“YARATICI ...” VIII. BÖLÜM
Einstein’dan:
“Sorunları çözmeye çalışırken, o sorunları yaratırken kullandığımız düşünce yapısını kullanamayız.”
“Aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktır.”
“Bir insanın zekası cevaplarından değil; sorduğu sorulardan anlaşılır.”
“Dünya; kötülük yapanlar değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.”
“Otoriteye körü körüne sadık olmak, gerçeğin en büyük düşmanıdır.”
I
Öncelikle belirtmek isteriz, fikirleri, eleştirileri, eylemleri, siyasal yönelimleri vb. değerlendirirken, belirleyici ve bağlayıcı olan şey, bunların objektif karakteri ve mantığı, “olayların objektif mantığı sayesinde meselelerin nereye sürüklendiği”dir. (Lenin) “Olayların kendi mantığı vardır: Bir şey söyleriz, ancak olaylar diğer yönde gider.” (Stalin) Yani sorunları, değerlendirmeleri, siyasal eğilimleri, ideolojik gruplaşmaları, kritik dönemeçlerdeki tutum ve duruşları, ortaya çıkan ya da çıkacak partisel krizleri vb. bireylerin, devrimcilerin, devrimci partilerin iyi ya da kötü niyeti ile değil, sınıf mücadelesinin nesnel mantığı ile bilince çıkarabilir, kavrayabilir, siyasal pratik içinde sağlamasını yapabiliriz. Devrimci hareketteki tasfiyecilik olgusunu ve temsilcilerini değerlendirilirken de bu yöntem, bakış açısı tümüyle geçerlidir. Nesnel durumu ve bu durumun teorik, siyasal, örgütsel-pratik bakımdan yüklediği görevleri kavrayamayan partiler, tüm iyi niyetlerine ve devrimci çabalarına ve fedakarlıklarına karşın, istenen değil de istenmeyen yöne doğru giderek devrimci ve komünist çizgilerinden kopup başka doğrultulara doğru savrulurlar; tasfiyecilik olgusunda da bu, böyledir. Bu bağlamda gidişi belirleyen iyi ya da kötü niyetler değil, objektif gerçeklerdir, bunun gerekleridir. Kuşkusuz ki bu bağlamda ilkesiz, faydacı, oportünist, kariyerist, manipülatör, makyavelist, çok dinli, yozlaşmış vb. unsurlar her zaman olacak ve kimi zaman da bu gidişte öne çıkan olumsuz roller oynayabilecektir. Bu olgu komünist işçi hareketinin tarihsel deneyiminde ve deneylerimizde de sabittir. Ancak bu faktör önemli olmakla birlikte ikincil derece bir faktördür ve eğer bu kategoriye giren unsurlar bu bağlamda önemli ya da önde gelen roller oynayabiliyorsa burada da bir kez daha dönüp buna yol açan öncü güçlerdeki yapısal zaafları, buna fırsat yaratan ortamı, zihniyeti ve tarzı, burjuva etkiyi sorgulamak gerekir. Bir kez daha dikkat çekmek isteriz ki komünist partilerde tasfiyecilik vbg. anti-Leninist yıkımlar ve kopuşlar, yaşanan krizler “kötü niyetler”le izah edilemez, bu idealizm olur, bu olgu “proletarya üzerindeki burjuva etki, bir tesadüf, bireysel kötülük, aptallık ve hata değil, objektif nedenlerin kaçınılmaz sonuçlarıdır.” (Lenin)
II
Sınıf mücadelesinin gereklerine ve gereksinmelerine yanıt verememenin ifadesi olan yapısal, bütünsel (ideolojik, siyasal, örgütsel-pratik) kriz gerçeğini anlamak, özeleştirel bilince çıkarmak komünistlerin en yakıcı görevidir. Kriz gerçeğini, krizin nesnel ve öznel nedenlerini bilince çıkaramadan krizi aşmak da olanaklı değildir; böyle olunca da (bütün devrimci çabalara karşın) kriz tüketmeye, öncü değil artçılığa mahkumiyet devam etmektedir. Bu tablo içerisinde samimi devrimci çabalar ve devrimci yönelimler ise sorunları çözmeye yetmiyor. Kısmi, geçici, romantik ve ajitatif pansuman tedaviler politikası ve tarzıyla yol açılamıyor; bu bir yana öncünün oportünizme, idarei-maslahatçılığa, dar pratikçi tarza mahkumiyeti daha da derinleşiyor...
Lenin’in dediği gibi;
"... Sorunları laf kalabalığıyla geçiştirmeye çalışmak kadar zararlı, ilkelere aykırı bir şey olamaz. Bugün en önemli görevimiz, bunalımın derinliğini ve onunla savaşma gereğini anlamış bütün marksistleri bir çatı altında toplayarak, marksizmin teorik temellerini ve ana ilkelerini, burjuva etkisinden sıyrılamayan 'yol arkadaşlarının' çeşitli yönlerdeki sapmalarına karşı savunmaktır..." (Lenin, Karl Marx ve Doktrini, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, s. 144, iba.)
Bu mücadelenin önündeki ana engel ise değişik renk ve tonlarıyla tasfiyeci oportünizmdir. Tasfiyeci erozyon ve çürümenin yarattığı yıkım ise oldukça derin ve kapsamlıdır. Sorunu öncelikle doğrudan doğruya kendi tasfiyeci oportünizminde aramak, bulmak, görmek ve aşmaya çalışmak yerine, tasfiyeci oportünizmin sorumluluğunu atlayarak sorunu salt tasfiyeciliğin bazı görüngülerine ve “üzerimiz”deki bazı etkilerine çekerek/indirgeyerek “tasfiyeciliğe karşı mücadele etmek” son derece yanıltıcıdır. Bu ilkesiz yöntem ve bakış açısı ve sözde “analiz” sadece ve sadece gerçeği sis bombalarıyla görünmez hale getirmeye hizmet etmekte, böylece tasfiyeci oportünizme karşı gerçek bir mücadelenin yürütülmesini önlemektedir. Bu politika ve tarz, komünist değildir. Bu tarz dikkati başka adreslere yöneltme, hedef saptırma, kendini aklama tarzıdır. Bu tarzda uzmanlaşmış olanların bu işi maharetle yerine getirdiklerini inkar edemeyiz. Küçük burjuvazinin damgasını vurduğu bu yöntem, tarz, ruh hali çözülemeyen ana sorunların, aşılamayan ağır zaafların, yenilgi ve başarısızlıkların, yıkımların, gerilemenin, gelişememin nedenlerini dışsallaştırarak kendini ak sütten çıkmış kaşık olarak sunmakta, komünist hareketin kendisiyle ilkeli hesaplaşmasını ve derslerinin çıkarılarak ileri atılmasını engellemektedir. İşte bu tasfiyeci önderlik teori ve pratiği tasfiyeciliği de dışsalaştırmakta, tasfiyeciliği dışarıdaki güçlerde arama, bulma, damgalama hattında yürüyerek yaratılan yıkımın sorumluluğunu üstlenmekten kaçınmaktadır. Aşağı yukarı, “bizde de tasfiyeciliğin bazı etkileri vardır ama tasfiyecilik bizi değil devrimci hareketi pençesine almıştır. Biz Türkiye ve Kürdistan’da tasfiyeciliğe karşı mücadelenin önderiyiz.” içeriğinde analizler yapılıyor. “Devrimci hareketin rönansasıyız”, “devrimci hareketin merkezinde durmaktayız”, “devrimci hareketi tasfiyecilikten kurtarmak istiyoruz ve kurtaracağız” gibisinden propaganda ve ajitasyon yapılmaktadır. Fakat bu, büyük bir oranda kurgusal gerçeklik inşasına tekabül etmektedir; önce kendi gerçekliğini bilince çıkarıp aşacaksın ki, diğerleri seni ciddiye alsın, öğrensin, üstlenmek istediğin misyon politik ve ideolojik etki gücün görülebilsin. Bunu yapmadıktan sonra, kendini yaralamaya devam edersin... Bu tarz, kendine dönük politika tarzıdır, kendi dar çevreni motive etme tarzıdır, geliştirici olmak bir yana, orta ve uzun vadede daha ağır yıkımları hazırlar.
Devam edelim.
Tasfiyeci oportünist ve Troçkist, yarı-Troçkist, revizyonist, reel politiker ezilenci tasfiyeci eğilimler köklü ve yapısallaşmış olarak sürece yön vermektedir. Herhangi bir sapmanın da ötesine çoktan geçmiş tasfiyeci, post-Marksist, revizyonist eğilimlerle ideolojik olarak hesaplaşmadan da Marksist-Leninist çizgide yeniden yapılanmak, proletaryanın sınıf çizgisini temsil eden bir öncü, sömürülen, ezilen sınıf ve tabakaların, ezilen toplumsal ve kültürel kimliklerin haklı taleplerini de en önde üstlenerek devrim ve sosyalizm mücadelesine önderlik eden başarılı bir öncü inşa edemezsin. Buna niyet etmek bir şeydir yapabilmek farklı bir şeydir. Kaldı ki komünist parti ile işçi sınıfı hareketinin birliğine dayanan bir parti inşa etmek teori ve pratiğinden çoktan kopulmuş ve işin teorisi de (ezilencilik) yapılmıştır.
Her devrimci parti başarılı olmak ister, buna kuşku yok. Fakat, başarı iyi niyetlerle, şatavatlı söylem ve dileklerle, oportünist beklentilerle, ilkeleri yadsıyan maneviyatçılıkla, romantik düşçülükle, manipülatif abartılı devrimcilik propagandası ile gelmez. Nesnel değerlendirmelere, nesnel kriterlere, bilimsel komünist eleştirel duruşa gereksinim var. Ağacı görüp ormanı görmemek, göstermemek ya da gözden yitirmekte komünistçe olan hiçbir şey yoktur. Komünistlerin mesihlere, mesihçiliğe, manipülatörlere, ruhani romantizme, manipülasyona, anti-Leninist teorilere gereksinmeleri yoktur. Tüm bunlar, Marksizm-Leninizm’in, enternasyonal proletaryanın bilimsel devrimci teori ve pratiğinin, politik ve örgütsel çalışmasının küçük burjuvaziye özgü yadsıma biçimleridir.
Gerek coğrafyamızda gerekse de dünyada durumun Marksist-Leninist parti ve örgütler için dezavantaj yüklü olduğunu; burjuva ve küçük burjuva baskı ve saldırının her alanda olağanüstü baskın olduğunu biliyoruz. Bu baskı ve saldırıya ancak ve yalnızca proleter sınıf ideolojisine, sınıf ilkesine sağlam bir bağlılıkla, niteliksel gelişme ve yenilenmeyle, devrim ve sosyalizm kavgasının önünü açacak bir savaş yeteneğiyle karşı koyulabilir, yol açılabilir. Bunu başaramayan komünist parti ve örgütlerin tasfiyeciliğe batması ve tasfiyesi ise kaçınılmazdır.
III
Marks Proudhon'u eleştirirken;
''Geriye bir tek egemen dürtü kalıyor, işin cakası, ve bütün gösterişçi insanlarda olduğu gibi onun için de önemli olan tek şey, o anın başarısıdır, günlük başarıdır.'' (iMa.)
Proudhon küçük burjuvazinin temsilcisiydi ve onda somutlaşan “işin cakası”, “gösteriş”çilik, “anın başarısı”, “günlük başarı” ile tatmin olma küçük burjuvazinin sınıf karakteridir ve salt bireylere de özgü değildir... “Reel politiker”lik ve “gösterişçilik” küçük burjuva sınıfının karakteridir.
Tasfiyeciliğin ve yeni tip revizyonizmin “reel politiker” teori ve pratiğinden kurtulmak, proletarya hareketine dayanan, proletarya hareketini merkeze alan bir stratejik gelişme çizgisinde yürümek gerekir. Teorinin, program ve stratejinin belirleyip yönlendirdiği başarılara, komünist hareketle işçi sınıfının hareketinin birliğini ifade eden ve cisimleştiren partileşmeye, komünist işçi hareketine dayanan bir partiye gereksinim var. Kimlik politikaları ile ezilenler içerisinde güç olmayı temel alan bir teorik ve pratik duruş, geleceği kuracak tek devrimci sınıf olan proletaryanın önderliği ve hegemonyası olmadığı müddetçe kalıcı olmayacak geçici başarıları getirebilir en fazlasından. Komünist olma iddiasını bir gerçeğe dönüştürmek isteyen bir parti bütün demokratik talepleri, anti-emperyalist, anti-faşist, siyasal özgürlükçü mücadeleleri proletaryanın komünist hareketine dayanarak, bütün bu sorunları anti-kapitalist, sosyalist programa ve hedeflere bağlı bir tarzda ele alarak çözebilir ancak. Komünistler bakımından bu bir tercih değil, bir zorunluluk, komünist olmanın zorunluluğudur. Asıl olan toplumsal kurtuluştur; ulusal kurtuluşçu talepler ve mücadeleler de toplumsal kurtuluş hedefine bağlanmış bir tarzda, ulusal ve toplumsal kurtuluş davası ve mücadelesini birleştiren bütünsel bir perspektifle ele alınarak pratikleştirilmesi komünist olmanın gereğidir. Bunu yapmıyorsan, zaten komünist olamazsın. Bu bağlamda “yarı-komünist” olmak da komünist olmamayı ifade eder.
Biliyoruz ki partilerin kendilerini tanımlamaları ile onların nesnel gerçekliği her zaman üst üste binmez. Burada belirleyici ölçü, eylemin içeriğidir. Mesela Türkiye’de devrimci olan, devrimcilikte direnen ve mücadele eden hangi örgüt Marksist-Leninist olmadığını, proletaryayı temsil etmediğini söylüyor ki! Tersine “biz Marksist-Leninistiz”, “biz proletaryanın komünist öncüsüyüz” vb. diyorlar. Fakat gerçek durum farklı, onların nesnel gerçeği (biçimsel söylemin ötesinde), eyleminin içeriği devrimci-demokrasiyle belirlenmektedir...
Lenin,Tanner’le yaptığı tartışmada;
“Siyasi bir parti sınıfın sadece bir azınlığından oluşabilir, aynı şekilde, herhangi bir kapitalist toplumda gerçekten sınıf bilincinde olan işçiler, bütün işçilerin ancak çok küçük bir azınlığını oluşturabilirler.” diyor. Ve biraz ileride, “Nedir bu örgütlü azınlık?” diye sorarak şöyle devam ediyor: “Eğer bu azınlık gerçekten sınıf bilincine sahipse, kitlelere öncülük edebiliyorsa ve eğer ortaya çıkan her güncel soruna cevap verebiliyorsa, o zaman gerçekte bu bir partidir.”
Peki ortada böyle bir parti var mı?
Stalin şöyle der:
“Tüm gerçek şu ki, parti, sadece önden gitmeli, ama sayısız yığınları da, kendi ardından götürmelidir. Sayısız yığınları ardından götürmeden önden gitmek, aslında hareketin gerisine düşmek, hareketin kuyruğuna takılmak demektir. Artçıdan koparak, artçıyı ardından götürmesini beceremeyerek önden gitmek, gereğinden çok öncelemek demektir; bu, yığınların ileriye doğru hareketini, bir zaman için tehlikeye düşürebilir. Leninist yönetim tastamam şuna dayanıyor: Öncü artçıyı kendi ardından götürmesini bilmelidir; öncü yığınlarindan kopmaksızın önden gitmelidir. Ama öncünün yığınlarından kopmaması sayısız yığınları gerçekten kendi ardından götürebilmesi için, kesin bir koşul, yani yığınların öncünün göstergelerinin, yönergelerinin, sloganlarının doğruluğuna kendi öz deneyleri ile inanmaları koşulu zorunludur. Eğer büyük yığınlar tarafından desteklenmiyorsa, tek başına partinin, tek başına öncü grubun devrimi yapacak durumda olmadığını, devrimin eninde sonunda sayısız emekçi yığınları tarafından 'yapıldığını' anlamayan muhalefetin mutsuzluğu da, işte sayısız yığınların yönetimi ile ilgili bu basit Leninist kuralı doğru kabul etmemesidir.» (Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, s. 300-019)
Peki ortada böyle bir parti var mı? Peki bu çizgide gelişimini güvenceleyen bir siyasi ve örgütsel çizgi ve pratik ve özeleştiri var mı? Yok.
Peki buna rağmen nasıl oluyor da bardak hep dolu gösterilebiliyor? Bu durum Marksizm-Leninizm ile nasıl bağdaşabilir ki! Gerçek duruma iki yönden de bakmak gerekmez mi?
Peki bu tablonun sorumlusu kim, hangi teori ve pratik, hangi siyasi çizgi ve önderlik anlayışı?!!!
Bu tablo yerel örgütlerin, kadroların zaafları ve “suçlarıyla”, “taktik önderlikler”in yetersizliğiyle nasıl izah edilebilir ki?
Belirleyici olan ne? Hele de işlevsel bir kolektivizmin, proleter demokrasi, eleştiri ve tartışma özgürlüğü, açıklık ilkesinin yediği ağır darbeleri ve nitelik kaybını da düşünürsek öncelikli olarak yönetilenleri suçlamak, sorumlu ilan etmek hangi sınıfın kafasıdır acaba?
Evet bu konuda merkez noktayı ve sorumluluğu taşıyan düzey neresi? Kitleler mi? Sempatizan kitlesi mi? Tabanda yer alan kadrolar mı? Yerel örgütler mi? Kim evet kim?
Ve elbette sorulması ve eleştirilmesi gerekiyor: Olduğu kadarıyla organik bir yapı olan partinin kolektif aklı ve düzeltici iradesi nerede ve neden işlevsiz? Nasıl oluyor da bir partinin kendini aşması için zaaflarına karşı, yetersizliklerine karşı kolektif bilimsel akla ve işlerliğe, mücadeleci gücüne dayalı bir mücadele geliştirilemiyor, pasifizm, uzlaşıcılık, öz güvenden yoksunluk, evet efendimcilik, bürokratik bağımlılık böylesine yıkım yaratabiliyor?! Evet nasıl? Bu bir sonuç değil mi? Bunun doğrudan sınıfsal ve ideolojik nedenleri, sınıfsal kökleri olması gerekmez mi?
Bu tablo tasfiyeci oportünizmle izah edilmeyecek de neyle izah edilecek?
Kendine berbat bir liberalizmi başkasına zıvanadan çıkmış sekterizmi uygulayan bir teorik ve pratik duruşda komünistçe olan bir şey olamayacağı açık değil mi!
Lenin’i hep birlikte dinleyelim:
“Bizim İstediğimiz yeni ve farklı partilerdir. Biz kitlelerle sürekli ve gerçek bağlantıları olan ve bu kitlelere öncülük edebilecek olan partileri istiyoruz.” (Komüntern II. Kongresi, Komünist partisinin rolü üzerine konuşma, bkz. Teorik Yazılar Arşivi, https://solokul.blogspot.com)
Peki ortada böyle bir parti var mı? İddiamız, misyonumuz, hedefimiz bu değil miydi? Peki gerçek tablo ne?
Peki 30 yıllık tarihsel ve politik deneyim bizlere ne söylemektedir? Bu tarihsel tecrübe Lenin’in bahsettiği partinin var olduğunu mu göstermektedir? Tarihsel deneyimin dersleriyle donanmayan, sorunu Bolşevik eleştiri ve özeleştiri temelinde ele almayan ve kavramayanlar acaba ne kadar komünisttir?
Teorinin, politikanın, örgütlenmenin, devrim ve sosyalizm kavgasının, herhangi bir devrimci ve komünist partinin sorunlarına, zaaflarına vb. devrimci duyguların, romantik ahlakın, mistik sisin, mekanizmin, manipülasyonun gözünden bakılamaz ve değerlendirilemez. Tek ölçüt nesnel gerçeklik, eylemin içeriği ve onun Marksist-Leninist bilime, diyalektik materyalist yönteme, ideolojiye, ilkelere dayalı değerlendirilmesidir. Devrimci duygular ve duyarlılıklar eğer Marksist-Leninist dünya görüşüne dayanarak ele alınıp biçimlendirilemezse, oportünizme, maceracılığa, tasfiyeciliğe, revizyonizme, post-Marksizme oyun alanı açar, böylece anti-Leninist yıkıma yolu açar. Bu alana oynayan oportünizmin gerçek yüzünün açığa çıkarılması komünist olmanın zorunlu gereğidir. “Ne kadar nahoş olsa da, olguları açıkça görmek, adlı adınca çağırmak, işçilere doğruyu söylemek zorundayız.” (Lenin)
IV
Lenin Buharin’i eleştirirken, her hatanın teorik bir temeli olduğunu, her hatanın sınıfsal ve teorik köklerine inilerek açığa çıkarılması gerektiğini vurgular. Komünistlere gerekli olan ilkesel yöntem ve perspektif budur yoksa hataların, zaafların, fikir ayrılıkların yüzeysel ele alınması, lafta “eleştiri-özeleştiri”, gerçekte ise oportünist uzlaşma değil.
Kaganoviç’in, 1931’de “Kızıl Profesörler Enstitüsü’nün kuruluşunun 10. yıldönümü” vesilesiyle yaptığı konuşmada dile getirdiği perspektif önemlidir ve örnek alınmalıdır.
“Günlük politika ve uygulama konusundaki tartışma her zaman açık bir şekilde teorik bir tartışma olmuştur. Her zaman teorik görüş farklılıklarında başlangıç noktası olmuştur. Aynı şekilde pratik hataların da kökleri Marksist-Leninist teorinin çarpıtılmasında olmuştur.” (Bkz. Kaganoviç, SBKP Tarihinin Bolşevik Eğitimi İçin, s. 16, PDF olarak İnternetten indirilebilir.)
Komünist harekette olan-biten her şey, politik mücadelenin gelişmesinin her bir anında ortaya çıkan ya da çıkabilecek her sorun bu yöntem ve perspektifle analiz edilmelidir. Bu olmadığı müddetçe, gerçek durum bilince çıkarılamaz. Tasfiyeciliği kendi dışında, küçük burjuva elitin dışında her yerde arayan ve “bulan” zihniyet zaten komünist değildir. “Yanılmaz liderlik” saçmalığı nerde olursa olsun yalnızca ideolojik ve örgütsel yıkım yaratır.
Sloganların, düşüncelerin ve mücadelelerin, ideolojik ayrılıkların nesnel temeli ve anlamı, mantığı vardır. Israrla vurgulamıştık, dış görünüşle, görüngülerle sınırlı bir eleştiri ve özeleştiri olguculuktur. Sorunun ya da sorunların, değişme ve gelişmelerin dışsal, biçimsel yapısına takılan işin derinliğine inemez, maddenin ve toplumsal maddi gerçeğin hareketini kavrayamaz; süreçleri yöneten hareket yasalarını, ana nedenlerini ve anlamlarını bilince çıkaramaz. Sınıfsal temeli ve amaçlarını ya da proleter sınıf kriterini yadsır vb.
Marks’ın “Dış görünüş ile şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu.” vurgusu komünistlere yol göstermelidir her koşulda. Nesnel ve denetlenebilir verilerden, veriler bütününden yola çıkarak fikir ayrılıklarını ve ideolojik mücadeleleri, partilerin evrimini incelemek zorunludur. Bu bir tarihsel süreçtir, tarihsel evrimin dinamik gelişimini kendi dönemeçleri içerisinde eleştirel değerlendirmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Tek başına devrimci olmak, devrimci bir parti olmak bu niteliği kazanmak için yetmez, yetmiyor. Marksizm-Leninizm’den post-Marksist ezilenlerin Marksizmine geçiş, proletaryayı temel almaktan ezilenleri temel almaya geçiş; proletaryanın devrim ve sosyalizm kavgasının önderi parti teorisinden “ezilenlerin öncü feda müfrezesine” geçiş; demokratik merkeziyetçilikten bürokratik merkeziyetçiliğe geçiş, kolektivizm ilkesinden biçimsel olarak kolektivizm ama içerik olarak bireylere, bireyciliğe dayanan “etkin birey” teorisiyle meşrulaştırılan örgütsel yapı ve tarza, yönetim tarzına geçiş; III. Enternasyonal’i “20. asrın aşılmış, eskimiş Marksizmi”nin ürünü sayan “yaratıcı Marksist” sözde açılımla, “21. asrın Marksizmi”nin teori ve programına göre 21. asrın yeni komünist enternasyonalinin “sosyalizm ve Marksizm iddialı yapılar”la birlikte kurma çizgisine geçiş, Leninist parti teorisi ve modelinin artık geçersizleşerek aşıldığı, komünist partilerde fikir ayrılıklarının Lenin ve Stalin partisindeki gibi ele alınamayacağı savunusu komünist devrimci tarihten, teori ve pratikten kopuşun çarpıcı tablosudur ve bir tarihsel politik sürecin ürünüdür. Bu süreci, sürecin nesnel ve öznel nedenlerini diyalektik materyalist yönteme, Marksizm-Leninizm’in ilkelerine, Birlik Devrimi’nin belirlediği çizgiye dayanarak eleştirel değerlendirmeden olan-biteni ve yaşanan aşırı gerileme bilince çıkarılamaz ve sürüklenip gitme devam eder. Komünistler sorunu, nedenlerini, sonuçları başka yerlerde değil, öncelikle dönüp kendi gerçekliğinde arayıp bulmalıdırlar...
Güven ya da güvensizlik sorunu bu bağlamda ele alınıp çözümlenmediğinde, geriye duygusal, tutarsız, herhangi geliştirici karakteri olmayan “devrimci” romantik kışkırtıcı manipülasyon kalır ve bu da tasfiyeci yıkımı meşrulaştırmanın etkili aracına dönüşür. Tasfiyecilik de bunun üzerinde oynamaya, yıkıcı etki yaratmaya devam eder. Güven ya da güvensizliğin temel ölçütü, ayırdedici niteliği Marksizm-Leninizm’e, Birlik Devrimi’nin çizgisine bağlı olup olmamada, bu çizginin kendi ana ilkeleri ve siyaseti temelinde geliştirilip geliştirilmemesinde somutlaşır; bu çizginin ve ilkelerinin tasfiye edildiği durumda ortada Marksist-Leninist bir güvenin kalmaması ya da yıkılması da doğal ve kaçınılmazdır; yıkılan bu şey, dolaysız olarak ideolojik-siyasal-ilkeseldir; romantik tasfiyeci yüzeysel propaganda ile görünmez hale getirilen, manipülasyona sığınılarak yok sayılan şey, budur. Güven ya da güvensizlik sorunun sınıflar üstü, partiler üstü bir karakteri olmadığı ve olmayacağını biliyoruz. Bu sorunu idealize ederek “yanılmazlık” mitini inşa edenler Marksist-Leninist eleştiriyi ve ideolojik mücadeleyi önlemeye, bu mücadelelere karşı tasfiyeci barikat kurarak “otoriteleri”ni kutsamaya, “iç ve dış düşmanlar” üreterek komünist iradeyi kırmaya çalışagelmişlerdir. Tasfiyeciliğin doğuş, gelişimi, hegemonya kurma süreci aynı zamanda Marksist-Leninist güven ortamı ve değerlerinin, komünist çizginin, ahlaki ölçülerin peşpeşe darbelendiği, güven ilişkilerinin yıkıma uğradığı bir süreçti. Bunun ana sorumlusu “reel politiker” tasfiyeciliktir. Hem değerleri yıkacak, ortamı bozacak, güveni ortadan kaldıracak, ilke, tüzük tanımayacak, her alanda son derece kötü çifte standardı bir önderlik anlayışı ve pratiğine dönüştüreceksin, hem de küçük burjuva uyanıklığa sığınıp manipülasyonla güven ve güvensizlik sorunu üzerinden tasfiyeci saldırı örgütleyeceksin; bu zihniyet ve duruş küçük burjuva sınıfın, ideolojisinin, işlerliğin temsilcilerinin karakteridir. Bu onların nesnel gerçeğidir, bu gerçeğin bilinç ve örgütlenme düzeyinde yansıması ve somutlaşmasıdır. Kendini amaçlaştıran geri kalan her şeyi araçsallaştıran, “Marksizm”, “yaratıcı Marksizm”, “en Marksist-Leninist”, “kahrolsun dogmatizm” söylemiyle kamufle olan küçük burjuva bürokratik önderlik arayışında, teori ve pratiğinde Leninizm’in L’si bile yok.
Engels’in şu çarpıcı eleştiri ve değerlendirmeleri üzerinde özel olarak düşünmeli ve öğrenmeliyiz:
“Bizim Müller'in uyguladığı yöntem, yaşamın her alanında görülen romantizmin tipik bir örneğidir. Bunlar şeylerin en yüzeysel görünüşlerinden derlenen günlük önyargılardan oluşurlar. Ardından da, bu yanlış ve basmakalıp içeriğin, esrarlı bir ifade tarzıyla ‘yüceltilmesi’ ve ululaştırılması işi kalıyor.”
Bu zihniyet ve tarzdan kopuşmak gerekir.
“Mantıksal ve rasyonel argümanlar yerine duygusal argümanlar kullanarak”, “Mantıklı ve derinlemesine analiz gerektiren konular yerine basit ve yüzeysel” bir yöntem, tarz, ajitasyonla manipülasyon yapmak ve bunu bir “önderlik sanatı”na çevirmek komünistlerin, komünist partilerin karakteri, tarzı olamaz.
Bu tarz ret ve mahkum edilmelidir.
Yine Engels’in dediği gibi; “Politikada şairene sempatilerin yeri yoktur.” Komünist partilerde “şairene” politika yapma ve yönetmenin, kendine tapınmanın, tapınılmasının mücadelesini vermenin, “şairane” manipülasyonun, çok anlamlı, çok katlı, duruma uygun manevra yapabilmenin önünü açık tutan, ucu açık bir dilin ve söylemin yeri yoktur. Politika ve devrim romantizmle yapılmaz. Nesnel gerçekliğin, olayların, gelişmelerin bilimsel Leninist değerlendirilmesini engelleyen, ilkeli komünist aklın yerine geçirilen, gerçeklik ile kurgusal arasındaki farkı ve farklılıkları belirsizleştiren, çarpıtan, tek yanlı sunan subjektif gerçeklik inşasına, gerçekliğin duygusal çarpıtılmasına, “çoklu anlamlar”a, belirsizliğe, “çokluk”a hitap eden, değişik yorumlara açık post-Marksist, “Kahrolsun dogmatizm” sloganına sığınan “yaratıcı Marksist” ideolojik yönelim herhangi bir komünist partinin ne kafası, ne yüreği, ne kolektif niteliği, ne de duruşu ve yönelimi olamaz.
Bu tarzdan kopuşmak gerekir.
“Politikada, tıpkı bilimde olduğu gibi, insan her şeyi olduğu gibi kabul etmelidir.” ( Engels, Düşünceler Aforizmalar, s. 130)
Her zaman hatırlanmalıdır ve asla unutulmamalıdır: “Küçük burjuvalar sahte sofulardır.”, komünist/Bolşevik/Marksist-Leninist değil. Tasfiyeciler de “sahte sofular”dır. Burada şu atasözü üzerinde düşünmek son derece yararlı olacaktır: “''Yarım doktor candan, yarım imam dinden eder.'' Tarihi tecrübe bu gerçeği sayısız biçimde ortaya koyagelmiştir. Nerede ve ne zaman olursa olsun, ağzında dua, yüreğinde hile eksik olmayanlara, görüntüleri ile içi başka olanlara güvenilmez ve asla güvenilmemeli, dahası açığa çıkarılıp gerçek gösterilmelidir. Bilgi tekelini elinde tutanların manipülasyonu ve demagojisi daima bir zaman etkili olur ama gün gelir gerçekler tüm boyutlarıyla ortaya çıkar. En nihayetinde devrimci ve komünist bilince ve bağımsız karaktere sahip, olan-biteni sorgulayan devrimciler her zaman vardır ve var olacaktır.
V
Teori, politika, örgütsel alanlarda yaşanan gelişmeleri “olayların bütünü içinde, nedensel bağları ve sonuçları ile inceleyerek, işlerimizi aralıksız denetlemeliyiz. Dünkü yanlışlıklarımızın çözümleyerek (tahlil ederek), bu suretle, bugünün ve yarının yanlışlarından kurtulmuş oluruz.” (Lenin, Düşünceler ve Aforizmalar, s. 233)
Fakat bu tarz çoktan unutulmuş, kaba bir romantizm, yüzeysellik, hafızayı bozma, hafıza kaybı, oportünist uzlaşı, reel politikerlik, idare-i maslahatçılık, duruma göre davranma, eklektisizm ve pragmatizm, manipülasyon, özeleştiri yoksunluğu, çifte standart, gettolaşma, mültecilik vb. tasfiyeci oportünizm sayesinde bir erdeme dönüşmüş, dönüştürülmüştür. Tasfiyeci bürokratik eğilim ve hegemonya bu tablonun baş suçlusudur.
“Biz bedel ödüyoruz” propagandası aracılığıyla da yaşanan ve öğütmeye devam eden kriz gerçeği ve başarısız politika ve başarısızlık örtülmeye çalışılıyor. Bedel ödüyor olmak bir ayrıcalık değildir. Bu aynı zamanda sınıf mücadelesinin doğal olgularından birisidir. Bedel ödüyor olmak eleştiri ve özeleştiriyi, ilkeli ideolojik mücadele ve duruşu boğmanın, manipüle etmenin aracı olarak kullanılamaz. Komünist olan bunu yapmaz. Can alıcı sorun ödenen bedel değil, bedelin hangi çizgide, komünist devrimci çizgide mi küçük burjuva halkçı çizgi de mi ödendiği ve ödeneceği sorunudur. Bir komünist parti, komünist bir militan soruyu böyle sorar ve yanıtlar. Bu ilkesel çizginin ve bakış açısının tasfiye edildiği koşullarda “bedel ödeme” sorunu, ağacı göstererek ormanı görmeyi önlemeye, gerçek durumun ve ağır yıkımların gerçek nedenlerinin görülmesini önlemeye hizmet eder. Bedelsiz kavga olmaz. Dün olduğu gibi bugün de dünyanın dört bir yanında devrimciler bedel ödemeye devam ediyor. Bedel ödemek için komünist olmak gerekmiyor. Bu, Türkiye ve Kürdistan gerçeğinde de böyledir. Dahası, başta toprağa düşenler olmak üzere bedel ödemede hiçbir güç Kürt halkının ve PKK’nin yanına bile yaklaşamaz. Ama bu olgu, PKK’yi komünist yapmıyor ve yapamaz da. Türkiye’de kavga içerisinde toprağa düşen devrimci sayısında örneğin DHKPC önde gelir. Bu gerçekleri çoğaltabiliriz... Şu yakıcı günlerde yanı başımızda Filistin örgütlerinin, Lübnanlı ilerici hareketlerin ödediği bedeli ise hatırlatmaya bile gerek yok.
Marksist-Leninistler, “bedel ödeme” sorununa küçük burjuva ajitasyonun, ahlakçılığın, mistisizmin, dervişçiliğin, sofuluğun gözünden, gezinden, namlusundan bakamaz ve bakmamalı. Kendisi de uzun yıllardır aynı tablonun bir bileşeni haline geldiği halde, Türkiye devrimci hareketinin gerilemiş, dibe vurmuş pratiğine bakarak üstünlük taslamak, böbürlenmek, “radikal” keskinliğe sığınarak da “kendini kanıtlamak” zihniyetinde komünist olan hiçbir şey yoktur. Bazı devrimci örgütlere göre, göreli olarak avantajlı olmak ya da bazı avantajların varlığı bir ayrıcalık olarak görülemez, kibirli gösterinin aracına çevrilemez. Bu bağlamda da proleter sadelik ısrarla korunmalı ve başarı ve kazanımlar, güçlü ve gelişen yanlar ortaya konulmalıdır.
Ve altını çizmek isteriz: Bedel ödemenin ikinci bir yanı var. Bu ikinci yanın sorgulanması, ideolojik mücadele, eleştiri ve özeleştirinin konusu yapılması istenmemektedir ya da “mış” gibi yapılmasıyla yetinilmesi istenmektedir. Üstelik bu bir tarza, önderlik teorisi ve pratiğine dönüştürülmüştür. Bu da devrimci hareketimiz ortak tarihsel ve güel zaaflarından birisidir. Bu bağlamda dar kafalılık, yüzeysellik, tek yanlı ajitasyon göz çıkarmaktadır. Proletaryanın, proletarya hareketinin reformizme, sarı sendikal çizgilere, burjuva partilerin oyun alanına bırakılmasının devrim ve sosyalizm davası ve kavgasına ödettiği bedel nedir acaba?! Bu bedelin ödenmesinde proletaryayı, proletarya hareketini temel almayan, ezilenleri temel alan, ezilenci oportünizmle yol almaya çalışan tasfiyeciliğin sorumluluğunun baş köşede oturduğu açık değil mi? Örneğin sayısız kadro kaybedildi; üstelik zengin bir babanın müflis oğlu gibi kadro harcandı. Legalize olma uzun yılların çarpıcı bir gerçeği. Kolektif akıl ve işlerlik, işlevsel kolektif önderlik, açıklık ilkesi anlayışı esaslı darbeler yedi. Biçimselliğe, bürokratizme, biata dayalı, kafa dengi kadrolarla iş yapma yönelimi ağır tahribatlar yarattı. Lafta değil ama Marksist-Leninist ideolojiye ve Birlik Devrimi çizgisine bağlı eleştiri gücü ve ideolojik mücadele boğuldu. Tasfiyeci tahribat ve yıkım çok kapsamlı ve derin...
Peki bu gerçeklerin devrim ve sosyalizm kavgasına, partiye çok yönlü verdiği ağır kayıpların bedelinin sorumlusu kim acaba?
Peki partiye, proletaryaya, devrim ve sosyalizm kavgasına tasfiyeciliğin ödettiği bedellerin hesabı soruldu mu? Hayır ve burada tasfiyecilik gerçeğini göremeyen, gördüğü halde uzlaşan, boyun eğen kadroların, keza tasfiyeciliğin sömürdüğü ve beslendiği, cesaret bulduğu kolektif yapının zaaflarının rolü olduğu açık değil mi!!!
Peki bunun verdiği ağır zararların faturasının baş suçlusu kim? Devrime, sosyalizme, sınıfa, partiye ödetilen ağır mı ağır bu bedellerin hesabını sormak ve hesabını vermek komünist ve devrimci olmanın gereği değil mi?
Ödenen devrimci bedellere güçlü bir tarzda sahip çıkılırken, zaaflardan, tasfiyeci yıkımın ürünü olan bedel ödeme ve bedel ödetme çizgisini mahkum etmek bir komünistlerin görevidir. Bu gerçekleşmediği müdddetçe aynı zaaflar sınıf mücadelesine ağır zararlar vermeye devam edecektir. Kuşkusuz ki bu gerçekleri yazmak tasfiyecilik nezdinde suçtur, en ağır hakaretlere ve baskılara maruz kalmak demektir. Ancak devrimci ve komünist kadrolar ve yapılar, devrimci hareketin bu ortak ve ağır zaaflarına karşı mücadele etmekle tarihin dersleriyle silahlanarak çalışmakla yükümlüdür. Devrimci ilkelerle, ahlakla, vicdanla, moral değerlerle, zaaflardan ders çıkarmayla bağdaşmayan bu zaafla da hesaplaşmak ve aşmak şarttır. Çok çarpıcı olduğu için belirmek gereksiz olmayacaktır. DHKP-C devrimci bir örgüttür. Kendi çizgisinde devrimci bedeller ödeyegelmiş devrimci bir yapıdır. Ama bu devrimciliği ve devrimci bedeller ödüyor oluşu, onun devrimci romantik çizgisini, tartıştığımız konuda yarattığı ağır yıkımları ve özeleştirisizliğini haklı çıkaramaz. Diğer alanları geçiyoruz ama kendi “sol” oportünist maceracı çizgisi ve bu çizgiyle bağlı olan ölüm orucu politikası eleştirildiği zaman P-C tam bir tahammülsüzlükle, sekterlikle ve devrimci olmayan bir dille “oportünizm”e saldırmaktadır. F Tipi Hapishanelere geçiş ve sonrası süreci hatırlayalım ya da dönüp o dönemi inceleyelim... P-C kendi çizgisinde devrimci davranırken, öte yandan da dışarıya çıktıktan sonra ölüm orucuna devam etmeyen çok sayıda yoldaşını korkunç bir şekilde hain ilan etti... Peki devrimci bedel ödedi diye üstelik kararlılıkla uzun bir ölüm orucu sürecini yaşayan ama hapisten çıktıktan sonra ölüm orucuna devam etmeyen çok sayıda insanını hain ilan ederek neye hizmet etti P-C? Kendi yanıtı açıktır ve biliniyor ama bu politika ve duruşun devrim ve sosyalizm kavgasına verdiği ağır mı ağır zararın sonuçları bugün de görülmektedir...
P-C bunu kötü niyetinden yapmadı aksine bu politika ve duruşu kendi öz çizgisinin gereğiydi ve küçük burjuva devrimci duruşunun, kararlılığın ifadesiydi... Ama bu gerçek onun gerçeğinin diğer yanını görmemizi ve eleştirmemizi önleyemez, önlememeli. En nihayetinde öteki şeylerin yanı sıra, P-C, bu bağlamdaki eleştirileri de son derece sekter ve yıkıcı dille hainlik olarak, ihanete suç ortaklığı olarak damgalamakta, örgüt düşmanlığı, örgütsüzlüğü meşrulaştıma, partiye karşı güvensizliği kışkırtma, kadrolarda ve kitlelerde P-C’ye karşı güveni yıkma, ağır siyasal koşulları gögüsleyememe, zorlu mücadeleden, feda ruhundan kaçma vs. vb. olarak lanse etti ve etmektedir. Bu karşı eleştiri bombardumanının objektif ve bilimsel, haklı olmadığı ve olmayacağı açıktır. Sözgelimi iş P-C ya da başka bir devrimci parti ve örgüte gelince söz konusu vb. tutum ve davranışları, siyasi eğilim ve duruşları mahkum etmekten geri durmayan, buna karşı ideolojik mücadele yürütmekten çekinmeyen parti, iş kendilerine gelince aynı ilkesizliği, yıkıcı yöntemi herkese karşı kolayca kullanabilmektedir. Bu standard proletaryanın ve komünizmin değil, küçük burjuvazinin standardıdır ve ideololojik olarak burjuvaziye bağımlı burjuvanın küçüğünün karakteridir.
“Devrimci hareket bedel ödüyor, o halde eleştirilemez” diyemeyiz ve devrimci bedellerin yanı sıra devrime, sosyalizme zarar veren bedellerle de hesaplaşmasını, dersler çıkarmasını, pratik-politik bir silaha çevirmesini bilmek şarttır.
VI
Marksist-Leninist bir parti II. Enternasyonalci oportünizmin gerçeği olan şu yoldan yürüyemez ve yürümemelidir:
“Batı'da Sosyal Demokrat partiler nasıl yaşadılar ve geliştiler? Bu partilerde ilkeler üzerinde herhangi bir iç çelişkiler ve farklılıklar var mı? Şüphesiz ki var. Onlar bu çelişkileri teşhir edip ve parti kitlelerinin gözleri önünde dürüstçe ve açıkça bunların üstesinden gelmeye çalışıyorlar mı? Hayır, şüphesizki yapmıyorlar. Bu uzlaşmazlıkları gizlemek sosyal-demokratların bir pratiğidir, konferans ve kongrelerini maskeli baloya çevirmek, parti içinde herşeyin iyi gittiğini göstermeye çalışan resmi geçite dönüştürmek sosyal-demokratların bir pratiğidir; Parti içindeki farklılıkları gizlemek ve perdelemek için her çareye baş vururlar. Ama, böyle pratiklerden, kafa karışıklığı ve partinin entellektüel yoksullaşmasından başka bir sonuç elde edilemez. Bu, bir zamanlar devrimci, ama şimdi reformist olan Batı Avrupa sosyal-demokrasisinin çöküş nedenlerinden biri sidir. Ancak biz, bu şekilde yaşayamaz ve gelişemeyiz. İlke sorunları üzerinde bir ‘orta yol’ bulma politikası, bizim politikamız değildir. Ilke sorunları üzerinde bir ‘orta yol’ bulma politikası çöken ve yozlaşan partilerin politikasıdır.” (Stalin, Partinin Gelişmesinin Doğasal Çelişkileri, 1926)
Şu yol Troçki’nin ve tasfiyecilerin, dar kafalı küçük burjuvaların yoludur ve keskinkes mahkum edilmelidir:
“Troçki, kararının daha ilk sözlerinde, en kötü uzlaşmacılığın, tırnak içinde ‘uzlaşmacılığın’; parti çalışmasının verili çizgisini, verili anlayışını, verili ideolojik-politik içeriğini değil, ‘verili kişiler’i öne alan, çevrelerin ve dar kafalıların uzlaşmacılığının en mükemmel anlayışını ortaya koydu. (Lenin, SE, C.4, s. 48)
Bu kafadan, teori ve pratikten kopulması gerekiyor. Bu dün de bugün de yarın da geçerli ve bağlayıcı ilke ve perspektiftir. Pratik de buna göre sorgulanmalıdır.
Marks'ın aşağıdaki eleştirel sözlerinde somutlaşan şey, bireycilik ilkesi, şaha kalmış egoizm ve kariyerizm, küçük burjuva önderlik anlayışıdır;
''Demek ki tarihi yapanlar alim adamlardır, tanrının gizli düşüncelerini nasıl aşıracaklarını bilenlerdir. Sıradan insanların yapacakları şey, onların vahiymişcesine tebliğ ettikleri kutsal mesajı uygulamaktan ibarettir…”
Tasfiyeci oportünizm, ''tarihte bireyin rolü'' ve ''önderlik'' adına 2000’lerden bu yana tam da bunu geliştirdi, doğal olarak “Marksizm”, “Marksizm-Leninizm” adına. Partiyi taktik araç, kendilerini “stratejik önder”, “stratejik önderlik” ilan eden teori ve pratik de bundan ibarettir. Bir zamanlar Öcalan’ın bu teorisi, TİKB’nin önderlik teorisi, P-C’nin önderlik teorisi yerden yere vuruluyordu. Ama bunlar “unutuldu”, dahası unutturulmaya çalışıldı. Hatırlatmak isteriz, bu teori de eleştiregeldiğimiz diğer teoriler de küçük burjuvazinin sofrasından/cephaneliğinden alınarak “algı manipülasyonu” yoluyla sanki “özgün yaratıcı Marksist” açılımlar gibi sunulmuştur...
Marksist-Leninist teori, Uluslararası Komünist Hareket, Birlik Devrimi ve ilkeleri, “... bir yanda kendisine vahiy inmiş bir peygamber, öte yanda onu ağzı açık dinleyen birtakım eşekler bulunduğunu varsayan'' (Marx) önderlik anlayışlarını her zaman mahkum ederek oportünizmle, kariyerizmle, bürokratizmle, burjuva ve küçük burjuva elitisizmiyle, idealizmle, tarihin “üst insan”ın ya da “üst insanlar”ın eseri ya da “kahramanların eseri” olduğu saçmalığıyla kendi arasına kalın bir sınır çizgisi çekmiştir. Devrimci ve komünist tarihte burjuva ve küçük burjuva ihtiraslarının kurbanı olanların varlığı doğrudan özel mülkiyet dünyasının maddi ve ideolojik gerçeğiyle, hastalıklı insan tipiyle bağlıdır. Bu hastalıkların önüne de ancak ve ancak Bolşevik teori ve pratikle, bu donanımın kesintisiz geliştirilmesiyle geçilebilir. 1956 modern revizyonist karşı devrimine, giderek revizyonist/kapitalist ülkeye ve bloga varan tarihsel süreçte SSCB’de, öncelikle de partide ortaya çıkarak gelişen bürokratik yabancılaşma ve çürümenin ideolojik-siyasal-örgütsel, toplumsal dersleri bu bakımdan bizlere yaşamsal dersler sunmaktadır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder