YAHUDİ TARİHİ ÜZERİNE NOTLAR
VE
2000 YIL SONRA KURULAN YAHUDİ DEVLETİ: İSRAİL
Süleyman Mabedi
I. BÖLÜM
Antik anavatanlarından yüzlerce yıl önce kopmuş, dünyanın pek çok kıta ve ülkesine dağılmış Yahudiler, son tahlilde Filistin topraklarında kendi devletlerini kurmayı başardılar. Kadim bir halk, ulusal ve dinsel bir topluluk olarak Yahudilerin tarihsel serüveni ilginçtir, özgündür, ayırt edici bir karaktere sahiptir. İsrail devleti, 2000 yıl sonra kurulan bir devlet. İsrail devleti 1948’den bu yana bir olgu. Yahudiler, 2000 yılı aşkın bir süre önce anayurtlarından koparak, dünyanın dört bir yanına saçılmış oldukları halde yine de yok olmaktan kurtularak bugüne dek varlıklarını korumayı, dahası uzun bir tarihsel geçmişin ardından devletleşmeyi başarmıştır. Peki bunun gizi nerede yatmaktadır? Böyle bir tarihsel deneyime başka milliyetler nezdinde tanık olundu mu? Bildiğimiz kadarıyla hayır. Belki de bu bağlamda bir milliyet olarak Çingenelerden (Roman) bahsedilebilir ama onların bir devleti yok...
İsrail devleti, Yahudi ulusunun ulusal devletidir. Yüzlerce yıl dünyanın dört bir yanına saçılmış Yahudiler, Filistin topraklarını gasp ederek burjuva ulusal devletlerini kurdular. Filistin topraklarının zorla ilhakı temelinde kurulan İsrail devleti, Filistin’de tarihsel sürekliliğe dayanan ulusal varlığı ve gelişmesi üzerinde doğan, gelişen, varlık bulan bir devlet olmadı. “Taşıma suyla” bu “değirmen” çalışır hale getirildi. Bir diğer anlatımla, “nüfus yerleştirme” sömürgeciliği temelinde inşa edildi. Bu devletleşme süreci, emperyalizmin desteğinde örgütlendi. Emperyalizmden bağımsız bir Yahudi ulusal devletleşmesinden bahsetmek tarihsel gerçeklere aykırıdır ve bu devlet, daha başından emperyalizmin Ortadoğu’da ileri üssü, sıçrama tahtası, jandarması oldu. Ortadoğu’nun emperyalist dünya sistemi içerisindeki stratejik konumu emperyalizmin İsrail devletinin kuruluşuna önderlik etmesinin nedenidir. Siyonist burjuvazi ile emperyalist sermaye ve devletlerin ittifakının ön koşulu ve temeli bu olguda yatmaktadır.
Yahudiler, uzun bir tarihsel kesitte bir milliyet (ulusal topluluk) olarak yaşadı. Yahudi ulusu kategorisi, 1948’de İsrail devletinin kuruluşundan sonra zamanla bir olguya dönüştü.
Bilindiği gibi ulus, ulusal devlet kapitalizmin ürünüdür... Ulus, tarihsel ve toplumsal bakımdan istikrarlı bir kategoridir. Uzun bir tarihsel evrimin ürünü olarak ortaya çıkar ve gelişir. Ekonomik yaşam birliği, toprak, dil ve kültür birliği, ortak ruhi şekillenme ulusu oluşturur. Bu koşullardan birinin eksikliği (sözgelimi toprak birliği yoksa) durumunda ulustan değil, ulusal topluluktan (milliyetten) bahsedilebilir. Yahudiler toprak birliğini, İsrail devletleşmesiyle birlikte, kuşkusuz ki sömürgecilik temelinde kurdular. Öncesi bir ulus olarak Yahudilerden bahsedilemez; tarihsel gerçekler onların dağınık yaşayan bir milliyet olduğunu göstermektedir bizlere. Dünyanın dört bir yanından taşınan Yahudi nüfusunun ulus olarak ortaya çıkması Yahudi burjuva ulusal devletin kurulması ve gelişmesi sürecinde gerçekleşti. Taşınan nüfus, tarihsel olarak Yahudiliği ifade eden, dinsel kitapla (Tevrat) en genel hatlarıyla korunan ortak bir kültüre sahip olmakla birlikte hemen ve doğrudan bir ulus oluşturmadı; aslında İsrail devleti, kendi katı dinsel, burjuva, sömürgeci değerler ve politika sistemi üzerinde, gelenleri tek bir potada eriterek zamanla bir ulus olmayı başardı...
Yahudiler, Filistin topraklarının Tanrı tarafından kendilerine “vaat edilmiş topraklar” (kutsal topraklar), kendilerinin “seçilmiş halk” (kutsal halk) olduğu iddiasındadırlar. Yani seçim, hem dini hem de etniktir. İnanacak olursak, Tanrı, Hazreti İbrahim ile bir anlaşma yapar, bu anlaşma karşılıklı hak ve yükümlülükleri içerir. Bu anlaşmayı teklif eden Tanrıdır. İbrahim (Abraham), İshak ve Yakup Yahudilerin ataları kabul edilir. Ishak İbrahim’in oğludur, Yakup ise torunudur. Yine inanacak olursak, İbrahim Peygamber 100, eşi Sara ise 90 yaşındayken “Allah’ın inayeti”yle çocuk sahibi (Ishak) olur. Peygamber Yakup’un 12 oğlu (“Ruben, Şimon, Levi, Yehuda, İssakar, Zebulun, Dan, Naftali, Gad, Aşer, Yûsuf ve Bünyamin”) vardır ve bunlar İsrailoğullarını oluşturur; Yahudi soyu bu 12 oğul üzerinden devam eden soy olarak kabul edilir. Tevrat’ta İbrahim peygamber’in Sara’dan olma oğlu İshak Yahudilerin (İsrailoğulları), cariyesi Hacer’den olma İsmail ise, Arapların (İsmailoğulları) atası kabul edilir...
Peygamber İbrahim tek tanrılı üç büyük dinin ortak atası kabul edilir. Tevrat’a göre İbrahim, Keldanilerin Ur kentinde doğmuş, daha sonra Tanrı’nın isteği ve emriyle vadedilmiş topraklara, Kenan diyarına (Filistin), göçmüştür. İbrahim peygamberin Kenan diyarına göçmeden önce Harran’da (bugünkü Urfa) yaşadığı söylenmektedir.
Tanrı tarafından “Vaat edilmiş topraklar” boş topraklar değildir; bu topraklarda başta “Filistîler” olmak üzere değişik pek çok kavim yaşamaktadır. Bu toprakları elde etmek için savaşmak kaçınılmazdır. Yahudiler bu topraklara savaşarak yerleşebilmiştir. Her bir tarihsel dönemde özellikle de büyük kavim göçleri dönemlerinde göç eden kavimler savaşarak kendilerine alan açmış ve böylece yeni yurtlar elde edinebilmiştir. 2000 yıl sonra İsrail devletinin üzerinde kurulduğu topraklar (Filistin) işgal topraklarıdır;
“Tarihî verilerden ziyade yahudi kutsal metinlerinde yer alan anlatıma dayanan İsrâiloğulları’nın tarihi, soyundan büyük bir millet çıkarmak üzere Tanrı tarafından seçildiğine inanılan ilk İbrânî atası İbrâhim’le başlatılmaktadır. Tevrat’ta göçebe bir İbrânî/Ârâmî şeklinde nitelendirilen (Tekvîn 14/13; Tesniye, 26/5) ve milâttan önce XXI-XX. yüzyıllar arasında Mezopotamya’da yaşadığı kabul edilen İbrâhim, Tanrı’nın vahyi doğrultusunda Ken‘an (Filistin) topraklarına göç etmiş ve burada göçebe bir hayat sürmüştür (Tekvîn, 11/31; 12/9).” (İslam Ansiklopesi, Tarih, A) Kutsal Kitap Dönemi. 1. İbrânî Ataları ve İsrâiloğulları’nın Ortaya Çıkışı. Bkz. Google)
Musevilik Yahudilerin dinidir. Tevrat, Museviliğin kutsal kitabıdır. Dinsel bağ, Tevrat, Yahudilerin “ulusal dini”dir. Musevi inancı Yahudilerin tarihsel bağlarını korumasının ideolojik ve kültürel aracı olmuştur. Tevrat ilk tek tanrılı dinin sembolüdür; aslında tek tanrılı dinin unsurları ve tek tanrı inancının gelişmesi Tevrat öncesine gider ama öne çıkan, Tevrat, Tevrat’ın tek tanrı (Yehova) inancı olmuştur. Tevrat sadece Yahudi kavmine inen “kutsal kitap”tır. Tevrat köleci toplum döneminin ürünüdür. Antik çağ, köleci toplum çağıdır. Köleci toplum en yüksek gelişme aşamasına Roma İmparatorluğu ile ulaşarak dağılmıştır.
Tevrat, Yahudilerin tarihsel ve toplumsal krizine yanıt olarak doğan ve gelişen bir inanç biçimidir. Tevrat’ın kaynağı o çağın (antik çağ) somut tarihsel koşullarında, Yahudilerin Kenan diyarındaki toplumsal maddi gerçeğinde yatar...
Ve Tevrat, bir çırpıda değil, tarihsel evrimin değişik evrelerinde yeniden ve yeniden yazılmış ya da yeni eklerle, bölümlerle zenginleşerek gelişmiştir. İslam Ansiklopedisi, Yahudiliği, “Hz. Mûsâ’nın peygamberi olduğu ilâhî din.” olarak tanımlar; ki Musa peygamber, Yahudileri Mısır esaretinden kurtararak Kenan’a geri getiren peygamberdir. Yahudilerin lideri Musa, en büyük peygamber olarak nitelenir. Geleneksel Yahudi dinsel inancına göre, Tanrı Tevrat’ı Musa’ya Sina Dağı’nda (“On Emir”, “Sina Ahdi”) vermiştir. Yahudilerin “II. Tapınak” dönemi, MÖ V.-MS I. yüzyıllar arası süreci kapsar. Aslında Tevrat’ın belli bir sistematikliğe kavuştuğu dönem “II. Tapınak Dönemi”dir.
Söylenceyi bir yana bırakarak ifade etmek isteriz; büyük bir kıtlık Kenan diyarını kasıp kavurur. Bu kuraklık dolayısıyla Yahudiler Mısıra göçerler. (Ki Mısır’a daha önce yerleşmiş Yahudi nüfusu da mevcuttur.) Mısır’a kitlesel olarak yerleşen Yahudiler orada ticaret aracılığıyla zenginleşirler. Bu zenginleşme ve yükselmenin, Mısır devlet katında da etkin olmaya dek ilerlediği anlaşılıyor; dinsel örtüyü çekip aldığımızda, Yusuf Peygamber’in Firavunun vezirliğine kadar yükselmiş olması bu olguyu gösterir. Fakat zenginleşme Yahudilerin başına bela olur; Mısır egemen sınıfı (rahip aristokrasisi ve zenginleri) Yahudileri mülksüzleştirir, köleleştirir. Musa Peygamber’in Mısır’dan Filistin’e dönüş söylencesi, gerçekte birkaç yüzyıldır köle olarak yaşamak zorunda kalan Yahudilerin liderleri Musa önderliğindeki anavatana dönüş, kurtuluş hikayesini anlatır. Bu dönem, Yahudilerin İbrahim peygamberin Harran’dan Kenan diyarına göçünün ardından ikinci dönüm noktasını oluşturur. “Mısır’dan çıkış ve Sînâ ahdi klasik görüşe göre milâttan önce XIII. yüzyılda, alternatif görüşe göre ise milâttan önce XV. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiştir.” (TDV İslam Ansiklopedisi)
Sırasıyla tek tanrılı dinler olan Musevilik, Hristiyanlık, Müslümanlık (Semavi dinler) ve bu dinlerin kitapları olan Tevrat (Zebur Tevratın bir bölümüdür aslında), İncil, Kuran-ı Kerim, Mezopotamya merkezli doğan, gelişen, yükselen dinlerdir. Bu dinler “İbrahimi dinler” üst başlığı altında yer almaktadır. Her biri, kendi tarihsel çağının, içerisinde doğdukları somut toplumsal koşulların yansıması olmuş ve patlak vermiş tarihsel ve toplumsal krize çözüm olarak doğmuştur... Dinlerin doğuşu (ve gelişimi) normal zamanlarda değil, olağanüstü koşullarda ve dönemeçlerde, bu dönemeçlere yanıt olarak doğmuştur...
Yapılan değerlendirmelere göre, (ki farklı iddialar da vardır ama biz bununla ilgili değiliz) Yahudilerin çıkış kaynağı Sümer İmparatorluğu’dur. (Sümerler Sami değildir.) Yahudiler (İbraniler), en azından 3500 yıl önce Sümer’den yola çıkarak Kenan diyarına (Filistin’in merkezinde durduğu geniş bir bölge, Nil’den Fırat, Dicle’ye uzanan bölge) gelir ve yerleşirler. Yahudiler Sami ırkındandır tıpkı Araplar gibi. Engels Marks’a yazdığı bir mektubunda, “Bundan çıkan sonuç şu: Yahudiler de yerel koşulların, tarımın vb. öteki Bedevi kabilelerinin karşısına koyduğu, küçük Bedevi kabilesinden başka bir şey değilidir.” diye yazar. (K. Marks F. Engels, Seçme Yazışmalar, I, 1844-1869, s. 87, Sol Yayınları) Gerek İbranice gerekse de Arapça Sami dil grubu içerisinde yer alır. Ki ilk tarihsel uygarlık olan Sümer uygarlığı, Mezopotamya’da, sayısız kavmin yaşadığı, dilin kullanıldığı “Bereketli Hilal” kuşağında doğup yükselen bir uygarlıktır. Bu tarihsel coğrafya sayısız göçle, el değiştirmeyle, karışıp ayrışmayla, uygarlıkların yükselişi ve yıkılışı ile vb. dev bir tarihsel inceleme ve anlatının konusudur...
Bernard Lewis, bu tarihsel coğrafyayla ilgili şöyle der:
“İbrani Tevrat’ında burası, Aram Naharayim, başka bir deyişle İki Nehrin Aramı olarak adlandırılır. Helen-Roma dünyasında ise aynı anlama geldiği söylenebilecek 'Mezopotamya' adı verilmiştir.” (ORTADOĞU, İki Bin Yıllık Ortadoğu Tarihi, PDF, s. 32, Arkadaş Yayınları)
Yahudiler en azından 4000 yıllık tarihleri olan kadim bir halktır. Yahudiler (İbraniler) Kenan diyarında yüzyıllarca yaşadılar. Kenan diyarından
koparak dünyaya saçılmış olmaları Kenan topraklarının Yahudilerin eski anayurdu olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Buna karşın Yahudilerin ana gövdesi zaman içerisinde Kenan’ı terkettiği halde (ve İsrail devletinin kuruluşuna dek geçen 2000 yıllık tarihte) bu topraklarda başta Filistin halkı olmak üzere diğer halklar yaşadı. Bu da tarihsel gerçeğin ikinci olgusudur. Böylece “Yahudi sorunu”nun kökleri antik çağa dek uzar; oradan köklenerek, değişik üretim biçimlerinin (köleci, feodal, kapitalist) tarihsel evrimi içerisinde değişik biçimler alır. Yani Yahudi sorununa, hayali, göksel, tarih dışı bir sorun olarak bakılamaz; aksine bu sorun, tarihsel ve toplumsal gelişmenin yarattığı bir sorundur ve tarihsel materyalizmin dışında da kavranamaz. Tarihte Yahudi sorunu, içerisinden geçilen tarihsel üretim ilişkileriyle bağlı bir sorun olagelmiştir. Yahudiler kendi özgünlükleriyle birlikte tarihin diyalektik akışı içerisinde yer alarak bugünlere dek gelebilmişlerdir. Dolayısıyla Yahudi sorunu somut tarihsel koşullardan, maddi toplumsal temellerinden koparılarak incelenemez. Her halk gibi Yahudi halkı da tarihsel bir üründür. Deniyor ki, Yahudi sorunu “tanrı tarafından lanetlenmiş kötücül bir ırk”ın varlığı sorunudur. Bu tür analizler ve propaganda sahtedir, anti-semitizme dayanır. Deniyor ki, Yahudiler “tanrı ile yaptıkları sözleşmeye bağlı kalmadıkları” için anayurtlarından kovulmuş, her türlü gadre uğramıştır vb. Bu tür analizlere dayanan propaganda da sahtedir; Yahudi sorunu Yahudi teolojisiyle, Yehova’nın lanetiyle, kafir olmalarıyla izah edilemez ama bilakis Tevrat, tüm söylencelerine vs. rağmen, Yahudiliğin bazı temel gerçeklerine de ışık tutar. Tarih, doğa üstü bir ruhla, evrensel akılla, iyi ve kötü tanrıların varlığıyla, bireysel kahramanlar ve onlara ihanet eden kavim ve kabilelerle izah edilemez. Maddi-toplumsal gerçeği, maddi toplumsal tarihi yaratan din, dinler değildir. Dinlerin de kaynağı maddi-toplumsal gerçektir. Dinler de maddi-toplumsal gerçekler üzerinde şekillenir ve maddi dünyanın ters yüz edilmiş biçimlerine bürünerek ortaya çıkar...
Evet Yahudi sorunu uzun tarihsel geçmişiyle bilinir ve uzun geçmiş aynı zamanda anti-Semitizmin tarihidir de bir bakıma.
Burada I. Rennap’ın şu değerlendirmesini birlikte okuyalım:
“Yahudi sorunu modern bir olgu değildir. Yüzyıllardır varolmuştur. Bunun sonucu olarak, anti-Semitizimin tamamen kendine özgü bir karakteri ve geleneği vardır. Başka hiçbir ‘ırk duygusu’nun ardından böyle uzun bir gelenek yoktur ya da bu kadar yaygınlık kazanmamıştır.
Bundan dolayı, birçok insan, Yahudi sorununun çok özel ve özgün bir şey olduğunu, toplumun gelişmesinde ortaya çıkan genel ekonomik ve toplumsal sorunlardan tamamen ayrı ve farklı olduğunu düşünür. Bundan daha hatalı bir düşünce olamaz. Yahudi sorunu çağların akışı içinde belirli toplumsal koşullardan kaynaklanmıştır. Yahudiler yaklaşık 3500 yıldır toplumun bir parçasıdır ve onların tarihi ve sorunları, bir bütün olarak toplumun tarihi ve sorunlarından ayrılamaz.” (Anti-Semitizm ve Yahudi Sorunu, s. 13, İnter Yayınları)
Marks’ın dediği gibi, “Yahudilik tarihe karşın değil, tarihin yardımıyla tutunmuştur.” Anayurtlarından 2000 yıl önce kopmuş Yahudilerin bir cemaat, bir milliyet olarak yok olmak yerine, bugünlere kadar gelebilmiş olması olgusunun “gizi” Tanrıda değil, “tarihin yardımı”nda aranmalıdır.
II
Yahudiler (İbrani-İsrail-Yahudi) tarih içinde (M.Ö.) bir dizi irili-ufaklı krallıklar kurmuşlardır. İlk Yahudi devleti, Yahudi Peygamberi (Yahudiler kendi krallarını, liderlerini peygamber ilan etme geleneğine sahiptir) peygamber Saul tarafından kurulmuş, Davut ve (oğlu, halefi) Süleyman peygamberler döneminde gücünün doruğuna ulaşmış Birleşik İsrail Krallığı’dır (MÖ 1050–MÖ 930). Krallığın başkenti Kudüs’tür (Yeruşalaim/Yeruşalayim). “Filistîler’i, Amâlikalılar’ı, Ammonlular’ı, Moablılar’ı ve Edomlular’ı yenen Dâvûd zamanında krallık en geniş sınırlarına ulaşmıştır.” Süleyman döneminde Kudüs’de Süleyman mabedi inşa edilir. Bu dönem (Babil sürgüne dek) 1. Tapınak dönemi olarak adlandırılır.
Süleyman peygamberin ölümünden sonra Birleşik İsrail Krallığı parçalanır; Kuzeyde İsrail ve Güneyde Yehuda adını taşıyan iki ayrı devlet/krallık kurulur.
Birleşik İsrail Krallığının çöküşü ile MÖ sekizinci yüzyılda (MÖ VIII. yy.) kurulan İlk Yahudi devleti, İsrael’dir. Asur İmparatorluğu (MÖ 722) bu devletin varlığına son verir. Asurlular İsrail devletini yıkar, halkı kılıçtan geçirir, köleleştirir, sürgüne yollar.
İkinci Yahudi devleti MÖ altıncı yüzyıl başlarında (MÖ 586) Kral II. Nebukadnezzar liderliğindeki Babiller (MÖ 605/604-562) tarafından yıkılan Yehuda devletidir. Yehuda krallığını kanlı bir tarzda yıkan II. Nebukadnezzar, Kudüs’ü yerle bir ederek İsrail halkını da “Babil Sürgünü”ne gönderdi. “Babil sürgünü Yahudi tarihinin ilk büyük sürgünü” kabul edilir (MÖ 586-538). Yahudilerin Babil’de sürgünde ne kadar kaldığı konusunda farklı değerlendirmeler (50, 60, 70 yıl) yapılmaktadır...
Antik çağda Yahudiler iki büyük sürgün yaşadı: Babil ve Roma sürgünleri. Bu iki büyük sürgün olgusu, Yahudi diasporasının doğuşu, gelişimi, yayılmasının dönemeçleri kabul edilir. Aslında bu süreç Asur işgaliyle, Yahudi diaspora nüfus hareketi bu yenilgi ve yıkımlar üzerinden başlar. Bu sürgünler her biri kendi koşulları içerisinde Yahudi elitlerinin gittikleri yerlerde ticari girişkenliği ve ticaret ağları içerisinde ilerlemeleriyle bağlanır ya da ticari inisiyatifin etkin bir tarzda yaşam bulmasında farklı avantajlar da sunar. Özellikle Babil ve Roma sürgün süreçlerinde bu olgu, daha çarpıcıdır.
Gerek neo-Asur gerekse de neo-Babil esareti altında kalan Yahudiler, işgal dönemlerinde, özellikle de Babil işgali ile topyekün değil ama öncelikle kaymak tabakası, zengin, kültürlü, topluma önderlik edebilecek kesimleri sürgün edilir. Özellikle Babil devletinin işgali ile toplumun ekonomik, siyasi, askeri, dinsel, kültürel birikimini ve yönetme yeteneğini temsil eden kesimler (Yahudi egemen sınıfı, rahip aristokrasisi, mülk sahipleri, toplum yöneticileri) topyekün Babil’e sürgün edilir. Yahudiler ticari yetenekleriyle burada da öne çıkar...
Babil sürgününe son veren (MÖ 538) Perslerdir. Kral II. Krios (Büyük Kiros MÖ 550-530) liderliğindeki Ahameniş Pers İmparatorluğu Yahudilerin Kenan diyarına dönüşüne, Kudüs’te kendi tapınaklarını yeniden inşasına izin verir. Pers kralının bu “hoş görüsü” Yahudi tarihinin önemli ve olumlu anılan olgularından birisidir.
Bu konuda B. Lewis şunları yazar:
“Bu yüzyılın sonraki yıllarında, o zamanki Suriye topraklarına ve çevresinde hüküm süren yeni Pers imparatorluğunun kurucusu Med’li Kiros, Babil krallığını fethetti. Bu topraklarda yaşayan fethedilmiş halklar arasından bir grupla fethedenlerin inançlarında bir benzerlik olduğu görüldü. Kiros, Museviler’in İsrail topraklarına geri dönmelerine müsade etti. Kudüs’teki Tapınağı devlet bütçesi ile yaptırttı. Tevrat’ta Kiros'a Musevi olmayan bir hükümdara, bundan da öte Musevi-ler’e gösterilebilecek en büyük saygı gösterilmiştir. Babil’deki tutsaklığın ardından yazılmış olan İsa'ya kitabının son bölümünde şunlar yazar: ‘Koreş çobanım ve tüm isteklerimi gerçekleştirecek: Yeruşalim ve tapınağın temelleri atılacak.’ (İşaya 44:28)” (ORTADOĞU, İki Bin Yıllık Ortadoğu Tarihi, PDF, s. 38, iba.)
Bu hoşgörünün temelinde Pers İmparatorluğu ile Roma İmparatorluğu arasında sürmekte olan hegemonya ve rekabet mücadelesi yatmaktadır. İki devlet o dönemi belirleyen yayılmacı devletler konumundadır ve aralarında keskin bir mücadeleler yaşanmaktadır. Yahudiler çıkarları gereği Perslerle birlikte hareket etmiştir.
Yahudilere Babil sürgününden Kenan diyarına dönüşte liderlik eden Ezra Peygamber’dir. Ve bu isim Yahudi tarihinde özel önem taşıyan isimlerden birisidir. Musa’nın Mısır’dan çıkışıyla, Ezra peygamber önderliğinde Babil’e dönüş Yahudi tarihinde oldukça önemli olaylarıdır. Yahudilerin Babil’den Filistin’e dönen bölükleri Asurlar tarafından yıkılan tapınaklarını (II. Mabed) Perslerin yardımıyla Kudüs’te yeniden inşa ederler. MS 70 yılında Roma kralı Titus, Kudüs’ü yerle bir ederken bu tapınağı da yıkar, Yahudileri de köleleştirir, Roma’ya sürgüne gönderir. Bugün “Ağlama Duvarı” olarak anılan kalıt, 1. ve 2. tapınaktan kalan ya da kaldığına inanılan kalıttır. Kudüs antik çağdan bu yana kutsal kabul edilen bir yerleşim yeridir. Kudüs üç tek tanrılı din için de kutsal bir kenttir. “Tanrıya verilen Şalim adı, SLM kökünden türediğinden, Şalom (İbranice) ve Salam (Arapça) barış anlamına da gelir, bu nedenle Yeruşalayim’e Barışın Şehri de denir.” (Wikipedia) Fakat bu kutsallık, “Barış Şehri”, barış, eşitlik, adalet, özgürce ve kardeşçe bir arada yaşamak anlamına gelmek bir yana, sonu gelmez düşmanlıkların, savaşların, kan dökmenin adı ve mekanı olarak öne çıkmıştır. Ve bütün bu savaşlar Tanrı adına, tanrısal kutsallık adına, kutsal kitaplar vb. adına gerçekleştirilmiştir...
MÖ 140-37 arasında ayakta kalan ve Roma İmparatorluğu’na bağlanan ve bağlı Haşmonayim Hanedanlığı da bir diğer Yahudi devletidir...
Bu tarihten sonra, herhangi bir Yahudi devletinden bahsedilemez ta ki 1948’de İsrail devleti kurulana dek.
Mezopotamya’nın hakimi Pers İmparatorluğu’nu yıkan (MÖ 331) Büyük İskender (III. Aleksandros), Yahudilerin yaşadığı toprakları da ele geçirir. Büyük İskender kısa ömrüne çok yüksek başarılar sığdırmış bir tarihsel kişiliktir. Öğretmenlerinden birisi de antik çağın en büyük filozoflarından kabul edilen Aristoteles’tir. Büyük İskender, 20 yaşında başına geçtiği Mekadonya Krallığı’nı antik çağın en büyük imparatorluklarından (MÖ 336-MÖ 323) birisine dönüştürür. Büyük İskender’in ölümüyle (323) İskender’in Helenistik imparatorluğu generalleri (Cassander, Batlamyus, Antigonus ve Seleukos) arasında dört ayrı devlete parçalanır. Yahudiler bu dönemde önce Mısır merkezli Ptolemaios (MÖ 322-30), daha sonra Suriye merkezli Selevkos (MÖ 312-63) krallıkları tarafından yönetilir. Bu dönemde özellikle Kenan dışında kalan bölgelerde, Mısır, Ak Deniz, Ege boylarında ticari merkezlerde yaşayan Yahudi topluluklar Helenistik kültürden güçlü bir şekilde etkilenir. Ki her iki krallık da Roma İmparatorluğu tarafından yıkılır ve Yahudiler Roma egemenliği altına girer.
Bu devletler antik çağın devletleridir. Antik çağ, köleci toplum çağıdır. 1948 yılında kuruluşu ilan edilen İsrail devleti ise kapitalist bir devlettir, doğrudan Yahudi burjuvazisi tarafından kurulmuştur. Ve siyonizm Yahudi burjuvazisinin ideolojisidir.
III
Yahudiler başlangıçta (yerleşik tarımsal yaşamları sınırlı) esasen göçebe savaşçı bir topluluktur. Yahudiler Kenan diyarına daha sonra gelerek yerleşmiştir, “Filistîler” ler (Filistinliler) ise buraların yerleşik halkı durumundadır. Böyle de olsa Yahudiler ve Araplar aynı tarihsel kökenden gelen halklardır. Yahudiler Kenan diyarına yerleştikten sonra zamanla ticaretçi bir topluluğa dönüşmüştür. Bu bakımdan O. Heller’in, “Yahudiler, ulusallıklarının özel dini karakteristiğinde, ulusal ve sosyal açıdan kendini korumanın bir aracını gördüler.” saptaması aydınlatıcıdır. Yahudiler, büyük ticaret güzergahlarında ticari yolları izleyerek sayısız yerleşim birimi kurmuş, Yahudi kast sistemine dayanarak varlıklarını korumuşlardır. Tevrat bu kastı birleştiren, bir arada tutan tutkal rolü oynamıştır. Yahudiler gittikleri her yerde bir cemaat olarak yaşamayı başarmışlardır. “O zamanlar göç tekil değil, her zaman kapalı gruplar halinde gerçekleşiyordu.” (O. Heller) Kuşkusuz ki bu süreklilik öncelikle ticari çıkarlara, tefeci-tüccar olarak sağladıkları maddi çıkarlara dayanmaktaydı; eğer bu maddi çıkarlar olmasaydı Yahudiler bir cemaat olarak varlıklarını sürdüremezdi. Bu durumda tek başına Tevrat tutkalı da işlevli olamayacaktı. Yani onları bir arada tutan, ayakta kalmalarına yol açan Tanrı, Tevrat değil, maddi toplumsal çıkarlarıydı. Etnik ve dinsel birliğin ifadesi, aracı olan Tevrat bu rolünü söz konusu maddi çıkarlar temelinde oynayabilmiştir. Uğradıkları baskı, aşağılanma, katliamlar bu temel tarihsel gerçek üzerinde Yahudilerin kendi aralarında kenetlenmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Belirleyici olmamakla birlikte Yahudilerin gettolarda toplanmasının önemli bir nedeni de baskı altında kalmalarıdır. Dinsel örtüye bürünen baskı iktisadi ve toplumsal çıkarların çatışmasıdır. Yoksa sorun dinlerin savaşı, dinsel savaşlar değildir. Sözgelimi sorun Yahudilerin İsa’yı katletmesi ya da İsa’yı Romalılara ihbar etmesi değil... Sözgelimi sorun Musevi inancını ret ve inkar eden, düşmanlaştıran, tersinden Yahudilerin kendi dini inançlarından sonra ortaya çıkan “kafir dinleri Hrıstiyanlık, İslam” değil. Sorun (din savaşları olarak lanse edilen) Yahudileri de yağmalayan, kitlesel olarak kıran Haçlı Seferleri değil... Sorun “kafir”, dünyadaki bütün melanetlerin kaynağı şeytan Yahudi değil, sorun her bir çağın ve her bir ülkenin somut tarihsel koşulları, bu koşulların ifadesi olan sınıflar mücadelesi, hegemonya ve rekabet mücadeleleri, bu mücadelelerin seyri içinde Yahudilerin özgül konumudur.... Sorun buralardan analiz edilerek anlaşılabilir yalnızca. Yani diyalektik materyalist felsefenin tarihe uygulanması demek olan tarihsel materyalizme dayanmadan yapılan ve yapılacak analizler, tartışmalar saçmalamaya, anti-Semitizme götürür. Tarihte Yahudi sorunu kendine has yapısı ve evrimi sürecinde dinle değil, sosyal içeriğiyle belirlenir. Onların dinsel, etnik kimliği ve özgün tarihsel rolü ve evrimi Yahudilerin tarihsel ve toplumsal gerçekliği temelinde çözümlenerek incelenmek zorundadır. Marks’ın dediği gibi, “Eğer biçimle öz bire bir çakışsaydı bilime gerek kalmazdı.” Görüngüler, görüngüleri de yöneten nesnel gelişme yasalarının kavranmasıyla anlaşılabilir yalnızca... Ekonomik yasalar, toplumsal yaşamın maddi temeli üzerinde yükselen ekonomik ve toplumsal görüngülerin, etkileşimlerin derindeki nedenlerini, süreçlerin özüne inebilme ve kavrayabilmenin araçlarıdır. Toplumsal tarih üretim ilişkilerinin tarihi, üretim ilişkilerin gelişme ve değişme tarihi; üretici güçler ile üretim ilişkilerinin (zorunlu uygunluk yasası) gelişmesinin tarihidir...
O çağda/zamanda Kenan diyarı (Filistin) Doğu ile Batı arasında yer alan ticaret yollarının kesiştiği gelişkin bir ticari merkez pozisyonundadır; öyle ki para değişim aracı olarak işlev üstlenmiştir. “En eski zamanda ‘Ken-an’lı sözcüğü, tüccar kavramıyla eş anlamlıydı.” (Otto Heller, Yahudiliğin Çöküşü, s. 27, İnter Yayınları) Antik çağda ticaret köle ticaretini de içeriyordu. Köle ticareti tacirlerin en önemli gelir kaynaklarından biriydi...
Kenan diyarının ticari gerçeği, Yahudilerin tarihsel gelişmesini anlamak bakımından yaşamsaldır. Bu olgunun özgül ağırlığı Yahudilerin ticarette giderek öne çıkması ve ticari yollar boyunca yayılmasındadır. Yahudilerin kadim topraklarından artan oranda uzaklaşması onların “ticaret halkına” dönüşmesiyle bağlıdır. Kenan diyarında Yahudileri esaslı bir şekilde uzaklaştıran olgu, önemli olmakla birlikte sürgünler, soykırımlar değil, ticarettir ve tarihte Yahudiler ticari yetenekleriyle, tefeci ve tüccar olarak geniş alanlara yayılan getto yaşamıyla, gittikleri her yerde Yahudi kolonları kurmakla bilinir. “Yahudiler her yöne doğru ticaret yollarının yayılmasını izlediler.” Kuşkusuz ki bu sürece önderlik eden Yahudi zenginleri ve seçkinleridir ve Yahudi halkı ise sömürülen, ezilen kesimdi. Yani her Yahudiyi zengin, bir eli balda bir eli yağda anlatan propaganda sadece tarihsel gerçekleri tahrif etmektedir. Antik çağdan bu yana Yahudi kavmi ve milliyeti ve sonra ulusu (millet) keskin sınıfsal ayrımlarla, iç mücadelelerle şekillenmiştir...
Dedik ki, Yahudiler ticari yetenekleriyle öne çıkan ve ticaret yolları boyunca yayılan tüccar bir halktır. Otto Hellerin güzel bir ifadesiyle, “Tüccarın ruhu, tüccar olmanın sonucudur.” Gerek antik çağda gerekse de feodal çağda Yahudilerin sözünü ettiğimiz özel, temel, ayırt edici karakteristiği değişmemiş ama her bir aşamada, somut tarihsel koşullara bağlı olarak yeniden ve yeniden şekillenmiştir. Onların bu karakteristiği kendi çağlarının maddi-ekonomik koşullarıyla, üretim ilişkileri ile bağlıdır...
Marks’ın şu değerlendirmeleri, Yahudi gerçeğini anlamak bakımdan önemlidir:
“Yahudinin gizini onun dininde değil, dinin gizini yahudide arayalım. Nedir yahudiliğin dünyasal temeli? Pratik gereksinim, özel çıkar.
Nedir yahudinin bu-dünyalık dini? Bezirganlık. Bu-dünyalık tanrısı? Para.” (Yahudi Sorunu, s. 44, iMa., Sol Yayınları)
“Para, İsrail’in kıskanç tanrısıdır, önünde başka hiçbir tanrı varlığını sürdüremez.” (s. 48)
“Yahudinin sanrısal milliyeti, tüccarın, genel olarak da paranın milliyetidir.” (s. 49)
Burada Marks’ın “tüccar uluslar” hakkındaki şu saptamasını aktarmak, konu üzerinde düşünürken yararlı olacaktır:
“Eski çağlardaki tüccar ulusların -Fenikeliler, Kartarcalılar- sahip oldukları saflık -soyut özgüllük- , doğrudan doğruya, egemenliğin tarımcı ulusların elinde olmasıyla açıklanabilir. Sermaye, ticari ya da para sermaye olarak, bu soyut niteliğiyle, sadece sermayenin henüz toplumların egemen ögesi olmadığı yerlerde ortaya çıkar. Lombardiyeyalılar, Yahudiler, Ortaçağın tarımcı toplumlarına göre aynı konumdadır.” (Grundrısse, ekonomi politiğin eleştirisi için ön çalışma, s. 180, Birikim Yayınları, Ekim 1979, Çeviren Sevan Nişanyan)
Sermayenin ilk ve ilkel biçimi olan ticaret sermayesi, kullanım değerlerine endeksli metaların değişim değeri ile şekillenir. Yani metalar değişim değeri amacıyla değil, kullanım değerleri nedeniyle ticaretin nesnesidir. Ticari sermaye geliştiği oranda tefeci sermaye de büyüyerek, tüccar-tefeci sermaye olarak gelişimine devam etmiştir. Ticaretle başlayan Yahudi sermayesi tüccar-tefeci sermayeye dönüşerek şekillenmiştir. Yalnız ticaret değil, tefecilik de Yahudi sermaye çevrelerinin karakteristiğidir tarihte. Her iki ekonomik faaliyet, üretimden kopuk faaliyet karakteri taşır antik ve feodal çağda. Burada Yahudi kastı aracıdır, aracı olarak semirmektedir... Doğal olarak, nesnel koşullar gereği, Yahudi ticaret ve tefeci sermayesi antik çağın ve feodal çağın birer bileşeni olarak ekonomik işlevlerini gerçekleştirmiş, sömürüden pay almıştır. Tarihsel ve toplumsal sorunlar iyi niyet ya da kötü niyetlerle, bir halkın, milliyetin iyi mi kötü mü olduğu gibi saçma, bilim dışı bir yöntemle ele alınamaz; burada sorun dosdoğru, ticari ve tefeci sermayenin her bir sosyo-ekonomik formasyonda nesnel olarak oynadığı rol, bu kapsamda tefeci-tüccar olarak Yahudilerin oynadığı tarihsel roldür. Tüccar olarak, tefeci olarak oynadıkları rolü “Yahudi milletinin kötü karakteri”ne bağlamak ilkel ve idealist bir değerlendirmeden ibarettir.
Yahudi düşmanlığı (anti-semitizm) çok eskilere dayanır; Yahudilerin tüccar, başarılı bir halk olması, aykırı dinleri (ki özellikle antik çağ inancı paganizmdir), gittikleri her yerde bir kast olarak gettolarında, özel ve tecrit edilmiş bir tarzda yaşamaları onları hedefleştirmiştir. Her iki çağda da yerleştikleri ülkelerin egemen sınıflarıyla çok yakın, sıkı bağlar kurmayı başardıkları anlaşılıyor. Yahudiler, (kuşkusuz ki Yahudi zenginleri) ticari alanda üstlendikleri özel tarihsel rolleriyle, tefeci-tüccar sermayenin en güçlü temsilcileri olarak bu ülkelerin egemen sınıfları ve devletleriyle ilişkilerinde, yaşadıkları tüm baskılara ve aşağılanmaya karşın, özgül bir ağırlık oluşturmayı başarmışlardır. Doğudan Batıya ülkeleri ticari yollar üzerinden birleştiren ağ, bu ülkelerin mal, başta da egemen sınıflarının lüks tüketim nesneleri gereksinmelerinin Yahudi tüccarlar tarafından karşılanması onları toplum nezdinde ayrı bir yere yerleştirmiştir. Tüccarlıktan tefeciliğe gelişen ve egemen hale gelen bu güç odağı, dönemin egemen sınıflarını, kralları, soylular sınıfının önemli kesimlerini, devletlerini parasal açıdan da bağımlılık ilişkisine sokmayı başarmıştır... Hatırlatmak isteriz, ticaret ve tefeci sermayesi, tarihte sermayenin ilk ve ilkel biçimidir. Ticari ve tefeci sermayenin kapitalizmde (modern toplum, ücretli kölelik düzeni) oynadığı rol ise bambaşkadır...
Yahudilerin Babil sürgününden döndükleri dönemde “Doğu Akdeniz ve Küçük Asya dolaylarında, Filistin’den uzakta yeni ticaret yolları ortaya çıkmıştı.”; bu değişme, Yahudilerin anavatandan uzaklara düşmesinde temel bir faktör olsa gerek.
I. Rennap bu konuda şunları yazar:
“MÖ Beşinci ve dördüncü yüzyıllarda yeni Devlet ortaya çıktıktan hemen sonra, Doğu Ak Deniz civarındaki büyük ticaret kentlerinde serpilen cemaatler boy gösterdi. Antakya'da, İskenderiye'de, daha sonra Roma'da, bu güçlü ve kuvvetli Yahudi cemaatlerinin temel unsurları dönemin geniş ticaretinde önemli bir rol oynadılar, zavallı Yahudiler ise küçük ticaret ve elsanatlarıyla uğraşıyorlardı. Ticaret yollarının Filistin'den uzaklaşmasıyla, mesleki tüccarlık ve alışverişçilik olan çok sayıda Yahudi, yeni ticaret yolları izlemiş ve bu cemaatleri kurmuşlardır. Yahudilerin o dönemde bilinen dünyaya dağılması, Yahudi burjuva tarihçilerince Yahudi sorunlarının nedeni olarak görülür. Bunda yanlış bir şey yok, Yahudi cemaatlerinin düzeni uymaktadır ve Yahudilerin hiçbir sorun teşkil etmemektedir. Daha sonra ticaret giderek küçüldüğü ve antik toplum yıkıldığında, bir sorun ortaya çıkmaya başladı.” (Age., s. 15)
Rennap’ın bu açıklamaları aydınlatıcıdır.
Bu bölümü Otto Heller’in şu öğretici saptamalarıyla bitirelim:
“Belirleyici olan şudur: Antik ekonomi, gelişiminin doruk noktasında Yahudileri, kendine özgü, gerekli toplumsal, ekonomik bir faktör olarak tanıyor. Yahudiler mal üretiminin ve mal sirkülasyonunun ortaya çıkmasıyla, en önemli uluslararası simsar haline getirmişti.”
“Antik çağ, sonraki dünyaya yalnızca Yunan felsefesini, Roma hukukunu ve Hıristiyanlığı miras olarak bırakmadı. Mal sirkülasyonun temsilcisi olarak Yahudilik, onun en önemli miras parçasıdır. (Age., s. 43)
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder