ORTA DOĞU ÜZERİNE NOTLAR
II. BÖLÜM
EMPERYALİST MÜDAHALE VE ORTA DOĞU
Emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinden soyutlanmış bir Orta Doğu düşünülebilir mi? III. Emperyalist Dünya Paylaşım Savaşı tehdidinin yükseldiği bir dünyada “barışçıl, demokratik, istikrarlı” bir Orta Doğu düşünülebilir mi? Sorular çoğaltılabilir ama gerekmiyor. Dünyanın ve Orta Doğu’nun gidişine yakından bakalım.
Dünya pazarlarının, hammadde kaynaklarının, dünya sermaye ihraç alanlarının, stratejik ve jeopolitik önemi yaşamsal bölgelerin paylaşımı ve yeniden paylaşımı emperyalist kapitalizmin gerçeğidir. Paylaşılmış dünyanın yeniden paylaşımı olgusu iki emperyalist dünya savaşının deneyimleriyle kanıtlandı. Emperyalist dünya savaşları kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasının ürünüdür. Emperyalist rekabet ve hegemonya mücadeleleri bu temelde şekillenmekte, emperyalist barış dönemlerini emperyalist paylaşım savaşları izlemektedir. Emperyalist barış dönemleri emperyalist dünya savaşlarına geçiş evresinden ibarettir.
Askeri harcamaların ve silahlanmanın küresel çapta hızla tırmanması dünyanın genel bir paylaşım savaşına doğru gittiğinin en önemli kanıtıdır. Merkezi Stokholm'da bulunan “Bağımsız araştırma kuruluşu” Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) verilerine göre, 2022 itibari ile, askeri harcamalar yüzde 3.7 artarak 2.240 trilyon dolara, 2023 itibari ile 2.443 trilyon dolara ulaşarak tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmıştır. SIPRI raporu, geçen yıl yapılan askeri harcamaların “özellikle Avrupa, Asya ve Okyanusya ile Orta Doğu'da” büyük artışlar kaydettiğini saptamaktadır. Rapora göre, “2023'te en çok askeri harcama yapan beş ülke ABD, Çin, Rusya, Hindistan ve Suudi Arabistan olurken, bu ülkelerin harcamaları dünya askeri harcamalarının yüzde 61'ini oluşturdu.”
Küresel çapta askeri-sınai komplex, silahlanma yarışı büyümeye devam etmektedir. Emperyalist dünya ve bağlaşıklarının hızla silahlanması 3. Dünya Savaşı tehlikesinin büyüdüğünü göstermektedir. Emperyalizm var oldukça savaşlar kaçınılmazdır. Yükselmekte olan III. Dünya Emperyalist Savaş tehdidi de bu temel tarihsel gerçeği vurgulamaktadır. “Genişletilmiş Orta Doğu Projesi” (GOP) kapsamında Kuzey Afrika-Orta Doğu-Orta Asya hattında yoğunlaşan emperyalist rekabet yükselmekte olan emperyalist savaş tehlikesinin güncel ifadelerinden birisidir. Küresel çapta olduğu gibi bölgede de silahlanma yarışı at başı gitmektedir. 2023 itibari ile Suudi Arabistan’nın askeri harcamalarının 75.8 milyar doları bularak dünyada beşinci sıraya yerleşmesi tesadüfi değildir. “İsrail'in askeri harcamaları 2023 yılı itibariyle % 44 artarak 27,5 milyar dolara ulaş”ması dikkat çekmektedir. Geçmeden eklemek isteriz ki, 2022 itibari ile ABD’nin 887 milyar dolar olan askeri harcamaları 2023'te önceki yıla göre yüzde 2,3 artarak 916 milyar dolar”a ulaşmıştır. 2022 itibari ile NATO’nun askeri harcamaları 1.23 trilyon dolara yükselmiştir. Emperyalist dünyanın ve yardakçılarının demagoji ve manipülasyonun aksine, emperyalizm ve müttefikleri nükleer, biyolojik, kimyasal, konvansiyonal ve siber silahları dünya barışı için değil, yeni bir emperyalist savaş için geliştirmektedir.
3. dünya savaşının aynı zamanda bir nükleer savaş olacağı anlaşılıyor. Nükleer silahlanma yönelimi “Genişletilmiş Orta Doğu”nun da gerçeğidir; bu eğilim (Türkiye, İran, Suudi Arabistan) nükleer teknolojiyi ve nükleer silahları elde etme çalışmasının yoğunlaşmasında somutlaşmaktadır. Bölgede nükleer güç olan İsrail’in varlığı nükleer silahlanma yarışını kaçınılmaz olarak kışkırtmaktadır. Özellikle İran’ın nükleer silahlar üretme iradesinin kırılmak istenmesi tesadüfi değildir... İsrail’in Gazze’ye soykırımcı saldırganlığının boyutlanarak Lübnan’ı, Suriye’yi, İran’ı içerisine alması; İran’ın nükleer tesislerinin İsrail tarafından bombalanması tehdidi, İran’ı nükleer programından vazgeçirmek bir yana nükleer teknoloji ve silahlar edinmesi yönelimini daha da ivmelemektedir.
Çok kutuplu dünya gerçeğinde yaşıyoruz. Kutuplaşmanın bir yanında ABD diğer yanında Çin durmaktadır. Avrupa’da Almanya, Pasifik’te Japonya merkezli emperyalist devletler çok kutuplu dünyanın etkin rekabet unsurları haline gelecektir...
Kapitalizmin tarihinde ilk kez “Küresel Güney küresel Kuzey”in karşısında bir merkez olarak yükselmekte ve öne çıkmakta, Asya-Pasifik hegemonya ve rekabet mücadelelerin odağı haline gelmektedir. “Yükselen Güney”in merkezinde duran Çin ABD’in dünya hegemonyasına darbeler indirmeye devam etmektedir.
Vurgulamak isteriz ki ABD’nin 1950’lerden sonra kurduğu hegemonya, iktisadi temelden başlayarak gerilemektedir. ABD, 1950’de, tek başına Dünya Gayri Safi Milli Hasılasının -DGSMH- % 49-52’sini üretirken bu oran bugün % 22-23’e düşmüş durumda. Çin’in fazla uzak olmayan bir gelecekte ABD ile arasındaki farkı kapatarak öne geçeceği anlaşılıyor. “Gelişmekte olan ülkeler” ülkeler grubu kapitalizmin orta derecede geliştiği ülkelerdir ve bu yükseliş aynı zamanda 1950’ler, 1990’lar, 2000’ler öncesinden farklı olarak hem dünya ekonomisi üzerinde hem de yeni güç dengelerinin biçimlenmesinde önemli roller oynamaktadır...
Yeni güç merkezlerinin yükselişiyle, güç dengeleri yerinden oynamış, Amerikan emperyalizminin hegemonyası derinden sarsılmıştır. Küresel çapta bir emperyalist hegemonya krizi yaşanmaktadır. ABD’nin hala dünyanın en güçlü süper devleti olması bu gerçeği değiştirmemektedir. Çok kutupluluk olgusu ve yükselişi bu krizin keskinleşerek gelişeceğini göstermektedir. Bu kriz ya devrimlerle ya da III. bir emperyalist dünya savaşıyla aşılacaktır. İki dünya savaşı deneyiminin gösterdiği gibi emperyalist savaşın engellenemediği koşullarda ise yeni devrimler dalgası kaçınılmazdır...
ABD, hegemonyası gerilemekle birlikte hala dünyanın bir numaralı süper devletidir. Dar ve geniş anlamda Orta Doğu’da en önemli aktör olmaya da devam etmektedir. ABD yalnızca “Doğu bloku”nun çöküşünde sonra değil, 1950’lerden bu yana Orta Doğu’da en önemli ve belirleyici aktör olagelmiştir. Geçmişte SSCB’nin Orta Doğu’da önemli sayılabilecek bir etkisi ve rolü olmasına karşın yine de en önemli aktör ABD-Batı bloğuydu. ABD-İngiltere-Fransa-İsrail eksenin yakın dönemde Afganistan, Filistin, Lübnan, İran, Suriye, Irak, Libya, Yemen, Somali üzerinde sergilediği kanlı ve yıkıcı oyunlar biliniyor. Emperyalist işgaller, iç savaşlar, vekalet savaşları, “hibrit savaş”lar, “kaos yaratma ve krizi yönetme”, “devrimleri çalma” politikaları söz konusu yıkıcı saldırganlığın ve yeniden yapılandırma politikalarının çarpıcı yansımalarıydı... “Terörizme karşı savaş”, “İsrail’in güvenliği” gibi sloganlar emperyalizm ve siyonizmin her saldırganlığını meşrulaştırılmanın aracıdır sadece. İsrail Filistin’i Filistinsizleştiriyor. Lübnan direnişini ezmeye çalışıyor. Lübnan topraklarının bir bölümünü (Güney Lübnan, Litani nehrine kadar) ha keza, işgal altında tuttuğu Golan çevresinde yeni topraklar ilhak etmeyi hedefliyor. Sırada İran var. ABD-İsrail-Batı karşıtı konumlanmış olan İran, bölgesel bir güç. İran etrafındaki kuşatma ağırlaştırılıyor. ABD, AB, NATO, yerel işbirlikçi Arap devletler İran’ı etkisizleştirme, boyun eğdirme hattında ilerliyor. İran’ı İsrail eli ile geriletme ve çökertme; İran’ın önderliğinde kurulmuş olan “Direniş Cephesi”ni tasfiye etme strateji ve saldırganlığı söz konusu politikanın somutlaşmış gerçeklerindendir. Bu kuşatma ve saldırı harekatının daha kapsamlı biçimler alarak ilerleyeceği açık ve kesindir.
Hatırlanacağı gibi, I. Emperyalist Dünya Paylaşım Savaşı sürecinde Orta Doğu ve Osmanlı İmparatorluğu dönemin süper devletleri olan iki emperyalist güç, Fransa ve İngiltere tarafından paylaşılmıştı. 22 yapay Arap devletinin kurulması, Kürt halkının ve Kürdistan’ın 4 parçaya bölünmesi Sykes-Picot Antlaşması’yla gerçekleşmişti. 1916’da imzalanan ve 20. yüzyılda Orta Doğu’nun tüm tarihine damgasını basan Sykes-Picot Antlaşması bugün çökmüş durumda. Orta Doğu yeniden yapılandırılıyor; I. Emperyalist Paylaşım Savaşı ile çizilen sınırlar tasfiye ediliyor... SSCB önderliğindeki revizyonist/kapitalist kampın çöküşüyle birlikte, özelde de 11 Eylül 2001’de İkiz kulelerin ve Pentagon’un El Kaide tarafından askeri olarak vurulmasından sonra sınırların yeniden çizilmesi politikası etkin bir tarzda uygulanmaya başlandı.
Devam edelim.
Çin 21. asrın yükselen en önemli emperyalist gücüdür. Çin’in 1950’de DGSMH içindeki payı % 5’dir. Oysa bu oran 2022 itibari ile % 18-19’a ulaşmış ve Çin ABD’nin hemen ardından ikinci sıraya yerleşmiştir. Çin dünyanın yeniden paylaşımı rekabetinde emperyalist devletler arasında öne sıçrayacak görünüyor. Çin dünyanın atölyesi durumundadır. Çin giderek askeri gücünü geliştirmektedir, ancak ABD ve Batı’nın askeri kışkırtmalarına ve saldırgan politikasına karşı “barışçıl açılım politikası” yolunu izlemekte, “serbest piyasa ekonomisi”ne dayanan küreselleşmeden yana bir politikada ısrar etmektedir. Çin, şimdilik barışçıl yayılma stratejisi ile zaman kazanmaya, mevzilerini pekiştirmeye, yeni mevziler ele geçirmeye, güç biriktirmeye, gelecek büyük çatışmalara hazırlanmakta, ABD ve müttefikleriyle askeri rekabetin öne çıkmasını istememektedir... Buna karşın sözgelimi ABD, Çin’i kuşatma, baskı altına alma, darbeler indirme planıyla Çin Tayvan savaşını kışkırtmaktadır.
Çin’in Orta Doğu’da aktif bir aktör olmayı hedeflediğini biliyoruz. İran-Suudi Arabistan arasındaki sorunları çözmede gösterdiği inisiyatif, Filistinli örgütleri Pekin’de buluşturması yakın dönemin atakları olarak dikkat çekti. Doğu ile Batıyı (Avrupa’yı) birbirine bağlayacak “Yeni İpek Yolu” projesi kapsamında Orta Doğu ülkeleriyle geliştirdiği ilişkiler Çin’in ilerleme stratejisi bakımından yaşamsaldır. Bu proje Çin’in küresel hegemonya kurma stratejisinde yaşamsal önem taşımaktadır. ABD-AB-NATO-İsrail eksenine karşı Çin Orta Doğu’da İran’a ve Suriye’ye yakın durmaktadır. Çin’in İsrail dahil bölge ülkeleriyle gelişen ekonomik, ticari, diplomatik, siyasal ilişkileri bir olgudur. Keza Çin’in bölgede silah ticareti de büyümektedir. ABD’nin Çin ile Asya Pasifik’de hesaplaşma stratejisinin en önemli sac ayaklarından birisi de Orta Doğu’dur. ABD’nin Orta Doğu’dan çekileceği analizleri sözde “analiz”lerdir. ABD ve Batılı devletlerin bu coğrafyayı Çin’e bırakması için hiçbir neden yoktur. Orta Doğu gibi ekonomik ve jeopolitik önemi yaşamsal bir coğrafyadan çekilecek bir ABD, Orta Doğu petrollerine bağımlı Çin karşısında daha baştan kaybetmeye mahkumdur. Ne ABD ne de Batılı emperyalist müttefikleri Orta Doğu’yu Çin ve Rusya’ya hediye etmeyecek, dahası Orta Doğu’yu “Küresel Kuzey”in sağlam bir kalesi yapmak için BOP stratejisi ve yayılmacılığı gerçeğinde olduğu gibi Çin ve Rusya’yı geriletmeye, silmeye çalışacaktır. Asya-Pasifik’in ve dünyanın en güçlü emperyalist devletlerinden birisi olan ve Batı ittifakı ile birlikte davranan, gelecekte daha açık ve büyük bir güçle başta Çin olmak üzere Çin ve Rusya ittifakının karşısına dikilecek Japonya’nın da enerji kaynakları bakımında %90 oranında dışa bağımlı olduğunu hatırlatmak isteriz. Bu durumun kısa sürede değişmesi de olanaklı değildir. Japonya enerji gereksinimini Orta Doğu’dan karşılamaktadır. “2020'ler itibarıyla, Japonya'nın toplam petrol ithalatının yaklaşık %80'i, başta Suudi Arabistan ve BAE olmak üzere, Ortadoğu'dan gelmektedir.” Orta Doğu’suz bir Batının ABD ve müttefikleri bakımından bir çöküş olacağı açıktır. Dolayısıyla ABD’nin Orta Doğu’dan çekilerek Asya-Pasifik’e yöneleceği propagandası gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Kaldı ki dar ve geniş anlamıyla Orta Doğu da Asya’nın bir parçasıdır ve yaşamsal önem taşımaktadır. ABD’nin Asya-Pasifik emperyalist stratejisi BOP’u kapsadığı gibi bu strateji “Avrasya stratejisi” olarak formüle edilmektedir.
“Genişletilmiş Orta Doğu” (GOP) coğrafyası bir krizler coğrafyasıdır. Krizin temelinde emperyalizme bağımlılık, emperyalist hegemonya ve rekabet mücadeleleri, halkların kendi kaderlerini kendi ellerine alamaması durmaktadır. Küresel emperyalist hegemonya krizi çok kutupluluğun gelişmesiyle iç içedir ve Orta Doğu krizi de tarihte görülmemiş ölçekte küreselleşmiştir. Halk ayaklanmaları, iç savaşlar, devletler arası rekabet, işgaller, rejim değiştirmeler, İsrail saldırganlığı eli ile kışkırtılan ve büyümekte olan bölgesel savaş tehlikesi bu krizin görüngüleridir. Henüz en üst düzeye sıçramamakla birlikte “düşük yoğunluklu” bir bölgesel savaştan bahsetmek yanlış olmayacaktır.
Orta Doğu’daki emperyalist, siyonist, içerisinde Türkiye’nin de yer aldığı bölgesel devletlerin rekabeti keskinleşerek gelişmeye devam edecektir. Orta Doğu gelecekte çok daha büyük emperyalist müdahalelerin arenası olacaktır. “Orta Doğu’nun istikrar ve güvenliği” denen şey, emperyalist devletlerin ve yerli işbirlikçilerinin, rakip emperyalist ve bölgesel devletlerin çıkarlarıdır. Her bir taraf bu söylemi ve sloganı kendi ekonomik-siyasi-askeri çıkarları ekseninde yorumlayarak kullanmaktadır. Hatırlatmak gereksizdir ki, “Medeniyetler savaşı”, “Terörizme karşı savaş konsepti” yalnızca İslami halkları hedef tahtasına oturtan bir savaş değil, orta ve uzun vadeli olarak Çin’i, Rusya’yı da hedef tahtasına yerleştirmektedir. “Genişletilmiş Orta Doğu”da süren emperyalist rekabet ve paylaşım ve yeniden yapılandırma müdahalesi, Asya-Pasifik çapında süren, genişleyen, yoğunlaşan emperyalist rekabetin bileşeni ve uzantısıdır aynı zamanda. Rusya’yı çevreleme, geriletme, parçalama, etkisiz hale getirme saldırgan stratejisi “renkli devrimler”de, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine alınmasında, Ukrayna savaşında, Suriye deneyiminde, Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO üyeliğine alma çabasında görüldüğü gibi göz çıkarmaktadır. Rusya’yı Orta Doğu’dan silme yönelimi de söz konusu saldırgan politikanın bileşenidir. Çin ve Rusya’nın ABD ve AB’nin, NATO’nun saldırgan stratejisinin hedefine oturtulması aynı zamanda Orta Doğu’yu kapsamaktadır. Bu fil dalaşında ayaklar altında ezilenler ise halklardır...
Şu bilgileri akılda tutmak yararlı olacaktır:
“NATO, Soğuk Savaşın sona ermesini müteakip dört genişleme dalgası yaşamıştır: 1999’da Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya, 2004’de Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya, 2009’da Hırvatistan ve Arnavutluk, 2017’de Karadağ, 2020’de Kuzey Makedonya, 4 Nisan 2023’te Finlandiya ve 7 Mart 2024 tarihinde İsveç İttifaka katılmış; böylece NATO’nun üye sayısı 32’ye yükselmiştir.“ (NATO Genel Bilgi Notu, NATO’nun Tarihi ve Odağı, mfa.gov.tr, Google)
“Doğu bloku”nun yıkılış ve dağılış süreci aynı zamanda kapitalist/revizyonist kampın etki alanlarının ABD, AB, NATO tarafından paylaşımı süreci oldu... Bu süreç devam etmektedir. “Doğu bloku”nun yıkılışı ile Filistin halkının uluslararası ve bölgesel desteği gerilere savruldu. Suriye, Libya gibi devletler “koruyucu şemsi”yesini kaybetti. Amerikan emperyalizmi hem dünya çapında hem de geniş Orta Doğu’da özgürce at koşturmaya başladı. Somali bir kaosun içine sürüklendi ya da atıldı. Afganistan ve Irak işgal edildi. “Arap Baharı”nın ardından Yemen, Libya, Suriye ülkeleri çökertildi. Bu işgaller ve çökertmeler III. emperyalist dünya savaşına doğru evrilen sürecin, yeniden paylaşım rekabetinin yansımalarıdır.
NATO’nun genişletilmesi, küresel çapta saldırgan ve yayılmacı bir pakt olarak büyütülmesi stratejisi öncelikle Rusya’ya yönelmekte fakat, gerçekte sorun salt Rusya ile sınırlı değildir. Bu strateji küresel kapışmalarda Çin’i (de), Rusya-Çin ittifakını zayıflatmayı hedeflemektedir. Amerikan emperyalizminin ve önderliğindeki kampın en büyük hedefi Çin’dir. BOP stratejisi Rusya-Çin’in önünü Orta Doğu’da, Kafkasya’da, Orta Asya’da, Ak Deniz’de, Karadeniz’de önünü kesme stratejisidir aynı zamanda.
DEVAM EDECEK