Translate

27 Kasım 2024 Çarşamba

“GOP” ve ORTA DOĞU’DA SİLAHLANMA YARIŞI III. BÖLÜM

 

GOP” ve ORTA DOĞU’DA SİLAHLANMA YARIŞI

III. BÖLÜM



“ ‘Sömürgecilerin Araplara, daha doğrusu, sömürge halklarına nasıl baktıkları, Winston Curchill’in, Filistin konusunu incelemek üzere kurulmuş Peel Komisyonu’ndaki şu sözlerinde açıkça görülüyor: Kulübesindeki bir köpeğin, orada uzun zamandır yaşamış olsa bile, kulübeye mutlak sahip olma hakının var olduğuna inanmıyorum. Bu hakkı kabul etmiyorum. Örneğin, Amerika’daki Kızılderililere ya da Avustralya’daki siyahlara büyük yanlışlık yapıldığını kabul etmiyorum. Bu insanlara karşı bir yanlışlık yapıldığını kabul etmiyorum, çünkü daha güçlü bir ırk, daha kaliteli bir ırk ya da en azından, dünyevi olarak daha akıllı bir ırk, şayet böyle ifade edersek, geldi ve onların yerini aldı.’ ” (Aktaran Haluk Gerger, ABD Ortadoğu, Türkiye, s. 22)

I

Bu ırkçı, soykırımcı, sömürgeci emperyalist sözler, yalnızca “Demokrasinin beşiği İngiltere”ye, dünyanın büyük demokratlarından (!) biri olarak lanse edilen Curchill’e özgü kabul edilemez. Irkçılık emperyalizmin politikasıdır. Irkçılık “Hür dünyanın lideri”, “dünya demokrasisinin koruyucusuolarak lanse edilen ABD’yi, (AB’yi, NATO’yu) niteleyen tarihsel ve güncel politikadır. Emperyalist sömürgeciliğin, yeni sömürgeciliğin özüdür. Bu olgu emperyalizmin Orta Doğu politikasına da damgasını basmaktadır.

Hitler faşizmi önderliğindeki faşist kampın Stalin önderliğindeki SSCB ve dünya komünist ve anti-faşist kuvvetlerin ve halkların mücadelesiyle ezilmesi, sosyalist bir kampın doğuşu, keza emperyalist sömürge sisteminin yıkılması ırkçılığın dünya çapında mahkum edilmesini getirdi. Bu aşamadan sonra, “klasik ırkçılık” savunulamaz hale geldi. İkiyüzlülükte sınır tanımayan emperyalistler mızrak çuvala sığmadığı için sanki ırkçılığın kaynağı kapitalizm ve emperyalizm değilmiş gibi “ırkçılığı” mahkum etmeye başladılar. Böylece kaba ırkçılığa karşı “kültürel ırkçılık”ı yüceltmeye başladılar. Ancak ırkçılık emperyalizmin karakteristiği olarak kalmaya devam etti.

Filistin’de soykırım yapan apartheid İsrail devletinin arkasında dizilerek küstahça sınırsız destek veren ABD-AB-NATO ırkçı karakterini de sergilemektedir. ABD ve Batılı emperyalist dünya ırkçılığı “demokrasi”, “insan hakları”, “demokratik Batı uygarlığı” gibi argümanlara sığınarak uygulamaya devam etmektedir. Özellikle SSCB’nin ve “Doğu bloku”nun çökmesinden sonra, ırkçılık açıktan kutsanmaya başlandı. İslam dini “terörizm”le eşitlendi. “Medeniyetler savaşı” vbg. propaganda ve saldırılarla ırkçılık, sömürgecilik meşrulaştırılmaya çalışıldı. Açık ve çıplak ırkçı, soykırımcı bir devlet olan İsrail siyonist devletinin sınırsızca desteklenmesi de bu politikanın somut ifadesidir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICC), İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, eski İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarmasının önemli olduğuna, ABD ve İsrail’in tüm rezil baskısına karşın İsrail’i ırkçılık ve soykırım gerekçesiyle mahkum etmesi önemli bir kazanımdır. Irkçı ABD-AB ve bir dizi devletin aşağılık faşist bir propaganda ile Siyonist soykırıma karşı çıkan ve mücadele eden herkesi ve kitleleri, protesto hareketlerini “anti-Semitizm” (Yahudi düşmanlığı) olarak mahkum etmesi, terör ve yasaklarla cezalandırması emperyalist-Siyonist ittifakın karakterine ışık tutmaktadır. Öncelikle Yahuilerin ABD’de ve dünyanın değişik ülkelerinde ve İsrail içinde Siyonist Netanyahu liderliğindeki dinci faşist ittifakın Filistin soykırımına karşı çıkmasının Yahudi emekçiler adına onurlu bir tavır olduğunu kaydetmek lazım. Vurgulanması gerekir ki, GOP’da, uygarlığı direnen halklar, barbarlığı ise emperyalizm, Siyonizm, işbirlikçi Arap egemen sınıfları ve devletleri temsil etmektedir. ABD ve İsrail ise bölgede modern barbarlığın başını çekmektedir.

II

Amerikan emperyalizminin “Genişletilmiş Orta Doğu projesi” (GOP), bu coğrafyayı yeniden yapılandırma stratejisine dayanmaktaydı. Bu projenin “Ilımlı İslam’a dayanacak geniş Orta Doğu” inşa etmede başarılı olamadığı ve çöktüğü söylenegeldi. Evet, GOP’un “Ilımlı İslam” sac ayağı tutmadı ama ABD’nin bu projeyi yeniden ve yeniden biçimlendirerek uygulamasını da engellemedi. “Ilımlı İslamsız” GOP’un uygulanmaya devam etmediğini söylemek, GOP’un içeriğini ve hedeflerini kavramamak anlamına gelmektedir. Bu bağlamda belirleyici olan şey, belirlenmiş strateji, stratejik hedefler ve onun gerekleridir. “Ilımlı İslam” modelinin tutmaması söz konusu stratejinin de geçersizleştiği anlamına gelmemektedir.

GOP, ABD’nin gerilemekte olan dünya hegemonyasını koruma, yükselen yeni rekabet merkezlerinin önünü keserek geriletme, “Vekâlet savaşları” aracını da aktif kullanarak “Küreselleşmeye” açılmamış, batıya boyun eğmemiş devletleri (Afganistan, Irak, Libya, Suriye...) istikrarsızlaştırma, işgal etme, İsrail’in güvenliğini koruma, Arap rejimleriyle İsrail ilişkilerini düzelterek geliştirme, bölge halklarını pasifize ederek kontrol altına alma stratejisine dayanmaktaydı. Amerikan emperyalizmi tüm sorunlara karşın bu stratejisini yaşama geçirmeyi, istikrarsız da olsa bölge çapında egemenliğini pekiştirmeyi başardı. Denetleyemediği ya da denetim dışına kayan, “Ilımlı İslam”a karşı çıkan radikal İslami hareketlerin varlığı ise bir olgu fakat bu, emperyalizme bağımlı tarihin ve emperyalist müdahalelerin kaçınılmaz olgularındandır. Radikal İslami hareketler”in gelişmesinde başını ABD’nin çektiği batılı emperyalist blokun Soğuk savaş” ve “Yeşil kuşak” stratejisinin özel rolü olduğunu da biliyoruz... Keza bilakis “Ilımlı İslama dayalı Büyük/Genişletilmiş Orta Doğu projesi” (GOP) ve stratejisi siyasal İslamı, İslami gericiliği öne çıkararak radikal İslamı geliştiren bir işlev yüklenmişti. Siyasal İslamı “terbiye” ederek kullanmak politikası kuşkusuz ki “Necon”ların ve ABD’nin özgün çıkarlarının ifadesiydi. Radikal İslamın gelişmesinde ABD ve Batılı emperyalist devletlerin tam desteğine sahip İsrail devletinin Orta Doğu’da oynadığı uğursuz rolün altını da özelde çizmek gerekir... Belirtmeden geçmek doğru olmayacaktır, 1979 İran devriminin İslamcı karşı devrime dönüşmesi gerek dünyada gerekse de bölgede radikal İslami akımın güçlenmesine çok önemli bir katkı yapmıştı.

Tarihsel ve kültürel olarak İslam uygarlığının ve halklarının Batı ırkçılığı, sömürge ve yeni sömürgeciliği tarafından barbarca aşağılanması, İslam dinin “Medeniyetler savaşı” adına hedef tahtasına oturtularak “İslami fobi”nin kışkırtılması radikal İslami hareketin gelişmesindeki rolünü görmemek için kör ve sağır olmak gerekir. Arap halklarının anti-emperyalist öfkesinin, iliklerine dek çürümüş İslamcı rejimlerin emperyalizm işbirlikçiliğine karşı ortaya çıkan siyasal ve toplumsal tepkinin devrimci hareketin zayıflığı koşullarında radikal İslami harekete akması bu akımın gelişip güçlenmesinde çok önemli bir yerde durduğu da açıktır...

Öyle ya da böyle, emperyalist devletlerin, halkların iradesini hiçe sayan “toplum mühendisliği”nin, GOP stratejisinin her yerde halkların tepkisine çarpıp ağır yaralar aldığı da açıktır. “Arap baharı” olarak anılan Arap halklarının ayaklanması, ABD’ye, Arap egemen sınıflarının ihanetine, yerli işbirlikçi diktatörlüklere, neo-liberal politikalara karşı devrimci halk ayaklanmaları serisi oldu. Her ne kadar devrimci önderliklerin yokluğu ya da zayıflığı sonucu bu ayaklanmalar dizisi çığırından çıkarıldıysa da, halklar için önemli bir eğitim ve tarihsel deneyim olarak tarihe kaydını düştü. Bu süreçte İhvan Hareketi de (Müslüman Kardeşler Cemiyeti) gözden düşerek ağır yaralar aldı...

ABD ve Batılı emperyalistler öteden beri kendi “değerler sistemi” bayrağını Müslüman coğrafyada dalgalandırmak istediler ama bu coğrafyanın ve ülkelerin özgün tarihsel koşulları hep başlarına bela oldu. Halklar emperyalist soygundan, ABD’cilikten, Batılı emperyalist işbirlikçiliğinden, Siyonist İsrail’in koruyuculuğundan ibaret olan politikalara direniş ve büyük mücadelelerle yanıt verdi. Bu yanıtın daha büyük atılımlar ve mücadeleler halinde kendini ortaya koymaya devam edeceği açıktır. Halklar, “ben yaptım oldu” emperyalist zorbalığına dün olduğu gibi bugün ve gelecekte de boyun eğmeyecektir. Bölgede, Fırat’tan Nil’e “Vaat edilmiş topraklar”ı işgal ve ilhak ederek “Büyük İsrail”’i kurma stratejisi ABD ve İsrail’in güçlü yanı değil aksine dönüp dolaşıp ABD ve İsrail siyonist devletini vuran ve vuracak bir stratejidir. “Seçilmiş halk, vaat edilmiş kutsal topraklar” demagojisi, emperyalizmin aktif koruyuculuğunda İsrail saldırganlığının ve yayılmacılığın kamuflajıdır sadece. Vurgulamak gerekir ki, ABD ve İsrail siyonist devletinin bağlaşması ve saldırganlığı İsrail halkının güvenlik içinde, halklarla dostça yaşamasına hizmet etmeyen ve etmeyecek bir ittifak ve stratejidir. GOP stratejisi, sözgelimi “Abram Anlaşması”yla Amerikancı Arap rejimleriyle İsrail arasında yakınlaşma ve işbirliği kurmada önemli bir ilerleme sağlamış olsa da İsrail’in güvenliğini sağlamaktan uzaktır. Gerek ABD ve gerekse de bölge devletleri ve işbirlikçi Arap devletleri bunun bilincindedir.

İsrail halkının geniş kesimleri ırkçılıkla, şövenizmle, militarizmle, dinsel ön yargılarla zehirlenmiş olmakla birlikte, önemli bir kesimi de bunun farkındadır. Gerek İsrail halkı gerekse de Arap halkları, ABD olmaksızın İsrail’in tek başına bölgede zorbaca at koşturamayacağını, kapsamlı savaşlara ve saldırılara girişemeyeceğini bilmektedirler. ABD ve İsrail GOP” kapsamındaki halkların en keskin nefretinin hedefidir. Buna ABD ve İsrail dostu işbirlikçi Arap rejimleri de dahildir. İsrail, Orta Doğu’da halklar nezdinde daima dışarıdan taşıma bir devletleşmeyi temsil eden yabancı bir mahlukat, Orta Doğu’nun sırtına ve kalbine saplanmış zehirli bir kılıç ve saldırı makinesi olarak görüldü. Bu bir realitedir. Halkların öfkesi ve mücadelesi meşrudur. İsrail halkı ve işçi sınıfı kendi egemen sınıfına, sermaye devletine, Amerikan emperyalizmine karşı tutarlı demokratik ve halkların kardeşliği ve ortak mücadelesi çizgisine girmediği müddetçe Arap ve Müslüman halklar nezdinde ortaya çıkmış ön yargıları kırmak da olanaklı olmayacaktır...

İslam alemi içerisinde İsrail’i ilk tanıyan devlet TC devletidir. Bölge halkları “GOP Eşbaşkanı” olmakla övünen sözde “İslam aleminin lideri” Erdoğan’dan da nefret eder hale gelmiştir. Türk burjuva devleti her zaman İsrail’in koruyucu ve kollayıcı olagelmiştir. ABD’ci, İsrail’ci TC devleti bölgede, Arap halkları nezdinde her zaman kuşkuyla karşılanmış, dahası derin öfke ve nefretinin hedefi olagelmiştir. Arap halkları geçmişi, feodal fetihçi ceberrut Osmanlı İmparatorluğu’nun baskı ve egemenlik tarihini de unutmuş değil. Arap halklarının tarihsel hafızası bölgede İsrail’le birlikte canlanmıştır. Özellikle Erdoğan ve Saray rejiminin eski Osmanlı sınırları boyunca Arap coğrafyasında emperyal politikasını ve Filistin soykırımını yapmaya devam eden İsrail’in suç ortaklığını gitgide daha fazla görmektedir. Halklar öz deneyimlerinden öğrenmektedir. Arap halkları Erdoğan liderliğindeki dinci faşist diktatörlüğün İsrail dostu, Batı işbirlikçisi olduğunun farkındadır.

III

ABD ve Batılı emperyalist devletlerin tam desteğine sahip İsrail’in sömürgeci, soykırımcı, yayılmacı saldırganlığı eli ile Orta Doğu coğrafyasına düzen verme politikası Filistin ulusal direniş hareketinin 7 Ekim 2023 askeri eyleminden sonra çok çarpıcı biçimler al. İsrail eliyle İran’ı vurma ve çökertme stratejisi de etkin bir tarzda iş başında...

Amerikan emperyalizmi liderliğindeki Batı dünyası, NATO emperyalist müdahalelerini “Özgürleştirme”, “Demokrasi, insan hakları götürme”...Medeniyetler savaşı”, “Otoriter devletlere, haydut devletlere son verme” vbg. argümanlarla süslemektedir. Emperyalist ve NATO’cu strateji, neo-faşist “terörizmle savaş stratejisi” “Önleyici saldırı”, “Yaratıcı kaos”, “Yaratıcı yıkım”, “Şok doktrini” politikasının eşliğinde yürütülmektedir. İslami-fobi bu saldırganlık ve yayılmacılıkta kullanılan, İslami coğrafyaya müdahalede kullanılan kirli bir silahtır. ABD’nin-AB’nin-NATO’nun- İsrail’in çıkarlarına ters düşen her şey “terörizm” olarak lanse edilmekte, emperyalist ve siyonist müdahale ve saldırı “terörizme karşı savaş” adına küstahça kullanılmaktadır. Bu bağlam yalnızca rakip emperyalist devletleri ve işbirlikçisi rejimleri hedeflememektedir, dahası, Batıda ve Doğuda proletarya ve halkların, ezilen ulusların her türlü meşru, haklı savaşını manipüle etme, bastırma ve kana bulamada da azgınca kullanılmaktadır. NATO’nun işlevlerinin genişletilerek küresel çapta etkin bir müdahale gücüne çevrilmesi bir olgudur. “Bilhassa 11 Eylül saldırılarını izleyen dönemde İttifakın odağında, Avrupa-Atlantik alanı dışındaki krizler yer almıştır“, “NATO’nun güneyindeki, terörizm başta olmak üzere Orta Doğu ile Kuzey Afrika’dan kaynaklanan muhtelif tehditler karşısında kolektif savunma İttifakta yeniden öncelikli bir konuma gelmiştir.“ analizleri (https://www.mfa.gov.tr/data/nato-bilgi—notu.pdf),

Terörizme karşı savaş” neofaşist saldırgan stratejisinin Orta Doğu’da da yön ve hedefini göstermektedir. ABD ve müttefiklerinin “Soğuk Savaş” dönemindeki “Hür dünya ile Allahsız komünist dünya” arasındaki savaş sloganı, bugün yerini “otoriter devletler ile demokratik devletler” arasındaki savaşa ve slogana bırakmıştır. ABD-AB-NATO-İsrail “GOP” coğrafyasında da Çin ve Rusya’nın etkisini engellemek ve müttefiklerini tasfiye etmek için söz konusu sloganda ifadesini bulan politikaya sığınmaktadır. “Otoriter devletler”, “demokrasiye düşman devletler” ile “demokratik devletler” ayrımı GOP söz konusu olunca da nedense (!) işlememektedir. Düpedüz “otoriter devletler” olan İsrail ve işbirlikçi gerici Arap devletleri (Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan, Ürdün, Azerbaycan, TC vb.) sözde “demokratik ülkeler”in en yakın müttefiklerini oluşturmaktadır. Ukrayna’da neofaşist darbeyle kurulan faşist/Nazist rejimin arkasında bilakis “demokratik devletler” (ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, NATO) bulunmaktadır. Rusya’nın bir bataklığa saplanarak zayıf düşürülmesi amacıyla Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi için her türlü kışkırtmayı ve yönlendirmeyi yapan bilakis ABD ve NATO olmuştur. Nitekim Rusya hazır olmadığı ve tercih etmediği bir zamanda Ukrayna’yı işgal etmeye yöneldi ve Batı istediğini elde etti. Böylece Ukrayna halkı ABD-AB-NATO’nun uğursuz stratejisine ve Rusya’nın emperyalist işgali ve haksız savaşıyla emperyalist hesaplara ve hegemonya savaşına kurban edildi. Yani bir kez daha filler tepişti ayaklar altında ise Ukrayna halkı ezildi. Keza Putin’in de eline kendi halkını kurban etmesi, emperyalist hırslarını gerçekleştirmesi için güçlü bir koz verildi.

ABD ve NATO’nun Kafkas ülkelerini de NATO üyesi yapma stratejik yönelimi, tıpkı Ukrayna’nın NATO üyeliğine alınması politikasında olduğu gibi Rusya’yı çevreleme, burnunun dibine yerleşerek Rusya’yı etkisizleştirme, geçiş hatlarını kesme politikasının yansımasıdır. Ukrayna neonazi rejimi açıkça ABD adına vekalet savaşı yürütmektedir. ABD-AB-NATO’nun Rusya düşmanlığı aynı zamanda Putin’ci emperyalist kliğe ve bağlaşıklarına yaramakta ve emperyalist politikalarını yaşama geçirme fırsatı da sunmaktadır.

Ukrayna neonazi rejiminin Rusya’ya karşı Suriye’de özellikle Kafkasya ve Orta Asya’dan gelme İslamcı terörist paralı çeteleri silahlarla ve profesyonel eğitimle desteklemesi de buraya kaydedilmelidir. Amerikan emperyalizminin önce Rusya’yla ardından Çin’le hesaplaşmak politikası NATO ve NATO’nun genişletilmesi stratejisinde de ifadesini buldu... NATO resmi belgelerinde Rusya açıkça düşman ilan edilirken, özellikle Washington zirvesinde (Temmuz 2024) Çin “hasım devlet” ilan edildi. Trump’la birlikte Çin hedefinin öne alınacağı görülüyor...

Orta Doğu’da İsrail tek başına İsrail değildir; iddia edildiği gibi ABD’yi yöneten İsrail değil, İsrail bölgede ABD adına vekalet savaşı yürüten soykırımcı bir devlettir. “Dünyayı Yahudiler yönetiyor” efsanesini bir tarafa attığımızda, İsrail devletini de yöneten Amerikan uluslararası tekelleri ve sermaye devletinin kendisidir. “Kafir” Yahudilerin ve Yahudi devleti İsrail’in Orta Doğu’da (ve diğer Müslüman ülkelerde) İslamı yok etmek istediği propagandası tümüyle politik İslamcı gerici nitelikte bir propagandadır. Yahudi kökenli sermayenin dünya sermayesi içerisinde önemli bir yer tutuyor oluşu ne Yahudilerin dünyayı ne de Orta Doğu’yu yönettiği anlamına gelmektedir. Emperyalizm olgusunu, sınıfsal bölünmüşlük gerçeğini, emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelelerini yok sayarak geliştirilen bu propaganda sahtedir. Burjuvazinin dinsel menkıbelere göre değil, azami kar için savaştığını ve bu savaşın gereği olarak dini, dini söylemi kullandığını örtüleyen, işçi sınıfı ve halkları gericiliğe yedekleyen bu vb. iddiaların teşhir edilmesi gerektiği açıktır. Sermaye ve burjuvazi için önemli olan ulusal ve dinsel kökeni değil, azami kar ve azami kar yarışıdır...

Bütün emperyalist devletler ve işbirlikçileri halkların düşmanlarıdırlar. Onların derdi “özgürlük”, “demokrasi”, “insan hakları” falan değildir, onlar için önemli olan tek şey ekonomik, siyasal, askeri çıkarlarıdır. Bu çıkarlar ve tepişmeler uğruna milyonların, on milyonların, yüz milyonların ölmesi sadece emperyalist ve gerici propaganda için kullanılacak propagandadan ibarettir.

BÖLGEDE SİLAHLANMA YARIŞI

Dünyayı ve Orta Doğu’yu kan ve ateşin içine atan ABD, aynı zamanda dünyanın en büyük silah ihracatçısı durumundadır. ABD, toplam dünya silah ihracatının % 45’ine yakınını gerçekleştirmektedir. 2018-2023 itibari ile dünyanın en büyük beşinci silah ihracatçı olan Fransa toplam silah ihracatının % 34’ünü Orta Doğu’ya yapmaktadır. Bütün emperyalist devletler Orta Doğu’yu aynı zamanda silah ticareti için zengin bir pazar olarak değerlendirmektedir. Dün olduğu gibi bugün de Orta Doğu’da silah ticareti tekelini ABD başta gelmek üzere Batılı emperyalist devletler ellerinde tutmaktadır.

Orta Doğu’da silahlanma yarışına daha yakından bakalım.

2019-2023 döneminde uluslararası silah transferlerinin yaklaşık yüzde 30'u Orta Doğu'ya yapılırken, bölgedeki ilk üç alıcı Suudi Arabistan, Katar ve Mısır oldu.

Orta Doğu ülkelerinin silah ithalatının çoğunluğu ABD (yüzde 52) tarafından sağlanırken, bu ülkeyi Fransa (yüzde 12), İtalya (yüzde 10) ve Almanya (yüzde 7,1) takip etti.

2019-2023 döneminde en büyük ithalatçılar Hindistan, Suudi Arabistan ve Katar olurken, onları 2022-2023 döneminde 30'dan fazla ülkeden önemli miktarda silah transferi alan Ukrayna takip etti.” (Euro News)

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (Stockholm International Peace Research Instıtute – SIPRI) raporuna göre;

Orta Doğu'daki askeri harcamaların en büyüklerini sırasıyla Suudi Arabistan, İsrail, Türkiye ve İran yaptı. 2023 yılında yüzde 9,0 artarak yaklaşık 200 milyar dolara ulaşan Ortadoğu savaş yatırımları son on yılın en yüksek seviyesinde.“

Suudi Arabistan, Katar ve Mısır başta olmak üzere 9 Arap ülkesi, 2018-2022 yıllarında dünyada en çok silah ithal eden 40 ülke arasında yer aldı.”

İran ise 10.3 milyar dolarlık harcama yaptı.

7 Ekim’den bu yana sadece Gazze’de 100 bin insanı katleden İsrail’in silah ithalatının yüzde 69'unu ABD, yüzde 30'unu ise Almanya karşılamaktadır.

Türkiye 15,8 milyar dolarlık askeri harcamasıyla en çok askeri harcama yapan 22. ülke oldu. TC’nin en çok silah ihraç eden ülkeler sıralamasında 11’inci sıraya yükselmesi de dikkat çekicidir. Bu olgu, saldırgan bölgesel bir devlet olarak Türk sermaye devletinin ve ordusunun bölge ülkeleri ve komşu halklar için gitgide büyümekte olan bir tehdit olduğunu da göstermektedir. Kürdistan’a yapılan müdahaleler ve işgaller “terörizme karşı savaş” olarak lanse edilirken, bu propaganda aynı zamanda TC’nin emperyal yayılmacılığının da kılıflayan bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu durumun bölge devletlerinin ve halklarının gözünden kaçmadığı açıktır.

SIPRI’ye göre küresel silah ihracatında 11'inci sırada yer alan Türkiye 2014-18 dönemine kıyasla, 2019-23 yıllarında küresel silah ihracatındaki payını iki katına çıkardı.

Kuşkusuz ki yukarıda aktardığımız veriler tam olmaktan uzaktır... Örneğin S. Oluç’un aşağıdaki açıklaması bu konuda TC hakkında bir fikir vermektedir:

“‘Savunma ve güvenlikçi politikalar’ adı altında bütçenin, bu ülkenin kaynaklarının çok önemli bir kısmının ayrıldığını görüyoruz. Bu ciddi bir sorun esas itibarıyla. Yani geçen yıl yaklaşık 40 milyar dolar civarındaydı topladığımızda savunma, silahlanma ve güvenlikçi politikalar doğrultusundaki harcamalar, bu yıl yaklaşık 47 milyar dolara tekabül ediyor. Bu da oldukça yüksek bir oran.” (Plan ve Bütçe Komisyonu’nda konuşan DEM Partili Saruhan Oluç)

ABD’nin bölgede artmış olan askeri etkinliğinin yanı sıra çok sayıda askeri üsle konumlanmış olması emperyalist tahakküm, yayılma, İsrail’in güvenliğini sağlama gibi olgularla bağlıdır.

"American Security Project sitesine göre, genel olarak Orta Doğu’da ABD’ye ait en az 55 askeri üs bulunuyor.” Orta Doğu’da en büyük ABD askeri üssü Katar’da bulunmaktadır ve “Bu üs, ABD Müşterek Hava Operasyonları Merkezi, ABD Hava Kuvvetleri Merkezi Komuta Merkezi, ABD Özel Harekat Komutanlığı Merkezi Cephe Karargahı ve ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’na (CENTCOM) ev sahipliği” (Google) yapmaktadır. Bu üsler Türkiye’deki ABD askeri üsleriyle birlikte İsrail’e hizmet etmekte ve askeri üsler sözde “Bölgenin güvenliği ve istikrarı” adına meşrulaştırılmaktadır. Bu üsler aynı zamanda İran’ı hedefe koyan üslerdir.

GOP coğrafyası üzerindeki hegemonya ve rekabet mücadelelerinin daha da keskinleşeceğini saptamak gerekir. Orta Doğu halklarını daha büyük riskler bekliyor. Bölgesel savaş tehdidi büyüyecek. Silahlanma yarışı hızlanacak. Yalnızca belli başlı emperyalist devletler değil, bölgesel burjuva devletlerin hesapları ve yayılmacılığı da kapsamlı savaşları, silahlanma yarışını güçlendirecek. Halklar kaderlerini ele almadıkça bu hamur daha çok su kaldıracak.

Bu bölümü burada bitirirken, önümüzdeki yazıda/bölümde İran gerçeğine yakından bakacağız.

DEVAM EDECEK

15 Kasım 2024 Cuma

II. BÖLÜM EMPERYALİST MÜDAHALE VE ORTA DOĞU

 

ORTA DOĞU ÜZERİNE NOTLAR

II. BÖLÜM

EMPERYALİST MÜDAHALE VE ORTA DOĞU



Emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinden soyutlanmış bir Orta Doğu düşünülebilir mi? III. Emperyalist Dünya Paylaşım Savaşı tehdidinin yükseldiği bir dünyada “barışçıl, demokratik, istikrarlı” bir Orta Doğu düşünülebilir mi? Sorular çoğaltılabilir ama gerekmiyor. Dünyanın ve Orta Doğu’nun gidişine yakından bakalım.

Dünya pazarlarının, hammadde kaynaklarının, dünya sermaye ihraç alanlarının, stratejik ve jeopolitik önemi yaşamsal bölgelerin paylaşımı ve yeniden paylaşımı emperyalist kapitalizmin gerçeğidir. Paylaşılmış dünyanın yeniden paylaşımı olgusu iki emperyalist dünya savaşının deneyimleriyle kanıtlandı. Emperyalist dünya savaşları kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasının ürünüdür. Emperyalist rekabet ve hegemonya mücadeleleri bu temelde şekillenmekte, emperyalist barış dönemlerini emperyalist paylaşım savaşları izlemektedir. Emperyalist barış dönemleri emperyalist dünya savaşlarına geçiş evresinden ibarettir.

Askeri harcamaların ve silahlanmanın küresel çapta hızla tırmanması dünyanın genel bir paylaşım savaşına doğru gittiğinin en önemli kanıtıdır. Merkezi Stokholm'da bulunan “Bağımsız araştırma kuruluşu” Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) verilerine göre, 2022 itibari ile, askeri harcamalar yüzde 3.7 artarak 2.240 trilyon dolara, 2023 itibari ile 2.443 trilyon dolara ulaşarak tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmıştır. SIPRI raporu, geçen yıl yapılan askeri harcamaların “özellikle Avrupa, Asya ve Okyanusya ile Orta Doğu'da” büyük artışlar kaydettiğini saptamaktadır. Rapora göre, “2023'te en çok askeri harcama yapan beş ülke ABD, Çin, Rusya, Hindistan ve Suudi Arabistan olurken, bu ülkelerin harcamaları dünya askeri harcamalarının yüzde 61'ini oluşturdu.”

Küresel çapta askeri-sınai komplex, silahlanma yarışı büyümeye devam etmektedir. Emperyalist dünya ve bağlaşıklarının hızla silahlanması 3. Dünya Savaşı tehlikesinin büyüdüğünü göstermektedir. Emperyalizm var oldukça savaşlar kaçınılmazdır. Yükselmekte olan III. Dünya Emperyalist Savaş tehdidi de bu temel tarihsel gerçeği vurgulamaktadır. “Genişletilmiş Orta Doğu Projesi” (GOP) kapsamında Kuzey Afrika-Orta Doğu-Orta Asya hattında yoğunlaşan emperyalist rekabet yükselmekte olan emperyalist savaş tehlikesinin güncel ifadelerinden birisidir. Küresel çapta olduğu gibi bölgede de silahlanma yarışı at başı gitmektedir. 2023 itibari ile Suudi Arabistan’nın askeri harcamalarının 75.8 milyar doları bularak dünyada beşinci sıraya yerleşmesi tesadüfi değildir. “İsrail'in askeri harcamaları 2023 yılı itibariyle % 44 artarak 27,5 milyar dolara ulaş”ması dikkat çekmektedir. Geçmeden eklemek isteriz ki, 2022 itibari ile ABD’nin 887 milyar dolar olan askeri harcamaları 2023'te önceki yıla göre yüzde 2,3 artarak 916 milyar dolar”a ulaşmıştır. 2022 itibari ile NATO’nun askeri harcamaları 1.23 trilyon dolara yükselmiştir. Emperyalist dünyanın ve yardakçılarının demagoji ve manipülasyonun aksine, emperyalizm ve müttefikleri nükleer, biyolojik, kimyasal, konvansiyonal ve siber silahları dünya barışı için değil, yeni bir emperyalist savaş için geliştirmektedir.

3. dünya savaşının aynı zamanda bir nükleer savaş olacağı anlaşılıyor. Nükleer silahlanma yönelimi “Genişletilmiş Orta Doğu”nun da gerçeğidir; bu eğilim (Türkiye, İran, Suudi Arabistan) nükleer teknolojiyi ve nükleer silahları elde etme çalışmasının yoğunlaşmasında somutlaşmaktadır. Bölgede nükleer güç olan İsrail’in varlığı nükleer silahlanma yarışını kaçınılmaz olarak kışkırtmaktadır. Özellikle İran’ın nükleer silahlar üretme iradesinin kırılmak istenmesi tesadüfi değildir... İsrail’in Gazze’ye soykırımcı saldırganlığının boyutlanarak Lübnan’ı, Suriye’yi, İran’ı içerisine alması; İran’ın nükleer tesislerinin İsrail tarafından bombalanması tehdidi, İran’ı nükleer programından vazgeçirmek bir yana nükleer teknoloji ve silahlar edinmesi yönelimini daha da ivmelemektedir.

Çok kutuplu dünya gerçeğinde yaşıyoruz. Kutuplaşmanın bir yanında ABD diğer yanında Çin durmaktadır. Avrupa’da Almanya, Pasifik’te Japonya merkezli emperyalist devletler çok kutuplu dünyanın etkin rekabet unsurları haline gelecektir...

Kapitalizmin tarihinde ilk kez “Küresel Güney küresel Kuzey”in karşısında bir merkez olarak yükselmekte ve öne çıkmakta, Asya-Pasifik hegemonya ve rekabet mücadelelerin odağı haline gelmektedir. “Yükselen Güney”in merkezinde duran Çin ABD’in dünya hegemonyasına darbeler indirmeye devam etmektedir.

Vurgulamak isteriz ki ABD’nin 1950’lerden sonra kurduğu hegemonya, iktisadi temelden başlayarak gerilemektedir. ABD, 1950’de, tek başına Dünya Gayri Safi Milli Hasılasının -DGSMH- % 49-52’sini üretirken bu oran bugün % 22-23’e düşmüş durumda. Çin’in fazla uzak olmayan bir gelecekte ABD ile arasındaki farkı kapatarak öne geçeceği anlaşılıyor. “Gelişmekte olan ülkeler” ülkeler grubu kapitalizmin orta derecede geliştiği ülkelerdir ve bu yükseliş aynı zamanda 1950’ler, 1990’lar, 2000’ler öncesinden farklı olarak hem dünya ekonomisi üzerinde hem de yeni güç dengelerinin biçimlenmesinde önemli roller oynamaktadır...

Yeni güç merkezlerinin yükselişiyle, güç dengeleri yerinden oynamış, Amerikan emperyalizminin hegemonyası derinden sarsılmıştır. Küresel çapta bir emperyalist hegemonya krizi yaşanmaktadır. ABD’nin hala dünyanın en güçlü süper devleti olması bu gerçeği değiştirmemektedir. Çok kutupluluk olgusu ve yükselişi bu krizin keskinleşerek gelişeceğini göstermektedir. Bu kriz ya devrimlerle ya da III. bir emperyalist dünya savaşıyla aşılacaktır. İki dünya savaşı deneyiminin gösterdiği gibi emperyalist savaşın engellenemediği koşullarda ise yeni devrimler dalgası kaçınılmazdır...

ABD, hegemonyası gerilemekle birlikte hala dünyanın bir numaralı süper devletidir. Dar ve geniş anlamda Orta Doğu’da en önemli aktör olmaya da devam etmektedir. ABD yalnızca “Doğu bloku”nun çöküşünde sonra değil, 1950’lerden bu yana Orta Doğu’da en önemli ve belirleyici aktör olagelmiştir. Geçmişte SSCB’nin Orta Doğu’da önemli sayılabilecek bir etkisi ve rolü olmasına karşın yine de en önemli aktör ABD-Batı bloğuydu. ABD-İngiltere-Fransa-İsrail eksenin yakın dönemde Afganistan, Filistin, Lübnan, İran, Suriye, Irak, Libya, Yemen, Somali üzerinde sergilediği kanlı ve yıkıcı oyunlar biliniyor. Emperyalist işgaller, iç savaşlar, vekalet savaşları, “hibrit savaş”lar, “kaos yaratma ve krizi yönetme”, “devrimleri çalma” politikaları söz konusu yıkıcı saldırganlığın ve yeniden yapılandırma politikalarının çarpıcı yansımalarıydı... “Terörizme karşı savaş”, “İsrail’in güvenliği” gibi sloganlar emperyalizm ve siyonizmin her saldırganlığını meşrulaştırılmanın aracıdır sadece. İsrail Filistin’i Filistinsizleştiriyor. Lübnan direnişini ezmeye çalışıyor. Lübnan topraklarının bir bölümünü (Güney Lübnan, Litani nehrine kadar) ha keza, işgal altında tuttuğu Golan çevresinde yeni topraklar ilhak etmeyi hedefliyor. Sırada İran var. ABD-İsrail-Batı karşıtı konumlanmış olan İran, bölgesel bir güç. İran etrafındaki kuşatma ağırlaştırılıyor. ABD, AB, NATO, yerel işbirlikçi Arap devletler İran’ı etkisizleştirme, boyun eğdirme hattında ilerliyor. İran’ı İsrail eli ile geriletme ve çökertme; İran’ın önderliğinde kurulmuş olan “Direniş Cephesi”ni tasfiye etme strateji ve saldırganlığı söz konusu politikanın somutlaşmış gerçeklerindendir. Bu kuşatma ve saldırı harekatının daha kapsamlı biçimler alarak ilerleyeceği açık ve kesindir.

Hatırlanacağı gibi, I. Emperyalist Dünya Paylaşım Savaşı sürecinde Orta Doğu ve Osmanlı İmparatorluğu dönemin süper devletleri olan iki emperyalist güç, Fransa ve İngiltere tarafından paylaşılmıştı. 22 yapay Arap devletinin kurulması, Kürt halkının ve Kürdistan’ın 4 parçaya bölünmesi Sykes-Picot Antlaşmasıyla gerçekleşmişti. 1916’da imzalanan ve 20. yüzyılda Orta Doğu’nun tüm tarihine damgasını basan Sykes-Picot Antlaşması bugün çökmüş durumda. Orta Doğu yeniden yapılandırılıyor; I. Emperyalist Paylaşım Savaşı ile çizilen sınırlar tasfiye ediliyor... SSCB önderliğindeki revizyonist/kapitalist kampın çöküşüyle birlikte, özelde de 11 Eylül 2001’de İkiz kulelerin ve Pentagon’un El Kaide tarafından askeri olarak vurulmasından sonra sınırların yeniden çizilmesi politikası etkin bir tarzda uygulanmaya başlandı.

Devam edelim.

Çin 21. asrın yükselen en önemli emperyalist gücüdür. Çin’in 1950’de DGSMH içindeki payı % 5’dir. Oysa bu oran 2022 itibari ile % 18-19’a ulaşmış ve Çin ABD’nin hemen ardından ikinci sıraya yerleşmiştir. Çin dünyanın yeniden paylaşımı rekabetinde emperyalist devletler arasında öne sıçrayacak görünüyor. Çin dünyanın atölyesi durumundadır. Çin giderek askeri gücünü geliştirmektedir, ancak ABD ve Batı’nın askeri kışkırtmalarına ve saldırgan politikasına karşı “barışçıl açılım politikası” yolunu izlemekte, “serbest piyasa ekonomisi”ne dayanan küreselleşmeden yana bir politikada ısrar etmektedir. Çin, şimdilik barışçıl yayılma stratejisi ile zaman kazanmaya, mevzilerini pekiştirmeye, yeni mevziler ele geçirmeye, güç biriktirmeye, gelecek büyük çatışmalara hazırlanmakta, ABD ve müttefikleriyle askeri rekabetin öne çıkmasını istememektedir... Buna karşın sözgelimi ABD, Çin’i kuşatma, baskı altına alma, darbeler indirme planıyla Çin Tayvan savaşını kışkırtmaktadır.

Çin’in Orta Doğu’da aktif bir aktör olmayı hedeflediğini biliyoruz. İran-Suudi Arabistan arasındaki sorunları çözmede gösterdiği inisiyatif, Filistinli örgütleri Pekin’de buluşturması yakın dönemin atakları olarak dikkat çekti. Doğu ile Batıyı (Avrupa’yı) birbirine bağlayacak “Yeni İpek Yolu” projesi kapsamında Orta Doğu ülkeleriyle geliştirdiği ilişkiler Çin’in ilerleme stratejisi bakımından yaşamsaldır. Bu proje Çin’in küresel hegemonya kurma stratejisinde yaşamsal önem taşımaktadır. ABD-AB-NATO-İsrail eksenine karşı Çin Orta Doğu’da İran’a ve Suriye’ye yakın durmaktadır. Çin’in İsrail dahil bölge ülkeleriyle gelişen ekonomik, ticari, diplomatik, siyasal ilişkileri bir olgudur. Keza Çin’in bölgede silah ticareti de büyümektedir. ABD’nin Çin ile Asya Pasifik’de hesaplaşma stratejisinin en önemli sac ayaklarından birisi de Orta Doğu’dur. ABD’nin Orta Doğu’dan çekileceği analizleri sözde “analiz”lerdir. ABD ve Batılı devletlerin bu coğrafyayı Çin’e bırakması için hiçbir neden yoktur. Orta Doğu gibi ekonomik ve jeopolitik önemi yaşamsal bir coğrafyadan çekilecek bir ABD, Orta Doğu petrollerine bağımlı Çin karşısında daha baştan kaybetmeye mahkumdur. Ne ABD ne de Batılı emperyalist müttefikleri Orta Doğu’yu Çin ve Rusya’ya hediye etmeyecek, dahası Orta Doğu’yu “Küresel Kuzey”in sağlam bir kalesi yapmak için BOP stratejisi ve yayılmacılığı gerçeğinde olduğu gibi Çin ve Rusya’yı geriletmeye, silmeye çalışacaktır. Asya-Pasifik’in ve dünyanın en güçlü emperyalist devletlerinden birisi olan ve Batı ittifakı ile birlikte davranan, gelecekte daha açık ve büyük bir güçle başta Çin olmak üzere Çin ve Rusya ittifakının karşısına dikilecek Japonya’nın da enerji kaynakları bakımında %90 oranında dışa bağımlı olduğunu hatırlatmak isteriz. Bu durumun kısa sürede değişmesi de olanaklı değildir. Japonya enerji gereksinimini Orta Doğu’dan karşılamaktadır. “2020'ler itibarıyla, Japonya'nın toplam petrol ithalatının yaklaşık %80'i, başta Suudi Arabistan ve BAE olmak üzere, Ortadoğu'dan gelmektedir.” Orta Doğu’suz bir Batının ABD ve müttefikleri bakımından bir çöküş olacağı açıktır. Dolayısıyla ABD’nin Orta Doğu’dan çekilerek Asya-Pasifik’e yöneleceği propagandası gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Kaldı ki dar ve geniş anlamıyla Orta Doğu da Asya’nın bir parçasıdır ve yaşamsal önem taşımaktadır. ABD’nin Asya-Pasifik emperyalist stratejisi BOP’u kapsadığı gibi bu strateji “Avrasya stratejisi” olarak formüle edilmektedir.

Genişletilmiş Orta Doğu” (GOP) coğrafyası bir krizler coğrafyasıdır. Krizin temelinde emperyalizme bağımlılık, emperyalist hegemonya ve rekabet mücadeleleri, halkların kendi kaderlerini kendi ellerine alamaması durmaktadır. Küresel emperyalist hegemonya krizi çok kutupluluğun gelişmesiyle iç içedir ve Orta Doğu krizi de tarihte görülmemiş ölçekte küreselleşmiştir. Halk ayaklanmaları, iç savaşlar, devletler arası rekabet, işgaller, rejim değiştirmeler, İsrail saldırganlığı eli ile kışkırtılan ve büyümekte olan bölgesel savaş tehlikesi bu krizin görüngüleridir. Henüz en üst düzeye sıçramamakla birlikte “düşük yoğunluklu” bir bölgesel savaştan bahsetmek yanlış olmayacaktır.

Orta Doğu’daki emperyalist, siyonist, içerisinde Türkiye’nin de yer aldığı bölgesel devletlerin rekabeti keskinleşerek gelişmeye devam edecektir. Orta Doğu gelecekte çok daha büyük emperyalist müdahalelerin arenası olacaktır. “Orta Doğu’nun istikrar ve güvenliği” denen şey, emperyalist devletlerin ve yerli işbirlikçilerinin, rakip emperyalist ve bölgesel devletlerin çıkarlarıdır. Her bir taraf bu söylemi ve sloganı kendi ekonomik-siyasi-askeri çıkarları ekseninde yorumlayarak kullanmaktadır. Hatırlatmak gereksizdir ki, “Medeniyetler savaşı”, “Terörizme karşı savaş konsepti” yalnızca İslami halkları hedef tahtasına oturtan bir savaş değil, orta ve uzun vadeli olarak Çin’i, Rusya’yı da hedef tahtasına yerleştirmektedir. “Genişletilmiş Orta Doğu”da süren emperyalist rekabet ve paylaşım ve yeniden yapılandırma müdahalesi, Asya-Pasifik çapında süren, genişleyen, yoğunlaşan emperyalist rekabetin bileşeni ve uzantısıdır aynı zamanda. Rusya’yı çevreleme, geriletme, parçalama, etkisiz hale getirme saldırgan stratejisi “renkli devrimler”de, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine alınmasında, Ukrayna savaşında, Suriye deneyiminde, Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO üyeliğine alma çabasında görüldüğü gibi göz çıkarmaktadır. Rusya’yı Orta Doğu’dan silme yönelimi de söz konusu saldırgan politikanın bileşenidir. Çin ve Rusya’nın ABD ve AB’nin, NATO’nun saldırgan stratejisinin hedefine oturtulması aynı zamanda Orta Doğu’yu kapsamaktadır. Bu fil dalaşında ayaklar altında ezilenler ise halklardır...

Şu bilgileri akılda tutmak yararlı olacaktır:

NATO, Soğuk Savaşın sona ermesini müteakip dört genişleme dalgası yaşamıştır: 1999’da Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya, 2004’de Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya, 2009’da Hırvatistan ve Arnavutluk, 2017’de Karadağ, 2020’de Kuzey Makedonya, 4 Nisan 2023’te Finlandiya ve 7 Mart 2024 tarihinde İsveç İttifaka katılmış; böylece NATO’nun üye sayısı 32’ye yükselmiştir.“ (NATO Genel Bilgi Notu, NATO’nun Tarihi ve Odağı, mfa.gov.tr, Google)

Doğu bloku”nun yıkılış ve dağılış süreci aynı zamanda kapitalist/revizyonist kampın etki alanlarının ABD, AB, NATO tarafından paylaşımı süreci oldu... Bu süreç devam etmektedir. “Doğu bloku”nun yıkılışı ile Filistin halkının uluslararası ve bölgesel desteği gerilere savruldu. Suriye, Libya gibi devletler “koruyucu şemsi”yesini kaybetti. Amerikan emperyalizmi hem dünya çapında hem de geniş Orta Doğu’da özgürce at koşturmaya başladı. Somali bir kaosun içine sürüklendi ya da atıldı. Afganistan ve Irak işgal edildi. “Arap Baharı”nın ardından Yemen, Libya, Suriye ülkeleri çökertildi. Bu işgaller ve çökertmeler III. emperyalist dünya savaşına doğru evrilen sürecin, yeniden paylaşım rekabetinin yansımalarıdır.

NATO’nun genişletilmesi, küresel çapta saldırgan ve yayılmacı bir pakt olarak büyütülmesi stratejisi öncelikle Rusya’ya yönelmekte fakat, gerçekte sorun salt Rusya ile sınırlı değildir. Bu strateji küresel kapışmalarda Çin’i (de), Rusya-Çin ittifakını zayıflatmayı hedeflemektedir. Amerikan emperyalizminin ve önderliğindeki kampın en büyük hedefi Çin’dir. BOP stratejisi Rusya-Çin’in önünü Orta Doğu’da, Kafkasya’da, Orta Asya’da, Ak Deniz’de, Karadeniz’de önünü kesme stratejisidir aynı zamanda.

DEVAM EDECEK