, kendi öz deneyimlerimizden de görebilmekteyiz. Bu olgunun nesnel temelini, özel mülkiyet dünyası oluşturmaktadır...

Stalin dalkavukları, ilk fırsatta Marksizm-Leninizm’e, Stalin’e ihanet etmeye hazırdı. Tarihi süreç, bir dizi nesnel ve öznel neden ve faktör bu dönemeci hazırlamıştı. Stalin’in ölümüyle bir ucundan legalize edilerek ortaya çıkan ve gelişen, 20. Parti Kongresi ile iktidarlaşan tasfiyeci ihanet ve döneklik bu gerçeğin dilidir. Stalin döneminde, Stalin adına, Leninizm’e ve “Stalin çizgisi”ne aykırı yaptıkları haksızlıkları, kasaplıkları da “onun emrine bağladıklarını” biliyoruz. Bunların ortaya çıkarılabildiği kadarıyla cezalandırıldıklarını biliyoruz. Bunlar, “Stalin çizgisine” bağlı görünen, Stalin’den daha “Stalin”ci gözüken kesimlerdi. Ve bunların sesi, “Stalinsizleştirme” sürecinde, Stalin ve Leninizm düşmanlığında herkesten daha fazla çıktı. Bunlar kendi tarihlerini yeniden yazdılar; kendilerini “halkın en yiğit” ve “en adanmış devrimci” savaşçıları falan ilan ettiler. Daha kapsamlı olan bu olgunun kökleri, Stalin dönemine, asıl olarak 1930’ların ikinci yarısına ve özellikle savaştan zaferle çıkılmasından sonraki sürece uzanıyordu; hep savaşlarla, olağanüstü seferberliklerle ilerleyen sürecin özel olarak koşullayıp ürettiği bürokratik merkezileşme, sosyalizmdeki bürokratlaşma, yeni tip bürokratik yabancılaşma, bu yeni tip küçük burjuva kategorilerin yükselişiyle iç içe gelişti. Proletarya diktatörlüğünü, partiyi içten içe kemiren, içeriden çürüten “kızıl bürokrat”ların ve temsilcilerinin bürokratik mekanizmalar üzerinde görece kolay örgütlenerek geliştiği ve kendilerini örtülediği kesindir.

Ne yazık ki, “kızıl bürokratlar”a dayanan yeni tip bürokratik yabancılaşma olgusu köklü bir tarzda kavranamadı, komünist çözümler yeterince geliştirilemedi; bu öyle tahribat yaratan bir olgu ki, Stalin’in ölümünün ardında üç yıl içerisinde iktidarlaşabildi. Evet bu sorunun yanıtlanması gerekiyor. Bu dönemeç, gökten zembille inmedi. Görmezden gelinemeyecek, üzerinden atlanamayacak “akılları zorlayan” bir sorudur bu. Ve bu sorunun yanıtının verilebilmesi için bir tarihsel sürecin eleştirel değerlendirilmesi, derslerinin çıkarılması gerekmektedir. Ve biz bu süreçlerin, komünizm maskelisi de dahil, anti-komünist analizlerle, onların ideolojik tahrifat ve saldırılarıyla, teori ve tarih çarpıtıcılığıyla anlaşılamayacağına inanıyoruz.

1989-1991 dönemeciyle iç ve uluslararası arenada gündemleşen yenilgi ve burjuva karşı devrim döneminin sınırsız baskı ve saldırılarının ürünü olan tasfiyeci oportünizmin ideolojik nedamet getirmesinin yarattığı kapsamlı yıkımları da asla unutmamalıyız. Bu deneyim(ler), “Ne?”,Nasıl?”, “Niçin” yapmamak gerektiğinin de altını çizmektedir... “Post-Marksizm”i, “ezilenlerin Marksizmi”ni, “Leninist/Bolşevik” Troçkizmi, “sivil toplumcu”luğu keşfederek, bu akımları ve kokuşmuş teorilerini “yaratıcı Marksizm”, “dogmatizme karşı mücadele”, “21. yüzyılın sosyalizmi”, “Marksist yenilenme”, Marksizmin rönensası”, yapısal krizi çözmek”,komünist hareketin yaratıcı yenilemesi”, “komünist hareketin rönensası” vb. sloganları ardına sığınarak içeride ve küresel alanda komünist harekette “yeni açılımlar” olarak pazarlayanlar, Marksizm-Leninizm’le, proletaryayla, proleter sosyalizmiyle bağını koparmıştır. Bu sözde “açılımlar” tasfiyeci ideolojik ihaneti temsil etmektedir. Küresel tasfiyeci ideolojik-siyasi ihanetin bir parçası ve uzantısıdır. İdeolojik ihanetle birlikte olunamaz, birlikte yürünemez... “Yeni dönem” ideolojik ihanetle inşa edilemez. İdeolojik ihanetle ilkeli ayrışamayanların ideolojik ihanetin berbat temsilcileri, uzantıları haline gelmesi, anti-Leninist cepheye geçmesi kaçınılmazdır. Bu, işin ABC’sidir. Ancak işin ABC’sinin unutulduğu bir tarih kesitinden de geçildiği unutulmamalıdır.

Devam edelim.

Proletaryanın ve halkların düşmanlarının yukarıda ifade ettiğimiz Stalin dönemindeki korkuları hiç de haksız değildi. Kendi aşağılık itirafları da bunu kanıtlıyor. Marksizm–Leninizm’in, devrimin, sosyalizmin, Stalin’in düşmanlarının, bu korkaklar sürüsünün açıklamaları, gerçekte revizyonistlerin daha Stalin hayattayken, Stalin sonrası döneme hazırlık yaptıklarının da dolaylı ama açık itirafıdır. “Benden sonra SB’ni satarsınız!” diyen Stalin, ne yazık ki, haklı çıkmıştır. Ama bu, tersinden Stalin’in Stalin sonrasına ideolojik ve niteliksel olarak sağlam bir SBKP bırakamadığının da acı bir ifadesidir. Stalin’in, kendi döneminde bürokratizme, en tehlikeli bürokrat tipi gördüğü “kızıl bürokrat” tipine karşı kesintisiz bir savaş yürüttüğü biliniyor. Dahası, 1936 Anayasası süreci, 1945 sonrası ve 19. Parti Kongresi’nde ve sonrasında bürokratizme karşı mücadele perspektiflerini geliştirdiğini; parti ve devleti yenileme amacıyla bağlı önemli düzenlemeler yaptığını, yönelimlere girdiğini biliyoruz. Bu düzenlemelerin, Stalin’in cenazesi daha yerdeyken, parti merkezi tarafından iptal edildiğini de biliyoruz. Hans Heinz Holz, bu konuda, “Stalin’in, yaşamının son döneminde dikkatli bir şekilde bürokrasiyi küçültmeye başladığını” (Büyük Geri Sıçrama, s. 152) saptıyor. Başka bir çalışmasında bunu gösterdiğini vurguluyor. (Ki biz Holz’un sözünü ettiği çalışmasını inceleyemedik.) Zaten Kruşçev’in açıklaması da bunu kanıtlıyor; Kruşçev, diğer şeylerin yanı sıra, Stalin ömrünün son yıllarında bizi tasfiye etmeye hazırlanıyordu”, “partiyi gençleştirmek istiyordu” açıklamasıyla da bunu doğrulamaktadır. Ki, bu gerçekleri yazı dizimizin değişik bölümlerinde incelemiştik. Bu bağlamda sorun, Stalin’in bürokratizme, bürokratik yabancılaşmaya karşı mücadelesinin, radikal bir komünist devrimci çözüme endeksli geliştirilememesi olmuştur ve ne yazık ki, 19. Parti Kongresi, bu bağlamda, gerek partide, gerekse de Sovyet proletaryası ve halkında yeni Bolşevik/Leninist bir dinamizm, yeni bir atılım, yeni bir heyecan uyandıramamıştır. Ayrıca 1945 yılında Stalin ve partinin yeni bir program hazırlama kararının; keza, Stalin’in, Jdanov aracılığıyla 1947-48’de yeni bir parti kongresi toplanması gerektiği açıklamasının neden gerçekleşmediğini bilmiyoruz.

Konu hakkında Dimitrov’un günlüğünde yer alan şu açıklamayı birlikte okuyalım.

3- Sana daha önce bildirdiğim gibi, SBKP (b) MK yeni programını hazırlıyor. Şöyle bir göz atma fırsatı bulduğum Jdanov başkanlığında bir heyetin hazırladığı (şimdilik kimseye verilmeyen) ilk taslaktan anlaşılıyor ki, özellikle kapitalizmin bunalımı, sosyalizmin zaferi ve uluslararası durumla ilgili genel bölümde birçok sorun, yeni açıdan ve çok daha derinlikli ele alınıyor. SBKP (b)’nin gelecek yıl yapılacak kongrede kabul edilecek yeni programıyla temel konularda her hangi bir biçimde çelişebilecek tutum almamız uygun düşmez. ...” (Günlük 3, 6 Mayıs 1945-6 Şubat 1949, 15 Kasım 1948, s. 245, iba.)

Bu iki olguyu netleştiren verilerin, en azından bizim bildiğimiz kadarıyla, henüz ortaya çıkmadığını hatırlatmak gerekir. Bu iki noktanın netleşmesi, bazı gerçekleri anlamamız bakımından önem taşımaktadır. Çünkü yeni program, ciddi yeni açılımları içerecekti. Bu programın partide tartışılmasının, kolektif akılla geliştirilmesinin, yeni deneyimleri içermesinin, yeni görevler belirlemesinin hayati önem taşıdığı ya da taşıyacağı açıktır. Yeni programın, 1939 yılında yapılan 18. Parti Kongresi sonrası, çok hayati dönemeçlerden geçildikten sonra toplanacak kongre olması itibari ile de önem taşıdığı açıktır. Bu kongrenin 1947, 1948 gibi tarihte değil de 1952 yılı sonbaharına sarkmasının nedenlerini bilmesek de (ki 19. Parti Kongresi’nde bu sorunun gündeme girmemesi ve kamuoyuna bir açıklama yapılmaması), kongrenin bu denli geç toplanması elbette ki eleştirilmelidir.

19. Parti Kongresi’nin savaş yıllarında toplanması mümkün değildi. Bu anlaşılır. Keza savaşın yıkımından çıkmış, uluslararası güç dengelerinin sosyalizm lehine dönüşmüş olduğu koşullarda, bir saniye gecikmeden harap olmuş, 30 milyona yakın (yeni araştırmalar bu sayıyı 33 milyon olarak vermektedir) evladını kaybetmiş bir ülkede, yeniden inşa çalışmasına girilmesi de kaçınılmazdı. Bu da anlaşılır. Ancak düşünüldüğü ve girişimleri başlatıldığı halde 1948’de bu kongrenin toplanmaması bizim için açık değildir. Oysa bu tarih, uygun olacağı düşünüldüğü içindir ki gündeme alınmıştır... Gerek içeride gerekse de uluslararası alanda ortaya çıkan yeni dönem ve bu dönemin kapsamlı yeni görevleri böyle bir kongrenin acil yapılmasını, dev bir yeni donanım geliştirilmesini gerektiriyordu. Fakat olmadı, yeni kongre düşünülen tarihten (1948) sonra, 1952 sonbaharında gerçekleşti. Bu durumun savaş koşullarında kaçınılmaz olarak uygulanan merkezileşmenin, “savaş komünizmi” politikasının, savaş sonrası süreçte bürokratik merkeziyetçiliği ve bürokratik yabancılaşmayı geliştiren koşulları ve gerçekliğiyle; bu bürokratik yabancılaşmayı temsil eden özellikle gizli revizyonist bürokratik çevrelerin etki gücüyle bir bağı olmalı ya da bağı vardır. Ki zamanla konu bağlamında yeni verilerin açığa çıkacağını düşünüyoruz...

Kısaca hatırlatmak gerekiyor. İncelemelerimiz, açıkça ortaya çıkmaya korkan, yeraltında varlığını sürdüren gruplaşmaların olduğunu göstermektedir. Stalin’den sonra burjuvazinin ve Troçkistlerin “Stalinsizleştirme” operasyonun karşılık bulması, bu işin de Stalin’in en yakın çevresi içerisinde yer alan “Stalin dalkavukları”nca gerçekleştirilmesi, sözünü ettiğimiz siyasal gruplaşmaların varlığının ifadesidir. Stalin döneminde, bu gruplaşmaların oluştuğu, Stalin’den daha Stalinci gözükerek kendini gizlediği anlaşılıyor. Bu olgu, öte yandan da Stalin’in etrafının komünizme inancını yitirmiş, bürokratlaşmış, yeni tarihsel koşulların gerektirdiği yeni iradeyi göze alamayan ve almak istemeyen, Soğuk Savaş’ın baskısına göğüs geremeyecek çok sayıda kadroca sarılmış olduğunu da göstermektedir. Bu olgu sadece Stalin’in yakın çevresiyle de sınırlı değildi... Stalin’in “Son Yazılar” başlıklı kitabında yer alan ve parti tarafından benimsenen teori ve politikaların, ölümüyle başlayarak ve tepe noktası olarak 20. Parti Kongresi ile ret ve mahkum edilmesi, Stalin’in “Leninizm düşmanlığı”yla suçlanması saptamamızın açık bir kanıtıdır.

Stalin’in, partinin ve proletarya diktatörlüğünün Lenin’e, Leninizm/Bolşevizm’e “ihanet” ettiği konusunda Kruşçev ile Troçki hemfikirdir. Bu konuda burjuvazinin, entelektüellerinin ve istihbarat kurumlarının, taktik nedenlerle, Lenin’i ayrı tutmaya özen göstererek Stalin’i ideolojik ve politik saldırılarının merkezine oturtması birbirini bütünlemektedir. Bu olgu, rengarenk görünümler altında ortaya çıkan burjuva cephenin ortak gerçeğini yansıtmaktadır.

Anti-Stalinizm Leninizm düşmanlığıdır. Uluslararası burjuvazisinin ideolojik formlarından birisidir ve anti-komünizmdir. 1956 dönemeci ile içerisine girilen kapitalizmin yeni tipte inşası süreci ve keza bu sürecin 1989/91 dönemeci ile açık kapitalist biçimler alarak revizyonist/kapitalist kampın dağılışıyla sonlanması; restorasyon ve dağılış sürecinin dünya burjuvazisinin ve Troçkistlerin sevinç çığlıklarıyla maddi ve manevi olarak desteklenmesi bu saptamanın tarihsel ve ideolojik kanıtını oluşturmaktadır. Tüm bu süreçlerde ve dönemeçlerde Lenin adının, sözde “Leninizm” kamuflajının nasıl kullanıldığını ise bilmekteyiz.

O zamanki şartlarda bu mümkün değildi… Sovyet insanları Stalin’i devamlı, düşmanın vuruşlarına karşı SSCB’yi korumak için, sosyalizm davası için mücadele eden bir insan olarak biliyorlardı…. Bu koşullarda Stalin’e karşı her çıkış, halk tarafından kavranamazdı ve burada söz konusu olan, asla kişisel cesaret eksikliği değildir. Açık ki, bu atmosfer altında Stalin’e karşı çıkan hiç kimse halktan destek alamazdı.” diyen Kruşçev bir gerçeği dile getirmektedir.

Bu gerçeği bir de “Anti Stalinci Kutsal İttifak”ın etkili isimlerinden birisi olan Troçkist Deutscher’den okuyalım.

Kruşçev’in konuşması şimdiye kadar Sovyet halk kitlelerinden gizlenmiştir. Gerçek onlara ancak dikkatle dengelenmiş ve uygun dozlarda aktarılmıştır.

Sovyet halkı Stalin döneminden bu çıkışı sinirli, hatta ürkütücü biçimde tepki gösterebilirdi, eğer bu çıkış çok şiddetli olsaydı.” (Tarihin İronileri, s. 25, iba.)

Değerlendirmeyi okuyucuya bırakıyoruz.

Troçkizmin ve burjuvazinin, faşist kampın değişik renklere bürünmüş kara propagandasını Kruşçev ve Kruşçevcilik, Kruşçev’in ve Kruşçevizmin kara propagandasını ise dünya burjuvazisi ve Troçkizm tekrarlamıştır. Troçkizm, Kruşçevcilik, Gorbaçovculuk, Yeltsincilik, Putincilik aynı anti-Stalinist kutsal bağlaşmanın sac ayakları, simgeleridir.

Aynı küresel gericilik ve karşı devrim cephesinde buluşan ortak tarihsel kaynaktan çıkan bu iki kirli nehir Troçkizm ve Kruşçevizm), 1956 dönemeci ile kara propagandayı yeni iftiralarla geliştirdi. Karşımızdaki bu cephe burjuvazinin, karşı-devrimin sınıfsal birliği, dayanışması, enternasyonalizmidir.

Burjuvazi gibi Troçki de, Kruşçev de Sovyet proletaryasını, halklarını sürü görmekte ve göstermektedir... Her iki akımın açıklamaları içsel birliğe sahiptir.

Deutscher, “Bütün ulusun bu teröre” “çaresizce boyun eğdiğini” ve “sessizce katlandığını” iddia ederken, bu durumu “ayrıca utanç verici” (Bkz. Bitmemiş Devrim Rusya 1917-1967, s. 140) bulduğunu vurgularken söz konusu cephenin gerçeğini dile getirmektedir. Bu ifadeler ve propaganda Troçki’nin ve Ekim Devrimi’nin zaferiyle başlayarak süregelen “Soğuk Savaş” saldırısı ve propagandasıdır.

Keza o, SSCB’nin “kapalı bir kutu” olduğunu, “Sovyet toplumu”nun “kendisini tanıyamadı”ğını; “Uzun Stalinist tahrifat dönemi”nin, “kolektif bellek silinmesine yol aç”tığını; “ulusun” kendi “geçmişini bilmediği”ni yüzsüzce iddia edebilmektedir. (Bkz. s. 141) Bu çirkin propaganda Kruşçev’in, öncesi Troçki’nin, sosyal demokrasinin (vb.) sahte anti-komünist propagandasıdır. Teori, tarih her bakımdan çarpıtılıyor. Bu kara propagandadır. Kara propagandayı “komünizm”, “Leninizm” adına yapanlar ise, burjuvaziden daha tehlikeli burjuva klikler ve akımlardır.

Tamda burada A. Strong’un şu sözlerini bir kez daha hatırlıyoruz:

"Küçük insanlar geriye bakıp yalnız suçları sıralarlar. ... (SSCB-bn.) bütün dünya dizleri üzerinde titrerken ayakta kaldı. İşte bunun için dünya bugün de onlara borçlu. '' (Anna Strong, Stalin Dönemi, s. 16-17, iba.)

Bu borç, yalnızca yok sayılmadı, üstüne üslük bir de "borçlu" çıkarıldılar. "Sol"u vurmanın en etkili gücü yine "sol" propagandaya bürünmüş ideolojik saldırılardır. Komünizm maskeli anti-komünizm de bunun en etkili, en kirli, en yıkıcı biçimidir... Ve Troçki, Troçkizm, Tito ve Titoculuk, Kruşçev ve Kruşçevcilik söz konusu "solculuk"un en etkili silahları oldu...

Stalin (ve Bolşevikler) hakkında ileri sürülen yalan ve iftiralar bir yana, “kendi tarihini unuttuğu”, “düşünme yeteneği yok edildi”ği, vs ileri sürülen SSCB işçi sınıfı ve halkının gerçek tablosu şudur:

Bu proletarya ve halk sosyalist sanayiyi kurdu. Kent burjuvazisini tümden yok etti. O geri ve yoksul, köylü ülke, Stalin önderliğinde dünyanın dev bir sanayi ülkesi haline geldi. (Dünyada ikinci sırada, Avrupa’da birinci sırada.)

Tarımda burjuvaziyi yok etti, tarımı en ileri teknik ve teknolojik temelde sosyalist kolektivizm temelinde inşa etti. Küçük meta ekonomisi sonlandı. Kolhoz ekonomisi sosyalist sanayinin ve Sovhozların öncülüğünde devasa bir güç haline geldi.

Sınırlı okur yazarı olan geri mi geri eski Rusya gerçeğini yıktı, dünyanın en kültürlü toplumunu yarattı.

Ulusal sorunları çözerek gönüllü, istendiğinde anayasal ayrılma hakkına sahip, eşit haklardan oluşan sosyalist ulusların enternasyonal kardeşliğine dayanan birliğini, SSCB’yi kurdu.

Güçlü ve yenilmez bir Kızıl Ordu yarattı. Dünyanın baş edemediği Hitler’i ve Hitlerci savaş makinesini ezdi.

Sosyalist kampın doğuşunda en büyük fedakarlığı da bu halk üstlendi.

Bu işçi sınıfı ve halk, 1905, 1917 Şubat, 1917 Ekim devrimlerinin deneylerinden geçti.

Bu proletarya ve halk, iç savaştan zaferle çıktı; bir düzine emperyalist ve gerici burjuva devletin işgalini ezerek geri püskürttü. Hitler faşizmini ezdi...

Bu işçi ve emekçiler (Sovyet proletaryası ve halkı) dünyanın en politik halkıydı. Son derece sert, karmaşık, derin ve kapsamlı, eğitici büyük mücadeleler içerisinde olağanüstü feda ruhu ve bilinciyle tüm bunları başardı.

Eğer SSCB proletaryası ve halkı bu donanıma sahip olmasaydı; bu bilinç ve iradeden yoksun olsaydı tüm bunları nasıl başarabilirdi?!!! Bu olanaklı değildir. Tarihte de başka bir örneği yoktur. Bu Ekim Devrimi’nin ruhuydu. Bu, on milyonların, kendilerini ülkenin efendisi hisseden, bilen, özgür iradesiyle eskiyi yıkan, yeniyi, sosyalizmi kuran bir halkın gerçeğidir. Bu tarihsel, toplumsal, politik gerçekler olmasaydı bin tane Lenin de Stalin de bunu başaramazdı.

Eğer Troçki’nin, Kruşçev ve Deutscher’in Stalin, “Stalinizm” hakkında söyledikleri doğru olsaydı, “Neden Stalin yaşarken karşı çıkmadınız, bu görüşlerinizin mücadelesini vermediniz” sorusunu Kruşçev, “O zamanki şartlarda bu mümkün değildi… Sovyet insanları Stalin’i devamlı, düşmanın vuruşlarına karşı SSCB’yi korumak için, sosyalizm davası için mücadele eden bir insan olarak biliyorlardı…. Bu koşullarda Stalin’e karşı her çıkış, halk tarafından kavranamazdı” diyerek yanıtlamazdı.

Eğer bu doğru olsaydı, Deutscher şu değerlendirmeyi yapmazdı: Kruşçev’in konuşması şimdiye kadar Sovyet halk kitlelerinden gizlenmiştir. Gerçek onlara ancak dikkatle dengelenmiş ve uygun dozlarda aktarılmıştır.

Sovyet halkı Stalin döneminden bu çıkışı sinirli, hatta ürkütücü biçimde tepki gösterebilirdi, eğer bu çıkış çok şiddetli olsaydı.”

Kendi söyledikleri kendilerini yalanlıyor ve Sovyet halkının Stalin’e, proleter devrim davasına ne kadar derinden bağlı olduğunu kanıtlıyor. Eğer böyle olmasaydı, anti-Stalinizm, “Stalinsizleşme” “uygun dozlar”da verilmezdi. Troçkizm ve Kruşçevizm, profesyonel burjuva sahtekarlığın ve demagojinin anti-komünist temsilcileridir ve bu çok açık.

Henri Alleg, soruyor;

Ölümünden yaklaşık yarım yüzyıl sonra- hem kahramanca hem de korkunç bir geçmişe ilişkin olarak yapılan bütün ifşalara karşın- O’nun adının, onmilyonlarca Rus ve eski Sovyet yurttaşı tarafından, ülkelerinin tarihinin en şanlı ve en coşku veren dönemiyle birlikte anılmaya devam etmesi başka türlü nasıl anlaşılır?” (Büyük Geri Sıçrama, s. 139, iba)

İyi bir saptama.

Peki Troçki’nin, Kruşçev’in, Brejnev’in adı, “onmilyonlarca Rus ve eski Sovyet yurttaşı tarafından, ülkelerinin tarihinin en şanlı ve en coşku veren dönemiyle birlikte” neden anılmıyor?! Kafası çalışan herkes bu soruyu sormaktadır ve sormaya da devam edecektir. Öyle palavradan ahkam keserek SSCB proletaryası ve halkının “belleği silinmişti”, “korkudan felç olmuştu” vbg. demagojilerle tarihsel geçeklerin üstü örtülemez. Yıkılıştan sonra sokaklara çıkan ilerici kitleler, Troçki’nin, Kruşçev’in, Gorbaçov’un değil, Lenin ve Stalin fotoğraflarını taşımaktadır. Yani, “Güneş balçıkla sıvan”amıyor. Bu eğilimin güçleneceği, giderek bayraklaşacağı vurgulanmalıdır. Bu, gelişmenin yönüdür. Bugün zayıf ama yarın fırtınaya dönüşecektir. Hiçbir karşı devrimci çaba, geçici dönemlerde etkili olsa bile, bir ulusun ve halkın tarihini onların kolektif belleğinden silemez. Ve o bellek yeni koşullarda, yeni dönemde, yeni biçimlerde olgunlaşarak tarihin sahnesine çıkarak devrimci komünist rolünü oynayacaktır. Geçmişin deneyimleriyle ve dersleriyle donanmış yeni komünist öncü kuvvetlerin ortaya çıkması, kapitalizm ve burjuvaziyi mezara gömmesi kaçınılmazdır. Burjuvazi ve Troçkizm türü akımlar bunu bildiği içidir ki, öldüğü ilan ettikleri “Stalinizm”e dizginsizce saldırmaya devam etmektedir. Korkularında haklılar...

SSCB’nin dağılışında en önde yer alan anti-komünist A.Yakovlev’in, “Stalinciliği daha da nefret kılan, halkın büyük bir bölümünün bunun sorumluluğuna ortak olmasıdır.” sözleri, Sovyet halkının “büyük bölümünün” Stalin ve Stalinciliğin arkasında olduğunun, “Anti-Stalinci Kutsal İttifak”a karşı proletarya diktatörlüğünü, Leninizm’i, sosyalizmi savunduğunun açık kanıtı değil mi?!!!

Deutschergiller familyası gibi SSCB’nin “kapalı bir kutu” olduğu (Hitler’in, Gobbels’in, Churchill’in ‘Demir perde” söylemi!); “Sovyet toplumu”nun “kendisini tanıyama”yan bir toplum; Sovyet halkının “Uzun Stalinist tahrifat dönemi” nedeniyle, “kolektif belle”ğinin silindiği; “ulusun” kendi geçmişini bilmediği”ni ileri sürmek, propagandasını yapmak tahrifat, demagoji, manipülasyon ve düşmanlık değilse nedir?! “Stalinizm faşizmdir.” diyen burjuvazidir, Troçkizmdir, anti-komünist akımlardır. Burjuva ve Troçkist sahtekarlığın sınır tanımadığı açıktır.

Sorunun özü ve özeti şudur: Sovyet proletaryası ve halkı, Ekim Devrimi, proletarya diktatörlüğü, sosyalist inşa, proletarya enternasyonalizmi, III. Enternasyonal, sosyalist kamp, Lenin ve Stalin ve dünya proleter devrimi hakkındaki yalan ve iftiralara inanmamıştır. Bunları yüzlerine çarparak devrim ve sosyalizm, komünizm yürüyüşünü sürdürmüştür. Troçki’nin başını çektiği anti-komünist bloğun tasfiyesinin arkasında militanca durmuştur. “Stalinizm”i canla, başla, kanla, en ağır bedellerle savunmuştur. İşte Troçkizmin ve burjuvazinin devrim ve sosyalizme, Bolşevizm’e düşmanlığının nedeni ya da nedenleri size. Stalin’i tarihin en büyük şeytanı ve günahkarı ilan edenlerin Sovyet proletaryası ve halkı da içinde olmak üzere dünya proletaryası ve dünya proleter devrimi tarafından temizleneceği kesindir; bu, onların, er ya da geç karşılaşacağı kader çizgisidir.

Troçkist ve Kruşçevci tarih yazımı, anti-komünizmi temsil etmektedir. Bu tarih yazımı, kapitalizmin, burjuvazinin tarih teorisi ve tarih çarpıtıcılığı üzerinde yükselerek biçimlenmiştir; komünizm, Leninizm, Bolşevizm maskeli anti-komünizmin en rezil biçimlerini oluşturmaktadır. Dünya burjuvazisinin maskeli ve maskesiz entelektüel ordusunun, uzmanlar ordusunun titizlikle üzerinde çalıştığı ve geliştirdiği “komünizmi komünistleştirme”, Lenin’i, Leninistleştirme ideolojik ve politik saldırısının, rastlantısal olmadığını görmemek için kör ve sağır olmak gerekir.

Dünya burjuvazisinin despotik, bürokratik, totaliter, aristokratik egemenliğinin sürekliliğinin gerekleri ve gereksinmeleri Marksizm-Leninizm’e, Ekim Devrimi’ne, Lenin ve Stalin’in Bolşevizmi’ne, kapitalizmin mezar kazıcısı (somutta da SSCB’de kapitalizmi ve burjuvaziyi yok eden) proletaryaya karşı sınır tanımaz sınıf kini ve saldırısını koşullayıp üretmektedir. “Sol”, “komünist”, “Marksist”, “Marksist-Leninist” söyleme bürünmüş anti-komünizm, emperyalist dünya sisteminin çıkarlarına endekslenmiş en rafine, en hileli yıkım araçlardır. Lenin ve Stalin’in ülkesi ve sosyalizme, komünist işçi hareketinin tarihsel zafer ve kazanımlarına, dünya proleter devrimine karşı burjuvazinin saldırısı çağımızın temel gerçeğiyle, kapitalizmden sosyalizme ve komünizme geçiş çağı olma gerçeğiyle ve bu çağdaki sert, karmaşık, derin, kapsamlı ve tüm bir tarihsel geçiş sürecini belirleyen proletarya ile burjuvazi arasındaki amansız kavgayla belirlenip biçimlenen gerçeğiyle bağlıdır. Troçkizmin, gerek dünyada, gerekse de Türkiye’de “Stalinist sol”a düşmanlığı, “Stalinizm”in ideolojik hegemonyasına ve politik güç ve başarılarına karşı sınırsız demagoji ve manipülasyonu, burjuvazinin sınıf kinini yansıtmaktadır. Troçki ve Troçkizmin “düşünsel alanda gösterdiği büyük çabalar, akıttığı ter” burjuvazinin akıttığı ter ve “büyük düşünsel çabalar”dır. Ve “Bolşevizm” kılıklı Troçkizm, bugüne dek, Batı kapitalizmi tapıcılığı olarak daima Batılı uluslararası sermayenin hizmetinde olagelmiştir.

"Unutulmasın ki devrimci fırtınaların alabildiğine estiği çok canlı dönemlerde bile, Türkiye, solda Stalinizmin okkalı egemenliğini yansıtan çarpıcı bir örnek olmuştu.diye yazan bir Troçkist kalem, Troçkizmin bu coğrafyada da etkisiz, itibarsız olduğunu, devrimci fırtınalar dönemlerinde, Troçkistlerin değil, “Stalinist sol”un mücadele ettiği gerçeğini itiraf etmektedir.

DEVAM EDECEK


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder